Perşembe, Aralık 25, 2025
No menu items!
Ana Sayfa Blog Sayfa 4

“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır”

0

“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır”
AABF’deki Hukuksuzluğa ve Baskıya Karşı Adalet Çağrısı
Bizler, AABF kurumlarında hizmet eden ve Alevi Yol’u için emek veren canlarız.
AABF’de yaşanan olumsuz sürecin tam ortasında bizler de vardık ve bu sürecin nasıl kötü yönetildiğine yakından tanıklık ettik.
Kurumumuzun, küçük bir menfaat grubunun çıkarlarına teslim edilmesini, yıllardır emek verdiğimiz yapının adeta birkaç kişinin elinde bir güç alanına dönüştürülmesini kaygıyla izledik.
Korkuyu ve şiddeti öylesine içselleştirdiniz ki 18.10.2025 tarihinde yapılan Genel Kurul esnasında bunu canlı olarak yaşadık.
Ego, hırs ve koltuk sevdası öyle bir noktaya vardı ki, biz kadınlara yönelik hakaret etmeyi, taciz etmeyi, korkutmayı ve sindirmeyi dahi olağan gördünüz.
Her türlü antidemokratik ve hukuksuz yöntemi kendinize hak saydınız.
“Aleviler mahkemeye gitmez” diye bağıran Başkan Hüseyin Mat, Genel Sekreter Ufuk Çakır, Danışma Kurulu Başkanı Hukukçu Esma Çakır’ı da Avukat tutarak, tüm bu yanlışları eleştiren (Mahmut Erdoğan) 75 yaşındaki bir Alevi büyüğünü yargıya taşımanız ise acı verici bir çelişkidir.
54.000 EUR deprem bağışının neden özel bir fırına aktarıldığını soran bu yaşlı canın sorusu, Aydınlık, Odatv, Akit gibi gazetelerde de yer aldı. Onları mahkemeye vermeye cesaret edemediniz.
Almanya Alevi Kadınlar Birliği’nin resmi başkanı hâlâ Özlem Akgül olmasına rağmen, işleyişe aykırı biçimde önce Özlem Kara’yı, ardından Özgür Demir’i başkan olarak atadınız. (AAKB kendi tüzüğü ve kendi özerkliği olan bir kurum olmasına rağmen), Bunun ne işleyişle ne de hakka niyetle bağdaşmadığını bilmenize rağmen, işinize öyle geldiği için bu uygulamayı hayata geçirdiniz. Böylece haksız yere elde edilen doğal delegelik hakkının kullanılmasını sağlayarak, ilgili kişilerin hâlâ kurumlara aday olabilecek şekilde devam etmelerine zemin hazırladınız.
Bir süre önce ‘Semah seyirlik değildir’ diye açıklama yapan AABF İnanç Kurulu Başkanı Hasan Ali İçlek Dede, daha geçtiğimiz hafta sonu yürüttüğü Cem erkânının görüntülerini Facebook’ta paylaştı.
Başkalarına yasak koyarken, sıra kendinize gelince aynı şeyi mübah saydınız; üstelik bunu yöneticilik olarak görüyorsunuz. Oysa bu, yöneticilik değil… görevi kişisel çıkarlara göre kullanmaktır.
Size soru soranlara, hesap soranlara saldırdınız. Bizleri küçümsediniz, hakaret ettiniz. AABF’yi özel mülkiyetiniz sandınız.
Bizler ise bu haksızlık karşısında susmayacağız.
Kurumumuza zarar veren bu uygulamalarla ilgili sorumlu birkaç kişi hakkında Alman yargısına suç duyurusunda bulunulmasını doğru buluyor ve destekliyoruz.
Çünkü Alevi kurumlarında arınmanın yine Alevi kurumlarının içinden başlaması gerektiğine inanıyoruz.
Bu nedenle, AABF Disiplin Kurulu’nun yargı sürecini başlatmasını Alevi hareketi açısından hayırlı ve tarihi bir dönüm noktası olarak gördüğümüzü kamuoyuna saygıyla paylaşıyoruz.
Bugün başlattığımız hak arayışı mücadelemiz, geleceğimizi daha sağlam temeller üzerine kuracaktır. Bizler, sesi duyulmayanların dili ve nefesi olmayı sürdürüyoruz. Sürdürmeye de devam edeceğiz.
Özlem Mirwald – AABF 15. Dönem Denetleme Kurulu 2. Başkanı
Yeter Eroğlu – AABF Rheinland-Pfalz İnanç Kurulu Sekreteri ve Mainz Cemevi İnanç Kurulu Üyesi
Dilek Şirin – AABF Disiplin Kurulu İkinci Başkanı
Semiha Turan – Bremen Alevi Kültür Merkezi Başkanı
Nurten Yalnız – Önceki dönem AABF NRW Bölge temsilciliği 2. Başkanı ve Alevi kızılbaş yol önderi
Filiz Eser – NRW Bölge Yönetim Kurulu Üyesi ve Neuss Cemevi (Kaarster Str.) Kültür Sanat Kurulu Üyesi
Elif Duman – Ana, AABF Kuzey Bölge Yönetim Kurulu İkinci Başkanı
Güllü Temiz – Kuzey Bölge Yönetim Kurulu Üyesi
Nurşen Yılmaz – Becekli ve Göktepe Köyleri Kültür ve Dayanışma Derneği Eşbaşkanı

Güvercin donunda kanadın açan

0

Güvercin donunda kanadın açan
Horasan elinden Urum’a uçan
Talibin gönlüne nasibin saçan
Pirim Hacı Bektaş medet kıl bize

Sensin bu yurdu irşad eyleyen
Mahzun yürekleri hem şad eyleyen
O hak meydanını küşad eyleyen
Pirim Hacı Bektaş medet kıl bize

Varıp dergahına yüzüm süreyim
Gayrıya meyilsiz özüm vereyim
Muhabbet bağında gülüm dereyim
Pirim Hacı Bektaş medet kıl bize

Talip olanlar hep yoluna düşer
Semaha durup da virdinle coşar
Bade-i aşk ile kendinden geçer
Pirim Hacı Bektaş medet kıl bize

Çağrı Ozan der ki aşkın gölgesi
Nutkumuz kutsaldır Allah vergisi
Mürşid-i kamildir Türkmen bilgesi
Pirim Hacı Bektaş medet kıl bize

Kıymetini Bil

0

Seninle gidecek hayır hasenat
Hayrını alanın kıymetini bil
Sabahı görmeye varmıdır senet
Allah’tan gelenin kıymetini bil

Allah’ın hikmeti bilinmez sırdır
İnsan sabırsızdır çekmesi zordur
İsyan etme mutlak kefaret vardır
Dünyada çilenin kıymetini bil

Bir meçhule doğru koştuğun anda
Gözlerin kararıp şaştığın anda
Yere kapaklanıp düştüğün anda
Yanında olanın kıymetini bil

Acından ölsen de bir lokma vermez
Kırmızı gül olsan koklayıp dermez
Kimisi vardır ki arayıp sormaz
Hal hatır bilenin kıymetini bil

Sana nasihatım aslına tutun
Et tırnak gibidir bölünmez bütün
Amcayı teyzeyi içine katın
Dayının halanın kıymetini bil

Sürünerek rızk peşinden koşuyor
Ölüm gelmez sur’a kadar yaşıyor
O bile zehrinde şifa taşıyor
Dağdaki yılanın kıymetini bil

Hasret ile göz yaşını dökmeden
Özledikçe resimlere bakmadan
Bırakıp ta gurbet ele çıkmadan
Yurdunun Sıla’nın kıymetini bil

Vakâri olmasın huzuru bozan
Dostu kırmamaya gösterir özen
Türküler söyleyen şiirler yazan
Dertli saz çalanın kıymetini bil

Erdoğan Öner (Vakâri)
27 KASIM 2025

bazen sadece boru yetmez

0

Birgün ormanda araştırma yapan Fizikçi, Matematikçi, Kimyacı, Jeolog ve Antropolog yağmura yakalanmışlar. Hemen yakınlarındaki bir orman evine giderek yardım istemişler. Ev sahibi misafirlerini güzel karşılayarak ikram hazırlamak için mutfağa geçmiş. Bu sırada ekiptekilerin gözüne evdeki soba borusu takılmış. Soba yerden bir metre kadar yukarı konularak, altına taşlarla destek yapılmış. Bunu gören ekiptekiler bu konuda kafa yormaya ve yorumlamaya başlamışlar.

Kimyacı, “Adam sobayı yükselterek aktivasyon enerjisini düşürmüş, böylece daha kolay yakmayı amaçlamış” der.

Fizikçi, “Adam sobayı yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiş” diye yorumlar.

Jeolog, “tektonik hareketlilik bölgesi olduğundan sobanın taşların üzerine yıkılmasını sağlayarak yangın ihtimalini azaltmayı amaçlamış.” der.

Matematikçi, “Sobayı odanın geometrik merkezine kurmuş, böylece odanın düzgün bir şekilde ısınmasını sağlamış.” derken;

Antropolog, “Adam ilkel topluluklarda görülen ateşe tapmanın daha soyut biçimi olan ateşe saygı nedeniyle sobayı yukarıya kurmuş” diye değerlendirir.

Bizimkiler aralarında böyle konuşurken orman köylüsü içeri girer ve hep birlikte ona sobanın böyle yukarıda olmasının nedenini sorarlar. Adamdan çok manidar bir cevap gelir :

– Boru yetmedi.

Demem o ki; herkesin ne yapmaya çalıştığına kafa yormayın, bazen sadece boru yetmez.

Alıntı

Kanmayın tok sözlerime

0

Kanmayın tok sözlerime
Yedim, içtim aç gezindim
Perde indi gözlerime
Bir fanide taç gezindim

Düş içinde devran sürdüm
Başa nice çorap ördüm
On sekiz bin alem gördüm
Dondan dona kaç gezindim

Hem ustaydım hem amele
Korlarda erdim kemale
Kâbe indi mah cemale
Gönüllerde hac gezindim

Sonunda bir sırra erip
Gül kokladım, diken derip
Deruni’yi hiçe verip
Gevher idim saç gezindim

Yokluk ile varlık arasındaydım

0

Yokluk ile varlık arasındaydım
Huzur-u Er-Rahman idim bir zaman.
Ne yer, ne gök daha var olmamıştı
Lâ məkân, lâ zaman idim bir zaman.

Gözlerim kamaştı nur olur iken
O nur Muhammed’de sır olur iken
Şahit oldum âlem var olur iken
Sâkin-i asuman idim bir zaman.

Cibril pervaz vurur idi havada
Sanki bir şey arar idi semâda.
İns u cin yok iken arş-ı âlâda
Gulam-ı Şah Merdan idim bir zaman.

Bir mekân var oldu, ne gök ne yerde
Zapt olundu her şey kutsî defterde
Yâni ey erenler, âlem-i zer’de
Bend-i ahd u peyman idim bir zaman.

Gül misâli gonca iken derildim
Delil diye elden ele verildim
Adem’in sulbüne lâyık görüldüm
Mânâda bir insan idim bir zaman.

Ruhlar aleminde kaynadım coştum
Gelir iken bir kaç alemi aştım
Atamın belinden rahime düştüm
Pıhtı idim, bir kan idim bir zaman.

Diriydim evvelki âlemde öldüm
Anamın rahminde tekrar dirildim
Hak ferman buyurdu dünyaya geldim
Dil bilmez bir sübyan idim bir zaman.

Bir devreden geçip geldim bu devre
Hicâba büründüm hep çepeçevre
Herkes gibi ben de belli bir evre
Sâkin-i bu cihan idim bir Zaman.

Ahd u peymanına sâdık bir kulum
Erenler eliyle sunuldu dolum
Üç beş günlüğüne uğradı yolum
Yeryüzünde mihman idim bir zaman.

Gâh açtım, gâh soldum bir gül misâli
Boynu bükük gezdim sümbül misâli
Altın kafesteki bülbül misâli
Bir düçâr-ı hicrân idim bir zaman.

Dünya üzerinde bir ömür sürdüm
Çalılar içinde kızıl gül derdim
Nice dertler nice acılar gördüm
Kurban-ı dem devran idim bir zaman.

Mest olmaya aşkı şarap eyledim
Dostun cemâlini mihrap eyledim
Sâdık gönüllere hitap eyledim
Bir Velayet Aytan idim bir zaman.

Velayet Aytan

Ali’nin sırrını Mustafa bildi

0

Ali’nin sırrını Mustafa bildi
Ali’dir mâni-i Kur’an Ali’dir

Ceberutta odur bebr ü gazenfer
Melekût bağına gülşan Ali’dir

Muhammed kim Ali bildi cihanda
Anınçün kâmil-i insan Ali’dir

O kim vuslat diler vahdet deminde
Ali’dir delili burhan Ali’dir

Ali’dir her gönülde biten esrar
Ali’dir hikmet-i Lokman Ali’dir

Ne kim var aşikâr gizli cihanda
Ali’dir cümlesi yeksan Ali’dir

Budur hemen arifler sohbetinde
Bînişana heman nişan Ali’dir

Ali de daima Kaygusuz Abdal
Zira evvel âhır heman Ali’dir

Ali’yi sevenin hâk ol yolunda
Bilirsen derdine derman Ali’dir!

Kaygusuz Abdal

Vahdet bahçesinde, huzur-u yârda

0

Vahdet bahçesinde, huzur-u yârda
Güller arasında kızıl gül idik.
Beli dedik beli, sual-i yâra
Ahd ile ikrâra, sâdık kul idik.

Evren var olmadan, mekân yok iken
Yıldız, güneş, kamer, cihan yok iken
Akıp giden devran, zaman yok iken
Tekbir, tehlil, tesbih diyen dil idik.

Velayet yurdunda, gurbet yok idi
Ayrılık yok idi, hasret yok idi
Senlik, benlik yoktu, kesret yok idi
Vahdet halindeydik, Hak’ta hâl idik.

Velayet Aytan

İHANET! Sizi Sizinle Yüzleştirelim mi?

0

İHANET! Sizi Sizinle Yüzleştirelim mi?
Münafıklar Mahallesi, Yağmacılar Sokak, İhanet Caddesi, Arsızlar Aptartmanı Sakinlerine…
Siz ,evet, size söylüyorum. Siz Türk Milletinin namusunu, şerefini kurtaran bir insana yıllardır hakaret ediyorsunuz. İngiliz ajanı diyecek kadar alçaklaştınız. Dinsiz diyorsunuz. Aslında ülke kuran bir paşanın inancı kimseyi ilgilendirmez ama kendini Allah sanan hadsizleri çok ilgilendirdi.
İnanç iddialarında samimi miydiler? Olmadıklarını, ne kadar ahlaksız ve riyakar olduklarını açıkça görüyor, bizzat şahit oluyoruz.
Dünyadaki bütün devrimler çok kanlıdır. Fransız ihtilalinde bebekler bile öldürüldü. Çarlık Rusya yıkıldığında çok büyük katliamlar yaşandı. T.C. Devleti en kansız kurulmuş bir devlettir. Sadece düşmanla işbirliği yapanlar yargılandı. Bir kısmı sürgün edildi. Sürgün edilenlerin çoğu yurda geri döndü. Hala İstiklal mahkemesi dillerinde ama aile katliamı yapmayı yasallaştıran Osmanlı kutsalları…
*** Osmanlı Padişahı 3. Mehmet 19 kardeşini, eşlerini, çocuklarını boğdurdu. Kundaktaki bebekler boğduruldu ama o Osmanlı kutsal, vatana ihanet edenlerin yargılanması zulüm öyle mi? Buradan akıl çıkmaz. Buradan hainlerin çocuklarının da hainliğe devam ettiği gerçeği ortaya çıkar.
Osmanlı döneminde Anadolu misyoner okullarıyla doluydu. Misyonerler Müslüman halkı Hristiyan yapmak için çalışır. Atatürk misyoner okullarını kapattı. Misyonerliği yasakladı. Sonra ne oldu?
***AKP Misyonerliği serbest bıraktı. Yani, Müslümanları Hristiyanlaştırma çalışmasına izin verdi.
Peki bu çok dindar(!) şahıslar bir tepki verdi mi? Asla! İşte size münafıklığın başka bir belgesi…
*** Bu günlerde bolca Atatürk Kuran’ı yasakladı yalanı tekrarlanıyor. Onca camiyi onaran, dinini öğrensin diye meal yazdırıp dağıttıran bir insana iftira ediyorlar ama;
Kendi iktidarlarında Kuran bile sansür edildi.
*** 2007’de İstanbul Eminönü’ndeki Zeynep Sultan camiinin duyuru tahtasına; “Ey iman edenler! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin’ diye Allah’ın ayetini (Maide Suresi 51. ayet) yazan imama soruşturma açıldı. Bu ayet silindi.
*** ‘Allah katında din, İslamdır’ diyen Al-i İmran suresinin 19. ayetini hutbelerden bu hükümet kaldırdı.
Kuran yasaklandı yalanını söyleyenlerin gıkı çıktı mı? Tabii ki kocaman bir HAYIR!
Bu durum münafikliğin açık delili değil de nedir?
*** Egemen Bağış ayetle dalga geçti? Sonra ne oldu? Seçim sonrası balkon konuşmasına katıldı ve büyükelçi yapıldı. Bu sözde dindarların gıkı çıktı mı? Ne gezer? Hatta alkışladılar.
*** Trabzon Sümela Manastırı müzedir.O manastır uçurumun ucunda bir manastırdır ve o uçurumdan Türkler aşağı atılarak parçalanmıştır. İşte o manastır Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon’u fethettiği tarihte ayine açıldı. Ayine gelenler Rum Pontus Devlet haritası bulunan tişörtlerle gelip güç gösterisi yaptı. Hatta o gün müze görevlisi bir bayan memur darp edildi. Peki kim gözaltına alındı?
Türk Bayraklı tişörtler giyerek gelen ve rezilliği protesto eden Türk gençleri…
Peki, biz Osmanlı torunuyuz diyenlerin gıkı çıktı mı? Tabii ki hayır! Bunlar Osmanlıcı falan değil, Osmanlı’yı bir aparat gibi T.C. Devletini yıkmak için kullanan devşirme çocuklarıdır. Hepsi bu!
*** Van Akdamar adasında bir kilise var. O kilise Ermeni kalkışmasında Müslüman Osmanlı kadınlarına tecavüz edilen, erkeklerin katledildiği bir kilise. O adaya katledilen şehitlerimiz için anıt dikilmesine izin vermeyen AKP, kiliseyi Türk Milletinin parasıyla onardı. Çanını da astı. Açılışa Ermenistan’dan din adamları davet etti.
Yani, aşağılanmış, tecavüz edilmiş Müslüman Kadınları ve öldürülen ailelerin hatırasına da tecavüz ettirdi.
Peki bu Müslüman maskeli münafıkların gıkı çıktı mı?
Tabii ki HAYIR!
*** AKP 400’den fazla havra-kilise-sinagog açtı.
Hepsini dolduracak cemaat olmadığına göre, misyonerlere cemaati artırma konusunda çok güveniyor olmalı değil mi?
AKP Genel Başkanı, ‘Tecavüzcü, hırsız, katil”ABD askerlerine ülkelerine sağ salim dönsünler diye dua etti.
Peki din maskeli münafıklar ne yaptı? Sustu!
*** Yillardir Ege’deki 12 adanın Lozan’da verildiği yalanı söyleniyor. Yusuf Halaçoğlu gerçeği anlatıyor: Osmanlı 12 adayı 1912 yılında geçici olarak Uşi anlaşmasıyla İtalya’ya bırakıyor. Uşi Lozan şehrinin bir semti. Üç yıl sonra 1915’te Londra Paktı denilen anlaşmayla bu adaların tamamı İtalya’ya bırakılıyor.
*** Günümüze geldiğimizde;
Ege’de kıta sahanlığı ile birlikte 20 adamız Yunanistan’a terk edildi. Peki, yıllardır 12 ada yalanıyla Lozan’ı kötüleyen güruhun sesi çıktı mı? Tabii ki HAYIR! Bu durumda dertlerinin 12 ada falan olmadığı çok açık değil mi? Dertleri bir yalan üzerinden T.C. Devleti’nin tapu senedi olan Lozan Antlaşması ve Atatürk’e saldırmaktır. Artık takke düştü, kel göründü. Münafıklar mahallesinin ihanet sokağı çocukları açığa düştü.
*** Kurtuluş Savaşını yenilgi olarak anlatan güruh,
Ömür boyu hapse tıkılmış, narko terör örgütü başı, bebek katili, tecavüzcü bir sapığı, Kürt katilini Kürtlere önder diye dayatıp, ayağına gitmesini “başarı” gibi sahipleniyor. Allah’ın sopası yok derler ya? İşte sopa, bu rezil çukura düşmektir. 24 yıldır ne kadar yalan söyleyip iftira ettilerse, hepsini tek tek kendileri gerçekten yaptı.
*** Papa öldü, bayraklar yarıya indirildi. Yani, yas ilan edildi. Sarayın açılışına Papa davet edildi. Meclisi Cuma günü Kuran okutarak açan Atatürk’e kafir diyenler, Papayla saray açılışına tek kelam etmedi. AKP Genel Başkanı maaile Vatikan’da Papayı ziyaret etti. Olsun değil mi? Arsızlar apartmanı çocukları için;
AKP Genel Başkanı hatadan münezzehtir değil mi? Zaten “merhametimiz gazabımızı geçmiştir” diyerek Tanrı Krallığını ilan etmemiş miydi?
Liderlerinin hatırını hak ve hakikatin hatırından üstün saymak dine göre küfür değil de nedir?
*** 100 Yıl içinde ülkemizi 5 papa ziyaret etmiş. Hepsi de 28 Kasım’da gelmiş. Ne tesadüf ki, üçü AKP döneminde gelmiş. Adamlar haklı. Haçlı Savaşlarını aklayan bir AKP’yi ziyaret etmeyip kimi edecekler. Anadolu’nun zenginliklerini yağmalamak için gelen Haçlı Ordusu için Erdoğan ne demişti? Kültür ve sanat getirdiklerini söylemişti değil mi?
*** Atatürk’ün 1925 yılında kabul etmediği Papa İznik’i ziyaret etti. Fatih Sultan Mehmet’de kabul etmemişti. İmitasyon Osmanlıcılar kabul etti. Haçlı Savaşını boşuna aklamadılar.
Papa VW Arena’da binlerce kişiyle ayin yaptı.ABD’nin müstemleke valisi gibi hareket eden ve ülkeyi yönettiğini sanalarca ses çıkarılmayan konsolos; 54 Yıl önce kapatılan Heybeli Ada Ruhban Okulunun açılacağını söyledi. Haklı’dır(!)… Meşruiyet verenler emir de verir değil mi?
Şu Lozan hezimet diyenleri arıyorum, neredesiniz? Paspas olmayı içine sindirenler… İhanet Caddesinin çocukları;
Gördünüz mü gerçek hezimeti?
MSÜ Rektörü Tarihçi, Yazar Erhan Afyoncu;
Haçlı Seferleri’ni başlatan Papa II. Urbanus’un konuşmasının 930. yıl dönümü olan 27 Kasım’da, Papa 14. Leo’nun Türkiye’ye geldiğini anımsatarak,
Papa II. Urbanus’un Avrupa’daki bütün Hristiyanları, ‘Kutsal Toprakları’ geri almak için Müslümanlar’a karşı savaşa çağırdığını ifade etti.
Bizim yeniyıl ağacı düşmanları acaba nerede?
Sarayda Papa’yı Hz. Muhammed’in Medine’ye hicretinde kendisini karşılayanların söylediği ilahi ile karşıladılar. İlahi’nin sözleri;
“Ey bizden seçilen elçi,
Yüce bir davete geldin.
Sen bu şehre şeref verdin,
Ey sevgili hoş geldin.
Şu rezilliği CHP yapsaydı, bu sahtekar dinciler meydanlara çıkıp CHP’lileri taşlardı.
*** Şimdi Ayasofya operasyonu var. Halaçoğlu diyor ki; “Ayasofya’da Osmanlı’nın yaptığı sıvalar sökülüyor. Kubbedeki kurşunlar ve bir takım yazılar kaldırılıyor. Osmanlı döneminde yapılmayan bir uygulama yapılarak ikinci kat sadece Hristiyanların pasaportla girdiği bir yer haline getirildi.”
Ayasofya’yı ibadete mi açmışlardı(!)? Hey, Ayasofyacılar, neredesiniz? Papanın cübbesi altına mı gizlendiniz?
Maskeler tek tek düşüyor. Boya akıyor. İçinden şeytanın çocukları, Evangelistler çıkıyor.
*** Cizre’de bir rezalet daha yaşandı. Aslında rezalet ötesi bir durum. Yahudi, BOP’nin Irak görevlisi Barzani ve uzun namlulu silahlarıyla, kara gözlüklü korumalarıyla Türk Devletine Meydan Okuyor. Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in gücü Şehit Annesi ile Mustafa Kemal’in askeriyiz diyen genç Teğmenlere yetiyor.
MSB kOMİSYONUNDA;
iki PKK’lı vekil Türk Ordusuna; “Kandan beslenen işgalciler, tecavüzcüler” diyor. Bebek katiline kurucu önder diyen AKMHP susuyor. PKK’lı vekiller bu sözleri MSB’nına söylüyoruz diyor. Yaşar Güler Ordusuna yapılan bu ağır hakaret ve alçaklığa sesini çıkartmıyor.
Utancımızsın Yaşar Güler. Susmak ONAYLAMAKTIR. Sen Türk Ordusu’nu temsil edemezsin. Bu durumda BOP’u temsil eden bir görevli olursun. UTANCIMIZSIN!
Ey Türk Milleti; Biz susarsak;
Azınlıkların şımarıklığıyla Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Beylerin ipe götürülme süreci de başlayacak gibi görünüyor. Orkun Özeller’e yapılanlar bize ne anlatıyor?
Lozan hezimet, Kurtuluş Savaşı yenilgi diyen ahmaklar, neredesiniz? Peşmerge gelmiş, güç gösterisi yapıyor. Onur diye bir kavram var. Sahi, sizler paraya dönüşmeyen hiçbir değeri almıyordunuz değil mi? Bir an unuttum, insanlık işte(!)…
*** BOP EVANGELİST bir projedir. BOP’a hizmet illimünati, yani iblise hizmettir.
İblise tapanlar Tanrı’yı kıyamete zorlama projesini dikte ediyor. Tanrı’yı kıyamete nasıl zorluyorlar?
Büyük günahlar işleyerek…
Camide fuhuş yapan imam, din söylemiyle açılan yurtlarda erkek ve kız çocuklarına tecavüz eden sapkınlar da evangelisterin elemanı olabilir mi?
Evangelistler güzel olan herşeyi yok etmeli ki, Tanrı kıyameti getirsin. Peki, Kuran ayeti ile kullarım deyip insana emanet edilen dört ayaklılardan kedi, köpek ve yere çakılan ağaçlar…. Hatta Kuran’da övülen zeytin ağaçlarının katliamı neye hizmet ediyor?
Anlaşılan o ki, Evangelistler labaratuvar olarak Türkiye’yi seçmiştir. BOP bir Evangelis projedir.
Türk Milletine yıllardır Selefi İslamı dayatanlar aklı terk edince kimin hizmetine girdiğini de anlayamadı. Görünen o ki;
Selefiler evangelistler, yani iblise asker olmuştur. Bunların insana dair hiçbir değerlerinin olmadığını görüyoruz. Bu karanlığı yırtamazsak, Afganistan bile olmayız. Afganistan olmak için bile bir vatan gerekiyor.
Ve iblisin çocukları “MÜNAFIKLAR MAHALLESİNDE” DİN SATIYOR.
Unutmayın! “Hiçbir Firavun tebaası olmadan Firavun olamaz. Firavun’u Firavun yapan tebaasıdır.”
Zahide UÇAR(02.12.2025)

Ben asıl’ım, sen vekilsin!

0

Erk olmayı kafandan sil,
Ben asıl’ım, sen vekilsin!
Sen en önce haddini bil,
Ben asıl’ım, sen vekilsin!

Demokrasi ülkesinde,
Oy hakkı var herkesin de,
Atatürk’ün ilkesinde,
Ben asıl’ım, sen vekilsin!

Varsa çağdaş Cumhuriyet,
Yıkmak mıdır asıl niyet?
Halk seçmişse seni şayet,
Ben asıl’ım, sen vekilsin!

İnsanlığın varsa biraz,
Yolduğun halk, değildir kaz.
Bak bir daha etmem ikaz,
Ben asıl’ım, sen vekilsin!

Doğru yolda gideceksin,
Hakikati güdeceksin,
Bana hizmet edeceksin,
Ben asıl’ım, sen vekilsin!

Nerede iş, nerede aş?
Tencerede taş kaynar taş.
Toparlan git yavaş yavaş,
Ben asıl’ım, sen vekilsin!

Özgürlüğü kısa kısa,
Kadük kaldı Anayasa.
Sende devran, bizde tasa,
Ben asıl’ım, sen vekilsin!

Ne hukuk var, ne adalet
Uçurumda Koca Devlet.
Diyorsun ki: “Gel biat et!”
Ben asıl’ım, sen vekilsin!

Vaatlerin hepsi fire,
Gırtlağa dek battın kire.
Gel hesap ver Bindebir’e,
Ben asıl’ım, sen vekilsin!
*
03.12.2025 – (4+4)
Ozan Bindebir
*
Açıklamalar (TDK Sözlük) :
Erk: Her istediğini yaptırabilme gücü, sözü geçerlik.
Kadük: Değerini, önemini yitirmiş, geçerliliği ve hükmü kalmamış, eskimiş.
Fire: 1- Ağırlık yitimi. 2- Eksik, noksan olan.

Akıl ki ne büyük nimet bilene

0

Akıl ki ne büyük nimet bilene
İnsana kötülüğ cehalet eder
Ehlini cehlini bilmezse kişi
Hırsıza anahtar emanet eder

İki yüzlülerin yönü yalandır
Kıblesi yalandır dinî yalandır
Yarını yalandır dünü yalandır
Vatana millete ihanet eder

Kur’an’a sarılki kula aldanma
Her cübbe giyeni müslüman sanma
Hitabete bakıp sözüne kanma
Bir avuç dolara ibadet eder

Klavuzu doğru yerden seçmeli
Klavuz dediğin serden geçmeli
İyi tahlil edip iyi ölçmeli
Herkesin sonunu felaket eder

Gafille beraber yolda yürürsen
Mandacı güruha fırsat verirsen
Taviz verir birde mazur görürsen
Güzelim ülkeyi Eyalet eder

Dıiş mihrAK lar sanma hep boş duruyor
Aslına nesline tuzak kuruyor
Milleti en hassas yerden vuruyor
Hastalık bünyeye sirayet eder

Coşkun Arslan

PİJAMANI ÇIKAR, YOKSA KEFENİNİ GİYERSİN!

0

Özgür Özel bir tweet attı. Ortalık yıkıldı mı? Hayır. “Muhalif” olduğunu iddia eden, ama aslında konfor alanının esiri olmuş tatlı su entelektüellerimiz yine burun kıvırdı.
Neymiş? Üslup sertmiş. Neymiş? Pijama ne alakaymış.
Bakın çok net, lafı hiç dolandırmadan soruyorum: Siz gerçekten olan bitenin, basit bir “iktidar değişimi” meselesi olduğunu mu sanıyorsunuz?
Özel’in o tweeti, bir siyasi çağrı falan değildir. O tweet, batmakta olan bir gemide, filikalara binmeye tenezzül etmeyip “Kamarada şarabım bitmedi” diyen aymazlara atılmış bir tokattır.
O elindeki kumandayla zap yaparken, “Ah canım ülkem ne hale geldi” diye hayıflanan, sonra da Instagram’da kedi videosu beğenen sana sesleniyor kardeşim.
“Sana bu suskunluğu kim öğretti?”
Psikolojide buna “Öğrenilmiş Çaresizlik” denir. Pavlov’un köpeği gibi şartlanmışsınız dayağa, sefalete, hukuksuzluğa. Ama işin arkasında sandığınızdan çok daha korkunç bir plan var.
Cumartesi akşamı, oldukça kritik bir isimle yemekteydim. İsim veremem, adamı ipe götürürler; “Serkan Bey” dedi, “Olay artık bir yönetim zafiyeti değil. Olay, bir tasfiye süreci. Batan bir şirketin mallarını, alacaklılar kapıya dayanmadan önce yangından mal kaçırır gibi kendi şahsi kasalarına aktarma operasyonu bu.”
Dondum kaldım.
Yani efendiler, o televizyon karşısında “Devletim için çalışıyorlar” diye alkış tutan saf, temiz, Milliyetçi -Muhafazakar kardeşim… O izlediğin şey bir devlet yönetimi değil, bir enkaz kaldırma çalışması. Ama enkazı kaldıranlar, enkazın altında kalacak olanlar değil; o enkazdan çıkan son demirleri de satıp kaçacak olanlar.
Sen orada “Vatan, Millet, Sakarya” edebiyatıyla uyutulurken; senin çocuğunun geleceği, emeklinin üç kuruşu, işçinin alın teri, memurun onuru satılıyor!
Ve sen… Evet, sen! Okumuş etmiş, dünyayı tanıyan, bilimin ne olduğunu bilen, ama korkusundan veya tembelliğinden evinde oturan sen! Bu organize kötülüğün, yağmanın ve talanın karşısında susarak, aslında en büyük ihaneti sen yapıyorsun.
Doğada hareketsiz kalan organizma ölür. Nokta. Bu bir fizik kuralıdır, sosyolojik bir kanundur. Entropi yasasıdır yahu! Düzen sağlamak için enerji harcamazsan, sistem kaosa ve çürümeye mahkumdur.
Senin o üzerindeki pijama, sadece bir ev kıyafeti değil. O senin kefenin. Senin o elindeki kumanda, kendi idam sehpanın kolu.
Mesele Özgür Özel meselesi değil. Mesele CHP, AKP meselesi hiç değil.
Mesele şu: Senin o çok övündüğün aydınlanman, eğer bir “eyleme” dönüşmüyorsa, o aydınlanma değil, olsa olsa gösterişli bir cehalettir.
O “cahil” dediğimiz, küçümsediğimiz kitleyi suçlamayı bırakmalıyız. Adam bilmiyor. Görmüyor. Gösterilmiyor. Onun beyni yıkanmış, midesi boş, umudu çalınmış. O, celladına aşık edilmiş bir kurban.
Ama sen? Ben? Sen görüyorsun. Ben biliyorum. Anlıyorsun, anlıyorum. Ve buna rağmen susuyorsak, o pijamayla oturuyorsak; suçlu o gariban değil, biziz!
Gençlerin bavulunu toplayıp kaçtığı, emeklinin market rafına bakıp ağladığı, işçinin köle gibi çalışıp aç yattığı bu düzende; “Ben karışmayayım, başım ağrımasın” demek, alçaklığın dik alasıdır.
“Gün dayanışma günüdür. Direnme günüdür.” diyor ya Sayın Özel. Ben artıyorum; “Gün, o safça inananları sarsıp uyandırma, şahsi ikbal peşinde koşan haramzadelerin tekerine çomak sokma günüdür.”
Şimdi değilse ne zaman? Sen, ben değilsek kim?
Dünya’da tekrar saygın bir ülke olmak istiyorsak, çocuklarımızın başka ülkelerin kapısında sığıntı olmasını istemiyorsak, o pijamayı çıkaracağız.
Yoksa yarın o evimizden atmaya geldiklerinde, elimizde kumandayla değil, boynumuzda tasmayla çıkarız dışarı.
Serkan Yıldız

Tövbekar ol, gönül tarıktan çıkma,

0

Tövbekar ol, gönül tarıktan çıkma, (tarık= yol)
Namertten şefaat şifadar olmaz,
Eylik eyle sakın, bir gönül yıkma,
Görüşme kötüyle, onda ar olmaz.

Dinleme dünyanın kıyl-ü kalini,
Gözetle kamilin pür kemâlini,
Düşürme üstüne el vebalini,
Zira böyle kişi bahtiyar olmaz.

Namertler içinden hicret et durma,
Yapacağın hayrı kimseye sorma,
Kişi zadelikle kendini kurma,
Mezartaşı ile iftihar olmaz.

Münafıkın yeri her dem nar iken,
Düşman olsa korkma Mevla var iken,
Bir adamın ezel vakti var iken,
Sonu yoksul olsa gözü dar olmaz.

Varıp meyhaneye kadehi çatma,
Muhannetlik edip ocağın yıkma,
Elin güzeline kem gözle bakma,
Elin doğru yarı sana yar olmaz.

Hisse-mend ol kamillerin sözünden,
Başka yoktur kazan özü özünden,
Evlat düşse atasının gözünden,
Hüdâ razı olup berhudar olmaz.

Sözü geçmez bir mecliste gedanın,
Bahtı kara olup vatan-cüdanın,
Sonu karanlıktır haramzadenin,
Çalıp çırpma ile kesb-i kar olmaz.

Öğünüp meydanda hışma gelene
Sözde tövbe edip pişman olana
Ta ezelden sana düşman olana
Sakın teslim olma beh- pazar olmaz,

Yoksulluk dediğin ömürler söker,
Katranı kaynatsan olur mu şeker,
Cinsi bozuk olan cinsine çeker,
Aslı hamdemirden mücevher olmaz.

Sümmani ah edip sararıp solma,
Gelen allahtandır kimseden bilme,
Sevilen bir yere çok gidip gelme,
Kesilir muhabbet itibar olmaz.

Aşık Sümmani

Ozan Bindebir’in asıl adı Yüksel KILIÇ’tır,

0

Ozan Bindebir’in asıl adı Yüksel KILIÇ’tır, 12.05.1960 yılında Tokat İli, Artova İlçesi’ne; şu anda ise Yeşilyurt İlçesine bağlı olan Karaoluk Köyünde doğdu. Babası Haşim, Annesi Sultan’dır. İlk şiirini on bir yaşında yazdı. Ortaokulu bitirdikten sonra maddi imkânsızlıklar yüzünden öğrenimine devam edemedi. Fakat okumayı ve araştırmayı her zaman sürdürdü. On yedi yaşında bağlamayla tanıştı. Yirmi yedi yaşına kadar serbest işlerde çalıştı. Bir yandan da çaldı, söyledi.
1987 yılında Turhal Halk Eğitim Merkezi’nden bağlama dalında sınavla “Usta Öğreticilik Belgesi” aldı. Aynı yıl Turhal Halk Ozanları Kültür ve Musiki Derneği’nde bağlama öğretmenliği yaptı.
1988 yılında Ankara’da Orman Genel Müdürlüğü’nde işçi olarak işe başladı ve 2014 yılında emekli oldu. Evli ve iki çocuk babasıdır.
1998 yılında Ozanlar Vakfı’na üye oldu, faaliyetlerini bu Vakıf kapatılıncaya kadar burada sürdürdü. Ozan Gönüllü Coşkun’dan ve Gürünlü Âşık Gülhani’den şiir tekniği dersleri aldı ve kendini geliştirdi.
2001 yılında Hacıbektaş Belediyesinin açtığı “Lâiklik” konulu şiir yarışmasında hece vezni şiir dalında birincilik ödülü aldı. TRT’ de radyo programları yaptı ve beğeniyle dinlendi. Başka birçok etkinlik ve konserlerde yer aldı. Şiirleri, sosyal içerikli ve sevgi şiirlerinden oluşmaktadır. Değişik konularda da şiir üretmiştir.
2004 yılında Ozanlar Birliği Kültür Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı ve ilk genel kurulda yönetime seçildi. Ozanlar Vakfı-2003, Ozanlar Birliği- 2005 ve 2006, AN-DER 2012 ve 2016 Şiir Antolojilerini ve yine köylüsü olan Ozan Mustafa Gülşan’ın “Yüreğimin Bam Telinden” adlı şiir kitabını yayıma hazırladı. Birçok dergi ve antolojilerde şiirleri yayımlandı. 700 civarında hece ölçülü şiiri mevcuttur.
Özgürlük, demokrasi, evrensel duyarlılık, Atatürkçülük, insan ve doğa sevgisi, emeğe saygı duymak ve haksızlıklara baş kaldırabilmek… O’nun temel ilkeleridir.
Şiirlerinde mahlas olarak bir süre kendi ismini (Yüksel) kullandı. Daha sonra Coşkun Gönüllü’nün: “Senin şiirlerinde haksızlığa ve soygun düzenine karşı bir isyan var. Senin mahlasın İsyani olsun!” dediği için kısa bir süre de bu mahlası kullandı. Bu mahlası kullanan başka ozan olduğunu öğrenince artık kullanmadı.
Mütevazı bir kişiliğe sahip olan ozan, “Ozan gibi bir ozanın binde biri kadarım” dediği için kendisine Âşık Arabi tarafından “Bindebir” mahlası verildi. O günden bu yana bu mahlası kullanmaya başladı.
2007 yılında Hacıbektaş Belediye Başkanlığı, Anma Komitesi ve Kültür Bakanlığı’nın ortak davetiyle Hacı Bektaşi Veli’yi Anma Etkinliklerine sanatçı-ozan olarak katıldı ve ilgiyle izlendi.
2008 yılında dört ozan derneğinin OZAN-DER’de birleşmesi konusunda etkili oldu ve Mâli Sekreter olarak yönetime seçildi. Olağan Genel Kurulda tekrar yönetime seçildi ve bir süre bu görevini sürdürdü.
Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği – OZAN-DER işbirliği ile düzenlenen “Mahzuni Şerif ve Felsefesi” konulu Hece Vezni Şiir yarışmasında 3.üncülük ödülü aldı.(15-16 Mayıs 2010) .
Daha sonra ozanlık adına yozlaşma gördüğü derneğinin yönetiminden ve üyeliğinden ayrılarak bir grup ozan arkadaşıyla Anadolu Halk Ozanları Kültür ve Dayanışma Derneği’ni (AN-DER) kurdular (Mayıs 2011) .
Bir süre yönetimde de görev aldı ve kendi isteğiyle ayrıldı.
Zaman zaman şiir yarışmalarında çeşitli ödüller alan ozan; Türk Haber Ajansı’nın düzenlediği “Dede Korkut” konulu uluslararası hece vezni şiir yarışmasında 2. lik ödülü aldı (24 Ağustos 2011) .

  1. Ulusal 22. Uluslar arası Hacı Bektaş Veli Anma Törenleri ve Kültür Sanat Etkinlikleri Çerçevesinde Düzenlenen Hece Vezni Şiir Yarışmasında 2. Mansiyon ödülüne layık görüldü. (Ağustos 2011) .
    Alevi Vakıfları Federasyonu, 1. Uluslararası Yunus Emre Şiir Ödülü Yarışmasında 2. Lik ödülü aldı (03.09.2022).
    Ordu Zümrüt Fındık Festivali Türk Halk Müziği Beste Yarışmasında “Ordu’muz Çok Şirindir” adlı şiirini İsmail Tatar’ın besteleyip yarımaya katılması sonucu 1.lik ödülüne layık görüldü (18.09.2022).
    Bazı şiirleri Musa Eroğlu, Hakan Çakmak, Süleyman Yıldız, Güler Duman, Salih Turhan, İsmail Tatar, Erdoğan Tozoğlu, Âşık Haşimî, Mehmet Yalçın (Töre Memet), Sedat Aktaş, Âşık Makbulî, Hüseyin Yılmaz, Cemalettin Gürbüz, Umut Yurdusar, Yücel Öztürk, Hüseyin Parlak (Gülşanî),İbrahim İbal, Kalyon, Erdem Demir ve Alper Fahri Usal gibi sanatçı ve ozanlar tarafından bestelenerek okundu. Kendi bestelediği ve diğer sanatçı dostlarının bestelediği 140 civarında eseri mevcuttur.
    Şahsi Şiir kitabı “Kendimi Okudum, Kendimi Yazdım – Ozan Bindebir’in Hayatı, Sanatı ve Şiirleri” adını taşıyor. Gâzi Yayınevinden akademik bir çalışma olarak; yazar Merve Karatay tarafından Ocak 2013’de çıkarıldı ve yayımlandı.
    Son zamanlarda yine bir kitap çıkarma hazırlığı içerisindedir. Akademik bir çalışma olarak çıkaracağı yeni kitabını da akademisyen hocalarıyla birlikte çıkaracaktır. Hazırlık aşamasındadır.
    Kültür Bakanlığı sınavını kazanarak “Halk Ozanı” dalında kayıtlı üyedir. Ayrıca “Besteci – Söz Yazarı” olarak da MESAM üyesidir. Şair, bağlama çalmakta ve nota bilmektedir. Bazı eserleri albümlerde yer almıştır. Sağlık problemleri nedeniyle artık etkinliklere fazla katılamamaktadır.
    Eserleri
    Şiirleri:
    1- Duygu Rehberi (Ozan Naçari) kitabında,
    2- Ozanlar Vakfı Şiir Antolojisi 2002 ve 2003,
    3- Ozanlar Birliği Kültür Derneği Şiir Antolojisi 2005 ve 2006 serilerinde ve bazı dergilerde,
    4- Anadolu Halk Ozanları Kültür ve Dayanışma Derneği’nin (AN-DER) Ekim 2012’de çıkan ve Temmuz 2016’da çıkan kendisi tarafından hazırlanan Şiir Antolojisinde şiirleri yayımlandı.
    5- Şahsi şiir kitabı “Kendimi Okudum, Kendimi Yazdım – Ozan Bindebir’in Hayatı, Sanatı ve Şiirleri” adını taşıyor. Gazi Yayınevinden akademik bir çalışma olarak; yazar Merve Karatay tarafından Ocak 2013’de çıkarıldı ve yayımlandı.
    *
    Şiirlerinden örnekler:
    BANA NEYLER?
    Ölmeden ölmüşüm neden korkayım,
    Aşkımdır titreten, fay bana neyler?
    Nice gelip gittim, sayılmaz sayım
    Güneş’in aslıyım, Ay bana neyler?

Nice erkân gördüm, nice post gördüm
Nice sınav geçtim, nice test gördüm
Nice düşman gördüm, nice dost gördüm
Ok sinemde saplı; yay bana neyler?

Hak yolunda yürür gider katarım,
Gevher alır yine gevher satarım.
Ne kâr ettiğim var ne de batarım;
Yüklendim yükümü, tüy bana neyler?

Yağmurlara bedel gözümün yaşı,
Dolu yağar gibi atarlar taşı.
İnsanlık adına verdim savaşı;
Ölümü öldürdüm, bey bana neyler?

Rehberim sayarım fenni, bilimi
Baş tacı ederim aklıselimi.
Cehalete kalem etmem dilimi,
Ustamdan ders aldım; toy bana neyler?

Desinler “Bindebir vallahi deli”
Kayadan ne alır bir saba yeli?
Varsın alsın beni bir bahar seli;
Ummana dalmışım, çay bana neyler?

12.09.2017
Ozan Bindebir
*
SEN GİDERSEN
Sen gidersen suna boylum,
Hayat bana zehir olur.
Yanar bağrım oylum oylum,
Gözüm yaşı nehir olur.

Sürer böyle birkaç sene,
Sinem yanar tüter gene,
Gözüm yaşı bir engine,
Gider dolar, bahir olur.

Hem gündüzüm, hem de gecem
Sen olursun dilde hecem.
Sen gidersen gönül Ece’m,
Mecnunluğum zahir olur.

Sözüm sana fayda etmez,
Öyle iken sevdam bitmez,
Yorgun dizim yola gitmez,
Kavuşmamız tehir olur.

Bir umut ver maşuğuna,
Ben koşarım ışığına…
Sen bak o gün âşığına,
Yar sevmekte mahir olur.

Özlemini etme zulüm,
Ben bülbülüm, sen de gülüm…
Ayrılıktır asıl ölüm,
Bindebir’e ahir olur.

14.04.2019 – (4+4)
Ozan Bindebir
*
BİZİM ELLER

Bahar geldi gayri bizim ellere
Mantar toplamanın zamanı şimdi…
Çoban kavalını katar zillere
Hayvanları yemez samanı şimdi…

Yayla çiçekleri açar sapsarı
Çıkar kovanından dolanır arı.
Karaoluk denen bizim diyarı
Çiğdem, çiçek tuttu her yanı şimdi.

Coşa gelir durmaz ötüşür kuşlar
Yiğitler güreşir, birbirin tuşlar
Bahar yorgunluğu yorar yokuşlar
Kesilir dizlerin dermanı şimdi.

Patırpatır Şelalesi bir neşe
Kuzey yanı hasret kalır güneşe…
Güneyinde boyun eğer menekşe
Gönlüme düşürdü gümanı şimdi…

Karın doyurmaya verilir emek
Zenginler ne bilsin, bunlar ne demek…
Madımak toplanır, akşama yemek
Kadınlar eşeler harmanı şimdi…

Şehirliler gelir, çekilir pozlar
Türlü oyunlarda oynanır kozlar
Meler koyun, kuzu ayrılır yozlar
Kızlar giyer renk renk tumanı şimdi…

Kuşdöneği sanki güzelin tacı
Göğdere’ye iner kurtların acı
Boztepe’yi desen ayrı mizacı
Ayrılmaz başından dumanı şimdi…

Gençler sevdiğinin gezer peşinde
Gündüz hayalinde, gece düşünde…
İnsanlar çalışır türlü işinde
Nineler savurur kirmanı şimdi…

Şu gurbetin derdi ayrı bir çile
Ne kadar anlatsam gelmiyor dile.
Padişahtan emir olsa da bile
Bindebir dinlemez fermanı şimdi…

10.05.2014
Ozan Bindebir
*
BERİYE GELSİN (Sözlük Destan)

Sözümün üstüne söz varmış meğer
Anlağı bilenler beriye gelsin
Usta görsem başım göklere değer
Çaylağı bilenler beriye gelsin

Fışkını, budağı, çırpıyı, dalı
Boşboğaz, sünepe, ibiş, şapşalı
Avanak, ahmağı, sersem, aptalı
Salağı bilenler beriye gelsin

Üleşme, bölüşme, hisseyi, payı
Beygiri, aygırı, yılkıyı, tayı
Mandayı, camızı, kömüş, dombayı
Malağı bilenler beriye gelsin

Hayali, hülyayı, rüyayı, düşü
Sine, bağır, göğüs, gerdanı, döşü
Hontumuş, çörüşmüş, çok geçmiş yaşı
Kalığı bilenler beriye gelsin

Nehiri, ırmağı, çayı, dereyi
Kalpağı, külahı, papak, bereyi
Haberci, postacı, yamçı, kuryeyi
Ulağı bilenler beriye gelsin.

Çedene, kavurga, kendir tohumu
Ağu ağacını, zehir zakkumu
Dürümü, tikimi, lokma, sokumu
Açlığı bilenler beriye gelsin

Uruplağa, mucur, gödekle çinik
Köpek, zağar, könez, it ile enik
Mestan, tekir, göcen, kediyle pisik
Avlağı bilenler beriye gelsin

Köyneği, işliği, mintan, gömleği
Gıltıma, tulumu, yayık, çömleği
Maşala, karığı, honu, evleği
Döleği bilenler beriye gelsin.

Dibeği, havanı, seten, sohuyu
Buboyu, baykuşu, bir de puhuyu
Cereni, maralı, ceylan, ahuyu
Eliği bilenler beriye gelsin

Horoz, tavuk, ferik, civciv, cücüğü
Zemheri, Abrulu, Kiraz, Gücüğü
Keçi, teke, gıdik, oğlak, beciği
Yemliği bilenler beriye gelsin

Boğayı, tekeyi, buğrayı, koçu
Harmanı, düveni, tığ ile çeçi
Kâkülü, perçemi, sırmayı, saçı
Beliği bilenler beriye gelsin

Sahan, sini, tava, aşırma, kabı
Riyaziye, cebir, sayı hesabı
Çarık, çizme, nalın, bot, ayakkabı
Keliği bilenler beriye gelsin.

Buzağı, biciği, düve, danayı
Serzeniş, sitemi, kerç, kınamayı
Yapıyı, haneyi, damı, binayı
Heliği bilenler beriye gelsin

Ekseni, dingili, aksı, mazıyı
Boyunduruk, dayak, zelve, azıyı
Koyun, toklu, şişek, körpe kuzuyu
Emliği bilenler beriye gelsin

Tükürüğü, salya, şefil, şörüğü
Baş örtüsü, çarşaf, yazma, bürüğü
Eşeği, sıpayı, zırıl, kiriği
Gölüğü bilenler beriye gelsin.

Kâse ile tası, bir de çanağı
Şizofreni, deli, aklı bunağı
Şakağı, çeneyi, avurt, yanağı
Duluğu bilenler beriye gelsin

Yedirip içirme, şölen, ziyafet
Şayia, söylenti bir de rivayet
Giyim kuşam, üst baş, kisve, kıyafet
Kılığı bilenler beriye gelsin

Urganı, yuları, kınnap, sicimi,
Oylumu, cirimi, sıygı, hacimi
Halıyı, kilimi, çulu, cecimi
İpliği bilenler beriye gelsin

Bakımsız, yıpranmış, hurda, külüstür
Tavuk evi adı; pinnik, kümestir
Kevgir, süzgeç, filtre, süzek, ilistir
Eleği bilenler beriye gelsin

Mal tarağı, tımar, gebre, kaşağı
Er bezi, yumurta, haya, taşağı
Ekini, buğdayı, kapçuk, başağı
Evleği bilenler beriye gelsin

Heybeyi, fileyi, hurcu, torbayı
Baş yastığı, şilte, mitil, pulbayı
Çamaşır, elbise, esbap, urbayı
Alığı bilenler beriye gelsin

Neşeli, sevinçli, memnun, şâduman
Çevirmen, mütercim, dilmaç, tercüman
Uzay, feza, acun, sema, asuman
Maliği bilenler beriye gelsin

Bakışı, basarı, nazarı, gözü
Cemali, simayı, sıfatı, yüzü
Kur’an’ı, ayeti, hadisi, cüz’ü
Haliğ’i bilenler beriye gelsin

Çuvalı, hararı, seklem, telisi
Kalenderi, divan, destan, selisi
Bindebir’im görüp bekçi, polisi
Çeliği bilenler beriye gelsin.

14.07.2025 – (6+5)
Ozan Bindebir

3 Mayıs 1944 SABAHATTİN ALİ’yi Katletme Girişimi ve Türkçülük Günü

0

Ömer Asan
Elimdeki iki kitapta Alparslan Türkeş kendi kalemiyle Sabahattin Ali ve 1940’lı yılları anlatıyor. Kendi deyimiyle vatanı kurtarmak için yerli kızıllara karşı mücadele veren ordu içindeki milliyetçi subaylardandı. Başöğretmenleri Nihal Atsız ve Şevki Mutlugil.
“27 Mayıs ve Gerçekler” adlı kitapta ordu içindeki subaylar ve bir kısım Türkçü sivillerin İnönü iktidarına karşı darbe hazırlıklarını anlatıyor. İlki 1942-43 yıllarında İnönü’ye karşı Almanya / Nazi yanlısı askeri darbe düzenlemek için Çorlu’da toplanan bir grup subay arasında Alparslan Türkeş de var** (s.14). Ancak görüş birliği sağlanamadığı için darbe erteleniyor. 1944 yılındaki ikinci darbe girişiminde de Türkeş aktif rol alıyor. Darbe için ordu içinde tam bir mutabakat sağlanıyor. Ancak durumdan haberdar olan Cumhurbaşkanı İnönü, darbenin lideri olduğundan şüphelendiği Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ı görevden alıyor ve darbe akamete uğruyor** (s.18-19).
Tam da bu sıralarda İnönü iktidarı Sabahattin Ali’nin açtığı davayı fırsata dönüştürüp Nihal Atsız ve ünlü milliyetçi sivillerle birlikte aralarında Alparslan Türkeş’in de bulunduğu Turancı ve Nazi yanlısı darbeci askerleri tutukluyor. Tarihte Irkçı-Turancı Dava olarak bilinen olayın ilk duruşması 3 Mayıs 1944 tarihinde oluyor ve mahkemenin etrafında konuşlanan bir grup milliyetçi Sabahattin Ali’yi öldürmek için duruşma salonunda saldırıya geçiyor. Sabahattin Ali duruşma salonunun penceresinden kaçarak canını zor kurtarıyor. Hızını alamayan kitle Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali’nin kitaplarını meydanda yakıyorlar. İşte sonraki yıllarda ilan edilen ve yıllardır Milliyetçi Türklerin kutladığı “3 Mayıs Türkçülük Günü” o gün öldüremedikleri ülkemizin en muhteşem insanını, Sabahattin Ali’yi tersinden anma günüdür.
ABD ve Sovyetlerin II. Dünya Savaşı’nın kazanlar tarafında olması üzerine Türkiye, ABD ile Sovyet karşıtı ikili ilişkiler kuruyor ve Türkiye’deki bütün antikomünist grupları kontrollü olarak serbest bırakıyor. 1944 Temmuz ayından itibaren Sabahattin Ali’nin kitapları ve gazeteleri yasaklanıyor. Türkeş yargılandığı sıkıyönetim mahkemesi tarafından beraat ettirilip 1947 yılında ordudaki görevine dönüyor. 1948 yılında Türkeş ABD’ye askeri eğitime giderken, Sabahattin Ali tek başına yurt dışına çıkmak isterken aynı yıl öldürülüyor.
En son 27 Mayıs 1960 Darbesi’nde üst düzey bir görev alan Alparslan Türkeş bir süre sonra askeri cunta tarafından tasfiye edilip sürgüne yollanıyor. Türkeş, anılarında yine arkadaşı Binbaşı Dündar Taşer öncülüğünde bir grup arkadaşıyla birlikte Brüksel’de toplanıp darbe planları içinde yer alıyor, fakat diğer darbe girişimlerinden fırsat bulup planlarını gerçekleştiremiyorlar.
Türkiye’ye döndükten sonra Milliyetçi Hareket Partisi’nin başına geçen Türkeş, lideri Nihal Atsız’la yolları ayırıyor. Alparslan Türkeş, 12 Eylül Askeri darbesinde ikinci defa tutuklanıyor. Mahkemedeki savunmasında “Fikrimiz iktidarda, biz hapisteyiz” diyerek cuntaya serzenişte bulunuyor. Çıkarılan af yasasıyla tekrar serbest kalan Türkeş ölene kadar partisinin başında yer aldı. Türkeş öldükten sonra üç çocuğu, üç farklı partiden milletvekili oluyor.
İşte size cumhuriyet tarihinin en önemli siyasi ve askeri aktörü Alparslan Türkeş’in “1944 Milliyetçilik Olayı” adlı kitabından alıntılar:


3 MAYIS
“3 Mayıs”ın yaratılmasına ve arkasında Türkçülüğe karşı meşhur Haçlı seferinin açılmasına sebep alim, yazar ve tarihçi sayın Nihal Atsız’ın zamanın Başbakanı Saraçoğlu Şükrü’ye yazdığı açık mektuptur. Bu açık mektuplar o sıralarda çok azıtılmış bulunan yerli kızılların faaliyet ve maksatlarını hükümete bildirmek ve dikkati çekmek üzere kaleme alınmıştı.
Bu sıralarda Hasan Ali Yücel Millî Eğitim Bakanı bulunuyordu. Memlekette ise teröre ve baskıya dayanan bir dikta rejimi bütün şiddetiyle hüküm sürmekteydi. Bayramlarda bütün şehirlerimizin sokaklarına “tek parti, tek şef, tek millet” gibi vecizeler taşıyan dövizler asılıyordu. İşte bu hava içinde birçok komünistler ve solcular yüksek makam sahiplerinin çeşitli zaaflarını kullanarak üniversitelere, okullara ve önemli müesseselere sızmışlardı. Başbakan Şükrü Saraçoğlu da TBMM’de yapmış olduğu konuşma ile “Ben Türkçü bir Başbakanım. Türkçülük bizim için bir kültür meselesi olduğu kadar, bir kan meselesidir.”
Tanınmış Türk düşünür, şair ve yazar Nihal Atsız, bu sıralarda Boğaziçi Lisesinde edebiyat öğretmeni bulunuyordu ve Orhun Dergisini yayınlamaktaydı. Milliyetçi bir dergi olan Orhun, Başbakanın bu milliyetçilik anlayışına kayıtsız kalmadı.
Ve Nihal Atsız, Şükrü Saraçoğlu’na hitap eden iki açık mektup yayımladı.
Pek dikkate değer olan ve bir devre, tarihi notunu veren bu iki mektup, hiç unutulmaması icap eden iki önemli vesikadır. Bu mektuplarda sayın Nihal Atsız, Şükrü Saraçoğlu’na özet olarak şunları söylüyordu:
“Memlekette açıktan açığa komünist propagandası yapan dergiler çıkarılmaktadır. Bu dergiler Millî Eğitim Bakanlığının emri ile ve devlet parası ile satın alınarak bütün okullara dağıtılmaktadır. Sonra Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde, Devlet Konservatuvarında ve daha başka birçok önemli mevkilerde memleketimizi komünistleştirmek isteyen, bu uğurda çaba gösteren insanlar vardır.”
Nihal Atsız açık mektubunun bir tarafında da şu ifşaatta bulunuyordu:
“Bursa ceza evinde hüküm giymiş bir suçlu olarak bulunan Nazım Hikmet’e Millî Eğitim Bakanlığı tarafından el altından paralar verilmektedir. Bir vatan haini olduğu bilinen Sabahattin Ali, Ankara’da Devlet Konservatuvarında öğretmendir. San’at adamı olarak yetiştirilecek gençler bu adamın tesir dairesi içine adeta zorla sokulmuş gibidirler.”
Korkunç bir ifşaattı bu…
Kısa bir sessizlik süresinden sonra Ankara’nın taarruz planı belli oldu. Haklılık maskesi takınarak, gayet masum bir eda ile harekete geçtiler: Komünist Sabahattin Ali’ye “kendisine vatan haini dendi” diye Nihal Atsız aleyhine bir hakaret davası açtırdılar.
İğrenç bir şeydi bu.. Çok iğrenç…
Türkçüyüm diyen Başbakan Saraçoğlu ile İnönü’nün gölgesi Millî Eğitim Bakanı, Nihal Atsız karşısında Sabahattin Ali gibi bir sefil vatansızla adeta ittifak akdetmiş oluyorlardı.
Bir çeşit kızıl “ehli salip / haçlı orduları” seferi idi bu…
Ve Sabahattin Ali’ye bir de avukat buldular. Bu avukatın kim olabileceğini tahmin edebilir misiniz? Üzmeyin kendinizi… İyi niyet sahibi olan insaf ehlinin kolay kolay keşfedebileceği bir muamma değildir bu! Hiç ummayacağınız bir zata, o azılı komünistin avukatlığını kabul ettirdiler: Ulus gazetesinin özel hukuk müşavirini, umumî vekilini…
Nihayet Ankara’dan açılan davanın muhakeme günü tayin edildi. Nihal Atsız, bir akşam trene bindi ve ertesi sabah Ankara’ya vardı. Ve trene bineceği günü ne kimseyi söylemişti ne de Ankara’da kimseye bir haber salmıştı… Fakat Haydarpaşa Garında, hiçbir dikkat tahrik etmeyen bu yolcu, Ankara Garına ayak bastığı anda adeta yer yerinden oynadı. Elindeki küçücük valizle vagonun basamağında belirdiği anda üniversiteli gençler çiçek buketleri ile etrafını sardılar. Çok kalabalık bir karşılayıcı kafilesi etrafı çınlatmağa başladı:


Kahrolsun komünistler!…
Yaşa Atsız…
Çok yaşa, var ol Nihal Atsız!…
Kahrolsun komünistler!…
Ve Orhun başyazarını kaptıkları gibi omuzlarına aldılar, millî marşlar söyleyerek gardan çıkardılar, büyük sevgi nümayişleri ile gençliğin misafiri olarak bir otele götürdüler.
İş bununla da kalmadı. Otelden ayrılınca gençler gösterilerine devam ettiler. Sabahattin Ali’nin ve Nazım Hikmet’in kitaplarını meydanda öbek öbek yaktılar.
NÜMAYİŞ
Tam bir terör havası içine gömülerek yıllardan beri sesini kısmış olan Ankara’nın her tarafı, binlerce genç göğüsten fışkıran haykırışlarla uğulduyordu:
Yaşasın Türk Milleti!…
Yaşasın Milliyetçi Türkiye!…
Kahrolsun komünistler!…
Orhun Dergisi başyazarı sayın Nihal Atsız Ankara’da 3 Mayıs günü hâkim huzuruna çıkarıldı.
Adliye civarında kuvvetli emniyet tedbirleri alınmıştı. Bütün yasaklara rağmen adliye binasının içi pek erkenden tıklım tıklım dolmuştu. Milliyetçi başyazarın, soğukkanlılığı, sadeliği, vakarı, herkeste samimî bir saygı duygusu yaratıyordu. Hasım tarafı ise “Elhain-ü Haifün / Hain ve korkak kimseler” bir ürperme, bir korku kaplamıştı.
Gençlik beğendiği insanı gene alkışladı. Alkışlar çok geçmeden çoğaldı ve halkı da sardı. Halk da gençliğin alkışladığı insan için “Yaşa” diye bağırdı. Çok geçmeden kendiliğinden bir büyük nümayiş Ankara sokaklarını sardı. Fakat hazırlıklıydı bu sefer Millî Şef… Ve milliyetçi gençliğe kinini kusmak için fırsat beklemekteydi. Nümayiş belki de bu sefer Çankaya’nın gizli ajanları tarafından tahrik edilerek şiddetli bir şekle sokulmuştu. Tam gizli tertipçilerin bekledikleri kıvama gelince İnönü taarruza geçti.
3 Mayıs 1944 günü heyecanlı sokağa fırlayan ve komünistlik karşısında dikilen, satılmış hainlere nefretini haykıran üniversite gençliğine çok büyük kuvvetle hücum edildi. Millî Şef’in şahsî emriyle saldıranlar zerre kadar merhamet tanımadılar. Milliyetçi gençleri kıyasıya dövdüler.
Bu hengâmede İnönü, Nihal Atsız’ı tevkif ettirdi. Orhun başyazarı mahkemeye gayri mevkuf olarak gelmiş ve tevkifine ne hâkim, ne de savcı lüzum görmüştü. Mahkeme bir başka güne talik edilince adliyeden ayrılmıştı. İşte bu anda siyasî polis tarafından önü kesilmiş ve hürriyeti elinden alınmıştı. Üstü başı, yattığı oteldeki eşyaları aranmıştı. Bir saat sonra İstanbul polisi de evini darma duman edivermişti.
Gazete kolleksiyonları, defterleri, evindeki bütün mektupları, neşredilmemiş yazıları hepsi, her şeyi alınmıştı. Nihal Atsız’ın evinde yalnız 4 yaşında bir çocuğu vardı. Hiç kimse yavruyu düşünmemişti. Kapıyı üstüne çekmişler, çekip gitmişlerdi.
Onlar şimdi beyinlerindeki terör yılanına yedirecek siyasî kurbanlar aramaktaydılar. Polatlı’da 14 asteğmen 12 gün mevkuf tutuldu. 250 Harbiye’li hakkında tahkikat açıldı.
……….

  • 1944 Milliyetçilik Olayı, Alparslan Türkeş, Berikan Yayınları, 2000,
    **: 27 Mayıs ve Gerçekler, Alparslan Türkeş, Kamer Yay. 1995