Hüdai’yim daldım gama
Saldı beni demden deme
Asın kesin yüzün ama
Dilinen öldürmen beni
Bütün evren semah döner
Aslına ermektir hüner” diyen, ölümsüz ozan Aşık Hüdai’yi Hakk’a nail oluş yıldönümünde büyük bir sevgi, aşk ve muhabbetle yad ediyoruz…
SABRİ ORAK – HÜDAİ –
(l940, Kahramanmaraş Göksün Yoğunoluk / 23 Kasım 2001, Ankara)
Ayhan Aydın
Halk ozanlığı geleneğini sürdüren en ünlü ozanlardan birisiniz. Kitabınız altı baskı yaptı. Sizi kendi ağzınızdan tanıyalım. Çağdaş temaları da şiirlerine sokabilmiş, evrenselliğiyle bir güzel soluk, Aşık Hüdai’nin, sözü, sesi günümüz halk ozanlığında. Kimdir Aşık Hüdai, yaşamı, çalışmaları, çileleri nelerdir? Çocukluğundan, gençliğinden bize bahseder mi?
Ben l940 Maraş Göksün Yoğunoluk doğumluyum. Adana’da Kadirli’de büyüdüm. 25 yıl kadar İstanbul’da kaldım. 7 senedir de Ankara’da yaşıyorum.
Benim çocukluğum zorluklarla geçti. Okuma olanağı bulamadım. Yokluk, bir ıslak yorgan gibi hiç üzerimden kalkmadı. Islak yorgan biliyorsun, hem ağırdır, hem insanı her zaman üşütür. Bana hayatı öğreten çile oldu. Ama sevda hiç başımızdan eksik olmadı. Dağ dumansız olmaz imiş.
İnsanın okuması değil, kendisini yetiştirebilmesi önemli. İçinden gelen duyguları yönlendirebilmesi önemli. Peki, bir Alevi-Bektaşi ortamından mı geliyorsunuz? Pir Sultanlar, Yunuslar desek?
Benim yaşamım bir Kerem gibi geçti. Bütün ozanlar benim ustam oldu. Geçmiş, yaşamış tüm ozanlar benim ustam oldu. Onları dinleyerek büyüdüm, yetiştim.
Derin bir duygusallık var şiirlerinizde; “Yavrusun yitirmiş bülbül misali / Konar daldan dala öterim böyle / Sineme ayrılık ateşi düştü düşeli / Yanar ince ince tüterim böyle” diyorsunuz. Gurbet, sılada olma, yalnızlık teması var şiirlerinizde. Nedir sizi ve diğer ozanlarımızı alıp götüren çaresizlik duygusu?
Bu kendini aramaktır. Mesela, Veysel’de de bu var. “53 yıl kendi kendimi aradım hiçbir türlü bulamadım ben beni.” Yaz yağmurunu düşünün, dereler oluşur, derelerden çaylara, çaylardan ırmaklara, ırmaklardan denizlere kendini ulaştırır yağmur damlaları. Ozan da buna benzer. Ozan da kendi ruhuna kendisi ulaşana kadar epey çile çeker. “Bulamadım” isimli şiirim var. “30 yıldır saz taşırım, bir gün olsun çalamadım / 40 sene sınıfta kaldım, diplomamı alamadım” şiirimde bunu işledim ben de. Kendime ulaşma mücadelesi verdim. Kendimden kendime gittim.
Biraz tasavvuftan bahsedelim. İnsan kendisini tanımak için bir yolculuğa çıkıyor. Nasıl bir yolculuk bu?
Bu insanın kendinden kendine giden bir yolculuk. Senden sana giden yolculuk. En zor yolculuk budur. İnsan tüm hayatı boyunca bu yolculuk içinde olabilir ama ulaşamaz kendine.
“Gönül çalamazsın aşkın sazını
Ne perdeye dokun ne teli incit
Eğer çekemezsen gülün nazını
Ne güle dokun ne dikeni incit”.
Burada da tasavvufun etkisi var. İncinmemek, incitmemek veya sevgili peşinde incinmek.
Ampulle ışık birdir. Bir aradadır. İnsana haksızlık yaptığı bir başkasının hesap sorması gerekmez, insanın kendi vicdanı ona hesap sorar. Istırap duymamak için incitmemek lazım.
Bu okulun sırrı nerede?
Bir başkasının da insan olduğunu unutmamak. İnsan olmak, insan olduğumuzu bir dakika bile unutmamak. Haklıyı haksızı seçeceğiz. Kendimiz gibi olmayanı da görmemiz lazım.
Aşık, sevgi konularında başka neler söylersiniz?
İnsanların hepsi olgunlaşmamıştır. İnsan-ı kamil olmak oldukça zordur. İnsan kendini bilirse aslında olgunlaşması, insan-ı kamil olması çok da zor değil. “Sen seni bilirsen badı Hüda’sın / Sen seni bilmezsen halktan cüdasın”. İnsan su gibi diri. Suyun bulanığı vardır. Düz akar, ama bulanık akar, içilmez. İnsan da damıtılmış olmalı ki her şeye akabilsin, kullanılabilsin. Deniz suyu içilmiyor, mesela. Arıtılmış, durulmuş olması lazım. Ben insanı suya benzetiyorum.
Birçok şiirinizde, erenler, ozanlar, dedeler var.
“Erenler zehir getirin
balınan öldürmen beni
Bağrıma diken batırın
gülünen öldürmen beni” diyorsunuz.
Erenler, ermiş, olgunlaşmış, ham kalmamış insanlar. Sen kaç kuruşluk adamsın derler. Mal ve dil en öldüresi şeydir. Malın değeri yoktur.
Ozanlar insanların iç dünyalarını yansıtırlar, duygularını yansıtırlar, kamil olunmasının yollarını gösteriyorlar. Toplumsal bir görevi de yerine mi getirmiş oluyorlar?
Tüm insanlar kendi becerileri, yetenekleri doğrultusunda tüm insanlara yararlı olabilirler. Bir diş doktorunun, mühendisin, öğretmenin yararları ölçülemez. Herkes gerçek bir emek vererek, çok şeyler yaratabilir. İnsanlara, insanlığa yararlı olmuş olur. Ozanlar ince bir dilden konuşurlar, ince bir dilden konuşması gerekir. Cahil bir insanın bir başkasına zararı olabilir. Bir mezar taşı yerinde dururken, hiç kimseye bir zararı dokunmaz. Bilinçsiz cahil bir insanın her zaman zararı olur.
Bir aşk alemindesiniz, “Bütün evren semah döner / Aşkından güneşler yanar” diyorsunuz. Çok derin manalar içeren bir şiir bu. Bütün evren semah dönüyor, öyle bir aşk ki güneşler yanıyor…
Okudunuz. Siz söylüyorsunuz. İşte ancak bunu şiirle ifade edebiliyoruz. Konuşmayla olmuyor. Şiir, müzik, resim bir yerde Tanrı sanatıdır, yeteneğidir. İnsanın Tanrılaşması demektir bu. Dünya bir ağaçtır, insan onun meyvesidir. Sözü de çekirdektir. Çekirdek, yine meyve oluyor, ağaç oluyor. Önemli olan çekirdektir.
Şiir size nasıl geliyor? Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya sormuştum; “Şiir sizin camınızı, kapınızı mı çalıyor da geliyor” diye. Öyle bir şey olmuyor, demişti. Sizde nasıl oluyor, şiirin doğması?
Evet kapımı zorluyor. Şiir beni sıkıştırıyor. Şiir geliyor, yaz, diyor. Camı pencereyi zorluyor. İnsan beyniyle doğum yapıyor. Şimdiye kadar ki şiirlerim böyle doğdu.
Yeni şiirler var mı?
Kitap yeni deyişlerle genişledi. Ben çok yazmam. Olgunlaşmayanı yazmam. Bir rüzgar esmeyince dal uyanmaz, damla düşmeyince sel uyanır mı? Hiç belli olmaz ne zaman geleceği şiirimin.
Günümüzdeki diğer ozanlarla ilişkileriniz? Kimlerle dostsunuz?
Herkesin rengi ayrı ayrıdır. İpliği, rengi ayrı ayrıdır. Ben şiirin duygu telini örüyorum.
Halk ozanlarının sorunları nelerdir?
Ozanların sorunları çoktur. Bence önemli bir sorun iç dünyasıdır.
Söyleşi: Ekim 1998, İstanbul
Cem, Mart 1999, 88. Sayı, Sayfa, 56 / 57
ESERLERİ
Bütün Evren Semah Döner, Aşık Hüdai, Yeni Deyişlerle 6. Baskı, Güldikeni Yayınları, 1998.
ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER
Yalandır
Elhibeyt’e düşman Ali’ye düşman
Muhammed’i sevdim dese yalandır
Pirim Hacı Bektaş Veli’ye düşman
Muhammed’i sevdim dese yalandır
Ali’yi seveni öldürüp asan
Kerbela’da İmam Hüseyin’i kesen
Resul’un soyuna kasteden süfyan
Muhammed’i sevdim dese yalandır
Muhammed Ali’yi bir can bilmeyen
Sevgisini can evinde bulmayan
Ehlibeyt’in aşkı ile dolmayan
Muhammed’i sevdim dese yalandır
Hüdai Hüda’ya gönül verdim
Doğruyu demeye dili varmayan
Muhammed’i muhabbette görmeyen
Muhammed’i sevdim dese yalandır
Hacı Bektaş İle Atatürk
Balık susuz olmaz insan vatansız
Gönlüm Hacı Bektaş elim Atatürk
İlim nihayetsiz bilim hatasız
İlim Hacı Bektaş bilim Atatürk
Okuyabilirsen insan bir ilim
Fikirden mantıktan geçiyor yolum
Birbirine bağlı gönlümde dilim
Gönlüm Hacı Bektaş dilim Atatürk
Hünkar ruhumdaki yeşeren daldır
Atam o daldaki yetişen güldür
Tıpkı buna benzer buna misaldir
Dalım Hacı Bektaş gülüm Atatürk
İşte Hüdai’niz meydana geldim
Ben böyle inandım ben böyle bildim
Bir yüce uluda bir dolu aldım
Ulum Hacı Bektaş dolum Atatürk
Ben
Otuz yıldır saz taşırım
Bir gün olsun çalamadım
Kırk sene sınıfta kaldım
Diplomamı alamadım
Duygu denizinde yüzdüm
Mana alemini sezdim
Yirmi sene dalgın gezdim
Hiç kendime gelemedim
Derin sevdaya dalmışım
Hakkı sevgide bulmuşum
Boşuna aşık olmuşum
Yar yolunda ölemedim
Bir uzun yolculuk ettim
Kendimden kendime gittim
O kadar gömlek eskittim
Yine adam olamadım
Hüdai’yim bağrım közlü
Gönül dağım karlı buzlu
Derdim içerimde gizli
Kimse ile bölemedim
Zamanı Geldi
Bahar geldi çayır çimen yürüdü
Yaylaya göçmenin zamanı geldi
Dağlar yeşil giydi karı eridi
Suyundan içmenin zamanı geldi
Çok şükür bu yıl da erdik bahara
Gülü gördü bülbül başladı zara
Açıldı sinemde bin türlü yara
Yine dert açmanın zamanı geldi
Pınarı var ormanı var gölü var
Çiğdemi var çiçeği var balı var
Arısı var peteği var balı var
Bunları seçmenin zamanı geldi
Hüdai zamanın geçer boşuna
Kuşlar bile hep kavuştu eşine
Şimdi bu mevsimde dağlar başına
Yar ile kaçmanın zamanı geldi
Dağlar
Yaman yerden bağladınız yolumu
Onun için size kırgınım dağlar
Dosta varıp diyemedim halimi
Onun için size kırgınım dağlar
Beni çok yordunuz yorgunum dağlar
Dargınım sizlere dargınım dağlar
Sizin başınızda kış var bora var
Benim yüreğimde dert var yara var
Ne asmaya mecal ne bir çare var
Onun için size kırgınım dağlar
Beni çok yordunuz yorgunum dağlar
Dargınım sizlere dargınım dağlar
Neyleyim misafir alamayan dağı
Başındaki duman mazlumun ahı
Sizinle barışmaz gönlümün şahı
Onun için size kırgınım dağlar
Beni çok yordunuz yorgunum dağlar
Dargınım sizlere dargınım dağlar
Hüdai’yim kara bahtım gülmedi
Kör talihim kıymetimi bilmedi
Hiçbiriniz bana arka olmadı
Onun için size kırgınım dağlar
Beni çok yordunuz yorgunum dağlar
Dargınım sizlere dargınım dağlar
Batarım Böyle
Yavrusun yitirmiş bülbül misali
Konar daldan dala öterim böyle
Sineme ayrılık közü düşeli
Yanar ince ince tüterim böyle
Bilmem bu hançeri bana vuranı
Yitirmişim eşi dostu yarını
Baykuş gibi mesken tuttum öreni
Harabe yerlerde yatarım böyle
Hüdai kan ağlar kimin nesine
Kader beni attı dert dünyasına
Salmışım gemiyi gam deryasına
Açılmaz yelkenler batarım böyle
Gönül
Gönül çalamazsan aşkın sazını
Ne perdeye dokun ne teli incit
Eğer çekemezsen gülün nazını
Ne dikene dokun ne gülü incit
Bülbülü dinle ki gelesin coşa
Karganın nağmesi gider mi hoşa
Meyvesiz ağacı sallama boşa
Ne yaprağını dök ne dalı incit
Bekle dost kapısın sadık kul isen
Gönüller tamir et ehl-i dil isen
Sevda sahrasında mecnun değilsen
Ne Leyla’yı çağır ne çölü incit
Rıza’ya razı ol Hakk’a kailsen
Ara bul mürşidi müşkülde isen
Hakikat şehrine yolcu değilsen
Ne yolcuyu eğle ne yolu incit
Gel Hakk’tan ayrılma Hakk’ı seversen
Nefsini ıslah et er oğlu ersen
Hüdai incinir inciten dersem
Ne kimseden incin ne eli incit
Âşık Hüdai’yi Tanır mısınız?
Muhabbet bağına girip söyleşen
Aşık Hüdai’yi tanır mısınız?
Aşkın kazanında kaynayıp pişen
Aşık Hüdai’yi tanır mısınız?
Gönül badesini doldurup içen
Aşktan sarhoş olup kendinden geçen
Mana dünyasının kapısın açan
Aşık Hüdai’yi tanır mısınız?
Nefsin ateşini tutup söndüren
Ölmeden kendini önce öldüren
Bütün evrene bir semah döndüren
Aşık Hüdai’yi tanır mısınız?
Dağların sümbülü, gülü, lalesi
Akan ırmakların gür şelâlesi
Yunuslardan gelir bil sülâlesi
Aşık Hüdai’yi tanır mısınız?
Turna gibi uzak ellere uçan
Sevgiye inanan sevgiler saçan
Yüreklerde bir gül olup da açan
Aşık Hüdai’yi tanır mısınız?
Çok aşıklar çıkar Maraş ilinden
Aşık olan anlar ozan dilinden
Tanır çalan sazdan her nefesinden
Aşık Hüdai’yi tanır mısınız?
İRADİ de yandı aşk hanesinde
Eriyip çekildi haddanesinde
Gerçekleri buldu güzel sesinde
Aşık Hüdai’yi tanır mısınız?
1 Aralık 2010
İRADİ (İsmail Aydoğmuş)

