İSMAİL ONARLI
Ruhi Su’yu yad etmek; O’nu sesiyle, sazıyla ve insani sıcaklığıyla hissetmekten geçmektedir. İşitsel bir toplum olduğumuzdan toplumsal bilincimizin gelişmesinde O’nun sesinin, sazının ve sözünün rolü oldukça fazladır. O’nun türküleriyle büyüdük, serpildik bir kuşak olarak... Ve hala o içimizde bir kor tutku...
Ruhi Su yaşam öyküsünü söyleşisinde şöyle anlatmaktadır:
“Doğum yerim Van. (1912) Ama Adana’da büyüdüm. Çocukluğum ve gençliğim, Adana’da, Çukurova’da ve Toroslar’da geçti. Memleket kültürümü Adana ve çevresi oluşturuyor. Bunun için anılarımla yaşamımla Adana’lıyım. İlk öğrenimimi Adana’da, Orta öğrenimimi (1935-1936) Ankara’da Müzik Öğretmen Okulu’nda tamamladım. Daha sonra yüksek öğrenimimi Ankara Devlet Konservatuarı Opera Bölümü’nde yaptım. (1942) 10 sene kadar Müzik Öğretmeni, 10 sene kadar da Devlet Operası’nda opera sanatçısı olarak çalıştım. 1952’de resmi görevlerimin hepsi bitti. O zamandan beri de bildiğiniz gibi tüm uğraşımı halk türküleri üzerine yönettim.” (1)
1943-1945 yıllarında “Basbariton Ruh Su” davudi sesi ile Ankara Radyosu’nda türküler söyler. 14 Temmuz 1944’de Ankara Halkevi’nde ilk “Türkü Resitali” verir ve 6 Şubat 1983 “Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Haftası” gecesindeki dinletiye kadar geçen süreçte hep türkü dinletilerini sürdürür.
1952’de siyasi nedenle tutuklanan Ruhi Su 1957’ye dek 5 yıl hapis yatar. Mahpusta Sıdıka Su ile nişanlanır ve evlenir. Çıktıktan sonra, halk türküleri üzerine araştırmalar yapar ve özgün yorumlar. Anadolu’nun çeşitli yörelerinin türküleri derler ve söyler. Pir Sultan’ın “uyur idik uyardılar” deyişini notaya döker ve söyler. Bizler onun biçimlendirdiği bilmeden anonim olarak hep söyleye geldik. O bu durumdan haz duyardı. Nazım Hikmet ve diğer şairlerin şiirlerinden özgün besteler yapar.
Anadolu’nun M.Ö.10.500 yıllarına değin giden tarihini türkülerde dillendirerek, tarih bilincimizin yoğunlaşmasını sağladı. Kendine özgü sesi ve sazıyla kahramanlık, dostluk ve yiğitlik, dramatik ve ihanet, lirik türküleri ve tasavvufi deyişleri icra eden büyük ozan; 1984 yılında hastalanır. Parkinson teşhisi konur. 12 Eylül Askeri Yönetimi tedavi için yurt dışına gidiş izni vermez. Türkiye’deki tedavi imkansızlıklardan dolayı, 20 Eylül 1985 günü 73 yaşında vefat eder....
Ruhi Su’nun 22 Eylül 1985 Pazar günü cenaze törenine arkadaşlarla birlikte katılmıştık. O akşamda Üstadın ruhu şad etmek için bir şölen verdik; Balık yedik kırmızı şarap içtik. Turan Paksoy sazıyla “Hasan Dağı” türküsünü çalıp söyledi. Ruhi Su mahpusta iken nakil sırasında Hasan Dağı’na bakarak bu şiiri yazmış. Kitabında olmayan şu kıtasını da ilave ederek 4 kıta halinde söyledik;
“Bir ay doğdu bir ay doğdu,
Işıdı yarama değdi,
Kelepçe deriyi soydu,
Jandarma da din iman yok”
Ve bir başka türküyle devam ettik. Sofradakiler hep birlikte koro halinde katıldı.
“Döne döne yane yane geliriz,
Biz dostu da düşmanı da biliriz,
Gelir günler gelir günler,
Silah çeker ölürüz ….”
Ve “Beyaz gelinlik giydireceğiz / Senin ellerinle cennet vatana” türküsüyle şöleni noktalamıştık.
Duygulanmıştım, ertesi gün “Yitirdiğimiz halk ozanı; Ruhi Su” adıyla bir makale yazdım. 24.9.1985 günü götürerek o günlerde çıkan birkaç dergiye ve mahalli bir gazeteye yayınlanması için verdim. Bu makalem “fazla Alevilik koktuğu için” demokrat ve devrimci geçinen dostlarım tarafından uygun görülmedi. Aşağıda yazacağım yazının ana gövdesini o gün yazdığım makalem teşkil edecektir.
“Ruhi Su... yüreği titreten ve bilinci bileyen her şeyi damıtarak dile getirmeyi başarmış bir ustadır.” (2) O’nun için şair 1941’de şöyle der;
“Bir destan mı söyleniyor bir zafer akşamından ?
Kim çalıyor, hangi Oğuz bu kopuzu ?
Dinleyin, bir seste bin Alp-eren, bin Alp-ozan !
Susun fırtınalar, susun, Ruhi Su !
Bir yakarış, bir dua gibi uzak çağlardan:
Sanki toplamış kutsal bir âyine ulusu,
Dinleyin, neler diyor bir seste kaç bin Şaman !
Susun ulu sular, Ruhi Su.” (3)
Ruhi Su; kopuzuyla Orta-Asya’dan Anadolu’ya huruç etmiş bir “Bahşi”, tarihsel bir kopuşla çağdaş bir Horasan erendir. Dede Korkut’tan Aşık Veysel’e uzanan Türk kültür tarihinin derinliklerinden yankılanan sesiydi O...
Ruhi Su; 20.Yüz yılın Spartaküsleşmiş Pir Sultan Abdalıdır. O’nu 1970 öncesi bir dinletide tanımıştım. İ.Ü. Sosyoloji öğrencisi Nevzat Yıldırım ile yanına gitmiştik. Nevzat üstadım demişti; “bizim Arguvan Türkülerini ne zaman derleyip söyleyeceksiniz ?” O’da; “özgün bir ağız olan Arguvan ezgi ve ağıtlarını, dinlediğini ve ileride söyleyebileceğini” belirtmişti. Sevgi dolu candan bir insandı. Genç bir üniversiteli olmamıza karşın, bizi can kulağı ile dinlemişti. Daha sonra; Cerrahpaşa TIP’tan arkadaşlarla yine bir dinletisine gitmiştim, orda görüşmüştüm. Dostlar Korosu’nda olan ve birlikte çalıştığı Aytolun hemşire vesile olmuştu...
14 Kasım 1976 günü Türkiye İşçi Partisi; İstanbul Spor ve Sergi Sarayı’nda “Şili Halkıyla Dayanışma Gecesi” düzenlemişti. Ruhi Su bizi salonda coşturdu. Şili’li sanatçılar İ.Parra, A.Parra, P.Castillo ve Rahmi Saltuk birlikte “Venceremos” (yeneceğiz)’i seslendirdiklerinde salon yankılanıyordu. Ruhi Su ile yine orada alt katta ayak üstü kısa bir sohbette bulunmuştum. Bu tarihten sonra görmedim. Bir çok “eski tüfekten” ortak anılarını dinledim, çilingir masalarında. 1952 yılında tutuklanan hemşehrim Çimen’li Av.Fazlı’dan Enver Gökçe ve Ruhi Su’nun kısa tutukluluk anılarını da dinlemiştim, 70’lı yıllarda...
Ruhi Su; özgün bestelerini, halk türkülerini, deyiş ve ilahileri, 16 küçük 45’lik plak ve 11 uzunçalarda toplar, sonradan kaset haline getirilir: Yunus Emre, El Kapıları, Beydağı’nın Başı, Seferberlik Türküleri, Kuva-yi Milliye Destanı, Zeybekler, Semahlar, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Köroğlu gibi...
* Hakk’a yürüyen Sümeyra Çakır ile Ruhi Su’yu bir türkü dinletilerinde birlikte izlemiştim. Yemen Türküsü’nü söylerken; Yemen ellerinde 7 yıl askerlik yapan dedem “Hacı Musa”yı anımsamıştım. O, Celaliydi; Köroğlu ile Çamlıbel’de, Pir Sultan’la Banaz’da, Seferberlik türküsüyle Yemen’de, Kuva-yi Milliye ile Kocatepe’de, Zeybeklerle Eğe’de, El-Kapıları’da İşçilerle Almanya’da....
* O; Turnalar ve Ali Nur Semahı’nı “coşkulu vecd” içinde söyleyişiyle ve gülbankı ile “Meydan evinde Ayn-i Cem” zakirdi. O; Kaygusuz Abdal’la nefes söyler; Abdal Musa dergâhında pirini çağırarak, Elmalı’da...
* O; Kadiri, Rufai, Halveti “tevhid” ritimiyle Yunus Emre’in “Şol Cenetin ırmakları” ilahisini çalıp söylerken bir dervişti, Hak divanında...
* Ve şöyle derdi tasavvufla ilgili; “Çağdaş Türk bestecilerinin de, Türk kareograflarının da, kökleri İslamlık öncesi inançlara kadar giden, şiirin, müziğin ve dansın oluşturduğu bu törenleri tanımalarını isterdim.”
* O,Tasavvuf müziğini, Halk türkülerini çağdaş ölçütlerle yorumlayarak; 13. yüzyıldan 20. yüz yılına değin, 700 seneyi özümseyerek sentezini yapmıştır.
* Alevilerin ibadeti olan Cem tevhidini ve ayakta Semah döngüsel ritim müziğini farklı bir biçimde işleyip; sazı ile çalıp söyleyen Ruhi Su: “Benim Kâbem insandır”da ki “tevhid”de:
“Ellerin kâbesi var,
Benim kâbem insandır,
Kuran da kurtaran da,
İnsanoğlu insandır”
Demektedir ki, Alevilerin yüz yüze kıldıkları “halka namazı”nın tevhidini tanımlamaktadır.(4) Bağlamaya (saza) Aleviler “Telli Kuran” demektedirler, ki bu görevi de Ali Yücel’in şiirsel ifadesiyle Ruhi Su’ya tevdi etmişlerdir; Telli Kuran’ı dillendirmek ( konuşturmak) için...( 5) O’da tüm özgün renk cümbüşüyle bu görevini ömrünün sonuna dek hakkıyla yerine getirmiştir.
* O; nefesleriyle ve ilahileriyle “İnsan-Tanrı” tümlüğünü dile getirerek; “vahdet-i vücud” nazariyesini işlemiştir. Bundan dolayı O, Enel-Hak diyen günümüzün Hallaç-ı Mansur’udur.
* O, yöresellikten ulusallığa, ulusallıktan evrenselliğe evrilmiş bir ozandı. Çok sesli evrensel müziğe ulaşmamız için bağnazlıktan kurtulmamızı salık veriyordu söyleşilerinde ve yazılarında. Türk halkını en iyi anlatan müzik donuk ve durağan olmayan, çağlayarak akan; Halk Müziği olduğunu her vesile ile vurgulamıştır.
* O’nun sesi için Sabahattin Eyüpoğlu: “Yalın bir söyleyiş ve saygılı bir anlayışla halk türkülerimize bir başka tazelik, bir başka renklilik kazandırıverdi birden. Kabukları kırıp öze giden, özle sözü bir eden bu ses Ruhi Su’yun sesiydi. Ve gücünü halk sevgisinden, bilgili ve sabırlı çabalarından alıyordu. O gün bu gündür bir köşeden tek başına sürekli bir çağrı gibi yükselir durmadan bu Türkçe ve insanca ses.” (6)
Tan ağarırken 20 Eylül günü saat 04.00 sularında Veysel karşılar sazına mızrapsız vura vura, “benim sadık yarim kara topraktır” diyerek ve Enver Gökçe martinini sıkar, Broy Broy !... Ve yürekleri türküleriyle yanan on binler uğurlar, Şişli Meydanı’ndan Zincirlikuyu’ya 22 Eylül Pazar günü...
“Sesi güzel, işi güzel, kendi güzel, içi güzel” (7) Ulu Ozanı...
Yaşar Miraç gibi bende yanar yakınırım kendi kendime, “Hacı Bektaş Ereni”nden:
“Bir saz alıp çalamadım,
O’na çırak olamadım,
Düşündükçe döğünürüm,
Deliceydim bilemedim,
Öylesiydi en doğrusu.” (8)
KAYNAKÇA :
- Ruhi Su “Ezgili Yürek” Adam Yay. İst.1985 (s.117, Konuşan: Seçkin Sümer, Politika,4 Kasım 1976 s.6) ve (s.158, Konuşan: Onat Kutlar, Gösteri, 16 Mart 1982)
- Cevat Çapan; (Birlikte Yaşamak) Age.s.7
- Zeki Ömer Defne; (Varlık, 1 Haziran 1941) Age.s.31
- Age.s.135
- Age.s.39
- Age.s.165
- Aziz Nesin’in 22 Eylül 1985 Pazar günü mezar başında ki konuşmasından.
- Age.s.41, Yaşar Miraç, (Gösteri, Nisan 1984)
İSMAİL ONARLI – AVCILAR – İSTANBUL – 20 EYLÜL 2001