Didem Gülçin Erdem Kük
Vahdet-i vücut kavramı, varlıkların birliği fikri üzerine oturtulan tasavvufî bir bakış açısıdır. “Dünyada gerçek varlık sadece Allah’tır; Allah’ın dışındaki varlıklar gerçek varlıklar değildir. Çünkü onlar, bağımsız bir varlık değil; bir başka varlığın var etmesiyle vücut bulmuş varlıklardır” tezi üzerine kurulu olan bu sistemin izlerini, ilk sufilerde görmek mümkünse de, kavramı biçimlendiren ve olgunlaştıran mutasavvıf, Muhyiddin-i Arabî’dir (Şam, 638/1240). İnsan, eşya ve Tanrı ilişkisi üzerine kurulu olan vahdet-i vucûd anlayışı, İslami esasların mistik yorumudur. Felsefi derinliği olan bu sistemin Muhyiddin-i Arabî dışındaki iki önemli temsilcisi: Gazali ile Mevlana’dır (Kara, 2016: 249-270).
Araştırmacıların Alevi-Bektaşi inanç sistemi bağlamında vahdet-i vücut anlayışının doğru anlaşılması hususunda dikkat çektikleri ilk nokta, bu kavramı felsefedeki “panteism”den ve Hind mistisizminden ayırmak gerekliliğidir. Mehmet Eröz de bu noktaya dikkat çekerek vahdet-i vücut anlayışının mutlak varlığın anlaşılmasında başvurulan bir yol olduğunu kaydeder. Eröz’e göre Tanrı, zarurî olarak değil, istek ve irade ile yaratma eylemini gerçekleştirmiş, bunu da: “Gizli bir hazine idim; lakin bilinmek istiyordum; bunun için dünyayı yarattım.” şeklindeki “Kudsî Hadis” vasıtasıyla belirtmiştir. Burada geçen “gizli bir hazine idim” ifadesinin Arapçası “Küntu Kenz” şeklinde olup Alevi-Bektaşi edebiyatında “Küntu Kenz Sırrı” olarak anılmakta ve bu sırra ulaşmanın yolu, benlik ve ikilik duygusunu yenerek bir olmak şeklinde tarif edilmektedir (Eröz, 1990: 192). Bu noktada, bir tür birlik tasarımı modeli olarak özetleyebileceğimiz vahdet-i vücut anlayışının yaratıcı ile yaratılan arasındaki ilişkiyi anlama çaba ve yöntemi olarak değerlendirilmesi mümkündür.
Eyüboğlu, Alevi-Bektaşi inancının vahdet-i vücut felsefesi ile tanışmasının tasavvuf kanalı ile 16. yüzyılda gerçekleştiğini ifade eder. Eyüboğlu’na göre Alevi- Bektaşilerce söz konusu felsefi kavrayış daha da somutlaştırarak “en olgun insan”, “insan-ı kâmil” olarak gördükleri Hz. Ali’nin varlığında Tanrı’nın görülebileceğine, somutlaşabileceğine inanmışlardır Vahdet-i vücut inancına göre yalnızca Tanrı vardır. Diğer varlık türlerinin tamamı onun özündedir ve onun görünme, bilinme isteğinin sonucudur. Dolayısıyla vahdet-i vücut felsefesi, “bütün varlıkların Tanrı’da” olduğunu söyler. Vahdet-i mevcut inancının temel savı ise vahdet-i vücut anlayışının zıttını söyler: “Tanrı bütün varlıklardadır.” Bu anlayışa göre ayrı ayrı görünen bütün varlıklar birdir ve Tanrı kaynaklıdır. Söz konusu tasavvufî görüş, yalnızca ve bir tek Tanrı’nın var olduğunu savunur. Vahdet-i vücut felsefesinde var olandan yola çıkarak Tanrı’ya ulaşılıyorken vahdet-i mevcut felsefesinde Tanrı’dan yola çıkarak var olana ulaşılır; ancak ikisinde de sonuç değişmez: Varlık, Tanrı üzerinden açıklanır. Her iki anlayışta da gerçek olan Tanrı’dır ve onun dışında kalan her şey geçici bir görünüşten ibarettir. Söz konusu iki felsefi düşüncenin kaynağını Yenieflatunculuk ve eski Hindî inançları teşkil eder. İslam tasavvufunda bu görüşler gözden geçirilerek yeniden yorumlanmış ve tasavvuf kanalı ile Alevi-Bektaşi inancına temas etmiştir (Eyüboğlu, 2010: 256, 263).