Pîr Sultan, 1475-1480 yılları arasında Sivas ilinin Yıldızeli ilçesinin Çırçır bucağının Banaz köyünde doğdu. Asıl adı Haydar’dı. Soyu’nun, önce Hoy kasabasına, oradan İran’ın doğusundaki Türk yurdu Horasan¬’a, daha sonra Anadolu’ya göçerek Sivas’a yerleşen Türkmenlerden gel¬diği sanılmaktaydı.
Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir: Kızılbaşlık, Alevîlik içinde bir kol değildir. Alevîliğin kendisidir. Kızılbaş kavramı tarih boyunca ve günümüzde Alevîleri bir anlamda mecazen küçük düşürmek için kullanılmıştır. Ama Alevîler Kızılbaş kavramına sahip çıkmakta beis göstermemişlerdir. Kızılbaş kelimesi kızıl başlık takan anlamına geliyor. Tarihçesi Uhut savaşına kadar uzanır. Uhut savaşında Hz. Ali kendisini Hz. Peygambere siper ettiği sırada başından yaralanır. Bu savaştan sonra Hz. Ali’ye Kızılbaş denmiştir. Yine Sıffın savaşında Hz. Ali’nin taraftarları başlarına kırmızı başlık takmışlardır. Alevî devleti olan Safevi ordusunun askerleri de başlarına kızıl başlık takarlardı. Sonuç olarak Kızılbaşlar, Alevîlerdir.
Anadolu’da “Kızılbaş unsurlarını barındıran ilk oymaklar şunlardır: Ustacalı (Usta Hacılu), Rumlu, Tekeli, Zulkadir, Şamlu, Afşar, Kaçar. Bunlardan Ustacalular Sivas- Amasya bölgesinden gitmiştir. Rumlular’ın Tokat, Amasya, Çorum, Koyulhisar, Bayburt ve İsPîr köylerine yerleştikleri görülmüştür. Tekeli adını Teke sancağı denilen Antalya Bölgesi’nden almıştır. Tekeliler arasından Menteşe (Muğla Bölgesi) köylülerinden de bir bölük vardır. Zulkadır, Maraş, Elbistan, Yozgat bölgesindeki Dulkadırlı ulusuna bağlı bir boydur. Şamlu, yazın Sivas’ın güney batı taraflarında ve Uzun Yayla’da oturan, kışın Halep bölgesinde yaşayan Türkmenler’in Beğdili, Harbendelu, İnallu gibi oymakların kollarından meydana gelmiştir. Bu oymaklar, Devlet kuruluşunda ve ilk dönemlerde önemli roller oynamışlardır.
Müsahip şöyle olunur: İyi anlaşan iki arkadaş “Yol kardeşi” olmaya karar verdiklerinde önce ailelerinin ve eşlerinin bu konuda rızalarını almaları gerekir. Müsahiplik taraflardan biri ölmedikçe bir kere yapılır. Hayatta sadece bir kişi ile yapılır. Musahip olmak isteyenlere önce bir yıl deneme süresi verilir. Dede onlara özetle; “1- Birbirinize ölünceye kadar yardımcı olacaksınız. 2- Yalan söylemeyecek, haram yemeyeceksiniz. 3- Elinize dilinize belinize sahip çıkacaksınız. 4- Birinizin günahından hatasından diğeriniz sorumlu olursunuz. O nedenle birbirinizin suç işlemesine engel olacaksınız.” Diye öğüt verir.
Dedelerden yetki alan kimselerdir. Bunların Hz. Ali’nin soyundan olmaları şart değildir. Bunlar Pîr, rehber ve Mürşidin bağlı oldukları dergahlarda ve ocaklarda uzun süre hizmet ettikten sonra dedeleri tarafindan artık bilgi ve görgüleri yeterli görülerek irşad edilip kendilerine “Dikmelik” payesi verilen kişilerdir. Bunlarin içinde de dedeler kadar etkili olanlar olmuştur.
Pîr Sultan’ın “Benim aslım Horasan’dan Hoy’dandır” dediği bu yer, Ortaçağda önemli bir kültür merkezi olduğu gibi askeri seferler için de değerli bir üstü. Bugün İran Azerbaycan’ında Türklerin çoğunlukla bu¬lunduğu bir ticaret kenti olarak varlığını sürdürmekte.
Pîr Sultan’ın Alevî-Bektaşî yoluna girmesindeki yol arkadaşı yani musahibi, Ali Baba’ydı. Bağlandığı tekkenin Pîri ise, Şeyh Hasan’dı.
Pîr Sultan’ın nefeslerinden, Balım Sultan’dan nasib aldığını, Hacı Bektaş Dergâh’ında tutulan Cemler’de “Zâkir” olarak hizmet gördüğü¬nü, Hz. Ali ile soy bağı olanlara özgü olan Alevî-Bektaşî Dede’si olarak kabul edildiğini, bir anlamda “dikmeliğe” getirildiğini anlıyoruz. Doğu Anadolu’dan Balkanlar’a kadar Osmanlı topraklarında talipleri olmuştu. rehberlikten, pîrliğe, pîrlikten mürşitliğe kadar yükselmiş, gezdiği yer¬lerde bir yandan gizlenmiş, diğer yandan; “Muhammed-Ali Yolu”nu sürdürmüş, bu yolun yeni yolcularına yol-yordam öğreterek onları ay¬dınlatmıştı. Bir başka anlatımla, gezgincilik yaparak Alevîliğin yöntemi¬ni, kazandırdığı insanlık sanatını halka inerek, halka mal etmişti.
Okuma yazma bildiği anlaşılan Pîr Sultan’ın çocukluğu çobanlıkla geçmişti. Eğitimi tekke düzeyindeydi. Bu nedenle, tasavvuf felsefesinin yüksek konularına girmek yerine, Alevî-Bektaşî öğretisi bağlamında kalmıştı. Pîr Sultan Abdal’ın şiirlerinde Alevîlik ve Bektâşîliğin temel inanış ve ibadet şekillerine rastlamak mümkündü. Yine deyişlerinden, tarihi, evliya menkıbelerini, tarikat kurallarını, peygamber menkıbeleri¬ni çok iyi bildiği anlaşılıyor.
Tarihi kaynaklarda Pîr Sultan’na ilişkin bilgiler bulunmamaktadır. Çoğunlukla onunla ilgili söylencelerden ve şiirlerinden; yaşamını, çevre ilişkilerini, ailesini ve yaşadığı sıkıntıları yorumlamaktayız.
Örneğin, Kızının yaktığı ağıttan boyunun uzun ve biçimli olduğu an-laşılmakta. Kimi şirinden soyunun Yemenli, kimisinden Peygamber’in öz torunu olduğunu, kimisinden de İmam Zeynel-Abidin’den “Zeynel dedem” diye söz ettiğini görüyoruz. Tarikat ulularının, halk üzerindeki etkiyi artırmak için, Hz. Muhammed’in soyundan geldiklerini, yani “seyyid”liklerini öne sürmenin bir gelenek olduğunu bilmeyenler, bilgi fesadına uğrayabilmektedir.
Yaşadığı Dönem
Pîr Sultan’ın yaşadığı dönemde, Safevi Şahlarından Şah İsmail ve Şah Tahmasb’la, üç Osmanlı Sultanı hüküm sürmüştü. II. Beyazıt, 1483 yılın¬dan 1512 yılına kadar, I. Selim, 1512’den 1520’ye kadar, Kanunî Sultan Süleyman ise 1520’den 1566 yılına kadar saltanatta kalmışlar ve üçü de (kendilerince oluşan durum ya da saltanat gereği ) Anadolu Alevîleriyle problem yaşamışlar, yoğun şiddet uygulatmış, kırımı yaptırmışlardı. Kitabımızın önceki “Pîr Sultan’a Vücut Veren Ortam” adlı bölümünde ayrıntılarının verildiği gibi, Anadolu halkı bir çok kez başkaldırmıştı. Pîr Sultan bu yıllarda Sivas yöresinde ayaklanmaların, kargaşaların, kı¬rımların olduğu bir ortamda yaşamaktaydı.
1514 Çaldıran savaşı, Pîr Sultan için hayatının bir dönüm noktası ol¬muştur. Bu savaşta, Şah İsmail Hatayî’nin yenilgiye uğraması, Pîr Sultan ve çevresini oluşturan Alevî halk yığınlarının umutlarını suya düşür¬müştü. Nitekim Safeviler ve onlara umut bağlayanlar için bir felaket olan Çaldıran sonrasında, Pîr Sultan’ın bir zamanlar “Pîr Sultan Abdal¬’ım Hatayî şahım / Adem için ne halk etmiş Allahım / Güz gelince salar yaprağın daim / Vakti geldi mi sulanır ağaçlar” diyerek Şah kabul ettiği Şah İsmail için söylediği ve aşağıda yer alan şiirinde hem teselli, hem de bu felaketin eleştirisi vardı:
Erenlere eş olayım
Bu yola yoldaş olayım
İçeyim serhoş olayım
Aymak elinden gelir mi?
Alnına yazılmış yazıyı
Besili körpe kuzuyu
Hakkın yazdığı yazıyı
Bozmak elinden gelir mi?
Dere tepe dümdüz olur
Gece geçip gündüz olur
Gökte kaç bin yıldız olur
Saymak elinden gelir mi?
Pîr Sultan’ım ey Hatayi
Dilimiz söyler hatayı
Pişmedik çiğ yumurtayı
Soymak elinden gelir mi?
Şah İsmail’in ölümüyle, Anadolu Alevî-Bektaşîlerinin bağları Erdebil Tekkesi ile kopma noktasına gelmişti.
Erdebil Tekkesi ile Anadolu Alevîlerinin ilişkileri, Şeyh Cüneyt döneminde yaygınlık kazanmıştı. 1456 yılına kadar Anadolu-Suriye ara¬sında dolaşan Şeyh Cüneyt, Batıniliği ağırlıklı olan bir Şiilik politikası gütmüştü. Bu politika, Teke, Hamidoğulları ve Bedreddini Varsak Türkmenleriyle Samsun-Canik yöresinde Çepniler arasında etkili ol¬muştu. Şeyh Haydar’la birlikte 1400’lü yılların sonunda İran’a akın akın Türkmen oymakları, boyları gitmeye başlamıştı. Şah İsmail, 1500 yılında Erzincan’a gelmiş, Ustacalu, Şamlu, Rumlu, Dulkadir, Tekelü ve Kara- man-Turgutlu Türkmenleri ile Varsaklar’dan binlercesini etrafında top¬lanmıştı. İsmail, 1501’de Azerbaycan’ın tamamını ele geçirerek Tebriz’de kendini Şah ilan etmişti. Böylece dedesinin başlattığı girişim İsmail tara¬fından başarıyla sonuçlandırılmıştı, Artık Erdebil Safeviye Şeyhliği’nin yerini Safevi Şahlığı almıştı.
Pîr Sultan, 1514 Çaldıran’da Safevi’lerin yenilgisine kadar, Şah İsmail’i (Hatayî) bir kurtarıcı olarak görmüştü. Pîr Sultan’a vücut veren or¬tamda etkin olan inanışa göre, Vilâyet-i Rum’da inim inim inleyen halkı, ancak Şah İsmail kurtarıp sevindirebilecekti. Nitekim “Şah Urum’a gele birgün I Gazada bu Zülfikar’ı I Kâfirlere çala birgün II… I Pîr Sultan’ın işi ahtır I İntizarım güzel Şah’tır I Mülk iyesi padişahtır I Mülke sahip ola bir gün” dizelerinde olduğu gibi Şah’ın yollarını gözlemiştir. Ancak Çaldıran yenilgisi ve buna bağlı olarak Anadolu’da yaşanan kırımdan sonra, Pîr Sultan, Hacı Bektaş Dergâh’ına yönelmişti.
Nitekim 1516 – 1518 yılları arasında ölen Balım Sultan’dan sonra Mürşit postuna oturan Kalender Şah, Alevî halk yığınları arasında lider olmuştu. Pîr Sultan da Kalender Şah’ı kendine “Pîr” kabul edenlerdendi. Kalender Şah’tan önce Hacı Bektaş Postunda oturanları eleştiriyor, yeni kurtarıcı olarak Kalender Şah’ı görerek ondan imdat istiyordu:
“Zahir batın On’ki İmam aşkına
Aman Şah’ım mürüvvet deyü geldim
Pîrim nazar eyle şu ben düşküne
Aman Şah’ım mürüvvet deyü geldim
Bakmaz mısın cesedimin nârına
Elim ermez oldu cihan kârına
Yüzüm yerde geldim durdum dârına
Aman Şah’ım mürüvvet deyü geldim …”
diyerek kendi öz eleştirisini yaparak af diliyordu. Bu yıllardan sonra Pîr Sultan’ın deyişlerinde, düvazlarında Kalender Şah da yer alıyor ve onun propagandasını yapıyordu. “Sazı elinde sözü dilinde dağlar aş¬makta, ülkeyi köy köy, oba oba dolaşmaktaydı.” Kalender Şah’ın kurta¬rıcı lider olarak gelmekte olduğunu bildiriyor, çekimser duranlara ve korkanlara toparlanmalarını, ayaklanmalarını öğütlüyordu.
Kalender Şah, “Engürü dağından” çok ötelerde değildi. Diyordu ki:
“Engürü dağından bir yol azıttım
Acap Şah’a giden yollar bu m’ola
Sarardı gül benzim döndü aynaya
Acap Şah’a giden yollar bu m’ola? …”
Pîr Sultan’a göre, gerçek Şah Ali, onun aynası Hacı Bektaş’tı. Hacı Bektaş, evliyalar evliyası, “Ser çeşme”ydi. Dolayısıyla torunu olan Ka¬lender Şah da ser çeşmeydi. İşte onun için:
“Kendini teslim et bu Serçeşme’ye
Er odur ki birisinden şaşmaya
Bin gaziye bir münafık düşmeye
Din aşkına kılıç çalınmalıdır.”
diyordu. Pîr Sultan geleneğinden gelenlerin düşünceleri daha da ileriye gidiyordu. Hazreti Ali’nin devrinin yürümesini, yeryüzünü kızıl taçların bürüyerek İstanbul şehrinin alınmasını arzu ediyordu:
“Pîr Su ltan Abdal’ım ey Dede Dehman
Kendini çevir de andan gel heman
İstanbul şehrinde o l sahib-zaman
Tac ü Devlet ile salınmalıdır”
Nitekim, Kalender Çelebi ayaklanması, maddi gücünü köylü-çiftçi sınıfından almaktaydı. Bunlar yoksuldu. Bazılarının elinden dirliği alın¬mış, yoksulluğa itilmişti. Dışlanmış, ezilmiş kesimlerdi.
Kalender Şah’ın kazandığı güç ve saygınlık, hiçbir başkaldırıcıya na¬sip olmamıştı. İsyancıların sayısı otuz bine ulaşmıştı. Kimi tarihçiler; şöyle yazmaktaydı: “Kalender adlı kötü yollu bir âşık… zamanın Mehdi’siyim diyerek (ortaya çıktı)… Abdallar, torlaklar, dinsiz meşrepliler ile mezhepsizler, pek çok kötülük severler ile onun havasına uyarak, yanına toplandılar. Bunların otuz bin kadar olduğu anlaşılmaktadır.”
Pîr Sultan’ın nefeslerinde, Ankara-Kırşehir yöresinde patlayan ayak-lanmanın aşamaları yer buluyordu:
“Yürüyüş eyledi Urum üstüne
Ali nesli güzel İmam geliyor
İnip temenna eyledim destine
Ali nesli güzel İmam geliyor
“..Kızılırmak gibi bendinden boşan
Hama’dan Mardin’den Sivas’a döşen
Düldül eyerlendi Zülfikar kuşan
Ali’m ne yatarsın günlerin geldi..”
derken, isyancı kuvvetlerin Kızılırmak gibi yatağından boşanmasını, Hama, Mardin ve Sivas’takilerle birleşip, kendine göre iki yüzlü olan Osmanlı’nın başına taşlar yağdırarak sancaklarını Kazova’ya dikecekle¬rini umuyordu.
Pîr Sultan büyük bir olasılıkla ayaklanmaların içinde olmuş, sazını, sözünü silah olarak kullanmıştı. Halka, umut ve moral aşılamaya, isyan¬cıları yüreklendirmeye çaba göstermişti.
Sözü edilen ayaklanmalar, Ankara, Kırşehir, Yozgat, Tokat, Sivas, Er¬zincan, Maraş, Adana ve Tarsus, illerini kapsayan bir alan içinde gerçek¬leşmişti. Kalender ayaklanması, çok zor da olsa Damat İbrahim Paşa tarafından 1528 yılında bastırılabilmişti.
Kalender Çelebi ayaklanmaları sırasında Pîr Sultan ellili yaşlardaydı. İlk katıldığı ayaklanmaların ardından yirmi yıl geçmişti. Pîr Sultan Ka¬lender ayaklanmasının bastırılmasının ardından başlayan kıyımdan giz¬lenerek kurtulabilmişti. Bu arada Rumeli’ye gittiği ve buralarda Serezli Pîr Sultan olarak tanındığı bir olasılıktı.
Bu olasılığa göre, Pîr Sultan, uzun bir yolculuktan sonra Trakya’ya geçmiş, “İmamevleri” denilen yere sığınmıştı. Burası, Otman Baba’nın tekke ve türbesinin bulunduğu Tanrıdağı adı verilen Edirne kırından ve Akyazılı Sultan Dergâhı’ndan görülebilen bir yerleşme alanıydı. Pîr Sul¬tan, Trakya ve Balkan Bektaşîleri ve Bedreddinîler arasında kalmıştı.
Ancak, müsahibi Ali Baba’dan, Kalender isyanı sonu uygulanan baskı ve kırımın etkisinin geçtiği, tehlike kalmadığına ilişkin haber alınca, tek¬rar Sivas’a dönmüştü.
Ne Zaman Asıldı?
Önce bazı varsayımları, bu varsayımlara ilişkin ortaya konulan bilgi ve belgeleri sıralayalım:
Kimi araştırmacılara göre, Pîr Sultan’ın Sivas’a dönmesinden bir süre sonra, Kanuni Süleyman’ın Sivas Valisi Hızır Paşa tarafından 1548-50 yılları arasında asılmıştı. Bu görüşe göre, Pîr Sultan, 1475-1550 yılları arasında yaşamış ve aşağı yukarı yetmiş beş yıl ömür sürmüştü. Kanu- ni’nin 1548’de Tebriz Seferi’ne çıkması sırasında Amasya, Sivas, Tokat yöresinde yaşayan Kızılbaşlar’ın Osmanlı ordusunu arkadan vuracağı haberleri çıkınca, önlem amacıyla yörede olağanüstü kanlı şiddet ve bas¬kı uygulanmıştı. Bu bilgiler, Pîr Sultan’ın asılması yıllarıyla örtüşmek- teydi.
Oysa, Osmanlı kayıtlarında adı geçen Hızır Paşa, Bağdat Valisi’ydi. Bu kişi, 1551 (1552) ve 1567 arasında paşalık yapmış ve 1560-1567 yılları arasında Beylerbeyi ve Bağdat Valisi olmuştu. Sivas’tan geçtiği 1560 yı¬lında Pîr Sultan’ı astırmış olabilirdi. Çünkü, Osmanlı mühimme defter¬lerinde, 1560 yılında Rum (Sivas) Eyaleti Beylerbeyi’nin Hızır Paşa adını taşıdığı kayıtlıydı. Bu Paşa, Bağdat’tan Sivas’a gelmişti. Şöyle ki, 27 Şa¬ban 967 (23 Mayıs 1560) tarihinde doğrudan kendisine gönderilen bir hüküm ve 9 Zilkade 967 (1 Ağustos 1560) tarihinde Dulkadirli Beylerbe¬yine hitaben yazılan “Sancak Defterlerinin Rum Beylerbeyi Hızır Paşa’ya gönderilmesi” yönündeki emirname bu Hızır Paşa’nın Pîr Sultan’ı astıran Hızır Paşa olduğu fikrini güçlendirmekteydi.
Bir de 1588-1590 yıllarında “Deli Hızır Paşa” olarak bilinen Sivas Va¬lisi vardı. Bu Hızır Paşa’nın malını mülkünü halka dağıttığı söylenmek¬teydi. Bu valinin haram yiyicilerden olmaması ve Pîr Sultan’ın şiirlerde “Deli” lakabının geçmemesi nedeniyle Deli lakaplı bu Paşa’nın Pîr Sul¬tan’ı astıran Hızır Paşa olmadığı öne sürülebilir.
Ancak, Pîr Sultan’ın, 1577-78 yıllarında on binlerce kişiyi organize ederek Osmanlı’ya karşı büyük bir başkaldırıyı hazırlayan ve yönetimi endişelendiren “Düzmece Şah İsmail” ayaklanmasının içinde olduğuna ilişkin bilgiler bulunuyor Buna göre, eğer aynı adı kullanan bir şair
yoksa, Pîr Sultan bu Deli Hızır Paşa’nın 1588-90 yılları arasında Sivas’ta valiliği sırasında idam edilmiştir. Bir şiirinde;
“…Pîr Sultan Abdal’ım er nefesinde
Arzumanım kaldı Şah cilvesine
Altmış ile yetmiş üç arasına
Özümü irfana koşamam m’ola?”
demektedir. Bu rakamların hicri yıllarla ilgili olduğunu varsaydığı¬mızda, Hicri 960 (1552-53) yılını, Hicri 973 (1565-6) yıllarını karşılamak¬tadır ki, bu tarihlerinde “özünü irfana koşmak isteyen” Pîr Sultan’ın yaşadığını söyleyebiliriz. Bu şiirde sözünü ettiği Şah, olsa olsa 1577’da başkaldırı hazırlığı yapan “Düzmece Şah İsmail olsa gerekir.
Hemen şunu da belirtmeliyiz. Yukarıda anılan şiir “Pîr Sultan Abdal” diye tapşırılmaktadır. Pîr Sultan Abdal’ın Pîr Sultan’dan farklı olduğu ve hemen ölümünden sonraki yıllarda yaşadığı hususu da göz önünde bu-lundurulmalıdır. Ayrıca anılan rakamların Hicri tarih olmayıp Pîr Sul- tan’ın yaşı olduğunu söylemek de mantık dışı değildir. Elbette altmışla yetmiş üç yaşları arasında özünü irfana koşmuş olabilir. Bu yaşlar ara¬sında olgunlaşmasını sürdürdüğü ve şiirini yetmiş üç yaşındayken söy¬lediği öne sürülebilir. Bu zaman ömrünün son yılları ve Hızır Paşa zin¬danlarında geçen çileli yılları olabilir. Bu halde, 1550-1560 yılları arasın¬da asıldığı fikri güç kazanmaktadır. Asılma tarihiyle ilgili en zayıf görüş, Pîr Sultan’ın, Aziz Mahmud Hüdai’nin 1. Ahmed’e yazdığı mektupta adı geçen Hızır Paşa tarafından, 1603-1608 yılları arasında astırıldığı yolun¬dadır.
Osmanlı müftülerinden, Alevîlerin kafir, mülhit53, İslamlık dışı oldu¬ğu, öldürülmelerinin vacip ve farz olduğu, öldürülenlerin mallarının, kadınlarını, çocuklarını öldürenlere kalacağı konusunda fetvaları veren¬ler çıkmıştı. Yavuz Selim’in, Müftü Hamza’dan aldığı böyle bir fetva ile Kızılbaşların yediden yetmişe deftere yazılmasını istemesi, kırk bin cana mal olmuştu. Giderek Osmanlı yönetimiyle Alevîlerin arasını açmış, toplum ikiye bölünmüştü. Kızılbaşlık, Kızılbaş gibi sözler Alevî inancını benimseyenleri kötüleyen, onları dinsizlikle, ahlaksızlıkla suçlayan sıfat¬lar gibi kullanılması bu dönemden itibaren söylenmeye başlanmıştı.
Kemal Paşazade, Ebu Suud benzeri şeyhülislamlar, yalnız Alevîlerin değil, tüm Batınilerin katledilmelerini dinen gerekli (vacip) saymış, Yu¬nus Emre’nin ilahilerini okuyanların dahi hoş karşılanmayacağına karar vermişlerdi.
Asılma Gerekçeleri
Pîr Sultan’ın asılmasına bir çok gerekçe uydurmuşlardı. Bunlardan bazıları şunlardı: Pîr Sultan dinsiz, namaz kılmıyor ve oruç tutmuyor. Şeriata aykırı söz ve davranışlarda bulunuyor. Şarap içiyor ve Müslü- manlara “Yezit” diyor. Kur’an’a ve Peygamber’e uygun olmayan sözler söylüyor. Ali’nin dışındaki İslamiyet’in ilk üç halifesine hakaret ediyor. Peygamber hanımı Hz. Ayşe’yi aşağılıyor. Cem Ayini gibi gizli toplantı¬lar yapıyor. Safevi taraftarları ve Kızılbaş taifesi arasında bulunuyor. Devlete düşmanlık ediyor. Rafizi kitaplar bulunduruyor okuyor ve oku¬tuyor. Saz ve Çalgı çalıyor törenlerde semah dönerek oyun oynuyor.
Törenlerde ve dışarıda haremlik selamlık kuralına uymuyor. Mehdi-i Zaman (Zamanın Mehdisi) gelecek diye propaganda yapıyor…
Söylentiye göre, Pîr Sultan’ın üç oğlu, bir kızı vardı. Oğullarından Seyyit Ali, Banaz köyünün üst yanındaki çam korusunda; Pîr Muham- med, Tokat’ın Daduk Köyünde; Er Gaib de Dersim’de gömülüydüler. Adı Sanem olan kızının Pîr Sultan asıldığı zaman söylediği ağıt çok ün- lenmişti. Bazı uzmanlar bu ağıtı Sanem’in ağzından bir tarikat ozanının yazmış olabileceğini belirtmekteler. Pîr Muhammed ise babası gibi şair¬di. Delikanlı iken attan düşerek öldü. Pîr Sultan’ın “Allah verdiğini al¬maz dediler / Bana verdiğini aldı n’ey leyim” derken bu olaya değindiği söylenir. Şiirlerinden uzun yaşadığı, çok çocuğu bulunduğu açıkça anla¬şılan Pîr Sultan, yaşıyorken, iki oğul acısı görmüştü.
Pîr Sultan, Alevî Bektaşî öğretisi konusundaki engin bilgisi, kararlılı¬ğı, inancı ve haksızlığa karşı koyuşu ve bu uğurda can verişi gibi bir çok özelliğiyle, halk arasında bir destan kahramanı kabul edilmişti. Onunla ilgili söylenceler, gerçek yaşamını gölgede ve bilinmezlik zırhı içine koymuştu. Bu nedenle menkıbe lerde yaşayan Pîr Sultan, gerçek Pîr Sultan’ın yaşamını bastırmıştı. Pîr Sultan hakkındaki bilgiler ve belge¬ler sınırlı. Yetersiz bilgilerden yola çıkarak bir Pîr Sultan Biyografisi yazmak olanaklı değil. Kaldı ki, bu güne kadar hazırlanmış kitaplarda yer alan ve adına kayıtlı beş yüzü aşkın şiirin, hangisinin Pîr Sultan’a ait olduğunu söylemek de zor. Gerçek olan; Pîr Sultan’ın efsanevi bir halk kahramanı ve kendisinden sonra gelenlerin katılımıyla halk edebiya¬tımızda “Pîr Sultan Geleneği”nin oluştuğudur.
Pîr Sultan, Osmanlı’nın baskı ve uzaklaştırma politikalarına karşı ayaklanma hareketlerinin önde gelenlerinden biri olarak karşımıza çıkı¬yor. O kendini bu ülküye adamış, en sonunda bu uğurda can vermekten çekinmemişti. Bir başka anlatımla, Anadolu’da haksızlığa karşı direnişin sembolü olmuştu. Bu nedenle ölümünden sonra da üretilen efsanelerle yaşamını sürdürüyor.
Yaşayan Pîr Sultan
Pîr Sultan, yaşıyorken şiirlerini yazıya geçirdiğine ilişkin bir belge henüz bulunamadı. Bilinenler, Pîr Sultan dönemine yakın veya uzak zamanlarda başkaları tarafından belleklere nakledilmiş olanlarla, cönkle¬re geçmiş kayıtlardı. Bu nedenle kitabımızda yer alan ve almayan Pîr Sultan’a mal edilmiş şiirlerin hiçbirinin kendi ağzından çıktığı söylene¬mez. Ölümünden sonra ağızlardan derlenmiş şiirlerin hangilerinin ger¬çek Pîr Sultan’a ait olduğunu bilmek olanaksız. Çünkü gerçek Pîr Sul- tan’a ilişkin bilgiler, şiirlerinde kimlik tespiti yapmaya yetecek çokluk ve ayrıntıda değil. Tam tersi, biz Pîr Sultan hakkındaki bilgileri halkın ağzından derlenmiş şiirlerdeki ip uçlarından çıkarmaya çalışmaktayız. Gerçekle örtüşmesi mantıklı görünmeyen durumları menkıbelerin sırtına yüklemekte yalnızca verdikleri mesajlarla ilgilenmekteyiz. Kanımızca, halkımız benimsediği ozana, onun söyleyemeyeceği sözleri yakıştırmaz. O şair şöyle veya böyle susturulmuş veya unutturulmuşsa, buna razı olmaz ve onun yerine, onun söyleyebileceği sözleri söyletir, mesajlarını verir. Pîr Sultan olayında da olan budur. Şiirleri halk tarafından sevildi. Sözleri zamana, mekana ve koşullara göre değiştirildi. Kimi deyişleri, herhangi bir olayı protesto edenler tarafından bir marş gibi kullanıldı. Sözlerindeki gizli anlam, baskı altında kalan halkın öcünü alan bir kah¬ramanın mesajı gibi algılandı.
Prof. Dr. İlhan Başgöz “Pîr Sultan Geleneği” konulu çalışmasında ya¬şamakta olan Pîr Sultan geleneğinden söz etmekte: “Pîr Sultan Abdal şiiri bize gelecek güzel günler için umudun türküsü olmuştur. Bizde bu umudu diri tutmasıdır önemli olan. Bu umudun uğruna döğüşülür, baş verilir olduğunu göstermesidir. Bunun içindir ki, bozuk düzene karşı gelen genç kuşaklar yanla¬rında Pîr Sultan’ı bulmuşlar; şiirde, oyunda, düz yazıda O’nun türküsünü yeni bir özle doldurarak yeniden söylemeye durmuşlardır.” Çünkü, Pîr Sultan halkın birikimi, belleği, ortak ruhudur. O’nun adına söylenen deyişler bir kolektif söylemin ürünüdür. Pîr söyler, başka ozanlar söyler, halk söyler ve onun deyişleri, ona yakıştırılan deyişler; dilden dile çoğalır, dilden dile dolaşır.
Bu bağlamda Pîr Sultan’ın geleneğiyle günümüzde de yaşadığını ve özünü bozmadan kendini yenilediğini söylememiz mümkündür.
DİĞER PÎR SULTANLAR
XV. yüzyılda yaşamış bulunan Sivas’ın Yıldızeli ilçesinin Çırçır bu¬cağının Banaz köyünden olan Pîr Sultan’dan sonra bir çok halk ozanının “Pîr Sultan” veya bu ada ekler yaparak mahlaslar kullandıkları bilin¬mektedir. Bunların şiirleri birbirine karışmıştır. Adeta bir çok kol tek bir gövdede birleşmiştir. Bu gövde Pîr Sultan’dır. Günümüze kadar bir çok araştırmacı birden çok Pîr Sultan olduğunu belirtmiştir. Bunların içinde en kapsamlı araştırma yapan ve “Pîr Sultan Abdallar” adlı kitabı hazır¬layan İbrahim Aslanoğlu olmuştur.
Aslanoğlu’na göre Çorum veya Merzifon yöresinden olup bir süre Ankara’da Hasan Dede tekkesinde kalan Pîr Sultan’ım Haydar, Aruzla şiirler yazan Pîr Sultan, Divriği yöresinde yetişen ve asıl adı Halil İbra¬him olan Pîr Sultan Abdal, 18. yüzyılın ikinci yarısı ile 19. yüzyılın ba¬şında yaşamış olan Abdal Pîr Sultan, 16. yüzyıl sonu ile 17. yüzyıl başın¬da yaşayan ve Pîr Sultan’ın asılmasıyla ilgili deyişleri söyleyen Pîr Sultan Abdal ve son olarak menkıbeleşmiş yaşamıyla tanınan ve Hızır Paşa’nın astırdığı kabul edilen 16. yüzyıl şairi Banazlı Pîr Sultan vardır. Halk ede¬biyatı araştırmacıları, asıl Pîr Sultan Abdal olarak Banazlıyı kabul etmek¬tedir.
Asım Bezirci’ye göre Pîr Sultan, Pîr Sultanım Haydar, Abdal Pîr Sul¬tan (Pîr Muhammed’in babası), Pîr Sultan Abdal (Divriğili), Pîr Sultan Abdal (Pîr Sultan’ın yani Hacı Bektaş Veli’nin Abdalı), Pîr Sultan Abdal (Sanem ya da Pîr Muhammed), Pîr Sultan Abdal (Aruz Şairi), Pîr Sultan (Abdal Musa’nın müridi) adlarında sekiz ayrı Pîr Sultan vardır.
İbrahim Aslanoğlu, Pîr Sultan adına kayıtlı 439 şiiri tasnif ederek, hangilerinin hangilerine ait olduğunu sıralamıştır. Tasniflemede “mah- las”lar, şiirlerde geçen kişi ve yer adları ve olayları esas almıştır. Âşıkla¬rın kimi zaman mahlaslarını ek sözcük ve sözcük ekleriyle kullandıkları göz önüne alındığında, çıkarılan sonucun kesin olduğunu söylemek mümkün değildir. Ama, Aslanoğlu’nun bilgisinden, titizliğinden ve iyi niyetinden kuşku yoktur.
Buna karşın, Abdülbaki Gölpınarlı, Pertev Naili Boratav, Sabahat tin Eyüboğlu, İlhan Başgöz, Nejat Birdoğan, Atilla Özkırımlı, Cahit Öztelli, Sadettin Nüzhet Ergun, Mehmet Bayrak, Ali Yıldırım, Tahir Alangu ör¬neği adlarını anamadığımız onlarca yazar ve araştırmacı; “Karacaoğlan, Dadaloğlu, Köroğlu gibi Pır Sultan da halkın gönlünde beslenmiş, geliştirilmiş ve bir gelenek oluşturulmuştur” görüşünde birleşmektedir. Bu bağlamda, Pîr Sultan veya bazı araştırmacılara göre Pîr Sultan Abdal’a mal edilen bütün şiirler, Pîr Sultan Geleneği içinde değerlendirilmelidir.
Kuşku yok ki, Pîr Sultan’ın kızı Sanem’in babasına yaktığı sanılan ağıt, adı sanı bilinmeyen bir âşığındır. “Pîr Sultan kızıydım ben de Ba- naz’da” dizesinden bunu anlıyoruz. Bilinmeyen halk âşığı, ağıtını “Pîr Sultan’ım” seslenişiyle bitiriyor. Halk şairi ve halk şiiri halkın aynasıdır. Bu nedenle neyi halkın, neyi ozanın söylediğini ayırt etmek olanağı yok¬tur. Örneğin;
“Ben Musa’yım sen Firavun
İkrarsız şeytan-ı lâin
Üçüncü ölmem bu hain
Pîr Sultan ölür dirilir”