CHP Berlin Birliği Berlin Brandenburg Kapısında CHP ye karşı düzenlenen oyunlara hayır dedi
Binlerce duyarlı insanın ve bircok siyasi parti temsilcilerinin, basının katıldığı protesto mitinginde binler Tayyip İstifa diye haykırdı. Devletin dini, hak hukuk adalettir, ayarını bozduğunuz kantar gün gelir sizide tartar. Faşizme karşı omuz omuza. CHP sahipsiz, İmamoğlu da yalnız değildir pankartlarının açıldığı protesto yürüyüşü Berlin’den haksızlığa dur dedi.







BİR KRAL VE DÖRT EŞİ
Bir zamanlar dört tane eşi olan bir kral varmış.
Dördüncü eşini her şeyden çok sevmiş, onu en derin sevgisiyle şımartmış ve ona hayatın sunabileceği en iyi şeyleri sunmuş.
Üçüncü eşini de sevdi ve gururla komşu krallıklara gösterdi.
İkinci eşine çok bağlıydı. Onun güvenilir danışmanı ve yoldaşıydı.
Kral ne zaman bir sorunla karşılaşsa, ona sırrını anlatırdı, o da zor zamanlarda ona yardım ederdi.
Ancak ilk eşi hakkında söylenecek fazla bir şey yok. Krallığını sürdürmek için yaptığı önemli katkılara, sevgisini ve hayranlığını kazanmak için verdiği yorulmak bilmeyen çabalara rağmen, kral onun varlığını zor fark etti.
Bir gün kral ciddi bir şekilde hastalandı. Tedavi bulma çabalarına rağmen zamanının kısa olduğunu fark etti.
Görkemli hayatını düşündü ve her şeyini iyileşmek için harcamaya karar verdi ve bu da onu mistik bir büyücüye danışmaya götürdü.
Büyücü dedi ki, “Üzgünüm Ekselansları, ama elimizden bir şey gelmez. ” Ölümün yakındır. Ancak sana öbür dünyaya eşlerinden birini götürmeyi nasip edeceğim. »
Dördüncü eşine dedi ki: “Ben sana sadece hayatın en güzelini verdim. Şimdi ben ölüyorum, öbür dünyada bana eşlik eder misin? »
“Olmaz! dedi” Dördüncü eşi ve tek kelime etmeden gitti.
Üzgün kral sonra üçüncü eşine sordu.
“Hayır! “, üçüncü eş yanıtladı. “Hayat burada çok güzel! yaşayacağım ! Sen öldüğünde, yeniden evleneceğim! »
Daha sonra ikinci eşine birlikte öte dünyaya gitmeyi teklif etti.
İkinci eşi de “Üzgünüm ama seninle gelemem” dedi. “Seni ancak mezarının kenarında ziyarete gelirim. »
Kralın kalbi daralıyor ve derin bir umutsuzluk hissediyor. Tamamen yıkılmıştı.
Sonra üzgün ve yorgun bir ses işitti: “Seninle geleceğim. ” Nereye gidersen git peşinden geleceğim. »
Kral başını kaldırıp ilk eşini sanki ilk defa görüyormuş gibi farkediyor Yılların ihmalinden dolayı zar zor fark edilebilen yaşının ötesinde yaşlanmış gözüküyordu. Kral derin bir üzüntü ile diyor ki, “Fırsatım varken sana çok daha iyi davranmalıydım! ” »
DERS :
Hepimizin hayatında bu dört tane eşimiz vardır.
DÖRDÜNCÜ eş bizim BEDENimizdir
Çoğunlukla vücudumuzu en büyük sevgiyle örteriz, ömrümüzü zarif kıyafetler ve süslerle örterek geçiririz. Ama sonunda öldüğümüzde bizi terk edecek.
ÜÇÜNCÜ eşimiz VARLIĞIMIZ.
Varlık biriktirmeye zamanımızı ve enerjimizi çok harcarız ama öldüğümüzde hiçbiri bize eşlik etmez. Bunun yerine bölünüp başkalarına geçecek.
İkinci eşimiz dostlarımız, ailemiz ve sevdiklerimizdir.
Onları seviyoruz ve güveniyoruz ve karşılığında ihtiyacımız olduğunda onlar da rahatlık ve destek sunuyorlar. Oysa ne kadar yanımızda kalsalar da cenazemize kadar yanımızda olabilirler.
Ve İLK eşimiz RUH’umuzdur.
Zenginlik, zevk ve güç peşinde çoğu zaman ruhumuzu ihmal ederiz, ölümden sonra bize eşlik edenin sadece ruhumuz olduğunu fark etmeden.
Sağlıklı kalarak, spor yaparak, sevdiklerimizle vakit geçirerek bedenimize sahip çıkmak önemliyken, en büyük hazinemizi yetiştirmeyi de unutmamalıyız: ruhumuzu.
Tatmin edici bir hayat sürmek, varlığımızın dört yönünü umursamada bir denge bulmak esastır: bedenimiz, dünyevi varlıklarımız, ilişkiler ve ruhumuz. Bu alanların her birine hak ettiği özeni vererek, sadece sonuna değil, şimdiki zamanda zenginleştiğimiz uyumlu bir yaşam diliyoruz.
ALINTIDIR…
İKİ ŞEY ÖĞRETİSİ GİORDANO BRUNO
KİLİSE TARAFINDAN DİRİ DİRİ YAKILARAK
ÖLDÜRÜLEN GİORDANO BRUNO (1548- 1600)
RÖNESANS FELSEFESİNİ BİÇİMLENDİREN
FİLOZOFLARIN EN ÖNEMLİLERİNDEN BİRİ OLUP
EVRENSEL VE ZAMAN MEFHUMUNDAN UZAK
” İKİ ŞEY ” ÖĞRETİSİ KULAĞA KÜPE OLACAK*
CİNSTEN.
İKİ ŞEY ÇÖZÜMSÜZ GÖRÜNEN PROBLEMLERİ
BİLE ÇÖZER:
1- BAKIŞ AÇISINI DEĞİŞTİRMEK
2- KARŞINDAKİNİN YERİNE KENDİNİ KOYABİLMEK
İKİ ŞEY YANLIŞ YAPMANI ENGELLER:
1- ŞAHIS VE OLAYLARI AKIL VE KALP SÜZGEÇİNDEN
GEÇİRMEK
2- HAK YEMEMEK
İKİ ŞEY KİŞİYİ GÖZDEN DÜŞÜRÜR :
1- DEMAGOJİ (LAF KALABALIĞI)
2- KENDİNİ AĞIRA SATMAK (ÖVMEK,
VAZGEÇİLMEZ GÖSTERMEK)
İKİ ŞEY İNSANI ‘NİTELİKLİ İNSAN’ YAPAR:
1- İRADEYE HAKİM OLMAK
2- UYUMLU OLMAK
İKİ ŞEY ‘EKSTRA DEĞER’ KATAR:
1- HİTABET VE DİKSİYON EĞİTİMİ ALMAK
2- ANLAYARAK HIZLI OKUMAYI ÖĞRENMEK
İKİ ŞEY GERİ BIRAKIR:
1- KARARSIZLIK
2- CESARETSİZLİK
İKİ ŞEY KAŞİF YAPAR:
1- NİTELİKLİ ÇEVRE
2- BİRAZ DELİLİK
İKİ ŞEY ÖMÜR BOYU BOŞA KÜREK ÇEKMEMENİ
SAĞLAR:
1- BASKIN YETENEĞİ BULMAK
2- SEVDİĞİN İŞİ YAPMAK
İKİ ŞEY BAŞARININ SIRRIDIR:
1- USTALARDAN USTALIĞI ÖĞRENMEK
2- KENDİNİ GÜNCELLEMEK
İKİ ŞEY BAŞARIYI MUTLULUKLA BERABER
YAKALAMANIN SIRRIDIR:
1- NİYETİN SAF OLMASI
2- RUHSAL FARKINDALIK
İKİ ŞEY MİLYONLARCA İNSANDAN AYIRIR:
1- SORUNUN DEĞİL, ÇÖZÜMÜN PARÇASI OLMAK
2- HAYATA VE HER ŞEYE YENİ (ÖZGÜN, ORİJİNAL,
FARKLI) BAKIŞ AÇISIYLA YAKLAŞABİLMEK
İKİ ŞEY GELİŞMEYİ ENGELLER:
1- AŞIRILIK (MÜBALAĞA, ABARTI, İFRAT)
2- FELAKETE ODAKLANMIŞ OLMAK
İKİ ŞEY ÇÖZÜM GETİRİR:
1- TEBESSÜM (GÜLÜMSEME)
2- SÜKUT (SUSMAK)
İKİ ŞEY İN DEĞERİ KAYBEDİLİNCE ANLAŞILIR:
1- ANNE
2- BABA
İKİ ŞEY GERİ ALINMAZ:
1- GEÇEN ZAMAN
2- SÖYLENEN SÖZ
İKİ ŞEY ULAŞMAYA DEĞERDİR:
1- SEVGİ
2- BİLGİ
İKİ ŞEY “HAYATTA ÖNEMLİ OLAN HER ŞEY”
İÇİNDİR:
1- NEFES ALABİLMEK
2- NEFES VEREBİLMEK
“ALLAH, İRADESİNİ HAKİM KILMAK İÇİN
YERYÜZÜNDEKİ İYİ İNSANLARI KULLANIR.
YERYÜZÜNDEKİ KÖTÜ İNSANLAR İSE KENDİ
İRADELERİNİ HAKİM KILMAK İÇİN ALLAH’I
KULLANIRLAR. ”
Ne yazık ki günümüzde “İKİ ŞEY ÖĞRETİSİ” gerçerliliğini kaybetmiştir. İnsanların çıkarlarını ilgilendiren tek şey neyse geçerli olan odur. Gionardo Bruno’nun dediği gibi; buna insanları Din ve Allah ile aldatmak da dahildir. 52 yaşında hayata veda eden BRUNO o yaşında bu gerçeği görebilmişti. Çünkü O büyük bir filozoftu.
İBN-İ SİNA’DAN GÜZEL SÖZLER
•Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir.
•İlim ve sanat itibar (ilgi, değer) görmediği ülkeyi terk eder.
•Dünya bir eğlence ve oyun yeri değildir.
•Kendinin ne olduğunu bilen insan, bazı kendini bilmezlerin, onun hakkında söylediklerinden etkilenmez.
•İnsanın ruhu kandil, bilim onun aydınlığı
ve ilâhî bilgelik de kandilin yağı gibidir.
Bu yanar ve ışık saçarsa o zaman sana
“diri” denilir.
•Ben öküzden korkarım çünkü onun silahı var, ama aklı yok.
•Her hastalığı yapan bir kurttur. Yazık ki onu görecek elimizde âlet yoktur. (Mikroskop)
•İnsanlar ileri sürdüğünüz nedenlere, içtenliğinize, çektiğiniz acıların ağırlığına
ancak siz öldükten sonra inanırlar.
•Yaşadığınız sürece durumunuz şüphelidir,
çok çok sizden şüphe ederler, bu kadarına
hak kazanabilirsiniz.
•Çok gerekli olmadıkça ilâç kullanma!
•Bütün hastalıklar esasen yenilen ve içilen şeylerden ileri gelmektedir.
•Benim gönlümün kırılmaz sabrı, senin gönlünün yumuşamaz katılığı var. Şu halde sevgilim, aşk yolunda ikimiz de sert taşız.
TÜRKLERDE KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ VE TÜRKÇE “KADIN, EŞ VE HANIM” KAVRAMLARI:
Eski Türk Töresince, Türk toplumunda kadın ve erkek eşittir. Türkçe “Eş” ve “Yarim” kelimesi bu kadın erkek eşitliğini ifade açısından “Eş-Eşit ve Yar-Yarım” kelimesinden türeyerek ifade edilmiştir.
“Kadın”kelimesi ise İskit/Saka Türklerinden beri Kağan eşi veya Kadın hükümdar anlamında kullanılan “Katun” kelimesinden türetilerek “Kadın ve Hatun” şekline dönüşmüş. Yine “Hanım” kelimesi de Moğol ve Türk hanlıklarında Han eşlerine verilen isimdir. Rivayet odur ki; birgün Cengizhan Kurultayda eşi Börte’yi göstererek: “Ben sizin Hanınızım buda benim Hanım” demiş, ve Börtenin Han kadar Kurultayda yetki ve söz sahibi olduğunu ifade etmiştir. Yine dilimizde üçüncü tekil şahıs zamiri (İngilizce ve Arapçanın aksine) erkeklik ve dişilik belirtmeden “O” kavramıyla ifade edilmektedir. Buda Türklerin yaşantıda, dilde dahi kadın erkek ayrımı gözetmediğini kadın erkek eşitliğinde gerek Avrupa gerekse Ortadoğu uluslarından daha ileri bir düzeyde olduğunu dil bilimi açısından bize göstermektedir.
Gök-Türkler dönemindeki madeni paralarda Kağan eşleri ile Kağanın bir arada yer alması bu açıdan önemlidir. Kağan eşleri Kurultayın doğal üyesi olup, söz ve rey hakkı bulunmaktaydı.Yine Kağan öldüğünde veya sefere çıktığında Kağan eşleri Kağan savaştan dönünceye veya yeni Kağan seçilinceye kadar yöneticilik yapabilmektedir. Bununla birlikte Türklerde zaman zaman güçlü ve kudretli kadın yöneticilerde çıkmıştır. Pers ve Medlerin en güçlü hükümdarı Ahameniş Kralı Kirus’u bozguna uğratan İskit/Saka imparatoriçesi Tomris Katun, Hun/Sabar hükümdarı Bogarık Khatun, Ögeday Han’ın ölümünden sonra tahta geçen Naib Töregene Hatun ya da Turakine Hatun ve 1236-1240 arasında hüküm süren Delhi Sultanlığı’nın tek kadın hükümdarı Raziye Sultan, Türk Kadın yöneticilere güzel bir örnektir.Çin’le yapılan ilk barış antlaşmasını Mete Han’ın hatunu imzalamıştır. Ebul Gazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime’de, Oğuz ilinde, yedi kızın uzun yıllar beylik yaptığını anlatır ve bu kızların isimlerini şöyle sıralar: “Boyu Uzun Burla, Barçın, Salur, Şabatı Hatun, Künin Körkli, Kerçe Buladı, Kuğatlı Hanım.”
Uygur Türk Kağanlığında Hatunlar yönetimde söz sahibiydiler.
Mesela Uygur Devleti kurulmadan önce Uygurların Hanı bulunan Kaganlar’dan Po-Jun (661-664) ölünce yerine kız kardeşi Pi-li-tu geçmiştir.
Buradanda anlaşılacağı üzere eski Türk boylarında kadın ,özgür ve eşit bir toplumsal konuma sahipti.

Bunun;
1.nedeni; toplumda var olan demokrasi,
2.nedeni; Türklerin eski Töre ve dinindeki kadına bakış açısıdır.
Hukuksal açıdan kadın ve erkek tamamen eşitti. Erkeğin yalnızca bir tane zevcesi , yani karısı olabilirdi. Kadınlar doğrudan doğruya hükümdar , kale muhafızı, vali ve elçi olabilirlerdi.
Kızlar kendileriyle evlenmek isteyen erkeklerle bir çeşit düello yapıyor ve kendilerini yenemeyen erkeklerle evlenmiyorlardı. Ev, karı ile kocanın ikisine aitti. Çocukların velayeti konusunda baba kadar ana da hak sahibiydi.
Eski Türk topluluklarında , devlet başkanlığı Hatun – Hakan ortak sorumluluğu ile yürütülürdü. Yasa niteliğindeki emirnameler , her ikisince imzalanmadan uygulanmazdı.
Kadın devlet yönetiminde, hatta askerlik ve sporda bile etkin rol oynuyordu. Elçi kabulü dahil, bütün önemli törenlerde Hakan ile Hatun beraber bulunurlardı.
Hatun bizzat savaş kurulunun üyesiydi. Kadınlar savaşın her aşamasında erkeklerle eşit koşullarda katılırlardı.
Bilge Kağan kitabesinde: “Tanrı Türk milleti yok olmasın diye babam İl-teriş Kağan ile anam İl-bilge Hatun’u yükseltti” ifadesi, Türk kültüründe kadının siyasi ve toplumsal değerinin ne kadar yüksek olduğunu göstermektedir.
Tarihte devlet başkanlığı yapmış ilk kadınlar da Türklerdi. Avrupa ve Ortadoğuda kadınlar bir mal gibi alınıp satılırken köle muamelesi görürken Türklerde kadın erkekle eşit statüdeydi ve devlet başkanlığı yapmaktaydı.M.Ö.500 lerde Pers ve Medlerin en güçlü hükümdarı Ahameniş Kralı Kirus’u bozguna uğratan İskit/Saka imparatoriçesi Tomris Katun buna en iyi örnektir. Türklerin İslamlaşma süreci ile birlikte Arap kültürünün Türk toplumuna olumsuz etkisi ile zamanla Türk kadını toplumda ikinci plana itilmiş, Cumhuriyetimizin kuruluşu ile birlikte Türk kadını toplumda hak ettiği statüyü yeniden kazanmıştır. Atatürk’ün girişimi ile . 5 Aralık 1934’de Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan yasa değişikliği ile kadınların ilk kez oy kullanmasının ve aday olabilmesinin önü açılmış, Türkiye, Fransa ve İtalya’dan 11, Romanya’dan 12, Bulgaristan’dan 13, Belçika’dan 14, İsviçre’den ise 36 yıl önce kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanımıştır.
TÜRK KÜLTÜR VE İNANCINDA KADIN-ERKEK EŞİTTİR VE KIZ ÇOCUKLARI OKUTULUR, AYRIMCILIK YAPILMAZ…
Bil ki er kişi mum ise,
Hatun ateşidir..
Er kişi ay ise,
Hatun güneşidir..
Er mekanı aydınlatsa,
Hatun cihanı aydınlatır..!
(Hoca Ahmet YESEVİ )
“Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça, diğer kısmı göklere yükselebilsin!…Milletimiz güçlü bir millet olmaya azmetmiştir. Bunun gereklerinden biri de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir.”
Fatih Mehmet Yiğit
Hangi yürekteki sevda sönmemiş
Hangi yürekteki sevda sönmemiş
Yanar dağlar dahi söndü güzel dost
Geçen zaman geri gelmez ağlama
İlk bahar yaz güze döndü güzel dost
Dünya kalmış zalimlerin eline
Düşmeye gör hal bilmezin diline
Kanma bülbülde ki sevda haline
Kimisi çalıya kondu güzel dost
Arama kalmadı eski sevdalar
Mecnun çöle düşse Leyla’da güler
Bu günün Ferhat’ı dağımı deler
Kerem gibi yanmak dündü güzel dost
Salma yüreğini ateşe köze
Çekme derdi gamı sineye öze
Bir çift ceylan göze bir tatlı söze
Hasan Kaplani’de kandı güzel dost
KERBELÂ UZAK DEĞİL
“Pîr Sultan’ım eydür yezitler gamda
horasan erleri urum’da şam’da
biz de mihman olduk bir ayn-i cemde
doyup kanamadık hallerinize
nezaman boynuma gitse elim
büyür kerbelâ’m
nezaman kana değse gözlerim
kerbelâ’da bir akşam
bir uzun havadır munzur
mor bir katar gibi düzülüp gider
saz çalar akşamları pîr sultan göçmenleri
gönlümün terazisi bozulup gider
koca fırat vura vura başını
hey fırat
fırat fırat
benim anam döve döve döşünü
kerbelâ uzak değil
ağlama sen
ben de silah çattım munzur eteklerinde
yıldızlara uludum yalnızlığın fıratçasından
gözleri nasıl da gözlerimdi hoooooy
ağrıda benden öte
bir munzur
bir fırat
ve bir gelincik
üçü de erzincanlı
üçü de üçgüzeller
gibi şuramda
ben de kulaç attım dedemlik tosbağalarla
kıyıları gelincikli fırat’ta
fırat fırat
hey fırat
insan nasıl allahsarmış gördüm o yalnızlığı
yaşadım allahsamayı bütün boyutlarıyla
kerbelâ uzak değil
ağlama sen
uzak geldim
seferberlik seferberlik çığrışır ayaklarım
başımdır dolaşır elden ele hergün şam’larda
yüreğimdir her seher bir ak güvercin
bu kaçıncı yezit
dostlar
bu kaçıncı muharrem
ben gözüme sürme değil kerbelâ çektim
ağlama sen
‘ağlama gözlerim mevlâ kerimdir’
ben bilirim o mevlâyı
mevlâ bizimdir
taze karpuz kokusu
bu benim kanım
dostlar, yüzleriniz neden böyle kuytu gülleri
yüzleriniz bir avuç su
a dostlar
fırat fırat
hey fırat
neyleyim ben suyunu
yangınım kaç bin fırat
çilem kaç bin cehennem
hergünüm bir kerbelâ

bakın hele
bakın şu soyukahpelilere
sabahın seherini haram etmişler bana
kaygulu geceleri vatan etmişler bana
fırat fırat
hey fırat
fırat’ı, dost fırat’ı
düşman etmişler bana
nezaman bir ak güvercin konsa dalıma
ak boynundan kanlar sızsa boynuma
nezaman tuza batsam fırat kıyılarında
yezitler doldursa akşamlarımı
dolaşır kesik başım şam’larda
ürkerim büyük tutsaklığımdan
yavrum, mazlum bakışlım, niye akşamız
niye böyle
binicisiz at gibi
göçün ucu saplandı karanlığa
göçün ardı görünürde yok
kim geçmiş bu dağlar kargaşasını
kar kokmuş güneş kokmuş türküsü kimin
kim dökülmüş kızılırmak’lara binlerle
bakarım biryanıma
derim yüzülür
bakarım biryanıma
etim kıyılır
sallanır ak bedenim yağmurda yaşta
urganı boynunda dedem görünür
tutuşmuş ali kuzularının ak çadırları
aşar gelir çığlıkları anacıkların
adımın arkasında
taptaze yaram görünür
kerbelâ aşkım benim
umudum öfkem açlığım
kalabalık yalnızlığım
çocuk saflığım benim
fırat fırat
hey fırat
muhanete muhtaçlığım
kerbelâ benim
onlar hep yezit’tiler
ben hep hüseyin
onlar çöle akar gibi akıp gittiler
ben geldim buralara
fıratlaşarak
kerbelâ uzak değil
kerbelâ uzak değil
ben bilirim bu kavgayı
ağlama sen
Hasan Hüseyin
“Alevilerin katli vaciptir” Turap Tercan
Tarihsel Alevi düşmanlığının dünü ve bugünü.
“Alevilerin katli vaciptir”
Bugün Suriye’de yaşanan Alevi katliamının arkasında yatan gerçek sebep yüzyıllar boyunca Aleviler hakkında verilmiş olan “Alevilerin katli vaciptir” fetvalarına dayanmaktadır.
Aleviler Esad olmadan öncede hemde yüzyıllardır katlediliyor. Aleviler Türkiye’de Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta katledilirken Esad’mi vardı veya Türkiye’de Alevi diktatörlüğü mü vardı?
Orta Doğu’nun kanlı tarihine baktığımızda, mezhep çatışmalarının dinin ötesine geçen, siyasi ve toplumsal dengeleri de şekillendiren bir olgu olduğunu görürüz. Bugün Suriye’de Alevilere karşı yürütülen saldırılar da bu tarihsel bağlamdan bağımsız değildir. “Esad rejimi” söylemi, Alevilere yönelik saldırıları meşrulaştırmanın bir aracı haline gelmiştir. Oysa gerçeklik çok daha farklıdır.
Suriye’de Aleviler hiçbir zaman mutlak bir hâkimiyet kurmamıştır. Nüfusları toplam Suriye nüfusunun yaklaşık %10’nu oluşturur. Esad yönetimi, sanılanın aksine mezhepçi bir rejim değil, laik bir yönetimdi. Devletin kilit noktalarında büyük ölçüde Sünni Araplar yer almıştır.
Peki, o zaman Aleviler neden hedef alınıyor?
Bunun yanıtı tarihsel bir kinle açıklanabilir. Alevilere yönelik düşmanlık, İslam tarihinin ilk dönemlerinden itibaren var olmuştur. 1200’lü yıllara kadar uzanan fetvalar, Aleviliği İslam dışı ilan ederek Alevilere yönelik saldırıları dini bir vecibe gibi gösterilmiştir. Kerbela’dan günümüze kadar süregelen bu tarihsel nefret, zaman zaman daha da şiddetlenerek kendini göstermiştir.

Bu düşmanlık sadece Suriye’de değil, Türkiye’de de defalarca kendini gösterdi. 1970’lerden 1990’lara kadar, Maraş, Çorum, Sivas ve Gazi Mahallesi katliamları, bu zihniyetin Türkiye’deki yansımalarıydı. Tarih boyunca defalarca hedef alınan Aleviler, laik ve özgür bir yaşamdan yana oldukları için sürekli baskı gördüler.
Saddam Hüseyin’in Irak’ta Şiileri katletmiş olması, Kaddafi’nin Sünni bir lider olması kimse tarafından Sünniliğe mal edilmedi. Ancak Esad’ın Alevi olması, tüm Alevileri hedef haline getirebiliyor. Bu çifte standardın sebebi, Aleviliğe duyulan tarihsel düşmanlığın hala canlı tutulmasıdır.
Sonuç olarak, Suriye’deki Alevilere yönelik saldırılar bir mezhep kavgasının çok ötesinde, tarihsel bir hesaplaşmanın devamıdır. Ancak bu karanlık döngüyü kırmanın yolu, mezhepsel ötekileştirmeyi değil, toplumsal barışı ve birlikte yaşam kültürünü savunmaktan geçiyor. Çünkü tarih, ancak onu doğru okuyabilirsek geleceğe ışık tutabilir.
Turap TERCAN
SURİYE’DE ALEVİLER KATLEDİLİYOR
Suriye’nin özellikle Tartus ve Lazkiye kentlerinde Alevilere karşı başlatılan soykırım ve insanlık dışı katliamlar, Dünya kamuoyunun gözleri önünde gün geçtikce dahada hız kazanmaktadır. Bir an önce harekete geçilmelidir. Suriye’yi bu hale getiren muhataplarının gidişata dur demeleri gerekmektedir. Hiçbir soykırımın, hiçbir zulmün haklı gerekçesi olamaz. Haksızlık karşısında susulmamalıdır. Yıllardır Ortadoğuyu kan gölüne çeviren Emperyal güçler ve onların çıkarlarına hizmet edenler bu katliamın bir numaralı failleridir. İslam devletlerini birbirleriyle çatıştırdılar. Arap Baharı adı altında, muhalif güçleri destekleyerek mevcut yönetimlere karşı ayaklandırdılar.
Tunus’ta, Yemen’de, Libya’da, Mısır’da, Bahreyn’de, Suriye’de aynı senaryoyu oynadılar. Bilerde izledik.
Birinci Arap Baharı, 2010’ların başında Arap dünyasının çoğuna yayılan bir dizi hükûmet karşıtı protesto, ayaklanma ve silahlı isyan olarak Tunus’ta başladı. Protestolar sonra Libya, Mısır, Yemen, Suriye ve Bahreyn olmak üzere beş ülkeye yayıldı. Büyük isyanlar ve şiddet olayları yaşandı ve bunların sonucunda 2011’de Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali, Libya’da Muammer Kaddafi, Mısır’da Hüsnü Mübarek ve 2012’de Yemen’de Ali Abdullah Salih devrildi. Fas, Irak, Cezayir, Lübnan, Ürdün, Kuveyt, Umman ve Sudan’da sürekli olarak sokak gösterileri gerçekleşti. Cibuti, Moritanya, Filistin, Suudi Arabistanve Batı Sahra’da ise protestolar meydana geldi. Bu gösterileri, Suriye iç savaşı, İşid’in yükselişi, Irak isyanı ve devamındaki iç savaş, Mısır Krizi, Muhammed Mursi’nin seçilmesi ve görevden alınması, Libya Krizi ve yemen iç savaşıtakip etti.
Arap Baharı’na verilen ilk tepkinin ardından güç mücadelesi devam etti. Liderler değişip rejimler sorumlu tutulurken, Arap dünyasında iktidar boşlukları ortaya çıktı. Bu boşlukları çoğunlukla Amerika destekli terör örgütleri doldurdu. Sonunda bu durum, dini elitlerin iktidarı konsolide etme çabaları ile birçok Müslüman çoğunluklu devlette demokrasiyi destekleyen artan bir hareket arasında çekişmeli bir mücadeleye yol açtı. Bu popüler hareketlerin yolsuzluğu sona erdireceği, siyasi katılımı artıracağı ve daha büyük ekonomik eşitlik getireceği yönündeki erken umutlar, Yemen’deki karşı devrimci hamleler, Bahreyn ve Yemen’deki bölgesel ve uluslararası askeri müdahaleler ile Suriye, Irak, Libya ve Yemen’deki yıkıcı iç savaşların ardından hızla çöktü.
Filistin Yaser Arafat’ı, Libya Muammer Kaddafi’yi, Irak Saddam Hüseyin’i, Suriye Başer Esad’ı arar oldu. Hiç bir ülke menfaati olmayan yere müdahalede bulunmaz. Senin demokrasin ve insanca yaşama koşulların kimsenin umrunda değildir. Emperyalizmin Ortadoğu da iştahını kabartan şey, zengin petrol yataklarıdır.
Ayrıcada Dünya kapitalini elinde bulunduran Yahudilerin arzusuyla, vadedilmiş topraklar saçmalığı üzerinden, Ortadoğuda güçlü bir İsrail Devleti kurmak. Korumalığını yapmak üzerede, Amerika güdümünde Fakir bir Kürt Devleti, Ekonomisi zayıf aşırı muhafazakar bir islam devleti, terör örgütlerini Amerikaya bağımlı hale getirecek ufak tefek ödünler.
Suriye’de Alevilere kabadayılık edenler, İsrail ciğerlerinize kadar girdi. Camilerde namaz kılarken müslümanların kafasına sıktı. Yıllardır Filistin halkına kan kusturuyorlar. Hadi göreyim sizi, Allahu Ekber nidaları ile Kudüse Tel-aviv’e bir dalın bakalım.
Yemiyor değilmi? Bende öyle tahmin etmiştim.
Esat’ın yıllardır mücadelesini verdiği Golan Tepelerindeki İsrail nüfusu Esat’tan sonra iki katına çıkarılacağı Netanyahu tarafından açıklandı. Silahsız Alevilere değil, İsrail işkaline, yayılmacı Siyonizme, Müslümanları Ortadoğudan silmeye and içmiş katillere karşı Allahu ekber deyip saldırında görelim.
Adım adım ülkemize yaklaşan tehlikeyi farketmemiş olamazsınız. Bu saydığım ülkelerin hepsi İslam devleti. Sırada İran var. Kaleler birer birer fethedilirken, bizler surlardan içeriyi seyrediyoruz.
Bundan yüz yıl sonra meydana gelecek olan savaşlar “SU SAVAŞLARI” olacak. Bunuda tarihe not düşün. En tehlikede olan ülke neresi bunuda düşünün!!
Emperyalizmin ve onun uşaklarının desteklediği terör örgütlerinin kan gölüne çevirdikleri Ortadoğu’da, ezilen, öldürülen, soykırıma uğrayan, vahşice insanlık dışı işkencelere maruz kalan, tecavüze uğrayan, yerinden yurdundan edilen Tüm Halklar adına hepinizi Lanetliyorum.
Şair ve Yazar Birol Yıldız Hatipoğlu
Yeni Odak Gazetesi
İtler sadece ısırmıyor Mahzuni Baba, şimdi katliam yapıyor
Ben kendi halimle hak’kı severken
Havlayıp da geçti itin birisi
Hak diyerek dönüp bağrım döverken
Havlayıp da geçti itin biris
Yalnız biri değil, bütün sürüsü
Biz bu canı boş boşuna yakmayız
Helaldan dışarı dönüp bakmayız
Biz insanız kurttan, itten korkmayız
Havlayıp da geçti itin birisi
İtten kurttan korkmaz er oğlu erler
Hav hava bağlıdır kör oğlu körler
Benim soyadıma kurban devrimci derler
Havlayıp da geçti itin birisi
İtin biri değil, bütün sürüsü
İt olan varlıkta olur mu fikir?
İtten uzak kaldık desek olur mu şükür?
Adını sordum Ömer, Osman’la Bekir
Havlayıp da geçti itin birisi
Yalnız biri değil, bütün sürüsü
Mahzuni Şerif’im bu düzen berbat
Duydun mu ki itler içer mi şerbet
Üzülme Mahzuni sade kemik at
Havlayıp da geçti itin birisi
Yalnız biri değil, bütün sürüsü