Salı, Aralık 2, 2025
No menu items!
Serbest KürsüTürküler ve ben;

Türküler ve ben;

Türküler ve ben;
Su ve toprak, ağaç ve yaprak gibi iç içe büyüdüm
Çocukluğuma ait fazla ipucu kalmadı; zamana ve karanlık hücrelere yenik düşen silik hafızamda

Ama hâlâ kayıklarım yüzmekte Fırat kenarlarında;
Hâlâ ellerim madımak toplar Sivas yaylalarında;
Ve hâlâ “Eğin dedikleri küçük bir şehir” benim gözlerimde

Radyoyla ilk tanışmamızda hep “Uzun dalgayı açın” derdim büyüklerime
Benim çocuksu aklımla uzun dalga, uzun hava demekti
Sanki uzun dalgayla Erzurum dağları konacaktı kucaklarıma;
Sanki gençliğimi çalıp götüren kışlalar dolup dolup boşalacaktı gözyaşlarımla

Sadece Ankara ve Erzurum radyolarıydı rahatça dinleyebildiğimiz
Bir de anamın dinlediği, orta dalgada Kürtçe yayın yapan Erivan Radyosu vardı

Anam, yanık havalar çıktıkça hep hıçkırıklara boğulurdu;
Kürtçe bilmeyen babam, önce onu azarlar; sonra bir köşeye çekilir, o da gizlice gözyaşları dökerdi

Günlük radyo program akışlarını can kulağıyla dinlerdim,
Hangi saatte hangi sanatçılardan türküler var diye
Ve o saatte ne açlık, ne oyun, ne de dağlara düşkün küçük ayaklarım beni esir alabilirdi
Ben, o saatte radyonun başında türkülerin esiriydim

Sabahlarımı süsleyen “Günaydın” programı vardı ki tadı hâlâ kulaklarımda
Bir de akşam ajanslarından önce Ümit Kaftancıoğlu’nun hazırlayıp sunduğu “Türkülerin Dili”
O kadar sade, o kadar yalındı ki türkülerin dili;
Sanki o dil, bir türlü dönmeyen anamın diliydi

Koca Veysel’in, Mahmut Erdal’ın, Ali Ekber’in, Daimi’nin, Davut Sulari’nin, Gülabi’nin, Can Etili’nin ve daha nice ozanların, sanatçıların delisiydim
Türkülerle büyüyordum gün gün, ay ay, yıl yıl

Ne acı ki Mahzuni, İhsani, Şah Turna gibi birçok ozanımızın sesleri daha uzaklarda, kısa dalgada yabancı radyoların Türkçe yayınlarından ulaşıyordu kulaklarıma

Doğduğum köy, sırtını Yama Dağları’na, Baydığın’a dayamıştı
Sola dönsem yanık Çamşığı türküleri; sağa dönsem bir o kadar içli Arguvan havaları

Din, kitap yoktu o diyarlarda, o rakımlarda
Rehberimiz pirler, dedeler, ozanlar ve türkülerimizdi
Mansur kesilmiş, Nesimi yüzülmüş, Pir Sultan asılmış mıydı gerçekten?
Eğer doğruysa, dağlardaki o ulu sözler, o kutsal izler kimlere aitti?

Türkü sözleri bir ayetti bizler için
Mahzuni “Çadır yerimizde otlar / Bitti artık gelme deli” derken kime şifre yolluyordu?
Ya da “Erim erim eriyesin” demekle kimleri yerin dibine sokup çıkarıyordu?
İhsani’nin mektubu neler yazıyordu? Kimlere yazılmıştı?
Ali İzzet,
“Musa, Tevrat’a hak dedi
Firavun, aslı yok dedi
İsa, İncil’e bak dedi
Sonradan bu Kur’an nedir?”
derken dört kitabı dört dizeyle nasıl yellere savuruyordu?

Ozanla saz arasındaki ilişkiyi anayla bebek arasındaki kutsal ilişkiye benzetip,
“Bebe gibi kollarımda yaylattım” demek;
Ya da yaşamı bir kumaş parçasına benzetip ayrılık sonrası “Ömrüm orta yerden sökülür gider” diyebilmek,
Ne büyük sözlerdi!

Yine dinlerin bu kadar büyük, kutsal ve ulaşılamaz tanımladığı Tanrı’yı bakkal–muhtar düzeyine indirgeyip
“İnanmazsan git Allah’a sor beni” diyebilmek?
Ve gözleri, bakışlarda mühürlemek;
“Mühür gözlüm” diyebilmek?
Gâh Tanrılaşıp göklere çıkmak;
Gâh “Öyle Sırat köprüsünden geçmekse / Akar boz bulanık sele giderim…” diyerek her şeyi yeryüzüne indirgemek…

O kadar yoğrulmuştum ki türkülerle; radyodan bir kez dinlemekle türkülerin sözleri akılda kalır mı?
İnanılması güç ama kalıyordu işte; hem de bestesiyle birlikte

Yıllar sonra o görkemli resmî elbiselerimle, büyük bir kentin en lüks bulvarında çok farklı düşlerle gezinirken, uzaktan gelen
“Deli gönül hangi dala konarsın / Senin tutunacak dalın mı kaldı?”
türküsünün sözleriyle nasıl çırılçıplak kaldığımı;
Nasıl Baydığın’ın tepesine savrulduğumu ve bir Temmuz akşamı tir tir titrediğimi,
Yüreğimin nasıl ilmik ilmik söküldüğünü bir ben bilirim, bir de gözyaşlarımla sığındığım o kuytu sokaklar

Baktım olacak gibi değil; türküler beni boğmadan, ben izlerini süreyim dedim türkülerimin.
Dupduru gözelerine daldım
Grundig marka eski bir teybimle köy köy, dağ dağ dolandım
Yaşlı nenelerden, emmilerden türküler, maniler, ağıtlar, deyişler topladım
Arşivimi sahipsiz, dilsiz topraklarla süsledim nakış nakış

Seksen darbesinden sonra zaten ısınamadığım omuzlarımdaki o yıldızlarım sökülmüş; ben de bir tutsaktım artık
Ne acı ki tüm arşivimle birlikte o güzelim türkülerim, kasetlerim ve şiirlerim de küllere karışmıştı;
Hem de düşmanın gözleri değip kirlenmesin diye bir dost eliyle
Arşivimi ateşlere, beni de doğduğum topraklara savurmuştu darbenin acımasız yelleri

Bir kez daha özlem giderdim dağlarımla, ağıtlarımla, türkülerimle

Aradan onca zaman geçti
Yıllar yılları kovdu, yollar yolları
Türkülerle güç kazandım, türkülerle büyüdüm
Türkülerimle devirdim altmış yedi yılı, devrilmeden

Şimdi dönüp de arkaya baktığımda ben de şaşkınım;
Ben de bilmiyorum ne hallardayım;
Ben de çözemedim “Gurbet ne yana düşer, sıla ne yana?”
Ama emin olduğum tek şey, türküler hep bana düşer;
Hem de yaşlı, yorgun ve yaralı yüreğimin tam ortasına…

İLGİLİ YAZILAR

Kütüphane

Yazarlar

Çizginin Gücü

ŞİİR

Alevilik Takvimi

Alevilik Takvimi 2024-2025-2026

2024 13 – 15 ŞUBAT 2024HIZIR ORUCU 21 MART 2024HZ ALİ ‘NİN DOĞUMU NEVRUZ BAYRAMI(21 Mart 598) 31 MART 2024HZ ALİ ‘NİN ŞAHADETİ GÜNÜ(21 Ramazan 40 Hicri) 05/06...