Dinlediğimiz türkü herkesce bilinen “Hey Onbeşli” türküsünün bir çeşitlemesidir. Türkünün ağıt mı yoksa oyun havası mı (oturak havası) olduğu; içerik anlamın da “Onbeşlililere” yazıldığı ya da hovadalık türküsü olup olmadığı tartışıla gelmektedir. Konu ile ilgili ayrıntılı bilgiler daha önce paylaştığımız Feryadı Hafız Hakkı’nın 1928 yılında selendirdiği düşünülen kaydın video açıklamalarından öğrenilebilinir.
https://www.facebook.com/watch/?v=801481603207424
Dinlediğimiz kayıt bir Anadolu göçmeni olduğu düşünülen ermeni kadın sanatçı S.Sironian tarafından 1926 tarihinde Amerika’da seslendirilmiştir. Sözkonusu türkünün seslendirilmiş en eski kaydıdır. (Türkü ile ilgili daha eski bir kayıt yakın da paylaşılacaktır). Feryadi Hafız Hakkı’nın 1928 yılında seslendirdiği türkünün kayıt tarihi de tartışmalıdır. Feryadi Hafız Hakkı’nın seslendirdiği türkü AX 1358 – 1932 tarihli 5 nolu katalog da yer almaktadır. 4 nolu 1930 tarihli katalog da bulunmamaktadır.
Dinlediğimiz türkünün sözleri anlayabildiğimiz kadarı ile şu şekildedir. (Türkü sözlerinin deşifresinde ki katkısından dolayı sevgili arkadaşımız Necdet Kurt’a teşekkür ederiz).
Kara üzüm salkımı
Kız sen aldın aklımı
Bir sefalık vermezsen
Helal etmem hakkımı
Aslan yarim kız senin adın Hediye
Şalvar gelmiş endazesi on yediye
Kal güzelim saat de vurdu yediye
Kara üzüm salkımı
Kimse sevmez zalımı
Bana meydancı derler
…… ………. ……
Aslan yarim kız senin adın Hediye
Azmı da geldi gönderdiğim hediye
Kal güzelim saat de vurdu yediye
Türkü görüldüğü gibi sözel ve müzikal anlam da tam bir oturak türküsüdür. Özellikle Anadolu’da bilinen bir ezgidir. Ezgi üzerine zamanla çok sık görüldüğü gibi sözler eklendiği düşünülmektedir.
HEY ONBEŞLİ AĞLATMALI MI, OYNATMALI MI ?
( NECDET KURT 08.06.2020 )
GİRİŞ
Son zamanlarda üzerinde epeyce tartışma yapılan türkülerden biri de "Hey Onbeşli" türküsüdür. Yıllar boyu türkünün Çanakkale Cephesi'ne giden halk arasında "Onbeşliler" diye bilinen 1315 (1898-1899) doğumlu çocuklar için yazılmış ağıt olduğu söylendi. Hatta kamuoyunun yakından tanıdığı Erkan Oğur, Gülay Sezer ve daha birçok sanatçı da türküyü, ağıt havasına büründürmeye çalışarak normal metronom süresinden daha yavaş okudular. Bu konuda birçok da klip yayımlandı. Şahsım da dahil olmak üzere birçok araştırmacı tarafından da türkünün aslında ağıt olduğunu, ancak zamanla oyun havası şekline büründüğü yazıldı. Bütün bunların tek kaynağı 1970'li yıllarda Nida Tüfekçi'nin, babası Hamdi Tüfekçi'den derlediğini söyleyerek TRT Repertuarı'na 1616 numara ile kayıt ettirdiği türküdür. Bunun dışındaki kayıtlar arşivlerde olmasına rağmen dikkat çekmemiş veya üzerinde durulmamış ya da herhangi bir araştırmacının eline geçmemiş olmalı ki tüm yorumlar sadece TRT Kurumu tarafından yayınlanan türkü üzerinden yapılmıştı.
Türkü 1927 ve 1928 yıllarında Feryadi Hafız Hakkı tarafından taş plağa okunmuş, 1943 yılında da Muzaffer Sarısözen başkanlığındaki Ankara Devlet Konservatuarı derleme ekibi tarafından o zamanki Tokat Belediye Başkanı Mustafa Yolcu (Elçi; 1997) ve yerel müzisyen Emin Diker'den derlenmiştir. Ancak bu derlemeler de konservatuar arşivlerinde kalmış, gün yüzüne çıkmamıştır. Belki bu derleme ve taş plak kayıtları daha önceden ortaya çıkmış ve türkü etraflıca araştırılmış olsaydı belki de türkü üzerinde bu kadar tartışmalara gerek kalmayabilirdi.
Yukarıda bahsettiğimiz orijinal kayıtlara ulaştığımızda, türkünün söylendiği gibi ağıt olmadığı, hem de sözlerden hareketle bugüne kadar bu türkü ile söylenenlerin tekrardan araştırılması gerektiğini fark ettik. Türkünün 1927 Hafız Hakkı Bey, 1943 Muzaffer Sarısözen ve 1970'li yıllardaki Nida Tüfekçi kayıtlarındaki sözleri ve ezgi yapısını dikkatle inceleyip, Tokat'taki ve yakın yörelerdeki varyantlarını ile karşılaştırdığımızda ise türkünün apaçık bir oturak havası olduğunun kendiliğinden ortaya çıktığını gördük.
İlk kayıt olan Feryadi Hafız Hakkı Bey'in okuduğu ezgi ve sözler aşağıdaki şekildeydi;
Damdan attım kendimi
Bulamadım rengimi
Hovardalık pek kolay
Öğrenmeli fendini
Aslında güzelim kız senin ismin Hediye
Fındık fıstık aldım güzel yemiye
Manto aldım güzel sana geymiye
Hey onbeşli onbeşli
Bağdat yolları taşlı
Onbeşliler giderse
Kızların gözü yaşlı
Aslında güzelim kız senin ismin
Hediye Kal efendim saat geldi yediye
Fındık fıstık aldım gülüm yemiye
Irmağı geçti gelin
Gediği aştı gelin
Eğil biyol öpeyim
Yüreğim geçti gelin
Aslında güzelim kız senin ismin Hediye
Ben dolaştım sen de dolan gediğe
Manto aldım güzel güzel geymeye
Fındık fıstık aldım yemeye
Penceresi beş camdan
Konyak içtim fincandan
Al Martini vur beni
Ben de bıktım bu candan
Aslında güzelim kız senin ismin Hediye
Kal efendim saat geldi yediye
Fındık fıstık aldım yemiye
sözler dikkatle incelendiğinde sevgilisi ile gizlice buluşmaya giden, ancak yakalanmak üzereyken canını zor kurtaran haylaz bir delikanlının öyküsünden başka hiçbir şey olmadığı ortaya çıkıyor. Ayrıca sözlerdeki en önemli iki vurgu da bizim bildiğimiz şekliyle olan “Tokat yolları taşlı” değil de “Bağdat yolları taşlı” ve “Aslan da yarim kız senin adın Hediye” sözlerinin yerine, “Aslında güzelim kız senin ismin Hediye” şeklinde okunmuş olmasıydı. Neden “aslan da” yerine “aslında” vurgusu ısrarla her nakaratta aynı şekilde vurgulanmıştı …?
Öyle anlaşılıyordu ki gerçekte adı “Hediye” olan, ancak başka bir isimle bilinen bir kişiye hitap ediliyordu. Ayrıca “Tokat” değil de neden “Bağdat” yolları deniliyordu. Zaten Çanakkale Cephesi’ne giden askerler için ağıt olmadığına dair düğümün çözümü de bu kelimede odaklanmıştı. Çünkü Çanakkale Savaşı, 1915 yılında oldu ve bu plak 1927 yılında okundu aradan sadece 12 yıl geçmişti, eğer gerçekten 15’liler için yakılmış bir ağıt olsaydı 12 yılda bu kadar değişmesi mümkün olmazdı. O zaman plağa neden bu şekilde okunmuş olabilirdi ki ..? Ayrıca Anadolu’nun her yerinde askere uğurlanan gençler ağıtlarla değil, anlı şanlı bir şekilde türküler, halaylar eşliğinde davul zurna ile yolcu edilir. Bu Anadolu’da bir gelenektir.
Oysa bu eser zaten bir oyun havasıydı, hatta yörede hafta sonları bağlarda yapılan eğlencelerdeki oturak havalarının başında geliyordu. Hatta ezgisel yapısını inceleyince gerek Tokat Bölgesi’nde, gerekse o dönemde gayrimüslim nüfusun bulunduğu ve oturak alemi diye bilinen eğlencelerin çokça yapıldığı Nevşehir, Konya, Kayseri, Yozgat gibi çevre illerde de çok sayıda varyant ezgiler olduğunu da görülüyordu ve bunlar tarafımızdan tespit edildi. Bu ezgilerin tamamı, söz kısımlarında farklılıklar olsa da ezginin ana omurgasını oluşturan nakarat kısımların neredeyse bire bir aynıydı ve hepsi de bağ kültürü olan yerlerdeki oturak havalarıydı. Yani “Hey onbeşli” türküsü de bu türkülerden farklı olmayan bir oturak havasıydı. Burada şu bilgiyi vermek, konunun daha iyi anlaşılması için yararlı olacaktır. Varyant türkülerin şan kısımlarındaki ezgiler, sözlerdeki hece yapılarına ve yöresel motiflere bağlı olarak değişkenlik gösterse de, en belirgin ortak paydaları özellikle bağlantı kısımlarının aynı ezgiler veya birbirine çok benzeyen ezgilerden oluşur.
Tespit ettiğimiz varyant türkü sayısının epeyce fazla olması dikkat çekicidir. Burada sosyolojik ve demografik açıdan benzer, ancak coğrafi açıdan değişik bölgelere yayılmış birkaç ezgiye ait ana omurgaları oluşturan notaların vermek uygun olacaktır.
Türkünün Tokat'taki varyantları : Zileli Halil adıyla bilinen Halil Gürgöze tarafından 1930'lu yıllarda (Ünlü; 2016) taş plağa okunmuş olan "Cemile" türküsü ile yerel sanatçıların düğünlerde okuduğu "Şu Derenin Uzunu (Samanlıkta Serçeler)" adlı türküler (Günesen; 1968).
Dinlemek için Repertükül linki :
https://www.repertukul.com/CAYIR-INCE-BICILIR-MI-Cemile-m-728
Kayseri varyantları : "Gesi Bağları, Verdiğin Yazmayı Bürüneyim mi ve Asmalarda kol uzatmış" adlı türküler.
Konya varyantları : Konya Kaşık Ekibi'nin oyun eşliğinde icra ettiği "Şu Bozkırdan Ayva Gelir Nar Gelir" ve Nevşehirli Cafer'in 1950'li yılların başında (Ünlü; 2016) taş plağa okuduğu "Fidayda Küçük Hanım" adlı türküler.
Dinlemek için Repertükül linki :
https://www.repertukul.com/SU-BOZKIR-DAN-AYVA-GELDI-727
Kastamonu varyantı : "Şu Cide'nin Çeşmesi".
Nevşehir varyantı : “ÇARŞIDAN ALMA DUZU Hüdayda Fidayda”
Dinlemek için Repertükül linki :
https://www.repertukul.com/CARSIDAN-ALMA-DUZU-Hudayda-Fidayda-725
Anadolu'nun birçok yöresinde yapılan oturak alemlerinin bir benzeri de Kerkük'te "Gade" adıyla yapılan sıra geceleridir. Bu gecelerde; aşk - sevda, hasret... vb. türkülerin yanında oturak havaları da çalıp söylenmektedir.
"Hey Onbeşli" türküsünün bir Kerkük çeşitlemesi olan ve bu gecelerde de okunan "Oğlanam Adım Abdül" adlı türkü, taşıma türkülerin yöre müzik ve edebiyat kültürüne nasıl kaynaştığının çok bariz bir örneğidir. Türküde "Hediye" adı yerine her kıtanın ilk dizesinde "Abdul, Nusret, Taha, Saleh" gibi farklı erkek adları ile başlaması, nakarat kısımlarında ise "Heyriye, Sabriye, Bedriye" gibi farklı kız adları dikkat çekicidir. Bunun nedeni türkünün doğduğu yerdeki yüklenmiş olan anlamın ve altındaki öykünün taşındığı yerlerde tamamen devre dışı kalması ve farklı anlamlar ile sadece sözel ve ezgisel yönünün yöredeki aktif müzikal ve sözel unsurlarla bezenmesinin bir sonucudur. Bu türkünün hece yapısı bile "Hey Onbeşli" türküsü ile aynı olup, icrasındaki Kerkük tavrı kendini önemli ölçüde hissettirmekle beraber, ezgi örgüsü ve işleyişi neredeyse bire bir aynıdır. Salih Turhan'ın 2013 tarihinde yayımladığı "Irak Türkmen Havaları" adlı kitaptaki notanın altına düştüğü notta; "bu türkünün Hey Onbeşli türküsünün bir çeşitlemesi olduğu" yazmaktadır. Notayı olduğu gibi buraya aktarıyoruz.
Kerkük varyantı : "Oğlanam Adım Abdül adlı türkü.
Dinlemek için Repertükül linki :
https://www.repertukul.com/OGLANAM-ADIM-ABDUL-726
Türkü, diğer bir taraftan da Kırım'a kadar ulaşmış, ŞİMANAY (Yaylanın Çimeninde) adı ve yeni bir yaratımla, çeşitleme halini almıştır. Ana sözler değişmiş ve eklentiler yapılmış olsa da nakarat sözleri kalıp ezgisi ve ezgi örgüsü neredeyse hiç değişmeden Kırım halk türküsü olarak Kırım Radyosu'nda yıllarca çalınmış, icra şekli ile de adeta o coğrafyanın bir türküsü olmuştur.
Türkünün kayıt yılını tam öğrenememiş olsak da, türküyü okuyan 09 Mayıs 1918 doğumlu Zeynep Lümanova 1932 yılında 14 yaşındayken Kırım Radyosu'na davet edilmiş, 18 Mayıs 1944 tarihinde gece yarısı evlerinden alınıp diğer çok sayıda Kırım Tatarı ile birlikte Özbekistan'a sürgün edilene kadar burada ses sanatçısı olarak çalışmıştır. Dolayısıyla elimizdeki kayıtın da bu yıllar arasında okunmuş bir radyo kaydı olduğu kanaatindeyiz. Türkü, sürgün edildikleri Özbekistan'da kayıt edilmiş olsa bile, gerek ses rengindeki gençlikten, gerekse Özbekistan'daki aktif müzik yaşantısından anladığımız kadarıyla en geç 1960'lı yıllarda kayıt edilmiş olabilir.
Türkü yine Kırım'dan Romanya'ya göç eden Tatarlar ile birlikte yeni coğrafyalara taşınmış, orada da ikinci bir yaratımla daha farklı bir çeşitleme haline gelmiştir. Türküyü 21 Ağustos 1933 doğumlu Kırım Tatar kökenli Rumen şarkıcı Kadriye Nurmambet 1974 yılında "Muzica Populara Turceasca" adlı 4 türküden oluşan plağa "Ay Bostancı" adıyla okumuştur. Burada da gerek ana sözle değişse de nakarat kısmı ezgi kalıbı ve örgüsü açısından neredeyse hiç değişmemiştir denebilir. Hatta ezgi örgüsü Ankara Devlet Konservatuvarı tarafından 1943 yılında Mustafa Yolcu ve Emin Diker'den derlenen türkü ile neredeyse aynı seyre sahip olması da dikkat çekicidir.
Sonuçta bir kayıt 46 yıl önce diğeri ise en iyi ihtimalle ortalama 60 yıl önce yapılmıştır. Hem Kırım hem de Kerkük çeşitlemeleri, ezgiler ve sözler Anadolu icrası ile kıyaslandığında, türkünün uzak coğrafyalara göçüne ve sosyolojik, müzikolojik, etimolojik değişimlerini iyi birer örnek teşkil ettiği görülmektedir.
Kırım varyantları : “Hey Bostancı Bostancı ve Yaylanın Çimeninde Şimanay” isimli türküler..
Dinlemek için Repertükül linki :
https://www.repertukul.com/HEY-BOSTANCI-BOSTANCI-766
Dinlemek için Repertükül linki :
https://www.repertukul.com/YAYLANIN-CIMENINDE-Simanay-767
Kırım ve Romanya varyantları hariç bu türkülerin hepsinin ortak özelliği ise oturak havaları olmasıydı. Hey Onbeşli'nin 1927 ve 1943 kayıtlarındaki sözleri ve ezgi yapısını incelediğimizde ağıt olmadığı da ortadaydı. Ancak sözlerdeki "aslında" ve "Bağdat" vurgusu hala orta yerde duran cevaplanması gereken konulardı. Türküyü 1927'de plağa okuyan Feryadi Hafız Hakkı Bey neden "aslında" diye söyleme gereği duyuyordu..? Bu sorunun cevabını türkünün plağa okunduğu yıllarda olabileceği düşüncesi ile o dönemi araştırmaya başladık. Ancak uzunca bir süre neden sonuç ilişkisi kuramamıştık. Ta' ki birçok Ermeni Aile'nin tehcir adıyla bilinen zorunlu göçe tabi tutulunca, yolda çocuklarının başına bir iş gelir korkusuyla 3 - 5 yaşlarındaki kız çocuklarını güvendikleri Türk Aileler'e emanet ettiğini öğrendiğimiz zamana kadar.
27 Mayıs 1915 tarihinde hükümetteki İttihat ve Terakki partisi tarafından Tehcir Kanunu adıyla bilinen zorunlu göç yasasıyla, Ermeni Halkı'nın bir bölümü savaş bitene kadar, bulundukları bölgeden Suriye, Lübnan gibi farklı bölgelere göç ettirilecekti. Tehcir Kanununa göre zorunlu göçe tabi tutulanlar için her türlü tedbir alınarak göçün tamamlanması sağlanacak, savaş bitiminde ise isteyen Ermeniler yurtlarına geri dönebilecekti. Bu yasanın kapsadığı ülke genelinde 450 bin Ermeni'den 422 bini göçe tabi tutuldu. 1870 verilerine göre o dönem kaza merkezi olan ve tahmini nüfusu 18.575 kişi olan Tokat'ta, Müslim-gayrimüslim oranı % 55,31'e, % 44,69 dur. Yani bu bilgiye göre 8300 civarında gayrimüslim, yaklaşık 2400 haneyi teşkil etmektedir. İlerleyen zamanlarda Gayrimüslim oranı kaza merkezinde % 44.69 iken Müslüman göçmenler nedeniyle kaza genelinde % 21.26'ya gerilemiştir (Açıkel; 2003). Bu ailelerin neredeyse 3/4 'ü zorunlu göçe tabi tutulmuştu.
İşte bu zorunlu göçe tabi tutulan Ermeni Aileler'in bazıları, yollarda başlarına bir iş gelir korkusu ile özellikle çok küçük yaşlardaki kız çocuklarını savaş bitince geri döner alırız umuduyla veya eğer gelemezsek sizin evladınız olsun diyerek samimi oldukları Türk Aileler'e emanet etmişlerdi. O günkü koşullar ve o kadar uzaklıktaki yolun nasıl gidilebileceğini düşününce, bu ailelerin durumu da daha anlaşılır olmaktadır.
Zaten, gizlilik ve korku içerisinde yapılan bu emanet alma olaylarına konu olan çocukların, çevrede deşifre olmaması için yeni aileleri tarafından gerçek isimleriyle hitap edilmiyor, ancak çocuklar Müslüman olmadığı için ve günah olur gerekçesiyle Ayşe, Fatma, Emine vb. gibi Müslüman isimleriyle de hitap edilemiyordu. Bunların yerine bu çocuklara "Hatun veya Hediye" deniliyordu. Bu isimler daha sonraki yıllarda bu şekildeki birçok kız çocuğunun nüfustaki gerçek isimleri haline gelmiştir. Müslüman gençlerle evlenen veya Müslümanlığa geçen birçok kızın da adı tamamen değişmişti. Türkünün gerçek öyküsü ve kahramanları tamamen bambaşkaydı. Yani türküde sözü edilen "Hediye" de büyük ihtimalle bu şekilde isim almış birisi olmalıydı. Aksi takdirde her nakaratta ısrarla "Aslında yarim kız senin adın Hediye" denilmezdi. Ne ilginçtir ki bu konuda bilgisine başvurduğumuz ve 1925 doğumlu olan kaynak kişimizin de annesinin adı "Hediye" imiş.
Alan araştırmalarımız sırasında öğrendiğimiz bu hazin öykü bizi çok derinden etkilenmiş ve üzmüştür. Türküdeki "Aslında yarim kız senin ismin Hediye" sözleri de bu şekilde mantıklı bir yere oturmuştur.. Zira türkünün ilk çıkışında bizim bildiğimiz şekliyle "aslan da yarim " şeklinde bir övgü ifadesi değil, "aslında yarim" şeklinde bilinirlik içeren bir açıklama ifadesi vardır. Yörede, fısıltı gazetesi son 20-25 yıldır türkünün ağıt olduğuna dair bir propaganda yapsa da, aynı fısıltı gazetesi daha eski zamanlardan beri, bu türkünün bir Ermeni kızına yakıldığını da söylemektedir. "Aslında yarim" vurgusu ve yukarıdaki bilgiler de bunu desteklemektedir.
Anlaşılan o ki türküde konu edilen olaylar, öncesinde gayrimüslim olan ancak sonradan Müslüman adı alan bir genç kız ile 1315'li (1898-99) doğumlu bir genç arasında yaşanan bir sevda hikayesidir. Sözlere baktığımızda genç adam sevgilisi ile gizlice buluşmak üzereyken yakalanma tehlikesi geçirir ve damdan aşağı atlar. Akabinde korkudan beti benzi kül gibi sararır.. Ancak sevgilisini görmeden gitmemeye kararlı olduğunu hissettirerek bir gediğe saklanır. (Gedik; yörede "kuytu yer" anlamında da kullanılmaktadır.) Üstelik sevgilisine aldığı fındık, fıstık ve manto gibi armağanlar da elinde kalır. Sevgilisine "aslında yarim kız senin adın Hediye diye" seslenirken belki de kızın gerçek kimliğini bildiğinden dolayı şantaj yapıyor da olabilir.
İkinci kıtadaki "Bağdat yolları taşlı" sözleri ise tam bir muammaydı. Zira bu sözleri hepimiz "Tokat yolları taşlı" diye biliyorduk.
Hey onbeşli onbeşli
Bağdat yolları taşlı
Onbeşliler giderse
Kızların gözü yaşlı
Birinci Dünya Savaşında Türk Orduları, 1915'te Çanakkale, 1916'da Irak Cephesi'nde ve Kut'ül-Amare'de büyük zaferler kazandılar. Ancak Mart 1917'de Irak Cephesi'ndeki ve Ekim 1917'den başlayarak Filistin Cephesindeki başarısızlıklar sonucu 11 Mart 1917'de Bağdat ve Kudüs kaybedilmişti. (Küçükvatan; 2013). Bağdat'ın düşmesi, Çanakkale Zaferi'nden 2 yıl sonra olmuştu. Bu bilgiyle karşılaştırınca bu oturak havası ile Bağdat arasında bir bağ kuralamasa da, "acaba Bağdat Cephesi'ne giden askerler için yazılmış olabilir mi" diye düşünmekten de kendimizi alamamıştık.
Devam eden araştırmalarımız sırasında bu konuyla ilgili şaşırtıcı bir bilgiye ulaştık. Tokat'ta yerel bir tarihçi ve arşivci olan Hasan Erdem'in vesilesiyle ulaştığımız Osmanlı arşivinden bir belge ve 1968 yılında Tokat'ta yayımlanan "İlk Çaba" adlı dergi, türküdeki "Bağdat yolları" ifadesine ve türkü üzerindeki algının nasıl değiştiği hususuna büyük oranda açıklık getirmiştir.. Osmanlı arşivlerinde bulunan Hicri 1308, Miladi takvime göre 1892-93 yıllarına denk gelen bir belgede, Tokat'ta bugün adı Behzat olan caddenin, o yıllardaki adının Bağdat Caddesi olduğunu yazıyordu. Bu cadde, o zamanlar halk arasında Bağdat Yolu olarak biliniyordu. Bunun nedeni ise Osmanlı döneminde Bağdat'ın önemli bir ticaret merkezi, Tokat'ın ise büyük bir iç gümrük kapısı olmasıydı. (İhsanoğlu; 1999). Bağdat istikametinden ve İpek Yolu'ndan gelen kervanlar burada konaklar, malları gümrüklenerek buradan dağıtılırdı. Güneyden gelen ve Tokat'ı Ankara, İstanbul, Samsun, Erzincan, Erzurum istikametine bağlayan ve aynı zamanda asker uğurlamalarının davul zurna eşliğinde yapıldığı bu yolun adı, bu nedenle "Bağdat Yolu" olarak anılırdı. İşin daha da ilginç yanı ise Osmanlı arşivlerinden çıkan belge Bağdat Yolunun taş döşeme planı idi. Yani türküde sözü geçen "Bağdat yolları taşlı" ifadesinin adeta bire bir belgesiydi. Bağdat Caddesi'nin adı Cumhuriyetle birlikte günümüzde Tokat'ın en işlek bulvarlarından biri olan Behzat Caddesi olmuştur.
Resim 1: Bağdat Caddesi Taş döşeme ve kasis planı
Açıklama : Bağdat Caddesi üzerinde ve Tokat Sancağı hudutları meyanında ve 3 numaralı keşifnamede tafsilatı beyan olunan 10 mezur oluk kasisi resmidir. Tarih 1308 (Miladi takvime göre 1892-93 yıllarına denk gelmektedir)
Resim 2: 1900 yıllarının başında Bağdat Caddesi ve mimari planda görünen taş döşeme kaldırımlar..
Böylece türkünün sözlerindeki "aslında yarim" ve "Bağdat yolları" vurgusu ile neyin ifade edildiği açıklığa kavuşmuş, oturak havasının; sözlerdeki Tokat'a ait vurgulamalar, ezgi yapısı ve varyantları açısından da Tokat Yöresi'ne ait olduğu da belgelenmiş oldu.
Türküdeki üçüncü kıta ise birçok türküde eş metni olan mani tarzı sözlerden başka bir şey değildir. Dördüncü kıtada ise ihtimal dahilinde delikanlı sevgilisinin oturduğu evi tarif ediyor olabilir. Bütün bunları yan yana getirdiğimizde türkünün hafızalarımızdaki gibi bir ağıt olmadığı, sadece içinde "onbeşliler" ibaresi geçtiği için milli duyguların ön plana geçmesiyle şahsım da dahil birçok dinleyici ve araştırmacı tarafından yeni bir anlam yüklenerek, türkünün ağıt olduğu şeklinde kamuoyuna yanlış bir yönlendirilme yapılmış olduğu ortadadır. Türküdeki "Aslında yarim kız zenin ismin Hediye" vurgusu ile anlatıcıların birçoğunun popüler olmak uğruna "Şeyh uçmaz, ama müritleri uçurur" özdeyişinde olduğu gibi gerçek dışı yakıştırmalarla, söylenti şeklinde ve her hikayede farklı bir kimliğe büründürülen "Hediye" ile anlatılan tevatürler de boşa çıkmıştır.
Türkü 1943 yılında da Muzaffer Sarısözen başkanlığındaki Ankara Devlet Konservatuarı derleme ekibi tarafından, o zamanki Tokat Belediye Başkanı Mustafa Yolcu'dan ve yerel müzisyen Emin Diker'den derlenmiş, ancak Konservatuar arşivlerinde kalmış gün yüzüne çıkmamıştır. Bu derlemedeki ezgi yapısı ve sözler de oldukça ilginçtir.
Türkünün derleme fişlerindeki sözlere bakıldığında ;
Hey onbeşli onbeşli
Tokat yolları taşlı
Onbeşliler gidiyor
Kızların gözü yaşlı
Aslan yarim kız senin adın Hediye
Ben dolandım sen de dolan gediğe
Fistan aldım endazesi onyediye
Az mı geldi gönderdiğim hediye
şeklinde seyretmekte, ancak ikinci kıtaya ait sadece bir dize yer almaktadır. Çok bilinen ve birçok türküde eş metin olarak kullanılan mani türü bir söz olduğundan, ikinci kıta da aşağıdaki gibi olduğunu tahmin etmekteyiz.
Köprünün altı diken
Yaktın beni gül iken
Allah da seni yaksın
Üç yıllık gelin iken
türkünün kısa sürede ezgi ve söz açısından nasıl dönüştüğü ve birçok eklemenin yapıldığı ortadadır.
1937 derlemesinin ses kaydını dikkatlice dinlediğimizde iki kişi tarafından okunduğu görülmekte ancak derleme fişinde sadece Mustafa Yolcu adı geçmektedir. Eldeki diğer birçok kaydı incelediğimizde aynı tarihte kaynak kişi olarak birkaç kaydı birlikte yaptıkları ve diğer kişinin Emin Diker olduğu diğer derleme fişlerinden anlaşılmaktadır. Fişteki ilk kıtada yazan "Hey onbeşli onbeşli, Tokat yolları taşlı" kısmı, Tokat'ın yazı kışlı" şeklinde duyulmaktadır. Dikkat edildiğinde kaynak kişilerin metin birliği konusunda bir an çelişkiye düştükleri de hissedilmektedir. Bu da bölgenin oturak havalarının kalıp ezgilerine uyan mani tarzı sözlerin nasıl döşendiğinin ayrı bir göstergesi ve aynı zamanda oturak havalarının da diğer bir özelliğidir. Zira saatler süren bu tarz eğlenceler de icracı müzisyenler aynı ezgi üzerine değişik sözler döşemek suretiyle işlerini kolaylaştırırlar.
Muzaffer Sarısözen ve ekibinin yaptığı derlemelerde, derlenen esere ait normalin dışındaki özel bilgiler mutlaka yazılmaktaydı. Şayet bu eser bir ağıt olsaydı Muzaffer Sarısözen derleme fişindeki düşünceler kısmına ağıt ibaresi düşerdi.
Bu derleme kaydında türkü sadece sözel değil ezgisel açıdan da küçük değişimlere uğramıştır. Bu derlemede ezgi Karciğar arızalı Hüseyni olarak icra edilmiş ve ezgi işleyişinde adeta oturak havası olduğunu bağırırcasına nakarat kısmında benzerlerine sıklıkla oyun havalarında rastlanan La - Mi aralığında atlayan ezgi işleyişi ve aman aman şeklindeki katma sözler eklenmiştir. Kısacası yıllardır arşivlerde saklı kalmış olan bu kayıtta da ağıt olduğuna dair herhangi bir ibare olmadığı gibi tam tersi çok açık bir şekilde oturak havası olduğu bellidir.
Dinlemek için Repertükül linki :
https://www.repertukul.com/HEY-ONBESLI-ONBESLI-723
Resim 3: Mustafa Yolcu'dan Yapılan Derlemenin Fişi
Her nedense bu kayıt TRT Repertuarı'na dahil edilmemiş ve yılarca arşivlerde saklı kalmıştır. Nida Tüfekçi'nin de böyle bir kayıttan haberdar olmaması büyük bir ihtimaldir.
Üçüncü ve son kayıt ise Nida Tüfekçi'nin, babası Hamdi Tüfekçi'den derleyip reperuara verdiği kayıttır. Ancak bu derlemeye ses kaydı ve derleme fişi mevcut değildir. Nota üzerinde derleme tarihi bulunmamakta, sadece 24.05.1977 repertuar kurulu inceleme tarihi bulunmaktadır. Buna göre türkü bu tarihten önce derlenmiş olmalıdır.. Bu derlemedeki icra şeklinde veya notanın üzerinde de türkünün ağıt olduğuna dair herhangi bir not bulunmamaktadır. Aksine hem Nida Tüfekçi kayıtları hem de notası son derece kıvrak ve oyun havası niteliğindedir. Yine bu derlemede de sözler değişime uğramış 1927 ve 1943 kayıtlarındaki ikinci ve üçüncü kıtalar birçok türküde kullanılan mani tarzı sözlerle değiştirilmiş durumda karşımıza çıkmaktadır.
Hey onbeşli onbeşli
Tokat yolları taşlı
Onbeşliler gidiyor
Kızların gözü yaşlı
Giderim elinizden
Kurtulam dilinizden
Yeşilbaş ördek olsam
Su içmem gölünüzden
Aslan yarim kız senin adın Hediye
Ben dolandım sen de dolan gel gediye
Fistan aldım endazesi onyediye
Gidiyom gidemiyom
Sevdim terkedemiyom
Sevdiğim pek gönüllü
Gönlünü edemiyom
yine bu derlemede de mani şeklindeki farklı kıtalar mevcuttur.
Tüm bu bulguları ve türkünün ilk kayıttan itibaren 90 yıllık macerasını yan yana getirdiğimizde, yıllardır bağlarda veya diğer alemlerde oturak havası, düğünlerde oyun havası olarak icra edilen ve bu şekilde kabul görmüş olan bir türkünün, sadece sözlerindeki "Onbeşli" vurgusundan yola çıkarak ağıt olduğu iddia edilmiştir, hatta zaman zaman da dayatılmıştır.
Tokat'ta yerel olarak yayımlanan 1968 yılına ait İlk Çaba adlı derginin 14. Sayfasında "Hey Onbeşli" türküsüne ait nota ve kısa öyküsü mevcuttur. Nota incelendiğinde 1943 Sarısözen derlemesindeki karciğar arızaların burada da olduğu görülmektedir.
Resim 4 İlk Çaba Dergisinde ki Hey Onbeşli türküsünün kısa öykü ve notası
Dergideki öyküde Osmanlı İmparatorluğunun 5-6 cephede savaştığı ve çok şehit verildiği, bundan dolayı da 1315 doğumluların askere alındığını ve Tokat'ta yaşayan "Hediye" adlı bir kızın 1315 doğumlu olan nişanlısının da askere alındığını, bu heyecanla bu türkünün yakıldığını ve halk ağzında bestelenerek bugüne kadar söylene geldiğini yazıyordu. Bugüne kadar Hey Onbeşli türküsü ile ilgili bulabildiğimiz en eski tarihli nota ve öykü buydu. Ancak ağıt olduğuna dair bir ibare yoktur.
Bu dergi yayımlandığı yıllarda oldukça popüler ve yerel halk tarafından ilgiyle takip edilen bir dergiydi. Her sayısında "Tokat Folklorundan Örnekler" başlığı ile birkaç Tokat Türküsü'nün notası ve öyküsü yayımlanmaktaydı. Benzer öyküler aynı dönem de çıkan "Yeşilırmak" ve "Topçam" adlı yerel dergilerde de yayımlanıyordu. O dönem iletişimin araçlarını günümüzdeki gibi gelişmiş olmadığından ve kolay ulaşılabilirlik nedeniyle bu tür dergiler ve gazeteler halk arasında popüler birer bilgi kaynağıydı. Bu nedenle bölge halkı içerisindeki bazı kişi veya kişiler tarafından Çanakkale Cephesi'ne ve diğer cephelere giden 1315'lilerle, bu öykülerdeki 1315 doğumlu gencin askere alınması arasında zaman içerisinde doğrudan bir bağ kurulmuş olmalı ki, halk arasında türküyle ilgili birçok rivayet ve öyküler üretilmiştir. Birkaç kuşak sonra da doğal olarak sanki cepheye gidenler için söylenen bir ağıt algısı oluşmuştur.
Seksenli yıllardan itibaren "Hey Onbeşli" ile ilgili roman, öykü ve hikaye kitapları ve makaleler yazılmaya başlanmış, yazılan her makale veya kitapta ısrarla cepheye giden çocuk yaşta askerler için söylenmiş ağıt olduğu vurgulanmıştır. Hatta bu yazılardan başka birçok senaryo üretilerek başta İstanbul, Tokat, Çorum olmak üzere çok sayıda şehirde "Hey Onbeşli" adıyla tiyatrolar sahnelenmiş, Anadolu genelinde çok sayıda öğretim kurumunda müsamerelere konu edilmiştir. 2015 yılında ise Turhal Belediyesi tarafından yüzlerce genç 1915 yılına ait asker kıyafetleri ile giydirilip Hey Onbeşli türküsü eşliğinde Çanakkale gezisine götürülmüştür. Yine bizzat Belediye başkanının da içinde olduğu bir klip çekilmiş, birçok sanatçı türküyü ağır bir tempoda okumuş, belediye başkanı konuyla ilgili görsel medyada ve yörede düzenlediği gecelerde ısrarla "Hey Onbeşli'yi oyun havası olmaktan kurtaralım" şeklinde açıklamalar yapmıştır. Türkü, gerek kamuoyunda gerekse medya da birçok tartışmalara konu olmuş, konu kendi kendini tetikleyerek adeta domino taşı etkisi yapmıştır. Tartışmaya Prof. Dr. Bingür Sönmez, Songül Karlı, Ömür Gedik ve Bakanlık yaptığı dönemde Nabi Avcı ve daha çok sayıda ünlü dahil olmuş, çeşitli medya araçları ile türkünün ağıt olduğunu, saygısızlık edilmemesi gerektiğini ifade eden beyanatlarda bulunmuşlardır.
Türküyle ilgili yayınlar ve içerikleri kronolojik sıra ile şu şekildedir:
- Ufuk Günesen : Hey Onbeşli- Kısa Öykü-Nota-1968
- Mehmet Yardımcı : Hey Onbeşli Onbeşli-Öykü-1985
- Hulusi Üstün : Hey Onbeşli Onbeşli-Hikaye-2003
- Mustafa Arıkoğlu : Tevellüt 1315-Senaryo-2003
- Ali Orhan Günaydın : Biri Bu Yanlışa Dur Demeli-Makale-Şiir-2007
- Füruzan Sümer Utkan : Hey Onbeşli-Roman-2007
- M. Emin Ulu : Onbeşliler Gidiyor-Roman-2008
- İsmail Çolak : Mahşerin İrfan Ordusu Okuldan Çanakkale’ye-Roman2008
- Bekir Altındal : Hey Onbeşli Onbeşli Üzerine-Makale-2008
- Necdet Kurt : Hey Onbeşli-Makale-2009
- Hayrettin Koyuncu Hey Onbeşli Onbeşli-Makale-2005
- Mahmut Hasgül: Hey Onbeşli Onbeşli -Makale-2014
- Halil Atılgan: Kızların Gözü Yaşlı, Adana Yolları da Tokat Yolları da Taşlı-Makale-2017
- Halil Atılgan: Hey Onbeşli Türküsü ve Adanalı İboş Ali Ağa-Makale2016 Ufuk Günesen’e ait 1968 yılındaki yayın dışında yukarıdaki yayınlıların tamamı türkünün ağıt olduğunu işlemiştir. Aşağıdaki makaleler ise konuyu farklı bakış ile gündemine almış, ağırlıklı olarak türkünün yöresi üzerine tahliller yapmışlardır. Çok sayıda internet sitelerinde türkünün ağıt olduğuna dair öykü ve hikayeler yayımlanmış, konu sosyal medya üzerinde tartışılmış ve daha çok sayıda gazete, dergi haberleri veya köşe yazarları tarafından “Hey Onbeşli” ile ilgili yazılar kaleme alınmıştır. Hemen her yazıda milli değerler ön plana çıkarılarak türkünün bir ağıt olduğu yazılmış, oyun havası olarak oynayanlar ise ağır bir dille eleştirilmiştir. SONUÇ :
Bu durum birçok sanatçı ve araştırmacıyı da yanıltmış, türkü zaman içerisinde birçok icracı tarafından çeşitli kalıplara sokulmuş, ancak türkünün bilinçaltındaki kodlarına uymadığı için çok fazla kabul de görmemiştir. Türkünün oturak havası olduğunu söyleyenler olsa da yanlış yönlendirmeler ve sonucunda oluşan algı ile halkın büyük kısmı bir türkü üzerinden bilinçsiz bir şekilde toplum mühendisliğine soyunmuştur. İlginç olan bir başka detay ise türkünün ağıt olduğunu iddia eden birçok kişinin de aslında buna kendilerinin de inanmadıklarıdır. Günümüzde zaman zaman bu tartışma alevlenmekte ve birçok kişi bu vesile ile medya ve kamuoyunda boy göstermektedir. Müzikologların boş bıraktığı alanların kimler tarafından ve ne şekilde doldurulduğu da ortadadır. Vatan söz konusu olduğunda millet olarak manevi değerler ve hassasiyet ön plana çıkmaktadır. Bu doğal olarak da olması gereken bir durumdur. Dolayısıyla milli ve manevi değerlere hiç kimsenin sözü olamaz, Ancak sadece içindeki bir iki kelimeden dolayı birkaç kişinin ortaya attığı ve dayattığı bir teze türküler alet edilmemeli, türküler kendi mecrasında yaşatılmalıdır. KAYNAKÇA : - Açıkel, Ali (2003) “Tanzimat Döneminde Tokat Kazası’nın İdari ve Nüfus Yapısındaki Değişiklikler (1839-1880)” , C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 27, No: 2 – Aralık, s. 253 – 265.
- Elçi , Armağan (1997) Muzaffer Sarısözen (Hayatı, Eserleri Ve Çalışmaları), Ankara, s..241.
- Günesen, Ufuk (1968) “Tokat Folklorundan Örnekler”, İlk Çaba Dergisi, Tokat, s.14.
- İhsanoğlu, Ekmeleddin (Ed). (1999) Osmanlı Devleti Tarihi, C.II, İstanbul, s. 583.
- Küçükvatan, Mahir (2013) “İngiliz Basınında Osmanlının Kut’ül-Amare Zaferi, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Journal Of Modern Turkish History Studies” XIII/26 (Bahar/Spring), s. 55-85.
- Ünlü, Cemal (2016) Gel Zaman Git Zaman, İstanbul, s. 340, s.420.
- TRT Thm Repertuvarı, 393, 631, 1616, 1814, 3998 Numaralı Notalar. Yararlanılan Arşivler :
- Ankara Devlet Konservatuvarı Arşivi
- Hasan Erdem Arşivi
- Kubilay Dökmetaş Arşivi Kaynak Kişi :
- Fehmi Okucu, doğum 1925-ölüm 17,10,2016 emekli tüccar ve okuryazar. Tehcir sırasında yaşananlar konusunda büyüklerinden ve annesinden öğrendiklerini anlattı. Annesinin adı Hediye.
Araştırmacı-Yazar Necdet KURT