Bad-ı saba selam söyle o yare
Mübarek hatırı hoş mudur nedir
Nideyim yitirdim bulamam çare
Mestan ela gözler yaş mıdır nedir
O nazlı canana uğrasa yollar
Bize mesken oldu kahveler hanlar
Yârin meclisinde oturan canlar
Hesap etsin yıllar boş mudur nedir
Eğil güzel eğil saçın sürünsün
Aç beyaz göğsünü memen görünsün
Evvel benim idin şimdi kiminsin
Gündüzün hoş geçen düş müdür nedir
Emrah eder can bülbülüm kafeste
Benim arzuhalim bildirin dosta
Kendim gurbet elde gönlüm sılada
Gitmiyor kervanım kış mıdır nedir
ERZURUMLU AŞIK EMRAH
Şairin hayatı ile ilgili bilgilerin büyük bir kısmı çeşitli halk rivayetlerinden, başta Fuat Köprülü olmak üzere bazı araştırmacıların, onun şiirlerinden elde ettikleri çıkarımlardan ve yorumlardan ibarettir. Buna göre Emrah, Erzurum’un Palandöken ilçesine bağlı Güzelyurt (Tambura) köyünde dünyaya gelmiştir. “Emrah”ın, asıl isim mi, yoksa mahlas mı olduğu konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bunun mahlas olabileceği kuvvetle muhtemeldir. XVIII. yüzyılın son çeyreğinde doğduğu kesin olmakla birlikte, doğum tarihi, yıl olarak tespit edilememiştir. Küçük yaşta köyünden Erzurum il merkezine giderek orada bir süre öğrenim görmüş ve Nakşibendi tarikatına girmiş, daha sonra Erzurum’dan ayrılmıştır.
Şairin gezdiği ve yaşadığı yerler hakkındaki rivayetler de çeşitlilik gösterir. Trabzon, Sinop, Çankırı, Kastamonu, Konya, Niğde ve Sivas, onun gezdiği ve bir süre ikamet ettiği yerler arasında sayılır. Özellikle Kastamonu’nun, şairin uzun bir süre yaşadığı şehir olduğuna dair belgeler mevcuttur. Şiirlerinden hareketle Kastamonu’da Alişan Bey adlı varlıklı bir kişiyle görüştüğü ve hatta onun himayesine girdiği kabul edilir. Âşıklar arasındaki bir rivayete göre Emrah, İstanbul’da da bulunmuş, altı ay süreyle Tavuk Pazarı’ndaki âşıklar cemiyetinin başkanlığını yapmıştır. Fuat Köprülü bu rivayeti değerlendirirken şu yorumu yapar: “[Emrah Divanındaki] meşhur püskül destanı, İkinci Mahmut tarafından fesin umumi serpuş olarak kabulünden sonra bu yeniliği halka beğendirmek maksadıyla yazılmıştır. Eğer şairin İstanbul’a geldiği doğru ise bunun bu sıralarda olduğu ve manzumenin sultan Mahmud’a huluskârlık maksadıyla İstanbul’da yazıldığı tahmin olunabilir.” (Köprülüzade 1929: 12).
Ahmet Talat, Tokatlı Nuri adlı esrinde Emrah’ın Çankırı yıllarına ait tamamen halk rivayetlerine dayanan geniş bilgiler verir (Ahmet Talat 1933). Eyüp Akman ise şairin Kastamonu ve çevresinde ortaya konulan rivayetleri ve Kastamonu kaynaklarında bulunan Emrah’a ait şiirleri aktarır (Akman 2010).
Emrah’ın yaşadığı şehirlerde ne kadar kaldığı, bu şehirleri hangi sırayla gezdiği bilinmemektedir. Yine dolaştığı yerlerde birden fazla evlilik yaptığı, farklı şehirlerde çocuklarının olduğu şeklindeki bilgiler de rivayetten öteye gitmez.
Emrah, ileri yaşlarda gittiği Tokat’ın Niksar ilçesinde 1860-1861’de vefat etmiş, Karşıbağ mahallesi civarında Tekke Bayırı denilen yerdeki kabristana, Ahi Pehlivan türbesi yakınına defnedilmiştir. Vefatından uzun yıllar sonra Tokat ulemasından Hacı Abdulkadir Hıfzî Efendi, Emrah’ın mezar taşına manzum bir kitabe yazmıştır (Köprülüzade 1929: 12).
Emrah’ın ölüm tarihi de araştırmacılar arasında tartışma konusu olmuştur. Mezarındaki manzum kitabede belirtilen tarih 1271’dir. Ancak, Tokatlı Nuri’nin, Emrah’ın ölümü için yazdığı “Dilcûy-ı mücevher gibi bu târîh-i sâli /Nûrî ne güzel söylemiş üstâdına rahmet” biçimindeki tarih beytinde vurgulanan 1277 tarihi, araştırmacılar arasında daha fazla kabul görmüştür.

Eserleri şunlardır:
- Divan-ı Emrah: Erzurumlu Mehmed Abdülaziz tarafından 1332 yılında İstanbul’da neşredilmiştir. Eserin kapağında şu kayıt vardır: “Tarikat-i aliyye-i Nakşibendiyye hulefasından arif-i billah vasıl-ı illallah Şeyh Emrah Erzurumi kaddesallahu sırrehü’l-aziz hazretlerinin divanıdır.”
56 sayfadan oluşan eserde Emrah’ın aruz vezniyle yazdığı şiirlerin bir kısmına yer verilmiştir. Divandaki bazı şiirlerin baş tarafında şiirin türü veya biçimini karşılamak üzere lebdeğmez, müstezad, dastan, gazel, mersiye gibi açıklamalar vardır.
- Çeşitli mecmua ve cönklerde yer alan şiirler: Erzurumlu Emrah’ın şiirlerinin büyük bir kısmı el yazması cönk ve mecmualarda yer almaktadır. Bunlar, çoğunlukla hece vezniyle ortaya konulan şiirlerdir. Emrah’ın şiirlerinin yer aldığı cönk ve mecmuaların çoğu Milli Kütüphane ile Kültür Bakanlığı MİFAD arşivinde, bir kısmı da hususi arşivlerde bulunmaktadır. Şairin hece vezniyle söylediği şiirleri ilk kez Eflatun Cem Güney 1929 yılında yayımlamıştır.
Erzurumlu Emrah, saz çalan, âşık kahvehanelerinde fasıllara katılan, dolayısıyla hazırlıksız şiir söyleyebilen bir şairdir. Çeşitli mecmua ve cönklerde yer alan Emrah’a ait hece vezniyle söylenmiş şiirlerin, şekil ve muhteva yönünden âşık tarzı şiir geleneğine ait ürünler olduğu görülür. Yaşadığı dönemin edebî muhitlerinde ve özellikle saz şairleri üzerinde büyük etkisi olan Emrah’ın yetiştirdiği çıraklardan öne çıkanları Tokatlı Nuri ve Gedai’dir. Emrah, yetiştirdiği çırakları ile kendine has üslubun günümüze kadar uluşmasına zemin hazırlamış, kendi adıyla anılan bir ekolün, “Emrah Kolu”nun kurucusu olmuştur.
Halk rivayetlerine göre Emrah, dönemin Erzurum’da ikamet eden ünlü mutasavvıfı Habip Baba’nın yönlendirmesiyle tasavvuf yoluna meyletmiş, daha sonra intisap ettiği Nakşibendi tarikatı başta olmak üzere çeşitli tarikat çevrelerinde tasavvuf kültürü almış ve bunu şiirlerine yansıtmıştır. Bu tür konuları ele aldığı şiirlerinde tasavvufun temel kavramlarına aşina olduğu görülür. Tasavvuf çevreleriyle olan diyaloğu şairin hem tanınmasına, hem de saygın bir kişi olarak şöhret bulmasına katkıda bulunmuştur.
Emrah, divan şiirinin ustalarını okumuş, o tarzda da şiirler yazmıştır. Klasik tarzda yazdığı şiirlerinde Fuzulî başta olmak üzere Bakî ve Nedim gibi divan şairlerinin etkisi görülür. Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerin bu şiirlerdeki yoğunluğu dikkat çeker. Yine bu tarzda yazdığı şiirlerinde klasik edebiyatın mazmunları sıkça karşımıza çıkar. Şiirlerinde zaman zaman ayet, hadis ve kelam-ı kibar iktibaslarına yer veren Emrah’ın özellikle devir nazariyesi ve vahdet-i vücud anlayışlarını yansıtan çeşitli manzumeleri bulunmaktadır.
Emrah, şiirlerinin bir kısmını aruz, bir kısmını hece vezniyle yazmıştır. Şiirlerinde Emrah veya Emrahî mahlasını kullanmıştır. Bütün bu bilgiler ışığında Emrah’ı divan şiiri tarzında da şiirler yazan mutasavvıf bir saz şairi olarak tanımlamak mümkündür. Bu özelliğinden dolayı Emrah, farklı kesimlerin edebî zevkine hitap etmiş, halk kitleleri arasında sevilerek okunmuş ve dinlenmiş, döneminin en büyük saz şairi olarak kabul edilmiştir.
Erzurumlu Emrah’ın şiirleri, 16. yüzyılda yaşadığı ve hakkında bir halk hikâyesinin oluşturulduğu kabul edilen Ercişli Emrah’ın şiirleriyle karıştırılmıştır. Yer yer Ercişlinin şiirleri Erzurumluya, Erzurumlunun şiirleri Ercişliye mal edilmiştir. Bu şiirlerin gerçek sahiplerinin tespiti için geçerli bir kıstas yoktur. Sadece 19. yüzyıldan önceki yazılı belgelerde Emrah adına kayıtlı şiirlerin Ercişli Emrah adlı şaire yahut “Ercişli Emrah ile Selvihan” adlı hikâyeye ait olduğu söylenebilir. Aynı şekilde Erzurumlu Emrah’ın şiirlerinin, öğrencisi Tokatlı Nuri’ye, yahut Nuri’nin şiirlerinin Emrah’a mal edildiğine de rastlanır. Sözlü kültür ürünlerinin üretme, icra ve aktarma süreçleri göz önünde bulundurulduğunda bu durumun başka şairler için de söz konusu olduğu görülür…..
ERZURUMLU EMRAH
- Yüzyılın sonunda Erzurum’un köylerinden birinde (Tambura’da) doğduğu, gerek halk inanışları gerek kendi şiirlerindeki anışlardan belli olan Emrah’ın 1855–1860 arasında, son yıllarını geçirdiği Niksar’da öldüğü kabul edilir. Daha açık bilgi -her zamanki gibi- yoktur. Eserlerindeki öğelerden ve divan şiiri yolundaki emeğinden anlaşıldığı gibi, hem yeterince öğrenim görmüş, hem tasavvuf yoluna yönelmiştir. Şiirlerinde geçen yer adlarının tekrarından Trabzon, Sivas, Kastamonu, Konya, Niğde illerini dolaştığı, çeşitli yerlerde kısa süreli serüvenler yaşadığı bellidir. Kendisine ilgi duyan ve koruyup esirgeyen edebiyat meraklısı kişilere konuk olarak bir kaç şehirde yerleşip yaşadığı, ev bark kurduğu da söylenmektedir. Emrahoğulları adıyla anılan ailelerin birbirinden uzak yerlerde yaşamakta oluşları, birçok yerde adına bağlı mezarların bulunuşu, şiirlerinin dilden dile geçerek yayılış genişliği kazanışı, aruzla yazdıklarının basılışı, asıl mezar taşının Niksar’da bulunması, onun ününün yaygınlığını gösteren işaretlerdir. Bu açıdan 19. yy’ın Dertli ve Seyrani gibi adı herkesçe bilinen bir kaç âşığından biridir. Divan şiiri yolunda da eserler vermiştir. Doğu Anadolulu bir saz şairi olarak hece vezniyle söylediği iki yüze yakın şiirin derlenmiş hali, kendisinin 19. yy’ın önemli âşıklarından biri olduğunu gösterir. Çağdaşlarından Tokatlı Nuri (Öl.1882) üzerinde belli etkileri vardır. Hayatının, değişik geziler, yerleşmeler, evlenmeler ve serüvenlerle dolu oluşu, Orta ve Doğu Anadolu’daki ününü arttırmış olmalıdır. İlgi çeken kişiliği ile eserine değer kazandırmış, şiirlerinin yayılıp bilinmesini sağlamış gibidir. 19.yy’daki âşık fasıllarında eserleri en çok okunanlardan biri olan Emrah, klasik edebiyat bilgisiyle üstünlük kazanarak etki sağlamış, iki yanlı çalışkanlığıyla geniş alanlarda duyulmuştur. Tasavvufi şiirleri belli bir değer düzeyinin üstünde değildir. Tasavvuf terbiyesini Erzurum’da Hacı Haşıl Efendi’nin dergâhında almıştır. Asıl ilginç yanı, saz şiiri geleneği yolundaki içten ve etkili aşk, gurbet şiirleridir. Şiirlerinin bir kısmı Ercişli Emrah’ın (17. yy) Selvi Han’la ilişkili halk hikâyesine de eklenmektedir. Ercişlinin bazı şiirleri de Erzurumlu Emrah’a mal edilmiş olabilir.
Türbesi – Niksar/Tokat
AĞALAR GURBETTEN GELDİM 1
Ağalar gurbetten geldim
Geldim ki nazanım gitmiş
Sılam bana hor göründü
Salınıp gezenim gitmiş
İçmişim ezel şarabı
Yine kavuştur yarabbi
Destinde aşkın kitabı
Okuyup yazanım gitmiş
Hasret içtim elde bade
Oldu efgânım ziyade
Ördek uçtu kaldı ada
Göllerde yüzenim gitmiş
Bir dahi saz almam ele
Mailim ben tatlı dile
Top zülfünü ince bele
Tarayıp düzenim gitmiş
Bir dahi içmeyem bade
Kuzum seni vermem yade
Süt beyaz üstüne sade
Giyinip tozanım gitmiş
İstemem bahçeyi bağı
İçirdiler bana ağı
Beyaz fese penhe bağı
Bağlayıp gezenim gitmiş
Bu dünya böyle kalırsa
Küffardan öç alınırsa
Va’de gelüben ölürsem
Mezarım kazanım gitmiş
Dün gece gördüm düşümde
Civan duruyor karşımda
Tarihim mezar taşımda
Okuyup yazanım gitmiş
Emrah eder nedir bela
Baba düştüm gurbet ele
Yine saz alayım ele
Eyvah ki nazanım gitmiş
Emrah der ki hele hele
Baba kalk gidelim yola
Bir daha saz almam ele
Sazımı düzenim gitmiş
AĞALAR GURBETTEN GELDİM 2
Ağalar gurbetten geldim
Geldim ki nazenin gitmiş
Bir daha saz almam ele
Salınıp gezenim gitmiş
Aynasın verin dizine
Sürmesin çeksin gözüne
Siyah zülfün mah yüzüne
Tarayıp düzenim gitmiş
İçmişem ezel şarabı
Gine kavuştur yarabbi
Destinde aşkın kitabı
Okuyup yazanım gitmiş
Bir dahi içmenem bade
Sırrımı vermenem yade
Uçtu gövel kaldı yada
Göllerde gezenim gitmiş
Emrah’ım ben de varırsam
Düşmandan hayıf alırsam
Vadem yeter ben ölürsem
Kabrimi kazanım gitmiş
BAD-I SABA SELAM SÖYLE O YÂRE 1
Bad-ı saba selam söyle o yare
Mübarek hatırı hoş mudur nedir
Nideyim yitirdim bulamam çare
Mestan ela gözler yaş mıdır nedir
O nazlı canana uğrasa yollar
Bize mesken oldu kahveler hanlar
Yârin meclisinde oturan canlar
Hesap etsin yıllar boş mudur nedir
Eğil güzel eğil saçın sürünsün
Aç beyaz göğsünü memen görünsün
Evvel benim idin şimdi kiminsin
Gündüzün hoş geçen düş müdür nedir
Emrah eder can bülbülüm kafeste
Benim arzuhalim bildirin dosta
Kendim gurbet elde gönlüm sılada
Gitmiyor kervanım kış mıdır nedir
BELALARA
Bin kere nasihat eyledim sana,
Gönül düşme dedim bu deryalara,
Sen guş huşunu vermedin bana,
Düşürdün başımı ne belalara.
Vaktin dilberinde namus ar olmaz,
İkrarında sabit ber-karar olmaz,
Aldatırlar seni sana yar olmaz,
Gönül niçün düştün bi-vefalara.
Münafık sözüne gel gitme beyim,
Hatır-ı mahzunum incitme beyim,
Dert-ment Emrah’a cevr etme beyim,
Zira dayanılmaz bu cefalara.
BİLMEZ
Surette Mevlaya aşık olanlar,
Surette kâkül-i Leyla’yı bilmez,
Arayıp dünyada Hakk’ı bulanlar,
Değil kim dünyayı ukbâyı bilmez.
Devlet-i dehr içre olanlar mesrur,
Derunu harabdır birunu ma’mur,
Safi dil olmayan sofi-i mağrur,
Çektiği gussa-i esmayı bilmez,
Emrahî akıbet olursun fani,
Tutalım ki oldun Yusuf’u sani,
İsbat-ı Hak edüb nefsini tanı,
Nefsini bilmeyen Mevla’yı bilmez.
BİR NAZENİN BANA GEL GEL EYLEDİ
Bir nazenin bana gel gel eyledi
Varmasam incinir varsam incinir
Beyaz gerdanından ince belinden
Sarmasam incinir sarsam incinir
Kaşına çekilmiş kudret kalemi
Görmemiş dünyada derd ü elemi
Her sabah her akşam verir selamı
Almasam incinir alsam incinir
Gene görünüyor yârin illeri
Başımızda esen sevda yelleri
Yârin bahçesinde gonca gülleri
Dermesem incinir dersem incinir
Nereden nereye sevmişim yâri
Ateşi komuyor yakıyor beni
Âşık Emrah sever böyle bir canı
Sevmesem incinir sevsem incinir
BİR SABAH UĞRADIM GÖL KENARINA
Bir sabah uğradım göl kenarına
Sunam beni gördü yüzmeye durdu
Çalındı çırpındı çıktı kenara
Ela gözlerini süzmeye durdu
İstedim kendimi bu göle atam
Elimi uzatıp yavrumu tutam
Bir hayal eyledim sarılıp yatam
Vefasız gönlümü üzmeye durdu
Emrah şahin almış bugün yalçını
Yel estikçe döker bele saçını
Arzuhal eyledim visal bacını
İnci dişlerini dizmeye durdu
BİZ TARİK-İ AŞKIN ÂŞIKLARIYIZ
Biz tarik-i aşkın âşıklarıyız
Baş ü can vermişiz canan bizimdir
Ne gamdan kaçarsın divane gönül
Kâşane bizimdir mihmân bizimdir
Bu nükte yetmez mi arife kâfi
Sırra mahrem olan eylemez lâfı
Çık aradan sufî değilsen sâfî
Tekke-i aşk içre devran bizimdir
Emrah bu makamda olandır velî
Hakk’a yakın halka görünür deli
Elbet hatâ bizde demişiz belî
Yazılan ahd ile peymân bizimdir
BİR TİPİYE YAKALANDIM
Bir tipiye yakalandım yaz günü
Nasıl iştir anlamadım ne bilem
Ak düştü saçıma ararım dünü
Nasıl iştir anlamadım ne bilem
Bilemedim bahar ile yazımı
Felek bilmem çektiğime razı mı?
Elim tutmaz çalamam ki sazımı
Nasıl iştir anlamadım ne bilem
Âşık emrah figan ile zar ile
Yarelendi yürek bir çift söz ile
Dost selamın almaz tatlı dil ile
Nasıl iştir anlamadım ne bilem
BİZİM SAHRALARIN BAŞI
Bizim sahraların başı
Duman duman pare şimdi
Sevişmesi ne hoş olur
Ayrılması yaman şimdi
Erisin dağların karı
Ben çekerim ahu zarı
Kadir mevlam gönder yari,
Gönül ister hemen şimdi
Benim yârim şimdi çıkar
Çıkıp da yollara bakar
Emrah’ı odlara yakar
Boyu selvi, revan şimdi
BU BAĞI ÂLEMİ GEÇİRME BÖYLE
Bu bağı âlemi geçirme böyle
Bir körpe goncasız taze fidansız
Hele ben görmedim gördüğün söyle
Var mıdır ki bir aşk didesi kansız
Sofu benden sorma sevdayı sual
Süleyman’ da dahi var idi bu hal
Aşık olan elbet sevmez mi cemal
Yanar mı pervane şemasız ansız
Gelsin şu halimi görsün inansın
Allah’ tan korkmazsa kuldan utansın
Dilerim Allah’tan beş beter yansın
Pek yaktı canımı dinsiz imansız
BU GÖÇÜ ORDAN GÖÇÜRDÜM
Bu göçü ordan göçürdüm
O dağ olmaz bu dağ olsun
Şeydâ, garip bülbül gibi
O bağ olmaz bu bağ olsun
Yâri götürdüm yaylama
Sevda derler gel kınama
Bir yara vurdun sîneme
Hançer olmaz bıçağ olsun
Emrah der kapında kulam
Dîdemde ummana dalam
Al yanaktan buse alam
Yanak olmaz dudağ olsun
BUGÜN BEN BİR GÜZEL GÖRDÜM
Bugün ben bir güzel gördüm
Bakar cennet sarayından
Kamaştı gözümün nuru
Onun hüsn-ü cemalından
Salındı bahçaya girdi
Çiçekler selama durdu
Mor menekşe boyun eğdi
Gül kızardı hicabından
Bahçenin kapısın açtım
Sandım ki cennete düştüm
Sevdim coştum helâllaştım
Buse aldım yanağından
Bahçenin kapısı daldır
Dalında öten bülbüldür
Emrah da bir edna kuldur
Bağışla geç günahından
BUGÜN SABAH İLE
Şerhine bak
Bugün sabah ile visal-i yârdan
Bana bir haber var inceden ince
Ol zülf-i zertârî hayâl-i yârdan
Bir bûy-ı eser var inceden ince
Olmak ister isen muhabbet pezir
Zencir-i hevâya gel olma esir
Eğer aşığısan gel şu bezme gir
Gör bah ki neler var inceden ince
Ey Emrah aldanma sen bu lâ’neye
Düşme dâr-ı dehre, şu dendâneye
Kulbe-i ahzân derler bu gam hâneye
Er bah ki neler var inceden ince
BU MERAL BAKIŞIN EY PER-İ SURET
Bu meral bakışın ey per-i suret
Çok açtı bağrımda yara gözlerin
Bilmem huri midir yoksa ki afet
Yakar baktığını nara gözlerin
Dilden işvelenip mestane süzer
Gamzelerin oku bağrımda gezer
Bir kez iltifatla eylese nazar
Olur şu gönlüme çare gözlerin
Emrah’ı âlemde bîkarar ettin
O nihan aşkını aşikâr ettin
Aklımı fikrimi tar ü mar ettin
Fitne bakışları kara gözlerin
BUNCA ZAMAN OLDU
Bunca zaman oldu ey kaşı siyah
Oldu gül yüzüne hasret gözlerim
Senden gayrisine eylemez nigah
Günde görse yüz bin suret gözlerim
Kan ağlar visale ereyim deyi
Tomurcuk gülleri dereyim deyi
Bir de mah cemalin göreyim deyi
Kaldı baka baka hasret gözlerim
Emrah der üzüldü senden elim yar
Ya kime söyleyim vasfı halim yar
Behey mürüvvetsiz kanlı zalim yar
Çok gördü yolunda mihnet gözlerim
BU SUZ-İ ZULMETTEN
Bu suz-i zulmetten divana gönül
Neyleyim bir kerre azad olaydı
Cevr ile yıkılan virane gönül
Nail-i vasl olup abad olaydı
Bağ-ı vuslat olsa biganelere
Baykuş ser çekmezdi viranelere
Yanıp yakılmadan pervanelere
Ateşten olurdu imdad olaydı
Emrah’ını saldın bu ateşlere
Bak gözümden akan kanlı yaşlara
Böyle çalınmazdım taştan taşlara
Felekte ikbalim küşad olaydı
BÜLBÜL OLMUŞ GÜLİSTANI BEKLERİM
Bülbül olmuş gülistanı beklerim
Geçti cahil ömrüm gülizâr deyu
Azgındır yaralar kabul etmezem
Ya kime varayım yaram sar deyu
Bir gün bile dost bağına girmedim
El uzatıp gonca gülün dermedim
Dünya güzeline gönül vermedim
Benim sadâkatli yârim var deyu
Emrah devran sürsün bezminde ağyar
Bu gam diyarında ben kılayım zâr
Sen tek başına gez taş yürekli yâr
Ben de böyle dolanayım yâr deyu
DEDİM DİLBER DİDELERİN ISLANMIŞ
Dedim dilber didelerin ıslanmış
Dedi çok ağladım sel yarasıdır
Dedim dilber ak gerdanın dişlenmiş
Dedi zülfüm değdi tel yarasıdır
Dedim dilber sana yazılmış kanım
Dedi niçün böyle edesin sultanım
Dedim teşne vermiş ince miyanın
Dedi ben sarıldım kol yarasıdır
Dedim seni saran serini vermiş
Dedi beni saran murada ermiş
Dedim peri yanaklarının kızarmış
Dedi çiçek sokdum gül yarasıdır
Dedim dilber Emrah aklımı aldın
Dedi sevdiğine pişman mı oldun
Dedim dilber niçin sarardın soldun
Dedi hep çekdiğim dil yarasıdır
DEYİŞ
Dedim: Dilber, sen de sevdakâr mısın?
Dedi: Senden evvel nâra ben yandım.
Dedim: Doğru söyle, bana yâr mısın?
Dedi: Sadık yârim, gönülde andım.
Dedim: Gel, ağyarı feramus eyle!
Dedi: Terk eyledim, gönlüm hoş eyle.
Dedim: Gam-ı aşkı sen de nûş eyle.
Dedi: Çoktan anı nûş edip kandım.
Dedim: Gerdanına benler dizilmiş.
Dedi: Görenler bağrı ezilmiş.
Dedim: Mahmur musun gözler süzülmüş?
Dedi: Hâb-ı nazdan yeni uyandım.
Dedim: Emrah gibi var mı âşıkın?
Dedi: Elbet benim senin lâyıkın.
Dedim: Halinden bil bağrı yanığın!
Dedi: Bilmez idim, şimdi inandım.
DİNLEYELİM DAĞ BAŞINDA FİGANI
Dinleyelim dağ basında figanı
Görelim ne demiş o Leylî Leylî
İkimiz de oturalım diz dize
Bir de hu çekelim hu Leylî Leylî
Felek çakmağını üstüme çaktı
Beni bir onulmaz derde bıraktı
Vücudum şehrini odlara yaktı
Yandım ateşine su Leylî Leylî
Felek kemendini eyledi çengel
Yâre varam diyom koymuyor engel
Ölürsem sevdiğim üstüme sen gel
Çeşmin yaşı ile yu Leylî Leylî
Daim dilimizde Hakk’ın kelâmı
Uğra dost yanına eyle selâmı
İsmini sorarsan Emrah gulamı
Daim aklımızda o Leylî Leylî
DÜŞEM YOLLARA
Tutam yâr elinden tutam
Çıkam dağlara dağlara
Olam bir yaralı bülbül
İnem bağlara bağlara
Birin bilir birin bilmez
Bu dünya kimseye kalmaz
Yâr ismini desem olmaz
Düşer dillere dillere
Emrah eder bu günümdür
Arşa çıkan tütünümdür
Yâra gidecek günümdür
Düşem yollara yollara
EL ALDI GİTTİ
Çağrışır bülbüller gelmiyor bağban
Hoyrat dost bağından gül aldı gitti..
Yüz bin mihnet çektim bir bağ bezettim
Yari ben besledim el aldı gitti..
Nice mihnet çektim bin daha gerek
Hayli ömür ister bir daha görek
Nazlı yârim aldı o kanlı felek
Aktı gözüm yaşı sel oldu gitti..
Nazlı yardan kem haberler geliyor
Dostlarım ağlıyor düşman gülüyor
Dediler ki sefil Emrah ölüyor
Kimi kazma kürek bel aldı gitti..
EL ÇEK TABİB EL ÇEK YARAM ÜSTÜNDEN
El çek tabib el çek yaram üstünden
Sen benim derdime deva bilmezsin
Sen nasıl tabibsin yoktur ilacın
Yaram yürektedir sara bilmezsin
Sana derim sana ey kalbi hayın
Kimseler çekmesin feleğin yayın
Yıkıp harab ettin gönül sarayın
Alıp bir taşını koya bilmezsin
Emrah’ım dinledin benim sözlerim
Muhabbetin can evimde gizlerim
Ne duruyon ağlasana gözlerim
Bir daha yârini göre bilmezsin
ELÂ GÖZLERİNİ SEVDİĞİM DİLBER
Elâ gözlerini sevdiğim dilber
Sen benim derdimden devâ bilmezsin
Sen nasıl tabipsin yoktur ilâcın
Yürekte yaramı sara bilmezsin
Sana derim sana ey kalbi hayın
Kimseler çekmesin feleğin yayın
Alıp harap ettin gönül sarayın
Alıp bir taşını koya bilmezsin
Emrah eydür yalan oldu sözlerim
Muhabbetin can evimde gizlerim
Ne durursun ağlasana gözlerim
Gitti kaşı kara, göre bilmezsin
FİDAN
Sabahtan uğradım ben bir fidana
Dedim mahmur musun, dedi ki yok yok
Ak elleri boğum boğum kınalı
Dedim bayram mıdır, dedi ki yok yok
Dedim inci nedir, dedi dişimdir
Dedim kalem nedir, dedi kaşımdır
Dedim on beş nedir, dedi yaşımdır
Dedim daha var mı, dedi ki yok yok
Dedim Erzurum nen, dedi ilimdir
Dedim gider misin, dedi yolumdur
Dedim Emrah nedir, dedi kulumdur
Dedim satar mısın, söyledi yok yok
GENE BAHAR OLDU AÇILDI GÜLLER
Gene bahar oldu, açıldı güller
Bülbül-ü şeydalar bağlarda gezer.
Bir saçı Leylâya meyil verenler
Elbet Mecnun olur, dağlarda gezer.
Ne sönmez ateştir aşkın ateşi
Gittikçe artırır serde savaşı
Yâr senin aşkından çeşmimin yaşı
Bahar seli gibi çağlar da gezer.
Emrah tek tıfıldan bağrı yanıklar
Bezm-i muhabbete kalbi sadıklar
Maşukundan cüda düşen âşıklar
Ruz-ü şeb ah eder ağlar da gezer.
GÜL YÜZÜNÜ GÖRÜP
Gül yüzünü görüp divane oldum
Beni mahzun etti sevdan sevdiğim
Cemalin şemsine pervane oldum
Salarım kendimi nara sevdiğim
Nazar kıl aşkına ömrümün varı
Sinemin zalımına melhem ol gayrı
Gel Kerem et bana lütfeyle bari
Sensin her derdime deva sevdiğim
Sen saçı Leyla’ya olmuşum Mecnun
Görmedim sen gibi bir güzel Toygun
Bu Emrah kulunu eyleme mahzun
Razı olmaz buna Hûda sevdiğim
GÖNÜL GİTMEK İSTER GURBET İLLERE
Gönül gitmek ister gurbet illere
Velâkin bizleri yar eğlendirir
Ezelden mailiz gonca güllere
Bülbül-i şeydayı zar eğlendirir
Bülbül gibi kaldık güller içinde
Gözümüz kan ağlar seller içinde
Biz ehl-i harabız iller içinde
Bizi ancak namus ar eğlendirir
Bir sözüm var aşikare söylenmez
Söylesem de nazlı yarca dinlenmez
Zincir ile bağlasanız eğlenmez
Emrah’ı zülfünde yar eğlendirir
GÖNÜL GURBET ELE ÇIKMA
Gönül gurbet ele çıkma
Ya gelinir ya gelinmez
Her dilbere meyil verme
Ya sevilir ya sevilmez
Yöğrüktür bizim atımız
Yardan atlattı zatımız
Gurbet ilde kıymatımız
Ya bilinir ya bilinmez
Bahçemizde nar ağacı
Kimi tatlı kimi acı
Gönüldeki dert ilacı
Ya bulunur ya bulunmaz
Deryalarda olur bahri
Doldur ver içeyim zehri
Sunam gurbet elin kahrı
Ya çekilir ya çekilmez
Emrah der ki düştüm dile
Bülbül figan eder güle
Güzel sevmek bir sarp kale
Ya alınır ya alınmaz
GÜZEL SALLANARAK NERDEN GELİRSİN
Güzel sallanarak nerden gelirsin
İşin nedir maslahatın sevdiğim
Kaldır nikabını görem yüzünü
Balaban bakışlı gözün sevdiğim
Ay doğa da altın başın parlaya
Gün değe de top zülüfler terleye
Seni bastırmayım kuru yerlere
Gül döşeyim yollarına sevdiğim
Tan yıldızı gibi parladın çıktın
Gören âşıkların bağrını yaktın
Güzel turna mısın gölden mi kalktın
Al valasın yeşil başın sevdiğim
Benim yârim porsuk bağlar başını
İnci imiş sedef sandım dişini
El yanında baksam yıkar kaşını
Tenhalarda gülüşünü sevdiğim
Kıymetli ırak uzak dediler
Zülüfü gerdana tuzak dediler
Hay vah Emrah’a yazık dediler
Ağlama hey gözün yaşın sevdiğim
HAYAL HAYAL OLMUŞ KARŞIKİ DAĞLAR
Hayal hayal olmuş karşıki dağlar
Muhannet gözlerin dolukmuş ağlar
Esti sam yelleri bozuldu bağlar
Onun için bende gam telaşı var
Alim derdin alim bin telaşı var
Yıkılsın dünyanın pembe irengi
Dinlemez öldürür yoksulu begi
Kimi yemez baklavayı böreği
Kiminin akşama nan telaşı var
Alim derdin alim bin telaşı var
Ey Emrah elveda yüklendi göçüm
Affeyle yarabbi çoğ oldu suçum
Okuyum kuranlar musaflar açın
Azrail göğsümde can telaşı var
Alim derdin alim bin telaşı var
HAZÂN İLE GEÇTİ GÜLŞENİ BUSTAN (KOŞMA)
Hazân ile geçti gülşeni bustan
Eyler dertli bülbül zâr garip garip
Haraba yüz tuttu bezmi gülistan
Ağla şimden geru var garip garip.
Hançeri feleğin ucu ciğerde
Gittikçe artıyor yara bu serde
Diyarı gurbette tutuldum derde
Gel tabip yaramı sar garip garip.
Emrah bizim elin gonca gülleri
Açılmıştır öter dost bülbülleri
Ben sefil sergerdan gurbet elleri
Gezeyim bir zaman yâr garip garip.
HEY EFENDİM EVVEL BAŞTAN
Hey efendim evvel baştan
Kuran min’di hece min’di
İstersen âleme danış
Gündüz min’di gece min’di
Melekler ol hakkın hası
İblis olmuş ana asi
Gökten ol kudret lokması
Toka min’di aça min’di
Melekler saf saf dizildi
İblisin bağrı ezildi
Dört kitap nerde yazıldı
Yoksa gökten hoca min’di
Sefil Emrah derki yardır
Dünyada dört kitap vardır
Beytullahın üstü nurdur
Şama min’di hacca min’di
İKİ KAŞLARI KARANIN
İki kaşları karanın
Ah elinden vah elinden
Siyah perçem mâhparenin
Dâd elinden vah elinden
Ağ elleri nakışlının
Ağca ceylân bakışlının
Vurup bağrım yıkışlının
Ah elinden vah elinden
Ağ elleri kınalının
O gözleri sürmelinin
Emrah eydür şu sunanın
Dâd elinden ah elinden
İKSİR-İ ÂZAMDIR
İksir–i âzamdır, nutku ehlullah
Bir nefeste hâki kimya ederler
Hakikat sırrına onlardır agâh
Ve lâkin sureta ihfâ ederler
Kem nazarla bakma dervişânlara
Köhne âba giymiş âl–i şanlara
Vâris–i enbiyâ denmiş onlara
Mürde gönülleri ihyâ ederler.
Emrah der ki, gel bu kâl’i hâl eyle.
Kâl ehli görürsen infisâl eyle
Hâl ehli görürsen imtisâl eyle
Seni de vâsıl–ı Mevlâ ederler.
Mürde: Ölü
İnfisâl: Ayrılma, uzaklaşma
İmtisâl: Ayrılmamak üzere inkıyad etme, uyma
İksir: Tüm kıymetsiz şeyleri altına çeviren, her derde deva ilaç
Hakî: Toprağı, topraktan olanı
İhfâ: Gizlemek
Kâl: Söz
KEREM KIL EY SAKİ
Kerem kıl ey saki yüz verme bana
Gönül o yüzlerden fariğdi gitti
Sevda illetinden açma söz bana
O illet bana bir nar idi gitti
Evvelden gül gibi olurdum handan
Şimdi bülbül gibi kalmışım giryan
Ya nice ağlayıp etmeyim efgan
Yârim sadakatli yar idi gitti
Gözlerim yarin muvafık ismi
Hüsnüne düşmüştür mutabık ismi
Ne zaman okunsa bir âşık ismi
Derler ki Emrah var idi gitti
NE FERYAT EDERSİN DİVANE BÜLBÜL
Ne feryat edersin divane bülbül
Senin bu feryadın gülşene kalsın
Bu dünyada eremezsem murada
Huzur-u mahşere divana kalsın
Nesin meth edeyim bir kaşı kare
Sen açtın sineme onulmaz yare
Dünya tabib gelse derdime çare
Derdimin dermanı Lokman’a kalsın
Bir yar için geçtim can ü serimden
Vücudum kül oldu aşkın narından
Emrah buse ister nazlı yarinden
Bu bayram olmazsa kurbana kalsın
NE VEFASIN GÖRDÜM BEZM-İ CİHANIN
Ne vefasın gördüm bezm-i cihanın
Kan ile pür olsun peymâneleri
Ne lütfunu gördüm pîr-i mugânın
Başına yıkılsın meyhaneleri
Çok çektim feleğin cevr ile kahrın
Bin kerre nûş ettim tas ile zehrin
Boş olsun şarabı sâki-i dehrin
Lebinden emzirmez mestaneleri
Emrahi beyhude sanma emeğin
Elbette dergâha geçer dileğin
Kırılsın dişleri çarh-ı feleğin
Nice hor eylemiş merdaneleri
SEVDİĞİM GURBETTE
Sevdiğim gurbette yeter yad oldum
Gözlerim kan ağlar dilim dad eyler
Küçücükken gözüm açıp gördüğüm
Bana senden gayrı kim imdad eyler
Ben de bilmem ne diyardan olduğum
Hasretinden sararıp da solduğum
El bağlayıp divanına durduğum
Ne öldürür beni ne azad eyler
Açılmadı şu dağların lalesin
Yıktın viran ettin ömrüm kalesin
Emrah eder çok çekmişim belasın
Beni koymuş yad elleri şad eyler
SUZ-İ HİCRANINLA
Suz-i hicranınla boyanmış gönül
Bir katre lalinden içse kanar da
Eğer yanmaz isen bu nar-ı aşka
Şu ah u vahımdan kalbini yar da
Ben feda etmişken can ile teni
Sen uyup ağyara terk ettin beni
Ey gonca dehanım el kınar seni
Bülbül yuvasında olsa kanarya
Emrah sana yeter hayal-i vuslat
Hayal ile budur gönül meserret
Gülüm sağ olsun da etmesin ülfet
Elbet rahme gelip bir gün anar ya
ŞEYTAN BUNUN NERESİNDE
Halep’ten gelmiştir dalı
Öter bülbül gibi dili
Yemen’den alınır teli
Şeytan bunun neresinde
Aşkın narına dalmışım
Mürşidi kâmil görmüşüm
Dersimi pirden almışım
Şeytan bunun neresinde
Tarikatta ben de oldum
Taliplere bir bir sordum
Hakikat yolunda kaldım
Şeytan bunun neresinde
Er isen yolunu göster
Gizleme kendini göster
Er olandan nişan ister
Şeytan bunun neresinde
Müftü gibi yalan demez
Söyler dili dolan bilmez
Hâkim gibi haram yemez
Şeytan bunun neresinde
Ali üryandır ceddimiz
Mürşidi kâmil kendimiz
Tarikat yolu bendimiz
Şeytan bunun neresinde
Tarikat yolu bent oldu
Söyleyeni Emrah oldu
Derd ü sırrım yürek oldu
Şeytan bunun neresinde
ŞİMDEN GERÜ NAZLI YÂRE KÜSKÜNÜM
Şimden gerü nazlı yâre küskünüm
Yıktı hatırımı barışmam gayrı
Âlem gelip bana rica ederse
Çevirdim yüzümü görüşmem gayrı
Güzel keklik gibi kafeste olsa
Altın vezni ile cevahir tartsa
Yarın mahşer günü şefaat etse
Giderim mahşere görüşmem gayrı
Bu yıl da Emrahi yarsız kışlasın
Varır isem o yar beni taşlasın
Şimden gerü bildiğini işlesin
Hiç bir umuruna karışmam gayrı
ŞU KARŞIKİ KARLI DAĞLAR
Şu karşıki karlı dağlar
Pare pare duman şimdi
Sevişmesi bir hoş ama
Ayrılması yaman şimdi
Gülün çevresi har m’ola
Çektiğin ah ü zar m’ola
Acep beni anar m’ola
Ol kaşları keman şimdi
Arasam yâri bulurum
Yoluna serim veririm
Bir gün görmesem ölürüm
Gör n’eyledi yaman şimdi
Emrah’ım kapıya çıkar
Çıkar da yollara bakar
Aşıkı odlara yakar
Boyu uzun fidan şimdi
VERİR
Sofi müselles der içer şarabı,
Gelir nısfet ile nasihat verir,
Sim gibi aguşa çeker dilberi,
Sorsan eğer başka bir suret verir.
Bazı dervişler var tarikte seyyah,
Sorsan tarikattan değildir agâh,
Bir destur öğrenmiş bir de eyvallah,
Yoktan mürîdana bir himmet verir.
Sofi senin fendin bana yalandır.
Suretperest olmak dîne ziyandır,
Bilmezsin içtiğin peymane kandır,
Ayine-i kalbe kudüret verir.
Emrah hevadan geç istersen cemal,
Terk-i heva ile kesb olur kemal,
Bu dil bu güttüğü bu bî-hude kal,
İki âlemde de nedamet verir.
VİSAL-İ CANANI SALDIM
Visal-i cananı saldım gümândan
Ne dildarım kaldı ne zarım kaldı
Muhabbet riştesin kestim cihandan
Ne ağyarım kaldı ne yarim kaldı
Nar-ı aşka saldım ahir ben beni
Ateşlere yandı akıl hirmeni
Harabe yüz tuttu gönül gülşeni
Ne gülzârım kaldı ne harım kaldı
Bir yere cem oldu aşk ile sevda
Emrah’ı ettiler âleme rüsva
Akıl sermayesin ettiler yağma
Ne efkârım kaldı ne varım kaldı
ZİNCİR-İ ZÜLFÜNDE
Zincir-i zülfünde şu garip gönlüm
Ne yüz buldu ne kurtuldu ne çare
Yar senin yoluna gülşen-i ömrüm
Geçti gazellendi soldu ne çare
Fülk-i aşk bihar-ı canda gezerken
Gönülden gönüle kam alam derken
Gurbet diyarında hicranda iken
Gönül bu hasretle doldu ne çare
Emrah iki gözüm olmuştur ırmak
Vermedi muradı neyleyim ol hak
Fayda vermez artık yâre yalvarmak
Gayrı demek olmaz oldu ne çare