Pazartesi, Kasım 17, 2025
No menu items!
Ana Sayfa Blog

10 Yıl Marşı

0

1933,..Cumhuriyet on yaşına.gelmişti…Onuncu Yıl Marşı için yarışma açıldı…Faruk Nafiz Çamlıbel ve.Behçet..Kemal..Çağlar’ın yazdığı sözler seçildi, Cemal Reşit Rey..besteleyecekti….Mustafa Kemal güfteyi görmek istedi…Getirdiler…Çıktık açık alınla on yılda her savaştan..On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan…Başta bütün..Dünya’nın saydığı başkumandan.Bir baca yükseliyor, durmadan her yamaçtan.Okudu.Son dizenin üstünü çizdi..“Demir ağlarla ördük, anayurdu dört baştan” yazdı….Sonra da.Behiç..Erkin’e döndü..Çanakkale’den.beri.arkadaşıydı…İstiklal Madalyalı milli mücadele kahramanıydı..Devlet demiryollarının kurucusu ve ilk genel müdürüydü…“Sizlerin bu on senedeki emeğiniz iyi ifade edilmiyordu, o nedenle o mısrayı değiştirdim” dedi…Türkiye Cumhuriyeti’nin on yıllık mucizevi kalkınma hamlesine imzasını atan Mustafa Kemal… Zihinlere mıh gibi çakılan “demir ağ” metaforuyla, Onuncu Yıl Marşı’na da imzasını atmıştı…Behiç Erkin…

İstanbul doğumluydu.

Mustafa Kemal’den beş yaş büyüktü..Kurmay subaydı..Lojistik dehasıydı..Çanakkale’ye asker ve mühimmat sevkiyatında inanılmaz işler yapmıştı..Memleket işgal edilince saniye tereddüt etmeden Anadolu’ya geçti, milli mücadeleye katıldı..Anadolu’ya geçtiği gün, Mustafa Kemal çağırdı..“Ben cephede ne yapılması gerektiğini biliyorum, sen cepheye askerin mühimmatın erzağın nasıl getirilmesi gerektiğini biliyorsun, demiryolları işin ehli biri tarafından yönetilmezse bu işi yapamayız, demiryolları sana emanet” dedi…Behiç Erkin, Mustafa Kemal’i.yanıltmadı…“Türkler demiryolu işletemez”.önyargısını tarihe gömdü..Savaştan sonra demiryolu okulu açtırdı, uzman personel yetiştirdi..Türkiye Cumhuriyeti Devlet.Demiryolları’nın.kurucusu ve ilk genel müdürü oldu..O yokluk döneminde memleketin demirağlarla örülmesinde birinci derecede katkısı oldu..İşletme dilini.Fransızca’dan.Türkçe’ye çevirdi.

Demiryolları müzesi kurdu…Sonradan İstanbul Teknik Üniversitesi adını alacak olan..Mühendis Mektebi’ne özerklik kazandırdı..Milletvekilliği yaptı, bakanlık yaptı, büyükelçilik yaptı…Kurtuluş Savaşı’nın en kritik günlerinde,.Mustafa Kemal acil ibaresiyle bir telgraf göndermişti..“Sevkiyatı hızlandırın, trenleri son sürate çıkarın, geciktiren idamla cezalandırılır” diyordu..Behiç Erkin derhal cevap telgrafı gönderdi.“Bu hat 40 kilometreden süratli gitmeye müsait değildir, hızlandıralım derken tek bir sevkiyat bile yapamayabiliriz, emrinizi aldım, bu nedenle uygulamadım, ikinci emrinizi bekliyorum” dedi.!.Mustafa Kemal’den tekrar telgraf geldi:

“Sen nasıl uygun görürsen Behiç…”.İşte bu diyalog ve bu omurgalı karakter nedeniyle, Mustafa Kemal tarafından Behiç’e Erkin soyadı verildi…Mustafa Kemal kendi el yazısıyla Behiç’e gönderdiği mektupta, Erkin’in anlamını şöyle yazmıştı: “Her şart altında kendi doğrularını dile getirme cesaretini gösteren, bağımsız kişi.”Behiç Erkin gerçekten her şart altında kendi doğrularını gerçekleştiren, bağımsız kişiydi..İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa nazi işgali altındayken, Paris Büyükelçimiz’di.

Müthiş bir insanlık örneğine imza attı, 20 bine yakın Yahudi’ye Türk pasaportu vererek, Türk vatandaşı gibi göstererek, ölümden kurtardı…“Türk ulusu adına konuşuyorum, Atatürk önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde din, dil, ırk ayrımı yoktur, vatandaşlarımıza dokunamazsınız” dedi..20 bin insanı kurtardı…1961’de rahmetli oldu.Vasiyet etmişti…

“Beni, ilk demiryolu genel müdürlüğü görevini üstlendiğim Eskişehir’e, İzmir-İstanbul-Ankara hatlarının birleştiği yerde toprağa verin” dedi..Orada yatıyor…Albay rütbesiyle emekli olan Behiç Erkin, ömrü boyunca not tutmuştu, yaşadıklarını gün gün kaydetmişti.

900 defterden oluşan notlarını 29 Ekim 1958’de Türk Tarih Kurumu’na teslim etti..Devlete millete tek kuruş yük olmamak amacıyla, yayın masrafları için 10 bin lira bağış yaptı, o günün parasıyla çok ciddi paraydı..Pür dikkat okumanızı rica.ederim..Kelimenin tam manasıyla “yurtsever devrimci” olan Behiç Erkin, Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan “Hatırat” isimli kitabının son paragrafında kelimesi kelimesine şunları söylüyor…“Yukarılarda beyan ettiğim veçhile ben, 1920-1928 seneleri arasında demiryollarını idare ederken, ihmale hiç tahammül edemezdim.

Aldığım ve aldırdığım tertibat sayesinde bu sekiz sene içerisinde hiçbir yolcu telef olmamış ve yaralanmamıştır.

Alelhusus, 1922 büyük taarruzu sırasında Yunanlıların tahrip ettikleri demiryollarının ilk tamiri, iki metre boyunda ray parçalarıyla yapılmış ve demir köprüler gelinceye kadar ahşap köprülerle hat işletmeye açılmış iken, bu sırada dahi bir kaza kaydolunmamıştır.”Kurtuluş Savaşı…

Büyük Taarruz…

Kaza bile yok!“Liyakat aşığıyım” diyen Mustafa Kemal’in, devlete yönetici seçerken ne kadar isabetli tercihlerde bulunduğunun kanıtlarından biriydi.

Emanet etmişsin geldi selâmın

0

Emanet etmişsin geldi selâmın
Gül yüzlü cananım aleyküm selâm
Aldım tazim ile bu beng-ü lalım
Ey Şah-ı Cihanım aleyküm selâm

Mürüvvet umarım efendim senden
Uğruna geçmişim can ile tenden
Demişsin gedama selâm et benden
Ey Şah-ı Cihanım aleyküm selâm

Boynuma geçmeden âşkın kemendi
Neden ağlatırsın bu Derdimend’i
Dosta selâm salmış efendim kendi
Ey Şah-ı Cihanım aleyküm selâm

Foto Kemal Ünlü

Yuh Yuh Cemali

0

Uzaktan yakından, yuh çekme bana
Sana senin gibi gibi baktım ise yuh
Efendi görünüp bütün insana
Hakkın kullarını yıktım ise yuh
Yuh yuh, yuh yuh soyanlara
Soyup kaçıp doyanlara
İnsana kıyanlara
Yuh nefsine uyanlara, yuh

Ne demek efendim, bey ve amele, bey ve amele
Fakir soymak yakışır mı kemale?
Rüşveti hak bilip bilip her dakika hile
Yapıp yapıp inkâr inkâr ettiysem yuh
Yuh yuh, yuh yuh soyanlara
Soyup kaçıp doyanlara
İnsana kıyanlara
Yuh nefsine uyanlara, yuh

Bu kadar milletin hakkın alanlar, hakkın alanlar
Onları kandırıp zevke dalanlar
Diplomayla olmaz olmaz hakim olanlar
Suçsuzun başına, hey dost, çöktüm ise yuh
Yuh yuh, yuh yuh soyanlara
Soyup kaçıp doyanlara
İnsana kıyanlara
Yuh nefsine uyanlara, yuh

Ne demek efendim, bey ve amele, bey ve amele
Fakir soymak yakışır mı kemale?
Rüşveti hak bilip bilip her dakika hile
Yapıp yapıp inkâr inkâr ettiysem yuh
Yuh yuh, yuh yuh soyanlara
Soyup kaçıp doyanlara
İnsana kıyanlara
Yuh nefsine uyanlara, yuh

Ben insanım, benden başlar asalet, başlar asalet
Asillere paydos, beye nihayet
Şu insanlık derde derde girerse şayet
Ona yar olmaktan bıktım ise yuh
Yuh yuh, yuh yuh soyanlara
Soyup kaçıp doyanlara
İnsana kıyanlara
Yuh nefsine uyanlara, yuh

Nazım Hikmet ve Vala Nurettin Dostluğu anısına,

0

Nazım Hikmet ve Vala Nurettin Dostluğu anısına,
1921 kışında iki genç şair gizlice İstanbul’dan Milli Mücadele’ye silah ve cephane kaçıran bir gemiyle Anadolu’ya yola çıktı.
Geminin adı: “Yeni Dünya” idi. Gerçekten de bu gemi yeni, başka bir dünyaya açılan büyük bir yolculuğun ilk adımı olacaktı onlar için.
Amaçları Milli Mücadele’nin merkezi Ankara’ya ulaşmaktı. İnebolu’da indiler gemiden. Günlerce süren yayan yolculukla Ankara’ya ulaştılar.
Bu gençlerden bir esmer kısa boylu diğeri daha uzun sarışındı. İkisi de şairdi ve birlikle şiir yazıyorlardı. Sanki esmer olanı aklın ve bilgeliğin durgun sularında, diğeri ise yatağına sığmayan coşkun ırmaklarda akıntıya karşı duruyordu.
Birbirini tamamlayan bu dostluk tıpkı Apollon ve Dionysos birlikteliği gibiydi. Esmer olanı hayatı boyunda sarışının gizli hafızası oldu.


Bir süre Ankara’da kaldıktan sonra Ankara’daki karargah merkezinden öğretmen olarak atandıkları Bolu’ya doğru yola çıktılar. Eşyalarını bir katıra yüklediler ve yine yayan kestirme dağ yollarından Kızılcahamam – Gerede istikametine ilerliyorlardı.
Anadolu’ya erken bahar geliyordu yola çıktıklarında.
Akşamüzeri Kızılcahamam’a yaklaşmışlardı ki, bir dere kenarında yaprakları suya sarkmış Salkım söğüt ağaçlarıyla karşılaştılar.
İki çocukluk arkadaşı birbirine baktılar ve karar verdiler bu derenin kıyısında dinlenmeye. Sarışın olanı gözlerini söğüdün dereye karışan yapraklarında alamıyordu.
Nehir hızla akıyordu. Salkımsöğüdün silüeti hızla akıp giden suyun üzerinde görünüyor ancak görünen yapraklar sürekli değişen bu aynanın üzerinde kaybolmadan duyuyor, akıp giden zamana karşı direniyordu.
Suya dokunan yaprakları yıkayan ırmak da Heraklit’in akan suda yıkanan insan örneği gibi sadece bir kez yıkayabiliyordu Söğüdün saçlarını.
Sonra kızıl atlılar geldi şairin gözlerinin önüne. Onlar nehrin uzaklarındaki güneşin battığı yere koşuyorlardı. Nehrin yönünde koşan atlılar coşkuyla güneşe ulaşmak istercesine ilerlerken vurulup düşenleri gördü şair beyninin derinliklerinde. Onlar terk etmek zorunda kalıyorlardı bu yaman yarışı.
Şimdi Kızılcahamam’dan çok uzaklara gitmişti şair Moskova düzlüklerinde Çarın Beyaz ordusunu kovalayan kızıl kanatlı atlılara.
Sonra kızıllık gitgide kayboldu. Nehir ve salkımsöğüt karanlığı teslim oldu. Kızıl kanatlı atlılar güneşle birlikte kayboldu.
Şairin gözlerinden iki damla yaş aktı. Defterini çıkardı, gördüğü her şeyi unutmamak için kağıda çalakalem yazdı:
Akıyordu su
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
Birdenbire kuş gibi
vurulmuş gibi
kanadından
yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı,
gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!
Ah ne yazık!
Ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!
Nal sesleri sönüyor perde perde,
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!
Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat…
Atları rüzgâr…Atları…
At…
Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!
Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
renkler silindi.
Siyah örtüler indi
mavi gözlerine,
sarktı salkımsöğütler
sarı saçlarının
üzerine!
Ağlama salkımsöğüt
ağlama,
Kara suyun aynasında el bağlama!
el bağlama!
ağlama!

Sahtekara kulluk edersen eğer

0

BOZUK DÜZEN
Sahtekara kulluk edersen eğer
Senide alkışlar bu bozuk düzen
Hırsıza hayduta verirsen değer
Senide alkışlar bu bozuk düzen

Laikliğin ilkesinden saparsan
Gericiye, hürafaya taparsan
Atatürkçü düşmanlığı yaparsan
Senide alkışlar bu bozuk düzen

Rüşvet al rüşvet ver, alıştın ise
Yiyip ense göbek geliştin ise
Kirli pazarlıkta buluştun ise
Senide alkışlar bu bozuk düzen

Her gün kuruyorsan sinsi planı
Aklıyorsan çete mafya talanı
Ömrün boyu söylüyorsan yalanı
Senide alkışlar bu bozuk düzen

SİNEMİ’ yim derdin içinde bir gün
Benim böyle kalırsın yorgun
İnsan haklarını çiğnersen her gün
Senide alkışlar bu bozuk düzen

Sen gideli Neler oldu bu vatanda bilsen

0

Atatürk
Sen gideli Neler oldu bu vatanda bilsen
Kara çarşaflılar çember sakallılar
Bereliler doldurdu köyleri, şehirleri

En güvendiğin kişiler
Senin ülküne ihanet ettiler
Ve sonra utanmadan
Gizlendiler adının arkasına
Her On Kasım günü
Millet dediler, vatan dediler
İzindeyiz Ata’m dediler
Kabrine kirli elleriyle çelenkler koydular
Ve yine o ellerle milletin efendilerini soydular

Bir zaman pullardan, paralardan
Resimlerin kaldırıldı
Bir zaman kahpece heykellerine saldırıldı
Sonra miting meydanlarında Atatürk
Eserini emanet ettiğin gençler öldürüldü
Hangi birini sayayım sana

O çok sevdiğin, değer verdiğin sanatçıya
Atılan dayakları mı
Konuştukça tokat yiyen öpülesi dudakları mı
Yoksa cehalete, geriliğe açılan kucakları mı
Bir zaman adalet, müsavat, hürriyet dedik
Ve adalet, müsavat, hürriyet adına
Görülmemiş kazıklar yedik milletçe Ata’m
Ya sonra o demokrasi edebiyatı

Hani o ağzımıza, yüzümüze bulaştırdığımız şey
Demokrasi adına dolan keseler, küpler
Demokrasi adına büyüyen göbekler
Bir yanda sinmiş aslanlar
Bir yanda uluyan köpekler
Ah! O köpeklerin sonra aslan kesilmesi
Bir zaman vatan cephesi
Yalanlar resimli romanlar
Bir zaman bucak başkanları saltanatı
Camilerde parti kavgası
Devlet radyolarında mevlût
Gazetelerde sayfa sayfa spor haberleri

Çıplak kadın resimleri
Nurlu istikbal, görülmemiş kalkınma
Ve gırtlağımıza kadar borç
Patagonya’dan yardım Kostarika’dan yardım
Öte yandan bir çırpıda milyon vuranlar bizde
Bir dilim ekmeğe beş saatini verenler bizde
Açlar bizde, yoksullar bizde
Yataksız hastalar doktorsuz hastaneler
Kışın kömürsüz okullar bizde

Velhasıl sen gideli
Çöktü üstümüze bir uyku gibi gaflet Atatürk
Gayrı ne yapsak silmez utancımızı
Bizleri affet Atatürk

Ümit Yaşar OĞUZCAN

Atatürk’ün Hayalindeki Doğu

0

12 KASIM 1937 – Atatürk’ün, Başbakan Celâl Bayar, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Bayındırlık Bakanı Ali Çetinkaya ile beraber saat 18.30’da Ankara’dan trenle -Diyarbakır yönünde- doğu seyahatine çıkışı.
Atatürk’ün Hayalindeki Doğu
Atatürk, 1937’de Tunceli’ye yaptığı geziden sonra Celal Bayar, Şükrü Kaya, Ali Çetinkaya, Kâzım Orbay ve Abdullah Alpdoğan ile Elazığ İstasyonu’nda bir toplantı yapmıştır.
Bu toplantıya ait 17 Kasım 1937 tarihli belgeye göre şu kararlar alınmıştır:
“1. Arazi, su, hava bakımından barınılması güç olan bölgeler halkının daha iyi şeraiti haiz yerlere nakli teemmül edilmeli ve mali külfet tahmin edilerek tespit edilmelidir.

  1. Pertek arazisi iyidir. Tedavi keyfiyeti nazarı dikkate alınmalı.
  2. Büyük kesif köyler yapılmalı ve kültürü temin edilmelidir.
  3. Maden amelesi olarak kaç aile naklolunabilir?
  4. Münferit dağ köylerini toplayıp ovalara teksif edilmeli.
  5. Girlayik’te pancar mıntıkası tesis ederek dağlıları ovaya indirmek lazımdır.”
    Görüldüğü gibi Atatürk ve arkadaşları Tuncelilileri yerlerinden, yurtlarından sürmeyi, köyleri içindekilerle birlikte yakmayı planlamamışlar; sağlıksız, eğitimsiz, yoksul ve aşiret reislerinin baskısı altında yaşayan insanları sağlıklı, eğitimli, zengin ve güvenli bir yaşama kavuşturmak için proje geliştirmişlerdir. Arazisi kötü olan bölgelerdeki insanların daha iyi şartlara sahip bölgelere gönderilmesi, dağ köylerindeki insanların ovalara indirilmesi gibi önlemler bölge insanını daha iyi yaşam koşullarına kavuşturmak amacı taşımaktadır.
    Tunceli ve civarındaki bazı aşiretlerin Batı illerine göç ettirilmesi ile ilgili kanunlar Atatürk’ün sağlığında çıkarılmıştır. Örneğin 19 Haziran 1927’de 1097 sayılı “Bazı Şahısların Şark Mıntıkalarından Garp Vilayetlerine Nakline Dair Kanun” çıkarılmıştır. Bu kanuna göre Doğu’da devrimlere karşı çıkan, güvenliği bozan 1500 kişi ile kaçak ve mahkûm durumundaki 80 isyancı aileleriyle birlikte Batı illerine sevk edilmiştir. Kendilerine, terk edecekleri topraklara karşılık yeni topraklar verilmiştir. 14 Haziran 1934’te de 2510 sayılı “İskân Kanunu” çıkarılmıştır. Bu kanunlar çerçevesinde Doğu’da hem güvenliği bozan asi aşiretlerden bazıları hem de aşiretlerin baskısına maruz kalan yokluk ve yoksulluk içindeki halkın bir bölümü batıya göç ettirilmiştir.
    Göç ve iskân planları ilk başta sadece 2000 kişiyle sınırlıdır. Bu sayı daha sonra 7000’e çıkmıştır. 1939’da bu sayının 12.000’e yaklaştığı anlaşılmaktadır. 28 Temmuz 1938 tarihli bir belgeye göre Doğu illerinden göç ettirilenler Batı’da İzmit, Karabük, Zonguldak gibi sanayi ve maden sektörlerinin yoğun olduğu yerlere ve iyi tarım yapılan Erzincan’a yerleştirilmiştir. Yani hükümet, Doğu halkını hem ağaların zulmünden hem de yokluk ve yoksulluktan kurtarmıştır. İnsanları iş bulup geçimlerini rahatça sağlayabilecekleri yerlere göç ettirip yerleştirmiştir. Hükümet, batıya sevk ettiği ailelere ev, toprak, pulluk ve hayvan vermiştir. 1947 yılında, yani İsmet İnönü’nün “Milli Şefliği” döneminde CHP’nin zorunlu İskân Kanunu’nu kaldırmasıyla 8228 kişi Tunceli’ye geri dönmüştür. 3500 kişi ise Tunceli’ye dönmeyi tercih etmeyerek batıda kalmıştır.
    Atatürk’ün Hazer Gölü Projesi
    Tunceli gezisinde Hazer Gölü çevresini incelemiş ve burasının halkın spor ve eğlence ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde düzenlenmesini istemiştir. 4. Genel Müfettişlik bu doğrultuda yapılan ilk çalışmaları, 3 Aralık 1937 tarihli bir yazıyla Başvekâlet’e bildirmiştir: “Hazer Gölü’nün Atatürk tarafından tetkik buyurulan kıyı kısmının tararı devletlerinden emir buyurulan haritasını tayyare ile aldırdım. Fotoğraflar Ankara’da Harita Dairesi’nde gönderilerek bunun İmar Kanunu hükümlerine göre 1/1.000: 1/3.000 mikyasında iki çeşit harita halinde basılmasını ve bu basım işinin çabuklaştırılmasını Harita Genel Direktörlüğü’nden ricada bulundum. Basılıp gelince haritaların yüksek huzurlarına takdim edileceğini arz ederim.” Atatürk’ün Tunceli halkının yararlanması için Hazer Gölü’nü bir spor ve eğlence parkına dönüştürmek istemesi bölgeye ve bölge insanına verdiği değerin işaretidir. Atatürk’ün Hazer Gölü Projesi, o dönemde Tunceli’ye yapılan karakol, yol, köprü, telefon gibi yatırımların sadece askeri amaçlı olduğu iddiasını da çürütmektedir. Belgelerde geçtiği şekliyle bu projenin amacı, “Bölgedeki münevverlerin ve her sınıf halkın yazlık ve spor eğlence ihtiyaçlarını tatmin etmek üzere güzelleştirilmesi”dir.
    Atatürk’ün Hazer Gölü’nün eğlence ve spor amaçlı olarak düzenlenmesini istemesi üzerine bir imar planı hazırlamak için gerekli hava fotoğrafları çekilip yetkili makamlara sunulmuştur.
  6. Umum Müfettişlik, yapılan bu çalışmaları Temmuz 1938 tarihli bir raporla Başbakanlığa sunmuştur. Doğu’nun her bakımdan kalkınmasını amaçlayan Güneydoğu Anadolu Projesi de Atatürk’e ait bir projedir. Projenin ilk adımları 1930’ların sonlarında atılmıştır.
    Atatürk, Diyarbakır, Malatya, Elazığ ve Tunceli gezisinde yanındaki Sabiha Gökçen’e, nasıl bir Doğu hayal ettiğini şöyle ifade etmiştir:
    “İnsan ömrü yapılacak işlerin azameti karşısında çok cüce kalıyor Gökçen… Geçtiğimiz yerlerde fabrikaları görmek istiyorum, ekilmiş tarlalar, düzgün yollar, elektrikle donanmış köyler, küçük, fakat canlı, tertemiz, sağlıklı insanların yaşayabileceği evler, büyük yemyeşil ormanlar görmek istiyorum. Gürbüz çocukların, iyi giyimli çocukların yüzleri sararmamalı, dalakları şiş olmayan çocukların okuduğu okullar görmek istiyorum, İstanbul’da ne medeniyet varsa, Ankara’ya da ne medeniyet getirmeye çalışıyorsak, İzmir’i nasıl mamur kılıyorsak, yurdumuzun her tarafını aynı medeniyete kavuşturalım istiyorum. Ve bunu çok ama çok yapmak istiyorum. Dedim ya, insan ömrü çok büyük işleri başarabilecek kadar uzun değil. Mamur olmalı, Türkiye’nin her bir tarafı müreffeh olmalı… Devletin yapamadığını, millet; milletin yapamadığını devlet yapmalı. Her şeyi yalnız devletten ya da her şeyi yalnız milletten beklemek doğru olmaz. Devlet ve millet ülke sorunlarını göğüslemede daima el ele olmalıdır.
    Ben yapabildiğim kadarını yapayım, sonra ne olursa olsun, benim kitabımda yok. Geleceği, geleceğin Türkiyesi’ni düşünmek görevim. Bir iş aldık üzerimize, bir savaşın üstesinden geldik, şimdi ekonomik alanda savaş veriyoruz, daha da vereceğiz… Bu heyecanı yaşatmak, hu heyecanın ürünlerini görmek lazım.”
    Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da fabrikalar, ekili tarlalar, düzgün yollar, elektrikli köyler, tertemiz, canlı ve sağlıklı insanların yaşayacağı evler, gürbüz çocuklar ve büyük yemyeşil ormanlar görmek isteyen Atatürk’ün en büyük amaçlarından biri doğusuyla batısıyla bütün Türkiye’nin kalkınmasıdır.
    “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir,” diyen Atatürk, Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan tüm Türkiye halkını her bakımdan kalkındırmak için hiçbir ayrım yapmadan vatanın her bölgesine çok önemli yatırımlar yapmıştır.
    Atatürk’ün genç Cumhuriyeti’nin Türkiye’nin diğer bölgeleri gibi Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerini kalkındırmak için yaptığı yatırımlar, asırlardır bölge halkını sömüren feodal unsurların; ağaların, şeyhlerin ve şıhların tepkisini çekmiştir. Genç Cumhuriyet’in bu yatırımları devam ederse bölge halkı üzerindeki nüfuzlarını tamamen kaybedeceklerini düşünen bu feodal unsurlar, Türkiye’yi bölüp parçalamak isteyen ayrılıkçı unsurlarla anlaşarak genç Cumhuriyet’e başkaldırmışlardır. Genç Cumhuriyet’in “çağdaşlaşmaya” yönelik devrimlerini “dinsizlik” olarak adlandırıp bu yönde propaganda yapan feodal unsurlar, bölgede yapılan yolları, köprüleri, santralleri tahrip ederek karakollara saldırmışlardır. İşte, 1937-1938 Dersim İsyanı böyle bir ortamda patlak vermiştir.
    Sinan MEYDAN, “Bütün Dünya”, Şubat 2014
    Doğu İlleri Seyahati:
    1937 Sonbaharı’ndaki son doğu illeri seyahatinde Pertek’te, (Tunceli) karşılamaya sıralanmış ilkokul çocuklarının yüzlerindeki çıban izleri dikkatini çekti ve sebebini sordu.
    Kazada bir süredir hükümet doktoru yoktu. İl Sağlık Müdürü, bir çeşit sivrisineğin cildteki tahribi olduğu cevabını verince sordu:
  • “Ne demek bir nevi sivrisinek? Tahlili yapılmadı mı? Mücadele edilmedi mi?
    Vali’nin, Kumandanın, öteki hükümet erkanının yüzlerine baktı. Yerli memurların dışındakilerde, böylesine izler yoktu!
    Üzerine gitti olayın ve bir savunma çaresi olarak Vali dedi ki:
  • “Yaz mevsiminde cibinliklerle korunulmaktadır. Bir de haşere öldürücü ilaçlarla…”
    Sordu:
  • “Ya cibinlik kuramayanlarla, ilaç bulamayan veya alamayanlar ne oluyor? Benim bu gördüklerim anlaşılan bu çaresizlerden olacak..”
    Ve seyahate iştirak etmiş, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Dr. Hulusi Alataş’a döndü:
  • “Ankara’daki Enstitüde bu mahlukun tahlilini yaptırın ve burasını sıtma mücadele sahasına alın…”
    Bahsettiği Rokfeller Fondasyonu’nun kurduğu ve daha sonra adı Refik Saydam Sıhhat Enstitüsü olan araştırma merkeziydi.
    Bakan o gün döndü Ankara’ya. Yanında canlısı-cansızı bölgenin ünlü sivrisineklerinden bir koli ile!..
    Ve, yine beraberinde olan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya:
  • “Ne ibretli değil mi? Bu sivrisinekler idare edenlere değilde edilenlere musallat oluyorlar!..” demişti.
    Olayı anlatan Şükrü Kaya:
  • “Milleti ile alakalı oldu mu sitemi, her zaman olduğu gibi nazik, ama tokattan ağırdı…” der.
    Kaynak: Atatürk’ün Son Günleri, Cemal Kutay, 3. Baskı Ekim 2005. İklim Yayıncılık. ISBN: 975-988-847-5. Sayfa:199

KİMLER ATATÜRK’Ü ANLA(YA)MAZ

0

Bilmişlik taslayıp ama akıldan
Kıt olanlar Atatürk’ü anlamaz.
Birinin kıçında mutluysa kıldan
Bit olanlar Atatürk’ü anlamaz.

Ufku da küçüktür, ilim çapıda
Eğilip bükülmek vardır yapıda
Çıkar için her biri bir kapıda
İt olanlar Atatürk’ü anlamaz

Yedi düvel dilemişken amanı
Geçti öğün, çalış, güven zamanı
Seviyorlar çala, neker, samanı
Ot olanlar Atatürk’ü anlamaz

Alışmışsa yemek, içmek, şehvete
Dili varmaz bir gün olsun rahmete
Vatan değil, üç kuruşluk rüşvete
Fit olanlar Atatürk’ü anlamaz

Anlam değişiyor bilmez imlâda
Nokta, virgül kullanmıyor cümlede
Veripte veziri iki hamlede
Mat olanlar Atatürk’ü anlamaz

Bitti ise dostun dosta vefası
Olmaz olsun şu dünyanın sefası
İki duble atmadan da kafası
Dut olanlar Atatürk’ü anlamaz

Harmandayken hayalini kurduğum
Rüyasını hayırlara yorduğum
Oyun oynadığım, mala vurduğum
Çot olanlar Atatürk’ü anlamaz

13.11.2020
Avni Temiz

Nazar kıl hâlime, gör ne haldeyim

0

Nazar kıl hâlime, gör ne haldeyim
Ey benim sultanım, kerem eyle gel.
Aşkın ile dile düştüm dildeyim
Canıma cananım, kerem eyle gel.

Kuzuya boğdurdum gönül kurdumu
İsminle süsledim dilde virdimi
Senden başka kimse bilmez derdimi
Tabibim, Lokman’ım, kerem eyle gel.

Güzel adın zikir oldu dilime
Görenler şaşıyor benim halime
Bir nazarın derman olur gönlüme
Derdime dermanım kerem eyle gel.

Bindörtyüz yıl oldu gaybetin senin
Bizi bizden aldı gurbetin senin
Velayet’i yakar hasretin senin
Yusuf-i Kenan’ım, kerem eyle gel.

Velayet Aytan

“Aleviler – Birlik Cemi” 2’36” [13.11.2025] | @ismailenginhd

0

O an, yerle gök birbirine karıştı. Kandil titredi, zaman niyaz etti. Sesleniyordu, özü de Turap olan:
“Eyyy Ali… Biz seni senden aldık. Kimi Türk, kimi Kürd, kimi Zaza eyledik. Fatıma’ya tek eşli ederken, Zülfikâr’ı elinden alıp sana tahta kılıç verdik. Şeriat kapısından çekip, sırr-ı Hakikat, İnsan-ı Kâmil, başımıza taç ettik.”
Yer, alnını göğe dayadı. Yol uzadı. Geriye hoş bir seda olarak bir kamyonun arkasında okunan şu yazı kaldı:
“Senin de mi Pir’in Ali?” :

Dünyayı kirleten bunca nursuzun

0

Dünyayı kirleten bunca nursuzun
Kökünü kurutup sökmeye geldim
Nefret kin kibirle hırsız arsızın
Evini barkını yıkmaya geldim

Açlığa yokluğa hepten son verip
Zalimin zulümün belini kırıp
Savaşla kıyımın dalına vurup
Adalet mührünü çakmaya geldim

Doğayı koruyup canlı cansızla
Gâvurla müslümle dinli dinsizle
Yaşamı paylaşan ünlü ünsüzle
Herkese bir gözle bakmaya geldim

Devirip her türlü lüksü sarayı
Kararak mezhepli ırklı yarayı
Bu çağda insanı yakan sürüyü
Cehennem dibine tıkmaya geldim

Doğal bir ölümden öte istemem
Sevgiler sel olsun kota istemem
Yediye bölünmüş kıta istemem
Tek sevgi bayrağı dikmeye geldim

İkrâri ister ki tüm dünya gülsün
Acının yerini sevinçler alsın
Gelecek nesiller hep mutlu olsun
Onlara meşale yakmaya geldim
(Ozanca ll’ kitabımızdan Sf 87)

AKP TARİKATLARI Rıza Zelyut

0

AKP TARİKATLARI
1)Turgev
2)Tügva
3)Ensar
4)Turken
5)ilim yayma vakfı
6)birlik vakfı
7)Asımın nesli vakfı
8)Aziz Mahmud Hüdayi vakfı
9)İsmailağa vakfı
10)Erenler vakfı
11)Fatih ilim vakfı
12)Daru’l fünun vakfı
13)sosyal doku vakfı
14)İhh
15)Asitane Vakfı
16)İhlas Vakfı
17)Hamidiye Vakfı
18)Endurun Vakfı
19)Dünya yerel yönetim vakfı
20)Yavuz selim vakfı
21)İhya vakfı
22)Kemal efendi vakfı
23)Hoca ahmet Yesevi vakfı
24)Umut kervanı
25)İhya der
26)Umut der
27)Cansu’yu der
28)Garip der
29)ilim der
30)Sadakataşı der
31)YediHilal der
32)Önder imam hat der
33)Mazlum der
34)ilim yayma cemiyeti
35)memur-sen
36)Eğitim-Bir-Sen
37)Deniz Feneri
38)Peygamber sevdalıları der
39)Özgür der
40)Okçular vakfı
41)Türkiye gönüllü vakfı
42)Diyanetin Kuran kursları
Bunların haricinde irili ufaklı AKP hükümetine bağlılıklarını belirten ve bu yapıya destek veren Türkiye genelinde 203 tane dernek ve vakıf var.
Bütün bu vakıf ve derneklerin genel Yöneticisi Necmettin Bilal Erdoğan.
Bilal Erdoğan bu görevi babası Recep Tayyip Erdoğan adına yürütmektedir. Bu yeni tip tarikatların “Gavs“ı Recep Tayyip Erdoğan, “Halife”si Bilal Erdoğan’dır.
GENÇLİĞİ YURTLARDA AVLIYORLAR
Bu tarikatların ideolojisi incelendiğinde, Sünni mezhepçi ve ayrımcı HALİDİ NAKŞİBENDİ İDEOLOJİSİ çevresine oturtuldukları anlaşılır.
Bu tarikatların tümünün hedefinde gençlik vardır.
AKP Lideri Tayyip Erdoğan’ın istediği türden “DİNDAR ve KİNDAR “gençlik yetiştirmek ana politikadır…
Gençliğe ulaşmanın en kolay yolu da, Milli Eğitim Bakanlığı’nı kullanmaktır…
AKP hükümeti, Milli Eğitim Bakanlığını en tepeden en alt basamağına kadar tarikatlarının hizmetine vermiştir…
Tüm öğretmenler ve yöneticiler HALİDİ NAKŞİBENDİ Düşüncesini destekleyen EĞİTİM-BİR-SEN üyesi yapılmıştır. Üye olmayanlar dışlanmış ve görev yerleri değiştirilmiş ya da emekli yapılmıştır.
Çocukları da bu zihniyete alıştırmak İçin Milli Eğitimin Ders konuları değiştirilmiştir…
Onları bilimsel düşüncelerden kopartıp, ortaçağ masallarıyla şekillendirdiler .
Türk tarihi ve cumhuriyet tarihi dersleri azaltıldı.
Matematik derslerine bile, siyasal dinci bakış açısı egemen oldu.
Bakanlık, bu yeni tip AKP tarikatlarıyla özel sözleşmeler yaparak, yurt açmada kolaylıklar sağlayarak bu yapıların oluşmasında kolaylık sağladı…
Kısacası öğrenciler Anaokullardan başlayarak ,ortaçağ zihniyetindeki tarikatlara teslim edilmiştir. Türkiye’nin her tarafında Valiler ve Kaymakamlar bu sürecin bir parçası haline geline gelmiştir…
Türkiye genelinde açılan özel yurtların sayısı, devlet yurtlarından 357 daha fazladır…
Tarikatçı örgütler özellikle yoksul ve çaresiz çocukları kolayca avlıyorlar ve bunlardan parti militanı ve hatta cihatcı militanlar üretmeye çalışıyorlar.
Bu tarikatların Özel yurtları kolay açabilmesi için, standartlar düşürülüp, daha kolay bir mevzuat çıkarılmıştır:
yurtlar için en az 40,
pansiyon İçin 30,
apart ve stüdyo daire için 10 öğrenci şartı getirildi.
Öğrencileri ele geçirmek için öyle kolaylıklar getirilmiştir ki, bir daireyi tutan bile orayı ufak bir yurt olarak kullanabilmektedir …
Buradaki gençler her türlü bedensel ve zihinsel tehdite savunmasız ve açık haldedir…
“Bir milyondan fazla öğrencinin tarikatların pençesine düştüğü biliyoruz”
Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Esergül Balcı, 2018’de bir rapor yayımladı.
Bu raporu hazırlamak için, ekibi ile yaklaşık bir yıl boyunca sahada çalıştı.
“Eğitimde Tarikat ve Medrese Gerçeği,
1 milyon Öğrenci Tarikatların Elinde”
başlıklı bir rapor halinde yayımladı.
2017 yılında hazırlanan rapora göre Türkiye’de 2,6 milyon kişinin bir tarikatla organik bağı bulunuyor.
Tarikat üyesi olan ya da faaliyetlerine katılan kişi sayısı ise 1,1 milyon.
İstanbul’da 445 tarikat ve kolunun “medrese” ya da “Kur’an kursu” adı altında binlerce çocuğa eğitim verdiği tespit edildi.
Bu çocukların bir kısmının okul çağında olmadığı belirtilirken, rapordan çıkan sonuçları değerlendiren Prof. Esergül Balcı şunları söyledi:
“Sonuçlar karşısında biz de hayrete düştük. Taşrada durum daha vahim.
Devlet eğitimden kademe kademe çekilmiş. Bazı bölgelerde okullar kapatılmış. Yoksulluk ve sahipsizlik nedeniyle aileler ,çocuklarını tarikatlara teslim etmiş durumdalar.
Yarın bu çocukların hangi amaç için nasıl kullanılacağı meçhul.
Her türlü istismara açıklar. Bu durum terör kadar ciddi bir ulusal güvenlik sorunudur.
Prof. Balcı, “Doğu ve Güneydoğu’daki medreseler Irak, İran ve Suriye gibi sorunlu ülkelerdeki benzer yapılarla irtibat halinde.” diyor.
Biz bunun için ‘Tarikat Erasmusu’ ifadesini kullandık” dedi.
Balcı, bu araştırmayı yapma fikrinin nasıl ortaya çıktığını ise şöyle anlattı:
“Fikir Rusya’da olduğum dönemde başladı. FETŐ, burada yayılmıştı.
Ruslar bunu bir tehdit olarak görüyorlardı. ABD’ye gittiğimde de koruyup kollandıklarını gördüm.
Bu yapının Türkiye için ne kadar büyük bir tehdit olduğuna şahit oldum. Üstelik tüm altyapıları, eğitim üzerine kurulmuş bir yapıdan söz ediyoruz.
Bu konudaki çalışmalar ise çok sığ kalmış. “Bu araştırma raporunun açıkça gösterdiği gibi, AKP hükümeti zamanında devlet yurtlardan elini çekerek, özellikle yoksul halk çocuklarını tarikat yurtlarına muhtaç hale getirmiştir. Bu sürece Güneydoğu Anadolu’daki yatılı bölge okullarının kapatılması da çok olumsuz bir etki yapmıştır.
Kaynak: Tarikat kuşatmasındaki Türkiye
Rıza Zelyut

Anadolu’da direnişi örgütleten Padişah neden kaçsın?

0

Zavallı Şark Kurnazı!
10 Kasım yazısında tamamen yalan ve çarpık tarih üzerinden Atatürk’e saldırırken, “kacak” Vahdettin’i aklamaya çalışıyor.
Atatürk düşmanlığı, korkunç bir cehalet ve tarihi gerçekliğin çarpıtılmasından beslenir. Örneğin Yeni Şafak yazarı Aydın Ünal adlı birinin, bugünkü 10 Kasım yazısı buna çok iyi bir örnek. Yazı baştan sona yalan ve çarpıtmaya dayanan bir Atatürk anlatısını temel almış ve yalan ve çarpıtma üzerinden var olmayan bir Atatürk kurgulamış.
Neredeyse tek bir tarih bilimsel gerçekliğe bile yer verilmeyen yazının bir bölümü şöyle:
“Sultan Vahdettin tarafından Anadolu direnişini örgütlemek için gönderildiğinde ordudaki en müsait yüksek rütbeli subaydı; vazife doğal olarak ilk ona teklif edilecekti. İstiklal Savaşı’nın altyapısı zaten hazırdı; zafer, tek adamın değil, kolektif bir çabanın neticesiydi.”
Aydın Ünal,gözümüzün içine bakarak bayat bir yalanı ısıtıp 10 Kasım yazısında millete yedirmeye kalkıyor.
Neymiş? Atatürk’ü, Anadolu direnişini örgütlemek için Sultan Vahdettin Anadolu’ya göndermiş miş?
Koca bir yalan!
Defalarca belgeleriyle ortaya koyduğumuz gibi M.Kemal’i,Sultan Vahdetttin,Anadolu direnişini başlatması için Anadolu’ya göndermedi.
Vahdettin bile 1923 Mekke Beyannamesinde”Mustafa Kemal’i Anadolu’ya gönderen hükümetin kararına uydum”diyor.”Mustafa Kemal’i, Anadolu direnişini başlatsın diye seçip Anadolu’ya gönderdim” demiyor.
İkincisi, Mustafa Kemal’i 9.Ordu Müfettişi olarak Samsun’a gönderen Damat Ferit Hükümetinin Mustafa Kemal’e verdiği görevin ayrıntısı (Ordu Mufettisligi yönergesi) elimizde.O yönergeye göre Mustafa Kemal’den beklenen Anadolu’ya gidip ulusal direnişi örgütlemesi değildi. Tam tersine Saray Hükümetinin İngilizlere yaranma politikası kapsamında, Anadolu’da başlamakta olan ulusal direnişin daha başlamadan bitirilmesiydi. Mustafa Kemal’den, Karadeniz’deki karışıklıkları önlemesi, Doğu Anadolu’daki şuralara son vermesi, Mondros’a uygun olarak dağıtılmamış orduları dağıtması, silahları toplaması istenmişti.
Ancak Mustafa Kemal, Anadolu’ya çıkıp da kendisine verilen görevin tam tersine ulusal direnişi örgütlemeye başlayınca Saray Hükümeti tarafından önce İstanbul’a geri çağrıldı. (19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, 8 Haziran 1919’da İstanbul’a geri çağrıldı)
Mustafa Kemal çeşitli bahaneler ileri sürüp İstanbul’a geri dönmeyince 8 Temmuz 1919’da bizzat Padişah Vahdettin tarafından 9.Ordu Müfettişliği görevinden alındı. Bunun üzerine Mustafa Kemal askerlikten istifa etti. Üniformalarını çıkardı.
Nisan 1920’de Saray Hükümeti (Damat Ferit ve Padişah Vahdettin) Kuvayı Milliye’ye karşı daha önce başlattığı İÇ SAVAŞIN dozunu artırdı.
Bunun için 11 Nisan 1920’de;
Saray Hükümetinin Şeyhulislamı Dürrizade Abdullah, Vahdettin’in onayı ile “Kuvayı Milliyecilerin katlı vaciptir” fetvasını yayınladı.
Damat Ferit Kuvayı Milliye karşıtı bir beyanname yayınladı.
Vahdettin de Kuvayı Milliyenin ülkeye zarar verdiğine yönelik bir padişah hattı humayunu yayınladı.
18 Nisan 1920’de Saray Hükümeti, doğrudan doğruya Vahdettin’e bağlı Hilafet Ordusunu kurdu. Bu paralı ordunun girevi Kuvayı Milliyeyi etkisiz hale getirmekti. Hilafet Ordusu, İzmit’te Kuvayı Milliye’ye saldırdı.
11 Mayıs 1920’de Saray Hükümetinin mahkemesi Nemrut Mustafa Paşa Divanı, Mustafa Kemal ve bazı arkadaşlarını idama mahkum etti. Padişah Vahdettin 24 Mayıs 1920’de bu idam kararlarını onayladı.
Damat Ferit ve Padişah Vahdettin, Ahmet Anzavur’u paşa yapıp Kuvayı Milliyecilerin üstüne saldırttı.
Saray Hükümetinin ve Padişah Vahdettin’in bu Milli Mucadele düşmanlığı yüzünden Anadolu’da İÇ SAVAŞ çıktı. Hilafetçi isyancılar Kuvayı Milliyecilere saldırdı. Kardeş kardeşi kırdı.
İşte bu nedenle Padişah Vahdettin, Milli Mücadele sırasındaki İHANETİNİN hesabını veremeyeceği için Büyük Zafer kazanılıp saltanat kaldırıldıktan sonra İngilizlere sığınıp ülkeden KAÇTI.
Sinan Meydan

13 Kasım 1918’de Mustafa Kemal Paşa, Haydarpaşa Garı’nda trenden iner.

0

Tren ve peron cepheden gelen subay ve askerlerle doludur.

Mustafa Kemal’i tanıyan ve trenden inişini izleyen bir çavuş, gür bir sesle perondaki askerlere komut verir:

-Dikkaaat, gelen Mustafa Kemal Paşa’dır, selaamduurr!

Tüyler ürperten bir an yaşanır. Haydarpaşa Garı’ndaki tüm subay ve askerler bir anda yerinde çakılır, hazır ola geçip askerce selam verirler.

Mustafa Kemal Paşa, yavaş adımlarla çavuşun karşısına yürür, durur ve sorar:

-Nerede beraberdik?

Cevap çok şey ifade eden tek kelime ile gelir:

-Çanakkale!

Mustafa Kemal çavuşa şöyle der:

-Emir geçir, herkes köyüne memleketine silahı ile gitsin, bir şekilde silahını götürsün.

Emir geçirmek, askeri bir terimdir.
Emrin yüksek sesle değil, yavaşça kulaktan kulağa sessizce tekrarlanması demektir.

Çanakkale’den, yakın siperlerden, cephe günlerinden kalma bir önlemdir.

Çavuş emir geçirir, peron bir anda boşalır.

Yüzlerce asker silahı ile birlikte ortadan kaybolur, memleketine doğru yola koyulur.

Mondros Teslimiyet Anlaşması’nın öngördüğü, Türk Ordusu’nun tüm silahları teslim etmesi şartının aksine Mustafa Kemal daha İstanbul’a indiği ilk anda ilk emrini vermiştir;

Silahları vermeyin!

Çünkü yarın her bir silah milli mücadelede lazım olacaktır.

Mustafa Kemal, İstanbul’a adımını atar atmaz, Milli Mücadele ruhunu da geldiği trenden adeta Haydarpaşa Gar’ındaki her bir neferin kalbine, şah damarına mühürlemiştir.

Kaynak: Taylan Sorgun, İmparatorluktan Cumhuriyet’e.