Pazartesi, Şubat 10, 2025
No menu items!
Yazarlarİsmail Engin"Gerçeğin Demine Hû, Mümine ya Ali"

“Gerçeğin Demine Hû, Mümine ya Ali”

İsmail Engin

Türkiye’de ve değişik ülkelerde Alevi kimliğine ve imajına yönelik değerlendirmeler ya da bakış açıları, ister Alevilerin kendilerini algılayışları, isterse Sünnilerin Alevileri tanımlamaları açısından olsun, Türkiye tarihinde çoğu zaman dün olduğu gibi bugün de sorunlara yol açmaktadır.

En yalın tanımıyla kimlik, “kişilerin, grupların, toplum veya toplulukların ‘kimsiniz, kimlerdensiniz?’ sorusuna verdikleri yanıt ya da yanıtlardır”. Söz konusu sorunun cevabı kişinin, grubun, topluluk veya toplumun kimlerden yana ya da kimlerden olduğunu belirlerken, kimlerden olmadığını ya da kimlere karşı olduğunu da ortaya koyar. Kişi, grup, topluluk veya toplum bunu “bilerek bilmeyerek” yapar. Kişinin, grubun, topluluk veya toplumun kendini tanımlaması, diğer-başka-karşı bir kişi, grup, topluluk veya toplum tarafından kabul görmeyebilir ve o ya da onlar da ona farklı ölçütlerle bambaşka kimlik verebilir-yakıştırabilir, ki bu durumda imaj / imgeyle karşılaşılır. İmaj, ilgili kültürel varlığın dışarıdan algılanmasıdır. Kimlik ve imaj kavramları birbirinin nedeni-sonucu olabilir; birbirinden bağımsız değildir, ancak bağımsız olarak değişebilir. Kimlik ve imajın birbirinden bağımsız değişmesi çatışmalara yol açabilir. İşte, bütün bunlar bir kültür sorunu olarak karşımızda bulunmaktadır.

İmajın gerçek kimlikten bağımsız oluşmasına, gerçek kimlikle uzaktan yakından ilgili olmayan bir muhteva ile dol(durul)masına, son zamanlarda giderek artan bir şekilde Alevilerin kamusal alana açılmalarıyla başlayan Aleviliğin tanımlanma tartışmalarında, ki bu tartışmalar Aleviliğin İslamiyetin içinde mi, dışında mı veya ayrı bir din, kültür, dünya görüşü, felsefe olup olmadığı konularında öbeklenmektedir, rastlanmaktadır. Keza “ciddi kuramsal iddialarla savunulmaya değer bir kurammışçasına” ileri sürülen bazı uçuk-marjinal görüşleri, kimliğe yönelik yeni yüklemeleri ve yönlendirmeleri de içeren söz konusu tartışmalar, zaman zaman yöntem açısından emik ya da etik sorunun çözü(m)le(ne)memesi ya da bil(mey)erek manipule edilmesi, beraberinde Aleviliği içeren yeni bir kültür sorununu getirmekte; gerçek kimlikle uzaktan yakından ilgisi olmayan imajların oluş(turul)masına zemin hazırlamakta ve neden olmaktadır. Bu, bir ölçüde toplumun, topluluğun veya grubun kendi kendini tanımlanmasının, yorumlanmasının dışında, onu konu edinen yazarın kendi değer yargıları kapsamında egosantrik ve etnosantrik bir anlayışla konu edindiği kümeyi yeniden yapılandırmaya yönlenmesinden, kendini buna ehil veya zorunlu hissetmesinden kaynaklanmaktadır. Bu tarz bir yönleniş, ilgi alanını kapsayan yöntem sorunlarını da beraberinde getirmektedir.

Hemen belirtelim, Alevilik İslami bir yorumdur ve böyle bir yorum olarak geleneksel Alevi cemaat(ler)i tarafından kabul görmektedir. Alevi İslam yorumuna özgü de atardamarını bu yorumdan alan geleneksel kültür vardır; aynı şekilde felsefe, dünya görüşü vb.

1980’li yılların sonlarına doğru palazlandırılmaya çalışılan bir görüşte İslamiyetten bağımsız olarak Aleviliğin Anadolu’nun en eski inançlarını ve kültür birikimini taşıdığı; Alevi ayinlerinde içki, müzik ve dans kullanıldığı; Aleviliğin tekkelerde / dergâhlarda erenleri, pirleri, dedeleri, babaları, zakirleri yarattığı vb. belirtilmekte; Oniki İmam geleneğinin İslami olmadığı kaydedilerek; Aleviliğin Anadolu’ya özgü bir “din” olduğu ileri sürülmektedir. Nejat Birdoğan’ın en önemli temsilciliğini yaptığı bu görüşün mensupları için, Anadolu’daki “temel düşünce” kısmen kimi değişikliklere uğrasa da özünü bozmadan “bütün büyük dinleri, Hıristiyanlığı, İslâmı delip geçerek” günümüze kadar gelmiştir. “Anadolu adamının malı” olan binlerce yıllık bu “ana düşünce”, “İslâmi cila” altında yaşamaktadır ve Alevilik eski Orta Asya, İran, Mezopotamya bölgelerinde, Balkanlarda tanıdıkları kimi dinlerin ve geleneklerin bugüne gelmiş, harmanlaşmış ve süzülmüş kalıntısıdır.

Bu görüşün günümüzdeki mensupları modern bilimin kimi gelişmelerini görmezden gelerek veya bilmeyerek “ciddi kuramsal iddialarla savunulmaya değer bir kurammışçasına” görüşler beyan ederlerken, Aleviliği Alevilik yapan unsurların nereye konulabileceği hususunda suskundurlar: Hakk-Muhammed-Ali üçlemesi, İslam tarihinin önemli bir dönüm noktası olan ve zaman aşımına uğramayan acıların en kuvvetli dışa vurumu Kerbela faciası; Ehlibeyt ve “evlad-ı Resuller” (Ocakzadeler) ve bu bağlamda “Oniki İmam mefhumu”, ayini cemlerdeki miraçlama, Kırklar, çerağ ve “dem”in [içkinin değil!] simgesel anlamları, gülbankların dayanakları, ayine iştirak için “rızalık”, “musahiblik”, “batıni ve zahiri yorum”, “üçler, beşler, yediler, onikiler, ondörtler…”, “Buyruk”, “menakıbnâmeler” ve “velayetnâmeler”, “konuşan Kuran” ile “telli Kuran” arasındaki bağlantıyı oluşturan İslam tasavvufu vb.

Buradan hareketle yeri gelmişken belirtelim ki, 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren, bir yandan, belirli bir dini inanca dahil olan sosyal / kültürel sistemleri ve yapıları daha iyi çözümleyebilmek-anlayabilmek amacıyla, dinlere özgü çalışma alanları kurgulamayı; diğer yandan ise, İslam kültürünün oluşturduğu teoloji, felsefe, tasavvuf ve fıkıhtan ibaret olan teosantrik kültürün insan, toprak, hürriyet, demokrasi, kalkınma ve ilerlemeyi içeren günümüz ihtiyaçlarını karşılamak üzere antroposantrik kültüre çevrilmesini-dönüştürülmesini amaçlayan girişimler için, tartışma alanları açılması önerileri oluş(turul)maya başla(n)mıştır. Ancak, bu girişimler, “İslâmın ideal ilke ve öğretileri ile uyarlılık arz eden bir İslâmî çerçeveye sokmak” girişimi veya teosantrik kültürü antroposantrik kültüre dönüştürme çabası ve dinin ideolojiye çevrilmesine giriştir. Burada din -İslam- anlayışının tek olduğunu savunulmakta; farklılıkları görmezden gelinmektedir, ki ilginçtir Aleviliğin İslamiyetin dışında olduğunu savunan görüş de İslamiyet içindeki değişik coğrafyalardan ve toplumların, toplulukların yaşantılarından oluşan, ayni şekilde İslam kültürüne, ibadetle ilgili uygulamalara yansıyan farklılıkları ve değişik gelenekleri görmezden-bilmezden gelmektedir ya da gerçekten görmemektedir-bilmemektedir. Oysa, El-Zein’in 1970’lerde geliştirdiği, İslami gelenek ve yapı üzerine, Müslümanların kendisilerini tanımlamalarıyla algılamalarını içeren tanımlayıcı çalışmalara yön veren kuramsal temellerde, farklı İslam toplumlarının kendilerine uygun İslami anlayışlarının da oluştuğu ortaya konulmuştur ve kanımızca Alevilikle ilgili tanımlamalar ancak bu kuramsal temeller çerçevesinde bir anlam kazanmaktadır. Onun dışındaki girişimler, Aleviliğin muhtevasını boşaltma girişimleridir.

İLGİLİ YAZILAR
spot_img