Allah bir Muhammed Ali desende Senin gibi sahte dosta inanmam Dört kitabın dördüne de el bassan Senin gibi sahte dosta inanmam
Yığın yığın mucizeler yaratsan Yeryüzünü aydınlatıp donatsan Canım canım desen bin yemin etsen Senin gibi sahte dosta inanmam
Ulu cemde dolu olsan içilsen Turna gibi havalarda şeçilsen Bir nehire köprü olup geçilsen Senin gibi sahte dosta inanmam
İkrar verip Ehli sözde boğulsan Ayvaz gibi Çamlıbelde eğlensen Kaplaniyim dara durup daralsan Senin gibi sahte dosta inanmam
Sivas’ın Divriği ilçesi Çamşıh yöresi Gürpınar köyünde, 1937 yılında dünyaya gelmiştir. Küçük yaşta saza merak sarar, o dönem âşıklık geleneğini sürdüren, büyüklerini ilgiyle takip eder. İlk gurbet deneyimini 17 yaşında İstanbul’a giderek yaşar. Hamallık ve bakkal çıraklığı gibi çeşitli işlerde çalıştıktan sonra askerlik vazifesini tamamladıktan sonra köyüne döner. Köyünde uzun süre kalamaz ve tekrar İstanbul’a çalışmaya gider. Çınar, dostları sayesinde İstanbul itfaiyesinde göreve başlar, fakat bu işi de kısa sürdüğü için tekrar köyüne döner. Maddi imkânsızlıklardan dolayı tekrar gurbete çıkar ve böylece Ankara serüveni başlar. Tuzluçayır’a yerleşir, bu dönemlerde tüm hayatını değiştirecek olan dostu Fikret Otyam ile tanışır. İlk plağı olarak bilinen “Fazilet” 1966 yılında çıkar ve 200 bin satar. O yıllarda Alevî deyişi söylemek kolay değildir. Fakat buna rağmen yaptığı plaklardan çok fazla maddî kazanç elde edemeyen Feyzullah Çınar, geçim sıkıntısına düşer, zor bir dönem başlamıştır. Fikret Otyam aracılığı ile Ankara Belediyesi temizlik işlerinde çalışmaya başlar. Tanıştığı Fransız Profesör, İrene Melikoff ile Avrupa’ya gider. Bu anlamda Avrupa’ya açılan ilk ozandır. Çeşitli Avrupa ülkelerinde Alevilik ve halk ozanlığı hakkında konferanslar verir. Radyo ve televizyonlarda programlar yapar, konserler düzenler. Burada bir ilk daha yaşar. Tüm gelirini Fransa’daki kimsesiz çocuklara bıraktığı bir Long Play çıkarır. Türkiye’ye dönüşünde Çınar örgütlenmenin gereğine inandığı için OZAN-DER kuruluşunda da yer alır. Bu arada plak ve kaset çalışmaları, konserler, dergi ve gazetelerle söyleşiler ve çok kısıtlı da olsa TRT’de programlar devam eder. Tiyatro çalışmalarında Pir Sultan Abdal’ı canlandırır. Âşığın yaşadığı dönem, toplumsal açıdan zor bir dönem olup, devrimci ve emekçilerin yanında yer alması, Çınar’ı deyişlerin yanında bugün dahi söylenmeye cesaret edilemeyen ağıt ve türküleri söylemeye iter. Çınar’ın bu çıkışları, dik duruşu, halkı tarafından ödüllendirilir ve halk ozanı kimliğini hak ederek kazanan ender kişilerden olur. Bu başkaldırısı, halkının sevgisi yanında Çınar’a yasaklar, işkence ve cezaevi kapılarını açar. Avrupa’ya çıkışı yasaklanır. Ülke sorunlarına kayıtsız kalamayan Feyzullah Çınar, türkülerinde bu sorunları sıklıkla dile getirmiştir. Ülke sorunlarını ve siyâsî yapıyı o kadar çok dile getirir ki konser verdiği yerlerde olaylar çıkar, tutuklanır ve bu durum en sonunda pasaportuna el konmasına kadar gider. Kısa yaşamına, türlü baskı ve yasaklara rağmen, 80 tane 45’lik plak, 4 adet Long Play, 20’ye yakın kaset, 200’e yakın eser, sayısız halk konseri ve turne sığdırır. Kendi tabiriyle o bir işçiydi. 24 Ekim 1983 Pazartesi sabah erkenden işe gitmek üzere yola çıkar. Kurtuluş Parkı’ndan geçtiği sırada rahatsızlanır ve kalbine yenik düşer. Anısına saygıyla… “Geldim şu alemi ıslah edeyim Özümü meydanda gördüm sonradan Zaman mahlükuna meylimi verdim Sermayemden zarar gördüm sonradan”
feyzullah çınar 1937 yılında sivas çamşıhı’nın çamağa köyü’nde doğmuş; tam beş yaşındayken almış eline bağlamayı… şeyh ahmet yasevi’nin soyundan gelen ozan. pir sultan abdal’ı, kaygusuz’u, virani’yi dinleyerek büyür; 14-15 yaşlarında ise iyi saz çalip, türkü söyleyen bir kişidir artık.
anadolu’nun o aman vermez çileli yaşamından büyük kente, istanbul’a gelmesiyle başlayan zorlu yaşam öyküsü o’nu sazıyla daha da yakınlaştırmıştır. istanbul’da girdiği işler doyurmaz aşığı, o gönlündeki aşkı. toplumsal çelişkileri paylaşmak ister diğer insanlarla. tam da bu sırada birlikte olduğu dostları feyzullah çınar’a bir plak yapmak isterler.
plağın bir yüzü agahî baba’nın “fazilet” adlı deyişi, diğer yüzü malatyalı esirî’nin şah hüseyin’e mersiyesi… yıl 1966; o yıllarda alevi deyişlerini çalıp söylemek pek çok açıdan zor. ama koca çınar durur mu? aldı mı sazı eline, vurdu mu sazın teline söyler pir sultan’dan, viranî’den, kul himmet’ten… işte o gün bu gündür ait olduğu kültürün o güzel ürünlerini altmıştan fazla plağa okumuştur ozan.
irene melikof ile fransa 1969 yılında fransa’ya giden çınar, alevi-bektaşi kültürü ve müziği üzerine irene melikoff’la birlikte konferanslara katılır, konserler verir. bir çok avrupa ülkesinde radyo programlarına katılır. ozanın fransa radyo televizyoncu ve unesco tarafından iki long-play’i yayınlanır.
feyzullah çınar, alevi-bektaşi ozanlarının içinde kırsaldan kente göçmüş, ancak geleneksel kültüründen hiç bir şey yitirmeden sanatını uygulamış ender kişilerden biridir. o geleneksel kültürünü yaşatarak içinde bulunduğu toplumun sorunlarını dile getiren bir ozandır. o’nun sanat yaşamına baktığımızda koca çınar’ın yine bir başka çınarın izinden gittiğini görürüz… pir sultan çizgisinde
bu kişi pir sultan abdal’dan başkası değildir. pir sultan’ı ve pir sultan geleneğini kendine kılavuz seçmiştir. o sazının telinden dökülen melodiler bin yıllık geleneğin sözcüsü gibidir.
pir sultan deyişlerini sanki çınar seslendirsin diye yazmıştır. çınar deyişleri, öylesine yüksek bir sanat gücüyle icra eder, ve dilinden dökülen her sözün anlamı müzikle öylesine bütünleşir ki, yüzlerce yıllık alevi kültürü ile binlerce yıllık anadolu kültürlerinin sentezinden doğan bir ses çakılır kulaklarımıza. feyzullah çınar usta malı söyler deyişlerini. yedi kutuplardan en çok pir sultan abdal, virani, kul himmet ve hatayi’nin deyişlerini çalar ve okur. geçmişle günümüz arasındaki köprü görevini üstlenmiş o ozanların işlevini çınar’da da görürüz. bu bakımdan günümüz ozanlarının deyişleri de o’nun için diğerleri kadar önemli, hatta kutsaldır. kul ahmet, sefil ibrahim, celalî kendi döneminin toplumcu ozanlarıdır ve bunların deyişleri çınar’ın dilinde ve telinde ustaca yorumlanır. feyzullah çınar 1960’lı ve 70’li yılların toplumsal açıdan çileli, karamsar, tehlikeli ortamı içinde ozanlık yapmaya çabalar. türkiye’yi bir uçtan diğer uca dört kez dolaşır. halkına umut verir, yüreklendirir onları. toplumcu deyişleri seslendirdiği için hapse atılır. ancak yine söyler, yine çalar sazım…
1983 yılında daha 46 yaşındayken çınar yaşama gözlerini kapatır. ancak onun sesi bu toprağa gönül vermiş dostlarının kulağında yaşamaya devam ediyor.
bazı türküleri : siyah saçlarından hatem yüzlerin, bu yıl bu dağların karı erimez, geldim şu alemi ıslah edeyim….
Aradığımız soru şu: FETÖ, Türkiye’de mi Azerbaycan’da mı daha güçlü? Azerbaycan Cumhurbaşkanı seçilen Ebulfez Elçibey, ilk yurt dışı seyahatini, 24-27 Haziran 1992 tarihleri arasında Türkiye’ye yaptı. Hayranı olduğu Atatürk’ün mezarını ziyaret etti ve Anıtkabir şeref defterine şunu yazdı: “Gayrı söylenecek başka söz kalmadı. En güzelini sen söyledin; Ne Mutlu Türk’üm Diyene… Senin askerin Ebulfez Elçibey/ Azerbaycan Cumhurbaşkanı” TBMM’de konuşma yapan Elçibey, Azerbaycan’ın Mustafa Kemal Paşa’nın çizgisinde olacağını söyledi. Başbakan Süleyman Demirel’le görüşme yaptı; bazı yardım talepleri oldu; alamadı. Elçibey, 30-31 Ekim 1992’de yine Türkiye’ye geldi; Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirvesi’ne katıldıktan sonra Başbakan Demirel’le görüşme yaptı. Ve yine… Para istedi, Ankara vermedi.
Silah istedi, Ankara vermedi. Elçibey, son olarak, “hiç olmazsa bir helikopter verin de, cephedeki ölü ve yaralılarımızı taşıyalım” dedi. Onu bile vermediler! Demirel nedense Elçibey’e karşıydı! Ankara’yı soğutan Bakü merkezine Şah İsmail’in heykelinin dikilmesi miydi? Elçibey İrancı mıydı? Hayır. Atatürk’ün heykelinin dikilmesi çalışmalarını da başlatmıştı. Keza… Kiril alfabesi yerine Latin harflerine geçilmişti. Türkçe konuşma -yazma zorunluluğuna geçilmişti. Tüm bunlara rağmen Ankara, Elçibey’den ısrarla uzak durmayı tercih ediyordu. Öyle ki… Ankara isteseydi; Azerbaycan petrol-doğalgaz tesisleri Türkiye’nin desteğiyle yeniden çalışmaya başlar; çıkartılan petrol ve doğalgaz hızlı şekilde dünya pazarlarına ulaştırılırdı. Ama… Ankara isteksizdi; Elçibey’e soğuktu! BP (İngiltere), Amoco (ABD), Pennzoil (ABD), Unocal (ABD), Exxon (ABD), McDermott (ABD), İtochu (Japon) Türk cumhuriyetlerini adeta istilâ ediyordu; ve gözleri petrol zengini Azerbaycan’da idi! Elçibey tam bağımsızlık için direniyordu… Albaylar isyanı ELÇİBEY DİRENİYORDU AMA…. Türkiye; -Azerbaycan topraklarını işgal eden- Ermenistan’a elektrik hatları çekip elektrik verdi; Alican sınır kapısını açıp Ermenistan’a her türlü malın rahatça girmesini sağladı; Türkiye-Ermenistan hava koridorunu açtı ve en sonunda Ermenistan’ı tanıdı! Elçibey direniyordu ama… Demirel’in onayıyla Alpaslan Türkeş, Yahudi işadamı Jak Kamhi ile Azeri petrolünün Ermenistan üzerinden taşınması için lobi yapmaya başladı! (Alparslan Türkeş, yanında götürdüğü oğlu Tuğrul’la birlikte 13 Mart 1993 tarihinde Paris’te Ermeni lider Petrosyan ile bile görüştü.) ELÇİBEY DİRENİYORDU AMA…. CIA, “Ilımlı İslam” senteziyle Ortaasya’ya Cemaat faaliyetleriyle sızmaya başlamıştı. “Mustafa Kemal’in Askeri” Elçibey yapayalnızdı. Büyük Oyun sahnedeydi; hedef Elçibey’in kellesiydi! – Ermeniler tekrar saldırıya geçti… – Azeri Komutan Albay Suret Hüseyinov darbe için isyan bayrağı açtı… – Azerbaycan’da Fars kökenli Talişler, Albay Alikram Hummatov liderliğinde ayaklandı. Elçibey, Demirel’den yardım istedi. Demirel’in cevabı kısa oldu: “Nahçıvan’dan Aliyev’i çağır. Onu Millî Meclis Başkanı yaparsan, o olayı çözer!” Çaresiz Elçibey, Haydar Aliyev’i Bakü’ye davet etti. Elçibey “büyük oyunu” anlayamadı. Hele Cemaat’i hiç tanımıyordu. FETÖ bu işlerin neresindeydi? Petrolcülerin darbesi Azerbaycan’da doğru dürüst gazete yoktu. Savaştan perişan olmuş halk, kapısının önüne bedava getirilen Zaman gazetesinden öğreniyordu ne olup bittiğini! Zaman gazetesi, manipülasyonla halkı Aliyev lehine bir araya getirdi. Sonuçta… Özel bir uçakla, 9 Haziran 1993’te Bakü’ye gelen “büyük kurtarıcı” Haydar Aliyev’i, Zaman gazetesinin organize ettiği gruplar coşkuyla karşıladı!.. Aliyev Milli Meclis Başkanı yapıldı. Ve hemen Suret Hüseyinov ile anlaşarak Cumhurbaşkanı Elçibey’e darbe yaptı. Ülke ikiye bölündü; bir kısmı Elçibey’in hâlâ cumhurbaşkanı olduğunu söylüyordu. Zaman gazetesi yine devreye girdi; Aliyev taraftarlarıyla röportajlar yaparak, Elçibey aleyhine konuşan kim varsa manşete taşıdı. Ardından… Haydar Aliyev cumhurbaşkanı; ve darbeci Albay Suret Hüseyinov başbakan oldu! Aliyev’in yaptığı ilk icraat; Elçibey döneminde petrol ve doğalgazla ilgili yapılan anlaşmaların tümünü, 26 Haziran 1993 tarihinde, iptal etmek oldu! Ardından Aliyev, Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi SOCAR’ın ikinci başkanlığına, (Yahudi asıllı eşi Zarife Aliyeva’dan doğan) oğlu İlham Aliyev’i getirdi. (Ne tesadüf; Ermenistan lideri Petrosyan’ın eşi de Yahudi’ydi! Savaşan iki ülkenin arasını bulmak isteyenler de Yahudi işadamlarıydı!) Sonuçta… Azeri petrolü paylaşıldı: SOCAR (Azerbaycan) yüzde 20, BP (İngiltere) 17.12, Amoco (ABD) 17.01, Lukoil (Rusya) 10, Pennzoil (ABD) 9.82, Unocal (ABD) 9.52, Statoil (Norveç) 8.56, Mc Dermont (İskoçya) 2.45, Ramco (İskoçya) 2.08, TPAO (Türkiye) “Asrın anlaşması” adı verilen bu ilk sözleşmeden sonra ardı ardına 29 ticari anlaşma daha imzalandı. Yıllar sonra… İngiltere’nin etkili gazetelerinden Sunday Times, şu haberi yayınladı: “Azerbaycan’da 1993’teki Cumhurbaşkanı Elçibey’in devrildiği darbenin arkasında İngiliz petrol şirketi BP ve ABD petrol şirketi Amoco vardı.” (26.3.2000) İngiliz gazete FETÖ’nün bu darbedeki rolünü atlamıştı! Örneğin şunu bilmiyor olamazlardı: Cumhurbaşkanı Elçibey, İngilizce eğitim vereceği için Cemaat’in Azerbaycan’da okul açmasına izin vermedi. Aliyev ise cumhurbaşkanı olunca Cemaat, Azerbaycan’ın her ilinde okullar, dershaneler açtı! Bu okullardan mezun olanlar bugün Azerbaycan’da ne yapıyor?. Evet… Aliyev tarafından “devlet madalyası” ile ödüllendirilen FETÖ, bu ülkede bugün ne kadar güçlü?.. Soner Yalçın.
Örgüt içi şiddet, münferit bir sapma ya da bireysel taşkınlıktan ziyade; örgütün kendisini yeniden üretme stratejisinin parçası; çoğu zaman doğrudan uygulanmıyor; anonimleştirilmiş aktörler aracılığıyla “gerekçelendirilmiş tebliğ” biçiminde sahneleniyor.
Fail, genellikle tanınmayan, daha önce örgüt içi ilişkilerde pek ortaya çıkmayan, uyguladığı sözlü veya fiziksel şiddeti “ideolojik görev” şeklinde sunan bir figür oluyor.
Olayın tanıkları çok sayıdadır; lakin tanıklık kolektif bilinçdışına terk ediliyor; görülen – duyulan şiddet, örgüt söylemi içinde yaşanmamış kabul ediliyor.
Denetim şeklinden farklı olarak, “topluca görmezden gelme” biçiminde “kontrol stratejisi” işliyor. Dillendirilmeyen “açık sır” rejimi kuruluyor :