Perşembe, Aralık 25, 2025
No menu items!
Ana Sayfa Blog Sayfa 3

Hakk’ı canda görenleriz

0

BİZ

Tatlı dile boyun eğip
Hakk’ı canda görenleriz
“Ele, bele, dile” deyip
yol yordamı sürenleriz


Cenneti eşikte bulup
yara ikrar verenleriz
Zemheride bağban olup
gül, menekşe derenleriz


Hiçlik alemine dalıp
kin, kibiri yenenleriz
Sırat üstü kanatlanıp
aşkla semah dönenleriz


Şimdi naçar, yapayalnız
sanki gâyip erenleriz
Ne bilen var ne de soran
biz yaşarken ölenleriz…


—Deruni—

Taşlara vurulmuş balta misâli

0

Taşlara vurulmuş balta misâli
Yüzü bozuk insanları sevmedim
Riyâ tezgâhında kötü dokunmuş
Bezi bozuk insanları sevmedim


Her zaman zalimin atına binmiş
Fitneler, fesatlar ruhuna sinmiş
Yalanı, hileyi meslek edinmiş
Sözü bozuk insanları sevmedim


Bilginlik eyleyip meydana çıkan
Benlik kazmasıyla birliği yıkan
Aydınlara, bilginlere hor bakan
Gözü bozuk insanları sevmedim


Yükselmenin bir yolunu bulsa da
Ömür boyu o zirvede kalsa da
Sıfatı, suratı güzel olsa da
Özü bozuk insanları sevmedim


Nesimi meyveli bir dalı kıran
Aşkın ateşinde yanında duran
Marsık gibi acı duman çıkaran
Közü bozuk insanları sevmedim

OTOBÜS DURAĞINDA ÖLDÜRDÜLER PROF. DR. CAVİT ORHAN TÜTENGİL’İ İNSAN NE ZAMAN ÖLÜR? UNUTULDUĞUNDA!.

0

46 yıl önce bugün…
7 Aralık 1979
Türkiye iç savaşa doğru sürüklenmek isteniyordu.
Kışkırtmalar, katliamlar, baskınlar… Eli kanlı çeteler her gün emekçilere, düşünenlere, aydınlara, yurtseverlere kıyıyordu…
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, sosyoloji Profesörü Cavit Orhan Tütengil son zamanlarda sık sık tehdit alıyordu.
Zaman zaman evine kadar takip ediliyordu.
Ölümden korkmuyordu, ama geride kalacak olan ailesine de üzülüyordu.
Öldürülmesinden birkaç gün önce, eşine “Bana bir şey olursa metin olun!” dedi.
Eşi çok üzüldü.
Ama O hiç korkmadan üniversitesine, öğrencilerine gitti yine…Halk nasıl yaşıyorsa, hocalar da öyle yaşıyordu o zamanlar…
Üniversiteye belediye otobüsüyle gidip geliyordu.


Saat: 07.49
Hoca, İstanbul İç Levent’teki evinden çıktı, her zaman olduğu gibi otobüs durağının önüne geldi, katiller hiç çekinmeden ortaya çıktılar ve hocaya kurşun yağdırdılar…
Katillerinin tek tek yüzüne baktı ve öylece yüz üstü düştü.
Hemen yanı başına da çantası… Gözlüğü de…
Bedenine tam 15 kurşun saplanmıştı.
Katiller, iyice öldürdüklerine emin olduktan sonra ellerini kollarını sallayarak olay yerinden kaçtılar…
Öldürülen gerçek bilim insanı, aydın ve seçkin hoca Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil’di…
Aksu, Kepirtepe Köy Enstitülerinde öğretmenlik yapmış, oradan bileğinin hakkıyla üniversite hocası olmuş ve binlerce öğrenci yetiştirmişti…
Kimi öldürdüklerini dahi bilemeyecek kadar cahil maşalar öldürmüştü Cavit Orhan Tütengil hocayı…
Karanlık böyle böyle geldi ülkemize. Aydınlar, sanatçılar, yazarlar, öğretmenler, akademisyenler, sendikacılar sokak ortasında, caddelerde yüzlerce insanın önünde öldürülerek getirildi…
Her giden arkasında doldurulmaz bir boşluk bıraktı, o boşluk karanlığı çoğalttı.
Bu ülke bu karanlığa nasıl geldi diyenlere, en güzel yanıttır, Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil’in ulu orta katledilmesi…
Katillerin ellerini kollarını sallayarak dolaşması..
46 yıl olmuş.
İnsan ne zaman ölür? İnsan unutulduğu an ölür.
O nedenle, herkes unutsa bile, biz unutmayalım…
Bir kez daha saygıyla analım…
Erdal Atıcı
7 Aralık 2025

Atatürk neden geometri kitabı yazdı.?

0

Atatürk neden geometri kitabı yazdı.?. Atatürk’ün bilinmeyen geometri dersi anısı..!.Atatürk’ün matematik derslerinde çok başarılı olduğunu biliyoruz..Her.matematikçinin tartışmasız kabul edeceği bir gerçek ortadadır:Hiç kimse haz almadan bir matematik kitabı yazamaz..Öyleyse, Atatürk’ün onu büyük bir haz.duyarak.yazdığını.söyleyebiliriz..Atatürk’ün kişiliğini bilenler,.O’nun.matematikten neden haz aldığını kabul edeceklerdir…Öncelikle,Atatürk.yalnızca.terim.önermeyi amaçlamış olsaydı, bu işi neden kendi uzmanlık alanına giren bir alanda.yapmadığını kendi.kendimize sormak zorundayız. Örneğin, neden askerlikle, siyasetle, dil ya da tarih ile ilgili bir ders kitabı yazmamıştır.?.Neden matematiği seçmiştir..?..Söz konusu.kitap,.terim.önermenin ötesinde iyi bir ders kitabıdır. Bu gün bile okullarımızda okutulan geometrinin esasını içermektedir. Bu kitabı yazmak, uzun bir zamanı ve zor zihinsel bir çabayı gerektirir. Kitapta geçen terimleri önermek için, sağlığı da bozulmaya başlayan Atatürk onca zahmete girer miydi? Terim önermenin daha kolay bir.yolunu bulamaz mıydı.?.Kitabın yazılış öyküsünü, olayın içinde yaşayan Agop.Dilaçar şöyle anlatıyor:“1936.sonbaharında bir gün Atatürk beni, Özel Kalem.Müdürü.Süreyya.Anderiman’ın yanına katarak.Beyoğlundaki Haşet Kitabevine gönderip uygun gördüğümüz Fransızca geometri kitaplarından birer tane.aldırttı..Bunlar.Atatürk’le birlikte gözden geçirildikten sonra, yazılacak geometri kitabının genel tasarısı çizildi. Bir süre sonra ben ayrıldım ve kış aylarında Atatürk bu yapıt üzerinde çalıştı. Elinizdeki kitapçık bu emeğin ürünüdür.”Dilaçar, Atatürk’ün bu kitabı yazış nedeni olarak, O’nun Türkçe matematik terimlerini üreterek dilimize kazandırma isteğini öne çıkarıyor..Bu görüş,.kuvvetle kabul edilebilir…Gerçekten, Geometri adlı 44 sayfalık bu kitapçıkta, bu iş olağanüstü yapılmıştır. Dilaçar, bu gün dilimize tamamen yerleşmiş olan açı (zaviye), artı (zait), bölü (taksim), düşey (şakuli), taban (kaide) gibi birçok terimin ilk kez bu kitapta önerildiğini söylüyor.Kitabın ilk basımı.1937 yılında Kültür.Bakanlığınca yapılmıştır. Üstünde yazar adı yoktur..Onun yerine, kitabın.iç.kapağında..“Geometri öğretenlerle, bu konuda kitap yazacaklara kılavuz olarak Kültür Bakanlığınca neşredilmiştir.”.notu.bulunmaktadır…Kitabın Atatürk tarafından yazıldığını Afet İnan da doğrulayarak diyor ki;“Ben o günlerde İsviçre’de idim. Atatürk bana bir tane yollamıştı.”Atatürk, 1937 yılında Sivas lisesinde bir sınıfa teftişe gider…O gün sınıfta olan öğrenci ise yaşananları şöyle anlatıyor:“Atatürk adı etrafında oluşan efsanenin etkisindeyiz..Gözleri o kadar kuvvetli imiş ki Gözlerine bakan çarpılırmış. İlkin korka korka, gözlerine bakıyoruz..Çarpılmadığımızı görünce O mavi gözlere 45 dakika.doya.doya.baktık.Dersimiz hendese idi. (Yani geometri)..Atatürk dişçinin kızı Saadet’i tahtaya kaldırdı..Geçen derste müselleslerin nasıl eşit.sayılacağını.okumuştuk..Saadet, bunun için tahtaya iki müselles çizdi. Biz o vakit üçgene.müselles.derdik..Saadet.müsellesin.kenarlarına.ALFA, BETA ve GAMMA harflerini koydu…Atatürk’ün birden.kaşları.çatıldı…..Saadet’i neden Yunan harfleri kullandığını sordu.Saadet; “Hocamız böyle yazdı, Ben de onun için kullanıyorum” deyiverdi..Matematik hocamız müdür Ömer Bey sınıfta idi..Atatürk aynı soruyu ona sorunca Ömer Bey topu bakanlığa attı.
Bakanlık bir kitap göndermişti, Onda bu harfler kullanılmıştı.
Atatürk kitabı istedi o sayfayı buldu, yırtıp yere attı..Sonra gidip parmakları ile Yunan harflerini sildi yerine.“A,B,C” yazdı.
Bize; “Arkadaşlar Türk alfabesi matematik terimlerini de ifade etmeye yeterlidir.” dedi.
Aradan bir hafta geçmeden “A,B,C”li yeni kitabımız geldi.”ATATÜRK’ÜN YAZDIĞI GEOMETRİ KİTABINDA DEĞİŞTİRİLEN TERİMLER..Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat yazdığı geometri kitabında değiştirilen terimlerin eskisi ve Türkçesi aşağıdaki gibi:..Osmanlıcası – Atatürk’ün önerdiği..!
Bu’ud – boyut
amûd – dikey
dılı – kenar
faraziye – varsayım
hat – çizgi
hattı munassıf – açıortay
hattı mail – eğik
kutur – çap
kavis – yay
kaaide – taban
kaim zaviyeli müselles – dikey üçgen
mekan – uzay
muhit-i daire – çember
mümâs – teğet
mustatîl – dikdörtgen
muhammes – beşgen
mecmû – toplam
mesâha-i sathiyye – alan
mahrut – koni
müselles-i mütesâviyü’l-adlâ’ – eşkenar üçgen
müselles-i mütesâviyü’ssâkeyn – ikizkenar üçgen
murabba – kare
mümaselet – imsiy
müştak – türev
müsavi – eşit
muvazi – paralel-koşut
menşur – pürüzma
mukavves – eğri
muhit – çevre
nisbet – oran
nısf-ı kutur – yarıçap
re’s – köşe
re’sen mütekabil zâviyeler – ters açılar
satıh – yüzey
seviye – düzey
şâkulî – düşey
şibh-i münharif – yamuk
tenasüb – orantı
tamamlıyan zaviye – tümey açı
umumi totale – ökül küre – yüre
ufkî – yatay
va’zîyet – konum
veter – kiriş
zâviye – açı
zâviyetan’ı mütabâdiletân-ı dâhiletan – iç ters açılar
zâviyetân-ı mütevâfıkatân – yöndeş açılar
zaviyei hadde – dar açı..

Kudüs’ün Düşüşü (1917): Savaşın Kırılma Noktası ve İhanet Algısı

0

Kudüs’ün Düşüşü (1917): Savaşın Kırılma Noktası ve İhanet Algısı
Birinci Dünya Savaşı’nın en kritik cephelerinden biri olan Suriye-Filistin Cephesi’nde, 9 Aralık 1917 tarihinde Kudüs, General Edmund Allenby komutasındaki İngiliz kuvvetlerine teslim olmuştur. Bu olay, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu’daki dört yüzyıllık hakimiyetinin sonunun yaklaştığını gösteren ve bölgenin jeopolitik dengelerini kalıcı olarak değiştiren büyük bir kayıptır.
Kudüs’ün düşüşünü hızlandıran en önemli etkenlerden biri, cephe gerisinde İngilizler tarafından desteklenen Arap Ayaklanması olmuştur. Şerif Hüseyin’in önderliğindeki bu isyan, İngilizlerin kendilerine bağımsız bir Arap devleti vaadi ve maddi desteği ile başlamıştır.
Ayaklanmanın Türk milletinde bıraktığı derin yara, ümmetçilik (İslam birliği) idealinin o dönemde fiilen çöktüğüne dair güçlü bir kanıt olarak değerlendirilmiştir. Aynı dinden olan ve yüzyıllardır birlikte yaşayan Arap liderlerin, kutsal bir şehir olan Kudüs’ün savunulduğu sırada, Türk kuvvetlerine karşı İngilizlerle işbirliği yapmaları, dini bağlılık yerine milliyetçilik ve çıkar ilişkilerinin öne çıktığını göstermiştir. Bu isyanın liderlerinin İngiliz altınları ile beslenmesi ve hatta isyan sonrasında basılan bazı Arap banknotlarında İngiliz bayrağına göndermeler bulunması, bu durumun bir ihanet olduğu algısını kuvvetlendirmiştir. Kudüs gibi İslamiyet için hayati öneme sahip bir kentin, Müslüman Türklere ihanet edilerek Hristiyan bir güce teslim edilmesinin önlenememesi, “ümmetçilik” düşüncesinin bir aldatmaca olduğuna dair eleştirileri haklı çıkarmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk’e Yönelik Sorumluluk İddialarının Analizi
Kudüs’ün düşüşü konusunda Mustafa Kemal Atatürk’ü sorumlu tutan veya “kaçtı” gibi ithamlarda bulunan çevrelerin iddiaları, dönemin askeri gerçekleri ve Atatürk’ün stratejik raporları ışığında incelendiğinde anlamsız kalmaktadır:
Görevi Devraldığı Koşullar: Atatürk, 7. Ordu Komutanlığı’na atandığında Filistin cephesi zaten çökmek üzereydi. Osmanlı ordusu; erzak, mühimmat ve takviye konusunda büyük yetersizlikler içindeydi. Cephedeki durum, önceki komuta kademesinin (özellikle Enver Paşa ve Alman Generaller) yanlış stratejik kararları yüzünden çıkmaza girmişti. Atatürk’e bu cephenin komutası, elinde patlaması kesin olan bir görev olarak, son dakikada verilmiştir.
Stratejik Geri Çekilme Zorunluluğu: Cephe gerisindeki Arap isyanının yarattığı güvensizlik ortamı, İngilizlerin üstün askeri gücü ve kaynak yetersizliği nedeniyle cepheyi tutacak mevzi kalmamıştı. Atatürk, durumu analiz etmiş ve cephenin Filistin’de tutulamayacağını, ordunun daha güneyde boş yere telef edilmek yerine, daha kuzeyde, Anadolu’nun savunulması için hayati önem taşıyan Halep hattına çekilmesi gerektiğini rapor etmiştir. Bu, bir “kaçış” değil, komutanın kalan askeri gücü koruyarak ana vatan savunması için en rasyonel ve stratejik kararı vermesidir.
Yönetime Yönelik Eleştiriler: Atatürk, Alman General Falkenhayn’ın planlarına karşı çıkarak, savunma hattının daha güvenli bir bölgeye çekilmesi gerektiği konusunda dönemin merkezi yönetimini (İttihat ve Terakki) sürekli uyarmıştır. Bu uyarıların dikkate alınmaması, iddiaların aksine, Atatürk’ün durumu önceden öngördüğünü ve doğru stratejiyi savunduğunu kanıtlamaktadır. Kudüs’ün düşüşünün temel nedeni, cephedeki zorlu koşullar, yetersiz kaynak ve kasıtlı veya hatalı yönetim politikalarıdır; bu durumda sorumluluk, cepheyi bu duruma getiren üst yönetime aittir.
Orcun Alacam
Kaynakça
Mustafa Kemal Atatürk’ün 7. Ordu Komutanlığı Raporları (Genelkurmay Askeri Tarih Arşivleri).
Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk (Filistin Cephesi gözlemleri).
T.E. Lawrence, Bilgeliğin Yedi Sütunu (Arap isyanı ve İngiliz rolü).
Türk Tarih Kurumu Yayınları (Birinci Dünya Savaşı ve Ortadoğu Cephesi araştırmaları).
David Fromkin, Barışa Son Veren Barış (Bölgesel gelişmeler ve Osmanlı sonrası düzen).

Gel gönüllerde şah ol, yürekte yeniçeri

0

Hak’tan geldik toprakla, yine Hakka gideniz
İki kol iki bacak torutop tek bedeniz
0nbeşbin sene evvel ki koca bir Adem’iz
Ne bir münafık olmak gerek ne de müfteri
Gel gönüllerde şah ol, yürekte yeniçeri

Gördüğümüz rüyanın hayrına meyil verdik
Sevgi yüklü bahçeden kızılca güller derdik
Pirlerinden feyz alan güneş yüzlü yaverdik
Yürü hep menzile bitmesin dizin feri
Gel gönüllerde şah ol, yürekte yeniçeri

Aştık nice yolları, dost ile coşa geldik
Ayağa ‘turap’ olduk, bazen de başa geldik
Namerdin hançeriyle sanma ki tuşa geldik
Muhannetten uzak dur, yoktur yanında yeri
Gel gönüllerde şah ol, yürekte yeniçeri

Hürdemi çat kalemi, zaten ‘şarjör’ün dolu
Mısralara dalıp da fazla uzatma yolu
Bayrağın ay yıldızdır, yüreğin Anadolu
Hep bildiğini söyle! Durma hiçbir an geri
Gel gönüllerde şah ol, yürekte yeniçeri

boşuna

0

Yıllardır çiğnedik dişsiz damakla,
Çakıl taşta tat aradık boşuna.
İnekteki kör memeyi çomakla
Dürtmeleyip süt aradık boşuna.

Tosbağayı yola vurduk, nalladık;
Kedileri aslan ettik, yolladık.
Her ağacı taşa tuttuk, salladık;
Yaş söğütte dut aradık boşuna.

Hiç kimse sormuyor nedendir, niye?
Kimi lütuf saydı, kimi hediye.
Ahmak kafasını kaşıdı diye
Kel kafada bit aradık boşuna.

Çizmemiz saplandı, kaldı balçıkta;
Suçlar, kabahatler, her şey açıkta.
Aç gözlerden bize kalan kılçıkta
Balık diye et aradık boşuna.

Renk renk toka gördük erkek saçında;
Kıymeti yok koyununda, koçunda.
Şarlatanın, zındıkların içinde
Muhteremi zât aradık boşuna.

Kuzu yaydık kurtlu, kuşlu dağlarda;
Baharı yok karlı, kışlı dağlarda.
Toprağı olmayan taşlı dağlarda
Kekik, yarpuz ot aradık boşuna.

Harun, gel; soğuğu kardan bilelim,
Pis kokuyu kirden, terden bilelim.
Merkep pazarıymış, nereden bilelim?
Biz de düşüp at aradık boşuna.

Harun Ustaoğlu

Gönül bahçesinde bağban değilsin

0

Gönül bahçesinde bağban değilsin
Gülleri ayırmak sanamı düştü
Perdeye sahneye benzemez hayat
Rolleri ayırmak sanamı düştü


Benliğin katiyyen geçmesin öne
İtaat etmeli hakkın emrine
Bağlanmışsa iki kalp birbirine
Elleri ayırmak sanamı düştü


Kibire bulaşıp gönüller yıkma
Zenginmiş yoksulmuş farkına bakma
Yaratan Allah’tır ırkına bakma
Kulları Ayırmak sanamı düştü


Her zaman olmalı iyliğe talip
Yanıltmasın nefsin aklını çelip
Kendi yanlışını görmezden gelip
Yolları ayırmak sanamı düştü


Yanıltır insanı önyargı, ezber
Farklıdır duygular ve düşünceler
Toplumlar kendince ifade eder
Dilleri ayırmak sanamı düştü


Coşkun Arslan

“Türkler ve Kürtler olarak 1514 Çaldıran Savaşı’nda birlikte mücadele ettik.

0

Halk TV’de yayınlanan Rota programında Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in “Türkler ve Kürtler olarak 1514 Çaldıran Savaşı’nda birlikte mücadele ettik.” sözleri, Alevi toplumunun hafızasında derin bir yara açmıştır.
Çaldıran gibi Alevilerin topluca katledildiği bir felaketi “kardeşlik” örneği gibi sunmak; tarihsel acıları yok saymak, katliamları meşrulaştırmak ve Alevi toplumunun onurunu zedelemektir.
Yavuz Sultan Selim döneminde yaşanan Alevi katliamlarını başarı hikâyesine dönüştüren bu yaklaşım, barışa hizmet etmediği gibi toplumsal yaraları daha da kanatmaktadır.
Barış sürecine Çaldıran’ı referans göstermek; hem Alevilerin acısını tazeler, hem de Türkiye’de barışın yalnızca Türk ve Kürt kimlikleri arasında kurulacağı şeklinde dar ve dışlayıcı bir bakış açısını dayatır.
Çaldıran katliamı, bu coğrafyada yüzyıllardır süren hak ihlallerinin en karanlık sayfalarından biridir. Böyle bir trajedinin “örnek”, “kardeşlik” ya da “barış” başlığıyla anılması kabul edilemez, asla da meşru görülemez. Bu saygısızlığı reddediyoruz.
Ahmet Özer’i ve benzer açıklamalar yapan herkesi en sert şekilde kınıyoruz.
Üstelik Ahmet Özer, 2014 yılında katıldığı bir panelde Çaldıran sonrasındaki Alevi katliamlarını bizzat anlatmış, bu acılarla yüzleşilmesi gerektiğini söylemiştir.
Bugün aynı olayı Türk-Kürt kardeşliğinin temeli gibi sunması ise hem çelişki hem de akademik ve siyasi sorumluluğuna yakışmayan bir tutumdur.
Bu tür açıklamalar, toplumsal barışın önünü açmak yerine kapatmaktadır. Çünkü başkalarının acısı yokmuş gibi davranarak barış kurulamaz.
Gerçek ve onurlu barış; inkârla değil, yüzleşmeyle, adaletle ve eşit yurttaşlıkla mümkündür.
Alevi toplumu adına Alevi kurumlan olarak Ahmet Özer’den şimdi açık ve net talebimizdir: Alevilerden derhal özür dilemelidir.
Biz Aleviler, inancımız gereği onurlu barışın ve adaletin yanındayız. Bu topraklarda yaşayan her mazlum halkın acısı bizim de acımızdır.
Türkiye Cumhuriyeti, laik ve demokratik bir hukuk devleti olana; bütün halklara ve inançlara eşit yaklaşana dek mücadelemizi sürdüreceğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz.
ALEVİ BEKTAŞİ FEDERASYONU | AVRUPA ALEVİ BİRLİKLERİ KONFEDERASYONU | TÜRKİYE ALEVİ FEDERASYONU AVUSTRALYA ALEVİ BEKTAŞİ FEDERASYONU | HACI BEKTAŞ VELİ ANADOLU KÜLTÜR VAKFI | ALEVİ KÜLTÜR DERNEKLERİ |
PİR SULTAN ABDAL KÜLTÜR DERNEĞİ

Yok Allah’tan korkun yobaz

0

Dinin arkasına sığın
Malı götür yığın yığın
Bu mu senin adamlığın
Yok Allah’tan korkun yobaz

İki zikir hopla zıpla
Garibandan para topla
Al kendime çiftlik Villa
Tutuyorsun yükün yobaz

Dinimizi kullanırsın
Hep beleşten yallanırsın
Dışarıdan kollanırsın
Düşmanısın Türk’ün yobaz

Cennete köprüyüm dersin
Türlü türlü haltı yersin
Allah’ım hidayet versin
İçindesin şirkin yobaz

Bize çamur atan ahmak
Yoktur sende gram ahlak
Ara sıra aynaya bak
Be sevimsiz çirkin yobaz

Coşkun Arslan

Kırmızı çizgimiz kalmadı sorma

0

Neyi kınadıksa hep başa geldi
Kırmızı çizgimiz kalmadı sorma
Eylemler söylemler temaşa geldi
Kırmızı çizgimiz kalmadı sorma

Kendi lehimize eğdik gerçeği
Kıvama getirip sağdık gerçeği
Bir kaşık suyunan boğduk gerçeği
Kırmızı çizgimiz kalmadı sorma

U dönüşü olmaz O dan döneriz
Diğer harfleri de sonra deneriz
Sarı ışık gibi yanıp söneriz
Kırmızı çizgimiz kalmadı sorma

Dönmeyecektik aslında biz geri
Sanırım değişen onların yeri
Yeşile boyadık bütün renkleri
Kırmızı çizgimiz kalmadı sorma

Akıl kârı değil büyük konuşmak
Konuşmadan evvel akla danışmak
Dün kara demişiz bugün ise ak
Kırmızı çizgimiz kalmadı sorma

Bana sorarsanız çizgi hikaye
Önemli olan mı? Hedef ve gaye
Ne kredi biter ne de sermaye
Kırmızı çizgimiz kalmadı sorma

Devlet aklı deyip geçeriz yine
Üstünü kapatır seçeriz yine
Bulanık ta olsa içeriz yine
Kırmızı çizgimiz kalmadı sorma

Ben az söylesem de siz çok anlayın
Ayağa isabet etmesin mayın
Fırıldakmış deyip herkese yayın
Kırmızı çizgimiz kalmadı sorma
Coşkun Arslan

Birgün soyunuzu beller yabancı

0

Görev dağıtılmış önceden belli
Senarist yabancı roller yabancı
Matbuat, ekranda kirli basında
Yazarlar, okurlar diller yabancı

Yap işlet sonrada devret dediler
Kazığı sivriltip seyret dediler.
Ekonomi çökünce hayret dediler
Yandaşı fondaşı kollar yabancı

Babalar rüşvete ranta alıştı
Evlatlar beleşten karta alıştı
Bizim denizlere fena alıştı
Sürekli oltayı sallar yabancı

Sonu uçurum bu duyarsızlığın
İhracat yetersiz borç yığın yığın
Faturası bizedir cari açığın
Ülkemizden çıkan pullar yabancı

Ülkemdeki suyu siyon satıyor
Yerli olan her şey kime batıyor
Birileri sadece nara atıyor
Markette aldığın mallar yabancı

Arttırmak gaflettir dışa rağbeti
Besiciler çeker onca zahmeti
Hükümet dışardan getirir eti
Mangalda savrulan küller yabancı

Avrupa’ya hayran şu yeni akım
Yiyecek giyecek kişisel bakım
Futbolcu, antrenör, topyekûn takım
Boşuna sevinme goller yabancı

Soyunur kancıklar Türklüğe inat
Etekler minidir boyalı surat
Anası İzmir’den Dersim,den fakat
Tohumlar yabancı döller yabancı

Onlar dinimize açmışken savaş
Reklam parası ver gönderi paylaş
Altında çiçekler ezilir gardaş
Üstünde güreşen filler yabancı

Göçmenler istila etti her yanı
İşsizlikten yanar yurttaşın canı
Sağlayın onlara türlü imkanı
Birgün soyunuzu beller yabancı
Coşkun Arslan

Prof. Dr. AHMET ÖZER – “ÇALDIRAN İTTİFAKI” Söyleminiz…

0

Prof. Dr. AHMET ÖZER – “ÇALDIRAN İTTİFAKI” Söyleminiz…
Ah, bizim kıymetli Hocamız…
Sosyoloji Hocamız.
Felsefe Hocamız.
Toplumsal dinamikleri en iyi bilen Hocamız.
Dekanımız.
Rektörümüz.
Mapus damında yoldaşımız…
Ülkemizde “Kürt Gordion Düğümü”nü çözmek için yıllardır entelektüel emek harcayan Hocamız…
Gele gele ÇALDIRAN ittifakına geldiniz.
Çözüm olarak Çaldıran ittifakını mı buldunuz?
“Ağzınızdan kaçırdınız” desem kendimi kandırmış olurum.
“Dervişin fikri neyse zikri odur.”
Umarım Hocamın fikri o değildir…
Çaldıran ittifakını herkes bilir ki Osmanlı–Kürt İslam birliğidir.
İslam bayrağıdır.
O bayrağın çekilmesi için Yavuz, 40 bin Alevi’yi kılıçtan geçirirdi, değil mi?
40 bin Türkmen, Kürt, Çepni, Avşar, Yörük, Tahtacı Alevi’yi kılıçtan geçirirdi, değil mi?
Sağ kalanlara “kılıç artığı” denildi, değil mi?
Yavuz’un danışmanı, beyni İdris-i Bitlisî’ydi, değil mi?
Tüm Alevilerin toplumsal hafızasında silinmeyen, olumsuzluk, katliam, soykırım hatırlatan isimler:
Yezid, Muaviye, Yavuz, İdris-i Bitlisî, Hınzır Paşa…
Bir sosyolog, bir bilim insanı, kıymetli bir Hoca olarak bunları benden, bizden çok daha iyi biliyorsunuz.
Toplumun dinamiklerini iyi tanıyorsunuz.
Neden, Kürt çözümü denilince aklınıza ilk önce
ÇALDIRAN geliyor sevgili Hocam…?
Bakınız, kimi Kürt entelektüellerinin yere göğe sığdıramadığı İdris-i Bitlisî başka ne yapmıştır:
“Cheşt bi hişt – Sekiz Cennet”
Sekiz Osmanlı padişahını öven sekiz ciltlik divan yazmıştır.
Sarayın adamıdır…
Medet değildir.
Kıymetli Hocamız,
Bir şeyi anlamakta güçlük çekiyorum:
“Kürt çözümü” deyince neden “demokrasi bayrağı” değil de “İslam bayrağı” gelir kimi Kürt entelektüellerinin aklına?
Yetmiyor…
Şimdi de “Türk–Kürt–Arap ittifakı”.
Yani Suriye cihadisti Colani de o bayrağın altında olacaktır.
“Alevilere ölüm fermanı…”
İslam bayrağı altında buluşma,
Kürt sorununu çözmek değildir.
Gordion düğümüne bir düğüm daha atmaktır.
Kıymetli Hocamız,
Bilim insanlığınıza ve mücadelenize saygıda kusur etmeden söylüyorum:
Bu “Çaldıran ittifakı” deyimi, biz Alevileri yalnız incitmiyor…
Korkutuyor da.
Korku, saygıyı kovar.
Necati Şahin
4 Aralık 2025


Yazımından hemen sonra Ahmet Özer Hocam aradı.
Zarif, saygılı muhabbet ettik. Böyle bir niyetinin olmadığını, olamayacağını anlattı Hocam.
Ben de bizim toplumun “Çaldıran’da birlikteydik” sözünü Sizin ağzınızdan duyması ile hayal kırıklığı yaşadığını, toplumumuzun tepkisinin derin nedeni olduğunu, Alevi Cemlerin bile Şah Hatayi nefesleri üzerine kurgulandığını, söyledim.
Bir sözcüğün bile Alevi Toplumunun hafızasını alt üst etmesine yettiğini, söyledim.
” Çanakkale’de birlikteydik Çaldıran’da birlikteydik” derken, “Çaldıran” sözünün ağzından sehven çıktığını, üzgün olduğunu, niyetinin asla böyle bir birliktelik olmadığını’ söyledi Hocam.
“Başım üstüne” dedim
Göndereceği açıklamasını da Yazımın altına koyacağıma söz verdim.
Hocam açıklamayı gönderdi.
Buraya bırakıyor, Sözümü yerine getiriyorum.
Yorum okuyucumuzda gayrı…
Necati Şahin


Prof.Dr.Ahmet Özer Hoca’nın Açıklaması:
“Bir süredir sosyal medyada benim söylemediğim bir cümle kimi kasıtlı, kimi de işin aslını araştırmadan, bana mal edilerek dolaşıma sokulmuş bulunuyor.
Benim “Çaldıran’da Şah İsmail’e karşı birlikte savaştık” şeklinde bir cümlem yoktur. Kaldı ki böyle bir yaklaşımım ve anlayışım da söz konusu değildir.
Kimileri benim üzerimden gündem yaratmak ya da kendini gündeme taşımak maksadıyla, kasıtlı bir zorlamayla bu çarpıtmaları yapmakta ve yaymaktadır.
İçinden geçtiğimiz kritik dönemde Kürt-Türk kardeşliğini pekiştirmek ve barış sürecine katkı sunmak niyetiyle bazı tarihi kavşaklara değinilmektedir.
Bilinmeli ki; ömrünü barış ve demokrasi mücadelesine adamış, bütün yaşamı boyunca mazlumun yanında durmuş, Alevi Canlarımızın haklı mücadelelerini her platformda paylaşmış, omuz vermiş, destek olmuş biri olarak Alevi Canları üzecek, kıracak bir davranışım ve sözüm asla söz konusu olamaz.
Onurlu ve kalıcı bir barış için çaba gösteren biri olarak bundan sonra da haklının yanındaki mücadelemiz her zaman olduğu gibi kararlılıkla devam edecektir.”

DERGÂHSIZ DERVİŞ

0

Doğuştan dünyaya züğürt gelmişiz
Yalnız kendimize külfetimiz var
Biz bu hâli Hakk’tan lütuf bilmişiz
Ezelden hiçlikle ülfetimiz var

Gönül kapımızı çalan buyursun
Sözün kıymetini bilen buyursun
Muhabbetten hisse alan buyursun
Âlime arife hürmetimiz var

Ne tekkemiz vardır ne dergâhımız
Gönlün gölgesinde karargâhımız
Kemale doğrudur güzergâhımız
Kâmil insanlığa gayretimiz var

Bir gönül kırılsa acı duyarız
Gönül kıranlara gönül koyarız
Muhabbeti geçer akçe sayarız
Hesaba sığmayan servetimiz var

Cismi Hak yolunda nezir biliriz
Hakk’ı her mekanda hazır biliriz
Çat kapı geleni Hızır biliriz
Rahmete nimete hasretimiz var

Rahat yatsın diye ten mezarında
Canı terk etmişiz can pazarında
Umut ederiz ki dost nazarında
Zerre miktarınca kıymetimiz var

Zengin o ki gönlü gani dünyada
Daha zengin var mı hani dünyada
Mülkümüz yoksa da fani dünyada
Mülkî biliniriz şöhretimiz var

Aslan Avşarbey (Mülkî)
22.02.2024-Kocaeli

Çıkarı için onurunu satanlara ithaf olunur.

0

Hindistan’ın İngilizler tarafından işgal edildiği yıllarda bir İngiliz subayı hiçbir neden olmaksızın halktan bir Hintliye sertçe bir tokat atar.
Hintli adam hemen yüzüne bir yumruk vurur, subayı yere serer.
Bu karşılığı beklemeyen subay hem korkar hem de sinirlenir.
Tek başına bir şey yapamayacağını bildiğinden yardım almak için bölüğe gider.
Nasıl olur da sıradan bir Hintli İngiliz Kraliyet subayına vurmaya cüret edebilirdi.
Subay Generalin yanına gidip olayı anlatır ve kendisinden asker talep eder.
General onu dinledikten sonra onu bir odaya götürür.
Bir kasadan 50.000 Rupi çıkarıp subaya verir:

  • Bu parayı bugün sana tokat atan Hintliye ver ve ondan özür dile!
    Bunu duyan İngiliz subay sinirlenir:
  • Zavallı bir Hintli,
    İngiltere Kraliyet subayına vurup hakaret edecek ve karşılığında ondan özür mü dileyeceğim?
    General sertçe:
  • Bu bir emirdir.
    Soru sormaksızın itaat edeceksin!
    Subay çaresizce parayı alır,
    götürüp Hintli adama verir, özür diler.
    Hintli adam o zamanın parasıyla yarı servet olan parayı görünce çok sevinir.
    Onunla ev, araba vs.alır.
    Bir süre sonra da bu Hintli tanınan tüccarlar arasına girer.
    Aylar geçer. Bir gün General tokat yiyen subayı çağırır:
  • Zamanında sana tokat atan Hintliyi hatırlıyor musun?
    Subay:
  • Unutmam mümkün mü efendim.
    General:
    -Şimdi intikamını alma vaktidir.
    Ona kalabalık bir topluluğun içinde vur!
    Herkes görsün!
    Subay itiraz ederek:
  • Bu Hintli kimsesiz iken ona vurmama izin vermediniz.
    Şu an şehrin tanınan, önemli kişilerinden biri olmuşken mi vurmamı istiyorsunuz?
    Ona vurur vurmaz etrafındakiler bana saldırırlar efendim!
    General kendinden emin bir şekilde:
  • Endişelenecek bir şey yok.
    Sana dediğimi yap!
    Git ona vur, gel!
    İngiliz subay Hintli adamın mağazasına gider.
    Hintlinin adamları ve kalabalık müşterisi de orada bulunmaktadır. İngiliz subay bir şey demeksizin öyle bir vurur ki,
    adam düşüp yere kapaklanır.
    Hintli adam hiçbir karşılık vermediği gibi düştüğü yerden de kalkmaz. İşin garip tarafı subayın yüzüne dahi bakmaya cesaret edemez.
    Karşılık görmeyen subay hayretler içerisinde kalır.
    İntikam almanın verdiği sevinçle oradan ayrılıp generalin yanına gelir.
    General:
  • Seni hem sevinçli ve hem de hayretler içerisinde görüyorum.
    Subay:
  • Evet efendim.
    O Hintli İlk seferinde kimsesiz iken ona vurduğumda sessiz kalmayıp daha sert bir şekilde bana vurdu. Ama bugün mal, makam sahibi iken ona vurduğumda karşılık vermek bir yana,
    bana bir söz dahi edemedi.
    General:
  • İlk sefer onu vurduğunda onuru vardı ve bunu en büyük sermayesi bilirdi.
    Onu korumak için sana karşılık verdi.
    Ama ikinci seferde onurunu paraya sattı.
    Menfaati tehlikeye girer diye sana karşılık vermeye korktu.
    Onun için kendini savunamadı!.
    Çıkarı için onurunu satanlara ithaf olunur.