İstanbul’daki Meclis’in dağılmasından sonra kaçabilenler birer ikişer Ankara’ya gelmeye başlarlar.
Ancak o günlerin şartlarında Ankara’nın İstanbul ile doğrudan bir bağlantısı yoktur.
Ayrıca elde doğru dürüst nakil aracı da yoktur.
Yollar derme çatma ayrıca emniyetli de değildir.
Ankara’ya ulaşabilenler ya kağnılarla, ya da at sırtında geliyorlardı.
Çok çaresiz kalanlarda yaya olarak ulaşabiliyorlardı.
Diğer taraftan Ege, Marmara, Sakarya bölgelerinde çıkan isyanların ayak sesleri Ankara’ya kadar gelmişti. Zaten maddi sıkıntı içinde kıvranan Mustafa Kemâl Paşa, bir de İstanbul’dan ve Anadolu’nun çeşitli köşelerinden kaçak gelenlerin dertlerine çare bulmak durumundaydı.
Bunları yedirmek, içirmek, barındırmak, maddi sıkıntılarına çareler bulmak başlı başına birer sorundu.
İstanbul’dan kaçan mebusların bazıları da doğrudan doğruya memleketlerine gidiyorlardı. Bunlardan biriside Meclis-i Mebûsan Reisi Celâlettin Arif Bey idi.
Mustafa Kemâl Paşa, Düzce’de bulunan Celâlattin Arif Bey’e şu telgrafı çeker ve özetle şöyle der:
“İstanbul, resmen ve fiilen İngiliz kuvvetleri tarafından işgal edilmiştir. Milletin istiklâline ve namusuna tecavüz edilmiştir. Mebusların orada vazife yapma olanakları kalmamıştır. Ankara’da bir meclisin toplanması için Heyet-i Temsiliye’nin karar verdiği malumudur. Bu görüşümüzün bir beyanname ile tarafınızdan yayınlanması faydalıdır.”
Celâlettin Arif Bey:
“Ankara’ya gelişimden sonra, sizinle görüşerek böyle bir beyanname hazırlamak istiyorum” diye cevap verir.
Gerçektende 9 Nisan 1920 günü Celâlettin Arif Bey kalabalık bir heyet ile Ankara’ya gelir.
İçlerinde İsmet (İnönü) Paşa ’nında olduğu heyeti, Mustafa Kemâl Paşa Ankara’nın girişinde coşkulu bir şekilde karşılar.
Mustafa Kemâl Paşa’nın gözleri İsmet Paşa’yı arar.
“- Canım İsmet nerede?…..Nerede İsmet?……”
Nefer elbisesi giymiş İsmet Paşa bir kenarda, sakin bir gülümseme ile karşılamayı izlemektedir.
Nihayet uzaktan İsmet Paşa’yı gören Mustafa Kemâl Paşa, onun yanına gider, iki arkadaş dostça birbirlerine sarılırlar:
“- Ne iyi ettin de geldin İsmet. Erken geldiğine ne kadar iyi ettin………..Sana bu sıkıntılı günlerimde ne kadar ihtiyacım vardı ki……..”
Mustafa Kemâl Paşa, İsmet Paşa’nın Ankara’ya gelişi ile sadece iyi bir arkadaş değil aynı zamanda zafere giden yolda iyide bir Kumandan kazanmıştır.
Mustafa Kemâl ve İsmet Paşalar beraber kalacakları Ankara Ziraat Mektebi’ne giderler.
Yol boyunca Mustafa Kemâl Paşa, bir yandan İsmet Paşa ile sohbet eder diğer yandan da gelecekte iç içe, yan yana çalışacağı arkadaşını izler. İsmet Paşa yol yorgunluğu olsa gerek, hem halsizdir hem sıkıntılıdır hem de hemen hemen hiç konuşmaz.
Mustafa Kemâl Paşa’nın sorduğu sorulara kısa kısa cevaplar vermekle yetinir.
Hava kararmak üzeredir.
Dışarıda nisan yağmuru başlamıştır.
Nihayet Ziraat Mektebine gelirler. Mustafa Kemâl Paşa, İsmet Paşa ’yı çalışma odasına davet eder.
İsmet Paşa ’nın sıkıntılı yüz hali karşılıklı sohbete rağmen geçmemiştir.
En nihayet Mustafa Kemâl Paşa:
“- İsmet, neyin var? Yüzün gülmüyor?”
“- Paşam gülecek halimiz mi var?”
“- Haklısın. Şu anda durumumuz pek iyi değil. Ama gelecek vaat eden pek çok gelişme var.”
“- Paşam, karamsarlığım gelecekten dolayı değil. İstanbul’un (İstanbul Hükümeti’ni ve Padişah’ı kastediyor) bizleri düşürdüğü durum. Ölseydim de o anı yaşamasaydım.”
“- Ne oldu İsmet?”
İsmet (İnönü) Paşa can sıkıntısının nedenini birkaç cümle ile geçiştirmek ister.
Ancak Mustafa Kemâl Paşa ısrar eder.
Bunun üzerine İsmet Paşa , İstanbul’dan gelirken başından geçen olayı anlatır:
“- Yolda gelirken, gecenin bir saatinde tren sanırım su almak için yol üzerindeki küçük istasyonlardan birinde durdu. Bu durumdan istifade eden benim emir subayım, o küçük istasyonun hareket memurunun da yardımı ile elinde kor gibi yanan bir maltızla kompartımana döndü. Bütün gece kaputlarımıza sarılmamıza rağmen donmuştuk. Dışarıda şiddetli bir ayaz vardı.Trenin her ne hal ise bize ayrılmış olan vagonunda da kaloriferler yanmıyordu. Bizim emir subayı askerlerinde yardımı ile o kor gibi yanan maltızı kompartımanın tam ortasına koydu. Maltızın etrafa saçtığı sıcaklık adeta bir anda iliklerimizi ısıttı. Bütün bir gecenin yorgunluğu bu sıcakla sanki bir anda omuzlarımıza çökmüştü ki, iki İngiliz subayı çıkıp geldi. Trende ateş yakmanın yasak olduğunu, hemen maltızı dışarı çıkarmamızı istediler. Kendi vagonlarında kaloriferlerin yandığını, oysa bizim vagonda her nedense yanmadığını, bu sebeple de çok üşüdüğümüzü, dolayısıyla böyle bir çözüm bulduğumuzu anlattım. Fakat kararlıydılar. Maltızı dışarıya çıkarmayacak olursak tekme ile atacaklarını söylediler. Bunun üzerine, emir subayına maltızı dışarı çıkarması emrini verdim. Paşam biz bu hallere düşecek millet miyiz? Şayet size ve kurtuluşa inancım olmasaydı, o an o olayı yaşamaktansa ölmeyi tercih edecektim.”
İsmet (İnönü) Paşa’nın yüzü sapsarıdır.
Gözlerindeki yaşları tutmakta zorlanır.
Mustafa Kemâl Paşa ayağa kalkar, silah arkadaşına sarılır ve İsmet (İnönü) Paşa ’yı şu sözlerle teselli eder:
“ – Üzülme Paşam. İçimizde yanan ateş, bütün vatanı ısıtacak ama düşmanlarımızı yakacak kadar büyüktür.”
“Geçmişini bilmeyen insanların, tarihini bilmeyen milletlerin yarınları olamaz.”
İSMET (İNÖNÜ) PAŞA ANKARA’DA..
