Cumartesi, Mayıs 10, 2025
No menu items!
Ana Sayfa Blog Sayfa 7

Gericilerin gizlemek istedikleri gerçekler

0

1- Atatürk’ü Koruma Kanunu olarak bilinen 5816 sayılı kanun, Demokrat Parti döneminde
Adnan Menderes tarafından çıkartıldı.
2- Başörtüsünü yasaklayan Demirel idi
3- En çok toprak kaybeden II. Abdülhamit idi
4- 12 Adalar 1912 yılında OSMANLI HÜKÜMETİ tarafından OUCHY (UŞİ ) antlaşması ile bırakıldı
5- KIBRIS, 1878 yılında tek bir kurşun atılmadan II. ABDÜLHAMİT tarafından İngilizlere verildi.
6- Ruslar, 1. Dünya savaşından önce ARDAHAN, VAN, ERZURUM’ a kadar inmişlerdi.
7- Vahdettin, tahtında kalmasına karşılık olarak SEVR anlaşmasını kabul etmişti.
8- TÜRKLER (Rumeli, Kafkasya, Azerbaycan ve Türkistan Türkleri) ve ASYALI (Hint, Malay)
müslümanlardan başka bir müslüman toplum Osmanlı hilafetini kabul etmiyordu.
9- Saidi Nursi, Şeyh Said İngilizler tarafından kurulan ve doğudaki vatandaşları kullanmak için
yaratılmış olan ‘Kürt Teali Cemiyeti’ne mensuplardı.
10- Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk’ü kâfir ilan eden, fetva ile öldürülmesini isteyen Kuvayi Milliye
ve onlara destek verenleri de kâfir ilan eden İSKİLİPLİ ATIF HOCA, ‘İNGİLİZ MUHİPLER
CEMİYETİ’ne mensuptu.

DÜNYANIN EN ZEKİ İNSANI…

Dünyanın en zeki insanı olarak bilinen William James, aslen bir Rus Yahudisidir. İlkokulu yaklaşık 9 ayda bitirmiş, 11 yaşında Harvard Üniversitesi’ne girmiştir. Hatta öldüğünde öğrenilebilen bütün dilleri konuşabiliyordu. Rus Yahudisi muhacir bir ailenin çocuğu olarak 1 Nisan 1898’da dünyaya gelen William James Sidis, gelmiş geçmis en zeki insan. Babası Borris Sidis, Harvard Üniversitesi’nde psikoloji akademisyeniydi. Annesi Sarah Sidis’se doktordu.
William’ın ilginç ve bir o kadar da trajik olan hikayesi henüz 6 aylık iken alfabeyi çözmesi ile başlıyor. 18 aylık olduğunda New York Times okuru olan William; 3 yaşına geldiğinde ise Latince öğreniyor. 8 yaşına basmadan İngilizce, Latince, Yunanca, İbranice, Fransızca, Almanca ve Rusçayı konuşabiliyor,anatomi üzerine makaleler yazıyor ve günlük gazeteleri okuyordu.
Haliyle bu süre zarfında medyanın çok büyük ilgisine maruz kalıyor ve defalarca New York Times’ın manşetlerinde kendine yer buluyor.

  1. sınıf 1 gün
  2. sınıfı birkaç gün
  3. sınıfı 3 ay
  4. sınıfı 1 hafta
  5. sınıfı 15 hafta
  6. ve 7. sınıfı 40 gün gibi bir sürede bitirdi.
    8 yaşında Harvard Üniversitesine başvuran ve bütün yazılı sınavları başarıyla geçen William, Harvard Üniversitesi karar kurulunca yeterince duygusal yoğunluğa ulaşmadığı gerekçesiyle Harvard’ın kapısından 8 yaşında geri döndü.
    11 yaşında tekrar kapısına dayandığı okula bu sefer kabul edilen William, aynı sene dört boyutlu objeler hakkında Harvard’da ders vermeye başlıyor. Her ne kadar verdiği dersler fakülteden bağımsız özel olsa da konferanslarında hitap ettiği kitle arasında Harvard’da görev yapan öğretim görevlileri de yer almakta Harvard’daki eğitimini 16 yaşında tamamlayan William, hukuk eğitimi almaya başlar. Harvard Üniversitesinden mezun olurken hazırlanan transkripte Sidis’in 40 dil konuşabildiği yazıyor. Sidis’in bir günde bir dili öğrenebildiği ve ertesi gün diğer bildiği dillerle tercüme yapabildiği hakkındaki iddialar arasında. Rivayete göre kendisi bu bir günde dil öğrenme yeteneği sayesinde ölümüne dek öğrenilebilen bütün dilleri öğrenmiş, hatta ileri gidip diller uydurmaya başlamış. Eşinin söylediğine göre, Sidis’in kardeşi onu bir psikoloğa götürerek IQ testine sokmuş ve ölçülen değer 250 ila 300 arasındaymış. Sidis o zamanlar bilinmeyen, uzayda ışığı bile yutan (kara delik) termodinamik alanlardan, The Animate and the Inanimate (1925) adlı makalesinde bahsetmiştir.
    Marksist görüşe sahip olan William James Sidis, 20’li yaşlarına geldiğinde sosyalist eylemlere, mitinglere katıldı ve 1 Mayıs gösterilerinde hükümet tarafından tutuklanarak hapse girdi. Tutuklanınca ailesi devreye girdi ve Sidis’in hapis cezasını evde tamamlamasına karar verildi Görüşleri, katıldığı eylemler ve ateist olması Sidis’in çok ağır eleştiriler altında kalmasına neden oldu. Genç yaşta zekasıyla manşet olduğu gazeteler, artık onu ağır bir şekilde eleştirmeye başladı.
    Her defasında onu öven basın, ateist olduğu için ve sosyalist eylemlere katıldığı gerekçesiyle artık onu aşağılıyordu. Yaşamının geri kalan kısmını bilimden uzak geçiren Sidis, hayatını küçük, gündelik işlerle devam ettirdi. Dünya böyle bir dehadan, siyasi görüşünden dolayı mahrum kaldı,
    1944 yılında hayata veda etti…

BİR CEZAEVİNDE, TECRİTTEKİ ADAMIN MEKTUPLARI

0

1
Senin adını
kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım.
Malum ya, bulunduğum yerde
ne sapı sedefli bir çakı var,
(bizlere âlâtı-katıa verilmez),
ne de başı bulutlarda bir çınar.
Belki avluda bir ağaç bulunur ama
gökyüzünü başımın üstünde görmek
bana yasak…
Burası benden başka kaç insanın evidir?
Bilmiyorum.
Ben bir başıma onlardan uzağım,
hep birlikte onlar benden uzak.
Bana kendimden başkasıyla konuşmak
yasak.
Ben de kendi kendimle konuşuyorum.
Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi
şarkı söylüyorum karıcığım.
Hem, ne dersin,
o berbat, ayarsız sesim
öyle bir dokunuyor ki içime
yüreğim parçalanıyor.
Ve tıpkı o eski
acıklı hikâyelerdeki
yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
mavi gözleri ıslak
kırmızı, küçücük burnunu çekerek
senin bağrına sokulmak istiyor.
Yüzümü kızartmıyor benim
onun bu an
böyle zayıf
böyle hodbin
böyle sadece insan
oluşu.
Belki bu hâlin
fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır.
Belki de sebep buna
bana aylardır
kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan
bu demirli pencere
bu toprak testi
bu dört duvardır…
Saat beş, karıcığım.
Dışarda susuzluğu
acayip fısıltısı
toprak damı
ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran
bir sakat ve sıska atıyla,
yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı
dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla
ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı.
Bugün de apansız gece olacaktır.
Bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın.
Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan
bu ümitsiz tabiatın
ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır.
Yine o malum sonuna erdik demektir işin,
yani bugün de mükellef bir daüssıla için
yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam.
Ben,
ben içerdeki adam
yine mutad hünerimi göstereceğim
ve çocukluk günlerimin ince sazıyla
suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla
yine billâhi kahredecek dil-i nâşâdımı
seni böyle uzak,
seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi
kafamın içinde duymak…
2
Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar.
Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire
taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire…
Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar,
dışarda bozkırın üstünde pırıltılar…
Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet,
suyu donmayan testi
ve sabahları çimentonun üstünde güneş…
Güneş,
artık o her gün öğle vaktine kadar,
bana yakın, benden uzak,
sönerek, ışıldayarak
yürür…
Ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara,
başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı :
dışarda akşam olur,
bulutsuz bir bahar akşamı…
İşte içerde baharın en kötü saatı budur asıl.
Velhasıl
o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle
bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı
hürriyet denen ifrit…
Bu bittecrübe sabit, karıcığım,
bittecrübe sabit…
3
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben…
Bahtiyarım…
Nazım Hikmet Ran

Bu bozuk havanın kara bulutun

0

Bu bozuk havanın kara bulutun
Gürlemesi beni düşündürüyor
Onursuz dururken onurlu zatın
Terlemesi beni düşündürüyor

Hırsız inmez ulu dağda kızaktan
Soğuk geçmez çaldığı yün kazaktan
Zalimin kılıcı keskin uzaktan
Parlaması beni düşündürüyor

Başta yuva yapmış kalleşin kuşu
Yarmadık kaş koymaz sinsinin taşı
Fesat yakıp yellediği ataşı
Harlaması beni düşündürüyor

Neden gözü doymaz yarap şu beyin
Helalmidir sarkan yağı göbeğin
Çıkar beşiğinde açgöz bebeğin
Zırlaması beni düşündürüyor

Fil kayıkla gezer gölün üstünde
Balıklar dolaşır çölün üstünde
Soğuk demir sönmüş külün üstünde
Narlaması beni düşündürüyor

Kanun yasa ayrı ayrı bölgede
Cahil de şaşırmış kalmış bilgede
Adalet uykuda yatar gölgede
Horlaması beni düşündürüyor

Kapatmaz yırtığı çelikten yama
Demir çarpar yazık olur hep cama
Kaypakça bir rüzgar esiyor ama
Vırlaması beni düşündürüyor

Çalan koştu tapınağa mabede
Çıkar için din uğrunda arbede
Fellah şeytan taşlayarak kabede
Turlaması beni düşündürüyor

Harun um maksadım ayırmak değil
Amacım kimseyi kayırmak değil
İş nankör köpeği doyurmak değil
Hırlaması beni düşündürüyor

AŞIK..HARUN KOCA

Her insan kendi kaderini yaratır.

  1. “Komşusunun evini sallayan kendi evini sallar. ” (İsviçre Atasözü)
  2. “İnsan doyduğunu yerse ekmeğin tadını alamaz. ” (İskoç Atasözü)
  3. “Gülümsemeyi bilmiyorsan, dükkan açma.
    ” (Çin Atasözü)
  4. “Güzel görünüş en güçlü tavsiyedir.
    ” (İngiliz Atasözü)
  5. “Mükafat beklemeden iyilik yapmak, denize parfüm dökmek gibidir. ” (Polonya Atasözü)
  6. “Bir ulusun ilerleyişini bilmek için kadınlarına bakın. ” (Fransız Atasözü)
  7. “Çoğu zaman olayları farklı görürüz
    çünkü sadece başlığı okuduğumuz için.
    ” (Amerikan Atasözü)
  8. “Diğer insanların hataları her zaman
    bizimkinden daha nettir.
    ” (Rus Atasözü)
  9. “Memnuniyet mutluluğun yarısıdır.
    ” (İtalyan Atasözü)
  10. “Her insan kendi kaderini yaratır.
    ” (İngiliz Atasözü)
  11. “Aklını bilgiyle süsle, bedenini mücevherle değil. ” (Çin Atasözü)
  12. “Kendini sevmek cehaletin çocuğudur. ” (İspanyol Atasözü)
  13. “Hediyelere bağlı aşk her zaman açtır.
    ” (İngiliz Atasözü)
  14. “Erdemlerinden bahseden kadından, dürüstlüğünden bahseden erkekten sakının. ” (Fransız Atasözü)
  15. “Karını sev ve annene güven.
    ” (İrlanda Atasözü)
  16. “Çocuğunu beş yıl prens, on yıl köle
    ondan sonra da arkadaş yap
    ” (Hint Atasözü)
  17. “İnsan olmak kolaydır; zor adam olmak.
    ” (Rus Atasözü)
  18. “Ailem bana konuşmayı öğretti
    ve insanlar bana susmayı öğretti.
    ” (Çekoslovak Atasözü)
  19. “İnsanlara bilgiyle bakan onlardan nefret eder; onlara gerçeklikle bakan ise onları affeder.
    ” (İtalyan Atasözü)
  20. “Öfke, mantığın lambasını söndüren
    güçlü bir rüzgardır.
    ” (Amerikan Atasözü)
  21. “Veren verdiğini söylemesin, alan konuşsun. ” (Portekizce Atasözü)
  22. “Büyük bir ağaç daha çok gölge verir ama
    daha az meyve verir.
    ” (İtalyan Atasözü)
  23. “Endişelerini yırtık bir cebe koy.
    ” (Çin Atasözü)

Bütün serhoşların kralıyım ben
Bütün serhoşların, hü dost, kralıyım ben

Yahşi bildiler yamanı

0

Yahşi bildiler yamanı
Söndü ocağın dumamı
Geçti harmanım zamanı
Yelden umudumu kestim

Sitemim yarına düne
Ekin büyütmedi dene
Boşa geçti bunca sene
Yıldan umudumu kestim

Geldi geçti ömür çağı
Aşılmıyor ımut dağı
Çiçek açmaz gönül bağı
Gülden umudumu kestim

Fayda yok tümden yarıdan
Yozum bölündü sürüden
Hem oğuldan hem arıdan
Baldan umudumu kestim

Yandım amansız sevdaya
Havale ettim mevlaya
Deyin vefasız leylaya
Çölden umudumu kestim

GAYRETİyem elifimdem
Hilâl kaşın redifinden
Perçeminden zülüfünden
Telden umudumu kestim

  1. 10.2024.

Doldur, meyhaneci, bir daha doldur

0

Doldur, meyhaneci, bir daha doldur
Doldur, meyhaneci, bir daha doldur
Beş lira borç aldım, paralıyım ben, paralıyım ben
Dolusunu getir, boşunu galdır
Bugün sabahçıyım, buralıyım ben


Dolusunu getir, boşunu galdır
Bugün sabahçıyım, buralıyım ben

Alem zevkten içer bende kederden
Bir yaşımda öksüz kaldım pederden
Yardan ayrılmakta varmış kaderden
Ne kadar talihi karalıyım ben

Yardan ayrılmakta varmış kaderden
Ne kadar talihi karalıyım ben


İçip içip serhoş olmak istiyo’m
Sızıp bir köşede kalmak istiyo’m, kalmak istiyo’m
Yaşamayı değil, ölmek istiyo’m
Bir yârin elinden yaralıyım ben


Yaşamayı değil, ölmek istiyo’m
Bir yârin elinden yaralıyım ben

Aman, meyhaneci, doldur, ver bana
Aman, meyhaneci, doldur, ver bana
Bugün içeceğim ben kana kana, ben kana kana
İsmin kaçırandır, söyle’yim sana
Bütün serhoşların kralıyım ben


İsmin Kaçıran’dır, söyle’yim sana
Bütün serhoşların kralıyım ben

O bir Adamdı

70li yılların ortaları..
İzmir’de Güneş Gazetesinde çalışıyorum..
Bir hafta sonu O’nunla birlikte Denizli’de maça gidiyoruz..
Uçağın olmadığı yıllar..
Mecburen karayolu..
Otoban da yok..
4 x 4 de..
4 saat gidiş, 4 saat dönüş..
O arkada, ben önde şöförün yanında..
Yol boyu futbol, gırgır, şamata..
Birara bağırdı..


“Sağa çek abi”
Çektik..
Bir çiçekci dükkanı..
Dışarıda yüzlerce saksıda çeşit çeşit çicek..
İndi..
Çiceklerin hepsine tek tek baktı..
Ama birini uzun uzun inceledi..
Kokladı..
Toprağını yokladı..
Sonra dükkan sahibini çağırdı..
“Bu çicek sulanmamış abi” dedi..
“Bu çiceği sula..Dönüşte bakacağım”
Dükkan sahibinin şaşkın bakışları arasında tekrar yola koyulduk..
Denizli’de maçı izledik.
Gazeteye yorumlarımızı yazdırdık..
Dönüşte yine uğradık çicekciye..
Yine baktı o çiçeğe..
Yine dükkan sahibini çağırdı..
“Sulamışsın abi” dedi..
Sonra sordu..
-Evli misin?
-Evet..
-Al bu parayı, bu akşam karına çicek götür..
-Estağfurullah!.. Olur mu öyle şey abi..
-Olur abi..Ben ne diyorsam sen onu yap..
Zorla bir miktar parayı çicekcinin cebine koydu..
Tekrar yola koyulduk..
Arkaya oturdu..
“Sevdim bu çicekciyi abi” dedi..
*. *. *
Bir saat falan yol aldık, karnımız acıktı..
“Aç ayı oynamaz abi” dedi..
Yol üstü bir salaş meyhanede durduk..
Köfte,piyaz ve rakı..
Demlenirken içeriye bir milli piyangocu girdi..
Baktı piyangocuya..
“Bana onluk bir seri ver abi”dedi,
“Ama param yok,sonra veririm”
Piyangocu “Canın sağolsun kaptan.Senden para isteyen mi oldu?”diye cevap verdi..
Yüzünde bir tebessüm belirdi..
“Seni denedim ben abi”dedi..
Biletleri aldı,parasını ödedi.
Sonra piyangocuyu masaya oturttu..
Hal hatır sordu..
Bir duble rakı ve köfte ikram etti..
Adamı uzun uzun dinledi.
Sonra birden..
“Meyhanede herkese benden birer piyango bileti ver abi”dedi..
Piyangocu biletleri,O da paraları verdi..
Yedik,içtik,güldük..
Karnımız doydu,tekrar yola koyulduk..
Arkaya oturdu..
“Piyangocuyu sevdim abi” dedi..
*. *. *
Sonra uyumaya başladı..
Arabayı aynı zamanda foto muhabirliğimizi yapan Mustafa Yurt sürüyordu.Ben bir yandan Mustafa ile sohbet ederken , bir yandan arkada uyuyan O’nun çicekci ve piyangocuya yaptıklarını düşündüm yolboyu.İzmir’e vardığımızda hala uyuyordu.
Evine bıraktık..
*. *. *
O güzel adamdı…
Adam gibi adamdan öte..
O özel adamdı..
O halkıyla yaşayan, halkıyla sevinen, halkıyla üzülen adamdı..
Kimse korkudan etliye sütlüye karışmazken, O Deniz Gezmişler için imza toplayan adamdı..
O bir kraldı..
Bugünün yaldızlı yıldızlı şeytanlarına örnek ola..

MetinOktay

Saygı ve rahmetle

2023 DEPREMİ DESTANI (51 Dörtlük)

0

(Acının 2. Yıldönümü…)
-6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş ve Elbistan’da meydana gelen, on ili kapsayan 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki iki depremde hayatını kaybeden on binlerce insanımızın anısına-

Altı Şubat günü kara geceden
Doğduğuna pişman bir güneş kaldı
Deprem alev alev çıktı bacadan
Binlerce ocakta kor ateş kaldı

Bostana mihrican vurmuşçasına
Memlekete kıran girmişçesine
Son anda fark edip durmuşçasına
Mahşer meydanına bir karış kaldı

Gece Pazarcık’ta faylar kırıldı
Yıllardır gerilen yaylar kırıldı
Şehirler yıkıldı köyler kırıldı
Ne bir açık kapı ne giriş kaldı

Daha ilk depremin gelmeden ardı
Öğleni geçerken bir daha vurdu
İbre yedi nokta altıda durdu
Akrep yelkovana takılmış kaldı

Hayaller kurarken yarın üstüne
Bir de deprem vurdu karın üstüne
Katlandı zor geldi zorun üstüne
Geriye çıkmadık bir savaş kaldı

Binboğa Beydağı kardan bembeyaz
Bir yandan zelzele bir yandan ayaz
Dışarıda soğuk binlerce enkaz
Asırlara bedel bekleyiş kaldı

Semayı örterken ölümden perde
Maraş’tan bir figan koptu seherde
Aklın durup sözün bittiği yerde
Bize dövmek için dertli döş kaldı

Tarihte var m’ola böyle felaket
Duyanlar sandı ki koptu kıyamet
Bir dak’kada çöktü tam on vilayet
Ne kaçacak yollar ne çıkış kaldı

Yılan oldu demir raylar kıvrıldı
Viyadükler çöktü köprü devrildi
Arabalar sağa sola savruldu
Ne tren ne otobüs ne dolmuş kaldı

Devirdi ne varsa ayakta duran
Görkemli evleri eyledi viran
Bir hayalet şehre döndü Elbistan
Ne Afşin ne Göksun ne Maraş kaldı

Ozanlar diyarı Maraş’ın hâli
Gören her yüreği ediyor deli
Karakoç gücenmiş yazmıyor eli
Mahzuni’den acı bir deyiş kaldı

Azrail bir pazar kurmuş kabala
Antep -Sarıkamış, Hatay -Kerbela
Malatya’dan arşa bir acı sela
Kilis’te Allah’a yakarış kaldı

Haritadan sildi Hatay şehrini
Antakya içine atar kahrını
Ağıtlar taşırır Asi nehrini
Önünde ne engel ne yokuş kaldı

İskenderun yandı liman içinde
Kırıkhan ve Defne duman içinde
Umutlar tükendi zaman içinde
Kaldıysa mucize kurtuluş kaldı

Geçmek bilmeyen o yüz saniyede
Nurdağı da battı Islahiye de
Adıyaman Urfa Osmaniye’de
Ne sağlam bir duvar ne de taş kaldı

Elazığ’dan tutun Diyarbakır’a
Yarıldı tarlalar döndü çukura
İşçiden memura toktan fakire
Şehirlerden köye bir yarış kaldı

Acıyla gördü ki bütün Adana
Çürüğün makyajı sıva badana
Malzemeden çalıp inkar edene
Milletçe edilen bir kargış kaldı

İnsanlar kalırken başbaşa Hak’la
Gölbaşı’nın farkı yoktu Nurhak’la
Bazı fotoğraflar kazındı akla
Onlardan şöyle bir derleyiş kaldı

Binalar dikmişler bin bir hileyle
Meğer farkı yokmuş kumdan kaleyle
Yerle yeksan oldu bu zelzeleyle
Ne kolon ne sütun ne kiriş kaldı

Enkaz sahne oyun hayat piyesi
Başlamadan bitmiş aşk hikâyesi
Yerde yırtık düğün davetiyesi
Takılacak altın ve gümüş kaldı

Yavrunun üstüne yıkılmış duvar
Anası ağlıyor oy havar havar
Savaş meydanını andırır civar
Ne sağlam kol bacak ne de baş kaldı

Bir gelin koymuşlar köy konağına
Saçları dökülmüş al yanağına
Gözleri dönerken kan çanağına
Dünyayı o gözle son görüş kaldı

Babası elinden tutmuş kızının
Altında can vermiş ev enkazının
Tarifi mümkün mü böyle sızının
Ne dizde derman ne gözde yaş kaldı

Kesilince yükü çeken kolonlar
Üst üste yapışmış koca salonlar
Bir törenden arda süslü balonlar
Aynı gün kapanan açılış kaldı

Bir çocuk yüzünde yüz yıllık çile
Anlatsa derdini dökse de dile
Terk-i dünya etmiş bütün aile
Ne ana ne bacı ne gardaş kaldı

Herkes korktu nefes alamaz oldu
Evinin yanına gelemez oldu
Koyun kuzusunu bulamaz oldu
Eşini kaybeden nice eş kaldı

Bir evdeki sazın kopmuş telleri
Bir bebeğin gece donmuş elleri
Ulaşılmaz karlı köyün yolları
Depremin üstüne kara kış kaldı

Bir köyde asırlık zeytin ağacı
İkiye ayırmış depremin gücü
Zalim felek söyle bu neyin öcü
Ne bir dalda çiçek ne yemiş kaldı

Toprak doyurur mu gözü açları
Onlara güvenmek bütün suçları
Bir kızın yarıktan sarkar saçları
İçerde kara göz kara kaş kaldı

Kurtarılmak için beklerken canlar
Her yandan seferber oldu insanlar
Göçükten biri sağ çıktığı anlar
Her yüzde hüzünlü bir gülüş kaldı

El uzatmak için bir cana daha
Ekipler dağıldı her güzergâha
Askerden polise doktor cerraha
Uykusuz günlerce koşturuş kaldı

Gönüllü insanlar verip el ele
Yardıma koştular heyecan ile
Şikayet etmeden bir tek gün bile
Fedakar ve candan bir duruş kaldı

Kör düğüm olmuşken dertler yumağı
Server’le yetişti gardaş kömeği
Bir maşına vurup yorgan döşeği
Sınırları aşan bir geliş kaldı

Çıkarılsın diye canlı bebekler
Kediler enkazın başını bekler
Yol gösterdi karda cipe köpekler
Yuvası bozulmuş nice kuş kaldı

Üst üste yığıldı cansız bedenler
Asırlık çınarlar taze fidanlar
Arşı ağlatıyor feryat edenler
Semada bir dertli haykırış kaldı

Kendince şanslıydı kefen bulanlar
Ölüsünü olsun teslim alanlar
Bir yanda acıyla saç baş yolanlar
Bir yanda sessizce ağlayış kaldı

Sarıp kefen diye eski bir çula
Cenaze taşındı mobilet ile
Dünyanın kıymeti düştü bir pula
Alacak ne lira ne kuruş kaldı

Kepçeyle dozerle mezar kazdılar
Ölüleri sıra sıra dizdiler
Ad yerine birer sayı yazdılar
Mezar başlarında isim boş kaldı

Tarlalara bir bir cızı çekildi
Açılan cızıya insan ekildi
Başlarına birer tahta çakıldı
Viran evlerinde bir baykuş kaldı

Ölen nüfus elli bini aşıyor
Her dönüme beş yüz mezar düşüyor
Geride kalanlar sanman yaşıyor
Gönüller acıyla hep sarhoş kaldı

Tablo tarif olmaz hiçbir şekilde
Vali de kahroldu halk da vekil de
Korkuyla sarılan bir de akılda
Bir kedi bir köpek arkadaş kaldı

Artçılar sarsarken ardı ardına
Kurtulanlar düştü çadır derdine
Çadır kentler benzer yörük yurduna
Ortak kazanlarda pişen aş kaldı

Şehirler boşaldı kaçarcasına
Kervanla yaylaya göçercesine
Vefasız güzelden geçercesine
Sıra sıra küskün bir gidiş kaldı

Acılar katlandı geçtikçe günler
Başka şehirlere gitti sürgünler
Ağıtla yapıldı toylar düğünler
Ne halay ne türkü söyleyiş kaldı

Sığınacak bir yer ararken fertler
Geçici ev oldu oteller yurtlar
Toplandı üst üste yığıldı dertler
Umudu umuda bağlayış kaldı

Ateş ki yakıyor düştüğü yeri
Elbet bir gün döner bu kervan geri
Ev olmaz insana elin evleri
Şimdi memleketi özleyiş kaldı

Kanuna nizama uymayanların
Aç gözü bir türlü doymayanların
Bu depremde bile aymayanların
Yüzüne topluca tükürüş kaldı

Allah’tan korkmayan arsız tiplere
Sıfatı karanlık nursuz tiplere
Malzemeden çalan hırsız tiplere
Sonucu ölümcül aldanış kaldı

Bilinmez ne zaman ders alınacak
Bilimin kıymeti tam bilinecek
Kader deyip böyle mi ölünecek
Ne millette umut ne barış kaldı

Türk milleti sağken bu memlekette
Bunun da altından kalkar elbette
Liyakati hakim kılıp devlette
Köklerden yeniden diriliş kaldı

Mülkî’den vesika kalsın bu destan
Bu millet kurtulsun acıdan yastan
Türkiye yeniden olsun gülistan
Şimdi yapılacak asıl iş kaldı

Aslan AVŞARBEY (Mülkî)
21.03.2023-Kocaeli

GEREK KALMADI

0

Zır deliye kaldı köyün meydanı
Değneğe, sopaya gerek kalmadı
Bir kuru soğana kırdı gerdanı
Pilava, lepeye gerek kalmadı

Eski köprülerden gelip geçen yok
Ata yurtlarına konup göçen yok
Can biten toprağı ekip biçen yok
Orağa, çapaya gerek kalmadı

Güzeller yaylada atmıyor turu
Nehirler, dereler akmıyor duru
Pınarlar kaybolmuş çeşmeler kuru
Vanaya, tıpaya gerek kalmadı

Borç, faiz köylünün canına yetmiş
Genç kuşak metropol şehire gitmiş
Dağda odun bitmiş, köyde iş bitmiş
Eşeğe, sıpaya gerek kalmadı

Büyükbaş, küçükbaş ithal edilir
Bizim meralarda tilki güdülür
Ekmek kuyruğuna erken gidilir
Anbara, depoya gerek kalmadı

İneğin, dananın başı çatılmış
Keçinin, oğlağın tozu atılmış
At, eşek, öküzler çoktan satılmış
Şifana, arpaya gerek kalmadı

Utanacak hâle güler arsızlar
Döner akıl verir yüzü nursuzlar
Fatura üstünden soyar hırsızlar
Kilide, kapıya gerek kalmadı

Pek kimse bilmiyor, ne şer, ne câiz?
Hutbeyi takvimden okuyor vâiz
Yüzde ellilerden düşmüyor fâiz
Borsaya, repoya gerek kalmadı

Vergi kaçıranlar yundu paklandı
Sonra birer birer öpüp koklandı
Suçlular övülüp rey’le aklandı
Sabuna, hipoya gerek kalmadı

Beyler sülâlece hüküm sürerler
Sümen altlarından defter dürerler
Koltuktan koltuğa koltuk verirler
Kuruma, yapıya gerek kalmadı

Bir bir kullanılır eldeki kozlar
Bir türlü erimez dağdaki buzlar
Evlenmeye korkar oğlanlar, kızlar
Kolyeye, küpeye gerek kalmadı

Oyunda kuralı kim nasıl koydu?
Anlayın! kim kimin altını oydu?
Anadolu bin yıldır Türklerin yurdu,
Yeni bir ülkeye gerek kalmadı .

Abdurrahim karakoç
28.10.2024

DERDİK ESKİDEN ( K. MARAŞ LÜGATI)

0

Haralnan alırdık bulguru eve
En büyük bineğin adıymış deve
Ekerdik toprağı gelince tava
İletiye salık derdik eskiden

Sehil denir idi yazıya düze
Edep yahışırdı sürmeli göze
Tarardık zülüfü inerdi yüze
Örgülere belik derdik eskiden

Yüz havlusu peşkir, takunya hapap
Dostun, arkadaşın adıdır ahbap
Kılık kıyafetin hepine asbap
Yan geçeye duluk derdik eskiden

Öfkeye hers derik, kızmaya tazir
Köyün kâhyasına denirdi kizir
Haylaz veletlerin adıdır muzur
Dişi ata gölük derdik eskiden

Düven sürer idik yazın kır atla
Tahılları ölçer idik kıratla
Dört işlemi hıfz eylerdik kerratla
Dört urup, bir çelik derdik eskiden

Elbiseye fistan, şalvara tuman
Közde pişirilen pirzola çaman
Hileyle yapılan işlere dümen
Yapışkana sülük derdik eskiden

Sebze ekmek için açılır karık
Çamura çaylağa deriz ki mırık
Kısa boylu güdük, zayıfa arık
Şişmanlara tuluk derdik eskiden

Halbır’ınan buğday bulgur elerdik
Şeşimizi başımıza dolardık
Keçi sütüne teleme çalardık
Ağ keçiye filik derdik eskiden

Tavuğun yattığı pinniğe folluk
İşaret koymanın adıydı bellik
Kundağa belenen toprağa höllük
Hindilere culuk derdik eskiden

Kerevit denirdi tahta sedire
Örme derdik at örklenen kendire
Ağartı denirdi yağa, pendire
Tuz kabına külek derdik eskiden

Bulaşığa çepel yağlıya sifir,
Nikah kıyılırken istenir mihir
İşinin ehline usta ve mahir
Budalaya alık derdik eskiden

Köstebeğe köstü, fermuar cırcır
Eskimişe mitil, yeniye acer
Yollardaki gevşek taşlara mıcır
Geçitlere yolak derdik eskiden

Sarp geçit ahaba, yokuşa yörep
Toz toprak yollara denirdi türap
Eşkimiş pörsümüş tatlara şarap
Düzlüklere dölek derdik eskiden

Dedikodu koğ’du lafın adı şor
Bar’dı bir zamanlar yakadaki kir
Elma kurusu kak, gün kaysısı çir
Sırt yüküne şelek derdik eskiden

Yüklü derdik kunnacıya gebeye
Hala diyen yoktu evvel bibiye
Kuzine der; kömbe pişen sobaya
Kundaklara belek derdik eskiden

At yavrusu kürrük, camızın boduk
Buğday kaynayınca, tazeyken hedik
Sokağın başına denirdi gedik
Mandalara malak derdik eskiden

Para kasasının adı galleydi
Sizin sincap bildiğiniz galliydi
Orta demek iç güvânden halliydi
Bataklığa milek derdik eskiden

Kömür bulamazdık, tezek yakardık
Istarınan halı, kilim dokurduk
Masal bilmez, tekeleme okurduk
Laaleem lek lek derdik eskiden

Laf şor iken, dedikodu koğ idi
Toprak damda çektiğim taş loğ idi
İp eğiren endezemiz iğ idi
Boş laflara lak lak derdik eskiden.

Nurgul Kaynar Yuce
Kültür Bakanlığı Halk Şâiri

Bırak beni konuşayım

Bırak Beni Konuşayım
Bende Bir İnsan Oğluyum
Bir Başım Bir Beynim Vardır
Bırak Beni Konuşayım
Düşüneyim, Danışayım

Beni Zindana Koyup Ağlama
Böyle Bulanıp Çağlama
Yazık Kolumu Bağlama
Bırak Beni Konuşayım
Düşüneyim, Danışayım

Senin Dilin Benim Dilim
Yakışmaz İnsana Zulüm
İnsanım Hayvan Değilim
Bırak Beni Konuşayım
Konuştukça Düşüneyim

Ya Sen Niçin Düşünürsün
Düşündükçe Boşanırsın
Halk Demeye Üşenirsin
Bırak Beni Konuşayım
Hep Gerçeğe Ulaşayım

Düşünen Cahil Olamaz
Cahil Kendini Bilemez
Can Gider Fikir Ölmez
Bırak Beni Konuşayım
Cahilliği Biz Yenelim

Mahzuni Halk İçin Ölsün
Ben Giderim Dostlar Kalsın
Koltuk Saray Sizin Olsun
Bırak Beni Konuşayım
İnsan Gibi Yaşayayım
Yaşadıkça Düşüneyim

Atatürk düşmanı bir babanın oğluyum!..’

0

Atatürk düşmanı bir babanın oğluyum!..’
Uğur Dündar
Yayınlanma: 27 Ekim 2016
Maalesef babam (Allah rahmet etsin) ve çevresi Atatürk düşmanıydı.Ben büyük önder Atatürk’e ilişkin akıl almaz sığ ve adi hikayeler dinleyerek büyüdüm. On iki yaşımdan itibaren de Atatürk’e karşı yapılan bu haksızlıkla mücadele ettim. Burası çok ilginç değil mi?
Böylesine yoğun Atatürk düşmanlığına rağmen nasıl oldu da karşı duruşuma izin verdiler.İşte bu konuyu yazma nedenim de budur. Ayrıntıya babamın nasıl biri olduğunu anlatarak gireyim.
Hani belgesellerde duyduğumuz nesli tükenme ifadesi var ya, işte babam tam da öyle nadir bulunacak dürüst bir insandı. Asla, ama asla yalan söylemezdi…


Atatürk düşmanlığının en önemli nedeni, onun yaptığı devrimlerin içerisinde, dindeki Kuran dışılıkların düzelmesi için yaptığı uygulamalardır. Tabii bu devrimler yüzlerce yıllık geçmişi olan ve dinden nemalanan şeyhleri, hocaları harekete geçirmiş! Atatürk’ü milletin gözünden düşürmek, ona düşman etmek için akıl almaz iftiralar uydurup gizlice yaymışlar, milletin inanç hassasiyetini kullanarak, kışkırtmışlar. Bunun için Kuran’ı da alet etmekten çekinmemişler!..* * *
Yirmili yaşlardaydım. O zamanlar babam ve arkadaşları sık sık bizde toplanırlardı. Yine böyle bir toplantıda konu Atatürk’e geldiğinde her zamanki gibi ona Deccal (Kıyamette ortaya çıkacak, yalancı ve kötü yaratılışlı kimse) diye hitap ettiler. Ben bunu duyunca zorunlu olarak itiraz ettim:
“Bakın!”diye söze başladım
“Savaşta bile insanca düşünen, esir aldığı askerlere “Üzülmeyin savaşta olur böyle şeyler” diyen, ölen düşman askerlerinin ailelerini “Çocuklarınız bize emanet” diye teselli eden, “Yunan bayrağını bir milletin simgesidir” diye çiğnemeyen asil, erdemli ve yüksek bir karakterle savaş kazanmış bir komutana Deccal diyemezsiniz. Bunu diyen ya bu geçeği bilmeyen cahildir ya da iyi karakterli değildir”dedim.


Babamın arkadaşlarından birisi sözümü keserek “
Bir dakika! Savaşı o kazanmadı ki! Allah ordularını gönderdi onlar vasıtasıyla zafere ulaştık”dedi! Arkasından da
“Esir alınan birçok Yunan subayı, bizi Mustafa Kemal’in askerleri yenmedi, biz gökten inen yeşil bereli askerlere yenildik demişler”diye devam etti! Bu anlatılana delil olarak da bana, Allah’ın savaşta inananları desteklemek için ordular gönderdiğine ilişkin ayetler okudu…
Ben de gökten inen askerlerolayının gerçek olup olmadığına hiç girmeden
“Kuran’da yazıyorsa doğrudur hacı abi”dedim
“Ancak, bu ayetlere ve senin anlattıklarına göre, Allah’ın Atatürk’ü desteklemek için ordularını gönderdiğini siz kendi ağzınızla itiraf ediyorsunuz” deyince, birbirlerine baktılar! Zira hiç beklemedikleri bir cevaptı.
Sonra o kişi ayağa kalkıp
“Hayır, asla öyle değil” diyerek devam etti
“Ordumuz, imamlarla, hocalarla doluydu ve abdestinde namazında askerlerden oluşmuştu, Allah onlara yardım için ordularını gönderdi, Atatürk için değil”dedi!..


Gülümseyerek dinledikten sonra
“Size bunları Allah söyletiyor hocam çünkü bilmeden Atatürk’ü övüyorsunuz”dedim.
Şaşkınlığı artmıştı.
“Hayatta o kafiri övmem”diye cevap verdi. “Beni sabırla dinleyin açıklayayım dedim.
“Bildiğiniz gibi Atatürk, bahsettiğiniz o imanlı orduyu dışarıdan getirmedi. Onlar Osmanlı askerleriydi. Öyle değil mi?..”Başlarıyla tasdik ettiler.

  • “Osmanlı, aynı imanlı askerlerle girdiği savaşların çoğunu kaybetti. Osmanlı askerleri de abdest alıyor, namaz kılıyor ve tekbir getirerek savaşıyorlardı ama yenildiler. Sonunda Osmanlı yıkılma noktasına geldi. Yoksa o askerler imansız mıydı” diye sordum. “Olur mu hiç, elbette imanlıydılar”diye cevap verdiler.
  • “Madem öyle Allah o savaşlara neden ordularını göndermedi de savaşları kaybettiler?..”* * *
    Hiçbiri cevap veremeyince devam ettim:
  • “Çünkü, Allah yalnızca imanlı olanlara değil aynı zamanda haklı olana, hak edene ve daha da önemlisi, galip gelmesini istediklerine yardım eder. Onun için eğer Allah Osmanlı’nın bekasını isteseydi, Osmanlı yıkılmazdı.
    Kısacası okuduğunuz ayetler ve anlattıklarınızdan çıkan sonuç şu: Abdestinde, namazında ve de tekbir getirerek savaşan bir ordu, Osmanlı’nın bekası için mücadele edince Allah yardım etmedi yenildiler ve sonları geldi. Fakat aynı imanlı askerler bu kez Atatürk önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmak için savaşınca Allah yardım etti ve mucize ötesi bir sonuçla galip geldiler. Demek ki Allah Osmanlı’nın değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını istedi”dedim.
    Kısa bir sessizlikten sonra babam söze girdi.
    “Aslında söylediklerin doğru olabilir. Zaten Atatürk savaşırken iyi idi. Ama sonradan şımardı ve dine düşman olup kafir oldu”dedi!..

“Yapma baba” diye başladım.
“Atatürk İslam dinini bilime emanet etmek için 1924’te imam hatip okullarını kurdu, Diyanet İşlerini kurdu. Daha sonra millet okuduğunu anlayarak inancını sürdürebilsin diyerek Kuran’ın Türkçe mealini hazırlattı. Kuran’ı anlayarak okumak Allah’ın emridir. Düşünsenize, hiç din düşmanı, kafir olan biri öncelikle bunları yapar mı?Hem de çok güçlü olduğu bir zamanda..
. Bu konuda bir türlü göremediğiniz şey şu; Atatürk, dine değil, Kuran’ın da lanetlediği dini menfaat için kullananlara, yobazlığa ve hurafelere savaş açtı” dedim.Daha sonra işim gereği aralarından ayrılırken
“Son bir şey daha söyleyeyim”dedim
“Sizin söylediğinize göre bir kimse okul, hastane cami gibi hayırlı eserler bırakırsa öldükten sonra da o kişinin amel defteri kapanmaz, o eserler durdukça onun defterine sevap yazılır öyle değil mi?”diye sordum “
Evet”dedi babam.
“Peygamberimizin hadisidir…”* * *

  • “O zaman bu hadise göre; Afyon’a kadar gelmiş düşmanı yenip, bu topraklarda bize özgür bir vatan olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni inşa eden başta Atatürk olmak üzere onun arkadaşlarının da amel defterleri açıktır.Bu durumda yapılan her okulda, hastanede, camide, her okunan ezanda, özgürce yapılan ibadetlerde, Atatürk ve arkadaşlarının defterlerine sevap yazılıyor.
    Ayrıca farkında değilsiniz ama siz de özgürce kıldığınız her namazda yaptığınız her ibadette nefret ettiğiniz, Deccal dediğiniz Atatürk’ün defterine sevap gönderiyorsunuz bilesiniz. Ben Atatürk’ü Allah’ın gönderdiğine ve desteklediğine inanıyorum.Çünkü büyük imkansızlıklar içinde savaşmışlar. Kazmayla, kürekle dünyanın en güçlü ve donanımlı ordularına karşı kazanmak mümkün değildir. Zaten böyle bir zaferin tarihte başka bir örneği yoktur.
    O zaman siz Allah’ın desteklediği birine düşmanlık ediyorsunuz demektir. Bunu bir düşünseniz iyi olur.”dedim
    “Ayrıca şunu da unutmayın, Allah nankörleri sevmez!..”* * *
    Sevgili okurlarım, bu satırları deniz ve su ressamı olarak bilinen
    Mustafa Günen’in
    guncelhaberajansi.com adlı haber sitesindeki yazısında okudum.
    Günen, özetlediğim yazısını
    “Atatürk karşıtlarının çoğu bu fikre özgür düşünceleriyle ulaşmış değillerdir. Dolayısıyla bu konudaki gerçekleri anlatmak pek işe yaramaz! Çünkü sorun onların neye inandıklarında değil, neden inandıklarındadır”diye bitirmiş.
    Neden inandıklarını düşünmek ise, Cumhuriyet Bayramı öncesinde hepimize ev ödevi olsun!..

Kamer Genç gibi Osman Bölükbaşı gibi vekilleri arıyor insan

0

Osman Bölükbaşı bir gün Mecliste, Parmağı ile MENDERES’i işaret ederek ;
“Dünyadaki tüm ticari faaliyetleri araştırıp inceledim, DİN TİCARETİNDEN DAHA KÂRLI BİR SEKTÖR, GÖRMEDİM, BUNU EN İYİ BAŞARANLARDAN BİRİSİ DE, SENSİN; DİN TÜCCARI MENDERES” deyince, Demokrat partililer BÖLÜKBAŞI’nın üzerine yürür, kendisine sonra, 3 oturuma, katılmama cezası verilir.

BÖLÜKBAŞI’dan kurtulmak, hapse atmak için, Milletvekili Seçildiği KIRŞEHİR il statüsünden çıkartılıp, ilçe yapılır.
BÖLÜKBAŞI’nın böylece, vekilliği düşürülüp, Komünizm propagandası yapmaktan dosya hazırlanıp, hapse atarlar…!

Bir sonra ki seçimde BÖLÜKBAŞI, Ceza evinden, Bağımsız Aday olur ve oyların %90’nını alıp, yeniden milletvekili olup, hapisten çıkar…!

Ve ilk oturumda, MENDERES’in gözünün içine baka baka;
“TÜRK MİLLETİ SEN GİBİ, AMERİKAN UŞAĞI, DİN TÜCCARI HAİNLERİN SURATINA HER DAİM, ŞAMARI BÖYLE İNDİRİR” der…!

Ben işte bugün o;
ONURLU, Duruşu sergileyen ülkem insanını özlüyorum….!!!

hakikat rafına gideyim dersen

0

Hakikat rahına gideyim dersen,
Günahların ele al da gel beri.
Bir kâmile yoldaş olayım dersen,
Hırsı nefsi tamah sal da gel beri.

Varıp bir kâmilden öğren nefsini,
Nefsini bildinse bildin Rabb’ini,
Varlıktan geçipte yok et kendini,
Şeriatta edep al da gel geri.

Tarikat dediğin bir ince yoldur,
Girmek diler isen nefsini öldür,
Zikr-i tesbih ile kalbini doldur,
Aşk-ı ilâhide al da gel beri.

Ma’rifete girmek dilerse canın,
Mansur meydanıdır al gel urganın,
Suret uğrusundan sakla imanın,
Herkesin dilinden bil de gel beri.

Hakikat ummandır dalabilirsen,
Bir ulu şehirdir ehlin bulursan,
İptida bir sadıka yoldaş olursan,
Bir işini koyma dal da gel geri.

Sağ’dan müsahip tut sırrını söyle,
Yârini yâr edip birliği boyla,
Mürebbini bulup hem delîl eyle,
Sadık pirden himmet al da gel geri.

Bir kâmil mürşide özünü yetir,
Dört kapı kırk makam yerine getir,
Dört canı bir edip birliğe otur,
Bahr-i muhabbete dal da gel beri.

Bahr-i muhabbete dalan âşıkan,
Muhabbetten kaçan olur perişan,
Dergâh-ı Âli’den isterler nişan
Yükün la’l gevherden al da gel beri.

Yükünü Mısır’dan Bağdat’a ilet,
Yemen illerinde müşteri gözet,
Mülkün sahibiyle hesabın düzelt,
Beklemeye bekçi bul da gel beri.

Bir oda yap çar duvarını bir et,
Rüzigâr girmesin ma’mur abad et,
Kapusun sır kilidiyle bünyad et,
Beklemeye bekçi bul da gel beri.

Metaın açarak müşteri gözle,
Sadık sofilerin izini izle,
Hain haramiden metaın gizle,
Cevahir sarrafın bul da gel beri.

O mal kıymetlidir her can alamaz,
Can baha vermeyen mâlik olamaz,
Kâmile ermeyen kemâl bulamaz,
Bir gerçekten himmet al da gel beri.

Noksani’ yem arzum hakikât rah’a,
Bir gerçek yüzünden yetir dergâha,
Bir niyazım vardır gül yüzlü Şah’a
Lütf ide diyemi sen de gel beri
Âşık Noksani