Salı, Aralık 23, 2025
No menu items!
Serbest KürsüHer devrin günah keçisi Aziz Nesin 110 yaşında.

Her devrin günah keçisi Aziz Nesin 110 yaşında.

Mehmet Kalaycı. Libre Kültür: “Her devrin günah keçisi Aziz Nesin 110 yaşında.
Çanakkale savaşının ortasında doğdu. Hayatının her aşaması zor ve çileliydi. Hapisler, sürgünler, linçler yaşadı; hiçbir şey onu yazmaktan, konuşmaktan alıkoyamadı. Sartre’ın dediği gibi “Kendini ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokan” bir aydın tipinin örneğiydi Aziz Nesin. 20 Aralık, onun 110. doğum yılı, saygıyla anıyoruz.
Bir anma yazısına karar verdiğimde Aziz Nesin için sıfatlar aramaya koyuldum. Onu nasıl tanımlamak gerekirdi, gerçekte kimdi Aziz Nesin? Mizah öykücüsü, oyun yazarı, şair, romancı, yayıncı, basın emekçisi, aydın, aktivist, komünist… Ya da kimi çevrelerin hep söyleyegeldiği gibi iflah olmaz “din düşmanı” mı? Hayır, hayır!… Ne sıfat ne de giysi yakıştırmak mümkün. Kalıplara sığdırılamayacak denli çok uçlu bir karakter o, bir İsviçre çakısı. İçimden şöyle demek geliyor: Vicdanının kölesi, her yerin yabancısı, kendi dağının keçisi… Yine de yeterince açıklamıyor bunlar; belki de şöyle demeli: Aziz Nesin, Aziz Nesin’dir!
Beni onun kitaplarıyla tanıştıran ortaokuldaki Türkçe öğretmenimi minnetle anıyorum. Handiyse bütün çocukluğum, gençliğim boyunca Aziz Nesin okudum. Araya Steinbeck girdi, Hemingway, Cengiz Dağcı, Talip Apaydın hatta Camus ve başkaları fakat Nesin’le yolumuz hiç ayrılmadı. Onu bir kere okuyan iflah olur muydu? Olmadı… Bitirdiğim onca kitap, bana bir şeyi fark ettirmişti: etrafımızda cereyan edenin aslında başka türlü olduğunu… Dünyanın düz olmadığını öğrenmek gibi bir şeydi bu. Toplumun, bir yerlerinden kokuştuğunu, bize gösterilenlerin gerçekte ters-yüz edilmişliğini ve insanın, insanı sömürmek için dalavereler çevirip durduğunu görmek demekti. Aziz Nesin edebiyatı, kara-siyasanın yalanlarına, bayağılığa ve bin türlü yoldan çıkarıcıya karşı bir çeşit koruyucu hekimlik işlevi görür. Okuduklarınız, omuz başınıza yerleşmiş bir Molla Kasım gibi sizi sigaya çeker durur.
Çok yönlü, çok türlü Aziz Nesin edebiyatı
Fil Hamdi, Gol Kralı, Deliler Boşandı, Damda Deli Var, Kazan Töreni, Ah Biz Eşekler, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’ı okuduğum zamanları şimdi muzip bir gülümseyişle anımsıyorum. Mizah öykülerinin büyüsüne kapılmış bir çocuğun ilgisiyle başlayan Aziz Nesin okurluğum, çok geçmeden onun toplumcu yanını keşfetmeye evrilecekti. Sonra Zübük, Sosyalizm Geliyor Savulun, İnsanlar Uyanıyor, Böyle Gelmiş Böyle Gitmez… Bir yeniyetmenin merak duygusunu kışkırtan olaylar, hikâyenin ortasında patlayan kahkaha anları… Madrabazların, gözbağcıların ipliğini pazara çıkaran, düzenin çarkına çomak sokan hikâye ve roman kahramanlarını tanıdıkça onların safında yer almak için yanıp tutuşuyordum. Öte yandan yazarı merak ediyordum; bu Aziz Nesin, komik bir adam olmalıydı yazdıklarına bakılırsa. Öyle olmadığını öğrenecektim. O da okurlarının kendisini hep yanlış tanıdığından yakınıyordu. “… okurlarım beni genellikle neşeli bir insan sanır. Çok isterdim böyle olmayı. Gençliğimde oldukça neşeliydim. Ama çok yıllar var ki neşemi yitirdim.” (7 Ocak 1979)
Aziz Nesin’in yaşamı ve yazarlık serüveni, tek bir insanın yüklenemeyeceği kadar zor, karmaşık ve çileli. Yıkılıp yeniden ve yeniden kurulan bir katedral gibi. Bu, kuşkusuz her defasında baştan başlamayı göze alabilmiş bir iradeyle mümkün. Doğduğu ev gibi dünyaya geldiği yıl da insanın kaderini belirliyor olmalı. Aziz Nesin, 20 Aralık 1915’te, ulusun varoluş mücadelesi verdiği Çanakkale Savaşı’nın “en civcivli zamanlarında” doğdu. Ona Mehmet Nusret adını verdiler. İçine doğduğu yıkılış-diriliş sarmalı onun bütün ömrünü kaplayacaktı. Beş yaşında mahalle mektebine başladı, birinci sınıfta bırakmak zorunda kaldı. 1925 yılına kadar resmî bir okula gidemedi. On yaşında sınava girip okula üçüncü sınıftan başladı. Sonra Dürüşşafaka’ya kaydoldu. İlkokul beşinci sınıfa giderken annesini veremden yitirdi; anne henüz 26 yaşındaydı. Dürüşşafaka, babası olmayan çocukları kabul eden bir okuldu, Aziz Nesin’in babası ise sağdı. O, bunu kendine yediremediği için okuldan kaçtı ve bir daha dönmedi. Gelecekte bir gün Nesin Vakfı’nı kurup kimsesiz çocuklara yuva açma fikrinin çekirdeği, zihnine belki de bu zamanlarda düşmüştü.
Her aşaması zor bir hayat
Hayatındaki pek çok şey gibi öğrenim süreci de düz bir çizgi izlemedi Aziz Nesin’in. Ortaokulu üç ayrı okulda tamamlayabildi. Ardından Kuleli Askerî Lisesi’ni bitirdi. Harp Okulu’na girdi ve 1937 yılında subay çıktı. Maçka’da meslekî stajını yaparken bir yandan da Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenciydi. Mizacına pek uyduğu söylenemese de sekiz yıl subaylık yaptı. İlk öyküsü, 1941 yılında 7 Gün Dergisi’nde yayımlandı. Uzun sürecek yazarlık ve yayıncılık hayatının görünen ilk adımıydı bu. 1944’te bir şikâyet üzerine cezalandırılınca savunma yapmadan askerlik mesleğinden ayrıldı. Hak kazandığı emeklilik maaşını da reddetti. Aynı yıl, Aziz Nesin adını aldı. O kavgacı, mücadeleci, üretken yazar böylece edebiyat dünyasına ve toplumun hayatına dâhil olmuştu.
Yazmak, Aziz Nesin için yaşamsaldır demek yeterli gelmez, o yazma eylemini toplumsal bir görev ve sorumluluk olarak üstlenmiş gibiydi. Günlüklerinin bir yerinde şöyle yazar: “Bana sorsalar: -Dünyanın en büyük aşkını yaşamak mı istersin, yazmak mı? -Yazmak için yaşamak isterim.” (17 Mart 1982) Bir kütüphaneyi dolduracak kadar çok ve çeşitli esere imza attı. Mizah öyküleri, çocuk hikâyeleri, oyun, roman, şiir, günlük, deneme, anı, fıkra, siyaset yazıları… Mizahi öykülerinin her biri politik taşlamalar içerse de onlarla yetinmeyip siyasal içerikli roman ve öyküler, düşünce yazıları yazdı. Toplumun içinden, toplum için yazıyordu. Onun kadar halka inebilmiş; mektepte, kahvehanede, pazar yerinde, köy odasında okunan pek az Türk yazarı vardır. Çokça beslendiği Halk Hikâyeleri geleneğinin çağdaş bir temsilcisiydi bir bakıma. Zaman zaman durup yazar kimliğine baktı; yazdıklarını sorguladı. Yapmak istedikleri çoktu ve o, bunlara yetişemiyordu. Makas değiştirmek istediği ve bunu başardığı zamanlar da oldu. Özeleştiri yapmaktan çekinmezdi. “En büyük yanlışım” diye yazdı açık açık: “Biz her yana birden koştuk, koşmak zorunda bırakıldık… Tarih ekonomi, politika, edebiyatın her dalı, öykü, roman, tiyatro, sosyoloji, daha neler, neler… Olmaz, olmamalı böyle şey. Olur demek, hiçbiri tam olamaz demektir. Biz bu denli dallı budaklı alanlara yayılmayı isteyerek yapmadık. Yaşadığımız toplum koşulları bizden bunu istedi. Tıpkı içinde bulunduğumuz bir gemi delinip su almaya başlayınca, salondaki kemancının bile kemanı bir yana bırakıp deliği tıkamaya koşması gibiydi bizim durumumuz. Her açılan delikten yeni açılan öbür deliğe koşup durduk.” (Yeni Edebiyat, Ocak 1971 / Ah Biz Ödlek Aydınlar)
Başka türlü bir yazar olabilirdi
Asıl yapmak istediklerini yapamadığının farkındaydı, sonraki kuşaklardan gelecek eleştirileri de sezebiliyordu: “Bugünün bizden sonraki kuşaktan sanatçıları, pek zor anlayacakları bizim bu delikten deliğe koşmamız yüzünden sanatımızda uğradığımız kayıpları kınasalar da, biz bu yöndeki yanlışımız ve doğrularımızla ancak ne yapılabilirse onu yaptık.” Sartre’ın bir yerde söylediği gibi, “yalınayaklara ayakkabı yapmak dururken yazı yazmanın” mahcubiyetini duyan bir kuşağın mensubuydu o. Başka türlü bir yazar olmak ister miydi? Aynı yeteneklerle donanmış olarak başka bir ülkede doğmuş olsaydı, yine toplumcu bir yazar olurdu ama böylesine can havliyle çırpınmaz; iyi yazmanın, daha iyi yazmanın yollarını arardı. Sadece kendi yazınına odaklanabilseydi, belki Emile Zola çapında bir yazar olabilirdi ama o, böyle bir tutumu benimsemedi.
Aziz Nesin, toplumun kılcallarına kadar inebilmiş; oradan, aşağılardan, en süfli ve en yüce olanı görmüş, gözlemci yazar. Anlattıkları ezberden değil, hayatın içinden taşıp geliyordu kalemine. Hikâyelerinde yarattığı karakterler; üçkâğıtçısı, dümencisi, alığı, açgözlüsü, sömürgeni ile aramızda yaşayan insanlardı.
İflah olmaz bir “din düşmanı”mıydı?
“Din düşmanı” yaftası ömrü boyunca peşini bırakmadı. Aleyhine kampanyalar yürütüldü. Köpürtülen nefret ikliminde çok kere linç edilmekle, ölümle yüz yüze geldi. Sivas katliamında can yoldaşlarını yitirdi. O günden sonraki hayatı, bir bakıma yarım-eksik bir yaşamaktı. Boynuna asılan “din düşmanı” yaftasının aksine Aziz Nesin, İslam’ı kendisini yaftalayanlardan daha iyi biliyor ve dinin emrettiği dürüstlük, çalışkanlık, yardımseverlik, adalet, merhamet gibi kavramları yaşamına geçiriyordu. Onun karşı çıktığı din ve gerçek dindarlar değil; Allah ile aldatanlar, din ticareti yapanlar, siyasi çıkarları için dini kullananlardı. Yamuk-yılık, çıkar uğruna eğilip bükülen insanlarla yıldızı barışmazdı. Günlüklerinde şöyle yazar: “Hiç kimsenin sevmediği insanları ben de sevmem, ama onlara acırım; herkesin sevdiği insanlardansa iğrenirim. Bence insanların en aşağılığı, kendisini herkese sevdirmeye çalışanlardır. Düşmansız olmaya çalışan insanların düşmanıyım; çünkü onlar kendilerini düşmanlarına bile sevdirmek için insanlıklarından ödün vererek küçülürler.” (30 Ağustos 1984) Kendisi, çıkar uğruna küçülmeye tenezzül etmedi; ne askerlik yaşamında ne de gazetecilik- yazarlık mesleğinde sayısız defa girip çıktığı hapishanelerde eğilip büküldü.
Burnunun dikine giden bir aydın
Jean-Paul Sartre, Aydınlar Üzerine’nin girişinde, “Salt kendilerine yöneltilen suçlamalara bakılacak olsa, aydınların çok büyük suçlular olmaları gerekir.” derken, Aziz Nesin soylu aydınlardan bahsediyor gibidir. Politikacılar, gazeteler, dergiler, neredeyse bütün felaketlerin sorumlusu olarak aydınları işaret etmekten çekinmez. Sadece suçlanmakla kalsalar iyi; haklarında sık sık ölüm ilanları verilir, ortadan kaldırılmaları için. Egemen çevrelere göre onlar oldum bittim “vatan haini”dir. Nesin’in hayatı bu türden suçlamalara maruz kalarak geçti. Kovuşturma, soruşturma, defalarca hapis, sürgün ve ölüm tehditleriyle…
Peki, aydınlar bütün bu suçlamalar, baskılar karşısında inandıklarını söyleyip yazmaktan vaz mı geçerler? Vazgeçenler, susanlar, saf değiştirenler oldu fakat Aziz Nesin her zaman burnunun dikine gitti, bildiğini okudu. Kendini ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokan bir aydın tipiydi o. Bu tavır, zaten aydın olmanın doğasında yok muydu? Sartre’ın belirttiği üzere aydın, üstüne vazife olmayan şeylere karışan biridir. O, kimseden görev almaz, kendiliğinden harekete geçer. Bu işlevi yerine getirmesi için onu kimse görevlendirmemiştir ve statüsünü herhangi bir otoriteye borçlu değildir. Yine Sartre’a başvurarak söylersek, “Bir malzemeden beklenen direnç, onun maruz kaldığı baskıya göre kendini gösterir.” Aziz Nesin, baskılar karşısında hep dirençli kaldı. Sert, ciddi ve dönüşsüz… Baskılar onun direncini artırdı. Kadrosunda yer aldığı Marko Paşa dergisi her kapatılıştan sonra küllerinden doğarak başka bir isimle geri döndü. En zor zamanlarda (1975-1980/ 1987-1989) Türkiye Yazarlar Sendikası başkanlığını sürdürdü Nesin. Kenan Evren diktasına bayrak açan Aydınlar Dilekçesi’ne önayak oldu. Cumhurbaşkanlığı’na ve TBMM’ye sunulan dilekçe sonrası Evren, aydınlara savaş açtı. Nesin’in de aralarında olduğu 59 imzacı, sıkıyönetim mahkemesinde yargılandı.
Yazmaya Aziz Nesin olacaktı…
Eserleriyle birçok kuşağı etkileyen, toplumsal mücadele dinamiklerini diri tutan Aziz Nesin (1915-1995), şimdi 110 yaşında. Dünyayı kendisine dar edenlerin aksine o, geride dikili taşı olan bir mezar bile bırakmak istemedi. Gövdesi, Nesin Vakfı’nın bahçesinde, bilinmeyen bir köşede toprağa karışıp kayboldu. Düşünceleri ise kitapları ve yetiştirdiği öğrenciler aracılığıyla yaşamaya, yaşatılmaya devam ediyor. Uçsuz bucaksız Aziz Nesin külliyatı bugün ne kadar okunuyor, bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da yaşadığımız bu “Post-truth” çağda, hayatın kendisinin çoktan mizahı aşmış olduğu… Onun mercekle bakarak toplumun derinlerinden devşirip yazdığı saçmalıklar, bayağılıklar, kara-mizah örnekleri, bugün hayatımızı bütünüyle sarmış durumda. Cemal Süreya’nın deyişiyle “güncel, toplumsal olaylar içinde bir Aziz Nesin ataklığına, bir Aziz Nesin tavrı”na her gün, her saat ihtiyaç duyduğumuz ise apaçık ortada. Onun yapıtlarıyla büyüyen ve ülkede olup bitenden sıtkı sıyrılan bizler, Necatigil’in Orhan Kemal için söylediği dizeyi uyarlayarak sık sık, “Yazmaya Aziz Nesin olacaktı” diyoruz ve daha da diyeceğiz.”
Mehmet Kalaycı.

Çizim Demirhan Ocak

İLGİLİ YAZILAR

Kütüphane

Yazarlar

Çizginin Gücü

ŞİİR

Alevilik Takvimi

Alevilik Takvimi 2024-2025-2026

2024 13 – 15 ŞUBAT 2024HIZIR ORUCU 21 MART 2024HZ ALİ ‘NİN DOĞUMU NEVRUZ BAYRAMI(21 Mart 598) 31 MART 2024HZ ALİ ‘NİN ŞAHADETİ GÜNÜ(21 Ramazan 40 Hicri) 05/06...