Cuma, Temmuz 18, 2025
No menu items!
Ana Sayfa Blog

Vücudum etseler lime

Vücudum etseler lime
Az gelir o Hüseyine
Biat edersem Yezide
Bana lanet bana lanet

Allah bana haber verse
Yezit de suç yoktur dese
Ben böyle istedim dese
Ona lanet ona lanet

Yezit beni kral kılsa
Kainat emrime verse
Cennetim de senin dese
Girer isem bana lanet

Allah bir Muhammet Ali
Bir’enbiya biri veli
Hüseyin aşkına deli
Olmaz isem bana lanet

Feyzullah der Allah birdir
İki diyen daim kördür
Yezide lanet bir nurdur
Doğmaz ise ona lanet

Feyzullah Çınar

SÖYLE

0

Ankara’daki beylerden biri vatandaşa diyor ki: ”Kuru ekmek yiyorsan karnın toktur.” Peki soruyorum o büyüğümüze: Sen bu vatana hangi hizmetlerinden dolayı ödül aldın da her gün kahvaltıda havyar yiyorsun? Söyle…

Ayakların çatlak, ellerin nasır,
Terini toprağa kattın mı, söyle?
Başında ot yastık, altında hasır,
Üzerin yorgansız yattın mı, söyle?

Hiç gezdin mi dağı, taşı ,ovanı?
Kuşlar gibi terk ettin mi yuvanı?
Boz ekmeğe dürüp acı sovanı,
Bal diye zehiri yuttun mu, söyle?

Zarın var mı baharında, kışında?
Yağan karlar buz tuttu mu başında?
Ummana daldın mı yedi yaşında?
Gece karanlıkta yittin mi, söyle?

Kanlı zincir iz etti mi parmağa?
Terini döktün mü Kızılırmak’a?
Benim gibi gerildin mi çarmıha?
Canını bir pula sattın mı, söyle?

Boşa mı büküldü yoksulun beli?
Üstümüzden gitmez beylerin eli,
Benim çektiğimi bilemen deli!
Çamura, çaylağa battın mı, söyle?

Madem ki sen gönüllerde pazarsın;
Neleri okudun, neyi yazarsın?
Duran Baba tembel diye kızarsın,
Kendi emeğini tarttın mı, söyle?

Duran Tamer

Etliye Sütlüye Karışmak ya da Karışamamak Şenol Çelep


2025 Türkiye’sinden bir vatandaş notu… Gündelik hayat, siyaset ve ekonomi üçgeninde sıkışan gerçekler.


“Aman evladım, etliye sütlüye karışma. Siyasete bulaşma. Sana mı kaldı koca koca adamlara laf yetiştirmek? Etin ne, budun ne? Otur oturduğun yerde…”

Yıllardır kulağımıza fısıldanan bu nasihatla büyüdük. Korkutuldular, suskunlaştırıldılar; biz de öyle öğrendik.
Çünkü artık biliyoruz:
Bir “hık” desen hak, bir “guguk” desen hukuk sanılıyor.
“Adalet” desen… vay haline.

Hele bu sözleri topluca söylersen, Silivri’de oyun havası senin için başlıyor demektir.

Ama artık mesele sadece sembollerle değil, doğrudan soframıza, cüzdanımıza, yaşamımıza dokunan gerçeklerle karşımızda.


🥩 Et Gerçekten Et, Süt de Gerçekten Süt…

  • Sütün kilosu: 40 TL
  • Et fiyatları: Kasapta değil, kuyumcuda gibiyiz. 1000 TL’den başlayıp tırmanıyor.
  • Asgari ücret: 22.000 TL
  • Emekli maaşı: 16.800 TL
  • Yeni atanmış bir öğretmen: 45.000 TL maaş alıyor, ama yarısı kiraya gidiyor…

Hayat pahalılığı yalnız mutfağı değil, tüm yaşamı etkiliyor.
Elektrik, su, doğalgaz, ulaşım, ekmek, soğan, yol parası…

Eskiden kemer sıkardık, şimdi kredi kartı koleksiyonu ile ayakta kalmaya çalışıyoruz.


🖼️ “Büyük Fotoğraf” Dedikleri…

“Küçük fotoğrafa değil, büyük fotoğrafa bak.” derler ya…

İşte büyük fotoğraf:

  • Avrupa’da en yüksek enflasyon bizde.
  • Dünya genelinde en çok çalışma süresi sıralamasında ilk 10’dayız.
  • Emekli maaşı en düşük olan ülkelerden biriyiz.
  • Asgari ücrette en alt sıralarda yarışıyoruz.

“Türkiye Yüzyılı” diyorlar. Gerçekten de öyle…
Ama galiba “en kötüler” listesinde rekorlara koşuyoruz.

Cezaevlerinde nüfus artışıyla da liderliğe doğru ilerliyoruz.
İçeridekilerin sayısının dışarıdakileri geçeceği dünya birinciliği çok yakın.


🤐 Karışmak mı, Karışmamak mı?

Mesele artık “karışmak cesaret ister” değil.
Karışmasan da hayat sana karışıyor.
Fiyatlar, yasaklar, krizler seni buluyor.

Belki de tam şimdi zamanı:
Suskunluğu değil, sözü büyütmenin.
Korkuyu değil, iradeyi konuşmanın.


📍 Mimaroba, Büyükçekmece
📅 18 Temmuz 2025


Siyasal İslam ve Totaliter Rejimler Sine-i Millet Ali Sönmez

Tarih boyunca farklı ideolojilerle iktidara gelen rejimler, halk desteğini sağladıktan sonra ortaklaşan yöntemlerle gücü tek elde toplamış, muhalefeti bastırmış ve sistemlerini uzun vadeli kılmaya çalışmışlardır.

Bugün Nazi Almanya’sı (1933–1945), İran İslam Cumhuriyeti (1979–günümüz) ve Türkiye’de AKP iktidarının (2002–günümüz) otoriterleşme süreçlerini kıyaslamak istiyorum.

Farklı tarihsel, kültürel ve ideolojik zeminlerden gelen bu üç rejimin, otoriter araçları nasıl benzer şekilde kullandıkları, ama aynı zamanda hangi noktalarda farklılaştıkları baktığımızda hepsinin İktidara Geliş Halkın İradesiyle Başlıyor.

Nazi Almanya’sında Hitler demokratik yollarla iktidara geldikten sonra olağanüstü hâl ve yetki Yasası ile tek adam yönetimine geçiyor.

İran’da ise 1979 devrimi sonrasında din adamları yönetime egemen oldu. İlk olarak onlara destek veren solcuları daha sonraları liberalleri daha sonra onlara karşı gelen herkesi bertaraf ettiler.

Türkiye’de AKP seçimle iktidara gelip, zamanla sistemi değiştirerek Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ni kurdu.

Muhalefeti Bastırma Yöntemleri

Her üç rejim de muhalif partileri kapatmak, yargı süreçleriyle bastırmak, medya aracılığıyla itibarsızlaştırmak gibi benzer yöntemleri kullandı. Türkiye’de HDP, CHP ve geçmişte yol arkadaşları olan FETÖ ile ilişkili kişi ve kurumlara karşı sistemli operasyonlar uygulandı.

Seçim, Seçmen ve İrade Meselesi

Nazi Almanya’sında seçimler zamanla tamamen kaldırıldı. İran’da seçimler yapılmakta ama adaylar rejime bağlı merciler tarafından belirleniyor, yani kendiler çalıp kendileri oynuyorlar.

Türkiye’de seçimler sürüyor ancak medya ve yargı dengesizliği, muhalefete baskı, seçilmiş başkanların görevden alınması gibi uygulamalar seçmen iradesini gölgeliyor.

Buna ek olarak muhalefet partilerinin biri tutuklanırken aman bana ne o zaten HDP’li gibi bir diğerini ötekileştirmesi muhalefetin arasında büyük çelişki yaratarak bir türlü birlik sağlayamıyorlar.

İdeoloji ve Devlet Bütünleşmesi

Nazi Almanya’sı faşist-ırkçı ideoloji devletle bütünleştirirken, İran’da dinî kurallar devletin temeline yerleştirildi yani şeri hükümler asıl kılındı.

Türkiye’de ise siyasal İslam ve Türk-İslam sentezi eğitimi, diyaneti ve kamu politikalarını etkileyecek şekilde yaygınlaştırılmaya başlandı farklı inanç biçimler olmak üzere hepsi İslam’ın içine çekilmeye başlandı.

Eğitim sistemini işlevsiz hale getirdiler. Propaganda araçları olarak Medya ve Toplumun Şekillendirilmesi Goebbels’in Almanya’sında medya tamamen propaganda aracına dönüştürüldü.

İran’da devlet televizyonu ve dini sansür etkili kılındı, Türkiye’de de medya büyük ölçüde iktidar yanlısı sermayeye devredildi; muhalif basın ya susturuldu ya da marjinalleştirildi.

Sonuç olarak Farklı Ama Benzer Nazi Almanya’sı, İran ve Türkiye’deki AKP iktidarı, farklı ideolojilere dayansa da benzer araçlarla muhalefeti bastırmış, toplum dönüştürmüş ve gücü merkezileştirmiştir.

Türkiye henüz totaliter ya da teokratik bir rejim olmasa da otoriter yönetim pratiklerinin birçok belirtisi mevcuttur.

Propaganda Karşılaştırması Goebbels ve Erdoğan

Goebbels’in Nazi Almanya’sı propaganda teknikleri ile Erdoğan dönemindeki propaganda yöntemlerinin karşılaştırmalı analiz edersek birbirine çok benzerlik görürüz.

Ayrıca son dönemde tutuklanan. Gazeteciler ve belediye başkanlarına baktığımızda Goebbels’in Propaganda Doktrini Büyük yalan tekniği Medya tekeli ve sansür Düşman yaratma (Yahudiler, komünistler vs.) Lider kültü (Führercilik)

Erdoğan Dönemi Propaganda Teknikleri Dış güç algısı (faiz lobisi, Batı yapıyor) Düşmanlaştırma (HDP, Gezi, Aleviler, Sisi, İsrail, işine gelmeyene FETÖ’cü o günün şartlarına göre ne gerektiriyorsa onu uygulamak vb.) Medya kontrolü (%90 iktidar yanlısı) Diğerleridir tutuklanma korkusuyla sesini çıkaramaması.

Ekonomik krizlerin bahane kılınması Lider kültü (Reis, dava adamı) Dünya lideri Benzer Taktikler Her iki rejimde de büyük yalanların tekrarı, liderleştirme, tek sesli medya ve toplumsal korku araçları ortak taktiklerdir.

Farklar

Nazi Almanya’sı: totaliter, tek parti, kitlesel şiddet Türkiye’ye baktığımızda seçimli otoriter oyların manipülasyonu, yargı ve medya baskısı, muhalefeti kendi istediği doğrultuda dizayn etmek bunu yaparken muhalefet içerisinde destek almak başlıca taktiklerinden bazıları.

Tutuklanan Gazeteciler

2010–2025 arasında yüzlerce gazeteci soruşturuldu, tutuklandı ya da meslekten men edildi. Bazıları yıllarca tutuklu kaldı. Örneğin Ahmet Şık, Can Dündar, Barış Pehlivan, Müyesser Yıldız, Sedef Kabaş gibi isimler hakkında uzun süreli yargılamalar yapıldı.

Tutuklanan Belediye Başkanları

HDP’li yüzlerce belediye başkanı 2016 sonrası görevden alındı, yerlerine kayyum atandı. 2024 sonrası sıra CHP’li bazı büyükşehir belediye başkanları hakkında da ‘ihale’, ‘yolsuzluk’ iddialarıyla soruşturmalar ve gözaltılar başlatıldı. HDP’liler tutuklanırken onlara arka çıkmayan CHP sıra kendilerine geldiğinde medet beklemeye başladı.

Nazi Almanya’sından bir örnek daha vermek istiyorum O dönemin Berlin Emniyet müdür yardımcısı Yahudi asıllı işinde başarılı Bernhard Weiss sahte evraklarla troller tarafından halka yanlış bilgi vererek görevini yapamaz hale getirdiler, Yahudi olduğu için Nazilerin hedefindeydi, Naziler iktidara gelince Tutuklanmaktan son anda kurtulup Fransa’ya oradan da İngiltere’ye göç etmek zorunda kalmıştır.

Her iki sistem de propagandayı iktidarı sürdürme aracı olarak kullanmıştır. Goebbels ideolojik totaliter sistemi, Erdoğan ise seçimli otoriter bir rejim içinde benzer propaganda yöntemlerini Zamanla geliştirmiştir.

Bugün itibarıyla Halk TV, Sözcü TV daha nice basın organı kapatılıyor, bu gidiş hiç hoş bir gidiş olarak görülmüyor, bu gidişin bir çaresi var Muhalefet birlik olup ya ( sine i Millete) dönmek ve korkusuzca alanlara inmekten geçer.

Ali Sönmez

ha-ber.com

Yezit hep Yezitti Ali Sönmez

Yıl 1514 Çaldıran Savaşı Müslüman Sünni Osmanlı; Şiia Safavi Devletiyle savaşa girdi. Tabi o dönemde Milliyet kavramından önce İnançsal farklılıklar ön plandaydı. Memlüklüler, Dulkadiroğulları, Erzincan beyliği vs. vardı.

Safavi Devletini lideri Şah İsmail döneminin en popüler liderlerinden biriydi, fakat Yavuz Sultan Selim İslam ümmetinin lideri olmak istiyordu, o döneme kadar Anadolu’da farklı etnik kökende yaşayan ırklar şimdiki gibi kullanılmaya çok elverişliydi.

Yavuz Sultan Selimin Araplarla anlaşması sonucu Halifeliğin kendisine verileceği yalınız onun halife kabul görebilmesi için önündeki engellerin kaldırılması gerekiyordu.

Engellerden en önemlisi Kızılbaş dergahlarıydı, zaten Kızılbaşlar ne kadar biraz siialara yakın bir tutum alsalar da en aşağılık bir topluluk olarak görülüyor.

En ağır vergileri veriyorlardı, Yavuz Sultan Selim döneminde (özellikle 1514 Çaldıran Savaşı sonrası) Kızılbaşlar, devlet için hem siyasî hem de dinî bir tehdit olarak görülüyordu.

Osmanlılar, Safevîler’le aynı mezhebi paylaşan Kızılbaşları, isyancı ve Safevî ajanı potansiyeli taşıyan unsurlar olarak değerlendirdi. Bu nedenle, Koçhisar Savaşı sonrası bölgedeki Kızılbaş aşiretlerine karşı da benzer bir yaklaşım sergilendi.

Dede-Kargın (Koçhisar) Sonrası Katliam İddiaları Mardin ve çevresi, o dönemde Kızılbaş inancı taşıyan bazı Türkmen aşiretlerinin yaşadığı bir bölgeydi.

Safevîlerle iş birliği yaptığı düşünülen yerel halktan bazı grupların bu savaş sonrası katliam veya sürgünle karşılaştığına dair dolaylı tarihî belgeler ve aşiret anlatımları mevcuttur.

Kürt beyleriyle Osmanlı ittifak yapmış, bu da Kızılbaşların daha yalnız kalmasına ve hedef alınmasına neden olmuştur.

İdris-i Bitlisî gibi dönemin Osmanlı yanlısı tarihçileri, bu tür temizlikleri meşru göstermeye çalışmış, Kızılbaşları “fitne ehli” olarak nitelemiştir.

Bazı modern tarihçiler (örneğin Fuat Köprülü, Ahmet Yaşar Ocak), Yavuz dönemi uygulamalarında 40.000 civarında Kızılbaş’ın öldürüldüğünü veya sürgün edildiğini söyler. Bu sayıların tamamı Koçhisar’a ait değildir, ama bu savaş da bu sürecin bir parçasıdır.

Ancak inanç temelli bir ayrımcılığın olduğu ve Kızılbaşların ağır bedeller ödediği tarihsel bir gerçektir. TBMM başkanı dün Gabar`dan bahsederken 40000 ila 120000 civarındaki Alevi Kızılbaş katliamını övercesine mayasını ortaya koymuştur, zihniyetleri hiç değişmedi ve değişmeyecek. Dün gerici yobaz dinci anlayışa sahip olan o anlayış itibarıyla açıkça itibarıyla açıkça ittifakı savunarak bunu da gururla anlatıyor.

Katliamsız bir Dünya dileğiyle

ha-ber.com

Ela Gözlerini sevdiğim dilber

Ela gözlerini sevdiğim dilber
Gönlüm sana düştü düştü halim nic’olur, halim nic’olur
Bu sevdayı verme kullar başına
Müptelalık bir beladır güç olur
Bu sevdayı verme kullar başına
Müptelalık bir beladır güç olur


Beni ağlatma ki sen de gülesin
Beni ağlatma ki sen de gülesin
Muradına maksuduna eresin, canan eresin
Korkarım yad ele meyil veresin
Meyil verme altın adın tunç olur
Korkarım yad ele meyil veresin
Meyil verme altın adın tunç olur


Gevheri’yem yandım yandım nar-ı fırkattan
Gevheri’yem yandım yandım nar-e fırkattan
Dostumun hasreti çıkmaz yürekten, çıkmaz yürekten
Bir zaman ben seni diledim haktan
Verir ama korkarım ki geç olur
Bir zaman ben seni diledim haktan
Verir ama korkarım ki geç olur

Kerbelada Uçan Telli Turnalar

Kerbela’da Uçan Dertli Turnalar
Bakır Hüseyin’e Yarelendi mi
Zalim Yezitlerin Kanlı Eliyle
Mübarek Bedeni Parelendi mi

Hüsey’n’e Değdikçe Hançerler Oklar
Arşa Direk Oldu Ah U Firgatlat
Perişan Olmuştur Masum -u Paklar
Evlad-I Aliler Zarelendi mi

Derviş Kemal Der Ki Unutma Dünü
Canlar Kerbela’ya Çevirmiş Yönü
Muharrem Ayında Aşure Günü
Muhammet Ümmeti Karelendi mi

Binimizi bir eyledik Deruni

0

Binimizi bir eyledik
Sele verdik farkımızı
Hiçbir kitap çeviremez
Hakk’a dönen çarkımızı

Cümle canla bir olmuşuz
Aynı ummana dolmuşuz
Yetmiş iki dil bulmuşuz
Çöpe attık ırkımızı

Mihman olduk handan hana
Niyaz ettik candan cana
Kutsal bilip aşktan yana
Çevirmişiz arkımızı

Aynı kökten çıkıp geldik
Dal, gövdeyi bütün bildik
Bir hırka, şal yeter dedik
Çul eyledik kürkümüzü

Deruni’yem nefse kördük
İkiliğe duvar ördük
Mah cemalde Hakk’ı gördük
Yele verdik korkumuzu…

AABF NEREYE SAVRULUYOR? Kazim Balaban / Viyana-

Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF) Kültür Sanat Kurulu, Alevi türkü ve nefeslerini seslendiren ünlü sanatçı Sebahat Akkiraz hakkında şöyle bir açıklamada bulunuyor.

‘‘Son dönemde Sayın Sabahat Akkiraz’ın milliyetçi ve inkârcı çevreler tarafından övülüyor, yüceltiliyor ve sahipleniliyor olması dikkat çekicidir. Kendisi doğrudan bu çevrelerle açık bir bağ kurmamış olsa da, sözlerinin kimlerde karşılık bulduğu ve kimlerce alkışlandığı, durduğu yeri ortaya koymaktadır. Talât Paşa gibi tarihsel bir sorumluluğu olan figürü övmek, bu sahiplenilmeyi tesadüf olmaktan çıkarır. Bu yönelim, Alevi değerlerinden bilinçli bir uzaklaşma ve yeni saflara yönelme işaretidir….. Sanatçı Akkiraz, Talât Paşa hakkındaki sosyal medya paylaşımını geri almaması durumunda “sanatınızın da, kimliğinizin de Alevi toplumu nezdinde bir karşılığı kalmayacaktır”.

Açıklamanın anlamı şudur.

1. Dünya savaşında, Çarlık Rusya ve İngiltere tarafından kışkırtılan Osmanlı devleti vatandaşı Ermenilerin çıkardığı isyanlar nedeni ile Talat Paşa’nın 1915’de çıkardığı tehcir kanunu ile Anadolu’nun pek çok yerinde yaşayan Ermeni vatandaşlar belirli bir süre için sürgüne gönderilmişlerdi. Ancak bu sürgün sürecinde yüzbinlerce Ermeni açlık, yoksulluk, soygun ve kötü muamele sonucu ölmüşlerdi.

Ermeni diasporası ve onları destekleyen çevrelere göre bu tehcir sırasında bir milyondan fazla Ermeni vatandaş hayatını kaybetmiştir.

Önce şu gerçeğin altını çizelim.

Elbette bu tehcir çok dramatik oldu. Büyük çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan yüzbinlerce Ermeni bu yaşamda hayatını kaybetti. Bu dramı görmemek, duymamazlıktan gelmek açık bir insanlık suçudur. Çoğu masum olan insanların çektiği acıları ben de yüreğimde hissediyor ve hem kendilerine rahmet diliyor, hem de sadece ülkemizde ve coğrafyamızda değil, dünyanın hiç bir yerinde bu ve buna benzer olayların tekrarlanmaması için çaba sarf edilmesini zorunlu bir insanlık görevi olarak görürüm.

Önce rakamlardan bahs edelim.

Bahsedilen rakamlar kesinlikle doğru değil. Zaten toplu bir katliam da olmadı. Bütün Osmanlı toprağında yaşayan Ermeni sayısı Osmanlı kayıtlarına göre 1 Milyon 200 bin, Ermeni patrikhanesine göre de 2 Milyona yakındı. 1922 sayımlarına göre ise 817 bin Ermeni ‘mülteci’ olarak Osmanlı topraklarını terk etmiş, geniş bir kesim ise Ermeni kimliğini muhafaza ederken, 95 bin Ermeni ise din değiştirerek Türkiye‘de yaşamaya devam etmiştir.

Yusuf Halaçoğlu’na göre 413 bin, İngiliz Yabancı İşler dairesine göre bir milyondan daha fazla, ABD resmi kaynaklarına göre 486 bin, başka kaynaklara göre de 600 ile 700 bin Ermeni tehcir edilmiştir. Dolayısı ile verilen rakamlar çok abartılıdır. Araştırmacı ve tarihçilere göre tehcir sırasında ölenlerin sayısı bilinmemekle beraber 200 ile 300 bin arasındadır. Bu ölümlerin önemli bir kısmı açlık, susuzluk, kötü şartlar ve kötü muamele altında hastalık sonucu ölümlerdir. Askerler tarafından kurşuna dizilerek öldürülenlerin sayısına dönük kayda değer bir veri de yoktur. Ancak tehcir sırasında göç yolu civarında yaşayan eşkıyalar tarafından, özellikle Fırat Nehrine yakın yerlerde öldürülüp eşyaları talan edilenlerin sayısı oldukça fazladır.

Ancak bir de madalyonun diğer yüzü var.

Neydi bu olaylar?

Neden olmuştu?

Yüzyıllarca Osmanlı idaresinde yaşayan Ermeniler, Osmanlı’nın zayıflaması ile birlikte hem Sıcak denizlere inmek isteyen Çarlık Rusya, İngiliz Emperyalizminin desteği ile yer yer isyanlar çıkararak kamu düzenini bozmaya başladılar. Özellikle Ermenistan’dan gelen Taşnak milisleri sadece Osmanlı askeri malzemelerin nakil yollarına pusular kurma ve suikastlar yapma değil, sivil halka karşı da suikastlar yapmaya başladılar. On binlerce sivil insan katledildi. Anadolu’nun hemen her yerinde asayiş bozuldu.

Peki Büyük Ermenistan hevesi ile isyan çıkaran Ermeniler Anadolu’da sayısal olarak çoğunluğu teşkil ediyorlar mı idi? Kesinlikle hayır. Nüfus oranı yer yer değişse de hiç bir yerde % 25 dahi değillerdi. Peki azınlık nüfusa sahip olarak bir devlet nasıl kurulacak? Halkı nasıl idare edecek? Azınlık nüfus, çoğunluğu mu yönetecek, yoksa devlet kurma sürecinde veya sonrasında halkı başka bölgelere kendileri mi sürgün (tehcir) edeceklerdi? Peki çeyrek azınlığa sahip kesimlerin çoğunluğu idare etmesi demokratik mi?

Şu bir gerçektir. Elbette her ulusun kendi kaderini kendilerinin tayin etme hakkı vardır. Ancak bu güçle olur. Dünyanın hiç bir yerinde hiç bir devlet bedel ödemeden devlet kur(a)mamıştır. Devletler savaş sonucu ortaya çıkarlar. Tarih, isyan edip devlet kuramayan ve bunun sonuçlarına katlanan halklarla ilgili binlerce örnek ile doludur. Neticede Ermeniler de dış destekli bir isyan teşebbüsüne girişmiş ve tehcire uğramışlardır. Maalesef faturasını da acı bir şekilde ödemişlerdir.

Bu konuda Ermenistan’ın ilk Başbakanı Kacaznuni 1923’de yazdığı ”Artık Yapacağı Bir Şey Yok” Raporunda şöyle diyor;

“Biz, kayıtsız şartsız Rusya’ya yönelmiş durumdaydık. Herhangi bir gerekçe yokken, zafer havasına kapılmıştık. Sadakatimiz, çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında, Çar hükümetinin Ermenistan’ın bağımsızlığını bize armağan edeceğinden emindik…1915 yaz ve sonbahar döneminde Türkiye Ermenileri zorunlu bir tehcire tabi tutuldu. Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır…Askerî operasyonlara katıldık. Kandırıldık ve Rusya’ya bağlandık…Tehcir doğruydu ve gerekliydi. Gerçekleri göremedik, olayların sebebi biziz. Türklerin millî mücadelesi haklıydı. Barışı reddetmemiz ve silahlanmamız büyük bir hataydı. Türklere karşı ayaklandık ve savaştık. ..İsyanımızın temelinde İtilaf devletlerinin bize vadettiği büyük Ermenistan hayali vardı. Ama biz hiçbir zaman devlet olamadık. Türkiye Ermenistan’ı diye bir devletin hayalden öte olmadığı gerçeğini göremedik… Sanki uzak görüşlü olmamamız bir kahramanlıktı, Fransızlar, İngilizler, Amerikalılar, Gürcüler, Bolşevikler tek kelimeyle bütün dünya bizi kolayca aldattı, atlattı ve ihanet etti, oysa bizler safça bu savaşın Ermeniler için yapıldığına inandırılmıştık… Artık hepimiz, Türker’in düşmanı olan itilaf devletlerinin kampındaydık. Türkiye’den “denizden denize Ermenistan” talep etmekteydik…Nihayet şu da var ki, var olduğumuz sürece aralıksız olarak Türklerle savaştık, öldük ve öldürdük’’.

Evet: Kacaznuni böyle diyor.

Şu bir gerçek ki Anadolu’da tarihin hiç bir döneminde Ermeni devleti kurulmamıştı. Sadece Çukurova bölgesinde Kilikya Ermeni Prensliği vardı ve sonradan Ermeni Krallığı olarak (1198-1375) var oldu. Kısa ömürlü olan bu krallığın sınırları da ancak Adana ve Mersin topraklarının bir kısmı ile sınırlı idi. Ve süreç içinde Anadolu’nun çeşitli yerlerinde küçük azınlık gurupları haline dönüştüler.

Peki küçük bir azınlık olarak isyan etmenin devlet kurma ile sonuçlanamayacağını, böyle bir girişimin bedelinin ağır olacağını düşündüler mi?

Hayır, Emperyalist ülkeler Osmanlı devletini zayıflatmak için içerde olan azınlıkları kışkırttılar ve Kacaznuni’nin itiraf ettiği gibi kullanıldılar.

Gönül ister ki Atatürk’ün dediği gibi ‘’Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’’ olsun. Ama hayatın gerçekleri böyle değildir. Savaşlar her zaman büyük ölümler, acı ve yıkımlar yaşatmışlardır.

Ermeni isyanlarında sadece büyük bedel ödeyen Ermenileri görüp, Ermenilerin mağdur ettiği, öldürdüğü Osmanlı asker ve vatandaşlarının acılarını görmemek olmaz. Şu bir gerçektir ki Ermeniler de On binlerce asker ve sivil katletmişlerdir. Her iki taraf da büyük acılar yaşamışlardır.

Kaldı ki o dönem sadece Ermeni Tehcirini görüp o dönem Osmanlının Balkanlarda yaşayan ve katliamlara uğrayan Türkleri, Boşnak ve Arnavutların acılarını görmemek gerçekçi değildir.

AABF, Balkan savaşlarında Bulgar, Yunan ve Sırplar tarafından öldürülen Türklerin sayısından haberdar mı? Katliama uğrayıp bütün varlıklarını geride bırakan en az bir milyon insan yollarda öldü, öldürüldü ve eşyaları çeteler tarafından talan edildi. Bunlar da isyan ederek kendi devletlerini kuran Balkan halklarının, o coğrafyada yüzlerce yıldır yaşayan Türk ve Müslümanlara yaptıkları mezalimdir. Yüzbinlerce insan da katliamlardan kurtulmak için bütün mal varlıklarını geride bırakarak Anadolu’ya göç etmişlerdir. AABF bunları neden görmez ve dile getirmez.

Ermeniler 1915’de tamamen tehcire uğramış veya öldürülmüş ise, 1918 Kasım ayında önce İngilizler, sonra Fransızlar tarafından işgal edilen Çukurova bölgesinde nasıl Ermeni Devleti kurmak istediler?

Ermeniler yok edilmiş ise o bölgenin işgal edilmesinde Fransızlarla ortak hareket eden Ermeni askeri taburları nasıl meydan gelmişti?

Rus, İngiliz ve Fransızlar tarafından işgal edilen bölgelerde Ermeniler nasıl tekrar ortaya çıktılar?

Ölüler mi diriltildi?

Çarlık Rusya, Bolşevik Devrimi ile Ekim 1917’de yıkıldıktan sonra Rus ordusu işgal ettiği her yerden gönüllü olarak geri çekilirken şehir idaresini kimlere devr etti?.

Örneğin Rus Ordusu, Ocak 1918’de Erzincan’dan çekilirken şehir idaresini kime bıraktı?

13 Şubat 1918 Erzincan’ın Kurtuluş tarihidir. Rus Ordusu Ocak 1918’de kendiliğinden geri çekildiğine göre Erzincan kimlerden kurtarıldı?

Rus ordusu şehrin anahtarlarını (idareyi) Ermenilere devr ederek geri çekildi. Peki Ermeniler 1915 tehcirinde neredeyse tamamen katl edilmişlerse bu idareyi ele alan Ermeniler nereden geldi? Ölüler mi dirildi?

.

Hemen söyleyelim. 13 Şubat 1918’de Erzincan’ın Kurtuluşu için şafak vakti şehre ilk giren Seyit Rıza ve 400 kadar adamıdır. Osmanlı askerleri ise ancak öğleden sonra gelebilmiştir.

Erzincan’ın kurtuluşu başlayınca Ermeniler kafileler halinde Ermenistan’a doğru yola çıkmışlardır. Onları Sansa Deresinden (yaklaşık 40 km. dar ve engebeli mıntıka) geçerken onları vurup silah ve eşyalarını alanlar çoğu Seyit Rıza’ya bağlı Dersim milisleridir.

AABF, Seyit Rıza’nın heykelinin Tunceli il Merkezi’nde dikmesine aracı olup onun bu Ermeni olaylarında sorumluluğunu görmeyen AABF, neden tehcir kararını veren Talat Paşa’yı bundan sorumlu tutuyor? Bunun mantıklı bir açıklaması var mı?

AABF, Hacı Bektaş Veli Çelebi Postnişini Cemalettin Çelebi’ye ve onun süreğini devam ettiren torunu Velayettin Çelebi’ye her konuda sahip çıkıyor.

Peki Cemalettin Efendi’nin 1915’de Erzurum ve özellikle İspir bölgesinde Bektaşi Mücahidin alayı kurup mahiyetinde kimilerine göre 5- 6 bin Milisle Rus ordusuna karşı direnirken sadece Rus Ordusuna karşı mı savaştı? Rus ordusu ile birlikte hareket eden Ermeni milislerine karşı da savaşmadı mı?

Talat Paşa’nın tehcir kararını almasında Milli Savunma Bakanı olan Enver Paşa’nın bilgisi ve teşviki vardır. Cemalettin Çelebi‘nin Doğu Anadolu illerinde Aleviler üzerinde büyük ağırlığı olduğunu bildiğinden Enver Paşa bizzat Hacıbektaş ilçesine gelerek kendisi ile görüşüyor ve onun Milis alayı kurmasını ve Ruslara karşı savaşmasını talep ediyor. Cemalettin Efendi de bu talebe uyarak Bektaşi Mücahidin alayını kuruyor ve savaşıyor.

İlginçtir.

AABF, Bektaşi olan Cemalettin Efendi‘ye büyük saygı duyup sahip çıkarken diğer bir Bektaşi olan Talat Paşa’ya ise cephe alıyor. Bu çifte standarda ne demeli?

Aynı AABF, Cemalettin Efendi’nin alayında görev alan ve kendisine gösterdiği başarılar nedeni ile Yüzbaşı rütbesi verilen Bektaşi Sıdkı Baba’yı ve onun nefeslerinin (türküleri) söylenmesini sahiplenirken diğer Bektaşi Talat Paşa’ya ise cephe alıyor.

Peki Cemalettin Efendi ve Sıdkı Baba, kurdukları Alevi / Bektaşi Mücahidin alayları ile sadece Ruslara karşı mı savaştılar? Aynı zamanda o bölgelerde bulunan Ermeni milisleri ile de savaşmadılar mı? Ne bu çifte standart?

Şu gerçeğin altını çizelim.

Rus ordusu Doğu Anadolu’dan çekilirken idareyi her yerde Ermenilere bıraktı. Doğu illeri birer birer bu Ermenilerden kurtarılırken elbette Ermeni milislerle çıkan çatışmada çok sayıda Ermeni yaşamını yitirdi. Bütün bunlar 1915 yılına ait tehcir olayından 3 yıl sonra yaşandı. Ermeniler tehcir döneminde soykırıma uğrayıp tümü katl edilmiş ise Rus ordusunun çekildiği yerlerde idareyi devr ettiği Ermeniler nereden çıktı?

İzah edelim.

Bu Ermenilerin çok önemli bir kısmı İslam’ı kabul etti ve yerlerinde kaldılar. Alevi köylerinde yaşayan Ermeni vatandaşlar Alevi oldular, Sünni köylerinde yaşayanlar da Sünni oldular. Bir kısmı da daha sonraki süreçte gönüllü olarak Ermenistan’a göç ettiler.

Rahmetli Dedem Mehmet Balaban anlatıyordu.

‘‘Bizim köyde yaşayan Ermenilerin başına bir şey gelmesin diye erkeklerini bizim evde topladık. Askerler kimin Müslüman kimin Ermeni olduklarını bilmediği için başlarına bir şey gelmesin diye bizim evde tam 2 oda dolusu Ermeni sünnet oldular. Biz onları koruduk. Daha sonra olaylar yatışınca bunların tümü kendiliğinden Ermenistan’a göç ettiler. Ancak falan filan köylerde yaşayan Ermeniler müslüman oldu ve kaldılar. Örneğin Sünni Kargın (Tercan) köyünde tam 15 hane Ermeni müslüman oldu. Bunlar filan filan aileler…..‘‘

Görülüyor ki gerçekler, Ermeni diasporasının anlattıklarından çok farklı.

AABF çevreleri bir büyük yalanın daha bir parçası olmuş durumdalar.

‘‘Efendim, Ermeni tehciri sırasında 15 bin kadar Ermeni, Dersim’e sığınmış ve Dersim onları tehcirden kurtarmışmış‘‘

Tamamen şehir efsanesi. Büyük bir abartı.

Dersim’in beslenme kaynakları Dersim’e bile yetmiyordu. Bundan dolayı da büyük bir eşkıyalık mevcuttu. Bu Dersim eşkıyaları Dersim çevresinde çoğu Alevi köyleri olan yerlere saldırır, elde avuçta ne varsa alır götürürlerdi. Kendi beslenme kaynakları kendine yetmeyen Dersim nasıl bu kadar insanı koruma altına alır? Almış olsa nerelere yerleştirildikleri hakkında kesinlikle bilgimiz olurdu.

Bu bölgede yaşayan Ermenilerin büyük çoğunluğu 1860 yılından itibaren başta ABD olmak üzere Arjantin, Kanada, Şili ve Brezilya gibi ülkelere göç ettiler. ABD’de geniş bir Ermeni diasporasının varlığı bundandır.

Dersim, Kiği, Yedisu… gibi bölgelerden (muhtemelen başka yerlerden de) ABD kıtasına göçe eden Ermeniler zamanla diğer akrabalarını da davet etmişlerdir. Ve aynı şekilde Alevi olan köylülerini de davet ettiler. Şu anda Türkiye’den göç edip buralara yerleşen Alevi nüfusun 3 Milyona yakın olduğu tahmin ediliyor. Sadece Arjantin’de 2 Milyona yakın. Ve bunların büyük çoğunluğu 1860 yılından sonra göç ettiler.

Türkiye’de yaşayan Ermenilere ne oldu? Ermeni isimli köylerde yaşayanlara ne oldu sorusunun cevabının bir kısmı da bu göçlerdir.

Örnek vereceğim.

Doğduğum köy ve civardaki köyle çocukluğumda son derece canlı idi. Kalabalık insan ve hayvan nüfusu vardı. Ancak ekonomik nedenlerle bu köyler büyük oranda boşaldı. Bazılarında hiç kimse yaşamıyor. Mezralar tarih oldu. Göçler sonucu büyük bir nüfus göç etti.

Bütün bunları yan yana koyduğumuzda abartılı rakamları sorgulamak gerekir.

Talat Paşa, utanılacak bir isim değil, Atatürk’ün deyimi ile “Vatanın Büyük Evlâdı’dır. Tehcir kararının alınması Ermenilerin sadece Birinci Dünya savaşı döneminde çıkardığı isyanlardan dolayı da değildir.

Ermeniler 1890 yılından itibaren sürekli isyan çıkaran, köprüleri yok eden, askeri nakliyelere saldırılar düzenleyen, sivil halka da terör estiren bir süreç yaşatmışlardır. İşi o kadar ileriye götürmüşlerdir ki Padişah 2. Abdülhamit’e suikast düzenleyecek kadar ilerletmişlerdir (21 Temmuz 1905 Bombalı saldırıda Padişah tesadüfen kurtulmuştur).

AABF, Emperyalist ülkelerin sözcüsü gibi davranma huyundan vaz geçmelidir. Sanatçı Sebahat Akkiraz’a ve Talat Paşa’nın aziz hatırasına büyük bir saygısızlık etmiştir. Yaptıkları bu densiz hareketten dolayı Sayın Akkiraz’dan özür dilemeli ve Emperyalist ülkelerin politikaları doğrultusunda hareket etmekten vaz geçmelidir.

.

Hal Ehline muhabbetlerimle

Dellenip Durduk

Evren de arayıp kendim buldukca
Tanıdım ben beni dallanıp durduk
Hakkın hokkasına kalem daldıkca
Sırların içinde yollanıp durduk….

Sevgi ile gülsün gayrı çocuklar
Umut kapımıza yağmasın hiç kar
Dillerde türkümüz önümüzde dar
Boynumuzda kement sallanıp durduk

Açılan her kapı sitemle başlar
Gün boyu insanlar özünü taşlar
Gayrı sürgünlerde masum gülüşler
Yoksul sofrasında cellenip durduk..

Elim neye atsam her şey dökülür
Bizde özlem öfke durmaz yıkılır
Akıl göçer olmuş canım sıkılır
Fikir yoksullaştı dellenip durduk..

Zamlar soframızda hep silah çatar
Dilden düşen türkü herkese batar
Huzur gitti hüzün koynumda yatar
Sular abdest tutmaz yellenip durduk..

Ekmek değilmiydi başların tacı
Eğil bir bak takvim günlerden kaçı
Her geçen gün zaman bir başka açı
Bakmayı unuttuk çöllenip durduk..

Hırçın dalgaları tutmuyor dizim
Bir aşk denizidir sevdamız bizim
Sensizlik ölümüm duy sosyalizm.
Alanlarda coştuk sellenip durduk…

Her zaman kayırdık ağayı beyi
Yıktılar gönlümü, Vurguni, deyi
Yitirdik sofrada kuru ekmeği
Gayrı barış diye dillenip durduk….

Abdullah Oral..