Bugün görüş günümüz Enver Gökçe

Anısına saygıyla…
GÖRÜŞ GÜNÜ
Bugün görüş günümüz
Dost kardeş bir arada
Telden tele
Mendil salla el salla
Merhaba !
İzin olsun hapisane içinde
Seni
Senden sormalara doyamam
Yarım döner cıgaranın ateşi
Gitme dayanamam
*
MEMLEKETİMİN ŞARKILARI
Ben, bizden olan bütün insanların dostu;
Adı, haritalarda bile bulunmayan
Bir köyündenim Anadolu’nun.
Güzel şeylere hasrettir memleketim,
Güzel şeylere hasret bu dünya.
Yıllardır, kanda ve ateşte mısralarım
Yanan şehirlerin,
Ağır tankların tekerlekleri arasında.
Biliyorum,
Yaylım ateşlere girilmiştir gönlümüzce
Pasifik kıyılarından Volga’ya kadar.
Benim arzumanım kaldı
Hürriyet boylarında tank oynatanlarda.
Bütün kıtalarda
Tulu arzda, islam içinde, küffar içinde
Mülhit, mümin ve vatanseverim.
Fakir, cefacı topraklarım içinde
Mendil tutanım, diz vuranım, baş çekenim
Zeybekte, halayda, tamzarada…
Ben küçük Yusuf’um Çit köyünde
Çapak çapak ela gözlerim;
Kıl keçim kısır, annemin memesi yara.
Benim saçlarım belik belik,
Bıyıklarım burma burma
Gözlerim kara kıyma renginde, ama
Erzincan oynamış ağlamışım
Irgatlık etmişim el kapısında.
Dolu vurmuş bahçelerimi,
Çekirge inmiş tarlarıma.
Ben bir yolcuyum hemşeri
Manisa bağlarından geçtim
Aydın incir tarlalarından.
Çığlıklar getirdim
Üzümleriyle beraber çürür gibi düşen
İnsanlarımdan.
Sıcak tuzsuz gevreklerinizi yemişim
Alaca karanlıkta… Buca’lı işçilerim.
Unutur muyum seni
Derdini, ekmeğini bölüştüğüm
Türküleriyle bizi ağlatan memleketlim.
Karadeniz’in Rumelikarı tütünü,
Bende türküler oldu ağlamaklı,
Bende türküler oldu dizim dizim.
Doldurdum sineme, ciğerlerime,
Doldurdum derdi mihneti
Pamuk tozunu, kömür tozunu;
Memleketimin şarkıları kadar acı çektim.
Ben Ahmet Çavuş’um
“Attığım kurşunlar gitmezdi boşuna
“Şimdi kuzgunlar iner taze leşime”.
“İki kere kesemden everdiğim”
Dost dediğim kıydı bana.
Ben Kürtoğluyum derim ki “Yiğitlik kadim”
Ben Nazif’im “Urfa’ya karşı vurdular beni”
Ağlasın Urfa.
Ben şairim
Halkların emrinde, kolunda, safında.
Satırlarım vardır kahraman,
Satırlarım vardır cılız, cesur ve sıtmalı.
Ahdim var :
Terli atlet fanilalı göğüslerden
Püfür püfür geçeceğim.
Bir de aşıkım, kanlıbıçaklı
Yar için serden geçeceğim.
İnan ki ciğerparem, inan ki sevgilim
Bu hususta :
“Üçten, beşten, senden geride kalan değilim”
*
YARIM ŞİİRLER
(…….)
“….
…….
…….
Bütün yazılacak şeyler
Bunlar için,
Dargınım sana Aragon.”
Pare pare halkım olmuş,
Urba bin dert bin, ayak bin pare
Yaşamağa düşmüşler öylece
Baştan ayağa yare.
Asfaltları ben döşedim
Şu rayları ben…
Telgrafın tellerini ben
Telgrafın telerine kuşlar mı konar
Telgrafın tellerinde ben
Ben senden mülhemim kardeş
Yaralı kardeş, bin yerinden
Ben senden mülhemim endüstri
Kömürden
çelikten
demirden
Binlerce türkünü topladım
Aşk ile, kalb ile, fikrile
Tuğlacı, dülger ve ırgat dilinden
Kokun gelir bana taze
Kokun gelir bana dost!
Dost elinden can elinden.
Ben senden mülhemim deniz
Memleketimin denizlerinden.
Bu kavga
Sana bergüzar olsun
Ey
Temmuzda donanmış dağlar
Ey
Yazı yabanı turalayıp geçtiğimiz
Ey
Ayı izi kurt izine karışmış
Gazdan
Ve gök taşından yapılmış madde
Ey özgürlük
Ey madde
Seni ateşlere yakarım.
Her şeyin bir vakti var
Döllemenin ve ölmenin
Dikmenin vakti var
Ve sökmenin
Öldürmenin ve şifanın
Yıkmanın vakti var
Ağlamanın vakti var
Ve gülmenin.
*
EKMEK
Ateşle
Suyla
Ve undan
Yapılmışsın
Ekmek
Kalkıyorsun
Hafifçe ey.
Üretime başlayalım
Pay alalım pay
Yıkalım çelişkiyi
Beraber işe başlayalım
Hay kardaşım hay
Bireyci olmayalım
Hep beraber işleyelim
Can derdine düşmeyelim
Vay kardaşım vay.
*
AND OLSUN ŞART OLSUN
Ben
Böyle
Taşların
Çukurların
İçinde
Kalmışsam
Yalnızsam
Hor
Görülmüşsem
Arkasızsam
Ve
Böyleyse
Bahtı
Siyahım
Yemin
Kasem
Olsun
Ve
And
Olsun
Şart
Olsun
Yerde
Kalmaz
Ahım.
*
MERİ KEKLİĞİM
Bir
Elde
Çatal
Bir
Elde
Dehre
Dalar
Dikenlerin
Kengerlerin
Peşinde
Kaderimmiş
Söğerim
Oy
Meri
Kekliğim
Yeter
Çektiğim
Dut
Kurusu
Süpürge
Tohumu
Yediğimiz
Ve
Bir
Godik
Arpa
İçin
Sivas
Kapılarından
Geri
Çevrildiğimiz
Günleri
Defledik
Meri Kekliğim
Yeter
Çektiğim
Yol
Parası
Veremedim
Diye
Şu
Dağları
Bana
Açtırdılar
Şu
Yolları
Bana
Hacizlere
Gitti
Suna
Gibi
Keçim
İneğim
Meri
Kekliğim
Kore
Dağlarında
Tabakam
Kaldı
Mapus
Damlarında
Özgürlüğüm
Hey
Meri
Kekliğim
Yeter
Çektiğin.
*
DOST
Ben berceste mısraı buldum
Hey ömrümce söylerim
Gözden, gezden, arpacıktan olsun
Hey ömrümce söylerim!
Bizsiz Ilgaz’ın çam ormanları güzel değildir.
Hayda günlerim hayda
Sırtını düşmana verdikçe
Murat dağları güzel değildir,
Dost dost ille kavga!
Biz olmasak gökyüzü, biz olmasak üzüm,
Biz olmasak üzüm göz, kömür göz, ela göz;
Biz olmasak göz ile kaş, öpücük, nar içi dudak;
Biz olmasak ray, dönen tekerlek, yıkanan buğday,
Ayın onbeşi;
Biz olmasak Taşova’nın tütünü, Kütahya’nın çinisi,
Yani bizsiz
Anne dizi, kardeş dizi, yar dizi
Güzel değildir.
Gel günlerim gel de dol
Gel Aydınlım İzmirlim,
Gel aslanım Mamak’tan
Erzincan’dan Kemah’tan
Düşmanlar selam ister
Gözden, gezden, arpacıktan!
Adana’nın pamuğu dokumada;
Diyarbakır, Afyon, Kütahya fabrikada
Ümit işkencede mahzun
Tenim, ayaklarım üryan
Ekmek işkencede mahzun
Ve Divrik’in demiri arabada
İşçi-köylü ve işçi bir arada
Söyle türküler yadigarı kardeş
Söyle ağrılar yadigarı kardeş
Neden alın terleri
Nimetler, haklar haram oldu sana
Gel günlerim gel de dol
Gel Aydınlım İzmirlim
Gel aslanım Mamak’tan
Erzincan’dan, Kemah’tan
Düşmanlar selam ister
Gözden, gezden, arpacıktan
Sana selam olsun
Hürriyetlerin meçhul olduğu dünya
Canım Türkiye,
Memleketimiz!
Çalışan halklarıyla ümmi
Çalışan halklarıyla garip,
Irgadı, esnafı, madencisi, iptidai aletleri
Kadınları, erkekleri, hapishaneleri;
Başı boş suları, dumanlı vadileri, yoz topraklarıyla,
İşsizleri, realist şairleri, mücahitleri,
Sokak şarkısı, keten helvası,
Akşam Haberleri satanlarıyla memleketim
Sana selam olsun
Sürgünler, mahkumlar, hastalar
Alacağın olsun
Seni İstanbul seni
Seni Bursa, Çankırı, Malatya,
Sizlere selam olsun üniversiteler!
Öğretmenleri alınmış kürsüler,
Öğretmenler
Sizlere selam olsun
Hürriyeti yazan eller, dizen eller
Sizlere selam olsun makineler
Entertipler, rotatifler, bobinler
Bu gülünç, aşağılık,
Namussuz şeyler dışında,
Sana selam olsun
Zincirin zulmün kar etmediği,
Kırbacın kar etmediği
Büyük tahammül!
Gel günlerim gel de dol!
Gel Aydınlım, İzmirlim,
Gel aslanım Mamak’tan
Erzincan’dan, Kemah’tan
Düşmanlar selam ister
Gözden, gezden, arpacıktan
*
NE FAYDA
Sen benimsin,
Ciğerparem, sevdiğim
Gülden ağır
Söylemem sana
Saçlarına
Kızıl güller takayım
Salın da gel,
Bir o yana
Bir bu yana
Meğer
Müşkil işmiş hürriyet
Savunmayla yetmiyor
Bir başka sevda!
Telden
Demirden geçsen
Mapusu delsen
Ne fayda!
(Enver GÖKÇE)
D: 1920, Kemaliye, Erzincan
Ö: 19 Kasım 1981, Ankara Türk şair, yazar ve çevirmen.
Derleyen Semihat Karadağlı
Açın kapı pencereyi
Açın kapı pencereyi
Gaz çıkardı ABDırrahman
Hıyar sandı patlcanı
Tuz çıkardı ABDırrahman
Her alanda uzman kişi
Ağalar yapınca çişi
Temizlemek onun işi
Bez çıkardı ABDırrahman
Öyle bağlanmış ki öyle
İnandırdı beni bile
Eğri büğrü cetvel ile
Düz çıkardı ABDırrahman
Var mı? Böyle bir fenomen
Konuşur herkesten erken
Kaş yapacağım derken
Göz çıkardı ABDırrahman
Bağnazlık olunca konu
Hiç kimse geçemez onu
Topladı otuzla onu
Yüz çıkardı ABDırrahman
Uzunun uzun adamı
Hak ediyor bir makamı
Övüp müesses nizamı
İz bıraktı ABDırrahman
Maharetlidir basında
Sazanlar var oltasında
Karakışın ortasında
Yaz çıkardı ABDırrahman
Coşkun Arslan
Mıhtar 4
Yürü kulum demiş Allah’ım sana
Maşallah iyi de yürüyon mıhtar
Hitabetin güzel diyecek yoktur
İnce den ayarı veriyon mıhtar
Korkudan ilişmez sana hiç kimse
Kaşının altında gözün var dese
Diyemez de hani yüreği yese
Şaplağı yüzüne vuruyon mıhtar
Sen kime dostumdur dedin se öldü
Düşman gördüklerin çok pişman oldu
Ortada galanlar belayı buldu
Sen bu Ahaliye nörüyon mıhtar
Her yaptığına ben onay vermedim
Şakşakçın olup ta sefa sürmedim
İtiraz edeni daha görmedim
Köylüyü peşinden sürüyon mıhtar
Tursil persil yıkamaz daha
Rakipler karşına çıkamaz daha
Çıksalarda seni yıkamaz daha
İyi de ayakta duruyon mıhtar
Ahlaki değildir adam kayırmak
Bizdendir değildir diye ayırmak
Herkesin hakkıdır sesin duyurmak
Oy verenin işin görüyon mıhtar
Hele bi köylünün nabzını yokla
Benden duymuş olma havayı kokla
İstediğim kadar karayı AK lâ
Tükenip bitiyon eriyon mıhtar
Coşkun Arslan
Hüdai Sabri Odak Ayhan Aydın
Hüdai’yim daldım gama
Saldı beni demden deme
Asın kesin yüzün ama
Dilinen öldürmen beni
Bütün evren semah döner
Aslına ermektir hüner” diyen, ölümsüz ozan Aşık Hüdai’yi Hakk’a nail oluş yıldönümünde büyük bir sevgi, aşk ve muhabbetle yad ediyoruz…
SABRİ ORAK – HÜDAİ –
(l940, Kahramanmaraş Göksün Yoğunoluk / 23 Kasım 2001, Ankara)
Ayhan Aydın
Halk ozanlığı geleneğini sürdüren en ünlü ozanlardan birisiniz. Kitabınız altı baskı yaptı. Sizi kendi ağzınızdan tanıyalım. Çağdaş temaları da şiirlerine sokabilmiş, evrenselliğiyle bir güzel soluk, Aşık Hüdai’nin, sözü, sesi günümüz halk ozanlığında. Kimdir Aşık Hüdai, yaşamı, çalışmaları, çileleri nelerdir? Çocukluğundan, gençliğinden bize bahseder mi?
Ben l940 Maraş Göksün Yoğunoluk doğumluyum. Adana’da Kadirli’de büyüdüm. 25 yıl kadar İstanbul’da kaldım. 7 senedir de Ankara’da yaşıyorum.
Benim çocukluğum zorluklarla geçti. Okuma olanağı bulamadım. Yokluk, bir ıslak yorgan gibi hiç üzerimden kalkmadı. Islak yorgan biliyorsun, hem ağırdır, hem insanı her zaman üşütür. Bana hayatı öğreten çile oldu. Ama sevda hiç başımızdan eksik olmadı. Dağ dumansız olmaz imiş.
İnsanın okuması değil, kendisini yetiştirebilmesi önemli. İçinden gelen duyguları yönlendirebilmesi önemli. Peki, bir Alevi-Bektaşi ortamından mı geliyorsunuz? Pir Sultanlar, Yunuslar desek?
Benim yaşamım bir Kerem gibi geçti. Bütün ozanlar benim ustam oldu. Geçmiş, yaşamış tüm ozanlar benim ustam oldu. Onları dinleyerek büyüdüm, yetiştim.
Derin bir duygusallık var şiirlerinizde; “Yavrusun yitirmiş bülbül misali / Konar daldan dala öterim böyle / Sineme ayrılık ateşi düştü düşeli / Yanar ince ince tüterim böyle” diyorsunuz. Gurbet, sılada olma, yalnızlık teması var şiirlerinizde. Nedir sizi ve diğer ozanlarımızı alıp götüren çaresizlik duygusu?
Bu kendini aramaktır. Mesela, Veysel’de de bu var. “53 yıl kendi kendimi aradım hiçbir türlü bulamadım ben beni.” Yaz yağmurunu düşünün, dereler oluşur, derelerden çaylara, çaylardan ırmaklara, ırmaklardan denizlere kendini ulaştırır yağmur damlaları. Ozan da buna benzer. Ozan da kendi ruhuna kendisi ulaşana kadar epey çile çeker. “Bulamadım” isimli şiirim var. “30 yıldır saz taşırım, bir gün olsun çalamadım / 40 sene sınıfta kaldım, diplomamı alamadım” şiirimde bunu işledim ben de. Kendime ulaşma mücadelesi verdim. Kendimden kendime gittim.
Biraz tasavvuftan bahsedelim. İnsan kendisini tanımak için bir yolculuğa çıkıyor. Nasıl bir yolculuk bu?
Bu insanın kendinden kendine giden bir yolculuk. Senden sana giden yolculuk. En zor yolculuk budur. İnsan tüm hayatı boyunca bu yolculuk içinde olabilir ama ulaşamaz kendine.
“Gönül çalamazsın aşkın sazını
Ne perdeye dokun ne teli incit
Eğer çekemezsen gülün nazını
Ne güle dokun ne dikeni incit”.
Burada da tasavvufun etkisi var. İncinmemek, incitmemek veya sevgili peşinde incinmek.
Ampulle ışık birdir. Bir aradadır. İnsana haksızlık yaptığı bir başkasının hesap sorması gerekmez, insanın kendi vicdanı ona hesap sorar. Istırap duymamak için incitmemek lazım.
Bu okulun sırrı nerede?
Bir başkasının da insan olduğunu unutmamak. İnsan olmak, insan olduğumuzu bir dakika bile unutmamak. Haklıyı haksızı seçeceğiz. Kendimiz gibi olmayanı da görmemiz lazım.
Aşık, sevgi konularında başka neler söylersiniz?
İnsanların hepsi olgunlaşmamıştır. İnsan-ı kamil olmak oldukça zordur. İnsan kendini bilirse aslında olgunlaşması, insan-ı kamil olması çok da zor değil. “Sen seni bilirsen badı Hüda’sın / Sen seni bilmezsen halktan cüdasın”. İnsan su gibi diri. Suyun bulanığı vardır. Düz akar, ama bulanık akar, içilmez. İnsan da damıtılmış olmalı ki her şeye akabilsin, kullanılabilsin. Deniz suyu içilmiyor, mesela. Arıtılmış, durulmuş olması lazım. Ben insanı suya benzetiyorum.
Birçok şiirinizde, erenler, ozanlar, dedeler var.
“Erenler zehir getirin
balınan öldürmen beni
Bağrıma diken batırın
gülünen öldürmen beni” diyorsunuz.
Erenler, ermiş, olgunlaşmış, ham kalmamış insanlar. Sen kaç kuruşluk adamsın derler. Mal ve dil en öldüresi şeydir. Malın değeri yoktur.
Ozanlar insanların iç dünyalarını yansıtırlar, duygularını yansıtırlar, kamil olunmasının yollarını gösteriyorlar. Toplumsal bir görevi de yerine mi getirmiş oluyorlar?
Tüm insanlar kendi becerileri, yetenekleri doğrultusunda tüm insanlara yararlı olabilirler. Bir diş doktorunun, mühendisin, öğretmenin yararları ölçülemez. Herkes gerçek bir emek vererek, çok şeyler yaratabilir. İnsanlara, insanlığa yararlı olmuş olur. Ozanlar ince bir dilden konuşurlar, ince bir dilden konuşması gerekir. Cahil bir insanın bir başkasına zararı olabilir. Bir mezar taşı yerinde dururken, hiç kimseye bir zararı dokunmaz. Bilinçsiz cahil bir insanın her zaman zararı olur.
Bir aşk alemindesiniz, “Bütün evren semah döner / Aşkından güneşler yanar” diyorsunuz. Çok derin manalar içeren bir şiir bu. Bütün evren semah dönüyor, öyle bir aşk ki güneşler yanıyor…
Okudunuz. Siz söylüyorsunuz. İşte ancak bunu şiirle ifade edebiliyoruz. Konuşmayla olmuyor. Şiir, müzik, resim bir yerde Tanrı sanatıdır, yeteneğidir. İnsanın Tanrılaşması demektir bu. Dünya bir ağaçtır, insan onun meyvesidir. Sözü de çekirdektir. Çekirdek, yine meyve oluyor, ağaç oluyor. Önemli olan çekirdektir.
Şiir size nasıl geliyor? Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya sormuştum; “Şiir sizin camınızı, kapınızı mı çalıyor da geliyor” diye. Öyle bir şey olmuyor, demişti. Sizde nasıl oluyor, şiirin doğması?
Evet kapımı zorluyor. Şiir beni sıkıştırıyor. Şiir geliyor, yaz, diyor. Camı pencereyi zorluyor. İnsan beyniyle doğum yapıyor. Şimdiye kadar ki şiirlerim böyle doğdu.
Yeni şiirler var mı?
Kitap yeni deyişlerle genişledi. Ben çok yazmam. Olgunlaşmayanı yazmam. Bir rüzgar esmeyince dal uyanmaz, damla düşmeyince sel uyanır mı? Hiç belli olmaz ne zaman geleceği şiirimin.
Günümüzdeki diğer ozanlarla ilişkileriniz? Kimlerle dostsunuz?
Herkesin rengi ayrı ayrıdır. İpliği, rengi ayrı ayrıdır. Ben şiirin duygu telini örüyorum.
Halk ozanlarının sorunları nelerdir?
Ozanların sorunları çoktur. Bence önemli bir sorun iç dünyasıdır.
Söyleşi: Ekim 1998, İstanbul
Cem, Mart 1999, 88. Sayı, Sayfa, 56 / 57
ESERLERİ
Bütün Evren Semah Döner, Aşık Hüdai, Yeni Deyişlerle 6. Baskı, Güldikeni Yayınları, 1998.
ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER
Yalandır
Elhibeyt’e düşman Ali’ye düşman
Muhammed’i sevdim dese yalandır
Pirim Hacı Bektaş Veli’ye düşman
Muhammed’i sevdim dese yalandır
Ali’yi seveni öldürüp asan
Kerbela’da İmam Hüseyin’i kesen
Resul’un soyuna kasteden süfyan
Muhammed’i sevdim dese yalandır
Muhammed Ali’yi bir can bilmeyen
Sevgisini can evinde bulmayan
Ehlibeyt’in aşkı ile dolmayan
Muhammed’i sevdim dese yalandır
Hüdai Hüda’ya gönül verdim
Doğruyu demeye dili varmayan
Muhammed’i muhabbette görmeyen
Muhammed’i sevdim dese yalandır
Hacı Bektaş İle Atatürk
Balık susuz olmaz insan vatansız
Gönlüm Hacı Bektaş elim Atatürk
İlim nihayetsiz bilim hatasız
İlim Hacı Bektaş bilim Atatürk
Okuyabilirsen insan bir ilim
Fikirden mantıktan geçiyor yolum
Birbirine bağlı gönlümde dilim
Gönlüm Hacı Bektaş dilim Atatürk
Hünkar ruhumdaki yeşeren daldır
Atam o daldaki yetişen güldür
Tıpkı buna benzer buna misaldir
Dalım Hacı Bektaş gülüm Atatürk
İşte Hüdai’niz meydana geldim
Ben böyle inandım ben böyle bildim
Bir yüce uluda bir dolu aldım
Ulum Hacı Bektaş dolum Atatürk
Ben
Otuz yıldır saz taşırım
Bir gün olsun çalamadım
Kırk sene sınıfta kaldım
Diplomamı alamadım
Duygu denizinde yüzdüm
Mana alemini sezdim
Yirmi sene dalgın gezdim
Hiç kendime gelemedim
Derin sevdaya dalmışım
Hakkı sevgide bulmuşum
Boşuna aşık olmuşum
Yar yolunda ölemedim
Bir uzun yolculuk ettim
Kendimden kendime gittim
O kadar gömlek eskittim
Yine adam olamadım
Hüdai’yim bağrım közlü
Gönül dağım karlı buzlu
Derdim içerimde gizli
Kimse ile bölemedim
Zamanı Geldi
Bahar geldi çayır çimen yürüdü
Yaylaya göçmenin zamanı geldi
Dağlar yeşil giydi karı eridi
Suyundan içmenin zamanı geldi
Çok şükür bu yıl da erdik bahara
Gülü gördü bülbül başladı zara
Açıldı sinemde bin türlü yara
Yine dert açmanın zamanı geldi
Pınarı var ormanı var gölü var
Çiğdemi var çiçeği var balı var
Arısı var peteği var balı var
Bunları seçmenin zamanı geldi
Hüdai zamanın geçer boşuna
Kuşlar bile hep kavuştu eşine
Şimdi bu mevsimde dağlar başına
Yar ile kaçmanın zamanı geldi
Dağlar
Yaman yerden bağladınız yolumu
Onun için size kırgınım dağlar
Dosta varıp diyemedim halimi
Onun için size kırgınım dağlar
Beni çok yordunuz yorgunum dağlar
Dargınım sizlere dargınım dağlar
Sizin başınızda kış var bora var
Benim yüreğimde dert var yara var
Ne asmaya mecal ne bir çare var
Onun için size kırgınım dağlar
Beni çok yordunuz yorgunum dağlar
Dargınım sizlere dargınım dağlar
Neyleyim misafir alamayan dağı
Başındaki duman mazlumun ahı
Sizinle barışmaz gönlümün şahı
Onun için size kırgınım dağlar
Beni çok yordunuz yorgunum dağlar
Dargınım sizlere dargınım dağlar
Hüdai’yim kara bahtım gülmedi
Kör talihim kıymetimi bilmedi
Hiçbiriniz bana arka olmadı
Onun için size kırgınım dağlar
Beni çok yordunuz yorgunum dağlar
Dargınım sizlere dargınım dağlar
Batarım Böyle
Yavrusun yitirmiş bülbül misali
Konar daldan dala öterim böyle
Sineme ayrılık közü düşeli
Yanar ince ince tüterim böyle
Bilmem bu hançeri bana vuranı
Yitirmişim eşi dostu yarını
Baykuş gibi mesken tuttum öreni
Harabe yerlerde yatarım böyle
Hüdai kan ağlar kimin nesine
Kader beni attı dert dünyasına
Salmışım gemiyi gam deryasına
Açılmaz yelkenler batarım böyle
Gönül
Gönül çalamazsan aşkın sazını
Ne perdeye dokun ne teli incit
Eğer çekemezsen gülün nazını
Ne dikene dokun ne gülü incit
Bülbülü dinle ki gelesin coşa
Karganın nağmesi gider mi hoşa
Meyvesiz ağacı sallama boşa
Ne yaprağını dök ne dalı incit
Bekle dost kapısın sadık kul isen
Gönüller tamir et ehl-i dil isen
Sevda sahrasında mecnun değilsen
Ne Leyla’yı çağır ne çölü incit
Rıza’ya razı ol Hakk’a kailsen
Ara bul mürşidi müşkülde isen
Hakikat şehrine yolcu değilsen
Ne yolcuyu eğle ne yolu incit
Gel Hakk’tan ayrılma Hakk’ı seversen
Nefsini ıslah et er oğlu ersen
Hüdai incinir inciten dersem
Ne kimseden incin ne eli incit
Âşık Hüdai’yi Tanır mısınız?
Muhabbet bağına girip söyleşen
Aşık Hüdai’yi tanır mısınız?
Aşkın kazanında kaynayıp pişen
Aşık Hüdai’yi tanır mısınız?
Gönül badesini doldurup içen
Aşktan sarhoş olup kendinden geçen
Mana dünyasının kapısın açan
Aşık Hüdai’yi tanır mısınız?
Nefsin ateşini tutup söndüren
Ölmeden kendini önce öldüren
Bütün evrene bir semah döndüren
Aşık Hüdai’yi tanır mısınız?
Dağların sümbülü, gülü, lalesi
Akan ırmakların gür şelâlesi
Yunuslardan gelir bil sülâlesi
Aşık Hüdai’yi tanır mısınız?
Turna gibi uzak ellere uçan
Sevgiye inanan sevgiler saçan
Yüreklerde bir gül olup da açan
Aşık Hüdai’yi tanır mısınız?
Çok aşıklar çıkar Maraş ilinden
Aşık olan anlar ozan dilinden
Tanır çalan sazdan her nefesinden
Aşık Hüdai’yi tanır mısınız?
İRADİ de yandı aşk hanesinde
Eriyip çekildi haddanesinde
Gerçekleri buldu güzel sesinde
Aşık Hüdai’yi tanır mısınız?
1 Aralık 2010
İRADİ (İsmail Aydoğmuş)
Gökten uçan telli turnam
Aşık Nuri Çırağı’nın 1981 yılında Uzelli Kaset’te yapmış olduğu teyp kasetinin on ikinci eseri Köroğlu’ya ait.
Gökten uçan telli turnam
Bizim Beyler yerinde mi.
Türlü tevir cenge giren
Demirc’oğlum yerinde mi.
Sohbet ile saz eyleyen
Her türlü avaz eyleyen
Meclislerde naz eyleyen
Han Ayvaz’ım yerinde mi.
Yalan Koç Köroğlu’m yalan
Ülkelere saldım talan
Her gecede hat’rım alan
Telli Nigar yerinde mi.
Köroğlu
Asalaklar bir araya gelmişler
Asalaklar bir araya gelmişler
Hepisi bir telden çalıyor şimdi
Ne güzel de bir birini bulmuşlar
Meydanı boş bulan dalıyor şimdi
Tutmuşlar yukardan suyun başını
Gösterip dururlar azı dişini
İkisi yer bir hindinin döşünü
Üçüncüsü kemik yalıyor şimdi
İlkesiz dönektir zaten birisi
Boş vızıltı yapan yaban arısı
Önde giden bunların en irisi
Hırslanmış burnundan soluyor şimdi
SİNEMİ’ yim kuru nara atarlar
Ortalığı toz dumana katarlar
Kuzgun gibi hep pusuda yatarlar
Çakallar topluca uluyor şimdi
Yolum uzun, düşman sinsi, dost cahil
Bu dünyada sanki yapa yalnızım
“Yolum uzun, düşman sinsi, dost cahil.”
Şemsim söndü, battı mahım, yıldızım
“Yolum uzun, düşman sinsi, dost cahil.”
Elli yıldır nefsim ile savaştım
İtten kaçıp, çalıları dolaştım.
Menzilime varmak için uğraştım
“Yolum uzun, düşman sinsi, dost cahil.”
Her söz denmiş, bizler daha ne yazak
Sağımızda, solumuzda var tuzak
Ben hedefe, hedef bana çok uzak
“Yolum uzun, düşman sinsi, dost cahil.”
Çok getirdi başa bela bu dilim
Hayır olsun, hem ahir hem evvelim
Her birisi ayrı ayrı engelim
“Yolum uzun, düşman sinsi, dost cahil.”
Darbe yedim, yüreğimden kırıldım
Sabır edip, tevekküle sarıldım.
Hal bilmeze emek verdim yoruldum
“Yolum uzun, düşman sinsi, dost cahil.”
Her zorlukta Hak’tır benim penahım
O’dur her bir ahvâlime agâhım.
Velayet’im lütuf etsin Allah’ım
“Yolum uzun, düşman sinsi, dost cahil.”
Velayet Aytan
ŞEYH SAİT ve SEYİT RIZA.
1916 yılı Nisan’ında saldırıya geçen Ruslar, Ermenilerin de desteğiyle Erzurum ve Trabzon’u işgal ettiler. Türk ordusunun karşı taarruzu ise bir netice veremedi. Erzincan ve Muş illeri de işgale uğradı.Dersim’i (bugünkü Tunceli’den Erzurum ve Erzincan’a kadar uzanan bölge) işgal eden Rus Kafkas Orduları Kumandanı Grandük Nikolay Nikolayeviç ve General Yudeniç, Şeyh Sait’e ihanet madalyasını takarken, Seyit Rıza da eşlik ediyor.
Şeyh Said ve Dersim isyanları, tesadüf değil, emperyalizmle işbirliğidir.
Atatürk, birinde Musulu almaya çalışıyordu, diğerinde de Hatayı almaya çalışıyordu.
Ne hikmetse isyanlar tam bu tarihlere denk gelmiş, neden acaba?
Tarihten Yaprak/2: a/ ”…Gâzi’nin tam bağımsızlık tutkusu, Ortadoğu’da İngiltere’yi son derece rahatsız ediyordu, nedeni şu:

”…Bağımsızlığın ve Türklerin deyimiyle ‘ulusal bütünlüğün’ korunması için, ülkenin zengin doğal kaynaklarını, bir an önce geliştirmesi zorunludur.
Bu ise ancak (buraya dikkat) yabancıların katkısıyla ve mali desteğiyle gerçekleşebilir; ancak büyük dış borç altına girilmesi, ya da ecnebilere geniş ayrıcalıklar tanıyan bir politika uygulanması, hızlı bir üretim artışı sağlayabilir; bunun için de, her şeyden önce, cumhuriyet yönetiminin ‘mutlu yalnızlık’ ve ‘mutlak bağımsızlık’ tutkularından vazgeçmesi gerekmektedir.” (The Economist, 11 Nisan 1925)
b/ Hepsi bu kadar mıydı? Hayır! Gâzi, yalnız, ‘mutlak bağımsızlığı’ titizlikle savunmakla kalmıyor; ayrıca bölgede, öteki ülkeleri ‘bağımsızlığa’ tahrik ediyordu.
Hatay Sorunu tartışılırken, söylediklerine bakar mısınız:
”…Ben bugünkü Fransız idarecilerinin, Suriye ve Lübnan’a öyle kolay kolay istiklâl vereceklerinden emin değilim; zaten uygulamayı birtakım yersiz bahanelerle üç sene sonraya ertelemeleri buna kanıt sayılabilir. Binaenaleyh biz hareketimiz kapsamına onları da alarak, kısa yoldan, gerek Suriye ve gerekse Lübnan’a, özledikleri gerçek bağımsızlığı sağlayabiliriz…”
”…Suriyelilerin ordusu yoktur, fakat bizim ordumuz kâfi; söz veriyorum, icab ederse girerim ve sonra yine çıkarım; temenni ederim ki, buna mecbur olmayalım…”
(Atatürk’ten Hatıralar, Hasan Rıza Soyak, cilt II, s. 607)
Emperyalizm, böyle bir ‘devrim ocağı’nı rahat bırakır mıydı sanırsınız? Bırakmadılar, Musul (Petrol) Meselesi ‘ni hesaba katıp, iki ‘isyanı’ tahrik ederek işe başladılar; buna içerden Terakkiperver Fırka muhalefeti eşlik ediyordu.)
Tarih tanıktır…
(Tarihten Yaprak/3, a) Hakkâri yöresindeki Nastûrî isyanı ve perde arkası
”…Zamanla Roma Katolik Kilisesi’ne bağlanıp, ‘Mar Şimun’ sanını verdikleri bir de patrik seçmiş olan Nastûriler (..) Musul Sorunu’nun, İngiltere ile bir savaş olasılığını da içeren, derin bir anlaşmazlığa dönüştüğü sırada; öteden beri kendilerini destekleyen İngilizlerden güç alarak ayaklanmışlardı.
Londra Başpiskoposluğu sanını taşıyan bazı İngiliz misyonerlerin, bir süredir Nastûriler arasında propaganda yaptığı biliniyordu. (…) Nastûri çetelerinin saldırılarının önlenmesi için bölgeye kuvvet gönderilmesi gerekli görülmüştü. Ancak bu kez de, İngiliz uçakları, henüz kesinleşmemiş olan Türkiye/Irak sınırını geçerek, Türk birliğine ateş açmışlardı.
İngilizler bununla da yetinmeyip, Türk Hükümeti’ne verdikleri bir nota ile bölgedeki askeri harekâtın durdurulmasını istemişler, aksi halde Türkiye’ye karşı harekâta geçeceklerini bildirmişlerdi…”
(Şerafettin Turan, ‘Türk Devrim Tarihi’ 3. kitap, s. 105/106 Bilgi Yayınevi.)
b) Şeyh Sait İsyanı’nın da, ne maksatla tahrik edildiği, iki ecnebinin başkentlerine ‘geçtikleri’ raporlardan anlaşılmaktadır:
1/ İngiliz Büyükelçisi Lindsay’ın 3 Mart 1925 günkü telgrafına eklediği, askeri ataşe Bnb. Harenc’in raporunda şöyle deniliyordu:
‘Şeyh Sait Ayaklanması, dinci, milliyetçi ve cumhuriyet karşıtıdır; bu etkenlerden hangisinin sonucu etkileyeceği kestirilemez; şu anda Halep’te yaşayan, Abdülhamid’in oğullarından Selim Efendi’nin, Kürtler tarafından ayaklanmanın başı olarak, ya da gelecekteki Kürdistan’ın ‘kralı’ olarak kabul edildiği söyleniyor.”
2/ Daha ilginci, Bağdat ‘taki Fransız Yüksek Komiserliği’nin Paris’e gönderdiği raporda yazdıkları:
”…Kürt ayaklanması, kendiliğinden birdenbire meydana çıkmadı; Kürdistan dağları, yabancıların kışkırtması ve desteği ile ayaklandı; Ayaklanma işareti İstanbul’daki Kürt yanlısı çevrelerden geldi.
Bu bölgede meydana çıkan olaylar, İngilizlerin uğradıkları yenilgiden sonra, hiç affedemedikleri Mustafa Kemal’e ve Ankara’daki Meclis’e karşı yürüttükleri siyasetin bir parçasıdır…” (a.g.e. s. 112) …)
‘Kundaklama olayı’
Gâzi’nin Cumhuriyeti, ‘Özgür’ ve ‘tam bağımsız’ (anti/emperyalist) yeni bir devlettir; laik olması kaçınılmaz, ‘Sistem’ (başta İngiltere), buna karşı iki şeyi kullanmaktadır:
a/ din, b/ etnik farklılık! İşte, yurt içinde kimsenin dinine diyânetine ve ibâdetine karışmayan, ‘cumhuriyet laikliği’nin, ayağa kalkıp ‘irtica’ diye kükrediği, bu ‘kundaklama’ olayıdır; dinin ne kendisi, ne de müminleri!
O zaman soru şu mu? Nasıl oluyor da, aynı Cumhuriyet’in sonraki dönemlerinde, yönetimler, -hatta, zaman zaman, Cihet-i Askeriye- birden ‘dinimize dahleden’in, ‘Batılı’ Beyaz, ve Hıristiyan Emperyalizm olduğunu unutarak, Cumhuriyetçiliğin ‘saldırgan bir laikliği’ uygulamak olduğunu sanıyor ve savunuyorlar?
Yoksa, Emperyalizm’le ‘ortak oldukları’ için mi?
(Attilâ İLHAN / Cumhuriyet, 10.05.2004 )
Aşığın gönlünde yâr yarası var
Aşığın gönlünde yâr yarası var
Yara olmaz idi, yâr olmasaydı.
Gülün esamesi okunmaz idi
Bülbülün gönlünde zâr olmasaydı.
Ay ışık vermezdi, güneş sönerdi
Şer galip gelirdi, hayrı yenerdi
Sanıyorum dünya terse dönerdi
İnsanlarda edep, âr olmasaydı.
İnsanın boynunda çoktur vebâli
Arayıp bulmasa eğer kemâli
Bilmem ne olurdu, dünyanın hâli
Eğer ki Velayet var olmasaydı.
Velayet Aytan
ÇOCUKLAR
Artık büyümenin zamanı geldi
Yaşamın farkına varın çocuklar
Size mekan olan şanlı toprağı
Vatanım deyip’de sarın çocuklar
Tarihin adını versek temmuza
El ele birlikte gidek denize
Dünya halklarıyla omuz omuza
Barış için bir gül verin çocuklar

Kardeşlikten yana türkü derleyin
Özgürlük ve barış için söyleyin
Nasırlı ellere secde eyleyin
Umudu topraktan derin çocuklar
Eşit paylaşımla insanlık doya
Kardeş sofrasında ekmeği paya
İnsanlıktan yana özgür bir dünya
Biz kuramadık siz kurun çocuklar
Kimseler demiyor haklıya haklı
Vurgun i cahilin kıt olur aklı
Umudum sizlerde yarında saklı
Dünyayı gül gibi sarın çocuklar
Abdullah Oral..
Mıhtar 1
Eylemlerin başka söylemin başka
Bazen ne dediğin duymuyom mıhtar
Hepimiz hayranız sende ki aşka
Hırstan ihtiras dan caymıyon mıhtar
Galabalığı gördün estin savurdun
Vatandan bayraktan dinden dem vurdun
Askerlik şehitlik hep övdün durdun
Kendi çocuğuna kıymıyon mıhtar
Tek bir çalıya kırk tilki bağlanmaz
Dava edip bundan gelir sağlanmaz
Köylüyü ezenler hayatta onmaz
Sözümüzü sözden saymıyon mıhtar
Yandaşlar fondaşlar payını aldı
Parmağın yalayan epey çoğaldı
Kemer sıkma işi köylüye kaldı
Doğruları görüp aymıyon mıhtar
Mahsülü bu sene kuraklık vurdu
Çiftçiler yokluktan dokuz doğurdu
Sofranda kuş sütü, manda yoğurdu
İştahın yerinde doymuyon mıhtar
Kıskanan köylerden krediyi çek
Makam eşeğine varmıydı gerek
İtibardan ödün olmaz diyerek
Bi giydiğin daha giymiyon mıhtar
Senden başkasını asla seçmedik
Ne yaptınsa yaptın senden geçmedik
Elbet Kalu bela’da yemin içmedik
Aklına bunları koymuyor mıhtar
Azalar çıkara verir selamı
Korkudan etmezler bir tek kelamı
Hiç yoh sen gibi dava adamı
Bazende yasaya uyumuyon mıhtar
Üstelik saygıda duymuyom mıhtar
Coşkun Arslan
Paramız pul oldu sen meeee diyorsun
Vallahi kalmadı hayır bereket
Paramız pul oldu sen meeee diyorsun
Kalkınma nerede var mı? Adalet
Derdimiz bol oldu sen meeee diyorsun
Muhalif kalemler özgür mü söyle
Siyaset baskıyla yürür mü söyle
Düşünmez meleyip durursun öyle
Vatandaş del oldu sen meeee diyorsun
Madeni yabancı firma işletsin
İşletsin diye mi? Kesilir zeytin
Haksızlığa asla çıkmıyor sesin
Ormanlar çöl oldu sen meeee diyorsun
Maliyet katlanıp artıyor kat kat
Üreten mahsülü edemez hasat
Aracı haydutlar kolluyor fırsat
Harmalar kül oldu sen meeee diyorsun
Ayrıştırıp birde halkı geriyorr
Troller en hassas yerden vuruyor
Ziy/ahaber hergün narkoz veriyor
Seyirci mal oldu sen meeee diyorsun
Haberin varmıdır orta direkten
Kaçarsın doğrudan olan gerçekten
Nasıl geçinirim diye düşünmekten
Kafalar kel oldu sen meeee diyorsun
Coşkun Arslan
















