Çarşamba, Mart 12, 2025
No menu items!
ArşivAvrupa Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF) inançsal birlik

Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF) inançsal birlik

İsmail Kaygusuz
Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF) inançsal birlik bağlamında kendisini yenilemeli ve yapısında değişime gitmelidir

Alevi-Bektaşi İnancı ve bu inanç toplumu üzerinde oynanan oyunlar ve inancımıza ilişkin yapılan spekülasyonlar, Hünkar’ın “bir olalım, iri olalım, diri olalım” özdeyişine daha sıkıca sarılmamızın ötesinde, bu buyruğu hayata geçirmek zorundayız. Bugün Avrupa ve Türkiye’de sayısı yüzleri aşan Alevi-Bektaşi demokratik kitle örgütleri, vakıf ve birlikleriyle Alevi toplumu ancak inançsal birlik sağlayarak, “iri ve diri”, yani her alanda canlı, güçlü ve etkin olabilir. En büyük Alevi-Bektaşi demokratik kitle örgütleri düzeyinde bulunan AABF ve ABKB’deki bazı olumsuzlukların sıkıntı yaratarak bu düzeyi düşürmekte olduğu gözlenmektedir. Bu sıkıntıların doğal olarak Alevi-Bektaşi toplumuna yansıyarak, tedirginlik yarattığı ve örgütsel birliklerin de parçalanma noktasına doğru ilerlemekte olduğu ortadadır. AABF yönetimi, bütün bu olumsuz gelişme ve sorunların aşılmasnın tartışılması bağlamında 18-19 Aralık’ta iki günlük bir genişletilmiş Yönetim Kurulu toplantısı yapılması kararı alıyor. Yazılarımızda AABF kaynaklı Alevililiğin inançsal tanımına karşı olduğumuzu ve bazı alanlarda da kendilerini eleştirdiğimizi bilen AABF yönetimi, incelik göstererek bizi bu toplantıya davet ettiler. Eleştirilerimizi ve bu sıkıntıların aşılması yönünde önerilerimizi dinlemek istediklerini bildirdiler. Önce çağrı yazısındaki bazı ifadelerden dolayı, katılmak istemediğimizi söyledikse de, birkaç telefon görüşmesinde o ifadeler düzeltildi. Ve katılmaya söz verdik. Ancak toplantıya onbeş gün kala, zaten bozuk olan sağlığım beni hastahanelere sürükledi ve toplantı tarihlerini de içine alan tedavilerim yüzünden toplantıya katılamadık. Toplantıdan önce görüş ve düşüncelerimizi, eleştiri ve önerilerimizi özetlemiş olduğumuz yazıyı kendilerine gönderdik. Aşağıda aynı yazıyı biraz kısaltarak veriyoruz:

Alevilik heterodoks İslam olarak Tanrıyı insanda ve insanı Tanırıda görme, yani Tanrı-İnsan Birliği anlayışı ve tapınma ritüelleri bağlamında kendine özgüdür

“Birkaç yıldan beri gerek Diyanet İşleri Başkanları, devlet bakanı ve gerekse Hükümetin başı Tayyip’in söylemlerine ilişkin yazdığım (internet sayfaları ve çeşitli dergilerde yayınlanan) makalelerde,“Cemevleri Alevi toplumunun tapınma yeri” olduğunu tarihsel ve yurt içi ve yurt dışında yaşayan örneklerle sıkça vurgulamış ve ayrıca özel tarihsel açıklama yapmış bir yazar olarak -fazlasıyla üzülerek- kampanyanıza imza atamıyorum. İyi de canlarım, bu çok haklı toplumsal istemin ardında, neden bir siyasi taktik uyguluyorsunuz? Neden tartışılmakta ve tepki almakta olan Alevilik tanımını, yani inancımızı dolaylı bir biçimde İslamın dışında göstererek, özgün bir inanç söylemini dayatıyorsunuz? Onun özgünlüğü Heterodoks İslam oluşundan kaynaklanmakta; dogmatik şekiciliği, tarihsel baskıcılığı, bağnazlığı, çağdışılığı ve cihad terörizmiyle İslam olarak tanınan ve tanıtılan Ortodoksizme aykırılığından dolayıdır.

Kuşkusuz biliniyor ki, bu tür bildirilerde genellikle sadece en başa dikkat çekici olarak yazılan etkileyici kitlesel talep okunur; bu nedenle belki istediğiniz sayıya ulaşacaksınız, ama dürüst bir olay olduğu söylenemz! Oysa sadece “Cemevleri Aleviliğin merkezi, Alevilerin tapınma yeri olduğu” yazılarak, yasallaştırılması istemi vurgulansaydı milyonlara ulaşabilirdiniz. Bence tutarlı ve doğru taktik buydu. Hala da zaman geçmiş değildir; yönetim kurulu, yanlış anlaşıldığına dair bir kısa acıklama yaparak, “Sünni ve Şiiliğe aykırı, yani Heterodoks İslam olarak Alevilik kendine özgü bir inançtır ve tapınma yeri de Cami değil, Cemevi’dir” biçiminde bir değişiklik yapabilir imza bildiriminde.

Alevilik İslamın dışında olamaz, bu bir yakıştırmadır

“Alevilik İslam dışıdır” tartışmasının başlatılması ve toplumun iki kampa ayrılma tehlikesiyle karşıkarşıya gelmesi AABF’nin bilgi ve ilgisi dışında gelişmedi. 1350 yıllık Alevilik tarihini ve tarihsel gerçekliklerini; Heterodoks İslam olarak Alevilik inancı temelinde oluşmuş siyasal düşünce ve ideolojilerin tarih sahnesine çıkardığı toplumsal mücadeleleri, halk hareketlerini –istemeden- yadsıma durumunda kalan ve “15 bin yıllık Anadolu toplumsal tarihinin son 800-850 yılı içine koyup, bu coğrafya ile sınırlandırarak Aleviliğin evrenselleğine zarar veren, tarihsel ve bilimsel temeli olmayan bu görüşün koskoca Alevi-Bektaşi inanç toplumunu parçalamaktan başka bir işe yaramıyacağını anlamamak hiç de zor değil.

Yıllardır Alevi hareketinden geniş toplumları ve halkları kapsayan bir siyaset yapılanması gerçekleştirmeye, ya da dönüştürmeğe çalışıyorsunuz; sizce bu mudur siyaset? Sürekli üretilen gerçekçi ve tutarlı ideolojik-taktiksel çizgilerle toplumu kazanmak, büyük birliktelikler oluşturmaktır siyaset. Ama açık söylüyeyim, ben bugün Alevi toplumunun birlikteliğini, siyaseti ikinci plana almakta görüyorum. İnanç toplumları heterojendir, çeşitli etnik ve ulusal topluluklardan oluşur; onları birbirine bağlayan inançlardır. İnanç ritüellerini, yani tapınmalarını toplumsallaştırmış ve dedelik-taliplik-rehberlik ilişkileri içinde, oniki hizmet(işbölümü), musahiplik, görülme-sorulma, dar çekme vb. tapınç kurumlarıyla bir özyönetim ve yaşam düzeni ya da yaşam biçimi oluşturmuş Alevi-Bektaşi toplumunda bu bağ çok daha güçlüdür.

Ve Alevi-Bektaşi toplumu, inancını özgürce ve ayrıntılı uygulamalarıyla yaşamak ve yüzyılların baskılarının ve gizlenmelerinin acısını çıkarmak istiyorsa bu sosyo-psikolojik olgudur, uymak zorunluğu vardır; inancına yeni yakıştırmalarla yaklaşamazsınız. Çünkü bu toplum, üçüncü halife döneminden itibaren Ali tanrısallığı ve soyunun kutsallığıyla başlayan, İslam dinini heterodoks ya da heretik bağlamda, yani bizim batıni olarak nitelediğimiz, tarih boyu İslami imparatorluk yönetimlerinin resmi dini Ortodoksizme (Sünniliğe) aykırı ve tam muhalif biçimde yorumlarken, bir yandan da girdiği, sürgüne uğradığı ve yeraltında yaşadığı bölgelerdeki çağdaşı ya da eski dinsel ve felsefi inançlardan ögeleri özümseyip zenginleştirdiği kendi heterodoks İslamını önceki toplumlardan, atalarından-dedelerinden miras almışlardır. Siz İslam değilsiniz demekle, onları kendinizden uzaklaştırmaktan başka hiçbir kazancınız olmaz. Bu da kazanç değil kayıptır. Yetmişli yılları anımsayanlarınız vardır; solcu devrimciler olarak köy ve mahalle kahvelerinde insanlara Tanrının olmadığını kanıtlama yarışına girmiştik! Halk adına yola çıktığımız için, onları biliçlendirmenin yolunun onların en yüksek değeri olan Allahı yoketmek ya da yok saymaktan geçtiğini sanırdık! Şimdi de benzer yanlışı görüyorum.

Onlar ki, kendilerini İslam dışı görerek, dinsiz ve kafir sayan ve İslamı kendisinin temsil ettiğinde ısrar eden baskıcı Sünniliğe, heterodoks anlamda Ehlibeyt, Beş İmamcı(Zeydi Aleviliği), Yedi İmamcı(İsmaili Aleviliği), Oniki İmamcı vb. İslami anlayışlarla direnmiş, Sünnileri de “İslam ve Ehlibeyt düşmanı, Yezid, İnkar, Zahid vb.”adlarla nitelemişlerdir. Onca kırımlara, kıyımlara rağmen Sünniliğe aykırı Tanrı inancı ve tapınma anlayışı içinde kendilerini (Heteredoks) İslam görmüşlerdir. Tarihsel gerçek de bu doğrultudadır.

Ne demokratik kitle örgütleri olan dernekler, birlikler vb. ne siyasal partiler ve ne de devlet toplumların inancının temellerine müdahele edebilir. Bu toplumlar adına ve onların iradesi dışında inanç belirlemesi ve tanımı yapamaz, yeni yakıştırmalar hiç getiremez. Tümüyle karşı olduğumuz bazı devlet ve hükümet yetkililerinin Türk-İslamcı anlayışla Alevilik tanımlaması ve Diyanet İşleri Başkanları ve İlahiyat Prof.larının ortodoks gözle yaptıkları Aleviliği değerlendirmelerinden bunun bir farkı yoktur.

Alevi-Bektaşi toplumu, “Allah-Muhammed-Ali” üçleminde tanrısal birliğe, “üçü bir nurdur, nuru vahiddir” biçiminde batıni yaklaşımıyla ulaştığı “vahdeti vücud”(İnsan-Tanrı birliği), “vahdet-i mevcut”(Doğa Tanrı birliği)herşey) inancını Cem tapınma kurumlarıyla, Sünnilik ve Şiilik (ortodoksizm) dışında bir İslamı (heterodoks, batıni) yaşamış, yaşıyor ve yaşamak istiyorsa buna uymak zorunluğu vardır; hiç kimse, “sen inancını yanlış biliyorsun, İslamın dışındasın sen” diyemez. Bunu sadece hasımları/düşmanları söylemiş ve söylemeyi sürdürmektedir.

Peki demokratik kitle örgütlerinin bu bağlamda yapacağı birşey yok mudur? Vardır, ama yönetimlerin değil! İnancın uygulanması sırasında efsanelerin inançsal özü kapatması durumlarında, aklın öne alınması bağlamında ve gericileşerek yaşanılan çağdan uzaklaşmayı önlemek gerektiğinde kitle örgütlerinin bünyesindeki bilim kurullarının ve uzmanların görevi başlar. Ancak onlar, tapınma eylemleri (özünü değiştirmeye kalkışmadan) için, bilgi ve iletişim çağımızın koşullarına uygun (reform niteliğinde) biçimlendirmeler sunabilir…..

Devleti yönetenler bu tehlikeli kamplaşmaya seviniyor

Aleviler arasında birliğin sağlanamamsı ve özellikle “Alevilik İslamın dışındadır” yakıştırmasının yeniden alevlenmesinin neden olduğu bu tehlikeli kamplaşma eğilimlerine en fazla sevinen Devleti yönetenler oluyor. Siz nesiniz ? Kendinizi bile tanımlayamıyorsunuz, bari biz yardım edelim diye, Diyanet’inden, Bakan’ından Başbakanı’na kadar herkes Aleviliğe bir tanım yaftası yapıştırıyor. Devlet kitap yazdırtıyor, bedeva dağıtıp, Alevilere Türk-İslam sentezci anlayışın Aleviliğini dayatıyor. Sözkonusu kitaplardan sonuncusu bu yıl Hacı Bektaş Şenliklerinde dağıtılan “Sorularla Alevilik-Bektaşilik” kitabıdır.Son yazdığımız “Kuşatma Altındaki Hacı Bektaş Dergahı ve Devletin Alevi-Bektaşi Toplumuna Kırk Soruluk Resmi Dayatması” makalemizden, ‘Kitaptan tek bir soru örneği yeter’ alt başlıklı kısmı bazı yeni bilgi ve eklerle burada okuyarak ‘Giriş Sunumunu’ tamamlayalım Bu tek soru, kitabın birinci sorusu olan “Alevilik Nedir?” Böylece kitabı siz de tanımış olacaksınız:
Kitap, Alevi halkların 14 yüzyıldır yaşamakta olduğu Allah-Muhammed-Ali birliği, Ehlibeyt-Oniki İmam kutsallığı ve batıni yorumuyla İslami inancını, yani Sünniliğe (Ortodoks İslam) aykırı gelişen Heterodoks İslamı/gayri Sünniliği, yani Aleviliği, Alevi-Bektaşilerin anladığı kavramlar dışında ve çelişkili vurgulamalarla, devletin Türk-İslam sentezci felsefeci ve iktidarın fanatik Hanefi mezhepçiliği anlayışı içinde yansıtmakta ve onu yoksaymaktadır. (Serçeşme’nin önceki sayısında bu makale yayınlandığı için, burada daha kısa tutarak, bazı karşılaştırmalar ve yeni bilgileri sunmak yeterli olacak)

Çelişkili, yanlış bilgi, ifade ve kavramlarla kafaları karıştıran, inancımızın evrenselliğini yadsıyan, basite indirgeyen ve küçümseyici cümlelerden oluşan Alevilik tanımları düzenlemesidir bu kitap. Asıl vurgulanan ise Aleviliğin, “Alevilik, Orta Asya Türk kültürünün birtakım ögelerinin, özellikle Ehlibeyt sevgisiyle bütünleşmesi sonucu oluşan ve eski Türk gelenek ve göreneklerinin canlı bir şekilde yaşatılması sürecinde ortaya çıkan bir anlayıştır”biçiminde sözde Türklere özgü oluşudur.

Aleviliği İslamın dışında ve Anadolu’da oluşmuş ve kendine özgü bir inanç olduğunu söyleyenler de farklı platformda aynı yanlışı yapıyor ve bilerek ya da bilmeyerek Türk ulusçuluğu anlayışına hizmet ediyorlar. Onlar “Alevi” sözcüğünün sadece 19.yüzyıldan itibaren Ali’ye bağlı inanç toplumunun adı olduğu yanlışında ısrar ediyorlar. Sıkılmasalar Alevilik Anadolu’da şunun şurasında 100 yıl önce ortaya çıkmıştır. Bu sürekli işlendikçe Ali ve evlatlarıyla da ilişkisi kesilecek. Onlar pek acele etmiyorlar, ama bizim “Aleviliği İslamdan dışlayanlar” çoktan yargılarını vermiş ve ilişkiyi kesmiş bulunuyorlar.. Yine bu kitabı hazırlayan “Gazi ekibine” göre gerçekte bir inanç sisteminden çok “Alevilik, kendisini ‘meşrep’, olarak ifade eden sosyo-kültürel bir yorum, bir kültür olgusu ve anlayıştır” ve bu kültür ve anlayıştan doğan “yaşayış biçimidir”. “Meşrep” sözcüğünün karşılığı, “mizaç, huy, ahlak, tabiat vb.” olarak verilir sözlüklerde. Meğer Alevilik, “ben bu toplumun huyu-mizacıyım, sosyo-kültürel bir alışkanlığıyım” diye kendisini anlatıyor da biz Aleviler farkında bile değiliz(!).Daha dün, Kasım ayının başlarında Hürriyet gazetesinde Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu:

“Alevilik, İslam içinde kalan, kültürel ögelerin daha belirgin olduğu alt bir yorum ve anlayıştır. Mezhep saymak, tarihten akıp gelen bilimsel ölçütleri kullanırsak, zordur. Alevilik daha çok bizim Anadolu coğrafyasına ait bir kültürel eğilimdir” diye demeç vermişti.

Milyonların bağlı bulunduğu ve inandıkları herşeyi batıl ve sapkınlık gördüğü için inanç olarak kabul etmiyor. Böylesine bağnaz ve katı anlayışa sahip bir Diyanet’te ne yazık ki, Alevilerii temsilini isteyenler bulunmaktadır. Garip değil mi? Aleviliği İslam dışı ve Anadolu’ya özgü görenler, Diyanet ile Gazi ekibi aynı noktada buluşuyorlar. Diyanette temsilini isteyenler de Aleviliğin ortodokslaşmasına, yani assimilasyonuna hizmet etmektedirler. Alevilerin arasında bulunan her iki görüş de Alevilik inancını yokoluşa sürüklemektedir.

Alevilik İslam dışı bir inanç sistemi de değildir, Anadolu’yla da sınırlandırılamaz

Alevilik, ne İslamın dışında ve İslamdan önce ortaya çıkıp İslamdan da bazı ögeler almış ayrı bir dinsel inançtır ne de dışarıdan İslam dinine girerek Batıni özellik kazanmıştır.Alevilik, İslamın içinden çıkmış ve Ortodoks İslama aykırı gelişim göstererek, batıni yorumlarla büyük farklılıklar kazanmış olan Heterodoks İslamın yaşayan son halkası, en son temsilcisi ve bizatihi kendisidir demekte hiçbir sakınca görmüyoruz. Bölgesel değil evrensel bir gelişim göstermiştir ve Anadolu’yla da sınırlandırılamaz

Özellikle Halife Osman (644-656) döneminde gulat ve guluvlar (taşkın/azgın ve aşırılar) adı verilen Ali tanrısallığı inancıyla başlayıp; bölgesel/tarihsel din, inanç ve felsefi akımlardan bazı ögelerle birleşme/bağdaştırma yoluyla (syncretisme) sürekli yenilenen, değişik adlarla yönetimlerin resmi dinine (Ortodoks İslama, yani Sünniliğe) aykırı ve çoğu kez karşıt gelişen Heterodoks akımların tamamını kapsar Alevilik. 12.yüzyılın başlarında yazılmış Şehristani’nin al-Nihal al-Milal’ında anlattığı 100’e yakın heterodoks gruptan %90’ı anthropomorphist (insan biçimli Tanrıya inanan) ve Ali-Ehlibeyt tanrısallığını temel alan proto-Alevi kümeleşmelerdir. Özellikle İmam Bakır (ö.735) ve İmam Cafer (ö.765) çevresindeki bu proto-Alevi kümeleşmelerin büyük bir bölümü, insan biçimli Tanrı, Ali-Ehlibeyt tanrısallığı, İnsan-Tanrı birliği kavramlarını, düşünce ve inançlarını Kur’an’ın batıni (ésotérique) yorumlarından çıkarmışlardır. Buna birkaç örnek vermek yerinde olacaktır:

Sabailerin devamı olan ve 8.yüzyılın ortalarında “taşkınlar, aşırı Şii”(gali, guluw) diye nitelenen proto-Alevi gruplardan Bayaniler, Ali’nin yeryüzünde zaman zaman ortaya ortaya çıkıp kendisini gösterdiğini söylüyor. Bu olay ona göre Kur’an’daki(Sure II, Ayet 210), “Onlar, Tanrının bir buluda bürünüp, onun gölgesinde kendilerine gelmesini mi bekliyorlar?” diyen ayetin batıni yorumuydu. Bayan’a göre Ali bir bulutla örtünmüş; sesi (nağrası) gök gürültüsü, gülüşü şimşektir.(Bugün Anadolu’da yaşlı Aleviler hala gökgürültüsünün Ali’nin nağrası olduğunu söyler.) Bu öğretiye göre, tapınılması gerekli olan tanrı, tamamıyla insan görünümlü ve organları ve vücut hatlarıyla insana benzer. Bunun ıspatı için, “Onun sıfatı dışında herşey mahvolacak”diyen Kur’an ayetini (Sure XXVIII, 88) gösteriyorlardı.

Mugiriler de “Tanrı göklere, yeryüzüne ve dağlara İmamlık emanetini taşımalarını önerdi. Fakat onlar özellikle Ali İbn Talib’den gelenlerin tümünü reddettiler. Tanrının bu teklifini geri çevirdiler. Sonra aynı öneri insanlara yapıldı. Buna rağmen Ömer b. Khattab ve Abubekir’e angaje oldu. İkisi de Ali’ye ihanet etti…” diyorlar ve bu inançlarını Kuran’ın 33.suresin 72.ayetine bağlıyor. Yine Mugiri’lere göre, Kuran’ın 59. suresindeki 16.ayet ise; “ Şeytanın insana, ‘Tanrıyı yadsı’ deyip, onu kandırdıktan sonra ‘senin bu davranışın beni hiç ilgilendirmiyor’ diye söylediği” gibi hareket eden biri olarak Ömer’i tanımlamaktadır.

Mansuriliğin kurucusu Abu Mansur al-İcli’ye göre, Kur’an’ın bir ayetinde (52,44) “Dönen gökyüzünden düşen (bu) parça”diye konuşulan Ali’den başkası değildir. Bunu demekle onun tanrı olduğunu söylüyordu.Bunlar gibi daha onlarca heterodoks/batıni gruplar neo-Platoncu felsefi, Manicheizm-Paulikienizm ve Sabeen dinsel inançlarından aldıkları ögelerden esinlenerek Kuran ayetlerini ve Peygamberin hadislerini yorumlayıp inanç öğretilerini oluşturuyorlardı…

İşte kökeni bu erken heterodoks akımlara kadar uzanan, onların batıni inançlarından kaynaklanan, Anadolu’da yaşayan Alevilik-Bektaşilik, Ortodoks İslam (Sünni) inancına aykırı bir Tanrı ve tapınma anlayışına sahiptir. 1240 yılında kırımla sonuçlanan büyük Babai halk hareketinde sonra Heterodoks İslamı Anadolu’nun tarihsel, toplumsal ve kültürel koşullarına uyumsatan ve onlardan aldığı ögelerle yoğurup Anadolu’yaşamakta olan Aleviliğin kurallarını belirlerek inançsal birliği sağlayan zamanın İmamı(önderi) ve büyük batıni Dai’si Hünkar Hacı Bektaş Veli’dir. olmuştur.

Alevi inanç anlayışında insan, Tanrının yeryüzünde hem vekili, hem mazharı, hem de kendi parçalarından bütüne ulaşan birliğidir; adı Tanrı, Ali, Muhammed, Ehlibeyt beşlisinin ya da Allah Muhammed Ali üçlüsünün birliği, Muhammed Hanefi, Haşim, Muhammed Bakır, Cafer, İsmail, Salman vb. olsun farketmiyor. Hepsi de birer insandır. Bunlar, tarih boyu değişmez dogmalara sahip ortodoks İslamın bidat ve sapkınlık olarak gördüğü ve hiçbir zaman hoşgörü göstermediği anlayışlardır. Egemen ortodoks yönetimler tarafından , bu özgür inanç ve anlayış biçimlenmelerine eğilim duyanların oluk oluk kanları akıtılmış, derileri yüzülmüş, birçoğu da diri diri yakılmışlardır.

Ayrıca Tanrı kurtarıcılık görevini verdiği dostlarında, yani velilerde-İmamlarda görünüm alanına çıkar (manifestation). Ali, veliliğin ve velilerin şahı (Şah-ı Velayet), İmamların atasıdır. Ve Alevilikte tüm zamanların/dönemlerin velileri, İmamlar ve kurtarıcı yüce kişiler (insan-ı kamiller) Ali olarak nitelendirilir ve birer Tanrısal mazhardır; tek aydınlatıcı ışık olan olan Tanrının parçaları ve yansımalarıdır. Her sıradan inanan da ‘Ali’nin hizmetinde bir Salman olmaya çaba gösteririr.

“Dinim Muhammed, imanım Ali ve mezhebim İmam Cafer Sadık” diyen, “Allah Muhammed Ali Birliği’inde, Ehlibeyt ve Oniki İmam sevgisinde, Hacı Bektaş Veli’nin Pir’liğinde bütünleşmiş ve onun “eline beline diline sadık ol” sözünü kendisine ahlak kuralı edinmiş koca bir toplumun bin yıllık inancını kültürel anlayış, bireysel ve toplumsal yaşamlarına düzen veren sazı, sözü semahıyla kadın-erken birlikteliğinde yaptıkları tapınma törenlerini kültürel etkinlik-eğlence/cümbüş sayarak, dolaylı İslam dışı onlara Hanefi mezhebinin kurallarını dayatırken; “Alevilik, kültürel yanı ağırbasan özgün inançtır diyen İslamdışıcılar, burada da Diyanet’le bir ortak paydada buluşuyor. Yine garip değil mi; bir yandan da Diyanet’e karşı olduklarını söylüyor ve kaldırılmasını istiyorlar.

Yineleyelim: Alevilik, İslam dininin Sünnilikten farklı ve ona aykırı düşen (heterodoks anlamda, yani ortodoksluğun karşıtı) batıni yorumudur; ayrı bir din değil, İslamın kutsal kitabı Kuran’ın batıni yorumuna (tevil, içsel ve mecazi anlamını çıkarma) uygun düşen diğer birçok (tarihsel ve bölgesel) dinsel ve felsefi inançlardan ögeler özümsemiş bir syncretic(birleştirmeci-bağdaştırmacı) inanç sistemidir.

Sünnilik de İslam dininin kendisi değildir; dört büyük İslam fıkıh okulunun (yani mezhebin) kurucusunun yorumladıkları İslami yorumlardan oluşan (zahiri) inanç sistemidir. Öbür yandan İmam Cafer’den esinlenip İmamiye mezhebi (Oniki İmamcılık) olarak bilinen ve 17.yüzyılda katı ortodoks Caferiliğe dönüşen Şiilik inancıyla birlikte İslam ortodoksizmini oluşturur.

Bizim batıni İslam yorumumuzda, yani Alevi-Bektaşi inancında Muhammed rehber, mürşid Ali’dir ve Muhammed’in rehberliğinde Ali’ye varılır; bu demektir ki Muhammed’i tanımadan Ali’ye varamaz ve Ali sırrına eremezsin. Allah-Muhammed-Ali üçleminde vahdede (Birlik) ulaşılır. Alevi inanç anlayışında Muhammed zahiri (açıklığı, biçimsel tapınmaları), Ali batını (gizli tapınmayı; yani ‘ölmeden önce ölme, ahiret hesabını burada görme; benliği öldürerek özünü tanıma ve el ele, el Hakk’a-hakikata ulaşmayı) temsil eder. Ali’den sonra ikinci büyük batıni üstad İmam Cafer Sadık’tır. Alevilerin batıni tapınmaları Görgü Cemlerindeki adab-erkandır; cemlerde yapılan “Ali meydanında malı-varlığı ortaya koyup; malı mala, canı cana katma” törenleridir. Alevi adab-erkanını anlatan “Buyruk” metinlerinde; “Eğer sorsalar, ikrar-ı tercüman nedir?” sorusuna şu yanıt verilir: ‘Cevap: Şah-ı Merdan kuluyum, Al-i aba nesliyim, İmam Cafer Sadık mezhebindenim. Rehberim Muhammed, mürşidim Ali’dir.” Anadolu Alevi-Bektaşileri İmam Cafer Sadık mezhebine bağlıdır; ancak onların mezhebi heterodoks, yani batıni Caferiliktir.

Ve Buyruk’tan birkaç inançsal tanımlama daha sunarak önerilere geçelim:
Alevi toplu ibadetine “Hakk cemi” denildiği gibi, pir huzuru da “Hakk katı” ile eşleştiriliyor. Alevi-Bektaşi inancında “ikrar verip nasip alma; yani, musahip tutma” töreni, aynı zamanda bir “miraç” (Tanrı’yla buluşma) olarak değerlendirilir. Musahiplik törenlerinde “miraçlama” nefesleri okunur. Hatta tören bittiğinde “miracın kutlu ya da mübarek olsun” diye birbirlerini kutladıkları bilinir. Ancak ortodoks İslam (Sünni) inanç ve anlayışına tamamıyla terstir. Onlar bunu, mülhidlik (dinden çıkmış) olarak değerlenmektedir. Pir-mürşit huzuru, “Hakk katı” olduğu gibi İmam Cafer-i Sadık Buyruğu’na göre, pirlerinin, mürşitlerinin evi, Mekkeleridir. Onları ziyaret edenler, binbir kere hacı ve gazi olurlar ve günahlarından kurtulup, masum-u pak olurlar. Zaten Cem’i de büyüğün-küçüğün, güzelin-çirkinin birbirine eşit sayıldığı, kimsenin kimseden üstün olmadığı cennet olarak tanımlamaktadır, Buyruk. Cem’in müminleri melek, Müslimleri (bacılar) huridirler. Böyle bir ortama giren musahip çiftler, benliğini öldürmüş, bireysel çıkarlarından, kendi nefsinden uzaklaşmış bir can bir vücut olarak bu Tanrısal ortamda yeniden doğmuşlardır. Bu ortamda ben–sen, biz–siz kalkmış; herkes var, hepimiz vardır. Mürşit veya pir ve hanımı (anabacı) ana-baba, Cem’deki herkes bacı-kardeştir. Eşler olsun, evlat-baba olsun herkes, birbirini eşit bir biçimde sorgulayabilir. Bu bağlamda, dede diye tanımlanan cem yürütücü mürşit veya pir de sorgulanmaktan sıyrılamaz. Hakk katında da oturmuş olsa, böyle bir dokunulmazlığı yoktur: “Eşikte oturan da döşekte (postta, makamda) oturan da birdir!” Demek ki musahiplik, benliğini öldürerek hiçbirşeyi nefsine çekmeme, eliyle–diliyle–beliyle kimseye zarar vermeme ve “yetmiş iki millete aynı gözle bakma”, ahlaki formasyonlar kazanmaktır. Yüce erdemler sahibi insan-ı kâmil olma yolunda yürümektir. Bütün bu inanç ve tapınma anlayışımızdan ötürüdür ki biz Ortodoks İslamdan, yani Sünnilikten tamamıyla farklıyız; Alevilik gayri Sünniliktir ve İslam ortodoksizmini oluşturan Sünnilik ve Şiiliğin dışında bir İslami inanç sistemidir. Sürekli vurgulanması gereken gerçek budur.

BİZCE NELER YAPILMALIDIR? (ÖNERİLERİMİZ):

1.AABF ve ABKB hiç gecikmeden bir ortak basın bildirisiyle, Alevilik tanımlaması konusunda bir yanlış anlaşılma olduğu belirtilmeli. “Alevilik, dünya üzerinde ikinci tek Tanrılı nüfussal çoğunluğun dini Ortodoks İslamın, yani Sünniliğin dört mezhebi ve ortak paydaları şeriat olan Şiiliğin dışında, İslamın heterodoks ya da batıni yorumu olarak kendine özgüdür” biçiminde bir açıklama yapılarak, Cemevlerinin Alevilerin ibadet yeri olarak tanınıp yasallaştırılması toplumsal istemine ilişkin imza kampanyasına ivedilik kazandırılmalıdır. Olağan ya da olağanüstü Genel Kurul toplantısında ne de Yönetim kurullarında Alevilik tanımlamaları konuşulup tartışılamaz ve “içinde miyiz dışında mıyız?” sorulup oylanamaz(!)


2.“Alevilik İslamın dışında ve Anadolu’ya özgü bir inanç sistemidir” görüşünü savunarak; bu görüşü Federasyon yönetimi ve ona bağlı derneklere maletme gayretleriyle bilinçli ya da bilinçsiz görevini kötüye kullanan Dedeler Kurulu Başkanı Hasan Kılavuz ve ekibi bu görevden ayrılmalı ya da ayrılması sağlanmalıdır. Hasan Bey’in bu görüşlerini bireysel olarak akademik ortama taşıyarak oralarda tartışmasında hiçbir sakınca yoktur.


3.Yeni bir Dedeler Kurulları Genel Başkanı seçimine gitme zorunluğu vardır. Bu seçim, Federasyona bağlı derneklerin inanç hizmetlerini gören dedeler kurullarının gönderecekleri temsilciler çağrılarak yapılır. Ayrıca bağlı olmayan derneklere de çağrı çıkarılarak, Alevi söylemiyle peyik salıp lokma gönderek bu seçime katılmaları talep edilmelidir. Yeni seçilen Dedeler Kurulları Genel Başkanının yönetimle ilişkisi, inançsal konularda danışmanlık biçiminde olmalı. Kendisi kesinlikle yönetimin sosyo-polik etkinliklerine karışmamalı ve karıştırılmamalı. Yönetim de onun kendi iç kurulları(Dedeler) ve 12 hizmet erleriyle alacakları, inançsal etkinlik ve uygulamalara müdahele etmemelidir. Onların yanlış ve hatalı davranış ve uygulamaları Hacıbektaş’taki Dergah Kurulu denetimiyle eleştirilip düzeltilir. Bu kurulların oluşturulması ve hiyerarşik yapsını dördünci madde olarak sunalım:


4.Dedeler Kurulları genel başkanı seçilen kimsenin, hangi Seyyid ocağına mensup olursa olsun çağdaş ve aydınlık kafalı ve Alevi-Bektaşi yolu ve erkanını iyi bilen, Cem törenlerini yanlışssız yönetecek yetkinlikte ve de inançlı bir kimse olması gerekir. Önerimiz bu seçimin Pir Dergahının bulunduğu Hacıbektaş’ta yapılmasıdır. Böylelikle Dergah’ta inançsal birliğin ilk ve büyük adımı atılmış olacaktır. Sözünü ettiğimiz temsilci Dedelerin Hacıbektaş ilçesinde, Dergah Postnişi Mürşid’in başkanlığında toplanarak üç gün ya da bir hafta içinde kendilerine bir başkan seçmeleri zor bir olay değildir. Eminim ki, Türkiye ve Avrupada’daki Alevi Derneklerinin dedelerinin herbiri farklı ocaklara mensuptur. Hacı Bektaş Dergahı Postnişinin de bir Ocak temsilcisi olarak tek oyu olacaktır Dedeler Kurulları Genel Başkanı seçiminde. Elbetteki bu seçimden sonra Dergahila ilişki kesilmeyecektir. Ayrıca Postnişin tarafından zaten uygulanmakta olan Dergah’ta geleneksel Dede eğitimi ya da yetkili kılma hizmetleri sürdürüldüğünden, burada da bazı değişiklikler düşünülebilir.


5.AABF ve ABKB’ye bağlı derneklerde hizmet gören kaç Dede var ve onların göndereceği kaç kişi tutar bilemiyorum; ama diyelim 50-60 Dede katıldı bu seçim toplantısına. Gizli ya da açık oyla seçilenlerden en fazla oy alan başkan ve oy sırasına göre 3 ya da 4 kişi de oluşturulacak olan Dergah Kurulu’nda görev almalıdır. Dergah Kurulu Hacı Bektaş Veli Dergahı postnişininin başkanlığında kurlur. Dergah Kurulu, Postnişin ve –tarihsel konumu ve Serçeşme’lik kutsal görevinden ötürü bir ayrıcalık olarak- Hacı Bektaş Ocağından bir başka yetkin kişi, yani tanınan, saygı duyulan Dede dahil olmak üzere, Dedeler Kurulları Genel başkanı ve seçimde en fazla oy alanlarla birlikte 6-7 kişiden oluşur. Toplantılarda alınacak kararlar oylamayla olur; oyların eşit çıkması ve anlaşmazlıklarda Dergah Postnişininin ikinci oyu ya da vereceği karar belirleyici ve çözümleyici olarak kabul edilmelidir. Dedeler Kurulları Genel Başkanı doğrudan Dergah Kuruluna bağlı ve bu Kurula karşı sorumludur… (Bu Kurulun hizmet tüzüğü daha sonra hazırlanıp maddeleştirilebilir).


6.Dergah Kurulunun işletilmeye başlamasıyla, ona hizmet görme mekanı olarak, Müze olan Hacı Bektaş Dergahı Külliyesindeki MEYDAN EVİ’nin ayrılmasını sağlayacak yasal girişimler yapılır. Külliyeye bu adım atıldıktan sonra, Dergah Külliyesinin tümüyle Hak sahibi olan Alevi-Bektaşi inanç toplumuna ve onun inançsal yönlendiricisi ve temsilcisi genişletilmiş Dergah Kuruluna teslim edilmesinin sağlanması için kitlesel eylem ve işlemlere geçilir.


7.AABF ve ABKB inançsal birlik bağlamında kendilerini yenilemeli ve yapılanmalarında bazı değişikliklere gidilerek Türkiye ve Avrupa’da demokratik özgürlükler ve insan haklarına ilişkin Alevi-Bektaşi inanç toplumunun toplumsal, siyasal hak ve isteklerini savunucusu büyük kitle örgütü düzeyinde, genişletilip kurumsallaştırılmış Hacı Bektaş Dergah Kuruluyla eşgüdümsel bağlılık içinde çalışmalı ve birbirlerinin alanlarına karıştırılmamalıdır.


8.Hiç geçikmeksizin ve ivedi olarak çeşitli dillerdeki tarihsel ve inançsal yazılı Alevi kaynaklarının saptanması, toplanması ve Türkçeye çevrilmesi çalışmalarına başlanması gereklidir. Bunun için hemen, yetkin bir araştırma ve (birkaç dilden) çeviri ekibi kurulması girişimine başlanmalıdır…

Bu dostça önerilerimiz benimsendiği ve gecikmeden uygulamaya geçildiği takdirde, inanıyoruz ki, kısa zamanda çok büyük ölçüde Alevi-Bektaşi inanç toplumunun güvenini kazanacak. O zaman, toplumsal ve siyasal alanlardaki çalışma ve eylemlerinizde arkanızda büyük kitleler bulacaksınız. Uygulamaların ilk işaretlerini gördüğümüzde, sağlığımız izin verdiği sürece –acizane düşünsel gücümüzle- birlikte hizmet vermeye hazırolduğumu çekinmeden söyleyebilirim……”

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
İLGİLİ YAZILAR
spot_img