İmdi ol Sultanın sırrını sakla.
Az söyle.
Mü’min ol.
Kavgalı yerden kaç.
Düşmanlığı sebkat etmiş ise dost olma.
Kimsenin uğradığı kötü duruma gülme.
Kendinden ulu kimse ile mücadele etme.
Doğru ol. Musibete sabret.
Sözü düşün sonra söyle.
İbadete, malına güvenme.
Halim selim ol.
Kimseye hoşhuy deme.
Bir kimseye bir şey için dervişlik satma.
Mevki sahibi kimselere yüzsuyu dökme.
Yalan söyleme.
Maslahat içün vezir ve ricâlin kapısına varma.
Bana eyi desinler diye sofuluk satma.
Tarikat pirdaşını ve karındaşını ayrı görme.
Evliyaullahtan ve mürşidden gönlünü ayırma.
Hak divanından ayrılma.
Ahde vefa et.
Vaktini zayi etme.
Ve kendine ziynet verme, gönlüne ziynet ver.
Kallaş pirsiz adamlar ile yoldaş olma.
Zira yol erkân bozulur.
Baki gerçekler demine Hû, Dost Allah, eyvallah.
Abdal Musa’dan
REŞADİYE VE ÇEVRESİNDEKİ ALEVİ OCAKLARI
Hasan COŞKUN
Öz
Alevi ve Bektaşî geleneğinin en güçlü ve diri olduğu illerden biri Tokat’tır. Tokat’ın sosyal ve kültürel açıdan bu kadar zengin olmasının en önemli sebeplerinden birisi, Anadolu topraklarında ilk Türk yerleşkelerinden biri olan bu sahada, göçebe Türk kültürünün bütün canlılığı ve etkinliğiyle yaşıyor olmasıdır. Bu çalışmada, Alevi kültürünün çok zengin dinî ve sosyal tezahürlerinin yaşandığı Reşadiye yöresinde yaşayan Alevi ve Bektaşi Ocaklarını Din Sosyolojisi açısından inceleme ve araştırmaya tabi tutuyoruz. Bu araştırmamızda genellikle kaynak tarama, gözlem, katılımcı gözlem, mülakat (görüşme) teknikleri kullanılmıştır. Alevî-Bektaşi kültürünün çok zengin dinî ve sosyal tezahürlerinin yaşandığı Reşadiye yöresinde yaşayan Alevi Dedelerinin bağlı olduğu ocakları tespit ettik. Reşadiye Alevi ve Bektaşî geleneğinde çok önemli bir yere sahiptir. Reşadiye ilçesinde yaşayan Alevi toplulukların Türkmen Alevileri olduğunu söyleyebiliriz. Reşadiye yöresinde yaşayan Alevi Dedelerinin bağlı olduğu ocakların tamamının Anadolu’nun İslamlaşması ve Türkleşmesinde önemli katkıları bulunan, “Horasan Erenleri” olarak da bilinen göçebe Türkmen dervişlerinin kurmuş olduğu tekkeler olduğunu tespit ettik. Bu çalışmamızda günümüzde de faal olduğunu gözlemlediğimiz üç ocak hakkında geniş bilgiler verdik. Bu ocaklar; Emir Şeyh Yakup Ocağı, Bostankolu Ocağı ve Kesikbaş Ocağıdır. Dede, Alevî-Bektaşi geleneğinde cemaatin dinî önderidir. Alevi topluluğunda dedenin statüsü üst düzeydedir.
Tokat yöresi Alevi ve Bektaşi geleneği açısından büyük önem arz etmektedir. Tokat ve çevresinde yaşayan Alevi ve Bektaşi toplulukların çoğunluğu 13. yüzyılda bu toprakları yurt edinmiş göçebe Oğuz Türkmenlerden oluşmuştur (Coşkun, 2019, 56). 1344 yılında İlhanlılar’ ın hakimiyetinin sona ermesiyle Oğuz boyları Anadolu’nun Tokat dahil çeşitli yerlerinde bağımsız yönetimler kurmaya başlamışlardır. Tokat’ın önemli ilçelerin biri olan Reşadiye, 1380’li yıllarda Oğuz Çepni beylerinden Hacıemiroğulları tarafından fethedilmiştir. Daha sonra 1427 yılında Osmanlılar bu bölgeyi ilhak etmişlerdir. Hacıemiroğulları’nın fethiyle birlikte bu bölgeye Oğuzlar’ın Çepni, Döğer, Eymür, Karkın, Alayuntlu, Bayındır ve İğdir boyları yerleşmiştir. Bu boylar çoğu yere kendi isimlerini veya fetihte yararlılık gösteren askerlerin ya da komutanların ismini vermişlerdir (Atasoy, 1950, 10-33).
Tokat yöresinde çok sayıda Alevi Ocağı’nın var olduğu bilinmektedir. Tokat yöresinde yaptığımız bu çalışmada yoğunluklu olarak şu ocakların dedeleri ve talipleri tespit edilmiştir. Hubyar Sultan Ocağı, Keçeci Baba Ocağı, Kul Himmet Ocağı, Pir Sultan Ocağı, Güvenç Abdal Ocağı, İmam Rıza Ocağı, Hıdır Abdal Ocağı, Şah Hataî Ocağı, Şah İbrahim Veli Ocağı, Yunus Emre Ocağı, Bostan Kolu Ocağı, Aslında Hubyar’a bağlı olmakla birlikte “Anşa Bacılılar” olarak bilinen Alevi ve Bektaşi dede ve talip grupları bulunmaktadır (Coşkun, 2019, 67-68; Üçer, 2010, 194-201). Tokat yöresinde Alevilik dört ana grupta toplanmaktadır: Bünyelerinde alt kolları da barındıran bu yapılanmada Hacı Bektaşi Tekkesi bağlıları (Bektaşiler), Hubyar Tekkesi bağlıları (Hubyarlılar), Erdebil Tekkesi bağlıları (Erdebilliler) ve Keçeci Baba Tekkesi bağlıları (Keçeci Babalılar) yer almaktadır. Tokat bölgesinde yaşayan Alevi grupların kahir ekseriyetini Hubyar Sultan Ocağı talipleri olan Sıraçlar oluşturmaktadır. Tokat ve çevresinde yaşayan Sıraçlar, Beydili Boyu’na ait saf Türk topluluğudur. Sıraçlar yaklaşık 1.000 yıl önce Horasan üzerinden Anadolu’ya gelmiş ve Anadolu’yu yurt edinmişlerdir. Tokat, Sivas, Çorum, Yozgat ve Amasya’nın bazı köylerinde yaşayan Beydili Türkmenleri için “Sıraç” ismi yaygın olarak kullanılır (Coşkun, 2018b, 145160; Üçer, 2010, 183-200). Reşadiye ve Niksar ilçelerinin köylerinde yaşayan bazı Aleviler soylarının Oğuzlar’ın Çepni, Döğer, Eymür, Karkın, Bayındır, Beydili ve İğdir boylarına mensup olduğunu iddia etmektedir. Tokat yöresinde Alevi ve Bektaşi geleneğine bağlı köylerde yaşayanların neredeyse tamamı Türkmen topluluklarından oluşmuştur diyebiliriz. Tokat köylerinde yaşayan Türkmen Alevilerinin Alevilik ve Bektaşilik inanç ve pratikleri açısından örnek olabilecek orijinal özelliklere sahip olduğunu gözlemlenmiştir (Coşkun, 2017, 89-104; 2019,60-61).
Reşadiye yöresinde Türkiye’nin her yerinde yaşayan Aleviler için büyük önem arz eden ocaklar bulunmakla birlikte yoğun olarak Hacı Bektaş Veli Tekkesi’ne bağlı Emir Şeyh Yakup Ocağı, Bostankolu Ocağı ve Kesikbaş Ocağı dede ve talipleri bulunur. Bu ocakların yanında bölgede Hubyar Sultan Ocağı, Keçeci Baba Ocağı, Kul Himmet Ocağı, Pir Sultan Ocağı, Seyit Bilal Ocağı, Güvenç Abdal Ocağı talipleri de bazı köylerde bulunmaktadır.
Reşadiye’de bulunan köylerin 21 tanesi Alevi ve Bektaşilerin yaşadığı köylerdir. Bu köyler; Büşürüm, Beşdere, Bostankolu, Çatköy, Çevrecik, Çakmak, Çayırpınar, Döllük, Dolay, Esenköy, Gökköy, Güllüce, Özen, Öküzlü, Saraykışla, Sazak, Soğukpınar, Yeşilyurt, Toklar, Küçükbesler, Karşıkent’tir. Bu köylerin yanında bir de dönük olarak ifade edilen yani önceden Alevi olup sonrasında Sünni olan köyler de mevcuttur. Darıderesi, Işıklar, Elmacık, Nebişeyh, Hasanşeyh köyleri bu köyler arasındadır (Tan, 2014,153-155). Dönükler olarak ifade edilen köylerde yaşayanlar sonradan Sünni olduklarını kabul etmeyerek bunu kanıtlamaya çalışmaktadırlar.
Reşadiye ilçesi; toplumsal ilişkiler açısından değerlendirildiğinde, ilçe genelinde aile, din, ekonomi, eğitim, siyaset, sağlık kurumlarının kırsal kesimin sosyolojik özelliklerini taşıdığı rahatlıkla görülebilir. Reşadiye ilçesinin kültürel yapısında Alevi ve Bektaşi geleneğinin çok güçlü izleri görülmektedir. Reşadiye ilçesinde kasaba ve köylerin toplam nüfusu 85.366, Alevi olan kasaba ve köylerin toplam nüfusu ise 12.315’tir. Buna göre bölgedeki köy ve kasabalarda yaşayan Alevi nüfusu %14.42 kabul etmektedir (Yılmaz, 2005, 196). Aleviler, şehir merkezinde ve Kayalık Osmaniye; Çamlıca mahallelerinde yoğun olarak yaşamaktadırlar. Alevi köylerinde göç oranı yüksektir. Bu bölgeden göçen Aleviler, özellikle İstanbul İkitelli’de yaşarlar. Burada bu köylere ait dernekler de bulmak mümkündür. Bu derneklerde cem ibadetlerini gelenek ve göreneklerini devam ettirmeye çalışıyorlar.
Reşadiye ilçesinde bulunan Alevi Ocaklarının İç Anadolu ve Karadeniz bölgesinde etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Bu çalışmada,Alevi ve Bektaşi kültürünün çok zengin dini ve sosyal tezahürlerinin yaşandığı Reşadiye yöresinde yaşayan Alevi ve Bektaşi Ocakları, Din Sosyolojisinin metot ve teknikleri açısından inceleme ve araştırmaya tabi tutulmuştur. Bu araştırmada genellikle kaynak tarama, gözlem, katılımcı gözlem, mülakat (görüşme) teknikleri kullanılmıştır. Bu araştırmada, Reşadiye ilçesinin Alevi ve Bektaşi geleneğine bağlı köylerinde bulunan Alevi Ocaklarını tespit etmeye çalıştık. Daha sonra bu dede ocaklarını ziyaret ederek, dedelerle derinlemesine mülakatlar gerçekleştirdik. Dede ve talipler ile gerçekleştirdiğimiz görüşmeler kamera ve ses kayıt cihazı ile kayıt altına alınmıştır. Ocaklar ve ziyaret yerlerinde gerçekleştirilen kültürel etkinliklere katılarak il dışından gelen ocaklı dede ve taliplerle görüşme yaparak bunlardan elde edilen bilgileri kayıt altına aldık. Bu dede ocaklarının kurucusu dedelerin türbelerini ziyaret ederek sosyolojik gözlem yapma imkanı bulduk.
1. Reşadiye İlçesindeki Alevi ve Bektaşi Ocakları
Alevilik’te “ocak” sözcüğü, genellikle “dedenin bağlı olduğu soy” anlamında kullanılmaktadır. Aşiret ise bundan çok daha geniş bir sosyal birimi karşılamaktadır. Durum böyle olmakla birlikte, pratikte iki kavramın birbirleri yerine kullanıldıklarına sıkça rastlanılmaktadır. Daha çok ocakların aşiret olarak nitelendirilmesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır (Coşkun, 2019, 25; Güler, 2010, 83). Tüm Anadolu’da yaşayan Türkmen Alevileri, gayri resmi olarak organik bir ağ olan ocak sistemi ile günümüze kadar örf, adet ve inançlarını yaşatmayı başarmışlardır. Anadolu’daki ocaklar ile Türkmen aşiretleri arasında güçlü bir bağ mevcuttur. Rehber ocakları pir ocaklarına, pir ocakları mürşit ocaklarına, mürşit ocakları da pir-i pirân ocaklarına bağlıdır. Ocaklar, Alevi Türkmen aşiretlerinin bağlı bulundukları ana merkezlerdir. Her Türkmen aşiretinin bağlı bulunduğu bir ana ocak bulunmaktadır (Coşkun, 2015,97117; Coşkun, 2018a, 43-62 ). Alevilerin bağlı bulundukları aşiretin her birinin bağlı bulunduğu bir dede ocağı vardır. Genel aşiret ismi altında adeta konfedere bir yapıda birden fazla daha küçük aşiret veya farklı topluluklar toplanmıştır. Doğal olarak büyük aşiret nüfuzları itibariyle daha küçük olan toplulukların etkisi altına almıştır (Taşğın, 2013, 253). Alevi ve Bektaşi topluluklar cemaat yapılanması bakımından dergâhlar ve ocaklara bağlıdırlar. Toplumsal planda dergâh ve ocak disiplini esastır. Bu organizasyon kutsal temellere dayanmaktadır çünkü bu ocakları oluşturmuş aileler keramet sahibi ululardan gelmektedir. Bu ulu kişiler aynı zamanda İslam Peygamberi’nin ve Ehlibeyt’inin soyuna dayanmaktadır. “Hak-Muhammed-Ali Yolu” olarak adlandırılan ve kutsanan bu yol, Ehlibeyt’e dayanan dede aileleri yani “Ocaklar” aracılığıyla yüzyıllardır süregelmektedir (Yaman, 2006, 56).
Alevi ve Bektaşi toplumunda bu ocaklar, topluluğun inanç merkezi, belli zamanlarda görgü ve sorguların gerçekleştiği, kültürel ve sosyal etkinliklerle toplumun aydınlatıldığı, çeşitli yaptırım, yol ve yöntemlerle sorunların çözüldüğü ve toplumsal ilişki ve işleyişin sağlandığı mekanlar yani kurumsal yapılardır (Avcı, 2008, 78; Ünlü, 2017, 99). Bu başlık altında Reşadiye ilçesinin Alevi ve Bektaşi geleneğine bağlı köylerinde bulunan Alevi Ocaklarını tespit ederek bu yörede en çok dede ve talipleri bulunan Hacı Bektaş Veli Ocağına bağlı Emir Şeyh Yakup Ocağı, Bostankolu Ocağı ve Kesikbaş Ocağını ele alıyoruz.
Emir Şeyh’in kim olduğu, ne zaman yaşadığı hakkında kesin bilgilere ulaşmak mümkün olmasa da halk arasında çok sayıda sözlü geleneğe bağlı söylence ve rivayet anlatılmaktadır.
Reşadiye ilçesinin adını Emir Şeyh Yakup’tan alan mahallede türbesi bulunmaktadır. Emir Şeyh Yakup Tekkesi, Tokat ili Reşadiye ilçesinde bulunmaktadır. Türbe Kelkit çayının güneyinde Reşadiye ile karşı karşıya önü açık meyilli bir arazide tepecik üstündedir. Reşadiye ilçe merkezi ile Karşıkent (Muday) ve Soğukpınar köyleri arasındaki bir bölgede Çermik’i de gören yerdedir. Türbe kitabesinde, “Emir Şeyh Yakup soyca Türk olup Türkistan’ın Modan şehrinde doğmuştur. Doğumu tahminlere göre 1034’tür. Ölümü tahmini kaynaklara göre 1082’dir. Emir Şeyh Yakup hazretleri Türk hükümdarı Alparslan’ın oğlu Melikşah’ın mahiyet emirlerinden Emir Altın’ın oğludur. Babası Emir Altın Erzincan, Erzurum, Sivas, Tokat ve Niksar ile Ordu vilayeti bölgeleri ilk defa 1072 yılında Bizanslılar’dan fetheden kahramandır” ibaresi yer almaktadır. Emir Şeyh Yakup bilgin ve kahraman bir zat olduğu bilinmektedir. İlçe merkezinde bulunan türbe, özellikle bölgedeki Alevi ve Bektaşi vatandaşlar tarafından sıkça ziyaret edilmektedir. 2015 yılında İlçede bulunan Emir Şeyh Yakup Türbesi yanına Kültür Merkezi ve Çevresi Düzenlemesi temel atma törenine Tokat Valisi, Tokat Milletvekilleri, İlçe Kaymakamı, Tokat Belediye Başkanı, İl Jandarma Komutanı, İl Emniyet Müdürü, Reşadiye Belediye Başkanı, daire amirleri, sivil toplum kuruluş temsilcileri, siyasi parti temsilcileri, Tokat il ve ilçelerinden Alevi Dedeleri ve vatandaşlar katıldı
Burayla ilgili olarak Çevrecik köyü Dede vekili şunları söylüyor: “Türbeleri ziyaret etmek, orada bir araya gelip dua ve ibadet etmek, lokmaları paylaşmak, toplumsal sorunlar hakkında sohbetler etmek, inançsal değerler noktasında hasbihal etmek önemli ve değerli bir geleneğimizdir. Bu önemli geleneğin yaşatılması gerekiyor. Türbelerimizi ziyaret etmek, orada dua ve ibadet etmek bazılarınca Allah’a şirk koşmak olarak anlaşılıyor. Ancak, türbelerde mezarları bulunan ve veliler, erenler, evliyalar olarak adlandırdığımız şahsiyetler, insana ve topluma hizmet etmiş değerli şahsiyetlerdir. Bu zatların naaşlarının orada olması bizler için o kadar önem taşımıyor. Bizler için bu türbeler o zatların makamıdırlar. Ulu zatların makamı, türbesi olmasının yanı sıra dergâh olarak da işlevi olan mekanlardır. Bilindiği gibi dergahlarımızda esas itibarıyla insana maddi ve manevi olarak hizmet sunan kurumlardır. Dervişlerin eğitim gördüğü, açların ve fakirlerin doyduğu, yaşama ve dünyaya dair gerçeklerin konuşulduğu ve tartışıldığı kurumlardır. İçinde türbenin de olduğu bu dergahlara gitmek, orada dua etmek Allah’a şirk koşmak değildir. Orada yatan, topluma ve insanlığa hizmeti olan ulu zatları yad etmek, anmak, onların değer ve doğrularının takipçisi olmak bizim görevimizdir” (K6, Kişisel Görüşme, 23 Temmuz 2020).
Emir Şeyh Yakup Ocağına bağlı dedeler genellikle Soğukpınar ve Karşıkent köylerinde yaşarlar. Emir Şeyh Yakup Ocağı’na bağlı talipler Sivas, Tokat, Niksar ve Reşadiye ilçesinin bazı köylerinde bulunurlar. Emir Şeyh Yakup Ocağına bağlı Behramlı Ocağı dede ve talipleri de Reşadiye’nin merkez ve köylerinde bulunmaktadır. Behramlı Ocağı dedeleri Emir Şeyh Yakup Hazretleri’nin soyundan gelmektedir (K5, Kişisel Görüşme, 30 Temmuz 2020). Emir Şeyh Yakup Hazretleri’nin hayatı ve Reşadiye’ye gelişi rivayetlere göre şöyledir. Eskiden beri ilçede anlatıldığına göre; mezarları birbiriyle aynı hizada olan Hasan Şeyh, Nebi Şeyh, İbrahim Şeyh ve Cimi Tekke evliyaları ve ilçe merkezinde bulunan Emir Şeyh Yakup 7 kardeştirler. Emir Şeyh Yakup soyca Türk olup Türkistan’ın Modan şehrinde doğmuştur. Doğumu tahminlere göre 1034’tür. Ölümü tahmini kaynaklara göre 1082’dir. Emir Şeyh Yakup hazretleri Türk hükümdarı Alparslan’ın oğlu, Melik Şah’ın mahiyet emirlerinden Emir Altın oğludur. Babası Emir Altın Erzincan, Erzurum, Sivas, Tokat ve Niksar işle Ordu vilayeti bölgelerini fetheden kahramandır (K7, Kişisel Görüşme, 22 Temmuz 2020). Ocakta anlatılan bir rivayete göre, Horasan’da bir dervişe bağlı olan Emir Şeyh Yakup burada eğitimini alan 90.000 erden biridir. Bu erler Türkiye’ye gönderilirler. Emir Şeyh Yakup Hazretleri ise Reşadiye’nin Çermik kazasına gelir, burada irşat faaliyetlerine devam eder. Bölgenin Müslümanlaşmasını sağlar (K4, Kişisel Görüşme, 21 Temmuz 2020).
Ocak mensuplarınca anlatılan bir diğer anlatıya göre: “o tarihlerde civar ormanlarla kaplıdır. Askerleriyle sefere çıkan padişah Reşadiye’nin Çermik kazasına gelir. Yiyecek bulmak için askerlerini dağa gönderir. Yiyecek bulamayan askerler padişahın yanına gelip “Padişahım yaşlı bir ihtiyardan başka bir şey bulamadık.” der. Bunun üzerine padişah: “ ben de bu ihtiyari bulmak istiyordum derhal o ihtiyarı bulup yanıma getirin.” der. Bunun üzerine askerler yola çıkar ve ihtiyarı bulurlar. Kendisini padişahın çağırdığını söyledikten sonra ihtiyar şöyle der: “Padişahın yanına boş gitmek olmaz yanımızda bir hediye götürelim.” Bunun üzerine kılıcını taşa vurur bütün geyikler gelir, en güzel olan geyiği alır ve askerlerle beraber padişahın yanına giderler. Padişahla konuşup nasihat eden bu ihtiyar Emir şeyh Yakup’un kendisidir. Padişah Emir Şeyh Yakup ile konuşurken askerlerinin yıkanması gerektiğini söyleyince Emir Şeyh Yakup kılıcını üç kere taşa vurur ve oradan şimdiki sıcak su olan “çermik kaplıca suyu” çıkar. Ellerini yıkadıkları gibi diğer temizliklerini, banyolarını yaparlar. Padişah bu mucizeler karşısında şaşırır. Şaşkınlık geçince dervişten “ne dilersin benden” der. Derviş: “ben bir şey istemem, dünya malında gözüm yok” der. Padişah olmaz, mutlaka bir şey isteyeceksin. Zorda kalan derviş mademki öyle benden sonra geleceklere bir “Hellelik” ver der. Padişah da Kelkit Çayı’ndan başlamak üzere Mudayı, Soğukpınar’ı da içine alan geniş bir toprağı Şeyh Yakup’a bağışlar (K4, Kişisel Görüşme, 21 Temmuz 2020).
Emir Şeyh Yakup halk tarafından benimsenmiş önemli bir yere sahiptir. Evliyaya değer vermelerinin sebeplerinden birisi ona kutsallık atfetmelerinden dolayı dualarında aracı olduğuna inanmalarıdır. Evliyanın duasının kabul olacağına ve bu nedenle şifa bulacaklarına inanırlar. Bazı hastalıklarına şifa olacağına inandıkları türbe ziyaretlerini ‘Şeyh Emir Dede’nin yüzü suyu hürmetine’ duasıyla başlatıp amin diyerek bitirirler. Şeyh Emir hazretlerinin Allah’ın sevgili kulu, duasının kabul olduğunu ve sevgili bir eren olduğunu düşünürler. Onu muhterem bir zat olarak kabul ederler. Türbe, her türlü dilek için il içi ve il dışından gelen Sünni ve Alevi vatandaşlar tarafından sıkça ziyaret edilmektedir. Özellikle bahar ve yaz aylarında, daha çok Alevi ve Bektaşi köylüleri tarafından topluca (kadın-erkek) ziyaret edilmektedir. Bu ziyaretler esnasında burada çeşitli dilekler dilenmekte ve kurbanlar kesilmektedir (Keskin, 2000, 218). Dilek dileyen ziyaretçiler, türbenin giriş kapısının solundaki bir taşa taş yapıştırmakta ve dışarıda bulunan ve kutsal kabul edilen sudan içmektedirler. Ayrıca, mezarın ayak kısmından alınan “göher toprağı” hastalar tarafından şifa niyetiyle yenmektedir.
Emir Şeyh Yakup ile ilgili yörede söylenen bir şiir:
Evel Allah dedi kalktı yürüdü
Benim pirim Horasandan gelmiş idi
Doksan bin erinen bile var idi
Benim pirim Horasandan gelmişti
Önünden akıyor Kelkit Irmağı
Bilene kimyadır otu yaprağı
Kerameti ile bağladı toprağı
Karşısına geçer çörmüğün düzü Serindir havası tez gelir yazı Üstünde kesilir koç kurban kuzu Yükseğinde Hacı Sultan erbekler Cuma gecesi eyler tevükler Başına birikti cümle geyikler Yassıtaş üstüne elini çaldı Serinin geyikleri geldi dirildi Seçti içinden kurban aldı Kurbanın kabul olsun geyik etti Kemiğini hep bir yere topladı Elini çaldı kalk dedi kalktı Kalkta dört yanına bak dedi Silkinde dağına çık dedi Mucize gösterdi Hünkâr önünde Hünkâr derki ne var bunun sonunda Kavun, karpuz yetiştirdi zemheri ayında Benim pirim Horasandan gelmiştir Aşığı meletmek pirime huydu Aşıklık dediğin böyle bir soydu Tekkesini sorarsan namı mırdaydı Bunca dertlilere derman verdi
Sefil Mehemmed (Erişim Tarihi:28.06.2021,http://tokatgundem.com.tr/emir- seyh-yakup-turbesi/25930/)
Reşadiye yöresinde Hacı Bektaş Veli Tekkesi’ne bağlı Bostankolu ocağı bölgenin en büyük ocağıdır. Türkiye’nin her yerinde yaşayan Aleviler ve Bektaşiler için çok büyük önem arz eden Bostankolu ocağının merkezi aynı ismi taşıyan köydedir. Reşadiye yöresinde Bektaşi yoğunluğu bulunmaktadır. Bostankolu ocağı mensubu yöre Alevileri Dedeci Bektaşi’dir. Hacı Bektaş Veli’yi Serçeşme olarak kabul ederler (Üçer, 2010, 217-218). Bostankolu ocağı için Bostan kulu ismi ile de bölgede tanınmaktadır. Bostankulu Ocağı Dedeleri genellikle Tokat’ın Reşadiye yöresinde, Turhal’ın Yeşilalan ve Almus’un Akarçay köyünde bulunurlar. Bostankulu Hasan Halife keramet göstermiş, Hacı Bektaş Veli Dergâhında kazan kaynatmış, hizmet etmiş ve kendisine bu görev verilmiştir. Bu ocağın talipleri Yozgat, Kayseri, Ankara, Samsun, Sivas, Çorum ve Tokat havalisinde yoğun olarak bulunmaktadır.
Bölgede bulunan Alevi köylerinin çoğu bu ocağa bağlıdır. Bostankolu Ocağı’nın kuruluş tarihi ve süreci hakkında ocağın dedesi Ali Gürel bize şu bilgiyi vermektedir: “İslam tarihi içerisinde pek çok evliyalar, veliler bulunmaktadır. Allah sayısını kıyamete kadar daim eylesin. Çünkü evliyalar Allah’ın bir cüzü, peygamberin bir noktası diye düşünüyorum. Çünkü evliyaullah dediğimiz insanlar Rasulullah Efendimiz’in (sav.) ahlakıyla ahlaklanmış onun yolunda, onun sünnetini yaşamak isteyen güzel insanlar diye düşünüyorum. Bu evliyalardan bir tanesi de evliyaullah-ı ekber olarak adlandırılmış Muhyiddin Arabî hazretleridir. Muhyiddin Arabî hazretlerinin torunlarından bir tanesi de Bostankolu ocağı kurucusu Hasan Halife hazretleridir. Hasan Halife hazretleri birdenbire gelip Reşadiye’nin Bostankolu köyünü kurmamıştır. Onun geliş hikayesi şöyledir.
Hasan Halife Hazretleri kendisi Kayseri’nin Ambar köyünde yaşamaktadır. Orada çiftçilik yapmaktadır. Bir gün tarlasına bostan ekerken iki tane adam gelir “Efendi kolay gelsin, bereketli olsun,” diyorlar. Hasan Halife hazretleri de o günkü terbiye üzerine onları karşılıyor ve “Hoş geldiniz.” diyor. İki adam “Sen ne yapıyorsun burada?” diye soruyor. Cevap veren Hasan halife Hazretleri: “bostan ekiyorum efendim” diyor. Bunun üzerine iki kişiden biri “Git bak bakalım bostan büyümüş mü? diye soruyor. Hasan halife hazretleri ise “Efendim yeni ektim tohumu, hemen nasıl yetişsin? diye soruyor. Bunun üzerine elini torbanın içerisine sokan kişi “bu canlı değil mi, bundan çıkar, sen git bak bakalım bir kontrol et.” diyor. Kontrol etmeye giden Hasan Halife hazretleri bir de bakıyor ki tarlanın ortasında bir kavun yetişmiş, üç tane dal atmış, her dalda bir kavun var. Kavunları koparıyor alıyor geliyor Hasan Halife Hazretleri. Herkese birer tane veriyor, birini de kendi alıyor. Teşekkür eden adamlar oradan ayrılınca Hasan Efendi’nin aklı başına geliyor ve “Bunlar er kişiydi, ben ne yaptım? Orada bana bir keramet gösterdiler ve ben bunun farkına varamadım.” diye eve doğru gidiyor. Hanımı eve misafir geldiğini haber vermek için yola çıktığı sırada, Hasan Halife hazretleri eve geliyor. Hanımı, Hasan Halife hazretlerine: “ben de sana haber gönderecektim iki misafirimiz geldi.” diyor. Bunun üzerine Hasan Halife hazretleri içeriye girip baktığında misafirlerin o keramet gösteren iki zat olduğunu görüyor. Sohbet ettikten sonra kavunları bir araya getiriyorlar ve kavunları kesip lokma yapıp yiyorlar. Kendilerini tanıtan iki zat “Hasan Efendi ben Hızır’ım, bu da pirimiz Hacı Bektaş Veli” diyor.” Başka birinin yanına gitmek yerine Hasan Efendi’nin yanına gitmelerinin sebebi ise Hasan Efendi’nin soyunun güzel ve mübarek olmasıdır. Hacı Bektaş Veli hazretleri Hasan Efendi’ye “Hasan benden devlet mi istersin, evlat mı istersin, himmet mi istersin?” diye soruyor. Hasan Efendi “Efendim bir de hanıma danışayım.” diyor ve hanımın yanına gidiyor. Hanımı ise Hasan Efendi’ye “Efendi biz devleti ne yapalım, devletimiz bize yeter, evlat istersek evlatlarımız da bize yeter. Biz en iyisi himmet isteyelim” diyor ve himmet istemeye karar kılıyorlar. Hacı Bektaş Veli’nin yanına gidiyorlar ve Hasan Efendi: “pirim biz himmet istiyoruz” diyor. Hacı Bektaşi Veli Hazretleri ise “Hasan evlat istersen kolaydı, devlet istersen kolaydı ama himmet alman için dergâha gelmen lazım” diyor. Bunun üzerine Hasan Efendi o yıl borcunu ödüyor, komşularından helallik alıyor, ürünlerini satıyor ve dergâha bağlanmak için yola çıkıyorlar. Hasan Efendi ve karısı Ana Sultan dört yıl boyunca dergâhta bulaşık yıkıyorlar. Bulaşık yıkamalarının sebebi ise Nefs-i emmareyi öldürmek içindir. Hasan Efendi daha sonra aşçı yardımcısı ve en sonunda Hacı Bektaşi Veli’nin baş aşçısı olmuştur. Bir gün aşçı yardımcısı gelip Hasan Efendi ye “Efendim dergâhta odun kalmamış.” diyor. Hasan Efendi de şaşırarak “dergâhta nasıl odun olmaz?” der. Yemeği pişirmesi gereken Hasan Efendi yardımcılarına: “siz dışarıda bekleyin ben bu yemeği pişireceğim.” diyor ve içeriye yemeği pişiriyor. O günkü tasavvufi ahlakta pirin yemeğini baş aşçı götürüyor. Pirin duasını alır. Hacı Bektaş Veli orada bekleyen Hasan Efendi’ye döner “evladım bugünkü yemeğin de ayrı bir tat var, yemeğinde cennet kokusu var” diyor. Hasan Efendi: “pirim her günkü pişirdiğim gibi pişirdim” diyor. Bunun üzerine Hacı Bektaş Veli: “bu yemek odun ateşinde değil gönül ateşinde pişmiş, artık elindeki kepçeyi bırak! çünkü sen himmetini aldın” diyor. Himmetine alan Hasan Efendi, Reşadiye’ye geliyor, Reşadiye’nin Bostankolu mevkiinde ocağını kuruyor. Orada irşada başlayan Hasan Efendi o bölgenin İslam ile tanışmasını sağlıyor. Reşadiye’de Alevilik, Hacı Bektaşi Veli tarafından gönderilen Hasan Efendi’nin öğretisi ile bu bölgede yaygınlaşmıştır. Burada uzun müddet yaşayan Hasan Efendi daha sonra köyüne geri dönüyor, köyüne gelir gelmez vefat ediyor ve oraya defnediliyor. Kayseri – Ambarlı arasında medfun olan Hasan Halîfe Hazretlerinin türbesi oradadır. Hasan Halife Hazretleri gibi kişiler pirdir. Bizim mürşidimiz Hacı Bektaş Veli Hazretleri’dir. Şimdiki mürşidimiz ise Pirin makamında oturan kişi yani V. Hürrem Ulusoy Efendimizdir. Dede ise Pirin ve Mürşidin alt kolunda hizmetli ocakta yolu yürüten her türlü dedelik hizmetini yerine getiren şahıstır (K1, Kişisel Görüşme, 27 Temmuz 2020). Bostankolu köyünde ocağa ait herhangi bir ziyaret mekânı bulunmamaktadır. Bostankolu köyünde yaşayan insanlar Alevi ve Bektaşi geleneklerine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu geleneksel yapı içerisinde köylünün görgü dediği ve senede bir ya da iki defa yaptığı bir gelenekleri devam ediyor. Bugün buna “adalet divanı” adı verilir. Köylü “görgü” gününde toplanır, kurban keser, yemek yer, köyün dedesi meclis kurar bu mecliste özel sorunlar görüşülüp karara bağlanır, küskünler barıştırılır, kavgalılar dinlenir, haklı ve haksız oy birliğiyle saptanır, köy meclisi ve dedesinin almış olduğu karara ve yapması gereken bir hükme uymayan kişi köy halkı tarafından dışlanır. Kimse onunla konuşmaz. Düğüne çağrılmaz, bayrama ve cenazesine gidilmez (K1, Kişisel Görüşme, 27 Temmuz 2020).
Reşadiye yöresinde Hacı Bektaş Veli Tekkesi’ne bağlı ocaklardan bir diğeri Kesikbaş ocağıdır. Ocak merkezi Reşadiye’nin kuzeybatısında ilçe merkezine 26 km uzaklıktaki Toklar köyündedir. Köyün eski ismi Gelyeme’dir. 1960’lı yıllarda köylerin ismi değiştirilince, Gelyeme adı da Toklar olarak değiştirilmiştir. Bu ismin nereden geldiği ve köyün tarihi hakkında kesin bilgi yoktur. Köyde cem ritüellerini yaptıkları bir cem evi yoktur. Onun yerine Hasan Dede’nin evinin içinde bulunan “Dede Evi”nde cem ritüelleri yapılmaktadır. Köyde bir cami ve cami imamı mevcuttur. Caminin alt katında bir aşevi bulunuyor. İstanbul’dan gelen talipler özellikle yaz aylarında dede nezaretinde kurbanlarını keserek burada lokma ikram ediyorlar. Kesikbaş ocağı dedeleri Toklar köyündedir. Eraslan soyadına sahip dede ailesinin eski evlerinin kutsal olduğuna inanılıyor ve ocağın merkezi olarak kabul ediliyor. Dedelerin evinde Kesikbaş’a ait kutsal bir emanetin olduğuna inanılıyor. Dede ailesi yeni ev yaptırdığı zaman bu emaneti yeni evlerine götürmek istemişler fakat o gece Kesikbaş rüyalarına girmiş ve tekrar eski yerine konulmaz ise büyük felaket ile karşılaşacaklarını söylemiş bunun üzerine kutsal emanet tekrar ocak merkezi olarak kabul edilen eski yerine götürülmüştür. Bu eve çok sayıda talip gelerek adak kurbanları kesiyorlar (K2, Kişisel Görüşme, 20 Temmuz 2020).
Kesikbaş ocağı dedeleri, Hacı Bektaş Veli’yi pir olarak kabul ediyor. Türkiye’deki bütün ocakların O’na bağlı olduğunu, söylüyor. Veysel Dede şu bilgileri verdi; “Alevi ve Bektaşi ocaklarında posta oturan, irşat eden tüm dedeler, Hacı Bektaş Veli’nin halifesidir. Ocak, Pîr-i Türkistan Ahmed Yesevî Hazretleri’nin Anadolu’ya göndermiş olduğu, pîrimiz, üstâdımız, velimiz Hünkar Hacı Bektaş Velî efendimizin Kırşehir’in Hacı Bektaş ilçesinde o zaman ki köy, orada başlatmış olduğu, ilim, irfan, irşad dairesinde göndermiş olduğu halifelerini, o halifelerle olan birlikteliğini kurmak için yapmış olduğu sistemin adı ocaktır. Bunu günümüzde şöyle denkleştirebiliriz; örneğin dernekler vardır, derneklerin bağlı olduğu federasyonlar vardır, federasyonların da bağlı olduğu konfederasyonlar vardır. Bunun gibi de Hacı Bektaş Velî efendimiz, her beldeye her bölgeye, ocak sahiplerini göndermiş, bir ocak uyandırmış, bu ocakları da kendisine bağlamış, ki birlik ve beraberlik olsun. Yol sürsün. Gelenek ve inançlarımız böylece devam etmiştir” (K8, Kişisel Görüşme, 25 Temmuz 2020). Hasan Eraslan Dede ocak hakkında bize şu bilgileri verdi: “bizler Kesikbaş Ocağı’na bağlıyız. Bir diğer adı da ‘Hünkâr Hacı Bektaş Veli Ocağı’dır. Hünkâr Hacı Bektaş Veli’den geliyor bilgilerimiz. O zamandan bu yana bilgiler dedeler vasıtasıyla aktarılarak bugüne kadar ulaşmıştır. Kesikbaş ocağının şeceresi de şöyledir; babamın dedesi Hasan dedemden bu ana kadar intikal ettiğini biliyorum. O zamanlar dedeme Bülbül Dede derlermiş. Tokat bölgesinde talipleri çok olan biriymiş ve çok tanınırmış. Sivas bölgesinden Reşadiye, Niksar ve Almus’a kadar talibi olan bir ocakzadeymiş dedem. Tarihinin kısaca böyle olduğunu biliyorum. Kendimi bildim bileli iyilik üzerine bir şeyler yapmaya çalışırız. Bizde küslük yoktur. Alevilikte bu böyledir. Hangi ocak olursa olsun ilk öğrendiğimiz şey toplumsal barıştır. Eskiden Alevilik daha iyi durumdaydı millet birbirine daha çok bağlıydı dedesini atasını çok iyi biliyorlardı. Günümüzde sistemler ve teknolojiler değişti, toplum bilgiye kolay ulaşır oldu ve dahası bu durum milleti araştırmadan uzaklaştırdı her duyduklarına inanmaya başladılar sonrasında da dede ocakları değişti. Kimilerinin ocakları söndü tarikatı, yolu bilen kimseler kalmadı. Böyle olunca halk farklı bir ocağa biat etmeleri gerektiği halde bunu yapmadı. Asimile oldular. Eskiye göre tabiî ki Alevilik inanç ve değerleri zayıfladı” (K3, Kişisel Görüşme, 20 Temmuz 2020).
Sözlü gelenekteki söylenceye göre Kesikbaş Destanı’nın çeşitli versiyonları anlatılmaktadır. Reşadiye yöresinde anlatılan bir rivayete göre; “Günün birisinde bir şehri düşmanlar kuşatır. Zorlu bir çarpışma olur. Birçok yiğit ölür. Savaşın kızıştığı bir an, namlı yiğitlerden biri düşman ordusunun içine dalar. Amacı düşman ordusunun komutanını öldürüp savaşa ve daha çok kan akmasına engel olmaktır. Fakat kolayca ilerleyemez. Gün batımına kadar kılıç sallar. Akşam olunca hem yorgunluktan hem de karanlıktan istifade edip bir kılıç darbesi ile başını gövdesinden ayırırlar. Bu mübarek zatın sadece kellesi kalır. Bu mübarek zat sürüne sürüne Mekke’ye gider. Hz. Ali’nin yanına varır, öcünü almazsa ahirette davacı olacağını söyler. Hz. Ali, Peygamber Efendimizden izin isteyerek, Kesikbaş’la yola çıkar. Yolda Hz. Ali, Düldül ile giderken Kesikbaş’ı kucağına almak ister ama onu kaldıramaz. Hz. Ali kılıcı Zülfikar’ı çekerek Kesikbaş’ın intikamını alır ve gerçek müminleri zulümden kurtarır” (K3, Kişisel Görüşme, 20 Temmuz 2020).
Reşadiye yöresinde Kesikbaş türbesi, bölge halkı tarafından oldukça önemli bir yere sahip olmakla beraber, sıkça ziyaret edilen kutsal bir mekandır. Çeşitli hastalıklardan kurtulmak için veya evlenmek isteyen gençler için bir umut noktasıdır. Günümüzde pek rastlanmasa da eskiden bez bağlamak gibi çeşitli faaliyetler de görülmüştür. Yine köylülerin inanışına göre bu bölgeden ağaç kesmek, bölgede eğlence yapmak uygun görülmez. Bununla ilgili olarak yöre halkından bir rivayete göre, komşu köyden bir kişi buraya odun kesmeye gelmiş ve buradan kestiği odunları evine götürüp kullanmak istemiştir. Ancak buradan götürdüğü odunları yaktığında evinde büyük bir yangın çıkmış ve bütün ailesi ölmüştür.” Bu yangının sebebinin Evliya yanından izinsiz ağaç kesmek ve eğlence yapmak olduğuna inanılmaktadır (K7, Kişisel Görüşme, 22 Temmuz 2020). Reşadiye yöresinde yaşayan Alevi ve Bektaşi toplulukların Kesikbaş Ocağı’nın Hz. Hüseyin’in Kerbela’da katledilmesinin acı hatıralarını içerisinde barındırdığı için çok büyük saygı duymaktadırlar. Ocak merkezinde Hz. Hüseyin’in anısına kurban kesmek isteyenler, onun yaşadığı büyük acıları kalplerinde hissettiklerini ifade etmektedirler.
Tokat’ın Reşadiye ilçesi yani eski adıyla İskefsir Bölgesine de birçok Türkmen akıncı, eren gelmiş ve bu bölgede Alevi geleneklerine bağlı olduğu dergâh ve ocak kurmuştur. Yörede mülakat yaptığımız dedelere göre ocak; aynı düşünceye mensup, aynı gruba mensup insanların bir araya gelerek oluşturdukları teşkilatlanma yani dergah ve tekkedir. Ocaklar günümüzde sendikalar gibi bazı dernek ve grupların teşkilatlanmaları gibi o zamandaki bir teşkilatlanmadır. Ocakların kurucusu 12 imamlar yani Ehl-i Beyt’tir. Peygamber sülalesi Emeviler’den çok büyük baskı ve zulümler görünce Orta Asya’ya göç etmiş ve geleneği, inançlarını gelecek nesillere aktarmak için ocak ve tekkeleri kurmuştur. Bu ocaklar, genellikle Anadolu’daki Alevileri asırlarca koruyan ve toplumsal yaşamın düzenlenmesini ve yaşanan sorunların çözümünü üstlenen bir role sahip olmuştur. Bu ocaklar zamanla değişime uğramış, ocakta doğup büyüyen yeni dedeler kendi adı ile yeni dede ocakları inşa etmişler. Bu dede ocaklarında yetişen dedeler, Alevi ve Bektaşi köylerinde yaşayan talipler tarafından dini ve toplumsal lider, önder olarak kabul edilmiştir. Otoritesini ve meşruiyetini mensup olduğu soyundan alan ocaklı dedeler talipleri için öğretmen, yargıç, şifacı doktor, şair ve din adamı rolünü yerine getirebilmektedir.
Reşadiye yöresinde Türkiye’nin her yerinde yaşayan Aleviler için büyük önem arz eden Alevi ocakları bulunmaktadır. Reşadiye ve çevresinde Hacı Bektaş Veli Tekkesi’ne bağlı Emir Şeyh Yakup Ocağı, Bostankolu Ocağı, Seyit Bilal Ocağı ve Kesikbaş Ocağı dede ve talipleri bulunur. Bu ocakların dışında bölgede Hubyar Sultan Ocağı, Keçeci Baba Ocağı, Kul Himmet Ocağı, Pir Sultan Ocağı, Güvenç Abdal Ocağı talipleri de bulunmaktadır.
Emir Şeyh Yakup Ocağı ve Bostankolu Ocağının merkezi Reşadiye ilçesinde bulunmaktadır. Ocak merkezleri bu ilçede olmakla birlikte bu ocakların dedeleri genellikle İstanbul’da ikamet etmektedir. Taliplere göre dedeler özellikle yaz aylarında köye gelmektedir. İstanbul’da çok farklı ocaklara bağlı taliplere dernek çatısı altında görgü ve sorgu cem törenlerinde hizmet vermektedir. Kesikbaş Ocağı dedeleri Toklar köyünde yaşamaktadır. Reşadiye yöresinde yaşayan Alevi ve Bektaşi talipler özellikle kış aylarında cenaze, düğün, bayram vb. özel günlerde kendilerine rehberlik yapacak dede bulamadıklarından şikâyet etmektedirler. 1950 yılından bugüne tüm ülkemizde yaşanan göç olgusu ocakzade dede ailelerinin kırsal yaşam alanı köylerden büyük kentlere taşınmasına vesile olmuştur. Görüştüğümüz bazı Alevi ve Bektaşi dedeleri, büyük şehirlere göçle birlikte talipleriyle iletişim kurmakta zorlandıklarını ifade etti. Özellikle yaz aylarında ocak merkezlerindeki ziyaret yerleri büyük kentlerde yaşayan talipler tarafından sıklıkla ziyaret edilerek, dedeler eşliğinde kurbanlar kesilmektedir. Halk dindarlığının en önemli göstergelerinden biri olan ziyaret fenomeni adeta en temel dini görev ve ritüel haline gelmiştir. Reşadiye yöresinde edinilen bilgilere göre Alevilerde her bir dini lider (Dede, Pir, Mürşit), sadece bir ocağa bağlıdır. Ailesi soyca herhangi bir ocağa bağlı olmayan yani soyu Ehl-i Beyt’e ulaşmayan asla dedelik yapamaz. Ocakzade dedeler, istisnai durumlar dışında, kendilerine bağlı bölgeler ve köyler dışındaki yerlerde faaliyette bulunamazlar. Talipler için de bu durum böyledir, yani babası hangi ocaktan ise çocuklar da mutlaka o ocağın talibi olur. Bazı ocak dedeleri taliplerin farklı ocak dedelerine görülebileceklerini düşünmektedir. Bölgede yaşayan bazı ocakların sistematik olarak yaşamaya devam ettiğini bazı ocakların büyük şehirlere göç nedeniyle dedelik kurumunun tamamen işlevsiz hale geldiğini söyleyebiliriz. Bazı ocaklarda eskisi gibi yetkin, bilgili ve tecrübeli dedeler kalmadığı için ocaklı dede aileleri çocuklarını İstanbul’a göndererek çeşitli dernek ve vakıflarda cem törenlerini yürütebilecek eğitim almalarını temin etmektedir. Bazı ocak dedeleri çocuklarını eğitim almak için gerekirse İran’a göndermek istediklerini ifade etmişlerdir.
Bölgede ziyaret ettiğimiz Alevi ve Bektaşi köylerinde yaşayan dede ve talipler; gelenek, görenek ve inançlarının yavaş yavaş unutulmaya yüz tuttuğunu ve gelecek nesillerin bu bağlamda ciddi sorunlar yaşayacağına dair görüşlerini ifade etmektedirler.
Kaynaklar
Atasoy, Ali Rıza. Reşadiye İlçesi Halk Kitabı, İstanbul: Milli Mecmua Basımevi. 1950.
Avcı, Ali Haydar., “Pir Sultan Ocağı”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 2008, 46, 77-96.
Coşkun, Hasan.. “Kangal ve Çevresindeki Alevi Ocakları”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, 2015, 75, 97-118.
Coşkun, Hasan. . “Tokatlı Alevi Dedelerinin Alevilik ve Bektaşilik Anlayışına
Sosyolojik Bir Bakış”, Turkish Studies Dergisi, 2017, 12/27, 89-104.
Coşkun, Hasan. “Alevi ve Bektaşî Geleneğinde Dedelik Kurumu (Sivas Kangal Türkmen Alevileri Örneği)”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, 2018a, 85, 43-62.
Coşkun, Hasan. “Tokatlı Alevi Dedelerinin Düşkünlük Anlayışına Sosyolojik Bir Bakış”. Turkish Studies Dergisi, 2018b, 13/25, 145-160.
Coşkun, Hasan. Anadolu Alevîliği’nde Dedelik Kurumu, Tokat Yöresi Örneği. Ankara: İlahiyat Yayınları. 2019.
Güler, Sabır., “Dersim Tarihinde “Ağuçan Ocağı”: Kimlik ve Etki”, I. Uluslararası (Dersim) Tunceli Sempozyumu, Tunceli, 2010.
Keskin, Y. Mustafa., “Tokat Yöresindeki Sünnî Ve Alevi Topluluklarında Halk Dindarlığının Bir Boyutunu Oluşturan Ziyaret İnanç Ve Uygulamalarındaki Benzer Ve Farklılıklar”, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2000, 5, 209-227.
Tan, Abbas. Türkiye Genelinde Alevi Köyleri, Ankara: Ürün Yayınları, 2014.
Taşğın, Ahmet. Dile Gelen Alevilik, Konya, Çizgi Kitabevi, 2013.
Üçer, Cenksu. Tokat Yöresinde Geleneksel Alevilik, İkinci Baskı, Ankara:Ankara Okulu Yayınları, 2010.
Ünlü, İhsan. Alevilik’te Dedelik ve Ocak Anlayışı “Tercan Örneği”, Ankara, 2017.
Yaman, Ali. Kızılbaş Alevi Ocakları, Ankara: 1. Baskı, Elips Kitap, 2006.
Yılmaz, Nail. Kentin Alevileri Reşadiye İkitelli Örneği, İstanbul: Kitapevi Yayınları. 2005.
( Kaynak Kişiler
Ek: Kaynak Kişiler Tablosu
| Kişiler | Yaş | Cinsiyet | Meslek | Görüşme Tarihi | Yerleşim |
| K1 | 55 | Erkek | Memur | 27 Temmuz 2020 | Tokat |
| K2 | 67 | Erkek | Emekli | 20 Temmuz 2020 | Toklar Köyü |
| K3 | 91 | Erkek | Çiftçi | 20 Temmuz 2020 | Toklar Köyü |
| K4 | 43 | Erkek | Çiftçi | 21 Temmuz 2020 | Reşadiye |
| K5 | 55 | Kadın | Memur | 30 Temmuz 2020 | Reşadiye |
| K6 | 45 | Erkek | Çiftçi | 23 Temmuz 2020 | Çevrecik Köyü |
| K7 | 68 | Erkek | Emekli | 22 Temmuz 2020 | Çevrecik Köyü |
| K8 | 57 | Erkek | Çiftçi | 25 Temmuz 2020 | Toklar Köyü |
[*] Geliş Tarihi: 10.08.2021, Kabul Tarihi: 23.10.2021. DOI: 10.34189/hbv.101.009
[†] Doç. Dr., Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi,
Nesimi, DİL ASİMİLASYONUNA DİRENEN İLK TÜRK OZANIDIR …
SUSMAK YERİNE FİKİRLERİNİ YAYMAYI TERCİH ETTİĞİ İÇİN DERİSİ YÜZÜLEREK ÖLDÜRÜLEN TÜRK ŞAİİRİ
NESİMİ
Büyük Türk Ozanı Nesimi, bir tarikata gider.
Azgın softa Nesimi’nin Türkçe konuşmasından rahatsız olur. Nesimi’den ya Arapça ya da Farsça konuşmasını ister.
Nesimi ise azgın softaya şu cevabı verir:
“Har içinde biten gonca güle minnet eylemem!
Arabi, Farisi bilmem; dile minnet eylemem.
Sırat-ı Müstakim üzre gözetirim Rahim’i,
İblisin talim ettiği yola minnet eylemem.
Bir acayip derde düştüm, herkes gider kârına,
Bugün buldum, bugün yerim; Hak kerimdir yarına.
Zerrece tamahım yoktur, şu dünyanın varına
Rızkımı veren Hüdâ’dır, kula minnet eylemem.
Oy Nesimi, can Nesimi; ol Gâni Mihman iken,
Yarın şefaatlarım Ahmed-i Muhtar iken,
Cümlenin rızkını veren ol Gâni Seddar iken;
Yeryüzünün halifesi hünkâra minnet eylemem.”
Hâlbuki Nesimi ana dili Türkçe dışında Arapça ve Farsça da bilmektedir. Fakat, küstah tarikat yobazına karşı Türkçe’nin kendisi için ne kadar önemli olduğunu göstermek için ‘Arabî Farisi bilmem’ demiştir.

Anadolu başta olmak üzere pek çok Türk yurdunda ozanlarımızın Türkçe’de ısrarı, Türklüğün günümüze kadar yaşatılmasına en büyük katkıyı sunmuştur.
Nesimi, DİL ASİMİLASYONUNA DİRENEN İLK TÜRK OZANIDIR …
Büyük ozanı saygıyla rahmetle anıyorum.
Aleviliğin inanç ve ibadet esasları
Aleviliğin inanç ve ibadet esaslarını görmeden önce, bu esasların günümüze hangi şekillerde ulaştığına değinmek gerekir.Alevilik günümüze sözlü ve yazılı olmak üzere iki kaynaktan ulaşmıştır. Sözlü gelenek nesilden nesile aktarılan bilgi ve uygulamalar ve Dedelerin günümüze ulaştırdığı bilgiler şeklinde günümüze ulaşmıştır. Sünni kitlelerin aksine eğitim kurumlarından yoksun kalan Aleviler inanç, gelenek ve kültürlerini daha çok bu yolla günümüze ulaştırmışlardır. Çevreyi temsil eden ve göçebe/ yarı göçebe kitlelerin oluşturduğu bu gruplar, resmi din anlayışına karşı bir dinsel anlayışı, yani heterodoksiyi temsil ediyorlar, toplumsal yapıları itibariyle, sünnî çevrelerin aksine, eğitim ve kültür kurumlarından yoksun bulunuyorlardı. Bektaşî dergâhlarında ise belli bir organizasyon bulunmaktaydı. Bu dergâhlarda bulunan bektaşî dervişleri ve onların nüfuzundaki kitleler, Ocakzade dedelerin faaliyette bulundukları kitlelerle kıyaslanmayacak ölçüde kurumlaşmış idiler. Bu durumu arşiv belgelerinden rahatlıkla görebiliyoruz. Ocakzade dedelerin faaliyette bulunduğu yerlerde yaşayan kitleler Bektaşî dergâhlarından daha farklı bir organizasyona tabi bulunmaktaydılar. Bu kitleler arasında, bilgiler, yazılı olmayan yani sözlü geleneğe dayalı bir şekilde nesilden nesile aktarılıyordu. Merkezi iktidarların bu kitleler üzerindeki baskısı ve zaman zaman gerçekleşen sürgünlerin yarattığı olumsuzluklar bu kitlelerin yaşamlarının her alanına yansımış, örneğin cem ayinleri büyük bir temkinle ve gizlilik içerisinde yapılır olmuştur.
Alevi Yol ve Erkânının günümüze ulaşmasının ikinci kaynağı ise yazılı kaynaklardır. Ancak bu kitlelerin sosyal yaşamlarının doğal bir sonucu olarak, sahip oldukları yazılı eserler de oldukça sınırlıdır. Alevî köylerinde yaptığımız araştırmalarda, daha çok dede evlerinde nefeslerin ve deyişlerin yer aldığı kitaplar (Cönkler), Menakıb-ı İmam Cafer-i Sadık, Hutbe-i Düvaz-deh İmam/Menakıb-ı Seyyid Safi, “Küçük Buyruk” olarak da bilinen “Dergah-ı Ali’de Seyyid Abdülbaki Efendi’nin Erenlere Muhib olan Temiz İnançlı Müminlere Gönderdiği Mektup” başlıklı bir kitapçık, Makalat-ı Hacı Bektaş-ı Veli ve Vilayet-name adlı el yazması (Osmanlıca) eserlerin varolduğunu biliyoruz. Oysa sünnî kesimler yüzyıllara yayılan zaman sürecinde medreseler ve şeyh-mürid ilişkisi çerçevesinde birçok eğitim kurumlarına sahip olmuş, bu şekilde yüzlerce eser kaleme alınmıştır. Bektaşi dergâhları eğitim faaliyetleri ve araçları bakımından da, ocakzade dedelere bağlı Alevilerle kıyaslanmayacak ölçüde kurumsallaşmış idiler.Dergahlarda yüzlerce cilt eser bulunurken Alevi köylerinde sadece Dede evlerinde elyazması kitaplar bulunurdu.
Aleviler’de İnanç Anlayışı
Alevilerde inanç ve ibadet anlayışının kendine özgü yönleri bulunmaktadır. Bu anlayışın temeli biçimden çok özü esas almasına dayanır. Biçimsel anlamda ibadetin bir araç, olgun insan olmanın ise esas amaç olduğu kabul edildiğinden cemlere katılmak, oruç tutmak yetmez. Eline, diline, beline bağlı olmayan, en kutsal varlık olan insanı sevmeyen, olgunlaşmamış insanların ibadetleri de boşunadır. Bu kişiler Cem törenlerine alınmadıkları gibi toplumdan da dışlanırlar.Alevi inancının temeli Hak-Muhammed-Ali sevgisine dayanır.

Hz. Ali, Ehl-i Beyt ve Oniki İmam Sevgisi
Bilindiği üzere Alevilik Hz. Ali, Ehl-i Beyt ve Oniki İmam sevgisine dayanır. Ehl-i Beyt sözcük olarak ev halkı demektir. Ev halkı yani Ehl-i Beyt Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den oluşmaktadır. Ehl-i Beyt halk arasında Pençe-i Al-i Abâ olarak da adlandırılır.
Oniki İmamlar, Alevilerin Hz. Muhammed’den sonra önder olarak tanıdıkları Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın soyundan gelen kişilerdir.Oniki İmamların adları sırasıyla şöyledir:
1- İmam Ali
2- İmam Hasan
3- İmam Hüseyin
4- İmam Zeynel Abidin
5- İmam Muhammed Bakır
6- İmam Cafer Sadık
7- İmam Musa Kazım
8- İmam Ali Rıza
9- İmam Muhammed Taki
10-İmam Ali Naki
11-İmam Hasan Askeri
12-İmam Mehdi
Alevilere göre müslümanlar Hz. Muhammed’den sonra 73 fırkaya ayrılacaklar ve Ehl-i Beytin, Oniki İmamların yolundan gidenlerin dışındakiler cehenneme gideceklerdir. Ehl-i Beytin, Oniki İmamların yolundan gidenler Fırkayı Naciye veya Güruh-u Naci olarak adlandırılır.
Demek ki Ehl-i Beyt sevgisi Aleviliğin esasını oluşturur. Tevella ve teberra anlayışı da bu sevgiden kaynaklanır. Tevella Ehl-i Beyti, Oniki İmamları, Ondört Masumları, Onyedi Kemerbestleri ve onların yolundan gidenleri sevenleri sevmek, teberra ise onları sevmeyenleri sevmemektir.
Ondört Masum
Muhammed Ekber, Abdullah b. İmam Hasan, Abdullah b. İmam Hüseyin, Kasım, Zeynelaba, Kasım b. Zeynel-abidin, Ali Eftar, Abdullah b. İmam Cafer Sadık, Yahya el-Hadi, Salih, Tayyib, Cafer b. Muhammed Taki, Cafer b. Hasan Askeri, Kasım b. Muhammed Taki.
Onyedi Kemerbest
İmam Hasan, İmam Hüseyin, Hadi-i Ekber, Abdülvahid, Tahir, Tayyib, Türab, Muhammed Hanefi, Abdurrauf, Ali Ekber, Abdülvahab, Abdülcelil, Abdurrahim, Abdülmuin, Abdullah Abbas, Abdülkerim, Abdüssamed
Dört Kapı Kırk Makam
Dört Kapı Kırk Makam şeklindeki Kâmil(olgun) insan olma ilkelerini Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin tespit ettiğine inanılır.Hacı Bektaş “Kul Tanrı’ya kırk makamda erer, ulaşır, dost olur.” buyurmuşlardır. Bu ilkeler aşama aşama insanı olgunluğa ulaştırır. Bir başka yoruma göre ise şeriat anadan doğmak, tarikat ikrar vermek, marifet nefsini bilmek, hakikat Hakkı özünde bulmak yollarıdır.
Dört Kapı şunlardır:
1.Şeriat
2.Tarikat
3.Marifet
4.Hakikat
Her kapının on makamı vardır:
Şeriat kapısının makamları:
- İman etmek,
- İlim öğrenmek
- İbadet etmek
- Haramdan uzaklaşmak
- Ailesine faydalı olmak
- Çevreye zarar vermemek,
- Peygamberin emirlerine uymak
- Şefkatli olmak
- Temiz olmak
- Yaramaz işlerden sakınmak
Tarikat kapısının makamları
- Tövbe etmek
- Mürşidin öğütlerine uymak
- Temiz giyinmek
- İyilik yolunda savaşmak
- Hizmet etmeyi sevmek
- Haksızlıktan korkmak
- Ümitsizliğe düşmemek
- Ibret almak
- Nimet dağıtmak
- Özünü fakir görmek
Marifet kapısının makamları
Edepli olmak
Bencillik, kin ve garezden uzak olmak – Perhizkârlık
- Sabır ve kanaat
- Haya
- Cömertlik
- İlim
- Hoşgörü
- Özünü bilmek
- Ariflik
Hakikat kapısının makamları
- Alçakgönüllü olmak
- Kimsenin ayıbını görmemek
- Yapabileceğin hiçbir iyiliği esirgememek
- Allah’ın her yarattığını sevmek
- Tüm insanları bir görmek
- Birliğe yönelmek ve yöneltmek
- Gerçeği gizlememek
- Manayı bilmek
- Tanrısal sırrı öğrenmek
- Tanrısal varlığa ulaşmak
Üç sünnet yedi farz
Alevilerin kutsal kitaplarından “Buyruk”larda yazıldığına göre Alevi yolunun temeli üç sünnet yedi farza dayanır. Bu temel esaslara uymak zorunludur. Üç sünnet yedi farz şunlardır:
Üç Sünnet
Dilini tevhid kelimesinden ayırmaya
Gönlünden düşmanlığı gidere, kimseye kin ve kibir tutmaya, kıskançlık etmeye, hırsına uyup şeytana gönül vermeye.
Sözü Hakkın kudreti ola, kimseyle kavga etmeye, kimseye düşmanlık yapmaya
Yedi Farz
Çok sır saklaya
Talip binbir ise, bir otura ve bir dilden söyleye
Hakkın terazisine itaat ede, yaptığı bir günaha bin özür ve niyaz eyleye, kimsenin gıybetini etmeye ve yalan yere and içmeye, yalan söylemeye
Mürebbi hakkına itaat ede, emrine uya
Kuşak kuşana, halifeden el alıp, tövbe eyleye
Musahibini hakikatte Hak cemiyetine eriştire
Halife’den tac ve kisvet kabul eyleye. Özünü şeyhlere ulaştıra
Bu yol üzere olmayofu diye inanmayasanız. Bir kişi bunca farzdan ve sünnetten düşse, ona derman yoktur, sürgün olur, yüzü karadır.
Oniki Şart
- Cömertlik
- Mutluluk
- İbret
- Gayret
- Sohbet
- Mürüvvet
- Şefkat
- Şefkat
- İkram
- Tevella
- Teberra
Oniki İşlek
- Evvel kendi özünü hassas etmektir
- Marifet tohumunu ekmektir
- Şefkat beslemektir
- Rıza eteğini tutmaktır
- Hikmet sıfatını sem etmektir
- Özünü hizmet hürmetin saklamaktır
- Özünü mukarribiyle hudetmektir,
- Özünü sabır ehline vermektir
- Muhabbet kilesiyle ölçmektir
- Takva değirmeninde özünü arındırmaktır
- Su ile yuğurmaktır
- İradet tennurunda pişmek ve ihlas sofrasına girmek , özünü dervişlere ve fukaralara sarfetmektir.
Eline Diline Beline Hakim Olmak
Eline, diline, beline hakim olma kuralı Alevilerin yaşamları boyunca uymaları zorunlu ahlak sisteminin adeta simgesidir. Eline bağlı olmak, elinle koymadığını almamak, diline bağlı olmak gözünle görmediğini söylememek ve beline hakim olmak haram olan cinsel ilişkiye girmemektir. Bu kural Alevi toplumunun çok güçlü ahlak sisteminin özetidir ve Alevi Yolu Dedelerimizin deyimiyle “kıldan ince, kılıçtan keskindir”. Yolun bu kurallarına uymayanlar düşkün sayılırlar. Düşkünler toplumdan soyutlanırlar, işledikleri hatanın durumuna göre değişik şekillerde cezalandırılırlar.
Alevi toplumunda kadın-erkek yaşamın her alanında eşittir. Çalışırken de, ibadet ederken de kadın erkek birliktedir. Sünni geleneğin aksine tek eşlilik esastır. Başlık parası gibi uygulamalar kabul edilmez. Kadın olsun erkek olsun eşinden şikayetini Dedeye iletebilir, suçlu bulunursa düşkün edilir. Alevilerde sosyal yaşamın her alanında kadının da erkekle birlikte ve eşit olarak yeralması bunu çekemeyenlerce çeşitli iftiralara da konu olmuştur.
Ayin ve Merasimler (Muharrem,Hızır Orucu, Cemler)
Her toplumun önemli anma ve toplanma günleri bulunmaktadır. Alevilerin de böyle kutsal ibadet ve bayram günleri vardır. Cemler düzenli olarak yapılan ibadetlerdir. Cemlerin yanısıra Sultan Nevruz, Muharrem Orucu, Hızır Orucu, Hıdırellez, Kurban Bayramı, Abdal Musa Lokması da Alevilerin önemli günlerindendir. Aleviler Ramazan Orucunu tutmazlar. Şimdi sırasıyla bunlar üzerinde duralım:
İlkbaharın başlangıcı ve Hz. Ali’nin doğumu sayılan Nevruz (21 Mart) akşamı Sultan Nevruz olarak adlandırılır ve Cem yapılır.
Alevilerce Kerbela Olayı’nın anlamı büyüktür. Yine kış aylarında Abdal Musa Lokması düzenlenirdi. Abdal Musa Lokması için evler dolaşılarak lokmalar toplanır, kurbanlar kesilir cem yapılır, ertesi gün pişen lokmalar dağıtılırdı. Abdal Musa lokmasının topluma yararlı olacağına, ürünlerin bereketli olacağına inanılırdı. Hz. Hüseyin’in acımasızca şehid edilmesinin anısına yüzyıllardır Muharrem ayında oruç tutulur. Muharremin birinci günü başlanan oruç Oniki İmamlar aşkına oniki gün tutulur. Ondört Masumlar için fazladan oruç tutanlar da vardır. Muharrem Orucu sırasında Hz. Hüseyin’in susuz şehid olması anısına su içilmez, kurban kesilmez, traş olunmazdı. Akşamları Kerbela olayını anlatan kitaplar okunurdu.
Şubat ayında ise üç gün Hızır Orucu tutulurdu.
Her yıl 6 Mayıs günü Hızır İlyas günü kutlanır.Hızır karada, İlyas ise denizde zor durumda kalanlara yardım ederler inancı vardır. Bu nedenle Aleviler arasında “Yetiş Ya Hızır” deyimi yerleşmiştir.
Alevilerde kurban geleneği de yaygındır. Cemlerde, Hızır orucunda, Abdal Musa törenlerinde ve Kurban Bayramında kurbanlar kesilir.
Ancak “yol bir sürek binbir” sözünden de anlaşılacağı üzere Anadolu’nun değişik bölgelerinde yaşayan Aleviler arasında bu dinsel ibadetlerin uygulanmasında çok küçük farklılıklar bulunmaktadır.
Cem
+
Aleviliğin temel ibadeti “Cem” dir. Alevi Cemleri daha çok hasat döneminden sonra yapılır. Cemlerin cuma akşamları yapılması gerekir. Cuma akşamı Alevilerce perşembe akşamına verilen addır. Alevi Dedeleri talipleri köylerde ziyaret ettiğinde Cem yapılacağı duyurulur. Ceme katılacak olanlar yanlarında niyaz veya lokma adı verilen yiyecekler getirirler. Cemler büyük evlerde yapılır. Dede cem yapılacak yerin başköşesinde bulunan posta oturur. Cemde Oniki hizmet vardır. Bu oniki hizmetin sahipleri şunlardır:
- Dede(Mürşid)
- Rehber
- Gözcü
- Çerağcı(Delilci)
- Zakir(Aşık)
- Ferraş(Süpürgeci)
- Sakka(İbriktar)
- Kurbancı(Sofracı)
- Pervane
- Peyk(Davetçi)
- İznikçi(Meydancı)
- Bekçi
Cem töreni Oniki hizmetin yerine getirilmesinden oluşan kutsal bir ibadettir. Cem içerisinde semah da edilir, Pir Sultan’dan, Hatayi’den, Kul Himmet’ten deyişler söylenir. Lokmalar dağıtılır. Kerbela Olayı anılır. Cem’de musahipler görülür, düşkünler dara kaldırılır, toplumun önünde haklı haksız belirlenir, suçlu olanların gerekli cezaları verilir. Cemlerde verilen cezalara uyulur, aksi halde toplum dışına itilmek kaçınılmazdır.
Bu belli günlerde yapılan ibadetlerin dışında Anadolu’nun değişik merkezlerinde de her yılın belli günlerinde törenler düzenlenmektedir. Bunların en bilinenleri şu şekildedir: Hacı Bektaş Veli Törenleri, Abdal Musa Törenleri(Antalya), Veli Baba Törenleri(Isparta), Hamza Baba Törenleri(İzmir), Şücaettin Veli(Eskişehir) Törenleri, Pir Sultan Törenleri(Sivas), Hıdır Abdal Törenleri (Erzincan). Bu törenlere Türkiye’den ve yurtdışından yüzbinlerce insan katılmakta ve adeta bir festival havası içerisinde kutlanmaktadırlar.
Kronoloji
570 Hz. Muhammed’in doğumu (20 Nisan 571)
609 Hz. Fatıma’nın doğumu (18 Ocak)
621 Mirac olayı
622 Hicret
622 Hz. Muhammed’in Hz. Ali ile Musahib olması
623 Hz. Ali’nin Hz. Fatıma ile evlenmesi
624 İmam Hasan’ın doğumu (11 Nisan)
625 İmam Hüseyin’in doğumu (25 Şubat)
632 Peygamber veda konuşmasında yerine Hz. Ali’yi atadı (23 Şubat)
632 Peygamberimiz Hz. Muhammed’in vefatı (8 Haziran)
656 Cemel Savaşı (4 Aralık)
656 Sıffeyn Savaşı ve Hakem Olayı :657 Sıffin Savaşı (26 Temmuz)
656 Hz. Ali’nin Halife olması
661 Hz. Ali’nin şehadeti (24 Ocak)
670 İmam Hasan’ın şehadeti (25 Mart)
676 İmam Muhammed Bakır’ın doğumu (16 Aralık)
680 Kerbela Olayı – Hz. Hüseyin’in şehadeti (10 Ekim)
699 İmam Cafer-i Sadık’ın doğumu
713 İmam Zeynel Abidin’in şehadeti
733 İmam Muhammed Bakır’ın şehadeti (28 Ocak)
745 İmam Musa Kazım’ın doğumu
746 Eba Müslim’in Horasan’a gitmesi
747 Horasan da Eba Müslim’in ayaklanması
765 İmam Ali Rıza’nın doğumu (29 Aralık)
766 İmam Cafer-i Sadık’ın şehadeti
799 İmam Musa Kazım’ın şehadeti
811 İmam Muhammed Taki’nin doğumu (11 Nisan)
818 İmam Ali Rıza’nın Şehadeti
827 İmam Ali Naki’nin doğumu
835 İmam Muhammed Taki’nin şehadeti
846 İmam Hasan Askeri’nin doğumu
858 Hallac-ı Mansur’un Doğumu
868 İmam Ali Naki’nin şehadeti
869 İmam Muhammed Mehdi’nin doğumu
922 Hallac-ı Mansur’un Bağdat’ta işkence ile katledilmesi (26 Mart)
1123 Rübaileri ile tanınan Hayyam’ın Hakka yürümesi (1132)
1150 Tac’ül-Arifin Seyyid Ebu’l-Vefa’nın Hakka yürümesi
1167 Piri Türkistan diye tanınan Hoca Ahmet Yesevi’nin Hakka yürümesi
1219 Moğol İstilasının başlaması ve Anadolu’ya doğru Derviş Göçleri
1240 Babailer isyanı
1240 Baba İlyas-ı Horasani’nin Hakka yürümesi
1240 Baba İshak’ın Hakka yürümesi
1240 Ayn’üd-Devle’nin Hakka yürümesi
1240 Emirci Sultan’ın Hakka yürümesi
1252 Safevi soyunun ceddi Şeyh Safiyüddin Erdebil civarında doğuyor.
1290 Baba İlyas-ı Horasani’nin oğlu Muhlis Paşa’nın Hakka yürümesi
1293 Sarı Saltık’ın Hakka yürümesi
1307 Barak Baba’nın Öldürülmesi
1326 Şeyh Edebali’nin Hakka yürümesi
1335 Safevi soyunun ceddi Şeyh Safiyüddinin Hakka yürümesi
1360 Elvan Çelebi’nin Hakka yürümesi
1393 Hurufilik’in kurucusu Esterabadlı Fazlullah’ın Hakka yürümesi
1403 Seyyid Nesimi’nin katledilmesi
1441 Rasul Bali’nin Hakka yürümesi (doğ.1361)
1447 Safevi soyundan Şeyh İbrahim’in Hakka yürümesi ve kardeşi Şeyh Cüneyt’in tarikat reisi olması
1460 Şeyh Cüneyt’in Hakka yürümesi
1487 Şah İsmail’in Erdebil’de doğması (17 Temmuz)
1488 Şah İsmail’in Babası Şeyh Haydar’ın Hakka yürümesi(9 Temmuz)
1502 Şah İsmail’in İran’da Şah ünvanını alması
1511 Şahkulu Baba Tekeli Ayaklanması (9 Nisan)
1514 Çaldıran’da Osmanlı-Safevi Savaşı ve Safevi Ordusu’nun yenilmesi
1516 Balım Sultan’ın Hakka yürümesi (doğ.1473)
1524 Şah İsmail’in Hakka yürümesi (5 Mayıs)
1548 İskender Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ. 1512)
1555 Fuzuli’nin Hakka yürümesi
1569 Sersem Ali Dedebaba’nın Hakka yürümesi.(Posta oturuşu.1551)Süre:19yıl
1569 Elhac Ahmed Ali Dede (Dedebaba) Hakka yürümesi(p.o. 1569) S.1yıl
1569 Yusuf Bali Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1516)
1581 Bektaş Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1544)
1588 Resul Bali Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1546)
1596 Abdullah Baba(Dimetokalı Ak Abdullah Baba)(Dedebaba) Hakka yürümesi (p.o.1569) S.27yıl
1604 Mürsel Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1551)
1607 Hasan Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1563)
1628 Dimetokalı Karar Halil Baba (Dedebaba)Hakka yürümesi(p.o.1596)S.33yıl
1632 Bektaş Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1566)
1646 Kasım Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1578)
1649 Dimetokalı Elhac Vahdeti Dedebaba’nın Hakka yürümesi (p.o.1628)S.22yıl
1656 Yusuf Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1582)
1667 Zülfikar Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1605)
1674 Hüseyin Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1609)
1675 Elhac seyyid Mustafa Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1649)S.26yıl
1685 Abdülkadir Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1628)
1689 Birecikli Seyyid İbrahim Agahi Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1675)S.15yıl
1714 Urfalı Es-Seyyid Halil İbrahim Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1689)S.26yıl
1730 Murtaza Ali Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1646)
1736 Serezli Hacı Hasan Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1714)S.22yıl
1759 Kırımlı Hanzade Mehmet Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1736)S.24yıl
1783 Dimetokalı Seyyid Kara Ali Dedebaba’nın Hakka yürümesi (p.o.1759) S.25yıl
1790 Sinoplu Seyyid Hasan Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1783)S.7yıl
1799 Horasanlı Hacı Mehmet Nuri Dedebaba’nın Hakka yürümesi (p.o.1790) S.9yıl
1803 Abdüllatif Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1724)
1813 Kalacıklı Seyyid Halil Hakii Dedebaba’nın Hakka yürümesi (p.o.1799) S.15yıl
1824 Feyzullah Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1742)
1826 Yeniçeri Ordusunun Kaldırılması ve Yeniçeri-Bektaşi kıyımı
1827 II. Mahmut tarafından türbeler dışındaki tüm külliye binalarının yıktırılarak Hacıbektaş Dergahı’na Cami yaptırılması
1828 Veliyettin Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1772)
1834 Sivaslı Mehmet Nebi Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1813)S.21yıl
1835 Merzifonlu Hacı İbrahim Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1834)S.1yıl
1846 Vidinli Seyyid hacı Mahmud Dedebaba’nın Hakka yürümesi (p.o.1835) S.12yıl
1848 Sofyalı Saatçi Ali Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1846)S.2yıl
1849 Çorumlu Seyyid Hasan Dedebaba’nın Hakka yürümesi(1848)S.1yıl
1868 Yanbolulu Elhac Ali Turabi Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1849)S.19yıl
1871 Ali Celalettin Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1808)
1874 Selanikli Hacı Hasan Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1868)S.6yıl
1878 Feyzullah Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1811)
1879 Konyalı Perişan Hafız Ali Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1874)S.6yıl
1894 Aşık Veysel’in Doğması (25 Ekim)
1897 Malatyalı Hacı Mehmet Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.?)S.?
1907 Elhac Mehmed Ali Hilmi Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1879)S.28yıl
1913 Hacı Feyzullah Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1897)S.7yıl vekaleten,9yıl asaleten
1919 Mustafa Kemal Paşa’nın Kurtuluş Savaşı için destek sağlamak üzere Hacıbektaş’ı ziyareti(23 Aralık)
1921 Koçgiri Ayaklanması (6 Mart)
1921 A. Cemalettin Çelebi’nin Hakka yürümesi (doğ.1862)
1931 Sivas’ta Halk Şairleri Bayramı (5 Kasım)
1937 Dersim Olayları’nın başlaması
1937 Dersim İsyanı’nın Lideri Seyit Rıza’nın İdamı (15 Kasım)
1940 Hacıbektaş Dergahı’nın son Çelebisi Veliyettin Efendi’nin Hakka yürümesi (31 Mayıs)
1941 Salih Niyazi Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1913)S.17yıl Türkiye’de,11yıl Arnavutlukta =28yıl
1949 Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın Hakka yürümesi (30 Aralık)
1958 Hacıbektaş Dergahı’nın Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce onarıma başlanması
1960 Ali Naci Baykal Dedebaba’nın Hakka yürümesi(p.o.1930)S.11yıl vekaleten,19yıl asaleten=30yıl
1964 Hacıbektaş Dergahı’nın Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı’na bağlı bir müze olarak açılması (16 Ağustos)
1966 Birlik Partisi’nin Kurulması (17 Ekim)
1978 Kahramanmaraş Olayları
1980 Çorum olaylarının başlaması (4 Temmuz)
1983 Feyzullah Çınar’In Hakka yürümesi (24 Ekim)
1983 Aşık Daimi’nin Hakka yürümesi (18 Nisan )
1989 Meluli Baba’nın Hakka yürümesi (14 Kasım)
1993 Sivas Katliamı (2 Temmuz)
1994 Feyzullah Ulusoy’un Hakka yürümesi (18 Mart)
1994 Karacaahmet Sultan Cemevi’nin İstanbul Belediyesince yıkılması (7 Eylül)
1995 Gazi Mahallesi Olayları (12 Mart)
1995 Detroit Bektaşi Dergahı kurucusu Recep Baba’nın Hakka yürümesi (14 Eylül)
2024 Turan Eser Hakka yürüdü 25 Eylül
2025 Murtaza Demir Hakka yürüdü 9 Ocak
Alevilere oyun 24.07.1998 Riza Zelyut
Cumhuriyet Gazetesi Alevilerle ilgili yeni bir yazı dizisi yine başlattı. ‘Alevilik ve Aleviler Üzerine Oyun’ başlıklı dizi, tarihe yapılan atıflardan ibaret bir yakınma ve suçlama dizisi…
Alevilik konusundaki temel açılımları belirleyen isimlerden birisi olarak, artık yeni şeyler söylemenin zamanının geldiğini, üstadımız saydığımız İlhan Selçuk’a da hatırlatmak istiyoruz.
Diziye göre, Alevilere oynanan oyun onların Sünnileştirilmesi veya Şiileştirilmesi imiş.
Doğrudur. Aleviler, kendi mezhep kurallarından kopartılarak bu kanallara çekilmek isteniyor.
Ama burada sormak istiyorum: Alevileri, Alevi İslam inancından kopartarak Şiileştirmek-Sünnileştirmek isteyenler kimler?
Diyanet İşleri ile İran mollaları mı?
Hayır!
Alevileri Aleviliklerinden uzaklaştırmak için bütün güçleriyle mücadele edenler, sahte Alevi yandaşları ve sahte aydınlardır.
Bunlar, Aleviliğin temelini ‘inanc’ın oluşturduğunu, bu inancın da İslam olduğunu asla kabul etmezler. Alevilere, dışarıdan Alevilik tarifi dayatırlar.
Alevilik üzerine yazıp çizen hatta kitap yazanlara soruyorum:
Siz, Alevilerin kendilerini nasıl tarif ettiklerini biliyor musunuz?
Sizin, alevilere onların kendilerini tarifi dışında bir tarifi dayatma hakkınız var mıdır?
Bu dayatma insan haklarına uygun sayılabilir mi?
Şimdi burada bir kez daha yeni bir söz olarak dile getiriyorum:
Aleviler kendilerini şöyle tanımlar:
Bizim yolumuz, Muhammet-Ali yoludur…
Bu tanımı ben uydurmuyorum. Alevilik üzerine yazıp çizmeye kalkışanlar o kadar cahil ki, Alevilerin kendi kaynaklarından yola çıkmayı hala düşünemiyorlar. Düşünenler ise, o kaynaklardaki bilgilerden son derece rahatsız oldukları için görmezden geliyorlar.
Sözünü ettiğim kaynak, Alevilerin ilmihali sayılabilecek ‘Buyruk’tur.
Buyruk, Alevilerin ibadet şeklini, ahlak ve inanç yapısını anlatan, Anadolu’da yazılmış yol kitaplarının genel adıdır.
Bunların piyasada bulunabilecek en doğru çevirilerinden ikisini Fuat Bozkurt ile Mehmet Yaman yapmıştır.
Açın bu kitaba bakın. Alevinin kendisini, yolunu, ahlakını, ibadetini nasıl tarif ettiğini görürsünüz.
Alevinin kendisini tarifi ile bizim karanlıktaki aydınların Alevi’yi tarifi birbirini hiç tutmaz.
Aydın olmayı dinsizlik zanneden Alevilerin baş belaları, Alevileri mümkün olduğunca dinden uzaklaştırmaya çalışırlar. Onlara göre, Alevi dindışıdır, Alevilik bir kültürdür… Sanki kültürün içinde din yokmuş gibi… Her yanından bilgisizlik akan bu tarifleri Alevilere zorla kabul ettirmeye kalkarlar. Cumhuriyet’teki röportaja bakın… Sanki Aleviliğin ve Alevilerin dinle ilgilerinin olmadığını sanırsınız.
Halbuki Alevi en saf dindardır. Dini, güzel ahlak olarak algılayan ve bunu hayatına geçiren bir müslüman topluluğudur.
Dinsiz kişi olabilir ama toplumun veya topluluğun dinsiz olması düşünülemez.
70 sene boyunca komünist ülkelerde yapılan din karşıtı en ağır propagandalar bile dini yok edememiştir. Tam aksine, bu toplumlarda din duygusu daha da yaygınlaşmıştır.
Bugün, Alevilere oynanan oyunu Sünnileştirme veya Şiileştirme gibi görmek veya göstermek, gerçeği gizlemektir.
Alevilerin asıl derdi, onların dinden uzaklaştırılmaları tertibidir.
Oynanan oyun şudur:
*Aleviler Sünnileştiriliyor denilecek ve Alevilerin dinle, dolayısıyla da geleneksel Alevilikle bağı kesilecek. Böylece Alevi kitle dini olmayan bir yığın haline getirilecek.
*Daha sonra bu kitlenin dinsiz kalamayacağı ortaya çıkacak.
*Bu arada Alevilik yok olmuş olacağı için, o Alevi kitle, ya Şiiliği ya Sünniliği tercih etmek zorunda kalacak…
Kimlerin kimlerle işbirliği içinde olduğunu olduğunu Aleviler iyi düşünmelidir.
İşte bugün Alevilere oynanan en büyük oyun budur.
Bu oyunu oynayanlar da Sünnilerden ve Şiilerden çok bizzat Alevilerin içinden çıkan ateist gruplarla laikliği dinsizlik gibi algılayan kesimlerdir.
Devlet bu oyunu görüyor ama işine geldiği için seyretmekle yetiniyor.
Gerçeğin Demine Hû, Mümine ya Ali”
İsmail Engin
Türkiye’de ve değişik ülkelerde Alevi kimliğine ve imajına yönelik değerlendirmeler ya da bakış açıları, ister Alevilerin kendilerini algılayışları, isterse Sünnilerin Alevileri tanımlamaları açısından olsun, Türkiye tarihinde çoğu zaman dün olduğu gibi bugün de sorunlara yol açmaktadır.
En yalın tanımıyla kimlik, “kişilerin, grupların, toplum veya toplulukların ‘kimsiniz, kimlerdensiniz?’ sorusuna verdikleri yanıt ya da yanıtlardır”. Söz konusu sorunun cevabı kişinin, grubun, topluluk veya toplumun kimlerden yana ya da kimlerden olduğunu belirlerken, kimlerden olmadığını ya da kimlere karşı olduğunu da ortaya koyar. Kişi, grup, topluluk veya toplum bunu “bilerek bilmeyerek” yapar. Kişinin, grubun, topluluk veya toplumun kendini tanımlaması, diğer-başka-karşı bir kişi, grup, topluluk veya toplum tarafından kabul görmeyebilir ve o ya da onlar da ona farklı ölçütlerle bambaşka kimlik verebilir-yakıştırabilir, ki bu durumda imaj / imgeyle karşılaşılır. İmaj, ilgili kültürel varlığın dışarıdan algılanmasıdır. Kimlik ve imaj kavramları birbirinin nedeni-sonucu olabilir; birbirinden bağımsız değildir, ancak bağımsız olarak değişebilir. Kimlik ve imajın birbirinden bağımsız değişmesi çatışmalara yol açabilir. İşte, bütün bunlar bir kültür sorunu olarak karşımızda bulunmaktadır.
İmajın gerçek kimlikten bağımsız oluşmasına, gerçek kimlikle uzaktan yakından ilgili olmayan bir muhteva ile dol(durul)masına, son zamanlarda giderek artan bir şekilde Alevilerin kamusal alana açılmalarıyla başlayan Aleviliğin tanımlanma tartışmalarında, ki bu tartışmalar Aleviliğin İslamiyetin içinde mi, dışında mı veya ayrı bir din, kültür, dünya görüşü, felsefe olup olmadığı konularında öbeklenmektedir, rastlanmaktadır. Keza “ciddi kuramsal iddialarla savunulmaya değer bir kurammışçasına” ileri sürülen bazı uçuk-marjinal görüşleri, kimliğe yönelik yeni yüklemeleri ve yönlendirmeleri de içeren söz konusu tartışmalar, zaman zaman yöntem açısından emik ya da etik sorunun çözü(m)le(ne)memesi ya da bil(mey)erek manipule edilmesi, beraberinde Aleviliği içeren yeni bir kültür sorununu getirmekte; gerçek kimlikle uzaktan yakından ilgisi olmayan imajların oluş(turul)masına zemin hazırlamakta ve neden olmaktadır. Bu, bir ölçüde toplumun, topluluğun veya grubun kendi kendini tanımlanmasının, yorumlanmasının dışında, onu konu edinen yazarın kendi değer yargıları kapsamında egosantrik ve etnosantrik bir anlayışla konu edindiği kümeyi yeniden yapılandırmaya yönlenmesinden, kendini buna ehil veya zorunlu hissetmesinden kaynaklanmaktadır. Bu tarz bir yönleniş, ilgi alanını kapsayan yöntem sorunlarını da beraberinde getirmektedir.
Hemen belirtelim, Alevilik İslami bir yorumdur ve böyle bir yorum olarak geleneksel Alevi cemaat(ler)i tarafından kabul görmektedir. Alevi İslam yorumuna özgü de atardamarını bu yorumdan alan geleneksel kültür vardır; aynı şekilde felsefe, dünya görüşü vb.
1980’li yılların sonlarına doğru palazlandırılmaya çalışılan bir görüşte İslamiyetten bağımsız olarak Aleviliğin Anadolu’nun en eski inançlarını ve kültür birikimini taşıdığı; Alevi ayinlerinde içki, müzik ve dans kullanıldığı; Aleviliğin tekkelerde / dergâhlarda erenleri, pirleri, dedeleri, babaları, zakirleri yarattığı vb. belirtilmekte; Oniki İmam geleneğinin İslami olmadığı kaydedilerek; Aleviliğin Anadolu’ya özgü bir “din” olduğu ileri sürülmektedir. Nejat Birdoğan’ın en önemli temsilciliğini yaptığı bu görüşün mensupları için, Anadolu’daki “temel düşünce” kısmen kimi değişikliklere uğrasa da özünü bozmadan “bütün büyük dinleri, Hıristiyanlığı, İslâmı delip geçerek” günümüze kadar gelmiştir. “Anadolu adamının malı” olan binlerce yıllık bu “ana düşünce”, “İslâmi cila” altında yaşamaktadır ve Alevilik eski Orta Asya, İran, Mezopotamya bölgelerinde, Balkanlarda tanıdıkları kimi dinlerin ve geleneklerin bugüne gelmiş, harmanlaşmış ve süzülmüş kalıntısıdır.
Bu görüşün günümüzdeki mensupları modern bilimin kimi gelişmelerini görmezden gelerek veya bilmeyerek “ciddi kuramsal iddialarla savunulmaya değer bir kurammışçasına” görüşler beyan ederlerken, Aleviliği Alevilik yapan unsurların nereye konulabileceği hususunda suskundurlar: Hakk-Muhammed-Ali üçlemesi, İslam tarihinin önemli bir dönüm noktası olan ve zaman aşımına uğramayan acıların en kuvvetli dışa vurumu Kerbela faciası; Ehlibeyt ve “evlad-ı Resuller” (Ocakzadeler) ve bu bağlamda “Oniki İmam mefhumu”, ayini cemlerdeki miraçlama, Kırklar, çerağ ve “dem”in [içkinin değil!] simgesel anlamları, gülbankların dayanakları, ayine iştirak için “rızalık”, “musahiblik”, “batıni ve zahiri yorum”, “üçler, beşler, yediler, onikiler, ondörtler…”, “Buyruk”, “menakıbnâmeler” ve “velayetnâmeler”, “konuşan Kuran” ile “telli Kuran” arasındaki bağlantıyı oluşturan İslam tasavvufu vb.
Buradan hareketle yeri gelmişken belirtelim ki, 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren, bir yandan, belirli bir dini inanca dahil olan sosyal / kültürel sistemleri ve yapıları daha iyi çözümleyebilmek-anlayabilmek amacıyla, dinlere özgü çalışma alanları kurgulamayı; diğer yandan ise, İslam kültürünün oluşturduğu teoloji, felsefe, tasavvuf ve fıkıhtan ibaret olan teosantrik kültürün insan, toprak, hürriyet, demokrasi, kalkınma ve ilerlemeyi içeren günümüz ihtiyaçlarını karşılamak üzere antroposantrik kültüre çevrilmesini-dönüştürülmesini amaçlayan girişimler için, tartışma alanları açılması önerileri oluş(turul)maya başla(n)mıştır. Ancak, bu girişimler, “İslâmın ideal ilke ve öğretileri ile uyarlılık arz eden bir İslâmî çerçeveye sokmak” girişimi veya teosantrik kültürü antroposantrik kültüre dönüştürme çabası ve dinin ideolojiye çevrilmesine giriştir. Burada din -İslam- anlayışının tek olduğunu savunulmakta; farklılıkları görmezden gelinmektedir, ki ilginçtir Aleviliğin İslamiyetin dışında olduğunu savunan görüş de İslamiyet içindeki değişik coğrafyalardan ve toplumların, toplulukların yaşantılarından oluşan, ayni şekilde İslam kültürüne, ibadetle ilgili uygulamalara yansıyan farklılıkları ve değişik gelenekleri görmezden-bilmezden gelmektedir ya da gerçekten görmemektedir-bilmemektedir. Oysa, El-Zein’in 1970’lerde geliştirdiği, İslami gelenek ve yapı üzerine, Müslümanların kendisilerini tanımlamalarıyla algılamalarını içeren tanımlayıcı çalışmalara yön veren kuramsal temellerde, farklı İslam toplumlarının kendilerine uygun İslami anlayışlarının da oluştuğu ortaya konulmuştur ve kanımızca Alevilikle ilgili tanımlamalar ancak bu kuramsal temeller çerçevesinde bir anlam kazanmaktadır. Onun dışındaki girişimler, Aleviliğin muhtevasını boşaltma girişimleridir.
PÎR SULTAN ABDAL
PİR SULTAN’A SELAM Sabahattin Eyüboğlu
Anadolu halkının bağrında açılmış bir kızıl güldür Pir Sultan. Kişiliği, özü, sözü halkla öyle içten içe kaynaşmış ki, nerede kendisinin, nerede halkın dile geldiğini kestiremezsiniz. Halk öldürülen sevgilisini kendi soluğuyla diriltmiş, diline diller, sazına sazlar katmış yaşatmış, ölüsüne dirisinden daha güçlü, daha etkili bir varlık kazandırmış, sönmüş bir canı bin canla yeniden tutuşturmuş.
Şiirleri sağlıklarında yazıya geçmemiş eski halk şairlerimizden hiçbirinin hiçbir şiiri için, kendi ağzından çıktığı kesinlikle söylenemez. Ölümünden sonra halkın ağzından derlenmiş şiirlerde hangi sözlerin hangi sözlere katıldığını kestirebilmek için şairin kimliği, kişiliği üstüne su götürmez belgeler, tanıklıklar bulunması gerekir. Oysa, Yunus başta olmak üzere, bizim halk şairlerimizin kimlikleri, kişilikleri çok kez halkın ağzından derlenmiş şiirlerindeki ip uçlarından çıkarılmaktadır. Halk beğendiği bir şaire onun söylemeyeceği, söyleyemeyeceği sözleri kolay kolay söyletmez, söyletemez, orası doğru; ama benimsediği şair susturulmuş, sesini duyuramaz olmuşsa onun ağzından, onun gönlünce ve söyleyiş biçimiyle sözler yarattığı su götürmez bir gerçektir. Pir Sultan’ın darağacına giderken söylediklerini onun ağzından halkın söyletmiş olması daha akla yakındır. Ne kendisi o şiirleri saza uyduracak durumdadır, ne de Hızır Paşa o şiirlerin halka ulaşmasını sağlayacak adamdır. ”Söyleyene bakma, söyletene bak” demekle bizim halkımız halk şairlerinin sırrını çözmüştür. Halk şairi gerçekten halkın şairi ise neyi kendisinin neyi halkın söylediğini hiçbir bilgin ayırt edemez. Şu dizeler üzerine düşünelim isterseniz: ”Ben Musa’yım, sen Firavun / İkrarsız şeytan-ı lain / Üçüncü ölmem bu hain / Pir Sultan ölür dirilir.” Kendisini astırmış olan Hızır Paşa’ya bu sözleri Pir Sultan darağacına gider ayak mı yazıp ya da söyleyip halka ulaştırmanın bir yolunu bulmuştur? Kolay kolay inanılır bir şey değil bu. Oysa bu sözleri, Pir Sultan’ı Hızır Paşa’ya inat yüreğinde dirilten halkın söylemiş olması akla ve halk şiiri geleneklerine daha uygun. Ama kendi söylemeyip söyletmiş de olsa bu sözler yine de Pir Sultan’ın sayılır, çünkü onun kişiliği, düşünce ve söyleyişiyle dile gelmişlerdir, Pir Sultan’ı diriltmişlerdir.
Pir Sultan, Anadolu halkından kopmuş, köyün köylünün dilinden anlamaz olmuş, Arabın zemzem suyunu halkın alınterinden daha kutsal sayacak kadar yozlaşmış, çıkmaz yollara sapmış, çıkarcıların çamuruna saplanmış olan Osmanlı sarayına karşı bir başkaldırmaydı. Saray, Pir Sultan’ı astırıp, halkın kanıyla beslenen yobazları tutmasaydı, astığı astık, kestiği kestik bir imparatorluk kuramazdı, ama daha uyanık, daha insanca bir devlet olma yolunu bulabilir, halkından daha az kültürlü olmak ayıbından kurtulabilirdi.
Bizim halkımız ta Yunus Emre’den beri başına geçen devlet adamlarından daha uyanık olduğunu gösteregelmiştir. Uyanmaya engel olan yobazlığı hep saray beslemiş, oysa halk bütün şairleriyle yobazlara karşı amansız bir savaş açmıştır. Sarayın İstanbul ortasında kurduğu medreselerden bir tek ama bir tek yüzümüzü ağartacak insan yetişmemiş, ama halkın dağ başlarında, devletten yardım görmek şöyle dursun, devletin Hızır Paşa’ları eliyle asılmayı göze alarak yaşattığı tekkelerde, yoksulluğu ateşe ve ışığa çeviren ocaklarda, çağdaş insanlığa seslenen Pir Sultan’lar yetişmiştir.
Sabahattin Eyüboğlu
YAŞAMI
Pîr Sultan Abdal’ın yaşamı üzerine, yazılı kaynaklarda pek bilgi yoktur. Doğum ölüm yılları bile bilinmiyor. Yaşamı üzerine bilgiler, genellikle, kendi şiirlerinden, halk söylentilerinden, kuşaktan kuşağa anlatılagelen menkıbelerden, bir de yakınlarının ya da başka ozanların onu anlatan şiirlerinden çıkarılır.
Gene de bu yollardan epeyce bilgi edinilmiştir, çünkü Pîr Sultan, bağlandığı tarikatın din anlayışını, dünya görüşünü yansıtmakta ya da derinleştirmek için soyut şiirler yazan bir sanatçı değildir, doğrudan doğruya başından geçenleri, kavgasını, özlemlerini, katlandığı acıları, yaşamının türlü yönlerini yansıtan somut şiirler yazmıştır.
Şiirlerden, halk söylentilerinden çıkarılan bilgilere göre, Pîr Sultan Sivas’ın Yıldızeli ilçesinin Çırçır Bucağına bağlı Banaz köyünde doğmuştur. Yıldızdağı eteklerinde, Çırçır’a kırk sekiz kilometre uzaklıkta, denizden bin yedi yüz metre yüksekte, çoğu tek katlı kerpiç evleri, soğuktan korunmak için yarı yarıyarıya toprağa gömülü bir köy…
Banaz’da bugün de Pîr Sultan’ın olduğu söylenen bir ev, önünde şairin yaşadığı dönemden kaldığına inanılan bir söğüt ağacı, ağacın altında, asâsının ucuna takıp Horasan’dan getirildiğine inanılan bir değirmen taşı vardır. Pîr Sultan yaz aylarının güzel havalarında bu taşın üstüne oturup karısıyla sohbet edermiş. Köylüler bu evi, ağacı, taşı kutsal sayarlar.
Kızının yaktığı ağıtta uzun boyluluğuna, biçimliliğine değinilen şairin asıl adı, şiirlerinde belirttiğine göre, Haydar’dır. Bir yerde soyunun Yemen’li olduğunu, bir yerde Peygamber’in öz torunu olduğunu söyler, bir yerde de İmam Zeynel-Âbidin’den “Zeynel dedem” diye söz eder. Uzmanlara göre, Pîr Sultan’ın bu sözleri söylemesinin nedeni halk üzerindeki etkisini arttırmak içindir. Muhammed peygamber soyundan geldiklerini, “seyyid”liklerini ileri sürmek tarikat uluları arasında bir gelenektir. Genel kanı, şairin İran’ın doğusundaki Türk yurdu Horasan’dan, önce İran Azerbeycanı’ndaki Hoy kasabasına, oradan da Anadolu’ya göçüp Sivas’a yerleşen bir Türkmen soyundan geldiği yolundadır.
Çocukluğu çobanlıkla geçen Pîr Sultan’ın okuma yazma bildiği anlaşılıyor, ama bilgin bir kişi olduğu söylenemez. Tekke eğitimi çerçevesinde kalmıştır. Halifeler tarihini, peygamber menkıbelerini, evliya menkıbelerini, tarikat kurallarını, Yunus Emre’yi, Hatâyî’yi bilir. Bunlar dışında, çağının bilimleriyle ilgilenmediği gibi, divan edebiyatı ile de ilgilenmemiştir. Şiirlerinde Yunan mitolojisinin, İran mitolojisinin izleri pek yoktur. Ayrıca, genel olarak bütün tarikatların kaynaklandığı Tasavvuf felsefesinin yüksek konularına da girmez.
Söylentiye göre, Pîr Sultan’ın üç oğlu, bir kızı varmış. oğullarından Seyyit Ali Banaz köyünün üst yanındaki çam korusunda,Pîr Muhammed Tokat’ın Daduk Köyünde, Er Gaib de Dersim’de gömülüymüşler. Adı Sanem olan kızının Pîr Sultan asıldığı zaman söylediği ağıt çok ünlüdür. Bazı uzmanlar bu ağıtı Sanem’in ağzından bir tarikat ozanının yazmış olabileceğini belirtirler. Pîr Muhammmed ise babası gibi şairdir. Delikanlı iken attan düşerek öldüğü, Pîr Sultan’ın “Allah verdiğini almaz dediler / Bana verdiğini aldı n’eyleyim” derken bu olaya değindiği söylenir. Şiirlerinden uzun yaşadığı, çok çocuğu bulunduğu açıkça anlaşılan şairin, sağlığında iki oğul acısı görmüş olduğunu ileri sürenler de vardır.
Pîr Sultan Alevî-Bektaşî tarikatındandır. Tarikata girme arkadaşı, yani musaibi, Ali Baba’dır. Bağlandığı tekkenin pîri ise, Ahmet Yesevî’nin Anadolu’ya gönderdiği dervişlerden Koyun Babanın tekkesinde, Bektaşîliğin kurucusu Hacı Bektaş Veli’nin tekkesinde posta oturmuş, yani en üst makamlara getirilmiş Şeyh Hasan’dır.
Pîr Sultan, bağlandığı tarikatça yalnız dinsel önder değil, devlet başkanı olarak da görülen İran Şahları adına, Anadolu halkını Osmanlılar’a karşı kışkırttığı,ayaklanmaya çağırdığı, belki de bir aayaklanmaya öncülük ettiği için, Sivas Valisi Hızır Paşa’nın emriyle tutuklanmış, yolundan dönmeyeceği anlaşılınca da asılmıştır.
Söylentiye göre, asıldığı yer Sivas’da eskiden Keçibulan adını taşıyan, sonra uzun süre Darağacı diye anılan, şimdi ise Kepçeli denilen yerdir. Bugün Sanayi Çarşısı’nın karşısında Mal Pazarı olarak kullanılan bu alanın Gazhane bitişiğinde, sıra söğütlerin bitiminde bulunan, boyu beş metre, eni bir metreden fazla, bakımsız toprak yığını onun mezarıdır. Üstündeki moloz taşlar, asılması sırasında Hızır Paşa’nın emriyle halkın attığı taşlardır.
Mezarının, bir menkıbeye göre Erdebil’de, Bektaşî geleneğine göre de Merzifon’da olduğu söylenir. Daha başka söylentiler de vardır, ama gerçeğe en yakın görünen söylenti asıldığı yere gömüldüğü, yakınlarının, tarikat erlerinin, hükümet baskısı yüzünden ölüsünü alıp köyüne bile götüremedikleridir.
Şiirlerinden, halk söylentilerinden çıkarılan bu dağınık bilgileri değerlendirebilmek için, önce, Pîr Sultan’ın ne zaman yaşadığını saptamak gerekir.
NE ZAMAN YAŞADIĞI
Uzmanlar “Yürüyüş eyledi Urum üstüne” diye başlayan şiirindeki sözlerine bakarak, Pîr Sultan Abdal’ın Şah Tahmasb zamanında yaşadığını söylüyorlar. Bu şiirinde şöyle sözler var:
Aslını sorarsan Şah’ın oğludur
(…)
Koca Haydar Şah-ı cihan torunu
Ali nesli güzel imam geliyor
“Koca Haydar Şah-ı cihan” diye anılan, Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar’dır. “Şah” diye anılan ise, Akkoyunlu Devleti’ni yıkıp Safevîoğulları Devleti’ni kurarak Şîî mezhebi başkanlığı ile devlet başkanlığını birleştiren, Şah İsmail’in kendisidir. Şeyh Haydar’ın torunu, Şah İsmail’in oğlu da Şah Tahmasb’dır.
Şah Tahmasb’ın saltanat döneminin (1524-1578) büyük bir bölümü, Kanunî Sultan Süleyman’ın saltanat dönemine (1520-1566) rastlar. Bu iki hükümdar geçmişteki acı olaylar yüzünden, uzun süre ülkeleri arasında barışı sağlayamamışlar, İranlılar ile Osmanlılar, 1534’den 1554’e kadar, tam yirmi yılı anlaşmazlıklar, çatışmalar, savaşlarla geçirmişlerdir. Kanunî Sultan Süleyman 1534’de yaptığı doğu seferinde, İranlılar’ın elinde bulunan Bağdat’ı Osmanlı topraklarına katmış, Şah Tahmasb 1548’de Anadolu’ya girerek Kemah’a kadar ilerlemiş, 1552’de Erciş, Ahlat kalelerini geri almıştır.
Pîr Sultan’ın şiirlerindeki olayların Şah Tahmasb dönemindeki olaylara uyması, daha sonraki İran şahlarının Anadolu üzerine “yürüyüş eylemiş” olmaları, bazı uzmanların kesin konuşmalarına, şairin bu dönemde yaşadığından şüphe edilemeyeceğini söylemelerine yol açar.
Oysa bu dönemde Sivas’da valilik etmiş bir Hızır Paşa yok, ama 1552’de Köstendil, 1554’de Şam, 1560’da Bağdat beylerbeyliklerinde bulunmuş bir Hızır Paşa var. Uzmanlar 1567’de ölen bu Hızır Paşa’nın, Bağdat’a giderken, Sivas’a uğrayıp oradaki ayaklanmayı bastırmış olabileceğini söylüyor. Bu görüş doğruysa, Pîr Sultan 1560’da asılmış demektir.
Pîr Sultan’ın dili on altıncı yüzyılın ikinci yarısının dilidir, diyen bazı uzmanlar ise şairin 1560’da asılmış olabileceğini kabul etmiyorlar. Onlar halk söylentisini değerlendirerek başka bir yoldan gidiyor, Sivas’da valilik etmiş Hızır Paşa’yı arıyorlar.
Sofi Aziz Mahmut Hüdâyi Efendi’nin I. Ahmed’e yazdığı bir mektupta, Alevîler ile Şeyh Bedreddin’e bağlı olanları iyi tanıyan, onlarla uğraşmasının bilen bir Hızır Paşa’dan söz ediliyor. Belgenin ilgili bulunduğu dönemde ise iki Hızır Paşa yaşamış. Birinin özellikleri şöyle:
Deli Hızır Paşa, Van Beylerbeyi (1582), Kars Beylerbeyi olarak İran seferine katılma (1587), Erzurum Beylerbeyi (1588), Sivas Valisi (1588), Diyarbakır Valisi (1589), gene Sivas Valisi (1590), Tuna Muhafızı (1602), Budin Muhafızı (1605), ölümü (1607).
Deli diye anılması gözü pek, acımasız bir kimse olduğunu gösteriyor. Ayrıca İran seferine katılmış, yani Safevîlere karşı savaşmış. Safevî yanlısı Alevîlere düşmanlık besleyebilir. İki kere Sivas’a vali gönderilmiş, ikincisinde oldukça uzun kalmış. Alevîleri iyi tanıdığı, onlarla uğraşmasını bildiği anlaşılıyor.
Pîr Sultan’ı astıranın Sivas Valisi Deli Hızır Paşa olduğunu söyleyen uzmanların görüşü doğruysa, şairin ölümü 1588’de, ya da 1590’dan sonradır.
Gene uzmanlara göre, Pîr Sultan 1534’de Bağdat’ın Osmanlılar’a geçişi üzerine, İran Şahına,
Güzel Şah’ım çok yerlerden görünür
Aslı nedir niye verdin Bağdat’ı
diye şiir yazmıştır. 1534 ile 1590 arasında 56 yıl var. Pîr Sultan bu şiiri yazdığında, diyelim 20 yaşındaysa, 76 yaşında ölmüş olur.
Böyle uzun bir ömür sürdüğü kabul edilirse, uzmanlar arasındaki görüş ayrılıkları da sona erebilir. Çünkü bu uzun ömre hem Pîr Sultan’ın şiirlerindeki olaylara uygun düşen Şah Tahmasb dönemi, hem de Deli Hızır Paşa sığdırılabiliyor.
Gene de bazı durumların açıklanması kolay değil. Örnekse, Pîr Sultan’ın şiirlerinde bir Alevî ayaklanmasından söz ediliyor, oysa Deli Hızır Paşa döneminde Sivas’da böyle bir ayaklanma olmamış.
Uzmanlar arasındaki görüş ayrılıklarının ötesinde, kesin olan şudur: Pîr Sultan abdal on altıncı yüzyılda Anadolu’da, Sivas yöresinde yaşadı.
KİTAPLAR
Pîr Sultan abdal üzerine ilk önemli çalışmayı 1929’da Sadettin Nüzhet ERGUN yapmış, 105 şiir yayımlayarak, şair üzerine bilgiler verilmiştir: XVII Asır Saz Şairlerinden Pîr Sultan Abdal.
Konuya ikinci önemli yaklaşım Pertev Naili BORATAV ile Abdülbâki GÖLPINARLI’nın birlikte hazırladıkları, 1943’de yayımlanan Pîr Sultan Abdal adlı kitaplar olmuştur.
Diğer yayınlar:
Pîr Sultan Abdal,Abdülbâki Gölpınarlı, Varlık Yayınevi
Pîr Sultan Abdal, Cevdet Kudret, Yeditepe Yayınevi
Pîr Sultan Abdal, Cahit Öztelli, Milliyet Yayınevi
Sabahattin Eyüboğlu’nun, ölümünden önce hazırlayıp bitiremeden bıraktığı bir seçmeler kitabı, dostlarınca tamamlanıp Cem Yayınları arasında basıldı.
ALÇAKTA YÜKSEKTE YATAN
Alçakta yüksekte yatan erenler
Yetişin imdada aldı dert beni
Başımı alıp hangi yere gideyim
Gittiğim yerlerde buldu dert beni
Oturup benimle ibadet kıldı
Yalan söyledi de yüzüme güldü
Yalın kılıç olup üstüme geldi
Çaldı bölük bölük böldü dert beni
Üstümüzden gelen boran kış gibi
Yavru şahin pençesinde kuş gibi
Seher çağı bir korkulu düş gibi
Çağırta çağırta aldı dert beni
Abdal Pîr Sultan'ım gönlüm hastadır
Kimseye diyemem gönlüm yastadır
Bilmem deli oldu bilmem ustadır
Söyle bir sevdaya saldı dert beni
BEN DERVİŞİM DİYE
Ben dervişim diye göğsün gerersin
Hakk'ı zikretmeye dilin var mıdır
Sen kendini görsene ilden n'ararsın
Hâli hâl etmeye hâlin var mıdır
Birgün balık gibi ağa sararlar
Mürşidinden rehberinden sorarlar
Tütsü yakıp köşe köşe ararlar
Ben arıyım dersin balın var mıdır
Dertli olmayanlar derde yanar mı
Tahkik derviş ikrarından döner mi
Her bir uçan gül dalına konar mı
Ben bülbülüm dersin gülün var mıdır
Pîr Sultan'ım senin derdin deşilmez
Derdi olmayanlar derde düş olmaz
Mürşidsiz rehbersiz yollar aşılmaz
BENİ GÖRÜP YÖNÜN ÖTE DÖNDÜRME
Beni görüp yönün öte döndürme
Yine gitmez meylim sendedir sende
Yıkıp hilâl kaşlariını yere indirme
Günah sende değil bendedir bende
Şeker vardır dudağında dilinde
Arzumanım kaldı gonca gülünde
Sen bir padişâhsın hükmün elinde
Senin ile dâvam sendedir sende
Sensiz çıkıp yaylaları yaylamam
Engeller içinde sırrın söylemem
Çok günah işledim inkâr eylemem
İk’ellerim kızıl kandadır kanda
Nice beyler ile gezdim yoruldum
Kan bulanık aktım duruldum
Sencileyin çok güzele sarıldım
Dahi sevgin candadır canda
Pîr Sultan Abdal’ım böyle deyiptir
Âşıklar güzeli sevegeliptir
Bir güzel sevmeyle kanlı m’oluptur
Kellem terkidedir yandadır yanda
GEL BENİM SARI TAMBURAM
Gel benim sarı tamburam
Sen ne için inilersin
İçim oyuk derdim büyük
Ben anın'çin inilerim
Koluma taktılar teli
Söyletirler bin bir dili
Öldüm ayn-i cem bülbülü
Ben anın'çin inilerim
Koluma taktılar perde
Uğrattılar bin bir derde
Kim konar kim göçer burda
Ben anın'çin inilerim
Göğsüme tahta döşerler
Durmayıp beni okşarlar
Vurdukça bağrım deşerler
Ben anın'çin inilerim
Gel benin sarı tamburam
Dizler üstünde yatıram
Yine kırıldı hatıram
Ben anın'çin inilerim
Sarı tamburadır adım
Göklere ağar feryadım
Pîr Sultan'ımdır üstadım
Ben anın'çin inilerim
ÖTME BÜLBÜL
Ötme bülbül ötme, şen degil bağım
Dost senin derdinden ben yana yana
Tükendi fitilim eridi yağım
Dost senin derdinden ben yana yana
Deryadan bölünmüş sellere döndüm
Ateşi kararmış küllere döndüm
Vakitsiz açılmış güllere döndüm
Dost senin derdinden ben yana yana
Haberin duyarsın peyikler ile
Yaramı sarsınlar şehidler ile
Kırk yıl dağda gezdim geyikler ile
Dost senin derdinden ben yana yana
Abdal Pir Sultan’im, doldum eksildim
Yemeden içmeden sudan kesildim
Zülfün kemendine kondum asıldım
Dost senin derdinden ben yana yana
Uyur idik uyardılar
Diriye saydılar bizi
Koyun olduk ses anladık
Sürüye saydılar bizi
Halimizi hal eyledik
Yolumuzu yol eyledik
Her çiçekten bal eyledik
Arıya saydılar bizi
Hakk’ın yoluna dizildik
Dost defterine yazıldık
Bal olduk şerbet ezildik
Doluya saydılar bizi
Pir Sultan Abdal’ım şunda
Çok keramet var insanda
O cihanda bu cihanda
Veliye saydılar bizi
Siz hiç, Büyük Atatürk’e dil uzatan kiralık tarihçi müsveddelerinin..
Bugün bir sokak röportajında Lozan’da 4milyon metrekare toprak verdi Atatürk diyor, bir iktidar partisi hayranı.
Siz hiç, Büyük Atatürk’e dil uzatan kiralık tarihçi müsveddelerinin..
Lozan Konferansı’nda İsmet Paşa’nın Osmanlı’dan kalan borçları nasıl mertçe üstlendiğini anlattığını gördünüz mü?
Siz hiç kiralık kalemlerin, (İngilizlerin ifadesiyle) İsmet Paşa’nın bitmek bilmez yalanları,
kelime oyunları ve masadaki devletleri birbirine düşürmek için yaptığı akıl oyunları yüzünden konferansı öfkeyle terk eden Lort Curzon’u anlattıklarını gördünüz mü?
Öfkeden çıldıran Lort Curzon’un, Lozan’ı terk ederken İsmet Paşa’nın şerefine, namusuna kadar hakaret ettiğini anlattılar mı?
Siz hiç, Atatürk’e dil uzatanların, Çanakkale’de İngiliz askerlerin mezarları olması sebebiyle bu bölgelerin mülkiyetini Lozan Konferansı’nda isteyen İngilizlere, İsmet Paşa’nın gülüp geçtiğini ve bunun bir Çanakkale Krizi’ne (Mezarlıklar Sorunu’na) dönüştüğünü anlattıklarını gördünüz mü?
Lozan süreci sırasında ”Türkiye’de bir yabancı suç işlerse, bundan böyle bizim yetiştireceğimiz Türk hukukçularca, Türk hukukunca yargılanacaktır.
Çünkü Türkiye sizin koloniniz değil!” düşüncesiyle kapitülasyonların, nasıl Avrupalı devletlerin suratına fırlatıldığını anlatan birileri oldu mu?
Atatürk’e dil uzatanların, bir kez bile Osmanlı döneminde yabancılara verilen ayrıcalıkları, örneğin bir yabancı suç işlediğinde, Osmanlı zabitinin onu tutuklayamadığını, kendi konsolosunun gelip ilgilendiğini anlattığını gördünüz mü?
Osmanlı döneminde Şeriat olduğunu iddia edenlerin, çürümüş bir kapitülasyon düzeni içinde yabancıların Türklerden ne kadar rahat yaşadığını anlattığını gördünüz mü?
Devletin çöküşüne engel olabilmek adına padişahların yabancılar için yaptığı ıslahatları ve bu ayrımcılığın Türkleri kendi toprağında nasıl ötekileştirdiğini anlattılar mı hiç?
Bu topraklarda Türkçülük nasıl ve niye başlamıştır, hangi haklı gerekçelerle ortaya çıkmıştır konusu konuşuluyor mu?
Lozan Anlaşması’nı zafer yapan; Türkiye’nin maliyesinin, yönetiminin, hukukunun ve ordusunun yabancılardan kurtarılması yani devletimizin tam bağımsız olmuş olması ve Türklerin kendi topraklarında eğitimde, ticarette, din özgürlüğünde, hukuk önünde yabancılar kadar geniş ve eşit haklara kavuşmuş olmasıdır.
Lozan bu yüzden Türk milleti için bir zafer ise ki şüphesiz öyle, o halde Türk olmayanlar ve gayrimüslimler için bir hezimet olacaktır.
Lozan’ın gizli maddeleri yoktur fakat gizlenmek istenen tarafı budur.
-Ertürk Özel-
İbn Haldun’dan 700 yıllık kehanet!?…
Geleceği 700 yıl öncesinden mi görüyordu???
Sosyolojinin öncüsü İbn Haldun’un 14. yüzyılda ünlü Mukaddime’sinde yazdığı şaheserlerden biri şudur:
“Vergiler çoğaldığında devlet sona yaklaşır.”
– Ve devletler çöküşe geçtiğinde, falcılar ve dilenciler, riyakarlar ve iddiacılar, cahil yazarlar ve konuşmacılar, uyumsuz şarkıcılar ve manzumeciler,
serseriler ve fala bakanlar, davulcular ve bilgiçlik taslayanlar (bilgiçlik iddiasında bulunanlar),
el falı bakanlar ve astrolojik yorumcular,
vizyonsuz politikacılar ve şarlatanlar,
liyakatsizler ve ehliyetsizler,
hicivciler ve fırsatçılar çoğalır.
Maskeler düşer, ayrılmaması gereken şeyler birbirine karışır, değerler yitirilir, yönetim ve toplum bozulur, anlamlar ve sözler birbirine karışır,
sahtekârlar ve ikiyüzlülülerin sayısı artar,
güce yakın olanlar mazlumların hayatı ile oynar,
doğru ile yalan iç içe geçer.
Devletler yıkılışa yaklaştığında, korku hâkim olur,
insanlar mezheplere, fırkalara, tarikatlere sığınır,
korku ve güçle fikirlerini insanlara dayatır,
mucize iddiaları yayılır ve söylentiler yaygınlaşır,
hurafeler yayılır, hakikat müdafileri susturulur,
dost düşmana, düşman dosta dönüşür,
yanlışın sesi yükselir, doğrunun sesi kısılır,
güvenilmez yüzler ön plana çıkar, dost yüzler kaybolur, hayaller azalır ve umut ölür,
herkes bir kurtarıcı arar, akıllı olan daha da yalnızlaşır ve yüzlerin hatları silinir,kabilesine, ırkına bağlılık daha güçlü olur, ve vatan sevgisi bir çeşit delilik olarak görülür, bilgelerin sesi gürültücü boş insanların arasında kaybolur, aidiyet iddiaları artar.
Aynı evde yaşayanlar birbirlerini ihanet ve işbirlikçilikle suçlar, aileler dağılır, haset, menfaat ve hırs şeyi sarar, büyük bir kaçış söylentisi yayılır,
entrikalar ve komplolar kurulur, her yerden nasihatler gelir, yakın ve uzak kişilerden öneriler gelir, güçlüler kaçışlarını, zenginler servetlerini düşünür, herkes bir teyakkuz ve bekleyiş haline geçer, durum göç projelerine dönüşür,
vatan bir seyahat noktasına, yaşadığımız yerler valizlere, evler anılara ve anılar hikayelere dönüşür.”
Güzel Sözler
Akıllı adam aklını kullanır. Daha akıllı adam başkalarının da aklını kullanır. (Bernard Shaw)
Akıllı konuşur, çünkü onun söylemek istedikleri var; aptal konuşur, zira kendinin bir şeyler söylemek mecburiyetinde olduğunu sanır. (Plato)
Altın ateşle, kadın altınla, erkek de kadınla erir…..PİTAGOR
Bilgi bir ışık gibidir. Onu kullanırsanız daha parlak olur, kullanmazsanız söner. (Alexander Everett)
Bilgi büyük adamı alçak gönüllü yapar, normal adamı şaşırtır, küçük adamı ise kibirlendirir. BRIGITTE
Bilgi cesaret verir, cehalet küstahlık. (Terry)
Bilgiyle dirilenler ölmez. (Hz. Ali)
Bir çivi yüzünden bir nal,bir nal yüzünden bir at,bir at yüzünden de bir atlı gidiverir…..FRANKLİN
Bir gemiyi iki reis batırır. TÜRK ATASÖZÜ
Bir şeye ait herşeyi öğrenin; herşeye dair bir şeyler bilin. (var dyke)
Bir şeyi gerçekten bilmek, onu anlatmakla olur. SOKRATES
Bizi güçlü yapan yediklerimiz değil, hazmettiklerimizdir. Bizi zengin yapan kazandıklarımız değil, muhafaza ettiklerimizdir. Bizi bilgili yapan okuduklarımız değil, kafamıza yerleştirdiklerimizdir. (francis bacon)
Bugün, hayatınızın geri kalanının ilk günüdür. (1970’lerin Bir Duvar Yazısı)
Çok keyifli anınızda kimseye bir şey vaad etmeyin .Çok öfkeli anınızda kimseye yanıt vermeyin…..ÇİN ATASÖZÜ
Daha iyi olmaya çalışmayan iyi olarak ta kalamaz. (oliver cromwell)
Durgun su solucan yetiştirir. (dünya atasözü)
Dün yaptığınız şey size hala çok iyi görünüyorsa , bugün yeterli değilsiniz demektir. (earle wilson)
Dünyayı seller bassın ördeğe vız gelir…..ATASÖZÜ
Düşünmeden öğrenmek faydasız, öğrenmeden düşünmek tehlikelidir. (Konfüçyüs)
Düşünmeden öğrenmek faydasızdır, öğrenmeden düşünmek tehlikelidir (confuclus)
Elmas nasıl yontulmadan mükemmelleşmezse, insan da acı çekmeden olgunlaşmaz…….CONFİCİUS
En güçlü hafıza bile en zayıf mürekkepten solgundur. (Meçhul)
Erişmek istedikleri bir hedefi olmayanlar, çalışmaktan zevk almazlar (emile raux)
Erkek karısını bir buketle şaşırtabilir.Bir kutu çikolatayla mutlu eder.Bir altın kolye ile de şüpheye düşürür……SAM EWİNG
Evinizin eşiğini temizlemeden komşunuzun damındaki karlardan şikayet etmeyiniz….KONFÜÇYÜS
Evlilikte başarı yalnız aranan kişiyi bulmakta değil,aranan kişi olmaya da bağlıdır….FOSTER WOOD
Ey yaşam senin bunca değerli oluşun ölüm sayesindedir….SENECA
Gençken bilgi ağacını dikelim ki, yaşlandığımız zaman gölgesinde barınacak bir yerimiz olsun. (chesterfield)
Gideceğiniz yeri bilmiyorsanız, vardığınız yerin önemi yoktur. (peter f.drucker)
Güller, laleler, bütün çiçekler solar. Çelik ve demir kırılır ama sağlam dostluk ne solar ne de kırılır. NIETZSCHE
Güzel yüz aynaya aşıktır…..MEVLANA
Hakikaten insan için kendi çalıştığından başkası yoktur. (necm:39)
Hava soğuduğunda gölge veren ağaçları unutursun…JAPON ATASÖZÜ
Hayat geç kalanları hiç affetmez….GORBACHOV
Hayatta bir gayesi olmayan insanlar, bir nehir üzerinde akıp giden saman çöplerine benzerler; onlar gitmezler, ancak suyun akışına kapılırlar. (Seneca)
Hedefi olmayan gemiye hiçbir rüzgar yardım edemez. (montaıgne)
Her bildiğini söyleme, her söylediğini bil… CLAVDIUS
Her münakaşanın temelinde birisinin cahilliği yatar. (Louis D. Brandeis)
Herkesi bir defa, bazılarını her zaman aldatabilirsiniz.Ama herkesi her zaman aldatamazsınız…….ABRAHAM LİNCOLN
Herşeyin anahtarı sabırdır. Civcivi,yumurtaları kuluçkaya yatırarak elde edersiniz, kırarak değil. (arnold closow)
Hırs, bir sandalın yelkenini şişiren rüzgara benzer; fazlası gemiyi batırır, azı da gemiyi olduğu yerde tutar. (Woltaire)
Hiç kimse başarı merdivenine elleri cebinde tırmanmamıştır. (j.keth moorhead)
Hiç kimse duymak istemeyen biri kadar sağır olamaz….W.SHAKSPEARE
Hiçbir zaman çıktığın kapıyı hızlı çarpma. Geri dönmek isteyebilirsin. (Don Herold)
İki şey aklın eksikliğini gösterir: Konuşulacak yerde susmak, susulacak yerde konuşmak. (Sadi)
İnsan ne kadar yükselirse, gönlü o kadar alçalmalıdır. CICERO
İnsanlar ancak hayalleriyle yaşar ve biraz yaşamaya başlayınca tüm hayallerini kaybederler…..VOLTAİRE
İnsanlar yanlış yapabilirler , yalnız büyük insanlar yanlışlarını anlarlar. F.Von KOTZEBUE
İnsanları niçin öldürüyorsunuz, biraz bekleyin zaten ölecekler….KONFÜÇYÜS
İşlemeyen demiri kendi pası mahveder. İnsanı tembelliğe alışması mahveder. (hint atasözü)
İyiliğin bilgisine sahip olmayana bütün diğer bilgiler zarar verir (montaigne)
Kaplumbağa başını çıkarıp, önünü görmeden ilerlemez…Kaplumbağayı küçümseme……ANONİM
Karanlık geceleri ben uykusuz geçirirken, sen sabaha kadar uyuyorsun. Ondan sonra da bana yetişmek istiyorsun. Ne gezer (zemahşeri)
Kendine hakim olan başkalarına da hakim olur. (Konfüçyüs)
Kendini herkese uydurmak için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula tükenip giderler. (R. Hull)
Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret etmedikçe insan yeni okyanuslar keşfedemez (andre gide)
Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası, dostunun yüz karası, düşmanının maskarası. (m.akif ersoy)
Komşunu sev ama bahçe duvarını yıkma. (G. Herbert)
Kum üstünde şaton olacağına taş üstünde kulüben olsun….ANONİM
Kurbağayı koltuğa oturtsan,o yine çamura atlar….ARTHUR MİLLER
Küçük şeylere gereğinden çok önem verenler, elinden büyük is gelmeyenlerdir. EFLATUN
Metodu olan topal, metotsuz koşandan daha çabuk ilerler. (francis bacon)
Mutluluğu tatmanın tek çaresi, onu paylaşmaktır. BYRON
Ne kadar bilirsen bil,anlatabildiklerin, karşındakinin anlayabileceği kadardır….MEVLANA
Okumadan geçen üç günden sonra konuşma tadını kaybeder. (çin atasözü)
Öğrenmek, akıntıya karşı yüzmek gibidir ilerleyemediğiniz taktirde gerilersiniz. (çin atasözü)
Öğretmen bir kandile benzer, kendini tüketerek başkalarına ışık verir. RUFFINI
Önce doğruyu bilmek gerekir, doğru bilinirse yanlış da bilinir. Ama önce yanlış bilinirse doğruya ulaşılamaz. (farabi)
Önemli olan yere düşüp düşmemen değil, tekrar ayağa kalkıp kalkmamandır. (Vince Lombardini)
Rüyaları gerçekleştirmenin en kısa yolu uyanmaktır. (Emerson)
Sabahleyin kaybedeceğin bir saatin bütün gün zararını çekersin. (william whately)
Savasın iyisi, barısın kötüsü yoktur. BENJAMIN FRANKLIN
Taş da yumurtanın üstüne düşse,yumurta da taşın üstüne düşse,olan yine yumurtaya olur….RUM ATASÖZÜ
Tüm uzmanların aynı görüşte olmaları, hepsinin yanılmaları anlamına da gelebilir. B.RUSSEL
Türkler her şeyini feda eder, ama istiklalini asla. LLOYD GEORGE
Türkler öldürülebilir, fakat yenilgiye uğratılamazlar. NAPELEON
Üç şey sürekli kalmaz; ticaretsiz mal, tekrarsız bilgi, cesaretsiz iktidar. (ş.sadi)
Ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil. (Konfüçyüs)
Yanılgı insanlar içindir; ancak silginiz kaleminizden önce bitiyorsa, fazlaca yanlış yapıyorsunuz demektir. (J. Jenkins)
Yapabileceğin kadar söz ver.Sonra söz verdiğinden fazlasını yap….ANONİM
Yarın sabah,ne sevdiğiniz kişilerin yüzleri ne de kendi yüzünüz aynı olacaktır….LEO BUSCAGLİA
Yaşadığımız her an kendi hakkını ister. (goethe)
Yaşamak için yemelisin,yemek için yaşamamalısın…….ÇİÇERO
Yaşamın uzunluğu değil, nasıl yaşanıldığı önemlidir. M.L.KING
Yıpranmak paslanmaktan iyidir. (bishop cumberland)
Yiğitlik intikam almak değil, tahammül etmektir. SHAEKESPEARE
Zamanın değerini yapacak işi olan bilir (atasözü)
Zamanında bir adım atmayan tembel, sonradan yüz adım atmak zorunda kalır…… GİOVİO
Alevilik Tanımıyla İlgili Bir Not [İsmail Engin – @kanalkultur]
Alevi Dedeleri ve Babaları, 1. Avrupa Dedeler Kurultayı’nda (21 – 22 Mayıs 2005, Nijmegen / Hollanda), 1. Türkiye Alevi Dedeler Kurultayı’nda (29 – 30 Ekim 2005, Karacaahmet Sultan Dergâhı – İstanbul) ve nihayetinde 1. Avrupa Alevi Dedeler Şurası’nda (24 – 25 Aralık 2005, Veldhoven / Hollanda) Aleviliği içeren bir tanım ortaya koydu.
Buna göre;
“Alevilik, İslamdır. Hakk-Muhammed-Ali yolunun Kırklar Meclisi’nde olgunlaştığı ve Oniki İmamlarla devam eden; İmam Cafer-i Sadık’ın akıl ölçüsünü rehber olarak alan, Horasan erenlerinin himmetleriyle Anadolu’ya gelen Hazret-i Pîr’le ve ulu ozanlarımızın nefesleriyle hayat bulan inancın adıdır.
Alevilik inancı, hayatın amacını insanın ham ervahlıktan çıkarak insan-ı kâmil olup özüne dönmek olarak tanımlar. Bunun için de; Mürşid, Pîr ve Rehber huzurunda ikrar verilerek Dört Kapı Kırk Makam aşamasından geçilir. İnancımızın uygulandığı mekân cemevidir.”
İlgili tanımı da kesintisiz veren ilk haber, “Dedeler Şurası toplanacak” başlığıyla Ünal Öztürk imzasıyla kaleme alındı ve 24 Mayıs 2005 günlü Hürriyet Gazetesi’nin Avrupa Baskısı’nın 19. sayfasında yer aldı…
Son tartışmaları gözeterek, yıllardır konuyla yakınen ilgilenen biri olarak ve yukarıdaki tanımdan yola çıkarak, şunu – ilk ve son kez – ifade edeyim:
a) Tanımdan ilk cümle çıkarıldığında, Hakk-Muhammed-Ali yolu ile ilgili tartışmalara bakıldığında, “O Ali, bizim Ali’miz değildir”e doğru bir evrilmeyle İslam-dışı bir Aleviliğin yolunu açan tartışmalar başlar.
b) Tanımın içinden ilk cümle çıkarıldığında ve yerine “Alevilik İslamın batîni yorumudur” ibaresi konulduğunda, tasavvufi bir niteliğe bürünür ve muhtemelen “tarikat” olduğu sonucuyla karşılaşılır ve neticede Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaklaşımıyla da bir şekilde örtüşülür. Burada şu da belirtilmelidir: Sünni ve Şii tarikatler “İslamın batîni yorumudur”…
c) Tanımın içine Ahmed Yesevi bir şekilde ilave edilirse; örneğin, “Ahmed Yesevi ve Horasan erenlerinin himmetleriyle” denilirse, Orta-Asya Türklüğüne atıf yapılır; tanımda, “Türklük” motiflerinin baskın olduğu öne çıkar.
d) Tanımın içine el-Kürdî olarak da anılan Ebu’l Vefâ bir şekilde eklenirse; örneğin, “Ebu’l Vefâ ve diğer Anadolu erenleriyle” denilirse, Mezopotamya’ya ve Kürtlere atıf yapılır; tanımda, “Kürtlük” motiflerinin baskın olduğu öne çıkar.
e) Tanımın içine, “dede huzurunda … icra edilen İslam inancının adıdır” diye bir ekleme yapıldığında; “Babalar”, “Mürebbiler”, “Dikme” Dedeler huzurunda … icra edilen dini pratiklerin ve neticede bir şekilde Hacıbektaş Tekkesi’nin de hükümsüz olduğu sonucuyla karşılaşılır…
Nereden baktığınız, neyi ekleyip çıkardığınız konu üzerindeki tartışmalarda “aidiyet”i(nizi) belirliyor… [İsmail Engin – @kanalkultur]
Alevilik nedir?Alevi Dedeleri ve Babaları, 1. Avrupa Dedeler Kurultayı’
“Alevilik, İslamdır. Hakk-Muhammed-Ali yolunun Kırklar Meclisi’nde olgunlaştığı ve Oniki İmamlarla devam eden; İmam Cafer-i Sadık’ın akıl ölçüsünü rehber olarak alan, Horasan erenlerinin himmetleriyle Anadolu’ya gelen Hazret-i Pîr’le ve ulu ozanlarımızın nefesleriyle hayat bulan inancın adıdır.
Alevilik inancı, hayatın amacını insanın ham ervahlıktan çıkarak insan-ı kâmil olup özüne dönmek olarak tanımlar. Bunun için de; Mürşid, Pîr ve Rehber huzurunda ikrar verilerek Dört Kapı Kırk Makam aşamasından geçilir. İnancımızın uygulandığı mekân cemevidir.”
Yolumuz Muhammed Ali yoludur, başka yol bilmeyiz…Seyyid Seyfeddin Ocağı
Yüzyıllardır baskı, sürgün, katliam ve başkaca her türlü yol kullanılarak sindirilmek istenen Alevilik, nihayet tam yok oldu denilirken güneş gibi ufuktan yeniden doğmuştur ve doğmaya da devam edecektir.
Kim ne derse desin, günümüzde Alevilik açısında tam bir rönesans yaşanıyor. Bu rönesansı engellemek, artık hiç bir biçimde mümkün değildir. Ancak yine de Alevilik karşıtları, son bir hamle ile ona kendi inançsal ve siyasal kimlikleri doğrultusunda yön verme cabalarının yaşanmakta olduğu da yadsınamaz.
Biz buna, “Aleviliği başkalaştırma çabaları” diyoruz. Söz konusu başkalaştırma çabalarının dayandığı en önemli iddialardan biri de Aleviliğin homojen olmadığı / birden fazla Aleviliğin olduğu iddiasıdır. Bu konuda gönül rahatlığiyle diyebiliriz ki, bu çabalar-çırpınmaları boşadır ve başarılı olamıyacaklardır. Çünkü Aleviliğin sarsılmaz kimliği, kendini her çeşit yozlaşmanın olumsuz etkisinden korunma gücüne ve itikatine sahiptir. Bu itikat gücü, Aleviliğin Evrenselleşmenin bir parçası olarak görülmelidir.
Şahı Merdan Ali’nin; „Çocuklarınızı kendi yaşadığınız zamana göre değil, onların yaşayacakları zamana göre yetiştirin“ uyarısını göz önünde tutarak; Özün korunması çerçevesinde, Alevi inanç ve kültür yeteneği-özelliğinin doğal sonucu olarak kendini çağın, modern ve kentsel koşullara uyarlamaktır.
Aleviliği, başkalaştırma iddialarından öne çıkan bazı başlıklar…
1-Alevilik, islam dışıdır dolayısiyle ayrı bir dindir. Zerdüştiliğin ya da Yezidiliğin bir türevi olup Kürt etnisitesinin historik dinidir.
2-Alevilik, Şiiliğin bir koludur.
3-Alevilik, islami bir kültürdür. Aleviler aslında Sünnidir. Beş vakit namaz, Ramazan orucu, Kabe’ye hac vb. Sünni ritüeller Aleviliğin de ritüelleridir.
Öncelikle şunu belirtelim ki Alevilik, Islamın katı Sünni yorumundan farklıdır; Alevilik, islamın batıni yorumu ve aydın yüzüdür. Lakin katı Sünni inancı ise, günümüzde islam dininden öteye Emevi Arap gelenek ve görenekleri yerini almıştır. Emevi Arap gelenek görenekleri, islamın ilkeleri diye insanlara dayatıldığı içindir ki; Barış, insanlık dolayısıyla Evrensel olan islam dini, terör ve şiddet dini haline getirilmiştir.
Alevilikle hatta dinle hiç bir alakası olmayan siyasi-idolojik çevreler, din tücarları, menfaatçı kesimler, vs.; Sivri kelimeler, populer sözcükler ve cümlelerle Alevi inancından ahkam kesip, fetvalar veriyorlar. Kendi nefislerinin kölesi olmuş, bu kesimler; Insanların iyi niyetini, güzel duygularını kendi nefsani çıkarlarına peşkeş çekerek cehaletin kara zihniyetine hizmet etmişlerdir. Kınıyor ve lanetliyoruz.
Aleviliği, islam dışı ayrı bir din olarak gören ya da görmek isteyen çevrelerin tezleri ciddi hiçbir dayanağa sahip değildir. Islam dışılık iddiasına dayanak olarak kullandıkları unsurlar yukarda da belirttiğimiz gibi, aslında islam ile doğrudan doğruya ilgili olmayıp Emevi Arap katı müslümanlığın kimi ritüel ve itikatlarından ibarettir.
Sonuç itibariyle içinde Muhammed Ali, On Iki Imam, Ehli Beyt ve islamın olmadığı bir Alevilik yoktur. Dikkat edilmesi gereken husus, Alevilik kendini; Şii, Sünni veya diğer akımlar gibi zahiriye değil, islamın batıni yani tasavvuf yorumu olarak tanımlar. Diğer bir deyimle Muhammed Ali ne kadar islam ise, Alevilik dolayısıyla Aleviler de okadar islamdır…
Ehli Beyt yazarı ve Seyyid Seyfeddin Ocağı evlatlarından,
=Seyyid Hakkı=
HAKK-MUHAMMED-ALİ YOLU; IRKLARIN DEĞİL, KIRKLARIN, ERLERİN, PİRLERİN, NEBİLERİN, VELİLERİN YOLUDUR! ULUSLARARASI ALEVİ ARAŞTIRMA, DAYANIŞMA VE EĞİTİM VAKFI
Yolumuz bilim, irfan ve sevgi üzerine kuruludur. Hacı Bektaşi Veli
Alevilik öğretisi evrenin oluşumunu Tanrı katında yeşil bir kandildeki nûr`dan yani ışıktan başlatır.
Bu nûr Hz. Muhammedle Hz. Alinin nûrudur. Bu nûr Nûr-u Kadimdir. Allah, o nûru kendi nûrundan, yaratmıştır. Bu nûr ilk yaratılan olup iki renkten oluşur.
Bu nûrun yarısı beyaz nûr Muhammede, diğer yarısı yeşil nûrda Aliye aittir. Bütün evren de bu nûrun tezahüründen meydana gelmistir. Bu nûr kendi özünden büyük bir aşk ile sonsuzluğa yayılarak ruhlar âlemini ve madde âlemini meydana getirmiştir. Aleviler, Allah-Muhammed-Aliyi tek bir nûr olarak görürler ve öyle inanırlar.
Aleviler; Bütün Ruhların Elest meydanında Kalu Bela diyerek verdikleri ilk ikrarda, Allah’ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammedin Peygamberliğine, Hz. Alinin veliliğine, Tevella ve Teberraya, Ehl-i Beyt ve Kuran emanetlerine sahip çıkacaklarına dair ikrar verirler. Musahiblik kavlinde, nikah akdinde, kirvelik erkanında ikrar alır ikrar verirler.
İkrar veren ikrarından dönemez. “Öl ikrar verme, öl ikrarından dönme”, bunun en açık uyarısıdır.
Buyruklarda ikrarından dönenler lanetlenmiş, mertud ve Allah’ın rahmetinden uzak olanlar diye nitelendirilmişlerdir.
Gözüm tok, karnım tok, dünya malına,
Onlara aldanıp, kanmam ya Ali.
Hak hidayet etti, girdim yoluna,
İkrar bozup, geri, dönmem ya Ali.
Alevi Kavramı:
Alevi kelimesi her ne kadar Ali Evinden olanlar olarak kullanılmış olsa bile kısaca Ali taraftarları olarak kabul edilir. Hz. Ali, Hz. Muhammedten sonra İslam ışığını, nûrunu taşıyan ve Kuran-ı Nâtık (dilli Kuran) olarak bilinen yegane kişidir. Ondan dolayıdır ki İslam dininde Şâh-ı Velayet (Evliyalar Şâh-ı) olarak bilinir. Bu açıdan bakacak olursak, Hz. Ali, nûrun – ışığın taşıyıcısı ve Esrâr-ı Hakîkatın (Gerçeğin Sırr-ı) sahibidir. Alevilerde işte bu yüzden Hz. Aliyi takip ederler. Aleviler Hz. Aliyi, Hz. Muhammedin emrinden dolayı severler ve onun izinden giderler. Çünkü Hz. Muhammed kendisinden sonra Hz. Ali`nin takip edilmesini vasiyet etmiştir.
Alevi : Hakk (Allah) Muhammed-Ali kutsallığına inanan, Ehl-i Beyt’i ve 12 İmam’ı kutsayan, Matem (Muharrem) ve Hızır oruçlarını tutan, bir Dede, Pir ya da Şeyh grubundan olan, yada bu gruba talip olarak bağlı olan, temel ibadet formu Cem olan, yıllık görgü ve sorgudan geçen, Musahibi olan kişidir.
Alevilik Tanımı:(Hakk-Muhammed-Ali yolu: Hakkı–Kendini Bilme Yolu)
Temelini Kurannın Birlik Bilgisinden alan, Allah-Muhammed-Ali sevgisini en yüce inanç değeri olarak kalplerinde taşıyan, Ehlibeyt ve 12 İmamlara büyük bir sadakatla bağlı, dinin Tasavvufi yorumunu öne çıkaran, inanç öğretisini Dört Kapı – Kırk Makam ilkeleri üzerine kurarak, yaşamının her anında olgun ve yetkin insan olabilmek için “Eline-Beline-Diline sahip ol“ düsturunu yaşam felsefesi haline getiren, kaynağını Hz. Muhammedin Mirâçı ve Kırklar Meclisinden alarak 12 Hizmeti Mürşîdler ve Rehberler önderliğinde bütün Canlarla beraber sazlar ve nefesler eşliğinde Cem Erkân-ı ve Yololarak yürüten, amacı Allah`ın Ehl-î Kâmil İnsan yaratma projesi olan İslâm dininin Bâtin-i ( Ruhsal ) yorumu ve Özüdür.
Her kim kendini bildi yüce Allahı daı bildi (Hz. Muhammed)
İlim, ilim bilmektir/İlim kendin bilmektir
Sen kendin bilmez isen/Ya nice okumaktır (Yunus Emre)
Alevi anlayışına göre İslam; Allahın bütün yaratılışa (sonsuzluğa) uyguladığı tek ve değişmez yasasıdır.
İslam Allah`a teslim olmak demektir.
İslam barış ve hoş görü demektir.
İslam günahlardan arınmış ömür demektir.
İslam nefsinden arınmış insanı Kâmil olmanın yolu demektir.
Nihayetinde İslam kendi nefsini bilmiş ve yenmiş gerçek İnsan olabilmek demektir.
Aleviliğin ritüel ve ibadetleri, Dedenin gözetiminde ve yönetiminde yapılan erkani ibadetlerdir.
Aleviliğin temel kurumu Dede-Seyit Ocaklarıdır.
Sözlerimizi ilim şehrinin kapısı, ’’Kur’an-u natık’’, mücessem ve müşahhas Kur’an, Şah–ı Merdan Hazreti İmam Ali için söylenen Kaygusuz Abdal, Virani Baba ve Seyyid Nesimi’ye ait üç nefesle örnekleyelim…
“Ali’ye ismullah derler,
Yüzüne secde ederler,
Taş yerine koyarlar,
Koyamazsın demedim mi ?
Bu kaygusuz ezeliden,
Himmet almış ol veliden,
Oku ilmini Ali’den,
Doyamazsın demedim mi ? “
Kaygusuz Abdal
“Ali incil, Ali Tevrat,
Ali, zebur, Ali Kur’an,
Ali Fazl’ur-rahman,
Ali’dir sümme vech’ul-lah !”
Virani Baba
“Ey benim Şahım, sığınağım,
Fazlı Rahmanım Ali !
Selam ey Şah-ı Merdan Ali !
Selam ey Fazl-ı Yezdan Ali ! “
Seyyid Nesimi
Ali adı bizler için; gerçeğin, hakikatin, yüceliğin, erdemlerin, mertliğin, doğruluğun, dürüstlüğün, aşkınlığın, samimiyetin, arınmışlığın, mutlaklığın… ve daha yığınla varlığa anlam katan, var oluşa cevap vermesi gereken işaret ve manaların adıdır.
Hz. Ali, herhangi sıradan bir tarihsel şahsiyet, yiğit bir komutan, siyaset adamı, filozof değildir.
Ali demek, “Hakkın nurunun insan sıfatında yer yüzüne yansımasıdır”.
Ali demek yücelik demektir. Kim ki yüceliği hedefliyor ve istiyorsa yolu mutlak olarak Ali’ye uğrar.
Mürşid ocakları birbiriyle sadece Seyyid olması nedeni ile akrabadır; ama birbirine müdahale edemez, karışamazlar.
Mürşid ocaklarının çok sayıda Pir (Dede) ocakları vardır.
Türkiye’de ki Mürşid Ocakları;
1- Avuçan/Ağucan Mürşid Ocağı: En kalabalık ocaktır.Talipleri Kırmancki/Zazaca, Kırdaski/Kürtçe ve Türkçe konuşurlar.
2- Baba Mansur Mürşid Ocağı: Talipleri, Türkçe, Kırmancki/Zazaca, Kırdaski/Kürtçe konuşurlar.
3- Hacı Bektaş Mürşid Ocağı: Talipleri Türkmen ve Abdal (Romen, Çingene).
4- Dede Garkın Mürşid Ocağı: Talipleri tamamı Türkmendir.
Irak’ta Sultan Sohak tek Mürşid Ocağıdır, 11-12 milyon talibi vardır. Sultan Sohak Mürşid Ocağının çok sayıda Pir Ocağı vardır.
Sultan Sohak Mürşid Ocağı: Talipleri İrandadır, Goranice konuşurlar. (10-11 milyon talibi vardır)
Aryan Mürşid Ocağı (İranda)
Suriyede Lübnanda 2 Mürşid Ocağı vardır. (Arapça konuşan Aleviler) Haydari ve Klezei Ocaklarıdır. Talipleri 4-5 Milyon civarındadır.
Yukardaki Ocaklar Mürşid Ocaklarıdır. Diğerlerinin tamamı Pir yani Dede ocaklarıdır.
Yukardaki Mürşit Ocağından ve Mürşit Ocaklarına bağlı onlarca Pir Ocaklarının hangisi İslam dışı…
Hangisi Hz. Muhammed’i ve Kuran’ı red ediyor…
İbadetimiz CEM’de, 7 Ulu Ozanların(Hakk Aşıklarının), nefeslerinde, Dualarla, Deyişlerle, Duaz-ı İmam ve Semahlarda, Hakk-Muhammed-Ali’yi, 12 İmamları, Telli Kuran (Bağlama) eşliğinde anmıyormuyuz.
Bu yukardaki tanımlama 2009 yılı Mayıs ayında, Avustur’ya Alevi İslam İnanç Toplumunun (ALEVİ) Viyana’da toplanan 1. İnanç Önderleri Kurultayına katılan Avrupa’lı İnanç Önderlerimiz, Dede ve Analar tarafından yapıldı.
Bu tanım Türkiye, Avrupa ve Balkanlardaki Bektaşi Babalarına, Alevi Yol Önderlerine gönderildi, onların görüşleri alındı.
Avrupa Alevi Akademisi onursal Başkanı Mürşid Mustafa Düzgün Dede’ye son düzeltmeler için gönderildi. Bu son şekli yeniden Avusturya Alevi İnanç Önderleri tarafından görüşüldü ve karara bağlanarak kamu oyuna duyruldu. Yani bu tanım Alevi Yol önderleri tarafından yapıldı.
Aradan gecen 10 yıla yakın zamandır yaşıyan, Dede, Seyit, Çelebi, Dede Baba, Alevi-Bektaşi Yol önderleri tarafından şimdiye kadar hiç bir eleştiri ve itirazda bulunulmamıştır.
Bu da gösteriyorki bu Alevi tanımlanması tüm Alevileri kucaklayan, hem fikir oldukları kapsayıcı bir tanımlama.
http://www.aleviten.at/tr/
Bizler, Güruh-u Naci ile olan bağlılığımızdan;
Ehlibeyt’imizle, Hakk Muhammed Ali’mizle olan birliğimizden; ocaklarımızla, Pir, Mürşit, Rehber, Zakirler ve Taliplerle olan varlığımızdan onur duyuyoruz ve bu birliğimiz bizim şerefimiz ve namusumuzdur.
Bizi hiçbir güç, hiçbir kuvvet, hiçbir entrika bu yoldan; Hakk-Muhammed-Ali yolundan ayıramaz, ayıramadılar, ayıramayacaklar.
Aleviler’in “yedi Uluları” Hak Aşıkları olarak kabul edilen; Fuzuli, Nesimi, Şah Hatayi, Yemini, Virani, Kul Himmet, Pir Sultan Abdal yazdıkları eserlerinde, nefeslerinde sürekli bu argümanlar sıkça kullanılır ve yüzlerce nefesi Hz. Ali ile ilgilidir.
Alevi tarihinin serçeşmesi olan bu Hakk Aşıkları, Hz. Ali’yi tanımıyorlar mıydı?
Alevi halkı ve Aleviliği öğrenmek isteyen insanlar; Aleviliği bu kaynaklardan değil de, yeni yetme, ne idüğü belli olmayan, istihbarat örgütlerinin piyonu, taşaronu, köçeklerinden mi öğrenecekler?
Aleviler ibadetlerinde; Allah’ın adını, Hz. Muhammed’in adını, Kur’ân’ı Kerim’i ve Hz. Ali’yi ve diğer Alevi Ulularının adlarını anarak CEM olurlar…
Örneğin bu divanlara baktığımızda; Allah-Muhammed-Ali, Kur’ân, 12 İmam adları sıklıkla geçiyor.
Peki bu kavramlar hangi dine ait kavramlardır.
İslam dini dışında; Hz. Muhammed, Hz. Ali, Kur’ân, 12 İmamlar, Kerbela vs. kavramları var mıdır?
Herhalde Aleviliğin ne olduğunu Pir Sultan Abdal’dan daha iyi ifade edemeyiz.
Bakın Pir Sultan Abdal bir nefesinde;
“Muhammed dinidir bizim dinimiz,
Tarikat altında geçer yolumuz,
Cibril-i emindir hem rehberimiz,
Biz müminiz mürşidimiz Ali’dir,” diyor.
Görüldüğü gibi Pir Sultan Abdal; “Muhammed dinidir bizim dinimiz” diyor.
Hz. Muhammed’in dininin adı İslamiyet değil mi?
Hz. Muhammed’in, Hz. Ali’nin başka dini var mı?
Pir Sultan Abdal ne dediğini bilmiyor mu?
Benzer nefesler tüm Alevi-Bektaşi edebiyatında binlerce adet bulunuyor.
SİZİ GİDİ ARLANMAZ, UTANMAZ, HAİN HARİCİLER…
Aşk ile…
05.04.2019
ELİ-OLİ-Ali Bulut














