İnsanlık içinde hakkı bulunca
İnsanlık içinde hakkı bulunca
Özde ikiliği yener giderim.
Arif sofrasından lokma alınca
Kendimi kendimde sınar giderim.
Yağmur dövülür mü sırça havanda
Tomurcuklanır gül aşkın tavında
Seher bülbülleri ulu divanda
Özgürlük, adını anar giderim.
Hakkı özde bulur insanın hası
Bal olur dilinde halkın sevdası
Silinir gönülden tarihin pası
Yüreğimi aşka banar giderim.

Yoluna eyledim gönlümü harman
Düştüm ocağına derdime derman
Bu aşk mahkumuna yok mu ki ferman
Bir ömür durmadan kanar giderim.
Gönül çırasını aldım elime
Takıldım giderim sülfün teline
Tutuldum bir garip sevda seline
Yüreğim girdapta döner giderim.
Siyah perçemini kadir yüzünden
Mahrum kalmasın yar gözüm gözünden
Aşk ateşi ile yandım özümden
Gönlüm kuş, dalına konar giderim.
Temmuzda buz tutar damın saçağı
Anadolu’m saklar vermez kaçağı
Boynumda biliyor cellat bıçağı
Her gelen kendini dener giderim.
Denizin içinde yaktıkça közü
Uludere yanar insanın özü
Utanır kendinden kanar gökyüzü
İnsanlığa zulmü kınar giderim.
Ayağım bastıkça acır nasıra
Özgür vatandaşlık döndük esire
Bedeni kefensiz sardık hasıra
Acılar yüreğe iner giderim.
Uykular bölündü, amansız gece,
Dilimde sevdaya dokundu hece.
Vurguni ney leyim bu büyük güce
Aşkın narı özde yanar giderim.
Abdullah Oral
Hikaye deki karıncalar şimdi sokakta olan gençler, fil kim ola?
Hikaye bu ya …. Necla Süsal
Fil, kendisini ormanın en güçlü hayvanı ilan etmiş. Bütün düzeni değiştirmiş, yeniden kurmuş.
Aslan, kaplan, ayı, manda…
File karşı çıkan olmamış ormanda.
Fil, önce kendi yerini sağlamlaştırmış, “Herkes kendi arasında nasıl yaşarsa yaşasın, beni ilgilendirmez. Ama herkes benimle ilişkilerine dikkat etsin. Bütün kuralları ben koyacağım. Ormandakiler de ona uyma özgürlüğünü kullanacak” demiş.
Etkisini genişletmiş zamanla fil.
En güçlü o, tek yetkili o, gerisi sefil.
Artık sadece fille ilişkiler değil, bütün hayvanların kendi aralarındaki ilişkiler de filden ve çevresinden sorulur olmuş.
Öyle ki, ormandaki nüfus artışı bile filin işi olmuş. Tek tek doğum yapan hayvanlara kızmış, “Bakın bir seferde 4-5 yavru doğuranlar var. Ne bu tembelliğiniz. Benimle oyun oynamayı bırakın, gidin genlerinizle oynayın, daha çok yavru doğurun” diye çıkışmış.
Her şeyi sineye çekmiş ormandakiler.
“Yeter ki” demişler, “boşalmasın kiler”.
Filin “değişiyoruz, değişiyoruz” naralarıyla girmiş orman şekilden şekle.
İş o noktaya gelmiş ki, eşit sayılmış maymun eşekle. Zira fil, kimi kime uygun görürse ona göre şekillenirmiş ormanda yaşam.
Bir tek, “Ne güzel buyurdunuz”, “Biz de tam böyle yapacaktık”, “Bundan daha mükemmel olamazdı”, “Bu hızla bütün ormanları geçeriz” sözlerine izin veriliyormuş. Öteki bütün sözler “istikrar bozucu” bulunuyormuş.
Arada hakkını aramaya kalkan olursa hemen müdahale ediliyormuş. Üzerine, “geber gazı” sıkılıyormuş. Filin bir özelliği de kindar olmasıymış. Kendisine yapılan hiçbir şeyi unutmuyormuş. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, intikamını alıyormuş.
Hortumuna geleni vuruyor, ayağına geleni eziyormuş. Hiç kimseyi dinlemiyormuş. Bir gün söylediği ertesi güne uymuyor, doğru budur diyeni duymuyormuş. Bundan karıncalar da payını almış, yuvaları filin ayaklarının altında kalmış. Tam o sırada bir karınca, fil hortumunu topraktan çıkarınca, girmiş hortumun içine.
Karınca az gitmiş uz gitmiş, kendisine hortumun içinde iyi bir yer etmiş.
Fil başlamış kaşınmaya. Hortumunun içi karıncalanıyor, nedenini anlayamayınca beyni de karıncalanıyormuş.

Kalınca bir ağacın yanında durmuş, hortumu gövdesine vurdukça vurmuş. Bir türlü karıncalanmayı gideremiyormuş.
Üstelik hortumu da fena halde acımaya başlamış.
Bir hamle daha ağacın gövdesine vurunca, ağaç devrilip üzerine düşmüş. Fil ilk kez bu kadar âciz duruma düşmüş.
Bereket demiş kimse yok etrafta, arada bir yanından geçtiği koca kayanın nerede olduğunu düşünmüş, hah şu tarafta.
Bu kez kayalara vurmuş hortumunu, arada geçen olursa duruyormuş, anlatamıyormuş durumunu.
Hortumu kayaya vurdukça kaşıntıları artmış, kaşıntıları arttıkça daha çok vurmak istemiş.
Derken iflas etmiş bedeni, anlayamadan nedenini, uzanıp kalmış fil…
İşte böyle efendim…
Fili yenmiş bir karınca.
Ateş bacayı sarınca, fil güya ulaşılmaz bir noktaya varınca, etrafındaki herkesi kırınca, kendisinden güçlü hiçbir hayvan olmadığını sanınca…
Sonunda olan olmuş, küçük bir karınca koca bir filden daha güçlü olmuş.
Böyledir hayat…
En güçlü olduğumuz an, aynı zamanda en zayıf olduğumuz andır.
Hiçbir güç mutlak değildir doğada.
Herkesi dize getirdiğini sanan.
Çöker bir gün diz üstü.
Koca bir fili durduran da.
Bir karıncadır altı üstü…
Necla süsal’dan
Tarih tekrardan ibarettir derler, ama bu kadar çabuk olması tuhaf
1957 seçimlerinde ne oldu? Söylemezler, yazmazlar. Türkiye’yi askeri müdahaleye götüren o süreci hiç anlatmazlar.
Tarih unutmaz…
64yıl önceye gidelim…
İktidardaki Demokrat Parti genel seçimi 7 ay önceye çekti. Halk, 27 Ekim 1957’de sandık başına gitti.
Seçim saat 17.00’de bitecekti.
Fakat saat 14.30’da devletin tek radyosu; oy verme işlemleri sürerken DP’nin kazandığı illeri açıklamaya başladı!
Şaka değil gerçek bu…
CHP lideri İsmet İnönü, Devlet Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu telefonla aradı, “Sizden bu suçun işlenmesine engel olmanızı talep ediyorum” dedi.
Bakan Zorlu, “Beyefendi” Adnan Menderes’e gitti, İnönü’nün söylediklerini aktarıp radyo yayınının durdurulmasını istedi. “Beyefendi” sert çıktı; “Radyo sonuçları açıklanmaya devam etsin!”
CHP bu kez Yüksek Seçim Kurulu’na başvurdu.
Radyo yayını durduruldu.
Fakat DP zaten istediğini almıştı; kimi CHP’liler “DP kazandı” diye sandığa gitmedi.
Bu arada radyoevinden yabancı gazetecilere, “İsmet İnönü’nün yazılı açıklaması” diye bir kağıt verildi.
Sözde İnönü, “Seçimi kaybettik; en fazla 120 milletvekili çıkarabiliriz” demişti! BBC’den France Press’e kadar yabancı gazeteciler haberi doğrulatmak için İnönü’nün yanına gidince, şaşıran sadece yabancı gazeteciler değildi; İnönü ülkesi adına utandı.
Devlet, yalan söylemekle kalmıyor, yalan belge düzenliyordu!
Bitmedi…
Bir de 1957 seçimlerinin İsmet İnönü’nün isimlendirmesiyle “kütük marifeti” var!
Seçmen kütükleri hazırlanırken, CHP’li seçmenler “kütük”ten yok ediliverdi!
Yerlerine DP’li seçmenlerin adı hem de birkaç kütükte yer aldı. Yani bir DP’li birkaç sandıkta oy kullandı.
DP kurduğu seyyar ekiplerle bu seçmenlerini sandık sandık taşıdı.
Seçime “iyi organize” olmuşlardı; organize işler konusunda marifetliydiler!
CHP’li kimi seçmenler kütükte isimlerini göremeyince oy kullanamadan evlerine döndü.
Hayır daha bitmedi…
Oy usulsüzlükleri bazı şehirlerde olayların çıkmasına neden oldu. Örneğin Gaziantep’te…
27 Ekim gecesi seçimi CHP’nin 700 oy farkla kazandığı ilan edildi. Hatta DP’nin gazetesi “Zafer” bile bu sonucu yazdı. Fakat, ertesi gün köylerden “sayılmamış, unutulmuş oylar” getirildi ve bin kadar oyla seçimi bu kez DP’nin kazandığı açıklandı.
CHP’liler haklı olarak il seçim kuruluna itiraz etti. İtirazları kabul edildi.
Oylar, tutanaklar, gerekli belgeler adliye binasına götürüldü; pazartesi inceleme başlayacaktı.
O gece adliye binası yandı!
Bütün oylar yok oldu!
DP’nin galibiyeti resmiyet kazandı.
Şehirde gergin bir hava oluştu.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı töreninde Gaziantepliler belediyeye yürüyüp seçimleri protesto etti.
Vali kitlenin üzerine (o zaman TOMA yoktu) itfaiye araçlarıyla su sıktırınca olaylar çıktı.
Belediye tahrip edildi.
Polisin halkı dağıtmak için ateş açmasıyla, DP binasından da kitleye mermiler yağdırıldı. Olaylarda bir komiser muavini ile bir çocuk yaşamını yitirdi; çok sayıda kişi
yaralandı.
Zırhlı askeri birliklerin şehre girmesiyle olaylar yatıştı.
Ardından şehirde
“CHP’li cadı avı” başladı.
Gözaltına alınıp tutuklananlar arasında kimler vardı bilir misiniz:
Mehmet Barlas’ın babası Cemil Sait Barlas.
Zeynep Göğüş’ün babası/Hasan Celal Güzel’in dayısı Ali İhsan Göğüş.
CHP’liler halkı isyana teşvik iddiasıyla Yozgat Cezaevi’nde beş buçuk ay yattı.
Avukatları Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu idi.
Oy rezaleti yüzünden sadece Gaziantep’te olaylar çıkmadı.
Mersin’de seçim cinayeti
Mersin’de de oy hırsızlığı olaylara neden oldu.
DP’nin oy hilekarlığının ortaya çıkması halkın sokağa çıkmasına sebep oldu. Olayları askerler bastırdı.
Bu arada…
CHP’li Mahmut Boytunç, DP’liler tarafından öldürüldü. Resmi makamlar “katil” diye, Zeki Budur ve Murat Sevim adlı DP’lileri tutukladı.
Ama katilin aslında DP Mersin Milletvekili Hüseyin Fırat olduğu yolunda söylentiler çıktı. Cinayetle ilgili haberlere yayın yasağı getirildi!
Sadece Gaziantep ve Mersin’de olaylar çıkmadı. İstanbul, Ankara, Sivas, Giresun, Kütahya, Kayseri, Çanakkale, Samsun gibi birçok şehirde oyların çalındığı iddiası halkı sokağa döktü.
Olayları bastırmak için şehirlerin üzerinden uçaklar alçaktan uçuş yaptı. İsmet Paşa, “Savaşta bile askeri uçakların sivil halk üstüne dalış yapmadığını” söyledi.
Seçimin üzerinden 5 gün geçti. Fakat Türkiye sakinleşmedi.
Bu nedenle…
1 Kasım 1957’de TBMM açılışında Ankara’da olağanüstü güvenlik önlemleri alındı. Başkentin caddelerinde tanklar vardı. Yollar asker kordonu altındaydı. Gençlik Parkı’na, Güven Parkı’na askerler yığıldı.
Aslında tüm bu gerginliğin nedeni Meclis tutanaklarına yansıdı:
1957 seçimlerinde DP bir önceki 1954 seçimlerine göre 9 puanlık büyük oy kaybetti. Bunu bekliyorlardı. Bu nedenle işi sıkı tutmuşlardı. Ne olursa olsun kazanmayı amaçlamışlardı.
Sonuçta…
DP, 1957 seçiminde CHP ile artık başa baştı; CHP’nin yüzde 41’ine karşılık yüzde 47’lik oyu vardı. DP’nin bu oyların ne kadarında kütük marifeti vardı, bilinmiyor.
Bilinen;
Türkiye’nin 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesine böyle seçim şaibeleriyle de sürüklendiğidir.
Tv’lere çıkanlar, gazetelerde yazanlar bu konulara hiç değinmiyor.
Yalan üzerine iktidar inşa ediyorlar.
Dün de öyle,
Bugün de öyle…
Gurbet elde bir hal geldi başıma
Gurbet Elde Bir Hal Geldi Başıma,
Ağlama Gözlerim Mevlâ Kerimdir.
Derman Arar İken Derde Düş Oldum,
Ağlama Gözlerim Mevlâ Kerimdir.
Huma Kuşu Suya Düştü Ölmedi,
Dünya Sultan Süleyman’a Kalmadı.
Dedim Yâre Gidem Nasip Olmadı,
Ağlama Gözlerim Mevlâ Kerimdir.
Kağıda Yazarlar Ufak Yazılar,
Anasız Olur Mu Körpe Kuzular.
Yürek Yaralıdır, Ciğer Sızılar,
Ağlama Gözlerim Mevlâ Kerimdir.
Pir Sultan Abdal’ım Böyle Buyurdu,
Ayrılık Donları Biçti Giydirdi.
Ben Ayrılmaz İdim Felek Ayırdı
Ağlama Gözlerim Mevlâ Kerimdir.
Kimse bana yaran olmaz yar olmaz
Kimse bana yaran olmaz yar olmaz
Mertlik hırkasını giydim giyeli
Dünya bomboş olsa bana yer kalmaz
İnsana muhabbet duydum duyalı
Bu Kızılbaş oldu ummaz dediler
Kapıya bacaya konmaz dediler
Kestiği haramdır yenmez dediler
Şah Hüsey’n’e gönül verdim vereli
İmanım hükümdar benliğim esir
Ehli Bey t’i sevdim dediler kusur
Kimi korkak dedi kimi de cesur
Kurt ile kuzuyu yaydım yayalı
Kimi benden kağıt hüccet arıyor
Hal bilmeyen dib dedemi soruyor
Dostlar ölümüme karar veriyor
Sefil Selimi’yim dedim diyeli
İrfan mektebine sözle girilmez
İrfan mektebine sözle girilmez
Hulusi kalp, doğru öz olmayınca
Gerçekler sırrına asla erilmez
Hakkı tanıyacak göz olmayınca
Her aşıkım diyen bâde içemez
Her mürşidim diyen müşkül seçemez
Güller yaprak açıp koku saçamaz
Karlar eriyipte yaz olmayınca

Ârif olan bulur gerçek yârini
Yoluna terk eder bütün varını
Tutuşup yanmalı aşkın fırını
Hiç kebap pişer mi köz olmayınca
Kanat gelişmeden uçamaz kuşlar
Bebe et yiyemez çıkmadan dişler
Ne kadar pişirsen yenir mi aşlar
Gerektiği kadar tuz olmayınca
İBRETİ, meyveler yetmeden yenmez
Açılmayan güle bülbüller konmaz
Boş bir lamba asla tutuşup yanmaz
İçinde bir miktar gaz olmayınca
CAHİLDEN BİRŞEYLER UMAR OLMUŞUZ
Dibi delik tencerede kaynarız
Cahilden birşeyler umar olmuşuz
Rol verilmiş bize çıkar oynarız
Beylerin elinde kumar olmuşuz
Öyle her şiirden olmuyor beste
İlham bulunur mu akılsız feste
Yoksullar görmemiş ömründe deste
Parayı bulmadan tomar olmuşuz
Muskacılar cirit atar ilinde
Hurafeler eksik olmaz dilinde
Üç beş sahte şeyhin şıhın elinde
Hep geri kalmışız çomar olmuşuz
Bunlar gene aynı filim değil mi
Zamanla yarışan bilim değil mi
En hakiki mürşit ilim değil mi
Eskiden Ali’ydik Omar olmuşuz
Kelime dökülmez oldu satırdan
Cahiller ne anlar zaten hatırdan
Bir farkımız yok ki attan katırdan
Ağa çiftliğinde tımar olmuşuz
Binalar eskidir sıvalar dökük
Çatılar uçuyor temeller çökük
Yırtıktan pırtıktan olmuyor sökük
Aynı elbiseyi yamar olmuşuz
Vergi vize derken kalmışız yayak
Başın cezasını çekermiş ayak
Cennetten mi çıktı acaba dayak
Sanki süt oğlanı şamar olmuşuz
Vurgunu önceden vursun zenginler
Ne güzel hayaller kursun zenginler
Süt banyosu yapsın dursun zenginler
Biz zaten derede çimer olmuşuz
Koyunlar kuzular bıkmış yoncadan
Derine inelim biraz inceden
Osmanlı Selçuklu daha önceden
Haberimiz yokken Sümer olmuşuz
Sineklerden bile çıkardık yağı
Bu işin ne solu kaldı ne sağı
Keçiler koyunlar terketti dağı
Hazır süt almışız emer olmuşuz
Ne yapın ne edin gerçeği bulun
Evine et girmez yetimin dulun
Elbisesi yokken fakir bir kulun
Beylerin beline kemer olmuşuz
Alparslan tabiki bular Alparslan
Boşa akıp gider sular Alparslan
Kimlere verilmiş yular Alparslan
Aynı eşşeklere semer olmuşuz
Ozan Alparslan
25 Mart 2025
Hadim
Bu Davet, Gençlerimizin Geleceği İçin!
İstanbul Cemevi KIZ ÖĞRENCİ YURDU, desteğini bekliyor
“Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum” diyen Hazreti Ali’nin öğretileriyle çıktığımız bu yolda, kız öğrenci yurdu için bir tuğla da sen koy!
Genç kızlarımıza eğitimde fırsat eşitliği sunacak olan bu kutsal amaca katkı sağlamak senin elinde.
100 öğrenci kapasiteli tam donanımlı bu yurt, etüt merkezinden misafirhanesine, kafeteryasından, kütüphanesine kadar her detayıyla öğrencilerimizin geleceğine ışık tutacak.
KIZ ÖĞRENCİLERİMİZİN UMUTLARINA DESTEK OL!
NASIL BAĞIŞ YAPABİLİRİM

https://istanbulcemevi.org/bagis-icin/
Ziraat Bankası IBAN Numaralarımız:
TRY: TR31 0001 0024 8291 9606 6850 01
EUR: TR04 0001 0024 8291 9606 6850 02
USD: TR74 0001 0024 8291 9606 6850 03
SWIFT: TCZBTR2AXXX
YER: İstanbul Cemevi Eğitim ve Kültür Vakfı
ADRES: İstasyon Mah. 1. Yunus Emre Cad.
No.64-66 Halkalı, Küçükçekmece – İstanbul
TELEFON: 0532 170 92 70 – 0212 696 94 75
Gazi Arslan
YERYÜZÜ AŞKIN YÜZÜ OLUNCAYA DEK
Aşksız ve paramparçaydı yaşam
bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Aşk demişti yaşamın bütün ustaları
aşk ile sevmek bir güzelliği
ve dövüşebilmek o güzellik uğruna.
işte yüzünde badem çiçekleri
saçlarında gülen toprak ve ilkbahar.
sen misin seni sevdiğim o kavga,
sen o kavganın güzelliği misin yoksa…
Bir inancın yüceliğinde buldum seni
bir kavganın güzelliğinde sevdim.
bin kez budadılar körpe dallarımızı
bin kez kırdılar.
yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz
bin kez korkuya boğdular zamanı
bin kez ölümlediler
yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri
suyun ayakları olmuştur ayaklarımız
ellerimiz, taşın ve toprağın elleri.
yağmura susamış sabahlarda çoğalırdık
törenlerle dikilirdik burçlarınıza.
türküler söylerdik hep aynı telden
aynı sesten, aynı yürekten
dağlara biz verirdik morluğunu,
henüz böyle yağmalanmamıştı gençliğimiz…
Ne gün batışı ölümlerin üzüncüne
ne tan atışı doğumların sevincine
ey bir elinde mezarcılar yaratan,
bir elinde ebeler koşturan doğa
bu seslenişimiz yalnızca sana
yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Saraylar saltanatlar çöker
kan susar birgün
zulüm biter.
menekşelerde açılır üstümüzde
leylaklarda güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler…
Şiirler doğacak kıvamda yine
duygular yeniden yağacak kıvamda.
ve yürek,
imgelerin en ulaşılmaz doruğunda.
ey herşey bitti diyenler
korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.
ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Adnan YÜCEL
ATATÜRK ve BEDEVİ FALCININ KEHANETİ…
..Yıl 1912…
İtalyanların Osmanlı İmparatorluğu’na savaş açarak işgal ettiği Trablusgarp’ı (Bugünkü Libya) savunmak için gönüllü olarak cepheye giden genç subayların arasında olan Mustafa Kemal, Derne komutanı olarak savaşmaktadır. Bir gün yakın arkadaşı olan Şark komutanı Binbaşı Fuat’la (Fuat Bulca Türk Hava Kurumu’nun ilk Genel Başkanı) tebdili kıyafet ile Derne’den Bingazi’ye geçmek için yola çıkarlar. Şehrin girişindeki bir çadırın önündeki kalabalık ilgilerini çeker, merak edip yaklaşırlar. Cenup’tan (güneyden) gelen çok ünlü bir bedevi falcı, yerde kilime bağdaş kurmuş el falı bakmaktadır.
Mustafa Kemal bir süre falcıyı seyreder, sonra da gülümseyerek yürür. Ancak fal baktırmak isteyen Fuat Bey, fala inanmadığını söyleyen Mustafa Kemal’i ikna eder. Mustafa Kemal, bedevi falcının yanına çömelir ve küçük bir çocuğun uzattığı küpün içine para atar. Bedevi falcı Mustafa Kemal’e sağ elini uzatmasını söyler. Avucunun içine uzun uzun bakar ve konuşmaz.
Yanındaki bir çömlek içindeki kırmızı boyaya tavus tüyü batırır, avucundaki çizgiler üzerinde usul usul gezdirirken, Mustafa Kemal’in gözlerinin içine bakar. Sonra da avucundaki bir çizgiyi tavus kuşu tüyüyle dikkatlice ölçer ve yüzüne tekrar şaşkın ve inanmaz bakıp “Ve minel Garaib!” diyerek ayağa fırlar:
“Sen hükümdar olacaksın!'”
Mustafa Kemal ve Fuat Bey de ayağa kalkarlar. Bedevi falcı, Mustafa Kemal’in iki kolunu sıkı sıkıya kavrayarak “Ve Minel Garaib… Ve Minel Garaib!” diye bağırmaya devam eder. Bu durumdan sıkılan Mustafa Kemal, falcının elinden kurtulmak gitmek ister, ama falcı onu bırakmaz. “Dur gitme…
Konuşacaklarımı dinle sen çok büyük bir hükümdar olacaksın. Devletin başına geçeceksin.”
Mustafa Kemal, falcının bu sözlerine güler ve tekrar gitmek için davranır. Bedevi falcı engelleyip Mustafa Kemal’in sağ elini alıp tekrar bakar; “15 yıl hükümran kalacaksın.”
Mustafa Kemal yine güler ve elini çekerek yürür. Bu kez arkadaşı Fuat Bey engeller ve falcıya heyecanla döner:
“Eee sonra ne olacak? Anlat!”
Falcı: “O çok büyük hükümdar, çok büyük, ama sadece 15 yıllık bir hükümdar ne eksik, ne bir fazla. Daha fazlasını sorma söyleyemem.”
Falcı bunları söyledikten sonra çadırına girerek, kapısındaki kilimi indirir. Başka kimsenin falına bakmaz. Bedeviden etkilenen Mustafa Kemal ve Fuat Bey birbirlerinin yüzüne bakarlar. Acaba falcının kehaneti doğru çıkacak mıdır? Hanedanın hükmettiği bir Osmanlı zabiti olan halk çocuğu Mustafa Kemal, nasıl hükümdar olacaktır.
O gün utangaç bir tavırla, arkadaşına fala inanmadığını söyleyen, aslında bedevinin söylediklerini hiç aklından çıkarmayan Atatürk, kehanetin sonuna yaklaştığını da 1938 yılında çok iyi bilmektedir.
1938 yaz mevsiminde hastalığı ilerleyen Atatürk, Dolmabahçe Sarayı balkonunda yanında Bingazi’deki bedevi falcıyla birlikte fal baktırdığı Fuat Bulca, eski yaveri Cevad Abbas, genel sekreteri Hasan Rıza Soyak bulunmaktadır.
Atatürk, Fuat Bulca’ya eğilip fısıldar “Bingazi’deki bedevi falcıyı hatırladın mı? Bana 15 yıl hükümdarlık yapacaksın, demişti.”
“Paşam hatırladım. Sahi öyle demişti.”
Atatürk, Fuat Bulca ile endişesini paylaşır:
“İşte 15 yıl Fuat, vadem doldu.”
Atatürk’ün sağlık durumunun endişe verici boyutlarını bilen Fuat Bulca yutkunup, endişeyle onun yüzüne bakar:
“Siz hani falcılara inanmazdınız Paşam?”
Ata devam eder. “Ama ilk dediği çıktı Fuat… Ben cumhurbaşkanı oldum. Sıra ikincisinde.”
Fuat Bulca susar, ne diyeceğini bilemez. Atatürk bu kez fala inanan biri olduğunu itiraf etmenin utangaçlığıyla Fuat Bulca’nın koluna dokunup Hasan Rıza ve Cevad Abbas’ı gösterir.
“Bu sırrı sakın onlarla paylaşma. Aramızda kalsın.”
Nevruz Bayramımız Kutlu olsun
Nevruz/Yenigün
Orta Asya’dan Balkanlardaki uluslara kadar çok geniş bir bölgede yerel renk ve inançlarla kutlanan Nevruz, her ulusun kendi kültür değerleriyle özdeşleştirip sembolleştirdiği, özü itibariyle baharın gelişinin kutlandığı coşkuyla karşılandığı bir gündür.
Yaşadığı geniş coğrafyada doğa ve çevrenin uyanışının kutlandığı Nevruz Bayramı’nın Anadolu’da ve Türk kültürünün yayıldığı bölgelerde de son derece köklü ve zengin bir geçmişi vardır.
Nev(yeni) ve ruz (gün) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen ve YENİGÜN anlamını taşıyan Nevruz, kuzey yarımkürede başta Türkler olmak üzere bir çok halk ve topluluk tarafından yılbaşı olarak kutlanır.
Gece ile gündüzün eşitlendiği 21 Mart’ta güneş göçmen kuşlar gibi kuzey yarımküreye yönelir. 21 Mart ile birlikte havalar ısınmaya, karlar erimeye, ağaçlar çiçeklenmeye, toprak yeşermeye, göçmen kuşlar yuvalarına dönmeye başlar.
Bu nedenle 21 Mart bütün varlıklar için uyanış, diriliş ve yaradılış günü olarak kabul edilerek, Nevruz/YENİGÜN bayramı adıyla kutlanır.
Orta Asya’da yaşayan Türkler, Anadolu Türkleri ve İranlıların yılbaşı olarak kabul ettikleri güne Nevruz adı verilir ki, yeni gün anlamına gelir. Gece ve gündüzün eşit olduğu Miladi 22 Mart, Rumi 9 Mart gününe rastlamaktadır.
Nevruz-i Sultani, Sultan Nevruz, Sultan Navrız, Navrız, Mart Dokuzu gibi adlarla da anılmaktadır.
Oniki Hayvanlı Türk Takviminde görüldüğü üzere Türklerde de çok eskiden beri bilinmekte ve törenlerle kutlanmaktadır. Türklerde Nevruz hakkında başlıca rivayet, bugünün bir kurtuluş günü olarak kabul edilmesidir. Yani Ergenekon’dan çıkıştır. İşte bu nedenle bugün Türklerde Nevruz, yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilmiş ve günümüze kadar bayramlarda kutlanagelmiştir. Orta Asya’daki Türk topluluklarından Azeri, Kazak, Kırgız, Türkmen, Özbek, Tatar, Uygur Türkleri, Anadolu Türkleri ve Balkan Türkleri Nevruz geleneğini canlı olarak günümüze kadar yaşatmışlardır.