Turap Tercan
İslam dünyası bugün neden böyle?
Neden bilime mesafeli, neden akıldan uzak, neden insanlık ailesinin gerisinde kalmış durumda? Bu soruları daha da çoğaltabiliriz…
Bu soruların cevabı, sadece bugünün siyasetinde, ekonomisinde ya da eğitim sisteminde değil. Çok daha derinlerde, yani İslam düşüncesinin temellerinde yatıyor.
İki yolun hikâyesi; İbn Sina ve Gazali
İslam düşüncesine yön veren iki büyük isim vardır; İbn Sina ve Gazali.
İbn Sina’ya göre Tanrı dünyayı yaratmıştır ama işleyişine karışmaz. Evren, kendi doğa yasalarına göre işlemeye devam eder. İnsan, aklıyla bu yasaları çözebilir, doğayı, bilimi, felsefeyi araştırabilir.
Bu anlayışın adı “Akılcılık”tır.

Gazali ise bu görüşe karşı çıkar. Ona göre hiçbir şey Tanrı’nın iradesi dışında gerçekleşmez. Gökten düşen yağmur damlası bile O’nun dilemesiyle düşer.
İnsan aklının sınırları bellidir; hakikati anlamanın tek yolu, kutsal kitabı sorgusuz sualsiz kabul etmektir.
Bu anlayışa ise “Nakilcilik” denir.
İslam dünyasının kaderi, ne yazık ki Gazali’nin düşüncesiyle şekillenmiştir.
Düşünmeyi, sorgulamayı, araştırmayı “şüphe” olarak gören bir zihniyet, medreselerin kapısını felsefeye, bilime, sanata kapatmıştır.
Oysa Batı dünyası aynı dönemde İbn Sina’nın eserlerini Latinceye çevirip üniversitelerinde okutuyordu. Biz “haramdır” dedik, onlar “merak ediyoruz” dedi. Biz “Allah bilir” dedik, onlar “araştıralım” dedi.
Sonuç ortada;
Onlar bilimi inşa etti, biz dogmaları.
Onlar medeniyeti kurdu, biz geçmişi tekrarladık.
Bir Uyanış Mümkün mü?
Bugün hâlâ aynı kavşaktayız.
Bir yanda sorgulayan, akla ve bilime inanan bir azınlık; diğer yanda düşünmeyi “iman zayıflığı” sayan bir çoğunluk.
Oysa akıl, Tanrı’nın insanlığa verdiği en büyük nimettir. İnanç akılla çelişmez, tam tersine, akılla derinleşir, anlam kazanır.
Eğer İslam dünyası bir gün yeniden ayağa kalkacaksa, bu Gazali’nin değil, İbn Sina’nın yolundan geçecektir. Çünkü Tanrı, düşünen insandan korkmaz. Korkan, Tanrı’yı da insanı da anlamamıştır.