Pazar, Ekim 26, 2025
No menu items!
Ana Sayfa Blog

Dört duvar içinde olsa mekanım

0

Dört duvar içinde olsa mekanım
Taşrasından esen yel bana neyler
Yanımdaki sudan korku çekerim
Uzakta çağlayan sel bana neyler

Mekanım balçıktır üstadım Ali
Muhammet nesline demişim beli
Çekerim gayreti sürerim yolu
Ben haktan korkarım el bana neyler

Dünyada gerçekler katara uydu
Aşk ile muhabbet ikrarın bendi
Pirimden almışım hayır gül bengi
Haramili olan bel bana neyler

Şu Dünyada Gerçek Erenler Çoktur
Gerçek Olmayanın Sözleri Boştur
Bana Derler Girme Girme Geçidi Yoktur
Yüzmesin bildiğim Göl Bana Neyler

Teslim Abdal Eyler Eyler Gözler Kanlı Yavaş
Aradı Bulmadı Bir Sevdasız Baş
Herkesin Ettiği Dost Dost Kendine Yoldaş
Haramzade Olan Kul Bana Neyler

Yol yüğrüktür her sofuyla tutulmaz

0

Yol yüğrüktür her sofuyla tutulmaz
Müşteri olmazsa gevher satılmaz
Ekmek yedirmekle hakka yetilmez
Hakk’a yarar doğru kul olmayınca

Niceler gelirde tasvire bakar
Kendini bilmeyen odlara yakar
Bir kulaktan girer birinden çıkar
Kursağa bir delik yol olmayınca

Söylenen divandan sen ne anlarsın
Evliyaya gevher olup çağlarsın
Tutmadıktan sonra niye dinlersin
Mani mi türkü mü anlamayınca

Camış gelir kendi kendin kaşıtmaz
Nur doldurup kalp evini ışıtmaz
Binbir kelam desen birin işitmez
Neyleyim kulağı sem etmeyince

Değme sofuların meyi içilmez
Sofrasının baş ucundan geçilmez
Mahmurdur uykudan gözü açılmaz
Neyleyim marifet kal olmayınca

Engin olmayınca sular çağlamaz
Değme bir sofuya gönül bağlanmaz
Şah Hatayi’m gözüm yaşı sağlanmaz
Özünden bulanıp ağlamayınca

Hakk’a hamd-ü sena için

0

Hakk’a hamd-ü sena için
Kuran okur dillerim var
Dost canlara sema için
Keman çalan ellerim var

Ezelden yazılmış yazım
Derdim çoktur dinmez sızım
Muharrem’de ağlar sazım
Dertli öten tellerim var

Bir hasrettir beni yakan
Yaştır gözlerimden akan
Kerbela’da kana kokan
Kızgın kumlu çöllerim var

Ben o dosta gidemedim
Kabrin tavaf edemedim
Çok ağladım gülemedim
Gözyaşımdan sellerim var

Üç yüz altmış altı ırmak
Diler menziline varmak
Daim akar bilmez durmak
Umman olan göllerim var

Bize memnu sırrı açmak
İlmi heba edip saçmak
Ben istemem cennet uçmak
Yaz kış açan güllerim var

Her cefaya dayanırım
Kah uyur kah uyanırım
Türlü renge boyanırım
Şükür ne hoş hallerim var

Hak yoluna döşenmişim
Dost iline taşınmışım
Pir elinden kuşanmışım
Kemer besli bellerim var

Bu fakir de kevser içti
Sermest olup serden geçti
Mürşit makas vurup biçti
Hırka ile şallarım var

Şah’tır cümlemizin yari
Bizi yuğdu etti arı
Bir kovanda oldum arı
Muhabbetten ballarım var

Azığını Hak’tan almış
Arza fezaya kök salmış
Budak budak düşeş olmuş
Tutunacak dallarım var

Dideler perdesiz kalsa
Canevine nazar kılsa
Bin gönülde pazar olsa
Donatacak mallarım var

Sırat derler kıldan ince
Dahi kılıçtan keskince
Benim onlardan üstünce
Hakk’a giden yollarım var

Derviş Kemal derdin belli
Dünyayı yaratan celli
Bende ettiyse tecelli
Benim dahi kullarım var

Bu yolun sahibi rıza

0

🌹🌹🌹YOLCU

     Bu yolun sahibi rıza
     Rıza’dan barınmaz niza
     Başımız Ali’yel Mürteza
     Yolcu olan yola gelsin

Serçeşme‘nin gözü burda
Âşıkların özü burda
Şah Hüseyin’in izi burda
Yolcu olan yola gelsin

      Abu-Kevser tası bizde
      Adaletin hası bizde
      Her şeyin  âlâsı bizde
      Yolcu olan yola gelsin

Dost MEÇHULİ kurban yola
Yol düşkünü yola gele
Tüm dostlara haber ola
Yolcu olan yola gelsin.

Bu dünya tescilli boştur aslında

0

Gereğinden fazla kıymet vermişiz
Bu dünya tescilli boştur aslında
Nelerden geçmişiz neler dermişiz
Bilincinde olmak hoştur aslında

Bağlanmış kapıyı açıp gidecek
Taşları boşluğa saçıp gidecek
Erinde geçinde uçup gidecek
Ruhumuz kafeste kuştur aslında

Zaman eriyecek müddet dolacak
Ne makam ne güç ne servet kalacak
Halini görenler İbret alacak
Kabrine dikilen taştır aslında

Akibet bellidir mayamız çamur
Kibire yenilip olmaya mağrur
Gözleri bir avuç toprak doyurur.
Hevestir, hayaldir, düştür aslında

Coşkun Arslan

Tac-u devletile yıkılmalıdır

0

Hazret-i Ali’nin devri yürüye
Ali kim olduğu bilinmelidir
Alay alay gelen gaziler ile
İmamların kanı alınmalıdır

Kendini teslim et bu serçeşmeye
Er odur ki birisinden şaşmaya
Bin gaziye bir münafık düşmeye
Din aşkına kılıç çalınmalıdır

Çağırırlar filan oğlu filana
Kılıcı arştadır doğru gelene
Ne itibar Yezit kavli yalana
Ya ser verip ya ser alınmalıdır

Yer yüzünde kızıl taçlar bürüye
Münafik olanın bağrı eriye
Sahib-i zamanın emri yürüye
Mehdi kim olduğu bilinmelidir

Pir Sultan’ım eydür ey Dede Dehmen
Kendini çevir de andan gel heman
İstanbul şehrinde ol sahib-zaman
Tac-u devletile salınmalıdır

Feyzullah Çınar anısına Saygıyla

0

Allah bir Muhammed Ali desende
Senin gibi sahte dosta inanmam
Dört kitabın dördüne de el bassan
Senin gibi sahte dosta inanmam

Yığın yığın mucizeler yaratsan
Yeryüzünü aydınlatıp donatsan
Canım canım desen bin yemin etsen
Senin gibi sahte dosta inanmam

Ulu cemde dolu olsan içilsen
Turna gibi havalarda şeçilsen
Bir nehire köprü olup geçilsen
Senin gibi sahte dosta inanmam

İkrar verip Ehli sözde boğulsan
Ayvaz gibi Çamlıbelde eğlensen
Kaplaniyim dara durup daralsan
Senin gibi sahte dosta inanmam

Sivas’ın Divriği ilçesi Çamşıh yöresi Gürpınar köyünde, 1937 yılında dünyaya gelmiştir. Küçük yaşta saza merak sarar, o dönem âşıklık geleneğini sürdüren, büyüklerini ilgiyle takip eder.
İlk gurbet deneyimini 17 yaşında İstanbul’a giderek yaşar. Hamallık ve bakkal çıraklığı gibi çeşitli işlerde çalıştıktan sonra askerlik vazifesini tamamladıktan sonra köyüne döner. Köyünde uzun süre kalamaz ve tekrar İstanbul’a çalışmaya gider. Çınar, dostları sayesinde İstanbul itfaiyesinde göreve başlar, fakat bu işi de kısa sürdüğü için tekrar köyüne döner. Maddi imkânsızlıklardan dolayı tekrar gurbete çıkar ve böylece Ankara serüveni başlar. Tuzluçayır’a yerleşir, bu dönemlerde tüm hayatını değiştirecek olan dostu Fikret Otyam ile tanışır.
İlk plağı olarak bilinen “Fazilet” 1966 yılında çıkar ve 200 bin satar. O yıllarda Alevî deyişi söylemek kolay değildir. Fakat buna rağmen yaptığı plaklardan çok fazla maddî kazanç elde edemeyen Feyzullah Çınar, geçim sıkıntısına düşer, zor bir dönem başlamıştır. Fikret Otyam aracılığı ile Ankara Belediyesi temizlik işlerinde çalışmaya başlar. Tanıştığı Fransız Profesör, İrene Melikoff ile Avrupa’ya gider. Bu anlamda Avrupa’ya açılan ilk ozandır. Çeşitli Avrupa ülkelerinde Alevilik ve halk ozanlığı hakkında konferanslar verir. Radyo ve televizyonlarda programlar yapar, konserler düzenler. Burada bir ilk daha yaşar. Tüm gelirini Fransa’daki kimsesiz çocuklara bıraktığı bir Long Play çıkarır.
Türkiye’ye dönüşünde Çınar örgütlenmenin gereğine inandığı için OZAN-DER kuruluşunda da yer alır. Bu arada plak ve kaset çalışmaları, konserler, dergi ve gazetelerle söyleşiler ve çok kısıtlı da olsa TRT’de programlar devam eder. Tiyatro çalışmalarında Pir Sultan Abdal’ı canlandırır. Âşığın yaşadığı dönem, toplumsal açıdan zor bir dönem olup, devrimci ve emekçilerin yanında yer alması, Çınar’ı deyişlerin yanında bugün dahi söylenmeye cesaret edilemeyen ağıt ve türküleri söylemeye iter. Çınar’ın bu çıkışları, dik duruşu, halkı tarafından ödüllendirilir ve halk ozanı kimliğini hak ederek kazanan ender kişilerden olur. Bu başkaldırısı, halkının sevgisi yanında Çınar’a yasaklar, işkence ve cezaevi kapılarını açar. Avrupa’ya çıkışı yasaklanır. Ülke sorunlarına kayıtsız kalamayan Feyzullah Çınar, türkülerinde bu sorunları sıklıkla dile getirmiştir. Ülke sorunlarını ve siyâsî yapıyı o kadar çok dile getirir ki konser verdiği yerlerde olaylar çıkar, tutuklanır ve bu durum en sonunda pasaportuna el konmasına kadar gider.
Kısa yaşamına, türlü baskı ve yasaklara rağmen, 80 tane 45’lik plak, 4 adet Long Play, 20’ye yakın kaset, 200’e yakın eser, sayısız halk konseri ve turne sığdırır. Kendi tabiriyle o bir işçiydi. 24 Ekim 1983 Pazartesi sabah erkenden işe gitmek üzere yola çıkar. Kurtuluş Parkı’ndan geçtiği sırada rahatsızlanır ve kalbine yenik düşer. Anısına saygıyla…
“Geldim şu alemi ıslah edeyim
Özümü meydanda gördüm sonradan
Zaman mahlükuna meylimi verdim
Sermayemden zarar gördüm sonradan”

feyzullah çınar 1937 yılında sivas çamşıhı’nın çamağa köyü’nde doğmuş; tam beş yaşındayken almış eline bağlamayı… şeyh ahmet yasevi’nin soyundan gelen ozan. pir sultan abdal’ı, kaygusuz’u, virani’yi dinleyerek büyür; 14-15 yaşlarında ise iyi saz çalip, türkü söyleyen bir kişidir artık.

anadolu’nun o aman vermez çileli yaşamından büyük kente, istanbul’a gelmesiyle başlayan zorlu yaşam öyküsü o’nu sazıyla daha da yakınlaştırmıştır. istanbul’da girdiği işler doyurmaz aşığı, o gönlündeki aşkı. toplumsal çelişkileri paylaşmak ister diğer insanlarla. tam da bu sırada birlikte olduğu dostları feyzullah çınar’a bir plak yapmak isterler.

plağın bir yüzü agahî baba’nın “fazilet” adlı deyişi, diğer yüzü malatyalı esirî’nin şah hüseyin’e mersiyesi… yıl 1966; o yıllarda alevi deyişlerini çalıp söylemek pek çok açıdan zor. ama koca çınar durur mu? aldı mı sazı eline, vurdu mu sazın teline söyler pir sultan’dan, viranî’den, kul himmet’ten… işte o gün bu gündür ait olduğu kültürün o güzel ürünlerini altmıştan fazla plağa okumuştur ozan.

irene melikof ile fransa
1969 yılında fransa’ya giden çınar, alevi-bektaşi kültürü ve müziği üzerine irene melikoff’la birlikte konferanslara katılır, konserler verir. bir çok avrupa ülkesinde radyo programlarına katılır. ozanın fransa radyo televizyoncu ve unesco tarafından iki long-play’i yayınlanır.

feyzullah çınar, alevi-bektaşi ozanlarının içinde kırsaldan kente göçmüş, ancak geleneksel kültüründen hiç bir şey yitirmeden sanatını uygulamış ender kişilerden biridir. o geleneksel kültürünü yaşatarak içinde bulunduğu toplumun sorunlarını dile getiren bir ozandır. o’nun sanat yaşamına baktığımızda koca çınar’ın yine bir başka çınarın izinden gittiğini görürüz…
pir sultan çizgisinde

bu kişi pir sultan abdal’dan başkası değildir. pir sultan’ı ve pir sultan geleneğini kendine kılavuz seçmiştir. o sazının telinden dökülen melodiler bin yıllık geleneğin sözcüsü gibidir.

pir sultan deyişlerini sanki çınar seslendirsin diye yazmıştır. çınar deyişleri, öylesine yüksek bir sanat gücüyle icra eder, ve dilinden dökülen her sözün anlamı müzikle öylesine bütünleşir ki, yüzlerce yıllık alevi kültürü ile binlerce yıllık anadolu kültürlerinin sentezinden doğan bir ses çakılır kulaklarımıza. feyzullah çınar usta malı söyler deyişlerini. yedi kutuplardan en çok pir sultan abdal, virani, kul himmet ve hatayi’nin deyişlerini çalar ve okur. geçmişle günümüz arasındaki köprü görevini üstlenmiş o ozanların işlevini çınar’da da görürüz. bu bakımdan günümüz ozanlarının deyişleri de o’nun için diğerleri kadar önemli, hatta kutsaldır. kul ahmet, sefil ibrahim, celalî kendi döneminin toplumcu ozanlarıdır ve bunların deyişleri çınar’ın dilinde ve telinde ustaca yorumlanır. feyzullah çınar 1960’lı ve 70’li yılların toplumsal açıdan çileli, karamsar, tehlikeli ortamı içinde ozanlık yapmaya çabalar. türkiye’yi bir uçtan diğer uca dört kez dolaşır. halkına umut verir, yüreklendirir onları. toplumcu deyişleri seslendirdiği için hapse atılır. ancak yine söyler, yine çalar sazım…

1983 yılında daha 46 yaşındayken çınar yaşama gözlerini kapatır. ancak onun sesi bu toprağa gönül vermiş dostlarının kulağında yaşamaya devam ediyor.

bazı türküleri : siyah saçlarından hatem yüzlerin, bu yıl bu dağların karı erimez, geldim şu alemi ıslah edeyim….

kaynak: http://www.biyografi.net/

Ne deyim ki dünya senin halına

0

Ne deyim ki dünya senin halına
Gayrı bakılacak yüzün kalmamış
Bölüşmüşler servetini malını
Bir yara saracak bezin kalmamış

Yalancılar sarmış dört bir yanını
Fakirler görmedi bir tek gününü
Kimse kurtaramaz senden canını
Ne bir tadın ne de tuzun kalmamış

Bu günlerde zalımların çoğaldı
Dolu vurdu dört bir yana dağıldı
Dalgıçların kuru çayda boğuldu
Yorulmuşsun eski hızın kalmamış

Akarsu dünyada bir tek bir kişi
Gün gelir ki birden batar güneşi
Beğendin mi dünya yaptığın işi
İnsanlara karşı hazzın kalmamış

Kirpiklerini ok eyle

0

Kirpiklerini ok eyle
Vur sineme öldür beni
Kirpiklerini ok eyle
Vur sineme öldür beni

Bıktım dünyanın tadından
Vur sineme öldür beni
Öldür beni, öldür beni, öldür beni

Bıktım dünyanın tadından
Vur sineme öldür beni
Öldür beni, öldür beni, öldür beni

Bıktım dünyanın tadından
Vur sineme öldür beni

Yoktur aleme minnetim
Yanında var mı kıymetim
Yoktur aleme minnetim
Yanında var mı kıymetim

Eğer satmaksa niyetin
Vur sineme öldür beni
Öldür beni, öldür beni, öldür beni

Eğer satmaksa niyetin
Vur sineme öldür beni
Öldür beni, öldür beni, öldür beni

Eğer satmaksa niyetin
Vur sineme öldür beni

Bülbüller özlermiş gülü
Perişan, beklerim yolu
Bülbüller özlermiş gülü
Perişan, beklerim yolu

Unuttun Beyhani kulu
Vur sineme öldür beni
Öldür beni, öldür beni, öldür beni

Unuttun Beyhani kulu
Vur sineme öldür beni
Öldür beni, öldür beni, öldür beni

Unuttun Beyhani kulu
Vur sineme öldür beni

Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası

0

Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası
Kurtardı vatanı düşmanımızdan
Canını bu yolda eyledi feda
Biz dahi geçelim öz canımızdan

Sinesini hedef etti düşmana
Ölmüşken vatanı getirdi cana
Çekti kılıcını çıktı meydana
Gören ibret aldı meydanımızdan

Çekildi sancaklar dayanmaz canlar
Şarktan garba gitti Türk’teki şanlar
O kadar paşalar o zabitanlar
Ayrılmadı asla sağ yanımızdan

Dumlupınar Sandıklı’nın cephesi
Dağları yıkıyor topların sesi
Kahraman askerin hücum etmesi
Cihan sele gitti al kanımızdan

Kaçırdık düşmanı bulunmaz izi
Bir hücumda geçti öte denizi
Siyanet ettiler askerimizi
Vatan memnun kaldı zabitanımızdan

Şeyh Sait de yüzün tuttu isyana
Milletini hor baktırdı vatana
Fakir fukarayı boyadı kana
Öyle şeyhler çoktur külhanımızdan

Çağırdım Şeyh Said sağır mı diye
Başında sarığı değir mi diye
Tarttılar şeyhleri ağır mı diye
Haberin doğrulttun urganımızdan

Şeriatı düşündüler şerciler
Birtakım millete fesat verdiler
Her biri bir yerde hep geberdiler
Onlar kurtulmadı toplarımızdan

Aklı başınd’olan düşünür bunu
Şeriatçı oldu tüketen onu
Dağda belde fukaraya soygunu
Veren onlar idi vatanımızdan

Menemen mes(e) lesi geldi meydana
Orda birkaçları uydu şeytana
Mehdi diye kendi kendin urgana
Taktı kurtulmadı darlarımızdan

Gazi Paşa Haziretli bir kişi
Ne kadar cesaret tuttu bu işi
Sarmıştı vatanı düşman ateşi
Esirgedi bizi ziyanımızdan

İddiacı Türkiye’nin insanı
Çalışmakla kazandık biz vatanı
Aç kurt gibi parçaladık düşmanı
Şecaat görünce aslanımızdan

Kurtardık vatanı bu belalardan
Tiren hattı küşat ettik her yerden
Terrakk’etti mektebimiz hep birden
Teşekkür kazandık müşranımızdan

Hükümet de milletini kayırdı
Bir af etti hapisleri koyverdi
Adaletle tebligatlar duyurdu
Çok şeref kazandık bayramımızdan

Türkiye’yi adalette yaşattı
Dağları deldirdi demir döşetti
Millete bir altın kemer kuşattı
Haşa nankör olman devranımızdan

Aşık Veysel bunu böyle söyledim
Benden de yadigar bu kalsın dedim
Sözlerim yalan mı dinle efendim
Kürrei arz doldu hep şanımızdan

Aşık Veysel Şatıroğlu

Bab-ı ihsanından mürüvvet eyle

0

Bab-ı ihsanından mürüvvet eyle
Karıştırma her bir eşyaya beni
Bakma isyanıma merhamet eyle
Ulaştır menzil-i âlâ’ya beni

“Kün” buyurdun her eşyayı yetirdin
Mevcudatı kemaline getirdin
Yaptın arş-ı kürs’ü kendin oturdun
Düşürdün tükenmez kavgaya beni

Dertli’ye tükenmez nice dert verdin
Ne çekmeye sabır, ne gayret verdin
Ne saltanat verdin, ne devlet verdin
Ya niçin getirdin dünyaya beni?

(Aşık Dertli)

Benim meskenim dağlardır dağlar…..

0
JPEGmini

Başım dağ,saçlarım kardır
Deli rüzgarlarım vardır
Ovalar bana çok dardır
Benim meskenim dağlardır dağlar…………..

Şehirler bana bir tuzak
İnsan sohbetleri yasak
Uzak olun benden uzak
Benim meskenim dağlardır dağlar….
Kalbime benzer taşları

Heybetli öter kuşları
Göğe yakındır başları
Benim meskenim dağlardır dağlar….

Yarimi ellere verin
Sevdamı yellere verin
Yelleri bana gönderin
Benim meskenim dağlardır dağlar…..

Bir gün kadrim bilinirse
İsmim ağza alınırsa
Yerim soran bulunursa
Benim meskenim dağlardır dağlar…..

Sabahattin Ali

TÜRKÇÜ ELÇİBEY’E KİM İHANET ETTİ.?

0

Aradığımız soru şu:
FETÖ, Türkiye’de mi Azerbaycan’da mı daha güçlü?
Azerbaycan Cumhurbaşkanı seçilen Ebulfez Elçibey, ilk yurt dışı seyahatini, 24-27 Haziran 1992 tarihleri arasında Türkiye’ye yaptı. Hayranı olduğu Atatürk’ün mezarını ziyaret etti ve Anıtkabir şeref defterine şunu yazdı:
“Gayrı söylenecek başka söz kalmadı. En güzelini sen söyledin; Ne Mutlu Türk’üm Diyene…
Senin askerin Ebulfez Elçibey/ Azerbaycan Cumhurbaşkanı”
TBMM’de konuşma yapan Elçibey, Azerbaycan’ın Mustafa Kemal Paşa’nın çizgisinde olacağını söyledi. Başbakan Süleyman Demirel’le görüşme yaptı; bazı yardım talepleri oldu; alamadı.
Elçibey, 30-31 Ekim 1992’de yine Türkiye’ye geldi; Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirvesi’ne katıldıktan sonra Başbakan Demirel’le görüşme yaptı. Ve yine…
Para istedi, Ankara vermedi.


Silah istedi, Ankara vermedi.
Elçibey, son olarak, “hiç olmazsa bir helikopter verin de, cephedeki ölü ve yaralılarımızı taşıyalım” dedi. Onu bile vermediler!
Demirel nedense Elçibey’e karşıydı!
Ankara’yı soğutan Bakü merkezine Şah İsmail’in heykelinin dikilmesi miydi? Elçibey İrancı mıydı? Hayır. Atatürk’ün heykelinin dikilmesi çalışmalarını da başlatmıştı. Keza…
Kiril alfabesi yerine Latin harflerine geçilmişti.
Türkçe konuşma -yazma zorunluluğuna geçilmişti.
Tüm bunlara rağmen Ankara, Elçibey’den ısrarla uzak durmayı tercih ediyordu.
Öyle ki…
Ankara isteseydi; Azerbaycan petrol-doğalgaz tesisleri Türkiye’nin desteğiyle yeniden çalışmaya başlar; çıkartılan petrol ve doğalgaz hızlı şekilde dünya pazarlarına ulaştırılırdı. Ama… Ankara isteksizdi; Elçibey’e soğuktu!
BP (İngiltere), Amoco (ABD), Pennzoil (ABD), Unocal (ABD), Exxon (ABD), McDermott (ABD), İtochu (Japon) Türk cumhuriyetlerini adeta istilâ ediyordu; ve gözleri petrol zengini Azerbaycan’da idi!
Elçibey tam bağımsızlık için direniyordu…
Albaylar isyanı
ELÇİBEY DİRENİYORDU AMA….
Türkiye; -Azerbaycan topraklarını işgal eden- Ermenistan’a elektrik hatları çekip elektrik verdi; Alican sınır kapısını açıp Ermenistan’a her türlü malın rahatça girmesini sağladı; Türkiye-Ermenistan hava koridorunu açtı ve en sonunda Ermenistan’ı tanıdı!
Elçibey direniyordu ama…
Demirel’in onayıyla Alpaslan Türkeş, Yahudi işadamı Jak Kamhi ile Azeri petrolünün Ermenistan üzerinden taşınması için lobi yapmaya başladı! (Alparslan Türkeş, yanında götürdüğü oğlu Tuğrul’la birlikte 13 Mart 1993 tarihinde Paris’te Ermeni lider Petrosyan ile bile görüştü.)
ELÇİBEY DİRENİYORDU AMA….
CIA, “Ilımlı İslam” senteziyle Ortaasya’ya Cemaat faaliyetleriyle sızmaya başlamıştı.
“Mustafa Kemal’in Askeri” Elçibey yapayalnızdı.
Büyük Oyun sahnedeydi; hedef Elçibey’in kellesiydi!
– Ermeniler tekrar saldırıya geçti…
– Azeri Komutan Albay Suret Hüseyinov darbe için isyan bayrağı açtı…
– Azerbaycan’da Fars kökenli Talişler, Albay Alikram Hummatov liderliğinde ayaklandı.
Elçibey, Demirel’den yardım istedi.
Demirel’in cevabı kısa oldu: “Nahçıvan’dan Aliyev’i çağır. Onu Millî Meclis Başkanı yaparsan, o olayı çözer!”
Çaresiz Elçibey, Haydar Aliyev’i Bakü’ye davet etti.
Elçibey “büyük oyunu” anlayamadı.
Hele Cemaat’i hiç tanımıyordu.
FETÖ bu işlerin neresindeydi?
Petrolcülerin darbesi
Azerbaycan’da doğru dürüst gazete yoktu. Savaştan perişan olmuş halk, kapısının önüne bedava getirilen Zaman gazetesinden öğreniyordu ne olup bittiğini!
Zaman gazetesi, manipülasyonla halkı Aliyev lehine bir araya getirdi. Sonuçta…
Özel bir uçakla, 9 Haziran 1993’te Bakü’ye gelen “büyük kurtarıcı” Haydar Aliyev’i, Zaman gazetesinin organize ettiği gruplar coşkuyla karşıladı!..
Aliyev Milli Meclis Başkanı yapıldı.
Ve hemen Suret Hüseyinov ile anlaşarak Cumhurbaşkanı Elçibey’e darbe yaptı.
Ülke ikiye bölündü; bir kısmı
Elçibey’in hâlâ cumhurbaşkanı olduğunu söylüyordu.
Zaman gazetesi yine devreye girdi; Aliyev taraftarlarıyla röportajlar yaparak, Elçibey aleyhine konuşan kim varsa manşete taşıdı.
Ardından…
Haydar Aliyev cumhurbaşkanı; ve darbeci Albay Suret Hüseyinov başbakan oldu!
Aliyev’in yaptığı ilk icraat; Elçibey döneminde petrol ve doğalgazla ilgili yapılan anlaşmaların tümünü, 26 Haziran 1993 tarihinde, iptal etmek oldu!
Ardından Aliyev, Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi SOCAR’ın ikinci başkanlığına, (Yahudi asıllı eşi Zarife Aliyeva’dan doğan) oğlu İlham Aliyev’i getirdi. (Ne tesadüf; Ermenistan lideri Petrosyan’ın eşi de Yahudi’ydi! Savaşan iki ülkenin arasını bulmak isteyenler de Yahudi işadamlarıydı!)
Sonuçta… Azeri petrolü paylaşıldı: SOCAR (Azerbaycan) yüzde 20, BP (İngiltere) 17.12, Amoco (ABD) 17.01, Lukoil (Rusya) 10, Pennzoil (ABD) 9.82, Unocal (ABD) 9.52, Statoil (Norveç) 8.56, Mc Dermont (İskoçya) 2.45, Ramco (İskoçya) 2.08, TPAO (Türkiye)
“Asrın anlaşması” adı verilen bu ilk sözleşmeden sonra ardı ardına 29 ticari anlaşma daha imzalandı.
Yıllar sonra… İngiltere’nin etkili gazetelerinden Sunday Times, şu haberi yayınladı: “Azerbaycan’da 1993’teki Cumhurbaşkanı Elçibey’in devrildiği darbenin arkasında İngiliz petrol şirketi BP ve ABD petrol şirketi Amoco vardı.” (26.3.2000)
İngiliz gazete FETÖ’nün bu darbedeki rolünü atlamıştı! Örneğin şunu bilmiyor olamazlardı:
Cumhurbaşkanı Elçibey, İngilizce eğitim vereceği için Cemaat’in Azerbaycan’da okul açmasına izin vermedi. Aliyev ise cumhurbaşkanı olunca Cemaat, Azerbaycan’ın her ilinde okullar, dershaneler açtı!
Bu okullardan mezun olanlar bugün Azerbaycan’da ne yapıyor?.
Evet… Aliyev tarafından “devlet madalyası” ile ödüllendirilen FETÖ, bu ülkede bugün ne kadar güçlü?..
Soner Yalçın.

Gözü kaldı

0

Dediler de vatan millet uğruna
Çöktüler tüm ovasına dağına
Doymadılar dünyanın malına
Biçare garibanın gözü kaldı.

Emredin getirelim hemen hay hay
Simuti, ejder meyvesi, altın çay
Sofralarında yok yok, vay anam vay
Biçare garibanın gözü kaldı.

Üç yüz, beş yüz arabalı konvoylar
Orda burda yazlık kışlık saraylar
İtibardan diye caka satarlar
Biçare garibanın gözü kaldı.

Çalanlar hep Allah için çalıyor
Yalan büyükse iyi göz boyuyor
Çok şükür dünya bizi kıskanıyor
Biçare garibanın gözü kaldı.

Emekli, işci, onca çalışanı
Fasulye, kabak, soğan, patlıcanı
Hep görür de alamaz, çeker canı
Biçare garibanın gözü kaldı.

Olsa da bir davar, adı bahtiyar
Sorgusuz sualsiz şeyhine tapar
Şeyhi çalışmaz da yan gelir yatar
Biçare garibanın gözü kaldı.

Para, pul, altın, hal halı, hızmayı
Al da gitsin başındaki yazmayı
Doğrulanın vur beline kazmayı
Biçare garibanın gözü kaldı.

Gelecek elbet teranenin sonu
De Sadık bozar mı zor bu oyunu
Hep bekler umudun yolunu
Biçare garibanın gözü kaldı.

Sadık Uygur (20 . 10 . 2025)

Örgüt Mekanizmasında Şiddet Dr. İsmail Engin

0

“Örgüt Mekanizmasında Şiddet” [20.10.2025] | @ismailenginhd

– kurumda mobbing, örgütte şiddet –

Örgüt içi şiddet, münferit bir sapma ya da bireysel taşkınlıktan ziyade; örgütün kendisini yeniden üretme stratejisinin parçası; çoğu zaman doğrudan uygulanmıyor; anonimleştirilmiş aktörler aracılığıyla “gerekçelendirilmiş tebliğ” biçiminde sahneleniyor.

Fail, genellikle tanınmayan, daha önce örgüt içi ilişkilerde pek ortaya çıkmayan, uyguladığı sözlü veya fiziksel şiddeti “ideolojik görev” şeklinde sunan bir figür oluyor.

Olayın tanıkları çok sayıdadır; lakin tanıklık kolektif bilinçdışına terk ediliyor; görülen – duyulan şiddet, örgüt söylemi içinde yaşanmamış kabul ediliyor.

Denetim şeklinden farklı olarak, “topluca görmezden gelme” biçiminde “kontrol stratejisi” işliyor. Dillendirilmeyen “açık sır” rejimi kuruluyor :