Cuma, Kasım 28, 2025
No menu items!
Ana Sayfa Blog

Gülmeyi bilmedi karalı başım

0

Gülmeyi bilmedi karalı başım
Dünyada olmadı dikili taşım
Ne bir dostum kaldı ne bir yoldaşım
Tutacak bir dalım kalmadı benim

Dertler bitmez oldu ardı sıralı
Bahtım hiç gülmedi zaten yaralı
Her gece bir kabus başım karalı
Gözlerim uykuya dalmadı benim

Nereye kaçtımsa o beni buldu
Hayat tarlasında güllerim soldu
Dört bir yanım ıssız, virane oldu
Hiç kimse kapımı çalmadı benim

Hep karalı dediler kirpiğin, kaşın
Görmedim farkını yaz ile kışın
Koşarım peşinden ekmeğin, aşın
Azık denen torbam dolmadı benim

Ferhadi’yem akıp gitti çağlarım
Gülmeyi bilmedim kara bağlarım
Kendi iç dünyamda yanar ağlarım
Gönlüm hiç huzuru bulmadı benim

Ferhat GÜNAYDIN ( Ferhadi)
Eğitimci Yazar / Halk Şairi – Giresun

Yara olmaz idi, yâr olmasaydı.

0

Aşığın gönlünde yâr yarası var
Yara olmaz idi, yâr olmasaydı.
Gülün esamesi okunmaz idi
Bülbülün gönlünde zâr olmasaydı.

Ay ışık vermezdi, güneş sönerdi
Şer galip gelirdi, hayrı yenerdi
Sanıyorum dünya terse dönerdi
İnsanlarda edep, âr olmasaydı.

İnsanın boynunda çoktur vebâli
Arayıp bulmasa eğer kemâli
Bilmem ne olurdu, dünyanın hâli
Eğer ki Velayet var olmasaydı.

Velayet Aytan

Neyzen Tevfik.

0

Sevdiğim edebiyatçılar serimde bugün sıra,
adı kitaplara sığmayan, kelimelerin bile el bağladığı adamda:
Neyzen Tevfik.
Her paylaştığım portrede bir yüz değil, bir ruh anlatmaya çalışıyorum.
Bazısında bir sızı olur, bazısında bir öfke, bazısında bir kahkaha.
Neyzen’e gelince…
Hepsi birden.
Bir tek insanda top yekûn bir dünyalık.
Sevdiğim Edebiyatçılarda Bugün; Neyzen
Neyzen’e dair; küfür doğru kullanıldığı yer ve zamana göre dilin tuzu biberidir, diye kalmış aklımda.
Gel, sandalyeni şöyle çek, hafiften bir demleniyormuşuz gibi (ister çay olsun ister başka bir dem) seninle şu bizim Hiç hazretlerini, Neyzen Tevfik’i bir konuşalım. Neyzen’i ne olduğunu, ne olmadığını gerçek anlamda anlayanlar; çok adam gördüm, çok laf duydum ama onun gibisi bu topraklara bir daha uğramadı, der.
İşte benim gözümden, o deli fişek, o sermayesi küfür olan ama küfrü bile sanat yapan Neyzen…
Gel Yamacıma, Sana Biraz Bizim Hiç’ten Bahsedeyim
Bak güzel kardeşim, şimdi sana Neyzen Tevfik 1879’da Bodrum’da doğdu falan diye başlasam, sen sıkılırsın, ben utanırım. Neyzen de mezarında ters döner; ulan hıyar, benim nüfus kağıdımı mı okuyorsun, ruhumu mu anlatıyorsun diye basar kalayı.
Ben Neyzen’i neden severim biliyor musun? Çünkü bu adam, bizim içimizde tutup da söyleyemediğimiz, boğazımızda düğümlenen ne varsa hem de ölüme tiz kellesi vurula kadar yakın bir dönemde hepsini o meşhur neyinin içine üflemiş, yetmemiş kalemin ucuna takmış, mürekkep niyetine tükürmüş kağıda.
Biz milletçe bayılırız cekete, koltuğa, unvana… Müdür Bey, Sayın Başkan, Bakanım, Reisimiz diye kırk takla atarız. Neyzen’in umurunda mı? Adam Sadrazam’a kafa tutmuş, Padişah’a dil uzatmış. Vali konağında ağırlanırken sıkılıp, çilingir sofrasını sokak köpekleriyle kurmuş bir adam bu.
Hani diyor ya o meşhur sözünde: Benim hiç’ten başka neyim oldu ki?
Şu ferahlığa bak. Hangimiz diyebiliyoruz bunu? Biz yeni telefon, araba, terfi peşinde koşarken; adam hiçlik mertebesine postu sermiş, oradan bize nanik yapıyor. Ben bu eyvallahsızlığını seviyorum işte.
Taşı Gediğine Değil, Gözünün Ortasına Koyması
Neyzen’in dili sadece keskin değil, zehirdir zehir. Ama şifalı zehir. Riyakarı, dinkârı, yalakayı gördü mü affetmez. Bugün biz kibarlıktan, aman tadımız kaçmasın diye susuyoruz ya; Neyzen olsa o masayı devirirdi.
Ve işte tam burada, onun ruhuna en uygun sözlerden biri patlar:
Sözüm ateş olur da çarpar yüzüne densizin,
Küfrüm iltifattır bazen, anlamaz her gerizekânın özü.
Makamına güvenen ittir, unvanına güvenen hödük,
Ben neyimi üflerim; kül olur sizin boktan düzenin çözü.
Bak ne diyor o dönemin çıkarcılarına:
Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler;
Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus dediler…
Künyeni almak için partiye ettim telefon:
Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus dediler.
Gülme. Vallahi bugün yazsa bunu, altına imzamı atarım. Adamdaki vizyona bak: yüz yıl önce yazdığı şey bugün hâlâ manşetlik.
Peki, Neyzen Bugün Yaşasaydı?
İşte zurnanın zırt dediği, neyin hû dediği yer burası.
Düşünsene Neyzen Tevfik bugün aramızda.
Elinde neyi, sırtında o eski ceketi, Beyoğlu’nda yürüyor.
Instagram’da, TikTok’ta mükemmel hayatım var, bakın ne yiyorum diye sırıtanları görseydi…
Telefonu o fenomenin elinden alır, yere çalar, üstüne bir güzel tepinir;
sonra sakalını sıvazlayıp şöyle derdi:
Ulan parlak kutuya tapan ahmak,
Ekranda yüzün var ama ruhun karanlık.
Beğeni diye yalvara yalvara dilin pas tuttu,
Ben neyimi üflerim; senin hayat denen süslü yalanın tuzla buz olur artık.
Markete girdiğini düşün. Bir şişe rakının, bir kalıp peynirin fiyatını gördü.
Kasiyere bakıp gevrek gevrek gülerdi.
Sonra Maliye Bakanı’na ithafen, o meşhur Behey Dürzü şiirinin 2024 versiyonunu patlatırdı.
Ekmek aslanın ağzında değil, midesine inmiş, derdi.
Sonra da eklerdi:
Vergiden belimiz büküldü, yay oldu,
Vatandaşın hali, harap bir köy oldu.
Biz bade derken, zamlar badeyi aştı,
Meze niyetine yediğimiz sade bir oy oldu.
Akşam açtı televizyonu, o bağıran çağıran uzmanları izliyor.
Hepsinde bir ciddiyet, hepsinde bir ben bilirim tavrı…
Neyzen bir yudum alır ve televizyona şöyle üflerdi:
Âlim geçinenler cahile rehber,
Sözde hepsi dahi, hepsi peygamber.
İki kelam etseler manası yoktur,
Eşek bile anırırken bunlardan dilber.
Ben Neyzen’i Neden Seviyorum Azizim?
Çünkü adam sadece küfürbaz değildi.
O küfürün arkasında bir yangın vardı.
Adamın derdi vardı:
Memleket derdi, insanlık derdi, adalet derdi.
O ney üflerken aslında ağlıyordu.
Şiir yazarken aslında tokat atıyordu.
Bugün stres dediğimiz, psikologlara para döktüğümüz şeyleri,
o bir nefeste, bir dörtlükte çözüyor.
Bize Kendini bu kadar ciddiye alma, dünya dediğin bir gölgelik, diyordu.
Özledik be Neyzen.
Senin o paspal kılığının altındaki dev yüreği özledik.
Bugün yaşasaydın, muhtemelen seni tımarhaneye değil,
bizlerin arasına yani asıl tımarhaneye kapatırlardı da;
sen yine bir yolunu bulur, oradan da bize nanik yapardın.
Ruhun şad olsun Hiçlerin Efendisi.
Hiç Olmak
Bir gün Neyzen Tevfik bir devlet dairesine girer.
İşini halledecek ama kılık kıyafet malum; dökülüyor.
Memurlar suratına bile bakmaz. Neyzen sinirlenir, ortalığı velveleye verir.
Gürültüye içerideki müdür çıkar, bakar ki karşısında bir garip adam.
Müdür küçümseyerek sorar:
Sen kimsin be adam? Bağırıp çağırıyorsun… Sen nesin?
Neyzen sakince döner:
Ben… ben hiçim.
Sonra müdüre sorar:
Peki sen nesin?
Müdür kabarır:
Ben bu dairenin müdürüyüm.
Neyzen:
Sonra?
Müdür:
Müsteşar olurum… vekil olurum… belki bakan olurum…
Neyzen üstelemeye devam eder:
Peki ondan sonra?
Müdür durur, düşünür:
Hiç… ondan sonrası hiç… emeklilik… ölüm…
Neyzen yapıştırır cevabı:
Be adam. Sen o kadar sene okuyup, unvan kovalayıp, debelenip en sonunda hiç olacaksan…
Ben şimdiden hiçim. Ne diye bu tantana?
Dünya malı, makam, mevki… Neyzen için hepsi bir tiyatro dekoru.
Oyun bitince perde kapanır, herkes hiç olur.
O yüzden severim ben bu adamı; oyunun sonunu baştan görmüş çünkü.
Ben her sevgili edebiyatçımı çizerken şunu düşünürüm:
Onlar bugün hayatta olsaydı, bugünün dünyasında
hangi sözü söyleyemeden duramazlardı?
Neyzen’de cevabı bulması en kolay olanlardan biri.
O susamazdı.
Bizim gibi yutkunup geçemezdi.
O yüzden çizmesi de, yazması da en kolay görünüp
en zor olanlarındandır.
Çünkü Neyzen’i anlatmak kendini saklamadan yazmayı gerektirir.
Önce kendi yalanlarını temizleyeceksin,
sonra onun aynasına bakacaksın.
Küfrü duymaktan korkmayacaksın,
çünkü onda küfür bile bir ağırlık ölçüsüdür.
Sevdiğim Edebiyatçılarda Bugün;
Neyzen’i ağırladım.
Sıradaki kim olur bilmem ama
benim için bu masada boş kalan sandalye,
onun ney sesinin buharı tüterken hâlâ sıcak.
Mısmıl olun,
Demirhan
Çizim, Demirhan

..26 KASIM 1935..Atatürk’ün, Moskova’da havacılık eğitimi gören Sabiha Gökçen’e telgrafı:

0

..26 KASIM 1935..Atatürk’ün, Moskova’da havacılık eğitimi gören Sabiha Gökçen’e telgrafı: “…Başarılı çalışmalarını duydukça çok memnun oluyorum. Senden sık sık haber bekliyorum. Gözlerinden öper, sağlıklar dilerim.”İstanbul’da tatlı bir telaş var. Rıhtımda martı cıvıltıları, dalga sesleri ve vedalaşma. Tarih 10 Temmuz 1935. Adı yeni değişen Türk Hava Kurumu yetkilileri Genel Başkanları Fuat Bulca’yı bekliyorlar. Rıhtıma bir araba geliyor ve içersinden Genel Başkanla birlikte Atatürk’ün kızı Sabiha Gökçen iniyor. Fotoğraf çektirmeler, gazetecilere verilen röportajlar ve vapurun sesi…RUSYA’YA GİDEN ÖĞRENCİLER..Bazı kaynaklar, 8 öğrencinin Rusya’ya planör, paraşüt ve sonrasında motorlu uçuş eğitimine gittiğini yazmaktadır. Ancak Sabiha Gökçen’in hayatını anlatan ve kendi ifadeleriyle yayına hazırlanan “Atatürk’ün izinde bir ömür böyle geçti” adlı kitapta bile Rusya’ya giden öğrenci sayısında çelişkiler bulunmaktadır.Benim yaptığım araştırmalarda, 9 öğrencinin Rusya’ya gitmiş olduğuna dair bulgular mevcuttur. Ya Sabiha Gökçen’i kadın olarak liste dışında tutmuşlar ya da sağlık nedeniyle ilk etapta uçuştan ayrılan Mustafa İrkin veya Nurettin Demirsoy kayıtlarda yer almamıştır.
THK’nın belirlediği üç kişinin yanında Vecihi Hürkuş’un İstanbul’dan beraberinde Türkkuşu’na getirdiği altı öğrencisinin Rusya’ya gittiğini bilmekteyiz. Yani toplam 9 öğrenci:

  1. Sabiha Gökçen
  2. Emrullah Ali Yıldız
  3. Ferit Orbay
  4. Sait Bayav
  5. Tevfik Aytan
  6. Muammer Öniz
  7. Hilmi Hüseyin (Orbay?)
  8. Nurettin Demirsoy
  9. Mustafa İrkin
    Son iki isim Mustafa İrkin ve Nurettin Demirsoy’un sağlık nedenleri ile uçuştan ayrıldıklarını belgelerden tespit etmiş durumdayız. Şu ana kadar ulaşabildiğimiz kayıtlarda, Mustafa İrkin’in Rusya’da modelciliğe devam ettiğini biliyoruz.
    Nurettin Demirsoy hakkında geçerli bir kayıt henüz elimizde bulunmamakta. Belki de ilk etapta uçuştan ayrılan ve modelciliğe de devam etmeyen Nurettin Demirsoy kayıtlara hiç yansımamıştır. Bu konuda araştırmalar devam etmektedir. Biz konumuzu dağıtmadan yolculuğa devam edelim.
    KOKTEBEL PLANÖR EĞİTİM MERKEZİ
    12 Temmuz 1935. Gemi Odesa limanına girer. Rus yetkililer Türk ekibini çok iyi karşılarlar ve otelde onurlarına bir yemek verilir. Yemekte ve tüm gece boyunca Atatürk konuşulur. Ertesi gün Yalta’ya, oradan da doğruca Feodasa’ya. Feodasa’da çok candan karşılanırlar. Bütün havacılık öğretmenleri oradadırlar, Türk öğrencileri kardeşçe kucaklarlar.
    Eğitimlerinin başlayacağı Koktebel’e bir otobüs ile gidilir. Bu kısa yolculukta otobüsün üzerinde iki küçük uçak onlara eşlik eder. Türk ekibi için sahilde Villa Adriyana adlı bir yer tahsis edilir. Villa Adriyana’nın üst katı Sabiha Gökçen ve ona yardımcı olması için Azerbaycanlı Zeynep isminde bir kıza tahsis edilir. Alt katta ise erkek öğrenciler ile Zeynep’in ağabeyi kalmaktadır. Azerbaycanlı kardeşler hem eğitimde, hem de sosyal yaşamda Türk ekibinin tercümanlık görevlerini yürütürler.
    TÜRK BAYRAĞI DALGALANIR
    Villa Adriyana’da kalan ekibe yapılan diğer bir jest ise, villanın üzerine Türk bayrağı asılmasıdır. Ayrıca eğitimler boyunca meydan giriş kapısında Türkçe “ Hoş geldiniz” yazısı asılı durur.
    Ertesi gün eğitim hem nazari, hem uygulamalı olarak başlar. Eğitmenler hiç göz açtırmamaktadır. Eğitim dışında çok samimi olan hocalar, eğitim sırasında çok acımasız davranmaktadırlar. Disiplin, disiplin, disiplin…
    SABİHA GÖKÇEN’İN TEDAVİSİ
    Sabiha Gökçen’i biraz çelimsiz gören hocaları derhal doktorlardan fikir alırlar. Doktorlar da Gökçen’i sıkı bir muayeneden geçirirler. Gerçekten de Sabiha yorgunluktan kötü gözükmektedir.
    Yapılan müdahaleler ve önerilen yemekler sayesinde çok kısa sürede toparlayan Gökçen, erkek arkadaşlarından asla geri kalmadan tüm eğitimlere katılır. Uygulanan kuru üzüm yüklemesi ile kilo bile alır. Uzun eğitimlerdeki tek sıkıntı vatan özlemidir. O özlem de Türkiye’den gönderilen gazetelerle giderilmeye çalışılmaktadır. Ayrıca Türk öğrenciler izinli günlerinde yakın yerlerdeki tarihi yerlere gezmeye gitmektedirler. Kültürel etkinliklere katılmak öğrencilerin çok hoşuna giden diğer bir faaliyettir. Ancak en çok da birlikte vakit geçirmekten zevk alırlar. Bunun da en güzel yeri Villa Adriyana’nın salon ve balkonudur. İlk kez gün ışığına çıkan bu yazı içersindeki fotoğrafta Sabiha Gökçen’in minyatür bilardo oynamaktan çok hoşlandığını yazmamıza gerek var mı bilmiyorum… Bu tür oyunlarda ekip halinde çok neşeli saatler geçirirler, kaybedenler meyve ve tatlı alma cezasına çarptırılır.
    PLANÖR DİPLOMALARI
    11 Ocak 1936 günü yapılan görkemli bir törenle planör öğretmeni unvanını ve diplomalarını alan ekip, Moskova’ya giderek motorlu uçuş okuluna başlayacaktır. 14 Ocak günü Moskova’ya giden ekibi Türk Büyükelçisi Zekai Apaydın tren garında eşi ile birlikte karşılar.
    Bir kaç gün elçilik binasında konaklayacak ekip ardından motorlu uçuşlara devam edecektir. Elçilikteki odasına çıkan Sabiha Gökçen Türkiye’den gelen mektuplara bakmaya başladığında çok üzücü bir haber alır. Sabiha Gökçen’in “Çok sevdiğim, canım kadar sevdiğim, manevi kardeşim” dediği Zehra hayata veda etmiştir. Atatürk’ün özel emriyle uçuşu henüz bitmemiş olan Sabiha Gökçen’e bu haber özellikle bildirilmemiştir. Bu durum karşısında morali çok bozulan Sabiha Gökçen, uçuş hocalarının da izin vermesi sonucu Atatürk’e durumu ve duygularını anlatan bir mektup yazar. Atatürk’ün de onaylaması ile motorlu uçuşlara başlamadan yurda döner.
    MOTORLU UÇUŞLARA GEÇİŞ
    Aradan geçen bir süre sonra Türkkuşu’nda öğretmenliğe başlayan Sabiha Gökçen yine Atatürk’ün isteğiyle motorlu uçuşlara devam edecektir. Atatürk’ün emri ile Eskişehir Askeri Tayyare Okulu’ndan bir uçak ile bir öğretmen getirilir. Nazari dersleri Binbaşı Savmi Uçan, uygulamalı dersleri ise Muhittin hocadan alan Gökçen kısa sürede ilerleme kaydeder.İlk eğitimleri geçen Gökçen, daha sonra iki yıl sürecek Eskişehir eğitim günlerine başlar. O iki yılın sonunda Türkiye’nin ve dünyanın ilk kadın savaş pilotu olarak tarihe geçer..

Giden gün ömürdendir…

0

Giden gün ömürdendir…
Ve biz çoğu zaman fark etmeyiz;
takvimden düşen her yaprak sadece bir tarihin değil,
bir ihtimalin daha yok oluşudur.
İnsan sandığı kadar güçlü değildir aslında;
zamana karşı hep yenik,
umutlarına karşı hep eksik,
kendine karşı hep geç kalmıştır.

Her gün biraz daha yıpranır içimizdeki çocuk,
biraz daha susar içimizdeki isyan,
biraz daha ağırlaşır taşıdığımız yükler.
Ve biz yine de “yarın” deriz;
sanki yarın bize sadıkmış gibi…
Oysa hayat, susarak geçen anlarda tükenir;
kırıldığımız ama söylemediğimiz yerde,
affetmediğimiz ama gururdan geri dönmediğimiz anda,
sevdiğimiz halde belli etmediğimiz kişide.

Giden gün ömürdendir…
Ve ne kadar çok gün gidiyorsa,
o kadar çok eksiliyoruz aslında.
Ama insanın tuhaf bir yanı var:
Ömrü erirken bile,
kendi yangınını görmezden gelebiliyor.

Sanki çok vaktimiz varmış gibi yaşıyoruz;
oysa zaman, kimseyi beklemeyen
en acımasız öğretmen.
Sonunda anlıyoruz ki:
Giden her gün, bize değil,
bizden gidiyor.

Bu dağlar kömürdendir
Geçen gün ömürdendir
Feleğin bir guşu var
Pençesi demirdendir

Hadi leyli leylanı
Mevlam yazmış fermanı
Ya al canım gurtulam
Ya ver derde dermanı

Bu yol Pasin’e gider
Döner tersine gider
Burda (Şurda) bir garip ölmüş
Guşlar yasına gider

Hadi leyli leylanı
Mevlam yazmış fermanı
Ya al canım gurtulam
Ya ver derde dermanı

Bir at bindim başı yok
Bir çay geçtim daşı yok
Burda bir yiğit ölmüş
Yanında gardaşı yok

Hadi leyli leylanı
Mevlam yazmış fermanı
Ya al canım gurtulam
Ya ver derde dermanı

Beni Öteye sürme .

0

Sevda özlem aşklar insanlar için
Yüreğim sen beni kötüye sarma!
Viran etme beni inadın için?
Gönül beni benden öteye sürme!

Sevdanın kapısı dardır, açılmaz!
Aşk yürekte ince nardır, geçilmez
Her şeyden kaçsan aşktan kaçılmaz,
Gönül beni benden öteye sürme!

Gönül sazı ile aşka varmışsın
Aşkın kapısından varıp girmişsin
Gül dalında gonca gülü dermişsin
Gönül beni benden öteye sürme!

Bilmez misin, ırmak geriye akmaz
Yürek tutsak düşer ardına bakmaz
Bu ateşe giren bir daha çıkmaz
Gönül beni benden öteye sürme!

Gönül her kapıyı açar girersin
Nerde güzel görsen orda erirsin
Aşk dediğin yolda hakka yürürsün
Gönül beni benden öteye sürme!

Vurguni! nin hakka açık kapısı
Kolay mı, alınır gönül tapusu
Bozulmuş alemin dostluk yapısı
Gönül beni benden öteye sürme!
Abdullah Oral

A ile başlar aydınlık

0

Bir taş koyar bütün yapılarda temele öğretmen.
Soluğudur düşüncenin buğdaydan yalaza dek
Yeryüzünde ne varsa ondan gelmedir,
Yeryüzü ile el ele öğretmen

Göz gözdür o, uzakları görürüz
Ağızdır o, türkü söyleriz haykırırız günlerden.
Ulaşırız erdem üstüne, gelecekler üstüne biz hep
Çizer büyük değirmisini Uç olur da gergele öğretmen.

Hey hey, burası bir dağ köyü, kurda kuşa
Bırakılmış göğün kıyısına bırakılmış
83 toprak ev, 83 acı duman,
Çoluğuyla, çocuğuyla 415 karanlık
Kurtulacağız, el ayak kurtulacağız,
Bir okul yapıla, bir gele öğretmen.

Bir ışık, bir ışık daha,
Gecelerin içindeki ejderlerle dövüşür
Nice istemeseler de, nice önleseler de,
Uyandırır toplumunu
İyiye, doğruya, güzele öğretmen.

Fazıl Hüsnü Dağlarca

ATATÜRK’ÜN, TÜRKÇE, FARSLAŞMA, ARAPLAŞMA VE ÜMMETÇİLİK HAKKINDAKİ EL NOTLARI

0

İdareyi ellerine aldılar. Türkü hakir görmeye ve göstermeye çalışan bu yabancı unsurlardır.
Acemleri Taklit:

  • Selçuk hükümdarları, zamanla milli şiarlarını kaybettiler.
  • Acemleri örnek tutmak hatasına düştüler.
  • Sasanileri taklit ettiler, Acem’in harsını, bilhassa debdebe ve sefahatını aldılar.
  • Saraya Acem dilini soktular.
  • Edebiyatı Acemce yaptılar.
  • Devlet dili Arapça ile karışık Acemce oldu.
  • Teşekkür olunur ki sarayın bu Acemleşmesi millete o kadar tesir edemedi.
  • Millet yine Türk kaldı.
  • Dilini adetini bırakmadı.
  • Fakat şüphesiz hanedanın Acemleşmesi, Türklüğün ilerlemesine çok zarar verdi.
  • Eğer Acem dili böyle revaç görmeseydi Celalettin Rumi’nin Mesnevisi, Ömer Hayyam’ın Rubaiyatı Türkçe yazılmış olacaktı…
    ZENGİN TÜRK KÜTÜPHANELERİ
  • Türklerin tesis ettikleri büyük kütüphaneler dikkate şayandır.
  • Merv’de on kadar kütüphane vardı. Dünyanın hiçbir yerinde kitapları bu kadar seçme kütüphane yoktu.
  • Yalnız birinde 12.000 kitap vardı.
  • Büyük alimler bu kütüphanelerde tetkikat icra ederlerdi.
  • Maveraünnehir kütüphaneleri pek meşhurdu.
  • Bu kütüphanelerden birini ziyaret eden İbni Sina diyor ki:
    — “Öyle eserler tesadüf ettim ki isimlerini bile kimse işitmemişti; hatta ben de ilk defa görüyordum.”
    DİN , ÜMMETÇİLİK VE ARAPLAŞMA
  • Yüz binlerce Türk, kitleler halinde Anadolu’ya, Irak’a ve Suriye’ye geçip yerleşmişlerdir.
  • Irak ve Suriye’de evvel ve sonra yerleşmiş olan Türkler, oralarda din ve Araplık tesiri altında kalarak Araplaşmış bulunuyorlar.
  • Bu tesirler olmasa idi, bugün oraları baştan aşağı Türk olurdu.
  • Görülüyor ki din, milliyetçilik yerine ümmetçiliği koyduğu için buna muvaffak olunamamıştır.
  • Çünkü Müslümanlık Arap’ın malı sayılmış, Arap’a hürmeti mucip olmuştur.
  • Türk’te milliyet duygusunu silmiştir.
  • Bunun neticesi olarak, Irak ve Suriye’dekiler Türk olmadıktan başka, oralarda yerleşmiş olan milyonlarca Türk Araplaşmış gitmiştir.
    Mustafa Kemal Atatürk
    Kaynak: Genelkurmay Askeri Tarih ve Strateji Etüt (ATASE) Dairesi Arşivi

İnsanoğlu, sen kendini “çok önemliyim” sanma!

0

İnsanoğlu, sen kendini “çok önemliyim” sanma!
Hiçliğinle varsın belki, varlığınla bir hiç’sin.
“Eşref’i- mahlûkât” derler, dar görüştür, inanma!
Hiçliğinle varsın belki, varlığınla bir hiç’sin.

İki trilyon galaksi döner koca Evren’de
Kütle çekimi olmasa, nasıl döner çevrende?
Haddimizi bilmeliyiz, hakikati görende
Hiçliğinle varsın belki, varlığınla bir hiç’sin.

Bunca galaksiden biri, galaksi Samanyolu
Güneş Sistemini kapsar, kaç milyar yıldız dolu
Evren’de Dünya zerredir; Dünya’da insanoğlu…
Hiçliğinle varsın belki, varlığınla bir hiç’sin.

Samanyolu galaksisi dört yüz milyar yaşında
Hepsi Hakk’tır; zuhur eder kirpiğinde, kaşında
Hele bir yol fikir eyle, aklın varsa başında
Hiçliğinle varsın belki, varlığınla bir hiç’sin.

Tam otuz yedi trilyon hücremiz var bedende
Güneş Sistemine benzer hep hareket edende
Vücut dengesi bozulur bir element gidende
Hiçliğinle varsın belki, varlığınla bir hiç’sin.

Temeldir; sülfür, potasyum, sodyum, magnezyum, klor
Oksijen, hidrojen, azot, karbon, kalsiyum, fosfor
Yüzde/doksan dokuzumuz bunlardan oluşuyor
Hiçliğinle varsın belki, varlığınla bir hiç’sin.

Eser elementler var ki; krom, kobalt, selenyum
Devamında bakır, flor, iyot, demir, vanadyum
Manganez, silikon, kalay, molibden, bor, çinko’yum
Hiçliğinle varsın belki, varlığınla bir hiç’sin.

Tam üç yüz altmış eklemin, altı yüz de kas’ın var
İki yüz on üç kemikle öldüğünde yasın var
Bir yaşına gelsen ancak ayakta durasın var
Hiçliğinle varsın belki, varlığınla bir hiç’sin.

Ben başka Tanrı aramam, “Evren” denilen Hakk’tır
Parça parça görünse de hepsi bir’dir, mutlaktır
Bindebir’e diyen çoktur: “bu bunaktır, ahmaktır”
Hiçliğinle varsın belki, varlığınla bir hiç’sin.

25.11.2025 – (8+7) – Ozan Bindebir

Yaşıyoruz İşte…

0

Feleğin çemberini, sabır ile delsek de
Öylesine gülerek yaşıyoruz işte
Umudu yol eyleyip, çok kez aşka gelsek de
Mazimizi silerek yaşıyoruz işte…

Ömür denen çıtayı, sallayıp da itmişiz
Çoğaldık sanıyorken, azar azar bitmişiz
Hayaller kurmuşuzda Kaf Dağına gitmişiz
Kendimize yeterek yaşıyoruz işte…

Her nefeste her zaman, şükür olsun diyerek
Yavan ekmek aş ile ömrümüzden yiyerek
Kasvet ile şişipte, daraldıkça şu yürek
Gam gönünü giyerek yaşıyoruz işte…

Doğruları devirip, gammazları överiz
Dürüste yüz çevirip, arkasından söveriz
Uzaktakini görmez, yandakini severiz
Sıdkımızı döverek, yaşıyoruz işte…

Kör baksa da gözümüz, kendimizi bildik de
Hiç kimseler görmeden, tek lokmayı böldük de
Hürdemi herkese masumane güldük de
İçin için ölerek yaşıyoruz işte…

Devşirme SARAY ŞAİRİNİN TÜRK NEFRETİNE BAKAR MISINIZ?..

0

Divan-ı hümayun katiplerinden.
KADİMI HAFIZ ÇELEBİNİN Kanuni Sultan Süleyman’a sunduğu şiir :


“Padişahım kainatın yaradılışından bu yana
Dünya içinde Türklerin kötülüğünden bahsedilir,
Allah Türke hiç anlayış vermemiştir.
O aklı evvel de olsa haksızdır.
Türk baban bile olsa onu öldür.
(Ültül-üt Türke velev kone ebak)
O iyilik madeni kudretli Peygamber
Türkü öldürünüz kanı helaldir demiştir.
Bunların işleri daima sapıklık oldu.
Cümlesinden bunu misal olarak al.
Türk baban bile olsa onu öldür.


(Ültül-üt Türke velev kone ebak)
Türkün adam olacağını sanma.
Bir an olsun Türkle oturma.
Türk elinde şeker olsa zehir,
Türkün başını hiç üzüntü duymadan kes.
Türkü öldür baban bile olsa
Ey Kadimi, Türke hiç olma yakın.
Sözleri kıymetli inci bile olsa
Sakın Türklere yaklaşma
Üzülmeden başını kes kanını dök
Türkü öldür baban bile olsa.
Buda Orjinal Osmanlicasi:
Devr-i ezelden beri şahım eflak
Zemmolur âlem içinde Etrak.
Vermemiş Türk’e Hüda hiç idrak.
Akl-ı evvel de olursa bibâk
Uktul-üt Türk’e velevkâne ebâk.
Dedi ol kân-ı kerem, Şah-ı celâl.
Türk’ü katleyleyiniz kanı helal.
Daim oldu bunların işi dalâl.
Cümlesinden bunu ahzeyle misal
Uktul-üt Türk’e velevkâne ebâk.
Türk eğer ilimde olursa derya.
Müfti olup verir ise fetva.
Hemnişin olma bunlarla katâ.
Bu kelam içre muhassal cana.
Uktul-üt Türk’e velevkâne ebâk..
Türk’ü zannetmeki ola âdem.
Türk ile durma bir dem.
Şeker alsa eline, ola sem
Ser-i Etrak’i kesip hiç yeme gam.
Uktul-üt Türk’e velevkâne ebâk.
Ey Kadimî Türk’e hiç olma yakın.
Sözleri olur ise dürr ü semin.
Zinhar olma Türk’e yakın.
Kes başın, kanın dök, çekme gam.
Uktul-üt Türk’e velevkâne ebâk.
Kaynak;
Mehmet Ali Aynizade, Milliyetçilik, İstanbul 1943, s.392-394)
***Biz Osmanlıyı seveceğiz de
.. Osmanlı bizi pek sevmemiş,
… devlete yaklaştırmamış maalesef.
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE !..
Bunlara bir cevaptı..

Sel Eyledi Zaman Bizi

0

Be yarenler be kardaşlar
Gör neyledi zaman bizi
Gözüm yaşını akıttı
Sel eyledi zaman bizi

Can nice ayrılır tenden
Ten nice ayrılır candan
Ayak ayak nerdübandan
İn eyledi zaman bizi

Gelin gidelim zecril’e
Can kurban olsun asile
Bir halden bilmez cahile
Kul eyledi zaman bizi

Kimi baydır kimi fakir
Yaradan Mevla’ya şükür
Ne akıl kodu ne fikir
Del-eyledi zaman bizi

Pir Sultan’ım döne döne
Dolu içtim kana kana
Şu yerde kim yana yana
Dul eyledi zaman bizi

KÜRTLERİN KURUCU MECLİSE MEKTUBU

0

Necdet TOPÇUOĞLU
KÜRTLERİN KURUCU MECLİSE MEKTUBU

Atatürk ve Kurucu Meclis, kürtlere rağmen bir devlet kurmamıştır. Başta İngiltere olmak üzere, diğer Avrupa ülkeleri kürtler üzerinden, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına engel olmaya çalışmışlar, birçok kürt isyanlarının çıkmasını teşfik etmişlerdir. Sonuç olarak sağ duyulu kürt önderleri, ayrılmayı değil, Türklerle birlikte yaşamayı tercih etmişlerdir. Kurucu Meclise yazdıkları mektubu okuyalım.

Ankara’da Büyük Millet Meclis-i Riyaset-i Celilesine

Kürtler küçük lokmanın pek kolay yutulacağını vaktinden çok evvel anlamışlardır. Türk Birliği’nden ayrılmak zihniyetinde bulunanları Kürtler kendi milletlerinden addetmezler. Kürtlerin mukadderatı Türk’ün mukadderatı ile tevemdir (ikizdir).

Biz Kürtler Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinden başka halaskâr beklemediğimiz gibi Düvel-i İtilafiye’den (Avrupalı Devletler) merhamet dilenmeye tenezzül etmiyoruz. Misak-ı Millî dahilinde sulh akdedilmesini teminen bütün varlığımızla hükümetimize müzaheret edeceğimizi (Yardımcı olacağımızı), Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti dahilinde Kürtlüğün ayrı bir unsur olarak telakkisini hiçbir zaman işitmek istemediğimizi arz ile, muvaffakiyetler temenni ve takdim-i tâzimat eyleriz.

İzoli Aşireti Reisi :Hacı Fiya Sebati
Deyükan Aşireti Reisi :Hüseyin
Cürdi Aşireti Reisi :Mehmet
Bariçkan Aşireti Reisi :Halil
Bükler Aşireti Reisi :Hüseyin
Aluçlu Aşireti Reisi : Mehmet
Zeyve Aşireti Reisi :Halil

Ülema-yı Ekrattan : Hafız Mehmet
Ülema-yı Ekrattan :Bekir Sıtkı
Ülema-yı Ekrattan :Rüşdü
Eşraf-ı Ekrattan :Hüseyin
Eşraf-ı Ekrattan :Zebuhlu Halil
Eşraf-ı Ekrattan :İzdelili Fehim
Eşraftan :Bulutlu İbrahim
Eşraftan : Sadık

Yukarıdaki alıntılardan da açıkça görüleceği gibi, devletimiz (Türkiye Cumhuriyeti) yeniden kurulurken ne Meclisde bulunan Kürt milletvekilleri ne de Anadolunun çeşitli şehir ve bölgelerinde yaşayan ve Kürtçe konuşan insanların bir itirazları olmadığı gibi tam aksine Avrupalı devletlerin Türkiye'deki Kürtler hakkında söylediklerine de şiddetle karşı çıkmışlardır.. 

Bu da açıkça göstermektedir ki, Mustafa Kemal’in önderliğinde kazanılan zaferler ve buna dayalı olarak devletimizin yeniden kurulması sürecinde “Türkiye” ismine de “Türk” ismine de kimsenin itirazı olmamıştır. Zira Türkçe konuşmayan insanlar da çok iyi bilmektedirler ki, Türkiye Devleti (daha sonra Türkiye Cumhuriyeti) Misak-ı Millî sınırları içinde devleti ve milletiyle bölünmez (Bölünemez) bir bütündür.

Milleti meydana getiren unsurların içinde farklı dil ve lehçeler konuşan insanlar da, farklı dini inanç ve düşünceleri olan insanlar da bir birlerinden asla ayrılamazlar. Çünkü onların kaderleri bir ve beraberdir. Bakınız 1924 Anayasasının 88. maddesinde de ‘Türkiye’de din ve ırk ayırdedilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese “Türk” denir ‘ hükmüne yer verilmiştir.

Lozan antlaşması ve onun eklentisi olan Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusudur. Yüz yıl sonra Lozan antlaşmasını yok sayarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni Sevr öncesine götürmek mümkün değildir. Kürtler gelinen son aşamada bir harita tercihi yapmak zorundadırlar. Kurulması planlanan sözde kürdistanın parçasımı olacaklar, yoksa Türkiye ile birliktemi yaşayacaklar. Bu tercihi yapmak zorundadırlar. Bu hususta Türkiye Lozan da tanımlanan yerde durmaktadır. Tercih kürtlerindir. Ya kendi tarihlerine bağlı kalırlar, yada dünya yıkılır yeniden kurulur, Türkiye kurulan o dünyada da yerini en güçlü şekilde alır. Türkiyeyi yönetenler de bunu iyi bilsinler.

(25, Kasım, 2025-Ankara)

Mıhtar 5

0

Sen zenginleştikçe biz yoksullaştık
Tartının ayarı bozuldu mıhtar
Ne satıcı memnun ne de alıcı
Çarşısı pazarı bozuldu mıhtar

Vergiye bağladın semeri çulu
Kenara koymadık bir akçe pulu
Rahmetle anarız deli Dumrul’u
Ölçüsü miktarı bozuldu mıhtar

Ahali doğruya hep şaşı bakar
Vallahi şaşırdık tuz nasıl kokar
Köyümüzün suları bulanık akar
Çeşmesi pınarı bozuldu mıhtar

Demokrat mıhtarım liderim derdin
Köylü istemezse giderim derdin
Bütün köyü mamur ederim derdin
Köşesi kenarı bozuldu mıhtar

Rakiplerin elinde kozları yoktur
Namaz gılar iken pozları yoktur
Camide mescitte izleri yoktur
Cuması pazarı bozuldu mıhtar

Temiz haber çıkmaz kirli medyadan
Yer değiştirir oldu hain kahraman
Kuyruk sallayanla parmak sallayan
Halkında nazarı bozuldu mıhtar

Çemkireni hemen sorguya bağla
Senden bilinmesin yargıya bağla
İmaya bağla vurguya bağla
Adalet kantarı bozuldu mıhtar

Beyinler bu kadar kurak değildi
Siyaset çıkarcı kaypak değildi
Kadınlar iffetsiz çıplak değildi
Ahlakı hüneri değişti mıhtar

Coşkun Arslan

Dilimizsin öğretmenim sen bizim

0

Öğretensin yazdıransın lehçeyi
Elimizsin öğretmenim sen bizim
Yetmiş dili konuşturan Türkçeyi
Dilimizsin öğretmenim sen bizim


Topraktaki nişan bayraktaki kan
Bölünmez bütündür vücuttur vatan
Petekler boşalmış soframız yavan
Balımızsın öğretmenim sen bizim


Gönlün bir deryadır yüzünse şafak
Şafakta nöbette Mehmetçiğe bak
Bir doğa içinde en yeşil yaprak
Dalımızsın öğretmenim sen bizim


Bir nesil e şekil veren haz veren
Dikenleri gül yapmaya söz veren
Dünya nimet tatsız aşa tuz veren
Kolumuzsun öğretmenim sen bizim


Cehalet uğruna verdiğin savaş
Göklere yükselir eğmediğin baş
Gönlün kurutmasın gözündeki yaş
Selimizsin öğretmenim sen bizim


İlmin mekik oldu uzay çağına
Girdin ışık tuttun gönül dağına
Tez yetiş sevginin son durağına
Gülümüzsün öğretmenim sen bizim


Öğretmen kutsaldır bir cesur yürek
Her yürekte aynı sevgiler gerek
Velhasıl emektar bir orta direk
Halimizsin öğretmenim sen bizim


Garip YADİGAR’IM yazdığı derya
Gönül bahçesidir gezdiği derya
Okumuş her canın yüzdüğü derya
Gölümüzsün öğretmenim sen bizim


OZAN GARİP YADİGAR 24 kasım 1999