Ali ve Ehlibeyt Şii ve Galiye litaratürünün önemli bir konusudur. Bu alanda Küfelilerce 300 binin üzerinde hadis “uydurulduğu”(!) belirtilir. Bunların çoğu, Ali’ye üstünlük ve diğerlerine göre başkalık kazandırır. Bu durum öteden beri Şii kaynaklarına ve bu çevrelerin ürettiği bilgilere kuşkuyla bakılmasına, abartılı görülmesine neden olmuştur. Peygamber’in Ali’ye ilişkin sözlerinin bir bölümüyse Şiilerce istismar edilerek, amacının dışında anlamalar üretilmiş veya, amaçlı anlamlar yükletilmiştir. Bütün bunlara karşın tüm bu hadisler oldukça abartılı da olsalar, bir gerçeği dile getirmeleri bakımından da önem taşırlar.[1]
Ali karşıtı, onu yeren, toplumun gözünde düşüren Emevi uydurmacılığından kaynaklanan hadisler olduğu gibi, doğrudan Peygamber’in ona ilişkin övücü, yüceltici, onun üstünlüğünü toplum karşısında teslim eden hadisler de vardır. Doğru hadisler, karalama açısından uydurulanlardan daha çoktur. Özellikle şu hadislerin Peygamber kaynaklı ve doğru hadisler olduğunda bütün hadis bilginleri hem fikirdedirler. Peygamber Muhammed onun için
· “Ali bendedir, ben Ali’denim”.
· “O ümmet içinde en büyük hilm sahibi, İslam’da ilk, bilimde en yüksek ve huyda en güzel olandır”.
· “Cennet üç kişiyi özler; Ali, Amr ve Selman”.
· “Allah bana dört kişiyi sevmemi buyurdu ve kendisinin de onları sevdiğini bildirdi: Ali bunlardandır…”.
· “Ali benim dünyada ve ötedünyada kardeşimdir”. vb.[2]
Buhari, Müslimi, Tirmizi, Davudi gibi Sünni hadis bilginlerinin saptadıkları hadisler; doğru, gerçek anlamında “sahih” kabul edilir ve uydurma olmadıklarına, doğruluklarına inanılır. Bu ünlü altı hadisçinin derlediklerine “Kitab-ı Sitte” denir. Bu derlemelerde Hz. Ali ve Ehlibeyt’in İslam’daki önemini öne çıkaran sayısız hadis türünde anlatım ve olay yer alır. Bu “doğru ve gerçek” hadis kitaplarına göre; Peygamber İslam toplumuna yol gösterici olarak Kuran ile Ehlibeyt’ini bıraktığını[3], Ali’yi kendisi için “kardeş” olarak nitelediğini, Harun’un Musa’ya yakınlığı gibi “yakın” bildiğini, Ali’yi dostu olanlara “dost” olarak önerdiğini, zor günlerinde Ali’ye dayandığını ve başarılması zor görevleri oldukça “güvendiği” Ali’ye yüklediğini, bu nedenle de Ali’yi sürekli överek yücelttiğini, örneğin Hayber olayında böyle bir durumun yaşanıldığını, Tanrı’nın Kuran hükümlerini en iyi “anlama yetisi”ni Ali’ye verdiğini, Ali’nin ilk Müslümanlardan olduğunu, Ali’ye bakmanın ve onu anmanın “ibadet olduğu”nu, Peygamber’den sonra ancak Ali ile “kurtuluşa ulaşılacağı”, Ali’ye saygının ve bağlılığın kendisine yapılmış gibi olacağını, Ali’nin kendisinde “başın gövdedeki yeri gibi” önem taşıdığını, Ali’nin Kuran’la birlikte olduğunu, kendisinin bilimin “kenti” Ali’ninse bu kentin “giriş kapısı” olduğunu bu hadisler dile getirirler. Peygamber, Ali’yi kendisinin seçmediğini, onu doğrudan Tanrı’nın “seçtiği”ni söyler. “Sırrımın sahibi” Ali’dir, o benim “etim ve canım”dır, Ali benden bense Ali’denim, Ali benden sonra “veliniz”dir, Ali de benim “vasim ve varisim”dir der. Hadislere göre Cennet dört kişiye müjdelenmiştir. Bunların başında Ali gelir. Cebrail’in Peygamber’e ilettiğine göre Tanrı ashabtan dört kişiyi çok sevmektedir. Yine bunların başından Ali gelir. Yine Cebrail’in Peygamber’e ilettiğine göre, cennet müjdelenen üç kişiden biri Ali’dir.[4]
Şii kaynaklarda Ali’ye ilişkin hadisler önemli bir yer tutar ve oldukça ilginç görünümler sergiler. Doğallıkla bunların tümünü “abartılı” olarak görmek de yanlıştır. Sünni hadisler özellikle Sünni çizgiye kaynaklık eden sahabeden aktarıldığına ve birçoğu da “yalan” denilecek ölçüde “abartı” taşımasına karşın,[5] Şii kaynakların baş vurduğu hadis kaynakları genellikle Ebu Zerr Gaffari, Selman-ı Farisi gibi Peygamber’in çevresinde bulunan, ona ve kurduğu dine içtenlikle bağlılıkları bilinen kimselerdir. Bunların dile getirdikleri duydukları-gördükleri hadis doğruluğu (sahihliği) açısından daha geçerli olması gerekir. Özellikle İslam’ın gönüldaşları olan bu tür kimselerin aktardıkları hadisler İslam’da Ali ve Ehlibeyt’in yerini sergileyecek ve ortaya çıkaracak gerçekliktedirler. Çünkü bilindiği gibi, tarih boyu Ali ve Ehlibeyt’in hakkı, yeri “gasb”a uğramıştır. Selman-ı Farisi kaynaklı bir hadiste Peygamber Ali’yi diğerlerine karşın kendisine yakınlığı ve İslam içindeki yeri açısından değerlendirirken; “Adem’in Şit, Nuh’un Sem, Yakub’un Yusuf, Musa’nın Yuşa, Süleyman’ın Asıf, İsa’nın Şemun, benimse Ali’dir” der. Abbas’ın aktardığı bir hadiste de yine Ali onurlu bir yerde ve Peygamber’e en onurlu bir yakınlıktadır. Bu hadise göre; Peygamber Muhammed Tanrı bana da Ali’ye de “beş şey verdi” der. Bunlar;
“Bana söz toplaması… Ali’ye bilim toparlaması… Beni Peygamber olarak gönderdi… Ali’yi vasi ilan etti. Bana Kevser ırmağını verdi… Ali’ye selsebili verdi… Bana vahiyi verdi… Ali’ye ilhamı verdi. Beni peygamberlerin sonu, Ali’yi de vasilerin sonu olarak gönderdi…”
Yine Şii hadis aktarıcıların kitaplarında Ali’nin Tanrı’ya ve Peygamber’e yakınlığı vurgulanır. Bu alanda Peygamber Ali için; “Ya Ali Tanrı’yı bilen yalnız benle sen, beni bilen ise Tanrı ile sen, seni bilense Tanrı ile ben…” diyerek kendisi, Ali ve Tanrısal yakınlık belirtilir. Ali’nin kendisi, ideolojisi ve yeni yapılanmakta olan devlet için önemi, kendisinden sonra bu devletin ve dinin yürütülmesi-yaşatılması bakımından gerekliliği dile getirilmiş olur.[6]
Önemli ve geçerliliği ortakça kabul edilen hadis derlemelerinde Ali’ye ilişkin günümüze ışık tutacak Peygamber sözleri vardır. Peygamber, yolunun sürdürülmesi ve ahlaki değerlerin topluma kazandırılması açısından Ali’yi oldukça önemser. Onun için; “Ali’yi sevmek, günahların ateşin odunu yiyip erittiği gibi yer eritir”. der. Kendisinden sonra toplumda kopmaların ve siyasal ayrışımın olacağı öngörüsünde bulunan Peygamber, “Ali’den ayrılınmamasını” ister. Çünkü onun “hakla batıl”ı birbirinden ayırabilecek düzeyde ve olgunlukta olduğunu bilmekte ve ona güvenmektedir. Bu nedenle Ehlibeyt’ine güven duyulmasını, onların bu toplumun güvenlik ölçütleri olduğunu, Ali’ye bakmanın, onu izlemenin bir ölçüye kadar “tapınım / ibadet” olduğunu belirtir. Ali, her türlü mükemmelliğe sahiptir. Gelmiş-geçmiş peygamberlerin mükemmelliği Ali’de vardır. Ünlü ve hadis otoritesi Tirmizi’nin aktardığına göre Peygamber;
“Amelde Adem’i, anlayış’ta Nuh’u, bilimde İbrahim’i, takvada Yahya’yı, şiddette Musa’yı görmek isteyen Ali’ye baksın. Bu niteliklerin hepsi Ali’de toplanmıştır”
der. Bu hadisin bir başka genişletilmiş türevi / varyantı / versiyonu da şöyledir:
“Adem’in bilimine, Şit’in yumuşak huyluluğuna (hilm), İdris’in yüceliğine, İbrahim’in cömertliğine, Musa’nın heybetine, Davut’un hilafetine, İsa’nın züht ve takvasına, Zekeriyâ’nın şehadetine, Yahya’nın ismetine, Yusuf’un güzelliğine, Nuh’un anlayışına bakmak isteyenler Ebu Talib’in oğlu Ali’ye baksınlar”.
Peygamber yerine en uygunu olarak siyasal, toplumsal, inanç ve ahlaki yeterliliğe sahip Ali’yi düşünür ve önerir. Bu nedenle şunu söyler:
“Ya Ali sen Kâbe gibisin. Herkes Kâbe’ye varır, Kâbe hiçbir yere gitmez. Hilafet işini sana vermek için bir millet gelirse kabul et. Gelmezlerse sen onların yanına varma”.
Bir başka hadisinde de Peygamber Ali’nin geleceği ve toplumdaki yeri için şu önem taşıyan sözü söyler: “Ben ile Ali kullar üzerinde Tanrı hüccetiyiz. Benimle ilk tapınan Ali’dir”. Peygamber, Kuran’ın yorumlanması, korunması, Kuran mesajının yaşama geçirilmesi için mücadele edecek ve bu işi üstlenecek tek kişi olarak yakınındaki sahabe içerisinde Hz. Ali’yi görmüştür. Çevresindeki ileri gelir insanlarla bir söyleşisinde;
“Sizlerden birisi Kuran’ın yorum (tevil) ve anlamı uğruna savaşacaktır. Nasıl ki ben kafir ve müşriklerle Kuran tenzili ve nazili hakkında savaştım ise, o da tevil için savaşacaktır.”
der. Orada bulunanlardan Ebu Bekir, Ömer ve Osman gibi liderliğe oynayan kimseler “bunları yapacak biz miyiz?” diye sorar ve kendilerine pay çıkarmak isterlerse de, Ali’nin içtenliğine ve sadakatine güvenen Peygamber Muhammed bu işi yapacak olanın “Ali b. Ebu Talib” olduğunu söyler.[7]
Ünlü hadis aktarıcı ve derleyicilerine göre Peygamber; “Ali’nin düzeyine hiç kimsenin erişmediği”, sahabelerden hiçbirinin “onun düzeyine varmadığı”, İslamlığın başından beri hiçbir Müslümanı “Ali’nin terazisine koyma”nın olası olmadığı, onun “takvası, liderliği, komutanlığı ve bilgisiyle rakipsiz olduğu”nu sürekli dile getirmiştir.[8] Tirmizi ve diğerlerinin aktardığına göre; Peygamber Ali’yi “kardeş / mu’âhat / musahip” edinmiştir.[9]Yine ünlü hadis aktarıcıların bildirdiğine göre Ali “Tanrı’nın velisi”dir. Tanrı’nın velisi olduğu için Tanrı elçisinin ve inananların da “velisi”dir.[10]
www.alewiten.com, 21.11.2002
[1] Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ans. “Ali” maddesinin bu eleştirel değerlendirmesi için bkz. Uluçay (1997), C. I: 171-179. Ali ve Ehlibeyt’in hadislerde geniş bir anlatımı için bkz. Emir (1993): 82-520.
[2] M. Yağmurlu’dan aktaran Uluçay (1997), C. I: 156.
[3] Bu olay, Veda Haccı dönüşü 120 bin kişinin önünde Gadiri Hum denilen yerde geçer. Ali, açıkça Peygamber tarafından İslam-Arap Devleti’ni yönetmekle görevlendirilir. Ömer gibi İslam’ın ileri gelen kimseleri bu görevden dolayı Ali’yi kutlarlar. Ne var ki, kısa bir zaman sonra bütün bu olanları unutarak “iktidar davası”na düşeceklerdir. İslami çevrenin birçok kaynağı bu olayı ötüleyerek ve inkâra kaçarak Peygamber’in buradaki söylevinde “iki emanet” olarak “Kuran’la Ehlibeyt’im” demediğini, “Kuran’la Sünnetim” sözünü kullandığını savunur ve benimsetmeye çalışırlarsa da, bunun nedeni bilinmektedir. Ali ve Ehlibeyt’in “hakkının gasbı”nın sözkonusu olduğu ortadadır. Bütün bunlara karşın günümüzün kimi gerçekçi bilim adamları ve ilahiyatçılar doğruyu söylemek ve yazmak erdemliliğini göstermişlerdir. Yaşar Nuri Öztürk bunlardan biridir. Öztürk, işin doğrusu olarak şunu yazar. “Tanrı’nın elçisi ölümüne yakın ginlerde buyurdu ki size sıkı sıkıya sarılacağınız iki emanet bırakıyorum. Birincisi (…)Tanrı’nın kitabı. (…) İkincisi Ehlibeyt’imdir. İkisi birbirinden asla ayrılmazlar”. Bkz. Yaşar Nuri Öztürk: Kuran-ı Kerim Ansiklopedisi, Hürriyet Gazetesi Yay.: 85.
[4] Geniş örnekler ve açıklamalar için bkz. Uluçay (1997), C. I: 179 vd., 186 vd., 200 vd., 203 vd.; Erdemir: 11 vd., 54-62.; Dinçer (1996): 243-247.
[5] Ebu Hureyre, Abdullah İbni Abbas, Ayşe, Abdullah b. Ömer, Cabir b. Abdullah, Enes b. Malik ve Ebu Said El-Hudri gibi Sünni hadislerin ana kaynağı olan kimselerden 15.890 hadis aktarılması ilginç gelmeli ve Sünni hadislerin ne ölçüde “abartı”, “olanaksızlık” ve “gerçek dışılık” taşıdığı bilinmelidir. Bkz. Erdemir: 71.
[6] Hadisler için bkz. Ş. Serin: Ehli Beyt: 31, 37, 43.
[7] Hadisler için bkz. Dinçer (1996): 69 vd., 120, 179.
[8] Bkz. Aksoy (1998): 27.
[9] Bkz. Aksoy (1998): 37.
[10] Bkz. Aksoy (1998): 204.