Almanca’dan çeviren: Hüseyin Bektaş
İslamiyet, başlangıçta Hıristiyanlık içinde oluşmuş bir akım mıydı? Kuran araştırmacısı Christoph Luxenberg’in ifadesiyle: (Yeni)[1] bir din kurma aspekti siyasal nedenlerden dolayı çok daha sonra ortaya çıkmıştır. (İsa’nın) Yeniden dirilmesi ve Kuran’ı yorumlarken yapılan temelden yanlışlar üzerine uzmanla yapılan bir röportaj.
Görüşmeyi yapan Edith Kresta
taz: Sayın Luxenberg, Kuran’daki birçok yerin Hıristiyan kökenli olduğunu söylüyorsunuz. Paskalya bayramıyla ilgili yerler de var mı Kuran’da?
Christoph Luxenberg: Kuran’da paskalya bayramı ismen geçmez. Ancak, İsa’nın ölümü ve yeniden canlanmasına açık bir şekilde işaret eden Kuran’da üç yer bulunmaktadır. Bu yerler şunlardır: Meryem Sûresi 33. âyet: “Selam bana doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kaldırılacağım gün[2].” Ve 3. Sûre (Âli İmran), Âyet 55: “Allah şunu da demişti: Ey İsa, senin canını alacağım, seni kendime yükselteceğim; seni inkâr edenlerden uzaklaştırıp arındıracağım. Ve sana uyanları, inkâr edenlerin kıyamete kadar üstünde tutacağım.” Bu âyetlere göre aslında Müslümanların da en az Hıristiyanlar kadar Hıristiyan olmaları gerekirdi.
5. Sûre (Maide)’nin 116. âyeti[3] Allah ile İsa arasında, Miraçtan sonra geçen konuşmayı anlatır. Kendisinin ve annesinin Tanrı olduklarını insanlara söyleyip söylemediği yollu Allah’ın sorusu üzerine İsa buna itiraz ederek cevabını 117’ncı ayette geçen şu sözlerle bitirir: (İnsanların) “içlerinde olduğum sürece üzerlerine tanıktım. Sen beni vefat ettirince üzerlerine yalnız sen gözetleyici oldun.”
taz: Ama Müslümanlar İsa’nın çarmıha gerilmesine inanmaz diyebiliriz, yoksa inanıyorlar mı?
İsa’nın ölümü Kuran’da belirtilmiştir. Ama bu, Kuran’da çarmıha gerilme olayının anlatıldığı tek yerin şimdiye kadar yanlış yorumlanagelmesiyle taban tabana zıtlık oluşturur. Sûre 4 (Nisa) âyet 157’de Kuran, Yahudilerin İsa’yı öldürmüş olduklarına dair iddiaya dair, şimdiye kadarki anlayışla, şöyle der: “Oysaki onu öldürmediler, onu asmadılar da; sadece o onlara benzer gösterildi.” Bu ilk bakışta çelişki gibi görünse de bu yeri filolojik olarak şöyle anlarsak çelişki ortadan kalkar: “Oysaki onu öldürmediler, onu asmadılar da; sadece bu onlara öyle göründü[4].”
Bu şu demektir: Bu, onlara sanki onlar İsa’yı (çarmıha) asarak öldürmüş gibi görünmüştür. Burada “görünmüş” deyimi “öldürmüş” fiiliyle bağlantı kurmaktadır, “(çarmıha) asmak” fiiliyle değil. Bunu aynı âyetin son kısmı da onaylıyor zaten: “Onu kesinlikle öldürmediler[5]“. Filolojik olarak âyetin bu şekilde anlaşılması gerektiğine yakında yayımlanacak olan kitabımda değindim. Bilindiği gibi Kuran’ın bu âyetinin yanlış yorumlanması, İslamiyet ile Hıristiyanlık arasında yüzyıllar süren bir polemiğe yol açmıştır. Filolojik bilgisi olmayanların bu polemiği kavraması mümkün değildir.
taz: Siz netice olarak, Kuran İncil’in bir başka biçimidir diye bir iddiada mı bulunuyorsunuz?
(İslam) peygamberin(in) de başlangıçta istediği bundan başka bir şey değil. Kuran sık sık İncil’e göndermeler yapıyor. Aslına bakarsanız Kuran, kısmen de olsa Hıristiyanlığın bir doğu akımını temsil ediyor. Çünkü bugün Hıristiyanlık diye adlandırdığımız şey, esas itibarıyla Roma-Bizans düşüncesi tarafından belirlenmiştir.
taz: Peki, Kuran’da Hıristiyan mitolojisinden ne kadar unsur var?
İsa ile Meryem ile ilgili İsa’nın mucizevi doğumu konusunda Kuran (Hıristiyanlıkla) tıpatıp örtüşüyor. Buradaki mevcut bu örtüşmeyi, örneğin Yahudilik tarafından paylaşılmıyor, (reddediliyor). İslam’ın siyasal gelişmesi sonucu İncil’in reddedilmesini getirdi. İslam teologlarına göre kutsal kitap olarak Kuran artık yeni dinin tek esası olmalıydı.
taz: Bu kopuş, sizce nasıl oluştu?
İslam tarihsel gelişimi bize bunun siyasal nedenlerden dolayı olduğunu gösteriyor. Arap İmparatorluğu kurulup yerleştikten sonra Araplarla çatışma halinde olan Hıristiyanlardan uzaklaşma ve yeni bir din kurma ihtiyacı doğdu.
taz: İslamiyet bir Arap dünya görüşüdür mü demek istiyorsunuz?
Evet. İslamiyet artık bir ideoloji olmalıydı. Bu ideoloji, sonradan saptadığımız gibi, yeni bir Arap milliyeti bilincinin ve tektip bir Arap dili ve kültürünün kuruluşunda etkisini göstermiştir. Bu noktadan hareket edersek, aydınlanmış Müslüman seçkinlerinin gittikçe artan birşekilde uğraşı vermelerine karşın, İslamiyette “din ile devletin” – en azından şimdiye kadar – neden birbirinden ayrılamadığını tarihsel olarak kavrayabiliriz.
taz: Siz konuyla ilgili tezlerinizi dilbilimsel araştırmalarınız sonucu geliştirdiniz. Savınız şu: Kuran’daki yorumu karanlıkta kalan birçok yer ancak “Kuran’ın Süryo-Aramî versiyonu” ile yorumlanabilir. Bu sonuca nasıl vardınız?
Arapça dil tarihi açısından Aramî dilinden daha eski olduğu söylenegeldi. Ama bunun dil tarihi açısından yanlış olduğu bugün kanıtlanmış durumdadır. Arapça, 7. yüzyılda inen Kuran’dan önce bir yazı dili değildi. Yazı dili olan (o yörede) bin yıldan fazla kullanılagelen Aramî dili (Aramca) olmuştur. Hatta (öyle ki) “Arap” sözcüğü bile Arapça (kökenli) değildir. Bu sözcük Aramî dilinde hem “çöl insanı” hem de “çoban” anlamlarında kullanılır. Mekke ve Medine isimleri de Aramî dilindendir. (Milâdi) Sekizinci yüzyılın sonlarına doğru Klasik Arapçanın gramer kuralları saptanırken hem Kuran metni hem de güya eskiden beri sözlü olarak nakledilegelen, ama aslında 9./10. yüzyıllarda derlenip yazıya geçirilen eski Arap şiiri temel alınmıştır.
taz: Siz bu araştırmalarınızda Kuran’ı sempatik gösterip topluma lâyık olarak takdim mi etmek arzusundasınız? Örneğin Cennetteki erkekleri bekleyen “güzel bâkire kızları” (hûrileri) “beyaz üzümler” olarak tercüme ediyorsunuz. Sizi eleştirenler sizi Kuran’daki erotizm yerine aşırı iffet düşkünlüğü ile suçluyor.
Kuran’da kullanılan sözcük sadece “hur” sözcüğüdür. Bu sözcük etimolojik olarak bakılırsa Aramî kökenlidir ve “beyaz” anlamına gelir. Süryo-Aramî sözlüklerin açık bir şekilde “beyaz üzüm” olarak belrttiğini sizin, kuşkusuz Kuran sonrası Arap şiirinde yanlış bir şekilde erkekleri mutlu kılanlar diye övülen “huriler” olarak görebilmeniz için geniş bir fantazi yeteneğinizin olması gerekir. “Huriler” veya “Cennetteki bâkire kızlar” sadece ve sadece, kuşkuya hiç yer bırakmayacak bir biçimde erkek fantazisinin birer ürünüdür.
taz: Kuran başörtüsü hakkında ne diyor?
Sûre 24, âyet 31 özel bir yer var, ki burası şimdiye kadar başörtüsünü (tesettürü) için gerekçe olarak ileri sürülmüştür. Burasını ben filolojik olarak inceledim. Sonuçta ortaya çıktı ki, burada sözü edilen bir baş örtüsü değil bir kemerdir. Kelimesi kelimesine ele alacak olursak Arapçada bu yer şöyledir: “Humur’larını ceplerinin üzerlerine vursunlar[6]“. Süryo-Aramca algılarsak ayetin asıl anlamı şudur: “Kemerlerini bellerine taksınlar.” Böylece, Kuran’daki cümle Aramî dilinde alışılmış bir söz kalıbının sadık bir şekilde (Arapçaya) aktarılmış olduğunu gösteriyor.
taz: Buradaki (Avrupa’daki) tesettür tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu konunun siyasal amaçlara alet edilmesinden rahatsızlık duyuyorum. Benim bizzat tesettür karşı bir itirazım sözkonusu olamaz. Örneğin dekolte ve cesur giyimli bir bayan öğretmen mi tercih edilmelidir? Bu satırları okuyan yine beni iffet düşkünü diye suçlayacaktır. Başörtüsünü/tesettürü politik amaçlar için kullanmaya kalkışınca iş değişiyor tabii. Buradaki kamuoyunun bu konuda aklı karıştı, bunu anlıyorum. Başörtüsünün/tesettürün spesifik olarak İslamiyetle bir ilgisi yoktur. Bu, doğudaki ve batıdaki Hıristiyanlar arasında bile kısmen var olan bir gelenektir.
taz: Yazılarınızı takma adla yazıyorsunuz. Gerçek kimliğinizi niçin açıklamıyorsunuz?
Önce gelecek tepkileri almak istiyorum, çünkü İslam dünyası kitabımı henüz tam anlamıyla algılamış değil. Şimdiye kadarki tepkiler sadece medyada yer alan konuyla ilgili haberlerle sınırlı kaldı. Asıl tartışma ilkin Avrupa’da yaşanıyor.
taz: Zındık[7] olarak tehdit edilmekten mi korkuyorsunuz?
Kitabım Arapçaya ya da İngilizceye çevrildiğinde nasıl tepki alır, bilemiyorum. İngilizce versiyonu daha etkili olacaktır sanıyorum. Müslümanların büyük bir çoğunluğunun fanatik olmadığını söyleyebilirim. Kuran’ı doğru anlamayı can ü gönülden isteyen birçok müslüman tanıyorum. İşte, kimi İslambilimcilerinden çok bu Müslümanların benim açıklamalarımı kabul etmeye hazır olduklarını görüyorum, çünkü bu açıklamalarda daha bir anlam görüyor onlar.
taz: Kendinize uluslararası çapta bir yayımcı buldunuz mu?
Böyleleriyle görüşmelerim sürüyor.
taz: Tezleriniz dinler arası diyalog için ne anlama geliyor?
Onları birbirine yakınlaştırma şansı oluşturduğuna inanıyorum.
taz: İkinci kitabınız şu an hangi aşamada?
Umuyorum ki bu yılın sonunda tamamlamış olacağım.
taz: Bu kitabınızda da dilbilimsel araştırmalarınızı sürdürecek misiniz?
Evet, tek tek durum örnekleri vermeye devam edeceğim; ama birbiriyle ilintili daha büyük parçaları da işleyeceğim. Ama önce Kuran dilinin Aramca yapısını ayrıntılı olarak ele alacağım. Bu araştırma sonucunda Arapçanın Aramî dilinin ne kadar etkisi altına girdiği ortaya çıkacaktır. İlk kitap konuya giriş niteliğini taşıyordu; asıl önemlisi de yayınlanacak.
taz: Söylemek istediklerinizi biraz açar mısınız?
Örneğin Meryem Sûresinin ilk bölümü olan 1-33. âyetlerini bir bütünsellik içinde yeniden inceleyeceğim. İkinci bütünsel metin de (İslam) peygamberin(in) kişiliği ile ilgili olacak. Süryo-Aramî dil çözümlemesinde, peygamberin biyografisiyle ilgili kimi veriler ayrıntıda belirginleşecek. Başka şaşırtıcı sonuçlar da bekleyebilirsiniz.
10.04.2004 tarihli, 7331 No’lu taz gazetesinden.
http://www.taz.de/pt/2004/04/10/a0265.nf/text
Aleviyol, 15.04.2004
Gündem
[1] Yuvarlak ayraç içindeki ifadeler çevirmenindir.
[2] Âyet çevirileri Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an-ı Kerim Meali Türkçe Çeviri, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul 1988’den alınmıştır, Ç.N.
[3] Luxenburg burada 115. âyeti gösteriyor, ancak Öztürk çevirisinde ilgili âyet numarası 116’dır. Ç.N.
[4] Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çevirisi (Ankara 1983), Luxenburg’un bu yorumu doğrultusundadır: “Oysa onu öldürmediler ve asmadılar, fakat onlara öyle göründü” (4/156-158), Ç.N.
[5] Yaşar Nuri Öztürk çevirisi.
[6] Buradaki çeviri bizimdir. Öztürk’te “Örtülerini/başörtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar”; Diyanet’in çevirisinde de “Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar” biçiminde geçiyor.
[7] Almanca metinde kullanılan “Ketzer” kavramı Türkçede “gâvur, mülhit, Allahsız, zındık, Rafızi, dinsiz” sözcükleriyle karşılanmaktadır.