Çarşamba, Ocak 15, 2025
No menu items!
Alevilik - BektaşilikCem - CemeviKIRKLAR CEMİ İSMAİL KAYGUSUZ

KIRKLAR CEMİ İSMAİL KAYGUSUZ

Hz.Muhammed ol vakit kim miraca gidiyordu. Ansızın yoluna bir aslan çıktı.Aslan üzerine kükremeye başladı. Aslanın durumunu gören Muhammed o anda ne yapacağını bilemedi, şaşırdı. Gaipten bir ses duydu:
“Ey Muhammed aslan senden bir nişan ister. Yüzüğünü aslanın ağzına ver.” Muhammed söyleneni yaptı. Yüzüğünü çıkarıp aslanın ağzına verdi. Orda yüzük aslanda nişan kaldı. Aslan nişanı alınca sakinleşti.

Peygamberi Miraca okudu Calap
Önüne bir aslan geldi ne acep
Cebrail der bunda üşenme Habip
Medet Allah ya Muhammed ya Ali

Onda aslana bac verdiler hatemi
Ali’nin sırrına kimse yete mi
Münkirlere sürdürürler sitemi
Medet Allah ya Muhammed ya Ali

Ondan aslan sakin oldu gittiler
Orda iki gönülü bir ettiler
Varuben arşı alaya yettiler
Medet Allah ya Muhammed ya Ali

Muhammed yoluna devam etti. Göğün en yüksek katına erişti.Orada dost, dostuna kavuştu.Onunla doksan bin söz konuştu.Bunun otuz bini şeriat üzerine idi ki tüm insanlara indi. Geri kalan altmış bini ise Ali’de sıroldu.

KUL HİMMET’TEN PARÇA
Bir üzüm danesi ol şah elinde
Kırklara sunardı kısmet gününde
Ol Habibullah’a mirac yolunda
Şey’ullah eyledi Selman hu deyü

Bir üzüm danesi getirdi Selman
Kırklar da ol demde oldular üryan
Muhammed şerbetin içince iy can
Saki kadeh sundu mestan hu deyü

Kırklar ol şerbetten içti mest oldu
Cümle evliyaya Ali üst oldu
Setir-puş bağlandı kemer-best oldu
Semaa girdiler üryan hu deyü

Kırkların birine neşter uruldu
Aktı kan varlığı ısbat olundu
Anda hak mevcutta mevcut görüldü
Huvallah çağırdı irfan hu deyü
(Gölpınarlı, Alevi Bektaşi Nefesleri, sf.166)

Alevi toplu ibadetine Hak Cemi denildiği gibi, Zaten Cem’i de, büyüğün küçüğün, güzelin çirkinin birbirine eşit sayıldığı, kimsenin kimseden üstün olmadığı cennet olarak tanımlamaktadır Buyruk.
Toplu ibadetin (Cem’in) müminleri melek, müslimleri (bacılar) huridirler. Böyle bir ortama giren Musahib çiftler, benliğini öldürmüş, bireysel çıkarlarından, kendi nefsinden uzaklaşmış bir can bir vücut olarak bu tanrısal ortamda yeniden doğmuşlardır. Bu ortamda ben-sen, biz-siz kalkmış; herkes var, hepimiz vardır. Mürşid veya pir ve hanımı (Anabacı) ana-baba, Cem’deki herkes bacı-kardeştir. Eşler olsun, evlat baba olsun, herkes birbirini eşit bir biçimde sorgulayabilir. Bu bağlamda, Dede diye tanımlanan Cem yürütücü Mürşid veya Pir de sorgulanmaktan sıyrılamaz. Hak katında da oturmuş olsa, böyle bir dokunulmazlığı yoktur: “Eşikte oturan da, döşekte (postta, makamda) oturan da birdir!”
benliğini öldürerek hiçbirşeyi nefsine çekmeme, eliyle beliyle ve diliyle kimseye zarar vermeme ve ‘yetmiş iki millete aynı gözle bakma’ ahlaksal formasyonlar kazanmaktır.

İkrar verip musahib tutma, farklı bir toplum yaratma destanıdır. İnanç ve tapınmayla atılan temel üzerinde yükselen yapısıyla, soyuttan somuta giden yol izlenerek herşey havadan yere indirilmiş ve ahiretten dünyaya taşınarak nesnelleştirilmiştir. Sadece şu birkaç alıntıda bile, Alevi toplumunun bin yılı aşkın zamandır varlığını sürdürebilmiş olmanın gizi yatıyor. Düşününüz ki, kanbağı kardeşlikten çok üstün tutulan ‘Yol kardeşliği olan musahiblik’ ile tüm yerleşim biriminin bireyleri birbirine bağlanmıştır. Şeriattaki “bu senin, şu benim ya da seniniki senin, benimki benim” düşünce ve anlayışından uzaklaşılmış. Tarikat yolunda “hem senin, hem benim” denilerek, ortak kazan kaynatılıp, ortak üretilip payı olarak eşitçe yararlanma düzeni yaratılmıştır. Asıl amaç, “ne senin var ne benim herşey toplumundur” ilkesinin uygulandığı Hakikat aşamasına varmaktır. Hacı Bektaş Veli’nin sistemleştirdiği bu ilkeler, musahiblik kurumunun inanç yaptırımlarıyla, Alevi toplumunun maddi yapısına uyarlanarak, eşitlikçi-ortakçı-üleşimci bir düzenin yaratılmasına bir tarih boyu mücadele edilmiştir.

“Ölmeden önce ölünüz. Mahşer olmadan hesabınızı görünüz. Ama nasıl olmalı dersen; yani sizler hırsınızı, nefsinizi öldürün. Yani musahib tutup, onunla sırat-i mustakim (Hak yolu, doğru yol İ.K.) üzere yola gidip MALI MALA CANI CANA katıp, birbirine teslim olup yılda bir kez Peygamber vekili, Cebrail Hak vekili Pir’in yamacına geçtiğinde, kabirde-mahşerde olacak sualleri Pir ona sual ede. Ol talip, fiili her ne ise Pir’e ilam ede, bildire!”

Iréne Melikoff Musahibliğin kökeni konusunda, İmam Cafer Buyruğu’nda anlatılan Kırklar Cemi’nin, Miraç olayıyla ilişkisinden ötürü:

“Nasıl ki Ayin-i Cem, ‘Kırkların Cemi’ olan Arş’ta yapılmış bir merasimin yerde tekrarlanışı ise, Musahib merasimi de, zaman ve mekan ötesinde yapılan bir merasimin yeryüzündeki izdüşümüdür.” diyor.(Iréne Melikoff, Çev. Turan Alptekin, Uyur İdik Uyardılar, İstanbul-1993, s.93-94) Geleneksel din ve inanç bağlamında ve tamamıyla idealist bir yargı bu. Biz, ne Kırklar Meclisi’nin göksel bir meclis olduğunu ve ne de Musahib töreninin, zaman ve mekan ötesinde yapılmış bir merasimin izdüşümü gibi gösterilmesini kabul edebiliriz.

Görüldüğü gibi ne bu tarihsel olayın ve ne de Miraç ile ilişkili gösterilen Kırklar Meclisi’nin göksel, yani metafizik bir yanı yoktur. Akılcı düşündüğümüzde, o dönemin sosyo-ekonomik ve siyasal koşullarını gözönünde tutarak baktığımızda, Kırklar Meclisi’nin ya da en azından gizli bir meclisin varolduğu gerçeği yadsınamaz. Muhammed’in Miracı, İslam tarihçilerine göre 618 ile 620 arasına tarihlenebiliyor. Bu yıllar Peygamber ve kabilesinin, İslama ilk inananların en sıkıntılı ve baskı gördüğü yıllardır. Ekonomik boykot içinde olduklarından, büyük yoksulluk ve açlık çekiyorlardı. Çünkü birkaç yıl önce varlıklı karısı Hatice ve hemen arkasından, müslüman olmamasına rağmen, kabile yasalarına göre kendisini koruma altına almış olan amcası Abu Talip de ölmüş bulunuyordu. Yine kabile geleneklerine göre talep ettiği “Aman Hakkını” Mekke’de hiçbir aileden alamayınca, Taif’e göçetme girişiminde bulunmuş ama taş ve sopalarla karşılanmıştı. Muhammed buradan, ölen karısı Hatice’nin akrabalarının verdiği “Aman Hakkı” ile Mekke’ye geri dönebilmiş ve işte onların korumalığı altında bulunurken Miraç olayı yaşanmıştır.

Son üç yıl içinde Yesrip’li (Medine) hacılar aracılığıyla, “3 Akabe Biatı” anlaşma ve konuşmaları sonunda 622 yılında Medine’ye göç etti Muhammed Peygamber. Büyük olasılıklı Kırklar Meclisi, bu baskı ve sıkıntılı yıllarda, çok gizli çalışmalar gerektiren yıllar kurulmuş ve görev yapmıştır. Başlarında 20-22 yaşlarındaki Ali’nin bulunduğu, hem peygamberi koruyan (Ali’nin, Peygamberin evini basarak öldürmeye gelenlere, onun yatağında yatıp, hayatını ortaya koyarak karşı durduğunu anımsayalım.), hem çeşitli yollarla abluka altındaki müslümanlara yiyecek içecek sağlayan ve Yesriplilerle ilişkileri geliştiren; etkinliklerini ve toplantılarını gizli yürüten bir örgüttü. Muhammed’in Miraç dönüşünde ilk kez bu meclise uğrayıp, yaşamış olduğu göksel vision’u onlara anlatması ve onlardan Tanrıyı gördüğünü herkese yaymalarını istemesi de misyonun bir parçasıdır. Bunların arasından 12 kişinin tebliğci olarak Hicret olayından önce Medine’ye gönderilip, onlara İslamı öğrettikleri, orada bir müslümanlar kolonisi kurdukları biliniyor.

Mekke gibi zengin ticaret toplumunun kutsal inançları ve tüm değerler sistemini altüst eden İslam dininin ilk mensupları, elbetteki gizli bir örgüt gibi çalışacaktı. Bu bağlamda araştırmacı ve tarihçilerin, olayın bu yönünü görmek istemeyip, Kırklar Meclisi’ni ya toptan yadsımaları, ya da hayali ‘göksel meclis’ gibi değerlendirmelerini doğrusu yadırgıyoruz. Bu gizli meclis, özellikle Mekke ticaret aristokrasisi dışındaki yoksul kabile mensuplarını, bedevileri ve yerli-yabancı emekçi köleleri İslam’a çekebilmeleri için yeni ve eşitlikçi, paylaşımcı bir sistemi öngören inanç ve toplu tapınma kuralları yaratmışlardır. Bu bir avuç insan din kurucusunun önderliği ve kendilerini güvencede tutacak bir hizmet dağılımında, gizlice toplanıp tapınıyor, konuşup tartışıyor ve kendi kendilerini eğitiyorlardı. Öbür yandan Hicret (göç) etmeğe karar verdikleri, Yesrib (Medine) tarımla uğraşan bir kabileler konfederasyonuydu ve toprağı ortak kullanıyorlardı. Ayrıca bazı kabileler Musevi olduğu gibi aralarında yaşayan Hrıstiyanlar da bulunuyordu. Bu nedenlerden sığınma durumunda kalacakları bu topluma uygun değerler de geliştirmeliydiler. Böylece Kırklar söylencelerinde günümüze kadar ulaşan (o simgesel) bir üzüm danesini kırka bölmek ya da ezip şerbet yaparak kırk kişinin tatmasını sağlayacak bir bölüşümcülük ve birine neşter vurulunca hepsinde aynı acıyı duyuracak, kan çıkartacak kardeşlik ortamı oluştu bu mecliste. İçlerinde Salman-ı Farisi gibi Zerdüşlüğü-Mazdekizmi, Manicheism,Musevilik ve Hristiyanlığı çok iyi bilen, bu dinlerin bir kısmına girip çıkmış bilge öğretmen ve annesi Bizanslı bir köle olan Musab bin Umeyr gibi bir başka tebliğci öğretmen vardı. Bu sonuncusu, Peygamberden önce Medine’ye gidip, orada bir İslam cemaatı kurarak ortamı hazırlayanların başında geliyordu. Demekki, Kırklar Meclisi’ni gökten yere indirip, tarihsel nesnelliğe kavuşturduğumuzda ancak, Görgü Cemi ve Musahiblikle köken ilişkisi akılcı bir taban bulur.

Sözünü ettiğimiz Mekke ortamı içerisinde, Miraç olayıyla birlikte gizlice yeni değerler geliştirmiş olan bu Meclis, düşünce, birikim ve deneyimlerini Medine’de Muhammed Peygamber’in yönetiminde uyguladı. Ünlü “Medine Vesikası”nın 2.maddesiyle tarihe maloldu. Böyle bir meclisin Mekke denemelerinden, etkinliklerinden hiç söz etmeyen- ki zaten Sünni İslam araştırıcılarının Kırklar Meclisinden sözedenlerine şimdiye kadar rastlamış değiliz. Peki Alevi inanç geleneğine neden girmiş ve nasıl bugüne kadar gelebilmiştir? Bu hiç sorgulanmadan yadsınmıştır. Çünkü Heterodoks İslam (Alevilik) tarihine hep ortodoks açıdan bakılmıştır. Ortodoksizmin (Sünniliğin) inanmadıkları kurumlar yoksayılagelmiştir.– Prof. Dr. Muhammed Hamidullah bu uygulamayı şöyle anlatıyor:

“Mekkeli muhacirler için Hz. Peygamber bir genel toplantı tertipledi. Bu toplantıda her çalışan, eli iş tutan Medineli Müslümanın (Ensar), bir Mekkeli Müslümanı (Muhacir) ‘kardeş edinmesi’ teklifinde bulundu(Muahat Anlaşması). Buna göre iki tarafın aile mensupları, bu suretle ortaklaşa çalışacak, kazanacaklar ve hatta öz kardeşler, yeğenler ve başka akrabalar bertaraf etmek suretiyle birbirlerinin mirasçısı olacaklardı. Herkes gönül rızasıyla teklifi kabul etti. Peygamber çeşitli yeteneklerin dengeli bir biçimde eşleştirilmesi için, bu kardeşleştirme hareketini bizzat idare etmiştir. Bulunan bu çare, bu usül senelerce devam etmiş…” (Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, İgilizceden çeviren: Prof. Dr. Salih Tuğ, Resulullah Muhammed, İstanbul-1992, s.102-3)

Bu çok büyük olasılıkla Mekke’de de yapılmış olan yeni dine, İslama giriş töreni olabilir. Aynı zamanda bir çeşit mal ve can ortaklığında güvenceye alınmış, kurumlaştırılmış toplumsal ve ekonomik kardeşlik, akrabalıktır. Mekkeli ticaret adamı Abdurrahman Avf’a, onunla kardeş olmak isteyen Medineli tarafından yapılan, ancak onun kabul etmediği ve günümüze ulaşmış teklif oldukça ilginç görülmektedir: “Benim arazim şudur; yarısı senin, yarısı benim. İki zevcem var birini seç, boşayayım sen onunla nikahlan. Hattap oğlu Ömer ise kardeşleştiği Medinelinin tarlasına çalışmaya giderek, onu Muhammed’in hizmetine ve onun tebliğlerini dinlemeye gönderimştir. ” (Asghar A. Engineer, The Origine and Development of Islam, New Delhi-1980, s.97, 99-105)

İLGİLİ YAZILAR
spot_img

Bizden Seçmeler