➖️Osmanlı özellikle 15.yüzyıldan sonra Türk devleti olma niteliğini tümüyle yitirmekle kalmamış, Türklüğe açıkça hakaret eder, söver duruma gelmiştir. Bu durumda Enderun mektepleri, harem ve devşirme uygulamaları son derece etkin rol oynamıştır.
Devşirmelerin ele geçirdiği devlet, sistemli bir Türk düşmanlığı yapmıştır. Padişahlar da bunu teşvik ederek düşmanlık yapanları “ihsaniye” ile ödüllendirmiştir.
OSMANLI DİVAN EDEBİYATI’NDA TÜRKLER
- İbn-i Bibi, Türklerden “cahil Türkler”, “müfsid – – Türkmenler”, “çarıklı Türkmenler” diye söz eder.
- Kerimüddin Mahmud Aksaraylı Türkleri “Gözün karalığından daha kara olan Türk…”, “Türklerin… o dinsiz zümrenin…”, “mel’un Türkler” ifadeleriyle anar.
- Amasyalı Hüseyin b. Ali Fatih, “Tariku’l Edep” adlı çalışmasında “Türk” ve “Türkmen”i iki ayrı etnik grupmuş gibi gösterip bölmeye çalışır.
- Şair Baki, “Türk ehlinin ey hace biraz başı kabadır.” diye hakaret eder.
- Nef’i, “Türk’e Hak, çeşm-i irfanı haram etmiştir.” diye aşağılar.
- Türkleri “çoban köpeği”ne benzeten tarihçi Mustafa Naima Efendi, ayrıca “nadan Türk, idraksiz Türk, çirkin suratlı Türk, mel’un Türk” olarak niteler.
- Gelibolululu Mustafa Ali, Mevaidü’n Nefais’te “Anadolu, Karaman ve Rum ülkesi adlarını alan pasaklılar halkı elbette kır adamıdırlar. Bunlar, aralarında güzel ve sevimli olanı az görünen, çeşit biçimde çirkin kimselerdir.” der.
- “Etrak-ı Bî-idrak” lafının mucidi Hoca Sadettin, “hilebaz Türk”, “akılsız Türk”, “aptal Türk”, “kudurmuş kurt”, “aşağılık türediler”, “sırtlan”, “anlayışsız kaltaban” diye nefret kusar.
- “Baban da olsa Türk’ü öldür.” diyen Kadimi mahlaslı Hafız Hamdi Çelebi, Hz. Muhammed’in “Türk’ü öldürün kanı helaldir.” dediği iftirasını yayar.
- İzvornikli Arnavut Taşlıcalı Yahya karakteri, “Soyu kuruyasıca Türk” diye mısralar düzer.
- 1797-1802 yılları arasında Paris’te daimi elçiliğimizi yapan Moralı Seyyid Ali Efendi Çuhadır Ahmet’e “Türk-ü sutür” yani “Hayvan Türk” yakıştırması yapar.
- Tokatlı Aşık Nuri, Türk’ü hayvana benzeterek şöyle der:
 “Türk’ün dilberidir gayetle inat
 Şehir dili bilmez lisanı kubat
 Kelamında eder Türklüğün isbat
 Hayvan gibi gözün diker samana”
- 1912’de Sebilürreşat dergisinde çıkan bir yazıda “Türk” kelimesinin kullanılması, dinsizlik, kafirlik sayılır.
- 1913 tarihli “Mecmua-i Ebuzziya” dergisinin 94. sayısında, “Bizim Türklüğümüz sembolizmden başka bir şey değildir… Türk falan değil sadece Müslümanız.” deniliir.
- Bugün “Milli Eğitim Sistemi”ni milliyetçilikten arındıranlar, dindar fakat “milli bilinç yoksunu” nesiller yetiştirmeye girişenler gibi Prof. Ahmed Naim 1913 yılında yazdığı “İslamda Dava-i Kavmiye” adlı kitabında Türk’e karşı savaş açıp “Türk’ün geçmişini bilmesine, öğrenmesine lüzum ve ihtiyaç yok, gerekli olan şeriatı öğrenmektir.” der.
- 1919-1920 yıllarında şeyhülislamlık yapan ve AKP iktidarında adına vakıf kurulan Mustafa Sabri Efendi, Türk’e Türklük benliğini vermek isteyenlere “soysuzlar” yakıştırmasında bulunur. Dahası, tiksintiyle söz ettiği Türklüğünden şöyle istifa eder:
 “Yalnız Müslüman ve insan
 Olarak kalmak üzere, Türklükten,
 Şeref ve izzetimle istifa
 Ediyorum Allah’ın huzurunda
 (…)
 Tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme
 Beni Türk Milletinden addetme!”
- Vahdettin El Ahsam gazetesinin 16 Nisan 1923 günlü baskısında şöyle denir:
 ” Türkler, dini, soyu sopu, vatanı şüpheli ve belirsiz, 5-6 milyonluk bir cahil sürüsüdür.”
 Bu şiir ve yazıları yazanlar ödüllendirilirken Türklüğü savunan halk ozanları ise Padişah, sadrazam ve diğer devlet idarecileri tarafından şiddetle cezalandırılmıştır.
 TÜRK HALK EDEBİYATINDA OSMANLI
 Şalvarı şaltak Osmanlı,
 Eğeri kaltak Osmanlı,
 Ekende yok biçende yok,
 Yiyende ortak Osmanlı!
 dörtlüğü anonimdir ve Türklerin Osmanlı yönetimine nasıl baktığını en çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır.
 Bir Türk beyliği olan Osmanlı, 16. yüzyıldan itibaren imparatorluğa dönüştükçe ırk çorbası haremlerin meyvesi padişahların, devşirmelerin, gayr-ı Türklerin yönetimine girmiştir. Bu süreçten itibaren de ne yazık ki Türk düşmanlığına soyunan bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk sözcüğüne bile hakaretler yağdıran divan edebiyatı şairleri Padişahlarca desteklenmiş, korunmuş ve ödüllendirilmiştir.
 Bu süreç, Osmanlının Türk tebaası arasında şiddetle eleştirilmiştir. Türk halk ozanları da kelleleri pahasına bu saldırılara yanıt vermiştir.
 İşte bu şiirler:
 1828’deki Ahıska Savaşı’na katılan Âşık Gülalî’nin Ahıska Destanı’nda yer alan:
 Azgur boğazında kavga kuruldu
 Hain paşalara altın verildi
 Şehir talan oldu evler yarıldı
 Vah ki harap oldu güzel Ahıska
 biçimindeki dizelerden Köse Mehmet Paşa ve yanındakilerin Ruslardan altın almak suretiyle savaşmadan şehri düşmana teslim ettikleri gerçeği belgelenmektedir.
 Alemi yaratan yetiş imdada
 Kati çok bunda kaldı fukara
 Günden güne oldu zulüm ziyade
 Bir acayip halde kaldı fukara
 Haneye dokuz yüz düştü salyana
 Şüphe yok eriştik ahir zamana
 Niceler muhtaç oldu aziz anana
 Elleri koynunda kaldı fukara
 biçimindeki ifadelerle Karacaoğlan, yoksul köylülerin durumlarını yansıtıp Osmanlı döneminde yöneticilerin baskılarını da açıkça dile getirmektedir.
 Karacaoğlan bir başka şiirinde de şöyle söylemektedir:
 Çaresiz kalan bir âşığın:
 Çıksam dağa ayısı var kurdu var
 Düze insem sıtması var derdi var
 Köye gitsem tahsildarda vergi var
 Şaştım ağam bu salgının elinden
 Türkler, yalnızca savaşlarda şehit olmayı göze alacak asker gerektiğinde Osmanlının aklına gelirdi.
 Bura Yemendir
 Gülü çemendir
 Giden gelmiyor
 Acep nedendir
 Ağır vergiler altında inletilen ve ezilen halk bu nankörlüğü böylece âşığın sazına ses verip türkü yakıp dinlemiştir.
- yüzyılda başlayan bu tür olaylar daha sonraki dönemlerde de artarak sürmüştür. İşte bu durum halk şiirinde yoksul halkın dili olan âşıklara:
 Bütün malım aldın ey kanlı zalim
 Şikayet ederim Hüda’ya seni
 Garip mecnun gibi perişan halim
 Şu fani dünyada ağlattın beni
 ve
 Demirden kuşluk öşürcüler geldiler
 Zahirem samanım bütün aldılar
 Bir tek yaba ile beni saldılar
 biçimindeki söyleyişleri yanı sıra:
 Ki beyler başladı zulme
 Ve rağbet kalmadı ilme
 Gözün ağla hiç gülme
 Zaman ahir zaman oldu
 Alırlar kadılar rüşvet
 Edip müminlere himmet
 Fakire yoktur şefkat
 Zaman ahir zaman oldu
 gibi zulüm, rüşvet ve yolsuzluğu konu alan destanlar söyletmiştir.
- yüzyılın önemli âşıklarından Kabasakal Mehmet’in:
 Yiyiciler akça ister cereme
 Verilen malımız gelmez kaleme
 Perişanlık sayi oldu aleme
 Kullarına imdat kılın efendim
 Akşam olur yiyiciler derilir
 Fukara kulların kusurun bulur
 Haftada hem üç yüz kuruşun alır
 Keyfiyet halimiz bilin efendim
 söylediği bu tür şiirlerin yorumuyla ortaya çıkan tablo, sonuçta yoksulların, mazlumların insanca yaşama istemidir.
 Osmanlılar döneminde uzun süren savaşlarda yıllarca asker olarak görev yapan halk, şehzadelerin, vezirlerin taht ve çıkar kavgalarında da düşman dışında birbirleriyle savaşmak zorunda bırakılmalarından bıkmış, pek çok insan karın doyurma ve insanca yaşama uğruna canlarından olmuşlardır.
 Düzenin bozulması, yol ve erkânın hiçe sayılması üzerine:
 Hünkarım dünyaya gel eyle nazar
 Duacı kulların ağlayıp gezer
 Urumdan Acem’e ismini yazar
 Hani erkân hani yol padişahım
 Gelirse verme tuğ ile sancak
 Rüşvet almağı bilirler ancak
 Dünya elden gitti dahi n’olacak
 Dünyanın nizamın bul padişahım
 Ricalı kibarı devlete hayın
 Gizlice küffardan alırlar payın
 Fukara kullara vermezler tayın
 Sefil sergerdan oldu kul padişahım
 diyen Âşık Bahri gibi âşıklar durumu açıklıkla dile ve tele dökmüşlerdir.
 Osmanlı’nın Türk halkına zulmü ve baskısı karşısında yer yer direnmeler ve isyanlar baş göstermiş, 15. yüzyılda Bedrettin 16. yüzyıl ve sonrasında Şahkulu, Köroğlu, Bozoklu, Kalender Çelebi, Pir Sultan Abdal, Kozanoğlu, Elbeylioğlu vb. ya ezilen halkla ya da bireysel olarak baş kaldırmış, bu eylemlerin büyük bölümü âşıkların sazına ve sözüne yansımıştır.
 Âşıklar, yüzyıllar boyunca Osmanlı feodalizminin yarattığı gerilim sonucu dirlik ve düzen kavgası verip direnen halkın dili olmuşlardır.
 16.yüzyılın güçlü âşıklarından Nizamoğlu:
 Zulm ile doldu dünya yoktır huzura imkân
 Ma’mur olan yerleri zalimler etti viran
 biçiminde genel durumu dizelerine aktarırken Osmanlı baskısı sonucu ortaya çıkan haremlik-selamlık (kaç-göç) olayı da âşıkları:
 Kul Mustafa’m der ki müşkül halleri
 Seyreyleyin sefil olan kulları
 Has bahçeden öte ıssız çölleri
 Al Osmanlı geçtim m’ola ne dersin
 biçiminde söyletmiştir. Bu dönemde, halktan öşür, aşar ve cizye adları altında alınan ağır vergiler halkı inim inim inletmiş, perişan etmiştir.
 Vergi artırımı ve memurların vergi toplamayı bir soygunculuk olarak kullanmalarının kabarttığı ayaklanmalar ilk önce Alevi-Türkmen halkı arasında başlamış olsa bile, bunlar Sünni Türk çiftçi halka hatta şehirlere ve kasabalara da sıçramakta gecikmemiştir. Örneğin Halep’te Mal müfettişliği yapmakta olan Kara Kadı adındaki kadının rüşvet yolu ile yaptığı yolsuzluklar ve görevi sayesinde yaptığı soygunlar dayanılmaz bir zulüm haline ulaştığından camiden çıkanlar Kara Kadı ve dokuz arkadaşını öldürmüşlerdir.
 Olay, sonuçta Türklerin devşirme ve Türk düşmanı Osmanlı idaresine karşı hak ve özgürlük mücadelesidir.
- yüzyıla değin Osmanlı’ya karşı direniş şiirleri:
 Sayılmayız parmak ile
 Tükenmeyiz kırmak ile
 Başkasından sormak ile
 Kimse bilmez ahvalimiz
 dizelerinde olduğu gibi genel bir karşı koyma tavrını, halkı da katarak isyancı bir eda ile dile getirirken Türk halk hareketlerinin şiddetle bastırılması sonucu bireysel direnişleri dile getiren şiirler ortaya çıkmıştır. Bu asırdan itibaren âşıklarda:
 Herkes endamına verir ziyneti
 Baştan çıkardılar bütün milleti
 Batırdılar gitti din ü devleti
 Bozuldu Resul’ün yolu erkanı
 biçiminde ifadesini bulan düzen eleştirici şiirlerin ön plana çıktığı görünmektedir.
 Pir Sultan Abdal, vezir ve memurlarının kişiliğinde Osmanlı yönetimini eleştirmiş, Osmanlı valisi Hızır Paşa’ya meydan okurken mücadeleci, yılmaz, inançlı ve inatçı tavrından hiç ödün vermemiş:
 Yürü bre Hızır Paşa
 Senin de çarkın kırılır
 Güvendiğin padişahın
 O da bir gün devrilir
 Kadılar müftüler fetva yazarsa
 İşte kemend işte boynum asarsa
 İşte hançer işte kellem keserse
 Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
 biçimindeki söyleyişleriyle belli bir dönemde bozuk düzene karşı direnişin simgesi olmuştur ve düşünceleri uğruna kendini feda etmekten çekinmeyen bir destan kahramanı olarak karşımıza çıkmaktadır.
 Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinde devlet düzeninin bozukluğu, yöneticilerin zulmü, kadıların bağnazlığı, haram yemesi ve yalan fetvalar vermeleri, konumlarıyla eylemlerinin birbirine uymaması:
 Fetva verir yalan yulan
 Domuz gibi dağı dolan
 Sırtına vururum palan
 Senin gibi hayvan var mı
 deyişinde görüldüğü gibi çarpıcı biçimde dile getirilmiştir.
 Pir Sultan’ın deyişlerinin temelini bozuk toplum yapısının eleştirisi oluşturur. Pir Sultan’ın deyişleri her türlü haksızlığa karşı toplumun ortak vicdanının sesidir. Eleştirilerden “Fetva vermiş koca başlı kör müftü” deyişiyle kadılar, “Pir Sultan Abdal’ım hey Hızır Paşa” deyişiyle paşalar payını alırken “Masumlar boğdurur padişahım var!” gibi deyişleriyle de padişahlar payını alır.
 Osmanlı döneminde haksızlıklara dayanamayıp başkaldıran, sazı-sözü ve eylemleriyle dikkatleri üzerine çeken bir âşık da Köroğlu’dur.
 Köroğlu’yum kayakarı yararım
 Halkın kılıcıyım hakkı ararım
 Sultan padişahtan hesap sorarım
 Uykudan uyanan katılır bana
 diye ünleyen âşık, geniş kitlelerin uzak-yakın umutlarını gerçekleştirmek için ortaya çıkan bir Türk yiğitlerinden biri daha olmuştur.
 Yüzyıllar boyu halkla ve köylü ile ilgilenmeyen saray adamlarından birinin Şarkışla’dan geçerken toplanan köylülerin hatırını sorması üzerine topluluğun arasında bulunan Serdari’nin:
 Nesini söyleyeyim canım efendim
 Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim
 Arzuhal eylesem deftere sığmaz
 Omuzdan kırılmış kolumuz bizim
 Sefil rençberin yüzü soğuktur
 Yıl perhizi tutmuş içi koğuktur
 İneği davarı iki tavuktur
 Burdan gayrı yoktur malımız bizim
 Benim bu gidişe aklı ermiyor
 Fukara halini kimse sormuyor
 Padişah sikkesi selam vermiyor
 Kefensiz kalacak ölümüz bizim
 Tahsildar da çıkmış köyleri gezer
 Elinde kamçısı fakiri ezer
 Yorganı döşeği mezatta gezer
 Hasırdan serili çulumuz bizim
 Serdari halimiz böyle n’olacak
 Kısa çöp uzundan hakkın alacak
 Memurlar yıkılıp viran olacak
 Akibet dağılır ilimiz bizim
 deyişi Osmanlı döneminde halkın genel durumunu ve âşıkların serzenişlerini dile getiren ilginç örneklerdendir.
 Dadaloğlu da Türk kırmayı çok seven Osmanlı Padişahlarına “Ferman Padişahınsa dağlar bizimdir!” diyerek kafa tutmaktadır.


