Pazartesi, Kasım 10, 2025
No menu items!
Ana Sayfa Blog Sayfa 2

Beyler

0

Bir koltukta iki karpuz taşınmaz,
Er geç biri düşer, kırılır beyler.
Kim demiş ki yürümekle aşınmaz?
Yol aşınmaz, yolcu yorulur beyler.

​Atın da dizginler, ağzında yular,
Derya buharlaşır, nehirle dolar.
Göze hor görünür bulanık sular,
Taşa vura vura durulur beyler.

​Çark bir gün bozulur, böyle de gitmez.
Kâinat durdukça insanlık bitmez.
Falan oğlu filan oğlu fark etmez,
Herkese bir sela verilir beyler.

​Söner elbet bu ateşte yananlar,
Son yolcudur o âleme dönenler.
Kaldığı dünyayı baki sananlar,
En son musallada görülür beyler.

​Kul Cemâl Divani bundan ar etmez,
Doğrunun yerini Mevla dar etmez.
Rüşvet, torpil, parti, adam kâr etmez,
Bir gün Hak mahkeme kurulur beyler.


​Cemâl Divani
2.11.2025

Osmanlıda Türk Düşmanlığı

0

➖️Osmanlı özellikle 15.yüzyıldan sonra Türk devleti olma niteliğini tümüyle yitirmekle kalmamış, Türklüğe açıkça hakaret eder, söver duruma gelmiştir. Bu durumda Enderun mektepleri, harem ve devşirme uygulamaları son derece etkin rol oynamıştır.
Devşirmelerin ele geçirdiği devlet, sistemli bir Türk düşmanlığı yapmıştır. Padişahlar da bunu teşvik ederek düşmanlık yapanları “ihsaniye” ile ödüllendirmiştir.


OSMANLI DİVAN EDEBİYATI’NDA TÜRKLER

  • İbn-i Bibi, Türklerden “cahil Türkler”, “müfsid – – Türkmenler”, “çarıklı Türkmenler” diye söz eder.
  • Kerimüddin Mahmud Aksaraylı Türkleri “Gözün karalığından daha kara olan Türk…”, “Türklerin… o dinsiz zümrenin…”, “mel’un Türkler” ifadeleriyle anar.
  • Amasyalı Hüseyin b. Ali Fatih, “Tariku’l Edep” adlı çalışmasında “Türk” ve “Türkmen”i iki ayrı etnik grupmuş gibi gösterip bölmeye çalışır.
  • Şair Baki, “Türk ehlinin ey hace biraz başı kabadır.” diye hakaret eder.
  • Nef’i, “Türk’e Hak, çeşm-i irfanı haram etmiştir.” diye aşağılar.
  • Türkleri “çoban köpeği”ne benzeten tarihçi Mustafa Naima Efendi, ayrıca “nadan Türk, idraksiz Türk, çirkin suratlı Türk, mel’un Türk” olarak niteler.
  • Gelibolululu Mustafa Ali, Mevaidü’n Nefais’te “Anadolu, Karaman ve Rum ülkesi adlarını alan pasaklılar halkı elbette kır adamıdırlar. Bunlar, aralarında güzel ve sevimli olanı az görünen, çeşit biçimde çirkin kimselerdir.” der.
  • “Etrak-ı Bî-idrak” lafının mucidi Hoca Sadettin, “hilebaz Türk”, “akılsız Türk”, “aptal Türk”, “kudurmuş kurt”, “aşağılık türediler”, “sırtlan”, “anlayışsız kaltaban” diye nefret kusar.
  • “Baban da olsa Türk’ü öldür.” diyen Kadimi mahlaslı Hafız Hamdi Çelebi, Hz. Muhammed’in “Türk’ü öldürün kanı helaldir.” dediği iftirasını yayar.
  • İzvornikli Arnavut Taşlıcalı Yahya karakteri, “Soyu kuruyasıca Türk” diye mısralar düzer.
  • 1797-1802 yılları arasında Paris’te daimi elçiliğimizi yapan Moralı Seyyid Ali Efendi Çuhadır Ahmet’e “Türk-ü sutür” yani “Hayvan Türk” yakıştırması yapar.
  • Tokatlı Aşık Nuri, Türk’ü hayvana benzeterek şöyle der:
    “Türk’ün dilberidir gayetle inat
    Şehir dili bilmez lisanı kubat
    Kelamında eder Türklüğün isbat
    Hayvan gibi gözün diker samana”
  • 1912’de Sebilürreşat dergisinde çıkan bir yazıda “Türk” kelimesinin kullanılması, dinsizlik, kafirlik sayılır.
  • 1913 tarihli “Mecmua-i Ebuzziya” dergisinin 94. sayısında, “Bizim Türklüğümüz sembolizmden başka bir şey değildir… Türk falan değil sadece Müslümanız.” deniliir.
  • Bugün “Milli Eğitim Sistemi”ni milliyetçilikten arındıranlar, dindar fakat “milli bilinç yoksunu” nesiller yetiştirmeye girişenler gibi Prof. Ahmed Naim 1913 yılında yazdığı “İslamda Dava-i Kavmiye” adlı kitabında Türk’e karşı savaş açıp “Türk’ün geçmişini bilmesine, öğrenmesine lüzum ve ihtiyaç yok, gerekli olan şeriatı öğrenmektir.” der.
  • 1919-1920 yıllarında şeyhülislamlık yapan ve AKP iktidarında adına vakıf kurulan Mustafa Sabri Efendi, Türk’e Türklük benliğini vermek isteyenlere “soysuzlar” yakıştırmasında bulunur. Dahası, tiksintiyle söz ettiği Türklüğünden şöyle istifa eder:
    “Yalnız Müslüman ve insan
    Olarak kalmak üzere, Türklükten,
    Şeref ve izzetimle istifa
    Ediyorum Allah’ın huzurunda

    (…)
    Tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme
    Beni Türk Milletinden addetme!”
  • Vahdettin El Ahsam gazetesinin 16 Nisan 1923 günlü baskısında şöyle denir:
    ” Türkler, dini, soyu sopu, vatanı şüpheli ve belirsiz, 5-6 milyonluk bir cahil sürüsüdür.”
    Bu şiir ve yazıları yazanlar ödüllendirilirken Türklüğü savunan halk ozanları ise Padişah, sadrazam ve diğer devlet idarecileri tarafından şiddetle cezalandırılmıştır.

  • TÜRK HALK EDEBİYATINDA OSMANLI

  • Şalvarı şaltak Osmanlı,
    Eğeri kaltak Osmanlı,
    Ekende yok biçende yok,
    Yiyende ortak Osmanlı!

    dörtlüğü anonimdir ve Türklerin Osmanlı yönetimine nasıl baktığını en çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır.
    Bir Türk beyliği olan Osmanlı, 16. yüzyıldan itibaren imparatorluğa dönüştükçe ırk çorbası haremlerin meyvesi padişahların, devşirmelerin, gayr-ı Türklerin yönetimine girmiştir. Bu süreçten itibaren de ne yazık ki Türk düşmanlığına soyunan bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk sözcüğüne bile hakaretler yağdıran divan edebiyatı şairleri Padişahlarca desteklenmiş, korunmuş ve ödüllendirilmiştir.
    Bu süreç, Osmanlının Türk tebaası arasında şiddetle eleştirilmiştir. Türk halk ozanları da kelleleri pahasına bu saldırılara yanıt vermiştir.
    İşte bu şiirler:
    1828’deki Ahıska Savaşı’na katılan Âşık Gülalî’nin Ahıska Destanı’nda yer alan:

  • Azgur boğazında kavga kuruldu
    Hain paşalara altın verildi
    Şehir talan oldu evler yarıldı
    Vah ki harap oldu güzel Ahıska

  • biçimindeki dizelerden Köse Mehmet Paşa ve yanındakilerin Ruslardan altın almak suretiyle savaşmadan şehri düşmana teslim ettikleri gerçeği belgelenmektedir.

  • Alemi yaratan yetiş imdada
    Kati çok bunda kaldı fukara
    Günden güne oldu zulüm ziyade
    Bir acayip halde kaldı fukara

  • Haneye dokuz yüz düştü salyana
    Şüphe yok eriştik ahir zamana
    Niceler muhtaç oldu aziz anana
    Elleri koynunda kaldı fukara

  • biçimindeki ifadelerle Karacaoğlan, yoksul köylülerin durumlarını yansıtıp Osmanlı döneminde yöneticilerin baskılarını da açıkça dile getirmektedir.
    Karacaoğlan bir başka şiirinde de şöyle söylemektedir:
    Çaresiz kalan bir âşığın:

  • Çıksam dağa ayısı var kurdu var
    Düze insem sıtması var derdi var
    Köye gitsem tahsildarda vergi var
    Şaştım ağam bu salgının elinden

  • Türkler, yalnızca savaşlarda şehit olmayı göze alacak asker gerektiğinde Osmanlının aklına gelirdi.

  • Bura Yemendir
    Gülü çemendir
    Giden gelmiyor
    Acep nedendir

  • Ağır vergiler altında inletilen ve ezilen halk bu nankörlüğü böylece âşığın sazına ses verip türkü yakıp dinlemiştir.
  1. yüzyılda başlayan bu tür olaylar daha sonraki dönemlerde de artarak sürmüştür. İşte bu durum halk şiirinde yoksul halkın dili olan âşıklara:
    Bütün malım aldın ey kanlı zalim
    Şikayet ederim Hüda’ya seni
    Garip mecnun gibi perişan halim
    Şu fani dünyada ağlattın beni

    ve
    Demirden kuşluk öşürcüler geldiler
    Zahirem samanım bütün aldılar
    Bir tek yaba ile beni saldılar

    biçimindeki söyleyişleri yanı sıra:

  2. Ki beyler başladı zulme
    Ve rağbet kalmadı ilme
    Gözün ağla hiç gülme
    Zaman ahir zaman oldu
    Alırlar kadılar rüşvet
    Edip müminlere himmet
    Fakire yoktur şefkat
    Zaman ahir zaman oldu

    gibi zulüm, rüşvet ve yolsuzluğu konu alan destanlar söyletmiştir.
  3. yüzyılın önemli âşıklarından Kabasakal Mehmet’in:

  4. Yiyiciler akça ister cereme
    Verilen malımız gelmez kaleme
    Perişanlık sayi oldu aleme
    Kullarına imdat kılın efendim

  5. Akşam olur yiyiciler derilir
    Fukara kulların kusurun bulur
    Haftada hem üç yüz kuruşun alır
    Keyfiyet halimiz bilin efendim

  6. söylediği bu tür şiirlerin yorumuyla ortaya çıkan tablo, sonuçta yoksulların, mazlumların insanca yaşama istemidir.
    Osmanlılar döneminde uzun süren savaşlarda yıllarca asker olarak görev yapan halk, şehzadelerin, vezirlerin taht ve çıkar kavgalarında da düşman dışında birbirleriyle savaşmak zorunda bırakılmalarından bıkmış, pek çok insan karın doyurma ve insanca yaşama uğruna canlarından olmuşlardır.
    Düzenin bozulması, yol ve erkânın hiçe sayılması üzerine:

  7. Hünkarım dünyaya gel eyle nazar
    Duacı kulların ağlayıp gezer
    Urumdan Acem’e ismini yazar
    Hani erkân hani yol padişahım

  8. Gelirse verme tuğ ile sancak
    Rüşvet almağı bilirler ancak
    Dünya elden gitti dahi n’olacak
    Dünyanın nizamın bul padişahım

  9. Ricalı kibarı devlete hayın
    Gizlice küffardan alırlar payın
    Fukara kullara vermezler tayın
    Sefil sergerdan oldu kul padişahım

  10. diyen Âşık Bahri gibi âşıklar durumu açıklıkla dile ve tele dökmüşlerdir.
    Osmanlı’nın Türk halkına zulmü ve baskısı karşısında yer yer direnmeler ve isyanlar baş göstermiş, 15. yüzyılda Bedrettin 16. yüzyıl ve sonrasında Şahkulu, Köroğlu, Bozoklu, Kalender Çelebi, Pir Sultan Abdal, Kozanoğlu, Elbeylioğlu vb. ya ezilen halkla ya da bireysel olarak baş kaldırmış, bu eylemlerin büyük bölümü âşıkların sazına ve sözüne yansımıştır.
    Âşıklar, yüzyıllar boyunca Osmanlı feodalizminin yarattığı gerilim sonucu dirlik ve düzen kavgası verip direnen halkın dili olmuşlardır.
    16.yüzyılın güçlü âşıklarından Nizamoğlu:
    Zulm ile doldu dünya yoktır huzura imkân
    Ma’mur olan yerleri zalimler etti viran

    biçiminde genel durumu dizelerine aktarırken Osmanlı baskısı sonucu ortaya çıkan haremlik-selamlık (kaç-göç) olayı da âşıkları:
    Kul Mustafa’m der ki müşkül halleri
    Seyreyleyin sefil olan kulları
    Has bahçeden öte ıssız çölleri
    Al Osmanlı geçtim m’ola ne dersin

    biçiminde söyletmiştir. Bu dönemde, halktan öşür, aşar ve cizye adları altında alınan ağır vergiler halkı inim inim inletmiş, perişan etmiştir.
    Vergi artırımı ve memurların vergi toplamayı bir soygunculuk olarak kullanmalarının kabarttığı ayaklanmalar ilk önce Alevi-Türkmen halkı arasında başlamış olsa bile, bunlar Sünni Türk çiftçi halka hatta şehirlere ve kasabalara da sıçramakta gecikmemiştir. Örneğin Halep’te Mal müfettişliği yapmakta olan Kara Kadı adındaki kadının rüşvet yolu ile yaptığı yolsuzluklar ve görevi sayesinde yaptığı soygunlar dayanılmaz bir zulüm haline ulaştığından camiden çıkanlar Kara Kadı ve dokuz arkadaşını öldürmüşlerdir.
    Olay, sonuçta Türklerin devşirme ve Türk düşmanı Osmanlı idaresine karşı hak ve özgürlük mücadelesidir.
  11. yüzyıla değin Osmanlı’ya karşı direniş şiirleri:
    Sayılmayız parmak ile
    Tükenmeyiz kırmak ile
    Başkasından sormak ile
    Kimse bilmez ahvalimiz

    dizelerinde olduğu gibi genel bir karşı koyma tavrını, halkı da katarak isyancı bir eda ile dile getirirken Türk halk hareketlerinin şiddetle bastırılması sonucu bireysel direnişleri dile getiren şiirler ortaya çıkmıştır. Bu asırdan itibaren âşıklarda:
    Herkes endamına verir ziyneti
    Baştan çıkardılar bütün milleti
    Batırdılar gitti din ü devleti
    Bozuldu Resul’ün yolu erkanı

    biçiminde ifadesini bulan düzen eleştirici şiirlerin ön plana çıktığı görünmektedir.
    Pir Sultan Abdal, vezir ve memurlarının kişiliğinde Osmanlı yönetimini eleştirmiş, Osmanlı valisi Hızır Paşa’ya meydan okurken mücadeleci, yılmaz, inançlı ve inatçı tavrından hiç ödün vermemiş:
    Yürü bre Hızır Paşa
    Senin de çarkın kırılır
    Güvendiğin padişahın
    O da bir gün devrilir

  12. Kadılar müftüler fetva yazarsa
    İşte kemend işte boynum asarsa
    İşte hançer işte kellem keserse
    Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

  13. biçimindeki söyleyişleriyle belli bir dönemde bozuk düzene karşı direnişin simgesi olmuştur ve düşünceleri uğruna kendini feda etmekten çekinmeyen bir destan kahramanı olarak karşımıza çıkmaktadır.
    Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinde devlet düzeninin bozukluğu, yöneticilerin zulmü, kadıların bağnazlığı, haram yemesi ve yalan fetvalar vermeleri, konumlarıyla eylemlerinin birbirine uymaması:
    Fetva verir yalan yulan
    Domuz gibi dağı dolan
    Sırtına vururum palan
    Senin gibi hayvan var mı

    deyişinde görüldüğü gibi çarpıcı biçimde dile getirilmiştir.
    Pir Sultan’ın deyişlerinin temelini bozuk toplum yapısının eleştirisi oluşturur. Pir Sultan’ın deyişleri her türlü haksızlığa karşı toplumun ortak vicdanının sesidir. Eleştirilerden “Fetva vermiş koca başlı kör müftü” deyişiyle kadılar, “Pir Sultan Abdal’ım hey Hızır Paşa” deyişiyle paşalar payını alırken “Masumlar boğdurur padişahım var!” gibi deyişleriyle de padişahlar payını alır.
    Osmanlı döneminde haksızlıklara dayanamayıp başkaldıran, sazı-sözü ve eylemleriyle dikkatleri üzerine çeken bir âşık da Köroğlu’dur.

  14. Köroğlu’yum kayakarı yararım
    Halkın kılıcıyım hakkı ararım
    Sultan padişahtan hesap sorarım
    Uykudan uyanan katılır bana

    diye ünleyen âşık, geniş kitlelerin uzak-yakın umutlarını gerçekleştirmek için ortaya çıkan bir Türk yiğitlerinden biri daha olmuştur.
    Yüzyıllar boyu halkla ve köylü ile ilgilenmeyen saray adamlarından birinin Şarkışla’dan geçerken toplanan köylülerin hatırını sorması üzerine topluluğun arasında bulunan Serdari’nin:
    Nesini söyleyeyim canım efendim
    Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim
    Arzuhal eylesem deftere sığmaz
    Omuzdan kırılmış kolumuz bizim

  15. Sefil rençberin yüzü soğuktur
    Yıl perhizi tutmuş içi koğuktur
    İneği davarı iki tavuktur
    Burdan gayrı yoktur malımız bizim

  16. Benim bu gidişe aklı ermiyor
    Fukara halini kimse sormuyor
    Padişah sikkesi selam vermiyor
    Kefensiz kalacak ölümüz bizim

  17. Tahsildar da çıkmış köyleri gezer
    Elinde kamçısı fakiri ezer
    Yorganı döşeği mezatta gezer
    Hasırdan serili çulumuz bizim

  18. Serdari halimiz böyle n’olacak
    Kısa çöp uzundan hakkın alacak
    Memurlar yıkılıp viran olacak
    Akibet dağılır ilimiz bizim

    deyişi Osmanlı döneminde halkın genel durumunu ve âşıkların serzenişlerini dile getiren ilginç örneklerdendir.
    Dadaloğlu da Türk kırmayı çok seven Osmanlı Padişahlarına “Ferman Padişahınsa dağlar bizimdir!” diyerek kafa tutmaktadır.

Suçlu Cumhuriyet mi?

0

Suçlu Cumhuriyet mi?

Türkiye’de bazı dindarlar, geri kalmış olmamızın suçunu, ısrarla Cumhuriyet rejimine bağlıyorlar. İlk gençlik yıllarımızda bize de bunlar çok anlatıldı. Cumhuriyet kurulurken yapılan İnkılaplara atıf yaparak “Batı araba motoru üretirken biz kıyafet inkılaplarıyla uğraşıyorduk” gibi cümleler kurmayı çok seviyorlar.

Bu ve benzeri cümleler, özellikle Cumhuriyeti kötülemek isteyen bazı dindarların dilinde dolanıyor. Sosyal medyada bu tür videolar önüme düşünce, Batı’da bazı icatların tarihlerine baktım. İlk buharlı tren, ilk otomobil, ilk petrol şirketleri gibi 19 ve 20. Yüzyıl başlarında meydan gelen teknolojik gelişmelerin tarihini inceledim. Sadece bir kısmını buraya aldığım bu icatlar, Osmanlı döneminde yapıldı. Batı bu icatları yaparken Cumhuriyet rejimi yoktu. Bu esnada Osmanlı uleması neyle uğraşıyordu?

1769: James Watt, gelişmiş bir buhar motoru üretti.
1774: Georges Louis Lesage, elektrikli telgrafın patentini aldı.
1775: Jacques Perrier, buhar motorlu bir gemi (vapur) üretti.
1783: Benjamin Hanks, kendi kendini kuran kurmalı saati icat etti.
1783: Montgolfier kardeşler, sıcak hava balonunu icat etti.
1783 Henry Cort, çelik üretimi için çelik ruloyu üretti.
1784: Andrew Meikle, harman makinesini üretti.
1795: Francois Appert, gıda koruma amaçlı ilk kavanozu üretti.
1796: Edward Jenner, çiçek aşısı üretti.
1797: Henry Maudslay, hassas torna tezgahını üretti.
1814: Joseph Nicéphore Niépce, ilk fotoğraf çeken kişi oldu.
1819: René Laënnec, stetoskobu üretti.
1825: William Sturgeon, elektromıknatısı icat etti.
1830: Barthelemy Thimonnier, dikiş makinesini icat etti.
1831: Cyrus McCormick, ilk başarılı biçerdöveri icat etti.
1831: Michael Faraday, elektrikli dinamoyu icat etti.
1834: Henry Blair, bir mısır ekme makinesinin patentini aldı.
1835: Charles Babbage, mekanik bir hesap makinesi icat etti.
1839: Kirkpatrick Macmillan, bir bisiklet icat etti.
1851: Isaac Singer, kullanılabilen ilk dikiş makinesini icat etti.
1858: Jean Lenoir, içten yanmalı motoru icat etti.
1861: Elisha Otis, asansör emniyet frenlerini patentledi.
1862: Richard Gatling, makineli tüfeği patentledi.
1862: Alexander Parkes, ilk plastiği üretti.
1866: Alfred Nobel, dinamiti icat etti.
1876: Alexander Graham Bell, telefonun patentini aldı.
1876: Nicolaus August Otto, ilk dört zamanlı içten yanmalı motoru üretti.
1881: David Houston, kameralar için rulo filme patent aldı.
1884: Lewis Edson Waterman, ilk pratik dolma kalemi üretti.
1885: Karl Benz, içten yanmalı motorla desteklenen ilk otomobili üretti.
1887: Emile Berliner, gramofonu icat etti.
1888: Nikola Tesla, AC motor ve trafo icat etti.
1892: Rudolf Diesel, dizel yakıt kullanan içten yanmalı bir motor üretti.
1893: W.L. Judson, fermuarı icat etti.
1895: Lumiere Kardeşler, taşınabilir bir kamera üretti.
1895: John Thurman, motorlu süpürgenin patentini aldı.
1901: İlk radyo dalgası başarıyla nakledildi.
1902: Willis Carrier, klimayı icat etti.
1904: Benjamin Holt, bir traktör üretti.
1907: Auguste ve Louis Lumiere tarafından renkli fotoğraf icat edildi..
1907: İlk helikopter üretildi.
1911: Charles Franklin Kettering, motorlar için ilk elektrikli ateşleme sistemini üretti.
1914: Garrett A. Morgan, gaz maskesini üretti.
1916: Paslanmaz çelik Brearly Henry tarafından icat edildi.
1919: Kısa radyo dalgası ve flip-flop icat edildi.

Bu icat ve keşiflerin tamamı, Cumhuriyet kurulmadan önce yapıldı. Medrese eğitimi devam ediyor, harf inkılabı yapılmamış, kıyafet devrimi gündemde yok, Halife görevinin başında, Şeyhülislam fetva vermeye devam ediyor, Cumhuriyet ilan edilmemiş…

Bu incelemeyi yapınca “Batı araba motoru üretirken biz kıyafet inkılaplarıyla uğraşıyorduk” diyenlere şu cevapları verdim; “Batı lokomotif yaparken bizimkiler hatim indirip dua ederek orduların zafer kazanacağını sanıyordu. Batı sanayi ürünlerini geliştirirken Osmanlı alimleri salavat zinciri oluşturmak gibi hurafelerle uğraşıyordular. Batı otomobil üretimine geçerken bizimkiler tespih çekmekle vakit geçiriyordu. Batı traktör üretimi yaparken Osmanlı medrese uleması Buhari hatimleri yapmakla meşgul oluyordular”.

Geri kalmış olmamızın sebebi Cumhuriyet değil, çağın değişimine ayak uyduramamış olan yöneticiler, alimler ve eğitim sistemidir. Hurafeleri din gibi anlatan cahil mollalar, eğitim sisteminde yapılmak istenen her iyileştirmeye “Din elden gidiyor” diye karşı çıkmıştır. Savundukları eğitim sistemi “medrese eğitimi” modelidir. Medrese eğitimi ezber üzerine kurulu, gramer ve dilbilgisi kuralları ezberletmekten ibarettir. Bu medreselerde yıllarca okuyan gençler, meslek sahibi olamadıkları için, geçimini din ile sağlamak zorunda olan insanlara dönüşüyorlar. Bazıları hemen kendi medreselerini kurup, ezberlediklerini gençlere ezberleterek geçimlerini sürdürmeye çalışıyorlar.

Fatih’in Torunları Çalışmamış!

Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul surlarını yıkan topları herkesçe biliniyor. Bu toplar kendi döneminin en üstün teknolojisine sahip olduğu için fetih gerçekleşiyor. TUSAŞ Motor Sanayii A.Ş. (TEİ) Genel Müdürü Prof. Dr. Mahmut Faruk Akşit, Türkiye’nin yerli Motor serüvenini anlattığı konferansında, Fatih Sultan Mehmet’in döktüğü topları ve bu topların savaş meydanındaki önemini anlatırken, çok önemli birkaç ayrıntıdan bahsediyor.

Konuşmasında Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u ‘Teknolojik üstünlük’ ile aldığını, Balkan fetihlerinin çoğunun bu teknolojik üstünlük sayesinde savaşılmadan gerçekleştiğini anlatıyor. Konuşmanın devamında, bu yazıma konu olan sözleri söylüyor;

Peki sonra ne olmuş? Çanakkale’ye giderseniz görürsünüz, kapalı müzede de açıkta da görürsünüz, savaşta kullanılan toplar falan var. Bu toplar Osmanlı topu… Aradan kaç yıl geçmiş? İstanbul’un fethi üzerine nerdeyse 470 yıl geçmiş. (İstanbul’un fethinden Çanakkale savaşına kadar geçen süre kastediliyor.) Dört asırdan fazla bir zaman geçmiş. Top teknolojisinde Osmanlı’da en ufak bir gelişme yok. Hala bronz top kullanılıyor ve topun içinde ‘yiv’ yok. Hala gülle atıyor, taş atıyor. Komik değil mi? 450 yıldan fazla zaman geçmiş. Hiçbir şey yok!

450 yılda Osmanlı ne yazık ki, genelde Müslümanlar özelde Osmanlı, teknoloji konusunda savunma teknolojisi konusunda hiçbir şey yapmamışlar. Kurtuluş savaşında dedelerimizin kullandığı toplar hep yabancı ülkelerden alınmış toplardır. Bir tane Osmanlı üretimi yok. Küçücük bir devlet olan Çekya’nın bile Skoda marka savaş topu var ama koca İmparatorluk Osmanlı’nın derde derman bir tane topu yok. Savaş esnasında düşmandan alabildiğimiz topları kullanmak zorunda kalmışlar. Bu kadar çok şehit vermiş olmamızın sebebinin bu geri kalmışlık olduğunu gençlerimize anlatılmıyor.

Almanlardan yüksek fiyatlar ödeyerek almak zorunda kaldığımız toplardan bahsettiği bölümde, bu savaş toplarını kullanmayı bilen Alman subayların komutası altında savaşmak zorunda olduğumuzu anlatıyor. Osmanlı komutanlarının bu savaş toplarını kullanmayı bilmediğini, mermer gülle atmak dışında top kullanma becerilerinin olmadığını da anlatıyor.

Bu gerçekleri öğrendikten sonra “Suçlu kim?” sorusuna hangi cevabı verirsiniz?

Sait ÇAMLICA
Eğitimci Yazar
28 Ekim 2024

Gönül dağı yağmur yağmur boran olunca

0

Gönül dağı yağmur yağmur boran olunca
Akar can özümde sel gizli gizli
Bir tenhada can cananı bulunca

Sinemi yaralar yar oy
Dil gizli gizli dil gizli gizli

Dost elinden gel olmazsa varılmaz
Rızasız bahçenin gülü derilmez
Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez

Gönülden gönüle gider yar oy
Yol gizli gizli yol gizli gizli

Seher vakti garip bülbül öterken
Kirpiklerin oku yar yar cana batarken
Cümle alem uykusunda yatarken

Kimseler duymadan yar oy
Gel gizli gizli gel gizli gizli


Gönül dağı yağmur boran olunca
Akar can özümde sel gizli gizli
Bir tenhada can cananı bulunca
Sinemi yaralar dil gizli gizli

Dost elinden gel olmazsa varılmaz
Rızasız bahçenin gülü derilmez
Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez
Gönülden gönüle (gider) yol gizli gizli

Dost yoluna can verilir ölünür
Uzak yoldan canan için gelinir
Göz göze gelince hemen bilinir
Gönül bir olunca hal gizli gizli

Seher vakti (garip) Garip Bülbül öterken
Kirpiklerin oku cana batarken
Cümle alem uykusunda (gafletinde) yatarken
Hoyratlar (Kimseler) görmeden gel gizli gizli
Neşet Ertaş
Kırşehir

Dostun bahçesine bir hoyrat girmiş

0
OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Dostun bahçesine bir hoyrat girmiş
Korudur da benli dilber korudur
Gülünü dererken dalını kırmış
Kurudur da benli dilber kurudur
neredesin de dudu dillim nerede
neredesinde kömür gözlüm nerede

Bu meydanda serilir postumuz
Çok şükür mevlaya gördük dostumuz
Bir gün kara toprak örter üstümüz
Çürüdür de benli dilber çürüdür
neredesin de dudu dillim nerede
neredesinde kömür gözlüm nerede

Pir Sultan Abdal’ım başımdan başlar
İyisini korda kemini taşlar
Bin çiçekten bir kovana bal işler
Arıdır da benli dilber arıdır
neredesin de dudu dillim nerede
neredesinde kömür gözlüm nerede

Bağışla sevdiğim Hakk’ı seversen

0

VATAN HAİNLERİYLE MERHABAYI KESTİM BEN

Bağışla sevdiğim Hakk’ı seversen
Ağlatma Garib’i eller içinde
Hep bizi söyleşir bu devr-i (halk-ı) alem
Beni destan ettin diller içinde

Hasretin sineme yaralar açtı
Kaybettim aklımı fikrim dolaştı
Aktı gözüm yaşı sele karıştı
Dost eline gider seller içinde

Yıllar yılı çektim bu zalim derdi
Yandı Kerem gibi gönlümün yurdu
Eller dost bağında gülünü derdi
Benim gülüm soldu güller içinde

Bu Garip başımı sevdaya saldım
Senin hasretinle sarardım soldum
Şaşırdım yolumu perişan oldum
Bir Mecnun misali çöller içinde

Vatan hainleriyle merhabayı kestim ben.

0

Elbet Türk’üm, doğruyum, Ülküm yükselmek için,
Atatürk’ün yolunda yürekteki sestim ben.
Şimdi meczuplar moda, saldırıyorlar niçin?

Cevap vermedim diye, sanmayın ki sustum ben!
Vatan hainleriyle merhabayı kestim ben.

Karanlık tiplerini karanlığa daldırıp,
Kimi gün resimleri kimi büstü kaldırıp,
Gündem değiştirirler Atatürk’e saldırıp;

Bu Vatanı sevene ömür boyu dostum ben!
Vatan hainleriyle merhabayı kestim ben.

Kim taktiği verdiyse arkadan dolaştılar,
Sevr diye bir şey yokmuş, Lozan’a dalaştılar,
“Keşke Yunan yenseydi” diyenle sarmaştılar;

Biliyorum çoğunun damarına bastım ben!
Vatan hainleriyle merhabayı kestim ben.

Nokta kadar faydası, olmayan çok vatana,
TV lere çıkarlar, nutuk atan atana,
Döviz gelecek deyip, toprak satan satana;

Özgürlük bayrağını yüreğime astım ben!
Vatan hainleriyle merhabayı kestim ben.
28.10.2017
Avni Temiz

şu yalan dünyaya geldim geleli

0

Şu yalan dünyaya geldim geleli
Tas tas içtim ağuları sağ iken
Kahbe felek vermez benim muradım
Viran oldum mor sümbüllü bağ iken

Aradılar bir tenhada buldular
Yaslandılar şivgalarım kırdılar
Yaz bahar ayında bir od verdiler
Yandım gittim ala karlı dağ iken

Farımaz da deli gönlüm farımaz
Akar gözlerimin yaşı kurumaz
Şimden geri benim hükmüm yürümez
Azil oldum güzellere bey iken

Karacaoğlan der ki, bakın gelene
Ömrümün yarısı gitti talana
Sual eylen bizden evvel gelene
Kim var imiş, biz burada yoğ iken

Karaca Oğlan, Cahit Öztelli, Bütün Şiirleri, Demos Yayınları, 2025, Sayfa: 226

Muhabbet bağında bir gül açıldı

0

Muhabbet bağında bir gül açıldı
Bir derdim var bin dermana değişmem
Yüküm lal-i gevher mercan saçarım
Bir derdim var bin dermana değişmem

Cemi kuşlar dile gelir yazım der
Gövel turnam Şam’dan gelir güzüm der
Benim yarelerim tuzum tuzum der
Bir derdim var bin dermana değişmem

Garip bülbül gönlüm eğler ses ile
Nicelerin ömrü gitmiş yas ile
Aratıp bulduğum pir heves ile
Bir derdim var bin dermana değişmem

Mende eyder niyazım var özüne
Güzel pir ayıbım vurma yüzüme
Yarelerim hoş görünür gözüme
Bir derdim var bin dermana değişmem

Şah Hatayi’m muhabbete bakarım
Men doluyum men dolana akarım
Güzel pirim bir dert vermiş çekerim
Bir derdim var bin dermana değişmem

Şah Hatayi

Dört duvar içinde olsa mekanım

0

Dört duvar içinde olsa mekanım
Taşrasından esen yel bana neyler
Yanımdaki sudan korku çekerim
Uzakta çağlayan sel bana neyler

Mekanım balçıktır üstadım Ali
Muhammet nesline demişim beli
Çekerim gayreti sürerim yolu
Ben haktan korkarım el bana neyler

Dünyada gerçekler katara uydu
Aşk ile muhabbet ikrarın bendi
Pirimden almışım hayır gül bengi
Haramili olan bel bana neyler

Şu Dünyada Gerçek Erenler Çoktur
Gerçek Olmayanın Sözleri Boştur
Bana Derler Girme Girme Geçidi Yoktur
Yüzmesin bildiğim Göl Bana Neyler

Teslim Abdal Eyler Eyler Gözler Kanlı Yavaş
Aradı Bulmadı Bir Sevdasız Baş
Herkesin Ettiği Dost Dost Kendine Yoldaş
Haramzade Olan Kul Bana Neyler

Yol yüğrüktür her sofuyla tutulmaz

0

Yol yüğrüktür her sofuyla tutulmaz
Müşteri olmazsa gevher satılmaz
Ekmek yedirmekle hakka yetilmez
Hakk’a yarar doğru kul olmayınca

Niceler gelirde tasvire bakar
Kendini bilmeyen odlara yakar
Bir kulaktan girer birinden çıkar
Kursağa bir delik yol olmayınca

Söylenen divandan sen ne anlarsın
Evliyaya gevher olup çağlarsın
Tutmadıktan sonra niye dinlersin
Mani mi türkü mü anlamayınca

Camış gelir kendi kendin kaşıtmaz
Nur doldurup kalp evini ışıtmaz
Binbir kelam desen birin işitmez
Neyleyim kulağı sem etmeyince

Değme sofuların meyi içilmez
Sofrasının baş ucundan geçilmez
Mahmurdur uykudan gözü açılmaz
Neyleyim marifet kal olmayınca

Engin olmayınca sular çağlamaz
Değme bir sofuya gönül bağlanmaz
Şah Hatayi’m gözüm yaşı sağlanmaz
Özünden bulanıp ağlamayınca

Hakk’a hamd-ü sena için

0

Hakk’a hamd-ü sena için
Kuran okur dillerim var
Dost canlara sema için
Keman çalan ellerim var

Ezelden yazılmış yazım
Derdim çoktur dinmez sızım
Muharrem’de ağlar sazım
Dertli öten tellerim var

Bir hasrettir beni yakan
Yaştır gözlerimden akan
Kerbela’da kana kokan
Kızgın kumlu çöllerim var

Ben o dosta gidemedim
Kabrin tavaf edemedim
Çok ağladım gülemedim
Gözyaşımdan sellerim var

Üç yüz altmış altı ırmak
Diler menziline varmak
Daim akar bilmez durmak
Umman olan göllerim var

Bize memnu sırrı açmak
İlmi heba edip saçmak
Ben istemem cennet uçmak
Yaz kış açan güllerim var

Her cefaya dayanırım
Kah uyur kah uyanırım
Türlü renge boyanırım
Şükür ne hoş hallerim var

Hak yoluna döşenmişim
Dost iline taşınmışım
Pir elinden kuşanmışım
Kemer besli bellerim var

Bu fakir de kevser içti
Sermest olup serden geçti
Mürşit makas vurup biçti
Hırka ile şallarım var

Şah’tır cümlemizin yari
Bizi yuğdu etti arı
Bir kovanda oldum arı
Muhabbetten ballarım var

Azığını Hak’tan almış
Arza fezaya kök salmış
Budak budak düşeş olmuş
Tutunacak dallarım var

Dideler perdesiz kalsa
Canevine nazar kılsa
Bin gönülde pazar olsa
Donatacak mallarım var

Sırat derler kıldan ince
Dahi kılıçtan keskince
Benim onlardan üstünce
Hakk’a giden yollarım var

Derviş Kemal derdin belli
Dünyayı yaratan celli
Bende ettiyse tecelli
Benim dahi kullarım var

Bu yolun sahibi rıza

0

🌹🌹🌹YOLCU

     Bu yolun sahibi rıza
     Rıza’dan barınmaz niza
     Başımız Ali’yel Mürteza
     Yolcu olan yola gelsin

Serçeşme‘nin gözü burda
Âşıkların özü burda
Şah Hüseyin’in izi burda
Yolcu olan yola gelsin

      Abu-Kevser tası bizde
      Adaletin hası bizde
      Her şeyin  âlâsı bizde
      Yolcu olan yola gelsin

Dost MEÇHULİ kurban yola
Yol düşkünü yola gele
Tüm dostlara haber ola
Yolcu olan yola gelsin.

Bu dünya tescilli boştur aslında

0

Gereğinden fazla kıymet vermişiz
Bu dünya tescilli boştur aslında
Nelerden geçmişiz neler dermişiz
Bilincinde olmak hoştur aslında

Bağlanmış kapıyı açıp gidecek
Taşları boşluğa saçıp gidecek
Erinde geçinde uçup gidecek
Ruhumuz kafeste kuştur aslında

Zaman eriyecek müddet dolacak
Ne makam ne güç ne servet kalacak
Halini görenler İbret alacak
Kabrine dikilen taştır aslında

Akibet bellidir mayamız çamur
Kibire yenilip olmaya mağrur
Gözleri bir avuç toprak doyurur.
Hevestir, hayaldir, düştür aslında

Coşkun Arslan

Tac-u devletile yıkılmalıdır

0

Hazret-i Ali’nin devri yürüye
Ali kim olduğu bilinmelidir
Alay alay gelen gaziler ile
İmamların kanı alınmalıdır

Kendini teslim et bu serçeşmeye
Er odur ki birisinden şaşmaya
Bin gaziye bir münafık düşmeye
Din aşkına kılıç çalınmalıdır

Çağırırlar filan oğlu filana
Kılıcı arştadır doğru gelene
Ne itibar Yezit kavli yalana
Ya ser verip ya ser alınmalıdır

Yer yüzünde kızıl taçlar bürüye
Münafik olanın bağrı eriye
Sahib-i zamanın emri yürüye
Mehdi kim olduğu bilinmelidir

Pir Sultan’ım eydür ey Dede Dehmen
Kendini çevir de andan gel heman
İstanbul şehrinde ol sahib-zaman
Tac-u devletile salınmalıdır