Alevi-Bektaşi gülbanklarının sonuç kısmında en sık kullanılan formel yapı: “Gerçeğe Hü!” ifadesidir. Bu ifadenin çeşitlenmeleri de mevcuttur. Bunlar: “Hü erenlerin demine!”, “Erenlerin demine devranına Hü!”, “Gerçek erenlerin demine Hü!”, “Hü diyelim erenlerin demine!”, “Hazır ve gaib gerçeklere Hü!”, “Allah eyvallah, Hü dost!”. şeklinde örneklendirilebilir. “Gerçeğe Hü!” üst başlığı altında ele aldığımız kapanış formellerini, barındırdıkları ifade farklılıklarını da gözeterek semantik açıdan ele alacağız.
Kapanış formeli olarak kullanılan “gerçeğe Hü!” ifadesinin çeşitlenmiş örneklerinde de aynı kalan, “gerçek” kavramı ve “Hü” sözcükleridir. Buradan hareketle, söz konusu ifadenin anlamını idrak etmek, gülbank metinlerinin çözümlenmesi bahsinde gereklilik arz etmektedir. “Gerçeğe Hü!” ifadesinin semantik alanına odaklanılması noktasında öncelikle, Alevi-Bektaşi terminolojisinde “gerçek” ile kast edilenin ne olduğu üzerinde durulmalıdır. “Gerçekler” yahut “gerçek erenler”, Alevi- Bektaşi inanç bağlamı özelinde karşılığı olan bir terim olma özelliği gösterir. Yalnızca gülbanklarda değil; bütün Alevi-Bektaşi literatüründe yer verilen “gerçekler”i, “Hakk’a ermiş olanlar; Hak erenleri, evliyalar; kalbindeki niyet, dilindeki söz ve yaptığı iş aynı olan kişi; Hak eri; başka bir ifade ile içi dışına özü sözüne uyan; anlamsız iddialara kalkışmayan, Hak ile hak olan erlere gerçek eren.” (Gökbel, 2019: 313); “hakikî veliler, hakikate erenler.” (Gölpınarlı-Boratav, 2017: 377) şeklinde tanımlamamız mümkündür.
Arapça’da “O” anlamına gelen “Hû/Hu” sözcüğü, mutasavvıflar tarafından “İsm-i A’zam” olarak kabul edilir. “Hu” ile kast edilen Tanrı’nın kendisidir (Gölpınarlı-Boratav, 2017: 381). Buyruk’ta Hû/Hu sözcüğüne ilişkin, Tanrı’nın bin bir adı olduğu, bu adların açık adlar olduğu fakat Tanrı’nın gizli bir adının da olduğu bilgisine yer verilerek, bu gizli adın, “O” anlamındaki üçüncü kişi sözcüğü olan “Hu” olduğu ifade edilir. Buyruk’ta verilen bilgiye göre, “gizemli varlık, “O” anlamındaki üçüncü kişi sözcüğüdür ve “Hu” simgesi ile gösterilir. Tanrı görünmezlikten çıkıp görünürlüğe çıkıncaya değin “Hu”, yani “O” kalacaktır. Bu simge, “kalıcı olan yalnızca “O”dur anlamına gelir (Bozkurt, 2015: 67). Bunun yanında “hû” ve “yâhu” sözcükleri, bir işin bitimini, tamamlanmasını da ifade eden sözcüklerdir. Gülbankların da “Hu” sözcüğüyle sonlandırılması ile dervişler, gülbank esnasındaki gönül birliğinden, “mahv âlemi”nden “sahv âlemi”ne dönerler; Hak’tan Hakk’a, Hakk’ın butûnundan zuhuruna rücû etmiş olurlar (Gölpınarlı-Boratav, 2017: 379). Bu noktada Buyruk’ta da, selam etmenin ve bir selam ifadesi olan Hu’nun Tanrı’nın büyük adlarından biri olduğu, bu şekilde verilen selamın Tanrı’nın selamı olduğu kaydedilir (2018: 134). Hz. Ali’nin de çoğunlukla “.Hû illa Hû” şeklinde dualar ettiği, bu şekilde dua etme sebebini ise Hû’nun ism-i azam oluşuyla açıkladığı rivayet edilir (Tatcı-Kurnaz, 2016: 7).
Bedri Noyan, “Hü” sözcüğünü Kırklar Cemi ile ilişkilendirir ve ilk olarak orada kullanıldığını belirtir. Noyan’ın ifadesine göre Miraç dönüşü Kırklar Meclisini ziyaret eden Hz. Muhammed, önüne Selman tarafından konulan üzüm tanesini ezerek şerbet haline getirir. Kırklardan birinin dudağına değen bu şerbetle hepsi mest olarak semaha kalkar. Vecd halinde iken zikrettikleri sözcükler arasında “Hü” de yer alır ve böylelikle bu sözcük ilk kez Kırklar tarafından kullanılmış olur (1995: 67).
Alevi-Bektaşi gülbanklarının “Gerçeğe Hü!” ifadesi ile sonlanmasıyla, “gerçek olanın Hak katında makbul olacağı, onun, niyaza layık olduğu bildirilir.” Alevi-Bektaşi inanç ve kültür evreninde, Tanrı’nın her yerde hazır-nazır olduğunun ikrârı anlamında “Hü”, yemek yendikten, mukabele bittikten, cem sona erdikten sonra da sarf edilen bir sözcüktür. Örneğin, yemeğin tamamlanması ile sofra gülbangı verilir ve bu gülbank da diğerleri gibi “Hü” sözcüğüyle sonlandırılır. Bu gülbanktan sonra, sofradaki herkesin bir lokma ekmek alması yahut parmağını tuza banarak sofraya niyaz edip kalkması gerekir; gülbank verildikten sonra tek bir lokmanın alınması erkândandır. Bu ritüelik gerekliliğin yerine getirilmediği durumlardan yola çıkarak kurulan bir atasözü mevcuttur . “Gerçeğe Hu demişler, bir fırın ekmek yemişler.” atasözü, sofra gülbangı verildikten sonra tek bir lokma alıp niyaz etmek yerine yeniden yemeğe başlarmış gibi davranan kimseler hakkında söylenir (Gölpınarlı, 2017: 154).
“Gerçeğe Hü!” ifadesinin gülbankların sonunda kullanılması ile dua tamamlanarak Tanrı’nın varlığı, birliği, esirgeyici ve bağışlayıcılığı ile yüceliği anılmış ve böylelikle niyaz edilmiş olur (Gökbel, 2019: 313). “Gerçek” sözcüğü ile yol ve erkâna yani On İki İmamlardan kaldığına inanılan, cem ritüeli ve ibadet pratiklerini de içine alan gerçek İslam anlayışına, “Hü” ile de hak ve gerçek olan tek Tanrı’ya işaret edilir. Dolayısıyla, “gerçeğe Hü!” kalıp sözünde Allah’ın hak olan yoluna, Ehlibeyt yoluna ihtiram ile biat vardır.” (Ersal-Ersöz, 2013: 67)
“Gerçeğe Hü!” ifadesi ve varyantları ile Hakk’a ulaşmış, “ermiş” kimselere, Alevi-Bektaşi erenlerine ve Hakk’a selam vermek amaçlanır. Böylelikle gülbanklar aracılığıyla bildirilen dilek ve niyetlerin kabul görmesi, gerçekleşmesi noktasında, Alevi-Bektaşi erenleri ile Tanrı’ya aynı anda yakarılmış, bilinen bütün kutsal güç kaynakları ile aynı anda temasa geçilmiş olur. Bununla birlikte, sözcüklerin ilk anlamlarıyla düşünüldüğünde, hakikatin bilgisinin, gerçeğin selamlanması suretiyle gülbangın sona erdirildiğini ifade etmemiz de mümkündür.
Alan araştırmasında yönlendirilmiş mülakat yöntemi ile görüştüğümüz Alevi- Bektaşi inanç önderlerinin, söz konusu kapanış formeline ilişkin beyanları, şu şekilde örneklendirilebilir:
“Hü, Allah’ın isimlerinden bir tanesidir. Nefes alıp verme şeklidir. Nefes ile Allah’ı çağırmak, ona selam etmek demektir.” (KK13)
“Allah’ın iki tane gizli ismi vardır. Bunlardan bir tanesi Ba, bir diğeri Hü’dur. Cemde gürültü olduğunda “sessiz olunsun!” diye bağırmayız. “Gerçeğe Hü!” diye bağırırız. Canlar anlar, sessiz olurlar. “Gerçek” de Allah’ın adıdır. “Gerçek” ve “Hü” bir araya geldiklerinde Allah’ın isimlerini anarak ona seslenmiş oluruz.” (KK3)
“Gülbangı sonlandırırken “gerçeğe Hü” diyebilmek, ancak dedenin yapabileceği bir şeydir. İstediğin kadar dua oku, “gerçeğe Hü!” demeyince dua gerçekleşmez, ulaşmaz. Bunu söylemek de ancak seyyid soyundan gelen dedenin yapabileceği bir şeydir. Bunu söylemeyince dua tamam olmaz.” (KK7)
Söz konusu kapanış formelinin çeşitlenmelerinin mevcut olduğuna konuya başlarken işaret etmiştik. “Hü, erenlerin demine!”, “Erenlerin demine devranına Hü!”, “Gerçek erenlerin demine Hü!”, “Hü diyelim erenlerin demine!”, ifadeleri, ele aldığımız formel yapının çeşitlenmeleri arasında yer alır. İfadelerde yer alan “dem” sözcüğüne, Alevi-Bektaşi inanç ve kültür evreninde çok sayıda anlam yüklenmiştir. Dem, kan, nefes ve zaman anlamlarında kullanılan bir sözcüktür. Üzerinde durduğumuz Alevi- Bektaşi gülbanklarının giriş formellerinde ise dem, daha ziyade “ân”, “zaman” anlamında kullanılmaktadır. Tasavvufî görüşe göre, “Tanrı her ân, zâtı bakımından her şeyden mutlak, fakat yine her ân, “Hakikat-ı Muhammediyye” de denen zâtı iktizası bakımından, kendisine âlimdir; diğer bir tabirle zuhura meyli vardır. Bu bilgisinde her ân bütün varlığın hakikati, bütün varlık suretlerinin hakikatleri sabittir. Bu sübut da her ân kâinatı izhar edip durmaktadır. Şu hâlde Âlem, her an Tanrıdan zahir olmakta ve yine Tanrı’ya rücu etmektedir ve bir ân önceki âlem, bir ân sonrakinin tamamıyla ayrısıdır. Bu daimî zuhur, bir derenin akışına benzer. Şu hâlde ne mazi vardır, ne müstakbel. Ne Âdem devri vardır, ne Muhammed devri. İşte bu “ân-ı vâhid” de denen zuhuru, Gerçek Erenler, Gerçekler ve bilhassa onların içinde tek bir kişi, yâni vaktin Kutbu bilir. Zaten bu feyz, onun vasıtasıyla olur.” (Gölpınarlı-Boratav, 2017: 378) O halde, “gerçeklerin demine Hü!” ifadesinin Hu sözcüğü ile de Tanrı’nın kast edildiği bilgisinden hareketle, gerçeklerin, erenlerin, Hak ile hemhâl olanların yaşadığı zaman, Tanrı’nın zamanıdır; gerçekler, her daim Hak ile birliktedir anlamında kullanıldığını ifade etmemiz mümkündür.