Bu söylenceyi ilk olarak Dedem Seyit Deli Mehmet’ten duymuştum. Kaynaklara baktım Anadolu Aleviliği Bektaşiliğinde Halk arasında yaygın bir yazı-resim
İmam Ali’nin kendi cenazesini taşıyan devenin yularını kendinin
çekmesi temsil eden levhaların olduğunu gördüm.
‘Vilayetnamelere ve menakıpnamelere göre İmam Ali bir gün oğulları
İmam Hasan ve İmam Hüseyin’i yanına çağırır ve şöyle der: ‘Yarın sabah
bir Pir gelecek, bu pirin arkasında bir deve üzerinde bir tabut
bulunacak. Bu Pir beni Amcaoğlu Muhammed Mustafa’nın yanına
götürecek.’ Bu sözleri söyledikten sonra gözlerini yumar ve dünyasını
değiştirir. İmam Hasan ve İmam Hüseyin Pir’i beklerler. Bir vakit
sonra bir Pir gerçekten kocaman bir deve ile gelir. İmam Hasan ve İmam
Hüseyin Pir’in getirdiği
Kefenle İmam Ali’nin cenaze erkanını yaparlar ve tabutu deveye
yüklerler, Pir deve ile yoluna gider. İmam Hasan çevredeki muhiplerin
babanı bir yüzü kapalı bir Arap götürüyor sen izin veriyorsun
söylemlerine dayanamaz babası İmam Ali’nin tüm uyarına rağmen bir an
gaflete düşer ve Arab’ın nikabını kaldırır Pir onlara güler bir yüzle
bakar. Bir bakarlar ki İmam Hasan ve İmam Hüseyin İmam Ali dirilmiş ve
kendi tabutunu çeken bir Arap deveci olmuş, buna çok şaşırır ve göz
yaşlarını tutamazlar ona doğru birden diğer muhiplerde koşarken Arap
ve deve tabutla birlikte ortadan kaybolur. İmam Ali göğe çekilmiştir.
Bu sahne de hasret ve sevinç gözyaşları birbirine karışır.[1]
Derviş Muhammed Yemini İmam Ali’den söz ettiği Faziletname’sinde
(925/1519) hikaye şöyle anlatılmaktadır;
Buyurdı ol gün ol mîr-i mu’azzam
Emîrü’l-mü’minîn şâh-ı mukaddem
Bekâya rıhlet iderven bu gice
Resûl yanına giderven bu gice
Seher vaktinde bir pîr ire nâgâh
Yidüp bir deveyi tutup gele râh
Kefen getüriser hem bana tâbût
Ne dirse yâ Hasen anun sözin tut
Beni ol ala gide söylemen siz
O pîr-ile geleci eylemen siz[2]
Gerçekten de İmam Ali Hakka yürüdükten sonra yüzü örtülü Arap bir
deveci çıkagelir;
Seher vakti iricek geldi bir pîr
Salavât vir diyeyim n’oldu bir bir
Deveyi kodı vü virdi selâmı
Dahı eylemedi hergiz kelâmı
Götürdi hazret-i şâhı yerinden
Ziyâ virürdi nûr alnı derinden
Kefen sardı koyup tâbûta turdı
Deve arkasında kaldurup urdı
Nikâbı vardı yüzinde anun
Aluban gitdi cismin Murtazânun
Devesin yetdi gitdi dutdı râhı
Çün alup gitdi ol zıll-ı ilâhı[3]
Olay bir esrarengizlikte devam eder. Bir süre sonra İmam Hasan ve İmam
Hüseyin Arap Deveciye kim olduğunu öğrenmek için hamle yaparlar;
Haber virgil bize i pîr-i hikmet
Bize hem söyle kimsin it mürüvvet
Hemân ol dem nikâb›n pîr giderdi
Yüzinün nûrı rûşen şule virdi
Nazar kıldı imâmlar gördiler şâh
Yine gendüzidür zi kudretullâh
Emîrü’l-mü’minîn şâh-ı vilâyet
Götüren cismin ol ‘ayn-ı hidâyet
Heman gendüsidür gayrı degildür
Ezelki cismidür ayrı degildür[4]
Böylece kendi cenazesi kendi götürenin İmam Ali olduğunu anladılar ve
müsaade edip çekildiler.
Alevi Bektaşi edebiyatında sadece bu eser değil birçok eserde benzer
nefeslerde örnekler bulunmaktadır. 17. Yüzyıl Bektaşi Tekkesi
şairlerinden Kul Hasan’a ait olduğu söylenen nefeste;
Aslan olup yol üstünde oturan
Selman idi ana nerkis getiren
Kendi cenazesin kendi götüren
Hünkâr Hacı Bektaş Ali kendidir[5]
Nefesin geri kalan İmam Ali’nin kerametleri sıralanmaktadır. Hünkar
Hacı Bektaş Veli olarak tekrar dünyaya geldiği belirtilmektedir.[6]
Pir Sultan’a atfedilen nefes ise aşağıdadır;
Hayali gönlümde yadigâr kalan,
Allah bir Muhammet Ali’dir Ali.
Darı geç üstünde namazın kılan,
Allah bir Muhammet Ali’dir Ali.
Ali’dir cümle dillerde söylenen,
Kispetini krallardan bürünen,
Cebrail’e nur içinde görünen,
Allah bir Muhammet Ali’dir Ali.
Aslan olup yol üstünde oturan,
Selman’a destinde nergis getiren,
Kendi cenazesin kendi götüren,
Allah bir Muhammet Ali’dir Ali.
Yer gök arasına nizamlar kuran,
Ak kağıt üstüne yazılar yazan,
Engür şerbetini Kırklar’a ezen,
Allah bir Muhammet Ali’dir Ali.
Terkisine Muaviye bindiren,
Hamza Pehlivan’a deve gönderen,
Yezit’in gözüne perde indiren,
Allah bir Muhammet Ali’dir Ali.
Pir Sultan’ım der ki: Ummana dalan,
Yezit’in kalbini gümana salan,
Bin saatlik yolu kuşlukta alan,
Allah bir Muhammet Ali’dir Ali.
Bazı nefeslerde ise daha fazla ayrıntıya girilmekte cenazenin deve ile
kaldırıldığı söylenmektedir. Şah Hatayi mahlasıyla yazan Şah İsmail
Safevi(1487-1524) şöyle söylemektedir;
Mürebbînin musahibin aşkına
Gönlüme gözüme düşen Ali’dir
Yüreğim yaralı yaralar başlı
Ezelden seven sevişen Ali’dir
Ali’dir dünyâya edâyı veren
Ali’dir sofiye sevdâyı veren
Ali’dir Yezid’e gavgayı veren
Hakk’a vâsıl olan merdan Ali’dir
Mihr-i yâr’ı divlerin savaşında
Kendine bend etti on beş yaşında
Üç yüz yıldan sonra yedi yaşında
İfrît’in bendini çözen Ali’dir
Yedinci felekte arslan görünen
Hâtemin ağzına veren sır eden
Gelüb kırklar ile cemde bulunan
Cümlesine serdâr olan Ali’dir
Ali’dir cesedin kendisi yuyan
Yuyup kefeniyle tabuta koyan
Ali’dir devesin kendisi yeden
Hakk ile Hakk olan Arslan Ali’dir
Yâ Allah dedi de Düldül’e bindi
İşâret edince gün geri döndü
Yetmiş bin kâfir de hep dîne geldi
Öğlenin vaktinde eren Ali’dir
Yıldırım gibidir Zülfikar yüzü
İmam Hüseyin’dir Ali’nin sözü
Zülfikar çekicek Necef denizi
Hikmetle kaynayub coşan Ali’dir
Şah Hatâyı’m eydür derd ile âhı
Diline vird etti ol Ganî Şâhı
Lâmekân ilinin hem pâdişâhı
Mü’minlere Yezdan olan Ali’dir[7]
Yine 17.yüzyılda yaşamış olan Pir Sultan Abdal’ın nefesinde;
Gafil olman hey erenler
Gelen Murtaza Ali’dir
Yezid’e batın kılıcın
Çalan Murtaza Ali’dir
Alçağa tutmuş yüzünü
Hakk’a bağlamış özünü
Kırklar ile bir üzümü
Yiyen Murtaza Ali’dir
Turnaya vermiş sesin
Aşıklar tutsun yasını
Hem önünce devesini
Yeden Murtaza Ali’dir
Ali’dir Allah’ın dostu
Hü dedi Zülfikar kesti
Selman’a sünbüllü desti
Veren Murtaza Ali’dir
Gülün bağlar deste deste
Bağlar da gönderir dosta
Mihmandan bir dolu iste
Sunan Murtaza Ali’dir
Derildi çıktı havaya
İndi döşendi ovaya
Güvercin donda kayaya
Konan Murtaza Ali’dir
Gülün bağlar baka baka
Bağlar da gönderir Hakk’a
Ejderhayı iki şakka
Bölen Murtaza Ali’dir
Dost bağında kızıl alma
Gül rengi sararıp solma
Pir Sultan’ım gafil olma
Gelen Murtaza Ali’dir[8]
Ve
Agâh olun hey erenler,
Gelen Murtaza Ali’dir.
Ahdine sadık duranlar,
Gelen Murtaza Ali’dir.
Turnaya vermis sesini,
Melekler tutar yasını.
Klrklar ile yer üzümü,
Yiyen Murtaza Ali’dir.
Toprağa vermis yüzünü,
Kan ile yumus özünü.
Hep binip devesini,
Seken Murtaza Ali’dir.
Ali çeker kılıcını,
Düldül çeker köçünü,
Muhammet’in miracını,
Gören Murtaza Ali’dir.
Ali Fatima’nın yari,
Aslklar çeker zarı.
Yezitler Zülfikar’ı,
Çeken Murtaza Ali’dir.
Cennetteki kızıl elma,
Gül benzi sararıp solma.
Pir Sultan’ım gafil olma,
Gelen Murtaza Ali’dir.[9]
Bütün bu nefesler aynı menkıbeyi işaret etmektedir. Hikayeyi en
ayrıntılı biçimde anlatan nefes ise 19. Yüzyıl Bektaşi şairlerinden
Mir’ati’nin şu şiirinde bahsedilmektedir;
Nefsaniyet edip bir alay mel’un
Ahd-i Peygamber’i k›ld›lar ma.bun
Abdurrahman ibn-i Mulcem doktu hun
Gör neye uğradı Hakk’ın aslanı
Namaz kılmak icin mescide vardı
Mülcem oğlu anın vaktin aradı
Namaz kılar iken ol Şah oturdu
Bilmedi ol mel’un yediği nanı
Mecruh oldu çünkü Şah-ı Vilayet
Ol vakit nuşetti cam-ı şehadet
Hasan’la Huseyn’e kıldı vasiyet
Bir deveci gelir gözetin anı
Dedi gelecektir bunda bir Arap
Elinde bir deve yüzünde nikap
İster cenazemi etmeyin cevap
Deyip ol Huda’ya tapşırdı canı
Ehl-i Beyt içine düştü bir figan
Hasan’la Hüseyin ettiler nalân
Gasledip namazın kıldılar heman
İrişti bir Arap deve sarvanı
Yükletti tabutu deve üstüne
Çekerek destile aldı destine
O Şah emanetin verdi dostuna
Hasan’la Hüseyn’e düştü hicranı
Hasan’la Hüseyn’e düştü endişe
Dediler değiliz kail bu işe
Düştüler peşine hem koşa kofşa
Tuttular deveyi ol beden canı
Deveci nikaba uzattı eli
Kaldırdı nikabı bir nur-ı celi
Gördüler deveci kendidir Ali
Ol vakit bildiler sırr-ı Şıranı[10]
İmam Ali eceliyle Hakka Yürümemiş İbni Mülcem tarafından mescitte
salat ederken şehit edilmiştir. Bilindiği gibi İmam Ali 40/661, İmam
Hasan 50/669, İmam Hüseyin ise 61/680 yıllarında katledilmişlerdir.
Bütün nefeslerden anlaşıldığı gibi başkaları için efsane gözüken bu
hadise Alevi Bektaşi toplumu için çok önemli gerçeklerdir.
İmam Ali ve Hacı Bektaş Veli’nin özdeşleştirilmesine Alevi Bektaşi
edebiyatında rastlanmaktadır. Belki bunun bir tezahürü olarak,
Abdülbaki Gölpınarlı’nın II. Beyazıd dönemi şairlerinden Bursalı
Firdevsi-i Rumi’ye atfettiği ve 1481-1501 arasında yazılmış olduğu
tahmin ettiği [11] Hacı Bektaş Veli Velayetnamesi’nde olayın çok
benzeri Hacı Bektaş-ı Veli’nin cenazesi hakkında anlatılmaktadır;
Hakk’a cân ısmarlay›nca Hazretüm
Halvetümde örtübeni meyyitüm
Kapumı muhkem kıluben taşra çıkun
Çille Tağı cânibine siz bakun
Bir boz atlu geliser ‘âlî cenâb
Tonı yeşil yüzine tutar nikab
Def’a atdan inüben kazu koya
Üstüme girüp Yâsîn okuya
Atdan inüb viricek sana selâm
Sen ‘aleyk al idüben ‘izzet kirâm[12]
Hünkar Hacı Bektaş Veli menkıbesinde deveci yerine Anadolu Aleviliği
için önemli olan Bozatlı Hızır yani İmam Ali figürü hikayeye de yer
almıştır. Hacı Bektaş Veli hayata gözlerini yumup dünyasını
değiştirdikten sonra beklenen Bozatlı çıkagelir:
Çille Tağı cânibinden bir civân
Zâhir oldı gün gibi ol bî-gümân
Tonı yeşil atı boz ‘âlî cenâb
Elde yeşlil gönderi yüzde nikab
Hızır sandı anı halk-ı cihân
Karşu vardı cümle erler pîr ü cevân[13]
Hünkar Hacı Bektaş Veli müridlerinden Sarı İsmail atlının kim olduğunu
öğrenmek ister, böylece hikaye nihayete erer,
Hizmet itdün yirüme kıldun kerem
Diye bi’llâh kimsin aç yüzin görem
Böyle didi Sarı İsmâ’îl pes
Tutdı sözin saçdı ol nefes
Çekdi atı başın ol ‘âlî cenâb
El urub giderdi yüzinden nikab
Bildi İsmâ’îl anı niçe er turur
Hacı Bektaş Hazret server durur
Otuz üç yıl hizmet itdügi er durur
Hacı Bektaş Hazret Hünkâr durur
Bilüp öpdi ayağına sürdi yüz
Didi nedür sırr-ı esrâr-ı rumûz
Şöyle nice görevüz erdür Hazretün
Kendü elünle pâk kıldun meyyitün
Bu ne kuvvet ne velâyet nice sırr
Kim muhibbün idemez kalbi fikir[14]
Bu anlatılan menkıbeler başkaları için efsane olabilir. Anadolu Alevi
Bektaşi Kızılbaşlarında çok önemli bir imgedir.
[1] Aksel, Turklerde Dini Resimler, s. 100. Ayrıca bkz. John Kingsley
Birge, The Bektashi Order of Dervishes (London: Luzac & Co.; Hartford,
CT: Hartford Seminary Press, 1937), s. 139 ve 237.
[2] Dervîş Muhammed Yemînî, Fazîlet-Nâme, haz. Yusuf Tepeli (Ankara:
Türk Dil Kurumu Yayınları, 2002), s. 582–583. Fazîletnâme’de eserin
telif değil çeviri olduğu belirtildiğine göre konu daha eskiye
gidiyor, en az bir başka yerde de anlatılıyor olmalıdır.
[3] Yemini Faziletname s.583
[4] Yemini Faziletname s.584
[5] Sadettin Nuzhet Ergun, Bektaşi Şairleri (İstanbul: Devlet
Matbaası, 1930), s. 19; Cahit Oztelli (der.), Bektaşi Gülleri:
Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi (y.y.: Milliyet Yayınları, 1973), s.
107; İsmail Ozmen (der.), Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi (Ankara
T.C. Kültür Bakanlığı 1998), c. 3, s. 85. Benzer bir şiir de Pir
Sultan Abdal’a atfedilmektedir. Bkz. Pir Sultan Abdal, Bütün Şiirleri,
haz. Cahit Öztelli (y.y.: Milliyet Yayınları, 1971), s. 93.
[6] Tenasuh konusunda Ahmet Yaşar Ocak Bektaşi Menakıbnamelerinde
İslam Öncesi İnanç Motifleri İstanbul Enderun Kitabevi 1983 s.133-146
[7] Öztelli, Bektaşi Gülleri, s.21; Özmen Alevi Bektaşi Şiirleri
Antolojisi c.2 s.138
[8] Öztelli, Bektaşî Gülleri, s. 26; Pir Sultan Abdal. Bütün Şiirleri,
s. 105; Özmen, Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi, c. 2, s. 236. Benzer
bir Şiir Hatâyî’ye de atfedilmektedir. Bkz. Hatâyî Divanı: Şah İsmail
Safevî, Edebî Hayatı ve Nefesleri, der. Sadeddin Nüzhet Ergun
İstanbul: Maarif Kitaphanesi, 1946), s. 112-113; Özmen, Alevi-Bektaşi
şiirleri Antolojisi, c. 2, s. 172.
[9] Pir Sultan Abdal Bütün Şiirleri, s. 106; Özmen, Alevi-Bektaşi
Şiirleri Antolojisi, c. 2, s. 237.
[10] Sadettin Nüzhet, Bektaşii Şairleri, s. 268-269; Özmen,
Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi, c. 4, s. 350.
[11] Manakıb-ı Hacı Bektaş-i Veli: “Vilayet-Name”, haz. Abdülbaki
Gölpınarlı İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1958), s. xxv.
[12] Hünkâr Hacı Bektaş Velî Velâyetnâmesi, haz. Hamiye Duran ve
Dursun Gümüşoğlu (Ankara: Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı
Bektaşi Veli Araştırma Merkezi Yayınları, 2010), s. 854-855.
[13] Hünkâr Hacı Bektaş Velî Velâyetnâmesi, s. 868-869.
[14] Hünkâr Hacı Bektaş Velî Velâyetnâmesi, s. 874-877