Özgürlük ve eşitlik İçin Ne Çok Öldürüldük:
7 Kasım 1980 de Sol Yayınların Sahibi İlhan Erdost Askeri Jip İçerisinde İşkencede Katledildi..!
Bir Palto Asılı Kaldı Faşist Cuntanın İşkence Cangılında.
Tarih 7 Kasım 1980…işkencede katlediliyordu Sol Yayınlarının sahibi İlhan Erdost.
Karanlığın ağır eli ülkeyi sıkıyor, hayatlar çalınıyordu.
12 Eylül’ün postalında, günler birbirini takip eden gözaltılarla, tutuklamalarla eziliyordu. Her sabah pencerelerden çekilen eller, kapıları çalan ayak sesleri, işyerlerinden, sokaklardan alınan insanlar… Cezaevleri havuzuna atılan isimler arttıkça ülke daha da susuyor, kentlerin damarları donar gibi oluyordu.
O gün askerler bir yayınevini bastılar. Rafların arasında Engels’in “Doğanın Diyalektiği” de vardı. İki kardeş hemen gözaltına, Mamak Askeri Cezaevi’nin A Blok’una götürüldüler. Fişlendiler, saçları, sakalları kesildi, önden, yandan fotoğrafları çekildi, kimlikleri birer numaraya indirildi.
Sonra, C Blok’a sevk için kelepçelere vurulup cezaevi aracına bindirildiler.
Aracın içinde dört muhafız ve astsubay Şükrü Bağ vardı. Bağ’ın sesi, tank gibi soğuk ve emir doluydu. Tutuklulara bağırdı.
“On yaşındaki bebekleri zehirlediniz şerefsizler!”
Sonra askerlerine döndü, emri verdi.
“Bunlar yılandır, analarını ağlatmazsanız ben sizin ananızı ağlatırım.”
Henüz araç hareket etmeden, iki kardeş sıraya dizdirildi. Dört er copla, tekmeyle, tokatla saldırdı. Bağ’ın bögürtüsü, her darbeyle daha da boğucu hale geliyordu.
“Analarını ağlatmazsanız ben sizin ananızı ağlatırım.”
Araç nihayet hareket etti. Yol boyunca dövüldüler. C-Blok F koğuşu önünde indirilirken bile askerler vazgeçmedi; “Geri getirin onları ulan!” sesleri arasında küçük kardeş, yere düştü. Astsubayın emri yine yankılandı.
“Kaldırın, dövün.”
Küçük kardeş yalvardı, insanlık denen o kırılgan ululuğu dile getirdi.
“Sabah kızımı uyandırmadan evden çıktım… Bir suçumuz yok, bizi bırakın.”
Cevap sertti.
“Bunu daha önce düşünecektiniz hainler.”
Ve yine askerlere haykırdı.
“Hala analarını ağlatmadınız, birazdan sizin ananız ağlayacak.”
Askerler saldırdı. İki kardeş, birbirlerine dayanarak, elleriyle başlarını korumaya çalıştı. Akıntıya karşı çırpınan iki beden gibiydiler. Yine başına jop darbesi yiyen küçük kardeş yere yığıldı. Zorlukla doğruldular.
Astsubay duru. dedi. Bir sigara yakıldı, İki kardeş, C-Blok F bölümünün tel örgüsü önünde dizildiler. Bekletildiler, hazırola getirildiler. Sigara bitti, bağırış yeniden başladı.
“Bir patlatılmadık hayalarınız kaldı, şimdi onu da patlatırlar!”
Tekrar çullandılar, dakikalarca, acı kesintisizdi. Sonra avluya itildiler. Bir deftere isimlerinin yanına yazıldı.
“Solcu, komünist.”
İnsanın etiketlenişi, ölümle aynı hızlıydı. Cezaevi binasına götürüldüler. Işıklı demir parmaklıklı kapıya doğru yürürken, sağdaki karanlık kapıya sokulmaları istendi.
“Kaçmayın lan itoğlu itler!” bağırıldı; kapı aralığına sıkıştırıldılar; yeniden dövüldüler. Sırtları duvara dayalı, kollarıyla yüzlerini korumaya çalışırken küçük kardeş yine yere kapaklandı. Alnı taşın soğukluğuna çarpıldı. Güçlükle kaldırdılar, tekme tokat koğuşa soktular, girişteki tahta sıraya oturttular onları.
Büyük kardeş su istedi koğuştakilerden. Korku, herkesin vücudunu dondurmuştu. Kimse kıpırdamadı. Küçük kardeş, kan içinde, oturduğu yerden doğrulup pencereden dışarıya, avluya baktı. Koğuştakiler onu yerine oturtmak için koştular. “Midem bulanıyor, kusacağım!” diye bağırdı.
Sonra yere yığıldı. Bir ranzanın üzerine yatırdılar, nefesi kesildi. Tıp öğrencisi Vahap, nabzını yokladı, “Ölmüş bu,” dedi. Sıcak bedeni battaniyeye sarıp koğuştan çıkardılar. Suçu sadece kitap yayımlamak olan bu genç, orada sönüp gitti.
Soruşturmayı yürüten askeri savcı, döven erlerden birinin muhafızlık göreviyle ilişkili olmadığını belirledi: sağ görüşlü biriydi. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı, dört er hakkında kasten adam öldürmek, astsubay hakkında ise kasten adam öldürmeye azmettirmek suçlamasıyla dava açtı. Yargılama yedi yıl sürdü.
Üç er ayrı ayrı on yıl sekiz ay ağır hapis cezası aldı. Araca özel amaçla binmiş sağ görüşlü kişi sekiz yıl aldı. Astsubay Şükrü Bağ’a önce on yıl sekiz ay verildi, bu ceza Askeri Yargıtay Genel Kurulu tarafından onaylandı ve kesinleşti.
Ancak sonra, şoför mahallinden dövülme olayını duymasının ve görmesinin olanaksız olduğu gerekçesiyle Askeri Yargıtay 5. Dairesi, yargılamanın yeniden yapılmasına hükmetti. Astsubaya bu kez görev ihmali nedeniyle üst sınırdan üç yıl hapis verildi. Askeri Yargıtay 5. Dairesi kararını bozdu. Ceza altı aya indirildi. Altı aya kadar olan cezaların temyizi sıkıyönetim komutanının takdirine bağlıydı. Sıkıyönetim komutanı kararı onayladı. Dosya kapandı.
Cinayetin üstü postalla örtüldü.
Dövülerek öldürülen küçük kardeşin adı İlhan Erdost’tu. Ağabeyi ise Muzaffer Erdost. Sol ve Onur Yayınları’nın sorumluluğunu üstlenmişlerdi ama basılı sözün bedeli kan olmuştu.
Sonra gözyaşları sele, şarkılar ağıtlara dönüştü; Leman Sam’ın sesi bir inilti gibi düştü kulaklara.
“Ne oldu çocuk sana, yok olup gittin birden..
Nasıl kıydılar sana, ne zor büyüttüm seni ben
Ninni çocuk uyu çocuk.
Ölüm yalan dön gel çocuk.
Zincirlerde çiçek açmış ellerinin yarası.
Sevgisiz kefensiz kaldın, soğuktur şimdi orası.
En kolay katlanılan, başkasının acısı.
Ben anayım ağzımdaki tükürdüğüm kan tadı.
Ninni çocuk uyu çocuk
Ölüm yalan dön gel çocuk.
İlhan Erdost Eşitlik ve Özgürlük yürüyüşümüzde Yaşıyor..!
Özgürlük ve eşitlik İçin Ne Çok Öldürüldük:
İLGİLİ YAZILAR

