Cumartesi, Aralık 13, 2025
No menu items!
Ana Sayfa Blog

Zavallı

0

Kasıla kasıla yürürsün yolda
İnsana tepeden bakan zavallı
İyiydi desinler az adam olda
Nedir bu kibir’in çakan zavallı

Ne zenginler geldi geçti dünyadan
Sadece kefenle göçtü dünyadan
Azrail boyunu ölçtü dünyadan
Bir yatımlık yerdir mekan zavallı

Güçsüzü zayıfı görmektesin hor
Çınlar hep kulağın bilsen ne diyor
Ahali ardından küfür ediyor
Milleti günaha sokan zavallı

Daha iflah olmaz bozuksa maya
Ne büyük nimettir insanda haya
Yaptığın işler hep gösteriş riya
Hayırı başına kakan zavallı

Dünyalık kazanım kuru teselli
Dünya muammadır ahiret belli
Gerçekten kaçılmaz akıbet belli
Kalp kıran gönüller yıkan zavallı

İçinde pislik var kibirlenirsin
Kalbinde pasak var böbürlenirsin
Teninde temreler hep kirlenirsin
Tövbe et arınıp yıkan zavallı

Coşkun Arslan

Boş Vaatler

0

Otuz yıldır Köse Dağ’ın başında
Ot çıkar dediler, hele çıkacak!
Kör katırın memesi yok döşünde
Süt çıkar dediler, hele çıkacak!

Dert, keder doğurdu her vaat, her son;
Bu masanın değil, bu hesap garson.
Yalanla beslenen serçeden bir ton
Et çıkar dediler, hele çıkacak!

Umutları süzdük paslı kevgirden,
Şahlanma bekledik huysuz beygirden.
Asaletsiz kısrak, soysuz aygırdan
At çıkar dediler, hele çıkacak!

Kabahat ne sonu ne de ki ilki;
Hep sabrettik, dedik: Düzelir belki.
Yıllardır çiftleşir çakalla tilki
İt çıkar dediler, hele çıkacak!

Şeytan tüccar ile hesap uyuşsa,
Değişiriz doru kırla değişse.
Her takasta borçlu kaldık ne işse
Fit çıkar dediler, hele çıkacak!

Harun, arif olan tutar öğüdü;
Sıkıntı denilen çocuk büyüdü.
Kırk yıl sulattılar kuru söğüdü
Dut çıkar dediler, hele çıkacak!

HARUN USTAOĞLU

AVRUPA ALEVİ ÖRGÜTLENMESİ NEREYE GİDİYOR?

0

Avrupa’daki Alevi örgütlenmesi, Almanya’da 1987 yılında başlayan ilk girişimlerle kısa sürede yükselmiş ve 2000’li yılların başında önemli bir olgunluk düzeyine ulaşmıştı. Ancak bu dönemden sonra örgütsel yanlışlar, kişisel çıkar ilişkileri ve yönetici kadroların kendi anlayışlarını örgüte dayatma çabaları, geniş bir kitlenin örgütlerden uzaklaşmasına neden oldu.
Bu süreci bizzat yaşamış biri olarak, özellikle ilk kuşak Alevi göçmenlerin örgütlenmeye taşıdığı ruhu hatırlıyorum. Çoğu işçi kökenli olan bu kuşak, genç yaşta geldikleri ülkelerde Alevilik bilgisi sınırlı olmasına rağmen inançlarına bağlı, heyecanlı ve kapsayıcı bir yaklaşım sergiliyordu. Örgütlenme tecrübeleri yoktu, fakat güçlü bir dayanışma ve hizmet anlayışı vardı.
1993 öncesinde kendisini açık biçimde “inanç örgütü” olarak tanımlayan yapı, Sivas Katliamı’nın yarattığı toplumsal kırılma nedeniyle zamanla siyasal tepkiselliğin etkisi altına girdi. 2000’li yıllara gelindiğinde ise kurucu inanç çevreleri AABF’nin dışına itilmiş, örgüt giderek belirli kişiler etrafında şekillenen bir yapıya dönüşmüştü. Özellikle Öker döneminde görülen merkezileşme çabası, örgütte bir “kişi kültü” oluşmasına zemin hazırladı. Tecrübesiz kadroların yönetimlere taşınması, örgüt içi demokratik işleyişi zayıflattı; kurumsallaşmanın yerini kişisel sadakat ilişkileri aldı.
Bu süreç, örgütün hizmet anlayışını da zayıflattı. Yönetimlere seçilen bazı kişiler için Aleviliğe hizmet değil, projelerden alınan kadro maaşları öncelikli hale geldi. Üretime dayanmayan, kolay gelir sağlayan bu yapı, örgütsel motivasyonu ve kaliteyi düşürdü.
Avrupa Alevi örgütlenmesi yıllar boyunca Alevilik konusunda ne yeterli uzman yetiştirebildi ne de akademik bilgi üretecek mekanizmalar kurabildi. Bu durum, dış çevrelerde üretilen ve Aleviliği kendi köklerinden koparan yaklaşımların örgüt içinde yaygınlaşmasına yol açtı. “İslam dışı tezler” gibi tartışmalar, geleneksel Alevi inancı ile örgüt arasında mesafe oluşmasına neden oldu. İnançlı kesimler derneklerden uzaklaşırken, örgüte yeni katılanlar da geleneksel bilgiyle bağ kurmadan modern söylemlerin etkisine girdi. Böylece örgütlerin en temel birleştirici unsuru olan inanç zemini ciddi biçimde aşındı.
“Alevilerin Sesi” dergisinde yalnızca belirli tezlere yer verilmesi, geleneksel Aleviliği savunan yazıların dışlanması da bu süreci pekiştirdi. Akademisyen ya da araştırmacı kimliğiyle öne çıkan kişilerin örgütsel sorunlara dair eleştirel tutum geliştirmek yerine yöneticilere methiyeler düzmeleri, bilgi alanının kişisel ilişkiler üzerinden şekillenmesine yol açtı.
Örgüt içi demokratik işleyişteki sorunlar mali şeffaflığın kaybolmasına da neden oldu. Çok uzun süredir gelir ve giderlerin sağlıklı şekilde açıklanmadığı biliniyor. Bu yalnızca bir yönetim döneminin değil, yapısal bir sorunun sonucudur. Deprem bağışları meselesinde olduğu gibi denetim kurulları sorun tespit ettiğinde, üstünün örtülmesi yönünde güçlü tepkiler ortaya çıktı. Kurullar delegelerin oyları ile seçilmiş olsa da, raporlarının dikkate alınmadığı, yönetimin ikna edici açıklama sunmadığı iddia edilmektedir. Örgüt içindeki kanallar tıkandığında ise insanlar doğal olarak adli mercilere başvurmaktadır. Bu durum yönetime yakın bazı çevreleri rahatsız etmiş oldugu anlaşılmaktadır. Denetim kurulu üyelerini Alevilge ihanet etmekle suçlamaktadırlar. Bunun çok dogru bir tavır oldugunu söylemek mümkün degil. Sonuçta bu kararı alanlarında Örgüt delegeleri tarafından seçilmiş kişilerdir. 30 senedir Örgütlenmede emek vermiş insanları Alevilge ihantele itam etmek son derce sorunludur. Bu duruma itiraz edenlerin iddialar karşısında daha şefaf olanması için çaba göstermeleri gerekirdi. Bu durum, Alevi kamuoyunda güven kaybına ve örgütlerin itibarının zedelenmesine yol açmaktadır.
Türkiye’deki Alevi örgütlenmeleri de benzer bir tablo sergilemektedir. Mali şeffaflık eksikliği, kimi kutsal mekânların kontrolü üzerinden ekonomik rant alanları oluşması, kurban kesimlerinde görülen keyfi uygulamalar ve AB fonlarının denetlenememesine ilişkin hukuki süreçler, Alevi örgütlerinin ulusal ve uluslararası düzeyde sorgulanmasına neden olmaktadır.
Bu tablo, Alevi örgütlerinin hem tabanın taleplerinden hem de hesap sorma kültüründen uzaklaştığını göstermektedir. Hesap verilmediğinde hesap sorulması da engellenmekte ve örgütler kendi içinde kapalı, dışa karşı savunmacı bir yapıya dönüşmektedir. Oysa adalet arayan insanları “ihanetle” suçlamak hem adaletsizdir hem de örgüt içi sorumluluktan kaçmanın bir ifadesidir. Doğru olan, mahkeme süreci sonuçlanana kadar sakince beklemek, tarafları suçlamadan objektif bir duruş sergilemektir.
Sonuç olarak Alevi örgütlenmesi bugün ciddi bir yeniden yapılanma ihtiyacı ile karşı karşıyadır. Sorunları şahıslaştırmak yerine, yapısal reformlara odaklanmak; şeffaflık, hesap verebilirlik, demokratik işleyiş ve inanç merkezli bir örgütsel kültürü yeniden inşa etmek gerekmektedir. Alevi toplumunun taleplerine yanıt verebilecek, güven uyandıran ve geleceğe dönük bir örgütlenme için artık kapsamlı bir değişim zorunlu hale gelmiştir.

O yalan, bu yalan

0

O yalan, bu yalan
Bu yalan, o yalan
Onlar yesin, sen yalan!
Din, imanla oyalan
Ülke yuttu bir yılan…
Bu da mı yalan?

Öyle uyuma ulan!
Geleceğini çalan;
Bak, gör işte bu yılan.
Diyemediniz “yaylan!”
Yuvalandı bu yılan…
Bu da mı yalan?

Her tarafta var talan;
Halen diyorsun “yalan”
Gözünüz çıksın ulan!
Fili yuttu solucan…
Solucan oldu yılan;
Bu da mı yalan?

07.08.2015
Ozan Bindebir

YİYİN EŞŞOĞLU EŞŞEKLER

0

Aha çayır, aha çimen
Yiyin eşşoğlu eşşekler!
Hiç durmayın ulan, hemen
Yiyin eşşoğlu eşşekler!
*
Tarlaya değmemiş çapa,
Buldunuz ya ıssız, sapa…
Birkaç eşek, birkaç sıpa
Yiyin eşşoğlu eşşekler!
*
Biraz kulak kuyruk kırpın,
Bir’i, Beş’e, On’a çarpın,
Ne var ise çalın çırpın,
Yiyin eşşoğlu eşşekler!
*
El emeğinden kâr payı;
Yine kaptınız parsayı.
Bol buldunuz ya arpayı,
Yiyin eşşoğlu eşşekler!
*
Bulunca gölge, serini
Gezin gerini gerini!
Memleketin her yerini
Yiyin eşşoğlu eşşekler!
*
Arada bir gerdan kırın,
Hafif öksürün tıksırın!
Çatlayacak kadar karnın,
Yiyin eşşoğlu eşşekler!
*
Bindebir’i yardan atın,
Nerde kül görseniz yatın!
Arpayı yoncaya katın,
Yiyin eşşoğlu eşşekler!
*
29.06.2018
Ozan Bindebir
*
Açıklamalar (TDK Sözlük):
Aha: İşte
Parsa: Bir izleyici topluluğu önünde yapılan gösteriden sonra toplanan para
Gerinmek: Kolları açarak gövdeyi gergin bir duruma sokmak
Tıksırmak: Ağız kapalıyken hafifçe aksırmak

“Ahmet Özer’de Türklerle Kürdler, Malazgirt ve Çaldıran: Dr. İsmail Engin

0

“Ahmet Özer’de Türklerle Kürdler, Malazgirt ve Çaldıran: Tarihî Kavşaklar ve Ortak Kader Anlatısı” 2’57” [08.12.2025] | @ismailenginhd

Şeyh Sait de yüzün tuttu isyana

0

Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası
Kurtardı vatanı düşmanımızdan
Canını bu yolda eyledi feda
Biz dahi geçelim öz canımızdan


Sinesini hedef etti düşmana
Ölmüşken vatanı getirdi cana
Çekti kılıcını çıktı meydana
Gören ibret aldı meydanımızdan


Çekildi sancaklar dayanmaz canlar
Şarktan garba gitti Türk’teki şanlar
O kadar paşalar o zabitanlar
Ayrılmadı asla sağ yanımızdan


Dumlupınar Sandıklı’nın cephesi
Dağları yıkıyor topların sesi
Kahraman askerin hücum etmesi
Cihan sele gitti al kanımızdan


Kaçırdık düşmanı bulunmaz izi
Bir hücumda geçti öte denizi
Siyanet ettiler askerimizi
Vatan memnun kaldı zabitanımızdan


Şeyh Sait de yüzün tuttu isyana
Milletini hor baktırdı vatana
Fakir fukarayı boyadı kana
Öyle şeyhler çoktur külhanımızdan


Çağırdım Şeyh Said sağır mı diye
Başında sarığı değir mi diye
Tarttılar şeyhleri ağır mı diye
Haberin doğrulttun urganımızdan


Şeriatı düşündüler şerciler
Birtakım millete fesat verdiler
Her biri bir yerde hep geberdiler
Onlar kurtulmadı toplarımızdan


Aklı başınd’olan düşünür bunu
Şeriatçı oldu tüketen onu
Dağda belde fukaraya soygunu
Veren onlar idi vatanımızdan


Menemen mes(e) lesi geldi meydana
Orda birkaçları uydu şeytana
Mehdi diye kendi kendin urgana
Taktı kurtulmadı darlarımızdan


Gazi Paşa Haziretli bir kişi
Ne kadar cesaret tuttu bu işi
Sarmıştı vatanı düşman ateşi
Esirgedi bizi ziyanımızdan


İddiacı Türkiye’nin insanı
Çalışmakla kazandık biz vatanı
Aç kurt gibi parçaladık düşmanı
Şecaat görünce aslanımızdan


Kurtardık vatanı bu belalardan
Tiren hattı küşat ettik her yerden
Terrakk’etti mektebimiz hep birden
Teşekkür kazandık müşranımızdan


Hükümet de milletini kayırdı
Bir af etti hapisleri koyverdi
Adaletle tebligatlar duyurdu
Çok şeref kazandık bayramımızdan


Türkiye’yi adalette yaşattı
Dağları deldirdi demir döşetti
Millete bir altın kemer kuşattı
Haşa nankör olman devranımızdan


Aşık Veysel bunu böyle söyledim
Benden de yadigar bu kalsın dedim
Sözlerim yalan mı dinle efendim
Kürrei arz doldu hep şanımızdan


Aşık Veysel Şatıroğlu

Hakk’ı canda görenleriz

0

BİZ

Tatlı dile boyun eğip
Hakk’ı canda görenleriz
“Ele, bele, dile” deyip
yol yordamı sürenleriz


Cenneti eşikte bulup
yara ikrar verenleriz
Zemheride bağban olup
gül, menekşe derenleriz


Hiçlik alemine dalıp
kin, kibiri yenenleriz
Sırat üstü kanatlanıp
aşkla semah dönenleriz


Şimdi naçar, yapayalnız
sanki gâyip erenleriz
Ne bilen var ne de soran
biz yaşarken ölenleriz…


—Deruni—

Taşlara vurulmuş balta misâli

0

Taşlara vurulmuş balta misâli
Yüzü bozuk insanları sevmedim
Riyâ tezgâhında kötü dokunmuş
Bezi bozuk insanları sevmedim


Her zaman zalimin atına binmiş
Fitneler, fesatlar ruhuna sinmiş
Yalanı, hileyi meslek edinmiş
Sözü bozuk insanları sevmedim


Bilginlik eyleyip meydana çıkan
Benlik kazmasıyla birliği yıkan
Aydınlara, bilginlere hor bakan
Gözü bozuk insanları sevmedim


Yükselmenin bir yolunu bulsa da
Ömür boyu o zirvede kalsa da
Sıfatı, suratı güzel olsa da
Özü bozuk insanları sevmedim


Nesimi meyveli bir dalı kıran
Aşkın ateşinde yanında duran
Marsık gibi acı duman çıkaran
Közü bozuk insanları sevmedim

OTOBÜS DURAĞINDA ÖLDÜRDÜLER PROF. DR. CAVİT ORHAN TÜTENGİL’İ İNSAN NE ZAMAN ÖLÜR? UNUTULDUĞUNDA!.

0

46 yıl önce bugün…
7 Aralık 1979
Türkiye iç savaşa doğru sürüklenmek isteniyordu.
Kışkırtmalar, katliamlar, baskınlar… Eli kanlı çeteler her gün emekçilere, düşünenlere, aydınlara, yurtseverlere kıyıyordu…
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, sosyoloji Profesörü Cavit Orhan Tütengil son zamanlarda sık sık tehdit alıyordu.
Zaman zaman evine kadar takip ediliyordu.
Ölümden korkmuyordu, ama geride kalacak olan ailesine de üzülüyordu.
Öldürülmesinden birkaç gün önce, eşine “Bana bir şey olursa metin olun!” dedi.
Eşi çok üzüldü.
Ama O hiç korkmadan üniversitesine, öğrencilerine gitti yine…Halk nasıl yaşıyorsa, hocalar da öyle yaşıyordu o zamanlar…
Üniversiteye belediye otobüsüyle gidip geliyordu.


Saat: 07.49
Hoca, İstanbul İç Levent’teki evinden çıktı, her zaman olduğu gibi otobüs durağının önüne geldi, katiller hiç çekinmeden ortaya çıktılar ve hocaya kurşun yağdırdılar…
Katillerinin tek tek yüzüne baktı ve öylece yüz üstü düştü.
Hemen yanı başına da çantası… Gözlüğü de…
Bedenine tam 15 kurşun saplanmıştı.
Katiller, iyice öldürdüklerine emin olduktan sonra ellerini kollarını sallayarak olay yerinden kaçtılar…
Öldürülen gerçek bilim insanı, aydın ve seçkin hoca Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil’di…
Aksu, Kepirtepe Köy Enstitülerinde öğretmenlik yapmış, oradan bileğinin hakkıyla üniversite hocası olmuş ve binlerce öğrenci yetiştirmişti…
Kimi öldürdüklerini dahi bilemeyecek kadar cahil maşalar öldürmüştü Cavit Orhan Tütengil hocayı…
Karanlık böyle böyle geldi ülkemize. Aydınlar, sanatçılar, yazarlar, öğretmenler, akademisyenler, sendikacılar sokak ortasında, caddelerde yüzlerce insanın önünde öldürülerek getirildi…
Her giden arkasında doldurulmaz bir boşluk bıraktı, o boşluk karanlığı çoğalttı.
Bu ülke bu karanlığa nasıl geldi diyenlere, en güzel yanıttır, Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil’in ulu orta katledilmesi…
Katillerin ellerini kollarını sallayarak dolaşması..
46 yıl olmuş.
İnsan ne zaman ölür? İnsan unutulduğu an ölür.
O nedenle, herkes unutsa bile, biz unutmayalım…
Bir kez daha saygıyla analım…
Erdal Atıcı
7 Aralık 2025

Atatürk neden geometri kitabı yazdı.?

0

Atatürk neden geometri kitabı yazdı.?. Atatürk’ün bilinmeyen geometri dersi anısı..!.Atatürk’ün matematik derslerinde çok başarılı olduğunu biliyoruz..Her.matematikçinin tartışmasız kabul edeceği bir gerçek ortadadır:Hiç kimse haz almadan bir matematik kitabı yazamaz..Öyleyse, Atatürk’ün onu büyük bir haz.duyarak.yazdığını.söyleyebiliriz..Atatürk’ün kişiliğini bilenler,.O’nun.matematikten neden haz aldığını kabul edeceklerdir…Öncelikle,Atatürk.yalnızca.terim.önermeyi amaçlamış olsaydı, bu işi neden kendi uzmanlık alanına giren bir alanda.yapmadığını kendi.kendimize sormak zorundayız. Örneğin, neden askerlikle, siyasetle, dil ya da tarih ile ilgili bir ders kitabı yazmamıştır.?.Neden matematiği seçmiştir..?..Söz konusu.kitap,.terim.önermenin ötesinde iyi bir ders kitabıdır. Bu gün bile okullarımızda okutulan geometrinin esasını içermektedir. Bu kitabı yazmak, uzun bir zamanı ve zor zihinsel bir çabayı gerektirir. Kitapta geçen terimleri önermek için, sağlığı da bozulmaya başlayan Atatürk onca zahmete girer miydi? Terim önermenin daha kolay bir.yolunu bulamaz mıydı.?.Kitabın yazılış öyküsünü, olayın içinde yaşayan Agop.Dilaçar şöyle anlatıyor:“1936.sonbaharında bir gün Atatürk beni, Özel Kalem.Müdürü.Süreyya.Anderiman’ın yanına katarak.Beyoğlundaki Haşet Kitabevine gönderip uygun gördüğümüz Fransızca geometri kitaplarından birer tane.aldırttı..Bunlar.Atatürk’le birlikte gözden geçirildikten sonra, yazılacak geometri kitabının genel tasarısı çizildi. Bir süre sonra ben ayrıldım ve kış aylarında Atatürk bu yapıt üzerinde çalıştı. Elinizdeki kitapçık bu emeğin ürünüdür.”Dilaçar, Atatürk’ün bu kitabı yazış nedeni olarak, O’nun Türkçe matematik terimlerini üreterek dilimize kazandırma isteğini öne çıkarıyor..Bu görüş,.kuvvetle kabul edilebilir…Gerçekten, Geometri adlı 44 sayfalık bu kitapçıkta, bu iş olağanüstü yapılmıştır. Dilaçar, bu gün dilimize tamamen yerleşmiş olan açı (zaviye), artı (zait), bölü (taksim), düşey (şakuli), taban (kaide) gibi birçok terimin ilk kez bu kitapta önerildiğini söylüyor.Kitabın ilk basımı.1937 yılında Kültür.Bakanlığınca yapılmıştır. Üstünde yazar adı yoktur..Onun yerine, kitabın.iç.kapağında..“Geometri öğretenlerle, bu konuda kitap yazacaklara kılavuz olarak Kültür Bakanlığınca neşredilmiştir.”.notu.bulunmaktadır…Kitabın Atatürk tarafından yazıldığını Afet İnan da doğrulayarak diyor ki;“Ben o günlerde İsviçre’de idim. Atatürk bana bir tane yollamıştı.”Atatürk, 1937 yılında Sivas lisesinde bir sınıfa teftişe gider…O gün sınıfta olan öğrenci ise yaşananları şöyle anlatıyor:“Atatürk adı etrafında oluşan efsanenin etkisindeyiz..Gözleri o kadar kuvvetli imiş ki Gözlerine bakan çarpılırmış. İlkin korka korka, gözlerine bakıyoruz..Çarpılmadığımızı görünce O mavi gözlere 45 dakika.doya.doya.baktık.Dersimiz hendese idi. (Yani geometri)..Atatürk dişçinin kızı Saadet’i tahtaya kaldırdı..Geçen derste müselleslerin nasıl eşit.sayılacağını.okumuştuk..Saadet, bunun için tahtaya iki müselles çizdi. Biz o vakit üçgene.müselles.derdik..Saadet.müsellesin.kenarlarına.ALFA, BETA ve GAMMA harflerini koydu…Atatürk’ün birden.kaşları.çatıldı…..Saadet’i neden Yunan harfleri kullandığını sordu.Saadet; “Hocamız böyle yazdı, Ben de onun için kullanıyorum” deyiverdi..Matematik hocamız müdür Ömer Bey sınıfta idi..Atatürk aynı soruyu ona sorunca Ömer Bey topu bakanlığa attı.
Bakanlık bir kitap göndermişti, Onda bu harfler kullanılmıştı.
Atatürk kitabı istedi o sayfayı buldu, yırtıp yere attı..Sonra gidip parmakları ile Yunan harflerini sildi yerine.“A,B,C” yazdı.
Bize; “Arkadaşlar Türk alfabesi matematik terimlerini de ifade etmeye yeterlidir.” dedi.
Aradan bir hafta geçmeden “A,B,C”li yeni kitabımız geldi.”ATATÜRK’ÜN YAZDIĞI GEOMETRİ KİTABINDA DEĞİŞTİRİLEN TERİMLER..Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat yazdığı geometri kitabında değiştirilen terimlerin eskisi ve Türkçesi aşağıdaki gibi:..Osmanlıcası – Atatürk’ün önerdiği..!
Bu’ud – boyut
amûd – dikey
dılı – kenar
faraziye – varsayım
hat – çizgi
hattı munassıf – açıortay
hattı mail – eğik
kutur – çap
kavis – yay
kaaide – taban
kaim zaviyeli müselles – dikey üçgen
mekan – uzay
muhit-i daire – çember
mümâs – teğet
mustatîl – dikdörtgen
muhammes – beşgen
mecmû – toplam
mesâha-i sathiyye – alan
mahrut – koni
müselles-i mütesâviyü’l-adlâ’ – eşkenar üçgen
müselles-i mütesâviyü’ssâkeyn – ikizkenar üçgen
murabba – kare
mümaselet – imsiy
müştak – türev
müsavi – eşit
muvazi – paralel-koşut
menşur – pürüzma
mukavves – eğri
muhit – çevre
nisbet – oran
nısf-ı kutur – yarıçap
re’s – köşe
re’sen mütekabil zâviyeler – ters açılar
satıh – yüzey
seviye – düzey
şâkulî – düşey
şibh-i münharif – yamuk
tenasüb – orantı
tamamlıyan zaviye – tümey açı
umumi totale – ökül küre – yüre
ufkî – yatay
va’zîyet – konum
veter – kiriş
zâviye – açı
zâviyetan’ı mütabâdiletân-ı dâhiletan – iç ters açılar
zâviyetân-ı mütevâfıkatân – yöndeş açılar
zaviyei hadde – dar açı..

Kudüs’ün Düşüşü (1917): Savaşın Kırılma Noktası ve İhanet Algısı

0

Kudüs’ün Düşüşü (1917): Savaşın Kırılma Noktası ve İhanet Algısı
Birinci Dünya Savaşı’nın en kritik cephelerinden biri olan Suriye-Filistin Cephesi’nde, 9 Aralık 1917 tarihinde Kudüs, General Edmund Allenby komutasındaki İngiliz kuvvetlerine teslim olmuştur. Bu olay, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu’daki dört yüzyıllık hakimiyetinin sonunun yaklaştığını gösteren ve bölgenin jeopolitik dengelerini kalıcı olarak değiştiren büyük bir kayıptır.
Kudüs’ün düşüşünü hızlandıran en önemli etkenlerden biri, cephe gerisinde İngilizler tarafından desteklenen Arap Ayaklanması olmuştur. Şerif Hüseyin’in önderliğindeki bu isyan, İngilizlerin kendilerine bağımsız bir Arap devleti vaadi ve maddi desteği ile başlamıştır.
Ayaklanmanın Türk milletinde bıraktığı derin yara, ümmetçilik (İslam birliği) idealinin o dönemde fiilen çöktüğüne dair güçlü bir kanıt olarak değerlendirilmiştir. Aynı dinden olan ve yüzyıllardır birlikte yaşayan Arap liderlerin, kutsal bir şehir olan Kudüs’ün savunulduğu sırada, Türk kuvvetlerine karşı İngilizlerle işbirliği yapmaları, dini bağlılık yerine milliyetçilik ve çıkar ilişkilerinin öne çıktığını göstermiştir. Bu isyanın liderlerinin İngiliz altınları ile beslenmesi ve hatta isyan sonrasında basılan bazı Arap banknotlarında İngiliz bayrağına göndermeler bulunması, bu durumun bir ihanet olduğu algısını kuvvetlendirmiştir. Kudüs gibi İslamiyet için hayati öneme sahip bir kentin, Müslüman Türklere ihanet edilerek Hristiyan bir güce teslim edilmesinin önlenememesi, “ümmetçilik” düşüncesinin bir aldatmaca olduğuna dair eleştirileri haklı çıkarmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk’e Yönelik Sorumluluk İddialarının Analizi
Kudüs’ün düşüşü konusunda Mustafa Kemal Atatürk’ü sorumlu tutan veya “kaçtı” gibi ithamlarda bulunan çevrelerin iddiaları, dönemin askeri gerçekleri ve Atatürk’ün stratejik raporları ışığında incelendiğinde anlamsız kalmaktadır:
Görevi Devraldığı Koşullar: Atatürk, 7. Ordu Komutanlığı’na atandığında Filistin cephesi zaten çökmek üzereydi. Osmanlı ordusu; erzak, mühimmat ve takviye konusunda büyük yetersizlikler içindeydi. Cephedeki durum, önceki komuta kademesinin (özellikle Enver Paşa ve Alman Generaller) yanlış stratejik kararları yüzünden çıkmaza girmişti. Atatürk’e bu cephenin komutası, elinde patlaması kesin olan bir görev olarak, son dakikada verilmiştir.
Stratejik Geri Çekilme Zorunluluğu: Cephe gerisindeki Arap isyanının yarattığı güvensizlik ortamı, İngilizlerin üstün askeri gücü ve kaynak yetersizliği nedeniyle cepheyi tutacak mevzi kalmamıştı. Atatürk, durumu analiz etmiş ve cephenin Filistin’de tutulamayacağını, ordunun daha güneyde boş yere telef edilmek yerine, daha kuzeyde, Anadolu’nun savunulması için hayati önem taşıyan Halep hattına çekilmesi gerektiğini rapor etmiştir. Bu, bir “kaçış” değil, komutanın kalan askeri gücü koruyarak ana vatan savunması için en rasyonel ve stratejik kararı vermesidir.
Yönetime Yönelik Eleştiriler: Atatürk, Alman General Falkenhayn’ın planlarına karşı çıkarak, savunma hattının daha güvenli bir bölgeye çekilmesi gerektiği konusunda dönemin merkezi yönetimini (İttihat ve Terakki) sürekli uyarmıştır. Bu uyarıların dikkate alınmaması, iddiaların aksine, Atatürk’ün durumu önceden öngördüğünü ve doğru stratejiyi savunduğunu kanıtlamaktadır. Kudüs’ün düşüşünün temel nedeni, cephedeki zorlu koşullar, yetersiz kaynak ve kasıtlı veya hatalı yönetim politikalarıdır; bu durumda sorumluluk, cepheyi bu duruma getiren üst yönetime aittir.
Orcun Alacam
Kaynakça
Mustafa Kemal Atatürk’ün 7. Ordu Komutanlığı Raporları (Genelkurmay Askeri Tarih Arşivleri).
Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk (Filistin Cephesi gözlemleri).
T.E. Lawrence, Bilgeliğin Yedi Sütunu (Arap isyanı ve İngiliz rolü).
Türk Tarih Kurumu Yayınları (Birinci Dünya Savaşı ve Ortadoğu Cephesi araştırmaları).
David Fromkin, Barışa Son Veren Barış (Bölgesel gelişmeler ve Osmanlı sonrası düzen).

Gel gönüllerde şah ol, yürekte yeniçeri

0

Hak’tan geldik toprakla, yine Hakka gideniz
İki kol iki bacak torutop tek bedeniz
0nbeşbin sene evvel ki koca bir Adem’iz
Ne bir münafık olmak gerek ne de müfteri
Gel gönüllerde şah ol, yürekte yeniçeri

Gördüğümüz rüyanın hayrına meyil verdik
Sevgi yüklü bahçeden kızılca güller derdik
Pirlerinden feyz alan güneş yüzlü yaverdik
Yürü hep menzile bitmesin dizin feri
Gel gönüllerde şah ol, yürekte yeniçeri

Aştık nice yolları, dost ile coşa geldik
Ayağa ‘turap’ olduk, bazen de başa geldik
Namerdin hançeriyle sanma ki tuşa geldik
Muhannetten uzak dur, yoktur yanında yeri
Gel gönüllerde şah ol, yürekte yeniçeri

Hürdemi çat kalemi, zaten ‘şarjör’ün dolu
Mısralara dalıp da fazla uzatma yolu
Bayrağın ay yıldızdır, yüreğin Anadolu
Hep bildiğini söyle! Durma hiçbir an geri
Gel gönüllerde şah ol, yürekte yeniçeri

boşuna

0

Yıllardır çiğnedik dişsiz damakla,
Çakıl taşta tat aradık boşuna.
İnekteki kör memeyi çomakla
Dürtmeleyip süt aradık boşuna.

Tosbağayı yola vurduk, nalladık;
Kedileri aslan ettik, yolladık.
Her ağacı taşa tuttuk, salladık;
Yaş söğütte dut aradık boşuna.

Hiç kimse sormuyor nedendir, niye?
Kimi lütuf saydı, kimi hediye.
Ahmak kafasını kaşıdı diye
Kel kafada bit aradık boşuna.

Çizmemiz saplandı, kaldı balçıkta;
Suçlar, kabahatler, her şey açıkta.
Aç gözlerden bize kalan kılçıkta
Balık diye et aradık boşuna.

Renk renk toka gördük erkek saçında;
Kıymeti yok koyununda, koçunda.
Şarlatanın, zındıkların içinde
Muhteremi zât aradık boşuna.

Kuzu yaydık kurtlu, kuşlu dağlarda;
Baharı yok karlı, kışlı dağlarda.
Toprağı olmayan taşlı dağlarda
Kekik, yarpuz ot aradık boşuna.

Harun, gel; soğuğu kardan bilelim,
Pis kokuyu kirden, terden bilelim.
Merkep pazarıymış, nereden bilelim?
Biz de düşüp at aradık boşuna.

Harun Ustaoğlu

Gönül bahçesinde bağban değilsin

0

Gönül bahçesinde bağban değilsin
Gülleri ayırmak sanamı düştü
Perdeye sahneye benzemez hayat
Rolleri ayırmak sanamı düştü


Benliğin katiyyen geçmesin öne
İtaat etmeli hakkın emrine
Bağlanmışsa iki kalp birbirine
Elleri ayırmak sanamı düştü


Kibire bulaşıp gönüller yıkma
Zenginmiş yoksulmuş farkına bakma
Yaratan Allah’tır ırkına bakma
Kulları Ayırmak sanamı düştü


Her zaman olmalı iyliğe talip
Yanıltmasın nefsin aklını çelip
Kendi yanlışını görmezden gelip
Yolları ayırmak sanamı düştü


Yanıltır insanı önyargı, ezber
Farklıdır duygular ve düşünceler
Toplumlar kendince ifade eder
Dilleri ayırmak sanamı düştü


Coşkun Arslan