Giden gün ömürdendir… Ve biz çoğu zaman fark etmeyiz; takvimden düşen her yaprak sadece bir tarihin değil, bir ihtimalin daha yok oluşudur. İnsan sandığı kadar güçlü değildir aslında; zamana karşı hep yenik, umutlarına karşı hep eksik, kendine karşı hep geç kalmıştır.
Her gün biraz daha yıpranır içimizdeki çocuk, biraz daha susar içimizdeki isyan, biraz daha ağırlaşır taşıdığımız yükler. Ve biz yine de “yarın” deriz; sanki yarın bize sadıkmış gibi… Oysa hayat, susarak geçen anlarda tükenir; kırıldığımız ama söylemediğimiz yerde, affetmediğimiz ama gururdan geri dönmediğimiz anda, sevdiğimiz halde belli etmediğimiz kişide.
Giden gün ömürdendir… Ve ne kadar çok gün gidiyorsa, o kadar çok eksiliyoruz aslında. Ama insanın tuhaf bir yanı var: Ömrü erirken bile, kendi yangınını görmezden gelebiliyor.
Sanki çok vaktimiz varmış gibi yaşıyoruz; oysa zaman, kimseyi beklemeyen en acımasız öğretmen. Sonunda anlıyoruz ki: Giden her gün, bize değil, bizden gidiyor.
Bu dağlar kömürdendir Geçen gün ömürdendir Feleğin bir guşu var Pençesi demirdendir
Hadi leyli leylanı Mevlam yazmış fermanı Ya al canım gurtulam Ya ver derde dermanı
Bu yol Pasin’e gider Döner tersine gider Burda (Şurda) bir garip ölmüş Guşlar yasına gider
Hadi leyli leylanı Mevlam yazmış fermanı Ya al canım gurtulam Ya ver derde dermanı
Bir at bindim başı yok Bir çay geçtim daşı yok Burda bir yiğit ölmüş Yanında gardaşı yok
Hadi leyli leylanı Mevlam yazmış fermanı Ya al canım gurtulam Ya ver derde dermanı
Bir taş koyar bütün yapılarda temele öğretmen. Soluğudur düşüncenin buğdaydan yalaza dek Yeryüzünde ne varsa ondan gelmedir, Yeryüzü ile el ele öğretmen
Göz gözdür o, uzakları görürüz Ağızdır o, türkü söyleriz haykırırız günlerden. Ulaşırız erdem üstüne, gelecekler üstüne biz hep Çizer büyük değirmisini Uç olur da gergele öğretmen.
Hey hey, burası bir dağ köyü, kurda kuşa Bırakılmış göğün kıyısına bırakılmış 83 toprak ev, 83 acı duman, Çoluğuyla, çocuğuyla 415 karanlık Kurtulacağız, el ayak kurtulacağız, Bir okul yapıla, bir gele öğretmen.
Bir ışık, bir ışık daha, Gecelerin içindeki ejderlerle dövüşür Nice istemeseler de, nice önleseler de, Uyandırır toplumunu İyiye, doğruya, güzele öğretmen.
İdareyi ellerine aldılar. Türkü hakir görmeye ve göstermeye çalışan bu yabancı unsurlardır. Acemleri Taklit:
Selçuk hükümdarları, zamanla milli şiarlarını kaybettiler.
Acemleri örnek tutmak hatasına düştüler.
Sasanileri taklit ettiler, Acem’in harsını, bilhassa debdebe ve sefahatını aldılar.
Saraya Acem dilini soktular.
Edebiyatı Acemce yaptılar.
Devlet dili Arapça ile karışık Acemce oldu.
Teşekkür olunur ki sarayın bu Acemleşmesi millete o kadar tesir edemedi.
Millet yine Türk kaldı.
Dilini adetini bırakmadı.
Fakat şüphesiz hanedanın Acemleşmesi, Türklüğün ilerlemesine çok zarar verdi.
Eğer Acem dili böyle revaç görmeseydi Celalettin Rumi’nin Mesnevisi, Ömer Hayyam’ın Rubaiyatı Türkçe yazılmış olacaktı… ZENGİN TÜRK KÜTÜPHANELERİ
Türklerin tesis ettikleri büyük kütüphaneler dikkate şayandır.
Merv’de on kadar kütüphane vardı. Dünyanın hiçbir yerinde kitapları bu kadar seçme kütüphane yoktu.
Yalnız birinde 12.000 kitap vardı.
Büyük alimler bu kütüphanelerde tetkikat icra ederlerdi.
Maveraünnehir kütüphaneleri pek meşhurdu.
Bu kütüphanelerden birini ziyaret eden İbni Sina diyor ki: — “Öyle eserler tesadüf ettim ki isimlerini bile kimse işitmemişti; hatta ben de ilk defa görüyordum.” DİN , ÜMMETÇİLİK VE ARAPLAŞMA
Yüz binlerce Türk, kitleler halinde Anadolu’ya, Irak’a ve Suriye’ye geçip yerleşmişlerdir.
Irak ve Suriye’de evvel ve sonra yerleşmiş olan Türkler, oralarda din ve Araplık tesiri altında kalarak Araplaşmış bulunuyorlar.
Bu tesirler olmasa idi, bugün oraları baştan aşağı Türk olurdu.
Görülüyor ki din, milliyetçilik yerine ümmetçiliği koyduğu için buna muvaffak olunamamıştır.
Çünkü Müslümanlık Arap’ın malı sayılmış, Arap’a hürmeti mucip olmuştur.
Türk’te milliyet duygusunu silmiştir.
Bunun neticesi olarak, Irak ve Suriye’dekiler Türk olmadıktan başka, oralarda yerleşmiş olan milyonlarca Türk Araplaşmış gitmiştir. Mustafa Kemal Atatürk Kaynak: Genelkurmay Askeri Tarih ve Strateji Etüt (ATASE) Dairesi Arşivi
İnsanoğlu, sen kendini “çok önemliyim” sanma! Hiçliğinle varsın belki, varlığınla bir hiç’sin. “Eşref’i- mahlûkât” derler, dar görüştür, inanma! Hiçliğinle varsın belki, varlığınla bir hiç’sin.
İki trilyon galaksi döner koca Evren’de Kütle çekimi olmasa, nasıl döner çevrende? Haddimizi bilmeliyiz, hakikati görende Hiçliğinle varsın belki, varlığınla bir hiç’sin.
Bunca galaksiden biri, galaksi Samanyolu Güneş Sistemini kapsar, kaç milyar yıldız dolu Evren’de Dünya zerredir; Dünya’da insanoğlu… Hiçliğinle varsın belki, varlığınla bir hiç’sin.
Samanyolu galaksisi dört yüz milyar yaşında Hepsi Hakk’tır; zuhur eder kirpiğinde, kaşında Hele bir yol fikir eyle, aklın varsa başında Hiçliğinle varsın belki, varlığınla bir hiç’sin.
Tam otuz yedi trilyon hücremiz var bedende Güneş Sistemine benzer hep hareket edende Vücut dengesi bozulur bir element gidende Hiçliğinle varsın belki, varlığınla bir hiç’sin.
Eser elementler var ki; krom, kobalt, selenyum Devamında bakır, flor, iyot, demir, vanadyum Manganez, silikon, kalay, molibden, bor, çinko’yum Hiçliğinle varsın belki, varlığınla bir hiç’sin.
Tam üç yüz altmış eklemin, altı yüz de kas’ın var İki yüz on üç kemikle öldüğünde yasın var Bir yaşına gelsen ancak ayakta durasın var Hiçliğinle varsın belki, varlığınla bir hiç’sin.
Ben başka Tanrı aramam, “Evren” denilen Hakk’tır Parça parça görünse de hepsi bir’dir, mutlaktır Bindebir’e diyen çoktur: “bu bunaktır, ahmaktır” Hiçliğinle varsın belki, varlığınla bir hiç’sin.
Feleğin çemberini, sabır ile delsek de Öylesine gülerek yaşıyoruz işte Umudu yol eyleyip, çok kez aşka gelsek de Mazimizi silerek yaşıyoruz işte…
Ömür denen çıtayı, sallayıp da itmişiz Çoğaldık sanıyorken, azar azar bitmişiz Hayaller kurmuşuzda Kaf Dağına gitmişiz Kendimize yeterek yaşıyoruz işte…
Her nefeste her zaman, şükür olsun diyerek Yavan ekmek aş ile ömrümüzden yiyerek Kasvet ile şişipte, daraldıkça şu yürek Gam gönünü giyerek yaşıyoruz işte…
Kör baksa da gözümüz, kendimizi bildik de Hiç kimseler görmeden, tek lokmayı böldük de Hürdemi herkese masumane güldük de İçin için ölerek yaşıyoruz işte…
Divan-ı hümayun katiplerinden. KADİMI HAFIZ ÇELEBİNİN Kanuni Sultan Süleyman’a sunduğu şiir :
“Padişahım kainatın yaradılışından bu yana Dünya içinde Türklerin kötülüğünden bahsedilir, Allah Türke hiç anlayış vermemiştir. O aklı evvel de olsa haksızdır. Türk baban bile olsa onu öldür. (Ültül-üt Türke velev kone ebak) O iyilik madeni kudretli Peygamber Türkü öldürünüz kanı helaldir demiştir. Bunların işleri daima sapıklık oldu. Cümlesinden bunu misal olarak al. Türk baban bile olsa onu öldür.
(Ültül-üt Türke velev kone ebak) Türkün adam olacağını sanma. Bir an olsun Türkle oturma. Türk elinde şeker olsa zehir, Türkün başını hiç üzüntü duymadan kes. Türkü öldür baban bile olsa Ey Kadimi, Türke hiç olma yakın. Sözleri kıymetli inci bile olsa Sakın Türklere yaklaşma Üzülmeden başını kes kanını dök Türkü öldür baban bile olsa. Buda Orjinal Osmanlicasi: Devr-i ezelden beri şahım eflak Zemmolur âlem içinde Etrak. Vermemiş Türk’e Hüda hiç idrak. Akl-ı evvel de olursa bibâk Uktul-üt Türk’e velevkâne ebâk. Dedi ol kân-ı kerem, Şah-ı celâl. Türk’ü katleyleyiniz kanı helal. Daim oldu bunların işi dalâl. Cümlesinden bunu ahzeyle misal Uktul-üt Türk’e velevkâne ebâk. Türk eğer ilimde olursa derya. Müfti olup verir ise fetva. Hemnişin olma bunlarla katâ. Bu kelam içre muhassal cana. Uktul-üt Türk’e velevkâne ebâk.. Türk’ü zannetmeki ola âdem. Türk ile durma bir dem. Şeker alsa eline, ola sem Ser-i Etrak’i kesip hiç yeme gam. Uktul-üt Türk’e velevkâne ebâk. Ey Kadimî Türk’e hiç olma yakın. Sözleri olur ise dürr ü semin. Zinhar olma Türk’e yakın. Kes başın, kanın dök, çekme gam. Uktul-üt Türk’e velevkâne ebâk. Kaynak; Mehmet Ali Aynizade, Milliyetçilik, İstanbul 1943, s.392-394) ***Biz Osmanlıyı seveceğiz de .. Osmanlı bizi pek sevmemiş, … devlete yaklaştırmamış maalesef. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE !.. Bunlara bir cevaptı..
Atatürk ve Kurucu Meclis, kürtlere rağmen bir devlet kurmamıştır. Başta İngiltere olmak üzere, diğer Avrupa ülkeleri kürtler üzerinden, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına engel olmaya çalışmışlar, birçok kürt isyanlarının çıkmasını teşfik etmişlerdir. Sonuç olarak sağ duyulu kürt önderleri, ayrılmayı değil, Türklerle birlikte yaşamayı tercih etmişlerdir. Kurucu Meclise yazdıkları mektubu okuyalım.
Ankara’da Büyük Millet Meclis-i Riyaset-i Celilesine
Kürtler küçük lokmanın pek kolay yutulacağını vaktinden çok evvel anlamışlardır. Türk Birliği’nden ayrılmak zihniyetinde bulunanları Kürtler kendi milletlerinden addetmezler. Kürtlerin mukadderatı Türk’ün mukadderatı ile tevemdir (ikizdir).
Biz Kürtler Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinden başka halaskâr beklemediğimiz gibi Düvel-i İtilafiye’den (Avrupalı Devletler) merhamet dilenmeye tenezzül etmiyoruz. Misak-ı Millî dahilinde sulh akdedilmesini teminen bütün varlığımızla hükümetimize müzaheret edeceğimizi (Yardımcı olacağımızı), Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti dahilinde Kürtlüğün ayrı bir unsur olarak telakkisini hiçbir zaman işitmek istemediğimizi arz ile, muvaffakiyetler temenni ve takdim-i tâzimat eyleriz.
Ülema-yı Ekrattan : Hafız Mehmet Ülema-yı Ekrattan :Bekir Sıtkı Ülema-yı Ekrattan :Rüşdü Eşraf-ı Ekrattan :Hüseyin Eşraf-ı Ekrattan :Zebuhlu Halil Eşraf-ı Ekrattan :İzdelili Fehim Eşraftan :Bulutlu İbrahim Eşraftan : Sadık
Yukarıdaki alıntılardan da açıkça görüleceği gibi, devletimiz (Türkiye Cumhuriyeti) yeniden kurulurken ne Meclisde bulunan Kürt milletvekilleri ne de Anadolunun çeşitli şehir ve bölgelerinde yaşayan ve Kürtçe konuşan insanların bir itirazları olmadığı gibi tam aksine Avrupalı devletlerin Türkiye'deki Kürtler hakkında söylediklerine de şiddetle karşı çıkmışlardır..
Bu da açıkça göstermektedir ki, Mustafa Kemal’in önderliğinde kazanılan zaferler ve buna dayalı olarak devletimizin yeniden kurulması sürecinde “Türkiye” ismine de “Türk” ismine de kimsenin itirazı olmamıştır. Zira Türkçe konuşmayan insanlar da çok iyi bilmektedirler ki, Türkiye Devleti (daha sonra Türkiye Cumhuriyeti) Misak-ı Millî sınırları içinde devleti ve milletiyle bölünmez (Bölünemez) bir bütündür.
Milleti meydana getiren unsurların içinde farklı dil ve lehçeler konuşan insanlar da, farklı dini inanç ve düşünceleri olan insanlar da bir birlerinden asla ayrılamazlar. Çünkü onların kaderleri bir ve beraberdir. Bakınız 1924 Anayasasının 88. maddesinde de ‘Türkiye’de din ve ırk ayırdedilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese “Türk” denir ‘ hükmüne yer verilmiştir.
Lozan antlaşması ve onun eklentisi olan Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusudur. Yüz yıl sonra Lozan antlaşmasını yok sayarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni Sevr öncesine götürmek mümkün değildir. Kürtler gelinen son aşamada bir harita tercihi yapmak zorundadırlar. Kurulması planlanan sözde kürdistanın parçasımı olacaklar, yoksa Türkiye ile birliktemi yaşayacaklar. Bu tercihi yapmak zorundadırlar. Bu hususta Türkiye Lozan da tanımlanan yerde durmaktadır. Tercih kürtlerindir. Ya kendi tarihlerine bağlı kalırlar, yada dünya yıkılır yeniden kurulur, Türkiye kurulan o dünyada da yerini en güçlü şekilde alır. Türkiyeyi yönetenler de bunu iyi bilsinler.
Biz çocukken çok fakirdik diyerek söze başladı. Öyle böyle bir fakirlik değildi bizimkisi gözleri doldu hadi şurada bi yerde oturalımda anlatayım sana içinden geldi valla,hiç kimseye anlatmadım şimdiye kadar
Başım üstüne çok merak ettim dinlemek istiyorum sizi dedim
Yıl 1980 li yıllar köyümüzde okul olmadığı için babam köyden 80 km uzaktaki ilçede yatılı okula yazdırdı beni 7-8 yaşlarındaydim doğru dürüst Türkçe bilmiyordum, anam bir kelime Türkçe bilmezdi köyümüzde herkes Kürtçe konuşurdu anam ve babam okuma yazması yoktu ,neyse yatılı okula başladım ilk zamanlar her gece yorganın altında saatlerce için için ağlardım ,sadece 15 tatilde ev izni vardı ,neyse uzatmayım iyi kötü okul bitti okulda çok başarılıydım hocalarım üniversiteye mutlaka hazırlan ihmal etme sakın sınava gir diye her zaman tembih ederlerdi beni.
Babam köyün çobaniydi iki kardeşim daha vardı üstte yok başta yok
Babama üniversiteye hazırlanmak için kitap lazım diyemedim çünkü biliyorum parası yoktu desem üzülecek kahır olacak çünkü çok istiyordu benim okumamı, Anama dedim Ana çevre köylerde üniversiteyi kazanan varmı? Son iki yıldır bi sorsan Anam tamam bi sorayım soruşturayim oğul dedi Ertesi gün anam yukarı köyde bi kız çocuğu geçen yıl üniversiteyi kazanmış dedi .
Hadi ana kalk gidelim onun kitapları almam lazım inşallah atmamıştır, Ertesi gün anamla yayan olarak bide yaz günü sıcak, ayağımda kara lastik var çorapsız terliyor zırt bırt çıkıyor ayağımda
Yoksuluk diz boyu çobanlık yaptığım için kumral olan saçlarımın uçları güneşte yanmış sarı bom boz olmuşum yolda ayağımı pişirdiği için kara lastiği elime almışım çıplak ayakla üniversiteyi kazanan kızın evine gittik , Anam durumu anlattı sıkıla sıkıla mahcup , hayırlı olsun sizin kız üniversiteyi kazanmış bizim oğlan da sınava girecek varsa eski kitaplarını bize verseniz dedi , kızın anası bi sorayım kıza dedi ,kızı çağırdı “kızım eski kitaplarını istiyorlar “ kız okuyan kim diyerek pencereden Seslendi Ben dedim Senmi? ! Senmi üniversite kazanacan şunun kılığına kıyafetine bak hele Sen git çobanlık yap sana kitaplarımı verip heba etmek istemiyorum dedi.
Başımdan aşağı soğuk terler aktı
Anam : hadi oğul gidelim ağlamaklı bir sesle Geri dönerken yolda bi arkama döndüm ki anam ağlıyor Ana kurban olam ağlama sana söz ben o üniversiteyi kazanacam sen üzülme yeterki,
Köye döndük gece hiçuyku tutmadı beni Sabah erkenden kasabaya doğru yola çıktım bu sefer, yalın ayak çünkü kara lastik çok sıkintiydi Kasabaya gittim herkese soruyorum ” bu yıl üniversite kazan varmı bildiğiniz” Kimsede net bir cevap yok Bir amca yanına çağırdı beni durumumu anlattım okumak istediğimi söyledim, Düşündü bana bak oğul dedi buralarda okuyan pek yok Sen en iyisi yukarı ALEVİ köylerine git onlarda okuyan çokdur ,bulsan bulsan oralarda bulursun aradığını dedi
Peki amca nasıl giderim o köylere dedim
Aha şurada traktörler var o köylulerin dedi
Gittim bi traktörün romorkuna atladım yorgunlukta uyuya kalmışım gözümü açtığımda bi köyün içine giriyoruz traktörcu benim farkında bile değil gitti köyün meydanında durdu stop etti evine gitti . Bende İndim aşağı traktörün tekerinin yanına çöktüm, ne kadar oturdum bilmiyorum , Birden Omuzuna bir el değdini fark ettim
Sende kimsin oğul ne yapayorsun burda ano Kurban dedi yaşlı teyze. Bende durumumu anlattım teyzeye Teyze: oyy ben kurban olam sana dedi ve seslendi bütün köye Herkes başına toplandı tam iki çuval test kitapi vs topladılar bana hatta birazda para verdiler traktörcude beni ta bizim köye kadar getirdi bıraktı Sınava 2 ay vardı bir taraftan çobanlık Bir taraftan sürekli ders çalışıyordum , Sınav günü geldi çok heyecanlıydım sabah erkenden şehre gitmek zordu belki geç kalırım diye anam bana biraz azık çıkını yaptı,gece şehre giden bir arabayla sınavın yapılacağı okulun yanında indim okulun duvarının dibinde sabahladim,
15 gün sonra köye bir resmi araç geldi ben koyun yayiyordum babamı sormuşlar , Oğlun nerede Babam : davarin önünde hayırdır Oğlunu görmemiz lazım çağıra bilirmiyiz Kardeşim abi abi muhtar senı çağırıyor dedi Köy meydanında bir kalabalık gördüm sadece yaklaştim hayırdır dedim heyecandan dilim dönmüyor ,hayır evlat hayır ÖSYM Türkiye birincisi oldun gözün aydın 500 tam puan ..
Salına salına gelen güzeller Tanrı selamını almaz mısınız Mevla’m sizi süs için mi yaratmış Hoş bir eda ile gülmez misiniz
Gurbete gidenler azığın alır Kimisi gitmeyip sılada kalır Kimi sevap için kâbeye varır Kâbe kapınızda bilmez misiniz
Karadır kaşınız yaydan inc’olur Bugün dünya yarın ahret nic’olur Bir gönül tavafı yüz bin hac’olur Gönülleri tavaf kılmaz mısınız
TÜCCARİ’yim bunca derdi niderim Başım alır diyar diyar giderim Yarın mahşer günü dava ederim Siz mahşer yerine gelmez misiniz
Aşıklar Sultanı Aşık Tüccari
Sait KÜÇÜK
Kuzeydoğu Anadolu’da serhat şehir Kars’ın yetiştirmiş olduğu, döneminin en usta ve en büyük aşığı olan Tüccari, 1720 yılında Selim ilçesinin şimdiki adı Büyükdere olan Tiknis köyünde doğmuş, 1805 yılında vefat etmiştir.
1744 yılında, Kars Kalesi’nin kuşatımı sırasında, Nadir Şah ordusundan ayrılarak, Kars köylerini yağmalayan İran akıncıları, Tüccari’nin Selim’in Büyükdere (Tiknis) köyündeki evini de yağmalayıp, genç ve çok güzel karısını da tutsak alır.
Karısı güzel olduğu için, Nadir Şah’ın sarayına alınır. Tüccari ise, karısını saraydan kurtarmak için, kendinin Hak Aşığı olduğunu, ispat edebilme amacı ile, bir hafta süre ile her gece bir türkülü hikaye dizer.
Sonunda karısını kurtarır. Geri dönerken, salgın çiçek hastalığına tutulup iki gözünü de yitirir ve kör olur.
Aşık Tüccari bu duruma düştükten sonra, 1828 Kars Muharebesinde birçok yararlıklar göstermiş, Kars Eyaleti’nde “Müsellim” (Vali – Kaim makam) bulunmuş olan Abo-Ağa isimli, Zihni mahlaslı halk şairimizin büyük desteğini görür. Gördüğü bu insanlıktan dolayı da Abo-Ağa’nın kahvesinin içine koyulan zehirle zehirlenmesini önler.
Divanları, Tecnisleri, Destanları ve hikayeleri ile tanınan Tüccari, Ahıska’ya gözlerinden tedaviye giderken, yolda Seyahat Destanını ve bir çok koşmasını yazar.
Kars’ta bir kış boyunca yaygın olarak söylenen yedi hikayenin de sonunda, aşık ve maşukun buluşamadığına üzülen saz aşıkları, Ustad diye niteledikleri Tüccari’nin başkanlığında, Allahuekber dağının güney eteğinde ki örenleşen Karahaç köyünde toplanır ve hikayelerin sonuna ekleme yaparak, sevgilileri buluştururlar. Kerem ile Aslı hikayesi yaygın olarak bilindiğinden özüne dokunulmaz.
Gözleri kör iken, Kars Beylerbeyi Ahmet Paşa’nın (1874 de Kars’a tayin edilen Kütahyalı Ahmet Paşa) dillere destan olan kızına mecazi aşık olduğu, bu yüzden denendiği ve 85 yaşlarına kadar yaşadığı kendi yazılarında geçmektedir.
Yaşadığı dönemde “Ustad” diye anılan Tüccari hakkında ki ilk yazı Kars’ta 1939 yılında yayınlanan Doğuş Dergisi’nde ki bir inceleme yazısıdır. Prof. Dr. Mehmet Fahrettin Kırzıoğlu, Nejat Birdoğan, Karslı M. Kuzu, Salih Şahin gibi araştırmacılar bilgi vererek şiirlerini yayınlamışlardır.
Son yıllarda ise TRT İzmir Müdürlüğünde memur olarak çalışan ve Tüccari ile aynı köylü olan Murtaza Çiçek, geniş çapta araştırmalar yapmaktadır. Yaptığı bu çalışmalar tamamlanınca Aşık Tüccari adına bir kitap yayınlayacaktır.
Murtaza Çiçek, araştırmalarında Tüccari’nin asıl adının ne olduğuna şimdilik ulaşamamış fakat Tiknis köyünden göçerek İzmir’e yerleşmiş olan köyün yaşlılarından edindiği bilgilere göre Tüccari’nin sülalesi Kotolar lakabı ile anılmakta ve Şenkaya soyadını taşımaktadır.
Bu büyük aşık için bundan sonra yapılacak araştırmalar onun hayatını, şiirlerini ve hikayelerini daha da gün ışığına çıkaracaktır.
Tüccari’nin türkü makamlarının derlenmesinde ve türküleşmemiş şiirlerinin bestelenmesinde ise TRT İzmir Müdürlüğü Halk Müziği Sanatçısı Zeki Çiçek’in büyük emekleri görülmektedir. Şiirlerinin çoğu derlenemeden yitip giden Aşık Tüccari’nin kayıtlara geçmiş şiiri pek azdır. Halk şiirinin zor dallarından olan Divan ve Tecnis dalında Tüccari pek usta ve hünerlidir. Kars ve çevre aşıklarının okudukları “Derbeder” makamının yaratıcısı olan Aşık Tüccari aynı zamanda Yaralı Mahmut, Tahir İle Zöhre gibi hikayelerin kaynak kişisidir. Kendisinin dizmiş olduğu Eşref Bey adlı bir de hikayesi mevcuttur.
Gerçek adının ne olduğu bilinmeyen aşığın şiirlerinde mahlası Tüccari olup bazı kayıtlarda ise Ticari olarak geçmektedir.
Oğuz Türkmenlerinden olan Tüccari’nin Alevi/Bektaşi olduğu, bu inanç içerisinde yetiştiği ve Garip Musalı ocağına bağlı olduğu bilinmektedir. Tüccari’nin köyünde oturan Türkmenlerde Alevi olup aynı ocağa bağlıdırlar.
Bilindiği gibi Alevilik inancı, Hazreti Ali’nin oğlu İmam Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesine çok önem verir. Bu inanç ve önem ile Aşık Tüccari; Kars-Arpaçay’dan Nebi Polat’ın Murtaza Çiçek’e gönderdiği “Kırmızı” adlı şiirinde Kerbelâ olayına şöyle değinmiştir.
Der TÜCCARİ kavle iman üzerine geldiler Küfre sine gark olunca hakkı gözden sildiler Çok müddet cenk eylediler onlar şehit oldular Kan döküldü Kerbelâ da oldu meydan kırmızı
Sanat gücü çok kuvvetli olan Tüccari’nin şiirleri derlenemediğinden kaybolmuş, kalan eserlerinin de yine bir çoğu başka aşıklara mal olmuştur. Elimizde iki elin parmak sayısı kadar eseri bulunan Tüccari’nin ustalığı ve sanat gücü bütün şiirlerinde görülmektedir.
Aşık Tüccari’nin aşıklar sultanı sayılmasının temel nedeni onun şiirlerinin büyüklüğünde, ağırlığında, estetik yapısında, imge yoğunluğunda yatmaktadır.
Tüccari’den sonra gelen, ondan sonra yetişen bütün aşıklar ondan etkilenmiştir. Çünkü onun sözleri cevherdir, yakuttur, dürdür, incidir.
Bir çok aşık ve sanatçı tarafından okunan ve onun şah divanı diyebileceğimiz “İncidir” isimli eserinde kendisi de bunu beyan ediyor:
Sarraf olan kıymet biçsin lalıma mercanıma Sarraf olmayan ne bilir sanar her taş incidir
Yazımın başlığını “Aşıklar Sultanı Aşık Tüccari” olarak koydum. Tüccari’nin ölüm tarihi 1805’tir. Bu tarihten sonra doğan ve onun bıraktığı aşıklık ve hikayecilik geleneği içerisinde yetişen Karslı Ceyhuni, Çıldırlı Aşık Şenlik, Kağızmanlı Yusuf Sezai, Narmanlı Aşık Sümmani, Aşık Kahraman gibi aşıklar onun eserleriyle kendilerini olgunlaştırıp yaptığı meclislerde önce “Tüccari malı” satmışlar, sonra kendi sözlerini sarf etmişlerdir.
Aşıkların meclis yaptıkları kahvehanelerde, köy odalarında, düğünlerde, derneklerde Tüccari’nin hikayeleri anlatılmış, divanları, tecnisleri, koşmaları okunmuştur. Yetişen ve yetişecek aşıklar onun mirasından pay almışlardır.
Tüccari ister lirik şiirde, ister didaktik şiirde, ister destanda olsun yazdığı bütün mısralara ustalık mührünü vurmuş, “Ustad” olduğunu kanıtlamıştır.
Tüccari’den önce halk şiiri geleneğini sürdürmüş olanlar ya halk ozanı, ya halk şairi olarak anılmıştır. Ancak Tüccari “Aşık” olarak anılıp sonraki kuşaklara da “Aşık Tüccari” diye tanıtılmıştır. Tüccari’den sonra yetişen Ceyhuni, Şenlik, Sezai, Sümmani, Kahraman’da aşıklık ismiyle nasiplenmiştir.
Tüccari’nin bazı eserleri cönklerden, bazıları da ağızdan alınarak derlenmiştir. Cönklere geçirilirken, ağızlardan derlenirken kafiye bozukluklarına uğratılmıştır. Bu hatalar eserleri icra eden aşıklara ve sanatçılara da yansımış, uyak ve anlam kaybına neden olmuştur. “İncidir” adlı ve 15 heceli divanının son kıtasını buna örnek verebiliriz: Aşık Veysel, Sabri Şimşekoğlu ve diğer aşıkların okuduğu bu divanın üçüncü kıtasının ilk iki mısrası hatalı olarak şöyle geçmektedir:
Kamil ile haşrolmayan kendisini ne bilir Dindirme cahil adamı özünü derya bilir
Aşık Tüccari’nin uyak ve kafiyesi çok sağlamdır. Onun ustalığı hata götürmez. İş böyle olunca onun şiirinde kafiye hatası göze çarpmaz.
Ancak bu divanın birinci, ikinci ve üçüncü mısralarındaki uyak, uyum sağlamamaktadır. “Kendisini ne bilir, Özünü derya bilir, Çektiğin Mevla bilir” sözlerinin redif önlerinde yer alan uyaklı sözlerin birincisi bilinmeyip yerine “ne” getirilmiştir.
Ben bir halk şairi olarak kafiye yapısını bildiğimden bunu sezdim hatta çözdüm ve buldum. “Mevla” ve “Derya” sözünün geçtiği üst mısrada “Evla” sözünün yer aldığını ve Tüccari tarafından bu sözün kullanıldığının kanaatine vardım.
“Evla” daha iyi, baş kişi manasındadır. Ancak kamil ile haşrolan, onunla muhabbet kılan, onunla fikir alışverişi yapan insan bu mertebeye ulaşabilir. Kamil insanın varlığından habersizler kendisini daha bilgili sayarlar. Bu mananın yanı sıra şiirin bir kafiye yapısı vardır ki “Evla” sözü olmayınca bu yapı bozulur. Şiirin ve yazan aşığın sanatsal değeri düşer.
Tüccari’nin “İncidir” divanının son dörtlüğü aşağıdaki gibidir. İcracılarında bundan böyle doğru olan şekliyle okumaları icap etmelidir:
Kamilinen haşrolmayan kendisin evla bilir Dinleme cahil adamı özünü derya bilir Der TÜCCARİ yar elinden çektiğim Mevla bilir Mevsim ihtiyar olunca dağları kış incidir
“İncidir” divanını doğru şekliyle şiirler bölümünde vereceğim. Aşık Tüccari’nin divandaki ustalığı tecnislerde de göze çarpmaktadır. Ondan sonraki kuşaklar Azerbaycan’dan Kuzeydoğu Anadolu aşıklarına geçen tecnis çeşitlerini yazıp söyleyerek günümüze kadar ulaştırmıştır.
Tecnis ustalığının başında Tüccari gelir. Azeri aşıkları bu şiir türüne Cıgalı Tecnis, Cıgalı Lebdeğmez Tecnis derlerken Kars civarında bu şiir türü Yedekli Koşma olarak da bilinmektedir.
Bu koşma, koşmanın ikiye bölünerek yani her iki mısra arasına bir mani yerleştirilerek elde edilir. 11 heceli koşmanın arasına 7 heceli mani yerleştirilerek kafiyelendirilir. Maniler genellikle cinaslı olur.
Kuzeydoğu Anadolu’da Yedekli Koşma’nın ilk örneklerini Tüccari vermiştir. Tüccari’nin 1877’den önce Kağızman’da yazılan bir cönkten alınmış “Düştü” ayaklı yedekli koşması mecazi aşık olduğu Ahmet Paşa’nın kızının yedi arkadaşı ile birlikte İlbeyioğlu hamamından çıkıp Taşköprü üzerinden Paşa Konağı’na doğru giderlerken sevdiğine söylemiş olduğu bir eseridir. Aşık, mecazi aşk beslediği gönül sevgilisi için şöyle bir tarif yapıyor:
Etrafı dayalım desti şanelim Taranmış muyların gerdana düştü Muhabbet sana düştü Ataşın cana düştü Can tende bihuş oldu Gönül hicrana düştü Giyindi kuşandı muy şitelendi Sanki süsen zülf-i reyhana düştü
Aşık Tüccari Divan ve tecnis gibi zor türlerin ustası olduğu gibi 11 ve 8 heceli şiirlerinde büyük bir ustasıdır.
Yaşadığı ayrılık acısıyla dile ve tele döktüğü bir koşmasında başına gelenleri şöyle anlatmaktadır:
Hicran otağında gam köşesinde Geldi dert benimle imtihan oldu Yığıldılar hicran seyircileri Açıldı bir dükkan bir divan oldu
Aşk-u sevda çekti beni meydana Ayrılık ataşı kâr etti cana Onlar bir yan oldu ben de bir yana Ben tek başım nice bin düşman oldu
Aşıklar Sultanı Tüccari’nin koşmalarında olduğu gibi 8 heceli semailerinde de aynı ustalık ve aynı akıcılık görülmektedir. “Kurban Olduğum” adlı şiirinde sevdiği güzel için yaptığı methiyede aşığı maşuka kurban eyler:
Aheste aheste yürür Yoluna kurban olduğum Konuş sözünü duysunlar Diline kurban olduğum
Burası kale bedeni N’olur durdurun gideni Kemer sıkmıştır bedeni Beline kurban olduğum
Sevdiğine bu güzel mısralar ile methiye dizen Tüccari 1800 yılında tedavi için gittiği Ahıska’dan Kars’a dönerken gördüğü bir gelin için de methiye söylemekten kendini alamaz:
Topuğunu döğer kırk örük dalı Gürcistan’ı değer bir altın teli Lezgi çerkez’i beli İran Turan’ı hâlı Mısır Hicaz selamda Yolcu şaşırır yolu Cihandan cinana yoktur emsali Meğer güzellerin hünkârı gelin
Aşık Tüccari’nin ustalığını ve aşıklar sultanı sayılmasını bu mısralar ve Kuzeydoğu Anadolu’daki bu ilk türler ortaya koymaktadır. Ancak bundan sonra yapılacak olan araştırmalarda onun gün yüzüne çıkacak olan eserleri bu sultanlığı daha da pekiştirecektir. Aşık Tüccari yapmış olduğu hikayelerde de şiir ustalığını en güzel biçimde ortaya koymayı başarmıştır. Türk Folklor Araştırmaları dergisinin 181. sayısı ve Karslı M. Kuzu’nun bir makalesinde geçen “Budur” redifli divanında sevgiliye olan meramını şöyle dile getirmektedir:
Dil ciğerim intizarda mah ile taban budur Fehmi şirin lebi gonca lisanı İmran budur Meramı olsa aşıkı mest edüp buse ile Dahi boşlamam damenin sahibü’l ihsan budur
Aşık Tüccari şiirlerinde ayrılığa, hasrete, sevdaya, aşka, acıya, derde yer verdiği gibi döneminin yaşanan sıkıntılarına, siyasetine, yönetimine de yer vermektedir. Yaşadığı yılların bir tanığı olarak içinde bulunduğu durumu mısralarıyla en güzel şekilde özetlemektedir:
Çerh i gerdunun elinden olmadı şad ortalık Zulmle adalet olunca olmaz abâd ortalık Yetiş Mehdi Ali Resul oldu berbad ortalık Ara yere fitne düştü tahtta sultan bi haber
Aşık Tüccari’nin lirik ve destansı şiirlerinin yanı sıra didaktik şiirlerinde de sanat gücü bir hayli kuvvetlidir. Bazı mısraları var ki bir atasözü, bir özdeyiş gibi okkalıdır. Yukarıda örnek verdiğim “Bi haber” redifli divanının orta kıtasında geçen “Zulmle adalet olunca olmaz abad ortalık” diye geçen bu mısra akıldâr aşıkların söyleyebileceği dizelerdendir. Tüccari böyle mısraların sahibi bir aşıktır.
Tüccari aynı kıtada, içinde bulunduğu durumdan kurtulmak için bir kurtarıcı çağırmaktadır. Bu kurtarıcının ismi ise Mehdi Ali Resul’dur. Bir Türkmen aşığı olarak Alevi-Bektaşi inancıyla “Yetiş Mehdi Ali Resul” diye seslenerek berbat olan ortalıktan, kötü düzenden kurtulma çabası içindedir.
Aşık Tüccari’nin elimizde mevcut bulunan şiirlerini incelediğimizde işlediği temaların, ayrılık, sevda, methiye, yakarış, yakınma, nasihat gibi temalar olduğunu görmekteyiz. Tabiat tasvirlerini ise sevgiliye yazdığı methiyelerde bulmaktayız.
Aşık Tüccari’nin bütün şiirleri ele geçmiş olsaydı daha araştırmacılar ve edebiyatçılar onun hakkında daha detaylı makaleler yayınlarlardı. Böylelikle Tüccari’nin sanatsal başarısı daha güzel izah edilebilirdi. Ne talihsizliktir ki eserlerinin büyük çoğunluğu derlenemeden kayıp olup gitmiştir. Kalanların çoğu da ünlü başka aşıklara mal edilmiştir.
Aşık Tüccari’nin anonimleşen türküleri de mevcuttur. Buna “Güzeller bezenmiş toya giderler” isimli türküyü örnek gösterebiliriz.
Bu türkünün yöresi Erzurum olarak geçerken kaynak kişi olarak da Aşık Hüseyin verilmektedir. Mustafa Geceyatmaz tarafından derlendiği bilinen türkünün repertuar numarası ise 3792 olarak kayıtlıdır.
“Güzeller bezenmiş toya giderler” adıyla tanınan ve okunan bu türkü öykülü bir türkü olup Aşık Tüccari’ye aittir. Öykünün yaşandığı yer Kars’ın Selim ilçesinin Büyükdere (Tiknis) köyüdür. Öykünün yaşandığı tarihler ise 1742-1743 yıllarıdır.
Erzurum halk aşıklarından Nuri Çırağı bu türkünün Erzurum türküsü değil bir Kars türküsü olduğunu ve Aşık Tüccari’ye ait olduğunu belirtmektedir.
Yine canlı kaynaklardan Tiknis köyü doğumlu İzmir’de yaşayan 80 yaşındaki Hatun Çiçek ile 90 yaşındaki Kazim Durtaş, bu türkünün Aşık Tüccari’ye ait olduğunu, bunu babalarından ve dedelerinden öyküsüyle birlikte dinleyerek öğrendiklerini araştırmacı Murtaza Çiçek’e kendi ağızlarından beyan etmişlerdir.
Türkünün öyküsü kısaca şöyledir: Tiknis köyünde genç bir kızla, genç bir oğlanın düğünü olacaktır. Oğlan tarafı yeni evli olan Tüccari’nin evine davet gönderir. Daveti alan aile büyüğü, olumlu yanıtı ertesi gün toy sahibine bildirir. Ailenin diğer gelinine de düğün hazırlığı için emir verilir. Hem düğün evinde hem de Tüccari’nin evinde hazırlıklar yapılır.
Düğün yapılacak günün akşamı, düğün damı denilen yerde misafirler toplanmaya başlarlar. Adetten olduğu için yeni gelin olan Tüccari’nin eşi ve refakatçisini düğün damına gelmeleri için toy sahibi tarafından görevlendirilen bir kişi ile Çalgıcılar Tüccari’nin evine gelirler.
Hazırlıklarını tamamlayan yeni gelin ile refakatçisi gitmek için hazırdırlar. Davul zurna karşılama makamı çalmaya başlar. Aile büyüğünden gelini götürmek için izin alınır, ayrıca yeni damat Tüccari den de izin almak adettendir.
Görevli Tüccari’ye varır, gelini götürüyoruz diye izin ister, Tüccari “durun birkaç söz diyeyim de öyle götürün gelinimi” der ve sazını alır, şunları söyler;
Güzeller bezenmiş toya giderler Sizlere emanet yar oynamasın Ben bilirim rica minnet ederler Yüngüllük edipte tez oynamasın
Tüccari karısı çok güzel olduğundan, fazla dikkat çekmemesi için, düğünde aklı başında, ağır başlı bir gelin izi bırakması için, yarini emanet ederken “ben bilirim oynamak için sizi bara davet edeceklerdir.” Yüngüllük edipte hemen oynamayın, ağırdan alın der. Tüccari sazına ve sözüne devam eder:
Komşular oturur size bakarlar Gonca güller al yanağa takarlar Sonra söyler başımıza kakarlar Dudağın altında dil oynamasın
Derken; Tüccari yengesi büyük gelinle eşine demek istiyor ki; bakın komşular sizi izlerler, yüngüllük ederseniz sonra başımıza kakarlar, bizi öyle temsil edin ki sonradan söz sohbet olmasın. Mecbur kalmadıkça da kimseyle konuşmayın der.
Tüccari’nin söyleyecekleri henüz bitmemiştir, saza ve söze devam eder;
TÜCCARİ sevmişim seni cananım Sizlere kurbandır bu şirin canım Demem oynamasın oynasın hanım Karakaş altında göz oynamasın
Der ve sazı duvara asarken son sözlerini tamamlar. Son sözlerini karısına söylemiştir. Karısını çok sevdiğini, hem de emanet ettiği yengesi ve toy sahibinin gönderdiği görevliğe canını verecek kadar. Yinede diyemem oynamasın, oynasın yarim amma; oynarken de, Karakaş altında göz oynamasın, usul, adap dahilinde oynasın diye de tembihler.
Bu türkünün öyküsüyle birlikteki anlatımında Tüccari mahlası yer almaktadır. Oysa repertuarda ve türküde geçen tapşırma kısmında Tüccari mahlasının yerine Erzurum lehçesiyle “Ben seni sevmüşem sevgülü yarim” yakıştırması yapılmış ve türkünün sahibinin adı çıkartılmıştır.
Tüccari’nin bu türküsü Oğuz boylarından olan Türkmenlerin yaşattıkları Türk geleneğini, göreneğini, örf ve adetlerini en güzel bir şekilde yansıtmaktadır. Her şeyin adabına erkanına uygun yapıldığını ve yaşandığını göstermektedir.
Yine Tüccari’nin olan ve mısraları ve kafiye düzeni bozulmuş bir şekilde Sümmani’ye mal edilmiş bir türküsü vardır. Bu türkü de Alevi/Bektaşi inancı, düşüncesi ve töresiyle yazılan bir şiirdir ki türküleşerek günümüze kadar intikal etmiştir. Ancak Tüccari adı ya kasıtlı ya kasıtsız olarak silinmiş ve Sümmani’ye mal edilmiştir.
Türk halk edebiyatı araştırmacıları çok iyi bilirler ki Karacaoğlan’dan sonra, Karacaoğlan mahlasını kullanmış olan ve kullanmamış olan bir çok halk şairinin şiiri Karacaoğlan tapşırması ile derlenmiştir. Yunus Emre’den sonra Yunus mahlası ile şiirler yazan ozanların da şiirleri Yunus Emre’ye mal olmuştur.
Tanınmamış bir çok aşık aynı hezimete uğramıştır. Bunlardan birisi de Tüccari’dir. Bahtsız bir çok aşığın eseri cönklere geçirilirken yanlışlıkla başkaları adına geçirilmiştir. Aktaranlar belki de o anda mahlasları karıştırmıştır. Üç hece ile oluşturulan ve sonu “i” ile bitirilen Sümmani, Ümmani, İrfani, ihsani, Duçari, Esrari, Ekberi, Tüccari gibi bir çok mahlas bulunmaktadır. Kars ve çevresinde bulunan Türkmen köylerinde ki Türkmen aşıklarının eserleri Kağızman Türkmen köylerinde de yaygınlık kazanmıştır. Tıpkı Tüccari gibi halk hikayeleri anlatan ve türkü söyleyen Çolak İbrahim lakaplı Aşık Erdemi 1960’lı yıllarda Araştırmacı Nejat Birdoğan’a birçok hikaye, şiir, destan, mani, türkü yazdırmıştır.
Aşık Erdemi meclislerde sık sık Tüccari’nin Yaralı Mahmut ve Eşref Bey adlı hikayelerini anlatır onun derbeder makamı ile türkülerini icra ederdi.
Aşık Erdemi’nin söylediği makamlar ve türküler oğlu Lütfi Alıcı tarafından da günümüze kadar taşınmıştır.
Aşık Erdemi 1983 yılında İzmir’de vefat etmiştir. Oğlu Lütfi Alıcı ise iki yıl önce hakkın rahmetine kavuştu.
Lütfi Alıcı, doğduğu, ve benim de yaşadığım yer olan Kağızman’a hemen her yıl ziyarete gelirdi. Onunla görüşürdük. Babasından kalan mirası bana hem sözlü olarak hem ezgili olarak aktarırdı.
Lütfi Alıcı, babası Aşık Erdemi’nin şiirleri ile birlikte bildiği usta mallarını da yazdırırdı bana. Yazdırdıkları arasında Tüccari mahlaslı bir türkü var. Fakat Lütfi Alıcı bu türküyü “Yaralı Mahmut Hikayesi”nde geçen Derbeder makamı ile seslendirdi o zaman. Türkünün birinci hanesi şöyle:
Salına salına gelen güzeller Tanrı selamını almaz mısınız Mevla’m sizi süs için mi yaratmış Hoş bir eda ile gülmez misiniz
Oysa Sümmani’ye mal edilen türkünün sözleri “Ceylan gözlerine kurban olduğum” diye başlamakta ve aynı kıtanın son mısrası “Biz gel demeyince gelmez misiniz” diye bitmektedir. Tüccari’de ikinci kıta şöyledir:
Gurbete gidenler azığın alır Kimisi gitmeyip sılada kalır Kimi sevap için kâbeye varır Kâbe kapınızda bilmez misiniz
Sümmani’de hemen aynı sözler yer alırken ikinci mısrada “ Kimisi giderken kimisi kalır” ifadesi yer almaktadır. Tüccari’nin üçüncü kıtası şu sözlerle kuruludur:
Karadır kaşınız yaydan inc’olur Bugün dünya yarın ahret nic’olur Bir gönül tavafı yüz bin hac’olur Gönülleri tavaf kılmaz mısınız
Sümmani’de ki dörtlük ile Tüccari’deki dörtlük arasında farklılık vardır. Birinci mısra “Karadır kaşınız yaydan nic’olur” diye geçer. “Nic’olur” uyak ve kafiye olarak aynı dörtlükte iki kez kullanılmıştır. Üçüncü ve dördüncü mısralar ise “Bir gönül yapması yüz bin hac olur/Siz gönül yapmasın bilmez misiniz” şeklindedir. Tüccari’nin son ve tapşırmalı dörtlüğü ise şöyledir:
Tüccari’yim bunca derdi niderim Başım alır diyar diyar giderim Yarın mahşer günü dava ederim Siz mahşer yerine gelmez misiniz
Tüccari, “Tüccari’yim bunca derdi niderim” derken Sümmani’de “Sümmani’yem ey dil yare n’derim” denmiştir. Diğer mısralar ise aynı sözlerle örtüşmektedir.
Şunu hatırlatmakta yarar var ki Sümmani her şeyden önce çok usta bir aşıktır. Kafiye ve redif hatalarına mahal vermez. Oysa bu türküde ayak kafiyesi olarak “Gelmez misiniz” ile “Bilmez misiniz” kafiyeleri ikişer kez kullanılmıştır. Bu durum şiirin ve şairinin değerini düşürmekte, ustalığına toz kondurmaktadır. Ama türkünün Tüccari’deki varyantına baktığımızda durum hiç de böyle değil. Şiirin/türkünün tamamında teknik ustalığı görülmektedir.
Bu türkünün Sümmani’nin değil Tüccari’nin olduğunu kanıtlayacak bir durum daha vardır. Sümmani Sünni inanca sahip bir Müslümandır. Tüccari ise Alevi/Bektaşi’dir.
“Kimi sevap için kâbeye varır/Kâbe kapınızda bilmez misiniz” mısraları söylem olarak bir Sünni Müslümandan çok, bir Alevi/ Bektaşi Müslümanın söylemine daha yakındır. Yani bu söylemi Tüccari gönül rahatlığı ile hiç çekinmeden söyleyebilir. Ama Sümmani söyleyemez. Çünkü Sünnilikte hac vazifesi şart bir vazifedir. Sünni, kâbeyi kapıda aramaz. Hacca gitmekte ve orayı ziyaret etmekte arar.
Bu türkü Sümmani adına, Haşim Nezihi Okay, Abdulkadir Erkal, Mehmet Çil, Nurettin Albayrak gibi araştırmacıların yayınladığı kitaplar içerisinde de yer almamaktadır.
Bu türkünün Tüccari’ye ait olduğunu Kars’ta yapılan 4. Murat Çobanoğlu Aşıklar Bayramı’na katılan birkaç aşık arkadaşta itiraf etti. Hatta Sümmani’nin torunu Hüseyin Sümmani ile konuştuğumda ilgili türkü hakkında sorular yönelttim. Ellerinde bulunan el yazılarında, cönklerde ve yayınlanmış kitaplarda “Ceylan gözlerine kurban olduğum” adlı türkünün yer almadığını söyledi. Ama, “Dedemin diye biliniyor” dedi. Sanırım ki bu türkünün Sümmani’ye ait olduğu yolda bu bir kanıt değildir.
Tüccari’nin bir söz ustası, bir türkü ustası, bir büyük aşık, bir aşıklar sultanı olduğu muhakkaktır. Tüccari’nin yaşadığı dönemde yetişen aşıklar ondan dersler almıştır. Tüccari öldükten sonra doğan aşıklar onun eserleriyle beslenmiş, onun bıraktığı aşıklık kolunu devam ettirmişlerdir.
Günümüz aşıkları ise yaptıkları her mecliste mutlaka bir Tüccari divanı okumaktadırlar. Tüccari’nin türküleri ve yedekli koşmaları da sık sık okunmaktadır.
Teknolojinin gelişmesi, radyo, televizyonun yaygınlaşması sonucu yaşatılan hikayecilik geleneği zayıflayarak yerini çeşitli eğlence programlarına ve televizyon dizilerine bıraktı. Halk hikayeleri son yıllarda tamamen anlatılmaz bir hal aldı.
Yrd. Doç. Dr. Salahaddin Bekki , Aşık Tüccari’nin hikayelerine değinerek “Karslı Kör Aşık Tüccari ile Zeycen Hanım Hikayesi” adlı makalesini Erciyes Dergisi’nin Kasım 1993 yılında yayınlanan 191 nci sayısında yayınlamıştır. Diğer hikayelerine de çeşitli araştırmacılar derleme çalışmaları yaparak yazılarında değinmiştirler.
İzmir TRT Müdürlüğü’nde görevli memur olan Murtaza Çiçek, büyük bir gayret ile Aşık Tüccari üzerine derlemelerde bulunmakta ve çalışmalarını sürdürmektedir. Yaralı Mahmut ve Eşref Bey adlı hikayelerin yeni varyantlarına ulaşmış durumdadır. Tüccari’nin soy kütüğünü, türkü, destan ve şiirlerini de aynı titizlikle derlemeye çalışıyor.
Tüccari hakkında belge, bilgi sahibi olanların bu kitaba katkıda bulunmaları ve Murtaza Çiçek ile irtibat kurup yardımcı olmaları gönül arzum ve en büyük temennimdir. Aşıklar Sultanı Aşık Tüccari’nin kitabı yayınlandığında halk edebiyatında hak ettiği yeri alacağını umuyorum.
Aşık Tüccari’nin Şiirleri:
İNCİDİR
Dü çeşmim kan ağlamaktan gözlerim yaş incidir Kadir kıymet bilmeyenler yaren yoldaş incidir Dinle sözüm al nasihat konuşma cahilinen Cahil de bir kem söz var ki değse bin baş incidir
Kadir Mevla’m sebepkâr et bezirgânlar kânına Yüküm cevahir yüküdür bakır çatmaz yanına Sarraf olan kıymet biçsin lalima mercanıma Sarraf olmayan ne bilir sanar her taş incidir
Kamilinen haşrolmayan kendisin evla bilir Dinleme cahil adamı özünü derya bilir Der TÜCCARİ yar elinden çektiğim Mevla bilir Mevsim ihtiyar olunca dağları kış incidir
KIRMIZI
Sevdiğim seyrana çıkmış bağ-ı gülşan kırmızı Ak ellere elvan kına yakışır kan kırmızı Aç dükkanın sat metahın alıcınım ben senin Bugün senden alacağım dürr-i mercan kırmızı
İbrahim kırdı putları yanmadı özü nara Kesmedi oğlunu bıçak çaldı onu mermere Cebrail koçu getirdi İsmail peygambere Onun için al giyindi Şah-ı Merdan kırmızı
Der TÜCCARİ kavle iman üzerine geldiler Küfre sine gark olunca hakkı gözden sildiler Çok müddet cenk eylediler onlar şehit oldular Kan döküldü Kerbelâ da oldu meydan kırmızı
GÜZELLER BEZENMİŞ TOYA GİDERLER
Güzeller bezenmiş toya giderler Sizlere emanet yar oynamasın Ben bilirim rica minnet ederler Yüngüllük edipte tez oynamasın
Komşular oturur size bakarlar Gonca güller al yanağa takarlar Sonra söyler başımıza kakarlar Dudağın altında dil oynamasın
TÜCCARİ sevmişim seni cananım Sizlere kurbandır bu şirin canım Demem oynamasın oynasın hanım Karakaş altında göz oynamasın
SALINA SALINA GELEN GÜZELLER
Salına salına gelen güzeller Tanrı selamını almaz mısınız Mevla’m sizi süs için mi yaratmış Hoş bir eda ile gülmez misiniz
Gurbete gidenler azığın alır Kimisi gitmeyip sılada kalır Kimi sevap için kâbeye varır Kâbe kapınızda bilmez misiniz
Karadır kaşınız yaydan inc’olur Bugün dünya yarın ahret nic’olur Bir gönül tavafı yüz bin hac’olur Gönülleri tavaf kılmaz mısınız
TÜCCARİ’yim bunca derdi niderim Başım alır diyar diyar giderim Yarın mahşer günü dava ederim Siz mahşer yerine gelmez misiniz
HİCRAN OTAĞI
Hicran otağında gam köşesinde Geldi dert benimle imtihan oldu Yığıldılar hicran seyircileri Açıldı bir dükkan bir divan oldu
Aşk-u sevda çekti beni meydana Ayrılık ataşı kâr etti cana Onlar bir yan oldu ben de bir yana Ben tek başım nice bin düşman oldu
Yığıldılar derildiler geldiler Katipler deftere kalem çaldılar TÜCCAR eydur intikamım aldılar Ciğer paralandı dil büryan oldu
KURBAN OLDUĞUM
Aheste aheste yürür Yoluna kurban olduğum Konuş sözünü duysunlar Diline kurban olduğum
Burası kale bedeni N’olur durdurun gideni Kemer sıkmıştır bedeni Beline kurban olduğum
Kadere boynunu eğer Gözleri dünyaya değer Saçları topuğa değer Teline kurban olduğum
TÜCCARİ’yim can versinler Yüzüm yoluna sürsünler Döndür yüzünü görsünler Halına kurban olduğum
DÜŞTÜ
Etrafı dayalım desti şanelim Taranmış muyların gerdana düştü Muhabbet sana düştü Ataşın cana düştü Can tende bihuş oldu Gönül hicrana düştü Giyindi kuşandı muy şitelendi Sanki süsen zülf-i reyhana düştü
Dilber dengin ol İran’da bulunmaz Kestin damarımı kan da bulunmaz İnsaf sende bulunmaz Hükmün handa bulunmaz Bu boyda bu simada Gürcistan’da bulunmaz Sen tek güzel hiç bir yanda bulunmaz Melektir cennetten cihana düştü
Biz de nuş eyledik Mim-ya tasından Serhoş olduk güzellerin sesinden Yar giyinmiş hasından Doyulmaz libasından Ağız püşte dil amber Misk kokar reyhasından Biçare TÜCCARİ aşk belasından Desti busedüben dâmana düştü
GELİN
Ahıska’dan çıktım yolda gelirken Gördüm bulağ üzre bir sarı gelin Bu dünya varı gelin Has bahçe bârı gelin Düğümlendi yüreğim Salıpdır narı gelin Seneği elinde etek belinde Kol baş açık geçmiş gülzarı gelin
Topuğunu döğer kırk örük dalı Gürcistan’ı değer bir altın teli Lezgi çerkez’i beli İran Turan’ı hâlı Mısır Hicaz selamda Yolcu şaşırır yolu Cihandan cinana yoktur emsali Meğer güzellerin hünkârı gelin
Ona tay olamaz Belkis-ü Zelkhâ Hüri peri melek gelmiş kulluğa Alnına bağlar vala Eşsiz yaratmış Mevla Göreni oda yakar Aşıka satar cilva Çatma kaş harami gözleri şehlâ Taladı kervanı TÜCCAR’ı gelin
Bİ HABER
Uğradım barigâhına hâbda canan bi haber Yüz sürdüm hâk i payine sahip-zaman bi haber Bülbül gülün hasretinden ömrünü sarfeyledi Soldu gül bozuldu gülşen bağda bağban bi haber
Çerh i gerdunun elinden olmadı şad ortalık Zulmle adelet olunca olmaz abât ortalık Yetiş Mehti Ali Resul oldu berbat ortalık Ara yere fitne düştü tahtta sultan bi haber
TÜCCARİ der sohbet etsem âb-rûyi keman ile Ne lazımdır derd-i dilim anlatam lisan ile Kâmil katiba yazdırdım arzuhalim kan ile Okudu kanlı Alişan ehl-i divan bi haber
BUDUR
Dil ciğerim intizarda mah ile taban budur Fehmi şirin lebi gonca lisanı İmran budur Meramı olsa aşıkı mest edüp buse ile Dahı boşlamam damenın sahibü’l ihsan budur
Sabit ettin divanında kalmadı niza’ları Elmas tabakla düzünmüş şükkeri mezeleri Misk ile terbiye olmuş dilberin azaları Kameti Tuba ağacı kaddini rıdvan budur
Hanı boynun müzeyyeni almışlar gisuları Giriban altında mahpus sim altın miskbaları Hal-i Hindu leb-i şükker ol siyah ebruları Haramet kabul eylemez hüsnüne elvan budur
Layık mıdır hizmet ede kevkebe şems-ü kamer Yüzünden şebnem dökülür hüsnüne kılsam nazar Almasam camı elinden gönlüne gelür gubar Gönlüm perişan edici hublara sultan budur
Kıl inayet şah-i duhter bu yarin mecnunuyum Demeyin ki mey serhoşu sevdanın cünunuyum EŞREF’im hüsnüne aşık isminin meftunuyum Hasiyeti insan amma ol soyu gılman budur
Sözlük
Dü : İki. Çeşm : Göz. Kem : Kötü, fena. Kân : Memba, kaynak. Evla : Daha iyi, başta. Yüngül : Hafif. Tavaf : ziyaret etmek, etrafında dolaşmak. Hicran : Ayrılık. Eydür : Der ki. Buryan : Kebap Aheste : Yavaş, ağır. Dest : El Muy : Saç, kıl. Bihuş : Bir hoş. Püşte : Tepe, yığın. Amber : Güzel koku Bus : Öpmek Daman : Etek Gülzar : Gül bahçesi. Cinan : Cennet. Şehla : Ela göz, koyu mavi göz. Hab : Uyku Hak-i pay : Toprak. Çerhu gerdun : Çark, dolap. Ebru : Kaş. Niza : Münasebet. Şükker : Şeker, tatlı. Kamet : Boy Rıdvan : Memnunluk, hoşnutluk. Müzeyyen : Bezenmiş süslenmiş, ziynetli. Hüsn : Güzellik. Kevkeb : Yıldız. Şems kamer : Güneş ile ay. Şebnem : Çiğ, gece nemi. Cünun : Delilik, cinnet. Hub : Hoş, güzel. Mey : İçki. Şah-i duhter : Hükümdara ait kız. Meftun : Tutkun, aşık.
Kaynaklar: 1- Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Doğuş Dergisi, Kars 2- Nejat Birdoğan, Su Gazetesi, Kağızman 3- Salih Şahin, Ozanlık Gelenekleri ve Doğulu Saz Şairleri, Kars 4- Karslı M. Kuzu, Türk Folklor Araştırmaları Say: 181 Ankara 5- Murtaza Çiçek, İzmir TRT Müdürlüğü, İzmir 6- Zeki Çiçek, İzmir TRT Müdürlüğü, Halk Müziği Sanatçısı, İzmir 7- Nebi Polat, Arpaçay-Kars 8- Çolak İbrahim (Erdemi), Lütfi Alıcı, Kağızman 9- Sait Küçük, Aras Gazetesi, Sayı 74 Şubat 2008 Kağızman 10- blog.milliyet.com.tr/Aşık_Tüccari 11- ozanlar.biz/tuccari.html 12- ansiklopedi.turkcebilgi.com/Aşık_Tüccari 13- http://www.turkudostlari.net. 14- http://tr.wikisource.org/ 15- http://www.gazi.edu.tr/sbekki 16- www.ozanlar.eu/ 17- http://www.osmanlicasozluk.net/
Dünyadan memleketinden insandan umudun kesik değil diye ipe çekilmeyip de atılırsan içeriye yatarsan on yıl on beş yıl daha da yatacağından başka sallansaydım ipin ucunda bir bayrak gibi keşke demeyeceksin yaşamakta ayak direyeceksin.
Belki bahtiyarlık değildir artık boynunun borcudur fakat düşmana inat bir gün fazla yaşamak.
İçerde bir tarafınla yapyalnız kalabilirsin kuyunun dibindeki taş gibi fakat öbür tarafın öylesine karışmalı ki dünyanın kalabalığına sen ürpermelisin içerde dışarda kırk günlük yerde yaprak kıpırdasa.
İçerde mektup beklemek yanık türküler söylemek bir de bir de gözünü tavana dikip sabahlamak tatlıdır ama tehlikelidir.
Tıraştan tıraşa yüzüne bak unut yaşını koru kendini bitten bir de bahar akşamlarından.
Bir de ekmeği son lokmasına dek yemeyi bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman.
Bir de kim bilir sevdiğin kadın seni sevmez olur ufak iş deme yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir içerdeki adama.
İçerde gülü bahçeyi düşünmek fena dağları deryaları düşünmek iyi durup dinlenmeden okumayı yazmayı bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana bir de ayna dökmeyi.
Yani içerde on yıl on beş yıl daha da fazlası hattâ geçirilmez değil geçirilir kararmasın yeter ki sol memenin altındaki cevahir.