Perşembe, Temmuz 31, 2025
No menu items!
Ana Sayfa Blog Sayfa 83

Alevilik nedir? AABF İNANÇ KURULU


Alevilik; Allah, Muhammed, Ali kutsallığını kalbinde taşıyan, Hz.Ali’nin adaletinden ayrılmayan, temelinde insan sevgisi bulunan, her dine, mezhebe, inanca saygı duyan ve hoşgörüyle bakan, dil, din, ırk, renk farkı gözetmeyen, eline, beline, diline sahip olma ilkelerini şart koşan ve bunu muhasiplik kurumu ile gerçekleştiren, gelmek isteyen inançlı insanları çatısı altına alarak manevi ihtiyaçlarını gideren, insanları yaşadıkları toplumda kendi istekleriyle kendi kendilerini yargılamalarını sağlayan, eşitlikçi, katılımcı, paylaşımcı düşünceyi savunan, şeriatın bağnaz kurallarına bağlı olmayan ve onu reddeden, İslam dinini kendine göre – Sünni inancının dışında – yorumlayan; asıl doğruluk, kemali dostluk, cevheri merhamet, görüşü eşitlik, hazinesi bilgi, meyvesi sevgi hamuruyla yoğrulmuş, insan-ı kamil yani erdemli insan yaratmayı öngören, korkuyu aşıp sevgiyle Tanrıya yönelen, En-el Hak ile insanın özünde tartıyı gören, yaradan ile yaradılan ikiliğinden Vahdet-i Vücut’a (Varlık Birliği) varan, edep ve ahlaklılığı yaşamının temeline koyan,, insanı yücelten, hamurunda hem ilahiliğin hem de irfaniliğin mayası bulunan, kişinin ahlak ve karakterli yaşam ilkelerini belirleyen, dini biçim ve şekil olarak değil, inanç olarak algılayan, dini bağımsız bir irade gücü ve Batıni özelliğiyle evrimleştiren, akıl ve iman bütünlüğünde birleştiren ve tüm bunları Kırklar Cemi’nden alınan ilhamla yürüten canların inanç sistemidir.

ALEVİLERDE İNANÇ SEVGİYE DAYANIR
Müslüm Kaya
Alevi yolu Ehli-Beyt yoludur, Hak-Muhammed-Ali’nin yoludur, Hakka giden bu yol evveliyle beraber, islam ile yoğrulan, kavimler kapısı Anadolu’da yaşam ile harmanlanıp Dem’de kıvamını bulan, Ali’nin ismi ile isimlendirilen Anadolu insanına özgü islam’ın içsel çağdaş bir yorumudur.
Alevi inancında İbadet kişi ile tanrısı arasındadır, kişinin tanrısına, olan niyazıdır, sırlarını, isteklerini, dileklerini açmasıdır. Hatalarının affını, eksikliklerinin tamama yazılmasını dilemesidir. Bütün dinlerde ve inanç kurumlarında olduğu gibi Alevi’lerde de ibadetin kendine has özellikleri ve kuralları vardır. Bu özelliklerin temelinde ibadetin biçimsellikten öteye özünün esas alınmasıdır.Alevilerde inanç sevgiye dayanır, bu sevginin asal’ı Hak-Muhammed-Ali, Ehli-Beyt ve 12 imamların sevgisidir. Alevi inancında insan merkezdedir her şey insanın huzuru ve mutluluğu içindir, ibadet bir araçtır amaç İnsani kamil olmaktır, kamil insan olmanın yolu ise 4 kapı ve bu kapılardan geçebilmek için de 40 makamdan edep-erkan, ilim-irfan ile yoğrulup Hak’kın sırlarına agah olmaktan geçer. Bunlarla beraber sayılan üç sunnet, yedi farz, on iki şart, on iki işlek vb ilkelerin hemen hepsini yolda 40 makam ile beraber sayabiliriz. Bütün bunlarla varılmak istenen sırrı-hakikattır, bir başka deyiş ile şeriat, Tarikat, Marifet fani dünya için, sırrı-hakikat ise baki dünyası içindir.
Alevi ibatetinde ana ilke Eline-Diline-Beline sahip olmaktır. Bu kural Alevi toplumunun sahip olduğu ahlak sisteminin özüdür. Bunun yanında Alevi inancının kendine özgü Anma, tapınma ve kutsal saydıkları günler de vardır, Cem Alevilerin senede en az bir kere olmak üzere düzenli olarak ve topluca yaptıkları, toplumsal yapıyı koruyan temel ibadettir. Ayrıca Matem orucu, Hızır orucu, Nevruz, Hızır-ilyas ve Kurban’ı sayabiliriz. Yapılan erkanlarda Anadolu’nun değişik yörelerinde uygulamalarda bazı küçük farklılıklar olsada asıl niyet aynıdır.
Alevilerde çok aşırı bir ibadet, bir inziva yoktur. Okumak, çalışmak,irfan sahibi olmak, insanlığın yararına hizmet etmek, doğrudan yana olup haklının hakkını gözetmek,kul hakkı yememek, görünen, bilinen cümle varlığa şefkatli olmak ve her an gönlümüzde mekan tutanı unutmamak büyük ibadettir. İnanca göre Hak insandadır, gaye kendinde o’nu bulmaktır bundan ötürü Biçimsellikten, şekilcilikten ziyade özü esas alınır. kişisel ibadetlerde, yer, zaman ve mekan aranmaz, bütün yeryüzü ibadethanedir, bütün yönler kıbledir, yapılan toplu ibadetlerde de halka şeklinde cemal cemale oturulur.
CEM
Hakikat bir gizli sırdır
Açabilirsen gel beri
Küfr içinde iman vardır
Seçebilirsen gel beri. Ş. Hatayı
Cem, Alevilerin topluca yaptıkları, halk önünde, halk içinde birlik ve dirliğin korunup sergilendiği, büyüğün, küçüğün, güzelin, çirkinin, zenginin, yoksulun olmadığı,Eşikten içeriye giren herkesin nefsini dışarıda bırakıp can olduğu, Hak ile Hak olmak için kendini ibadete verdiği edep ve erkan ile yürütülen 12 hizmetli bir sorgulama, aklanma, meydanıdır. Cem evinin kapısı zahir ile batın’ın ayrıştığı yer, eşik tarikat makamının ilk basamağıdır. Bu meydan ‘’Ulu Divan’’ ‘’Kırklar meydanı’’olarak bilinir. Erenlerden rızalık alarak, Hak makamında oturan Pir, Muhammed-Ali postundadır, Hak için söyler ve Hakkı gözetir. Ulu Divanda zahiri alemden sıyrılıp manevi aleme yolculuk vardır bu yolculukta yoldaş Hakka olan aşktır. Bir can kötülüklerden arınmak için ceme katılır ,varsa yapmış olduğu bir hatası bir eksiği cem’de Pir divanında özünü dara çeker. Cem’de can tenden ayrılır, Hakkın kelamıyla gönüller aşkla dolup kesretten geçip vahdete ulaşılır. Kişi baktığı aynada bir’i görür, eğer can baktığı aynada kendini (bir’i-Vahdet’i ) göremiyorsa Hakkın sırlarına vakıf olmamıştır, yani kendi benliğinden sıyrılıp mevcuda erememiştir. Bu sırlara eremeyen bir tenin sidertül- münteha’ya varıp dost’la dost olması elbetteki düşünülemez. Benlik yurdunu terk eyleyip birlik potasında eriyen can ancak ki dostun ikram ettiği Bal, Süt ve elma’dan nasiplenip söylenen doksan bin Kelamın ilmini zahiri ve batini anlamda kavrayabilir. Hakikatın hak olan sırlarına sahip olan canların şefaate ihtiyaçları olmaz, çünkü ‘’O’’ kişiye şah damarından daha yakındır , mekanı yola gönül vermiş olanların gönlündedir, onların gönülleri Hakkın evveli nuruyla aydınlatılmıştır. söyledikleri Hakkın kelamı, gördükleri Hakkın kendisidir,Kendisine şah damarından daha yakın olanı görmeyen, bilmeyen, ham-ervahtır.
Cem’de canların kıblesi Divandaki Pir, Pir’in kıblesi ise canların nur cemalidir.
Zahiri alanda İbrahim’ in inşaa ettiği Kabe bir mabed’dir, dört yönden buraya bakanlar aslında cemal cemale bakarlar.
Hakkı-Muhammedi-Ali’yi ve ehli-Beytini tanımayanlar ve onların birliğini, aşkını gönüllerinde taşımayanlar kesret içinde kalırlar, Cem’de can Miraç yolundadır bu yolda Ali hem Rehberdir hemde Mürşittir, Ali’nin olduğu Cem’e katılmak ve Ali’nin sırrına erebilmek için Alemlere rahmet olan Muhammed Mustafa dahi, sırtındaki Nübüvet payesini dışarıda bırakmak zorunda kalmıştır.
Erlik dişilik sorulmaz muhabbetin dilinde
Hakk’ın yarattığı her şey bakın yerli yerinde
Bizim nazarımızda kadın-erkek farkı yoktur
Noksanlık ve çirkinlik senin görüşlerinde…”
H.B.Veli
Vahdet deryasında makam, rütbe, mevki , cinsiyet yoktur ,birlik alemi bir noktadır bu noktada birleşmek için maddi alem ve benlikten sıyrılıp, marifet çeşmesinde yıkanıp, hakikat kapısından geçmek gerek.Nihayette Miraç yolundaki Aslan da, sırra ermek isteyen Muhhammed de! Dost’un Nur’nun ( yani Bir’in) kendisini iki ayrı bedende zahiri aleme yansıtmasıdır.
CEM’DE DEM
Kırkımızda bir katara dizildik
Hakk’a Muhammet’e ümmet yazıdık
Hakikate şerbet olduk ezildik
Biz içeriz saki peyman Ali’dir.
P.S. Abdal
Muhabetten Muhammet hasıl oldu
Muhammetsiz Muhabetten ne hasıl .?
Alevi felsefesinde muhabettin yeri büyüktür. Erenler muhabbete başladılarmı Muhammet’in dolusu içilir, Muhammet anılır, onunla birlikte miraca çıkılır, kırklar ceminde birlik olunur, semah dönülür, Alevi Cemlerinde olan da budur, ulu meydan birlik meydanıdır, canlar mansurlaşır, Muhammet ile can olup miraca çıkılır, dönüşleri yine birlik meydanıdır, ondandırki Cem’in bitiminde canlar biribirlerine Miracın kutlu olsun derler.
Dolumuz içeliden evveli
Münkir ne bilir evliya sırrından
Bizim Dolumuz Pir’in sohbetidir, muhabbetidir, İlahi aşkla mest olup birlik potasında erimektir. Pervane olup illahi nur’un etrafında dönmektir.

Şeytan benlik edip dergahtan azdı
Aşık maşukunu aradı gezdi
İki cihan fahrı bir engür ezdi
Fakrı fahrı olmayan meyi n(e)eylersin
Pir sultanım eydur okur yazarım
Turap olup ayaklardan tozarım
Ezelden içmişim sermest gezerim
Pirden içilmeyen doluyu neylersin
Bizim demimiz evvelden ahire olan zamandır, bu zaman diliminde Ali olarak gelip Ali olarak gitmektir, Bizim Demimiz kıvama gelmektir, İnsani Kamil olmaktır, dönmek, don değiştirmek, Hakkın tözü olarak Hak ile birleşmek, bütün olmaktır, Bizim demimiz Devriyedir, olgunlaşmak, eriyip bir olmak ve yeniden doğmaktır. Var olanla birleşip birlik denizini oluşturup ummanlara yelken açmaktır. Bizim dolumuz bu birliğe olan aşkımızdır yoksa kimilerin bahs ettiği Rakı, Şarap değildir. Rakı-Şarap gönlümüzü mest etmez yapsa yapsa bizi yoldan uzaklara götürür. Bizim dolumuz öyle bir dolu’durki bu doluyu içenler beden örtüsünden azad olup yer ve mekan tanımaz, bizim Demimiz öyle bir Dem’dirki, yeryüzündeki bütün içkileri toplasanda böyle bir kıvama gelmezler, bizim kadehlerimiz aşk ile doludur, o ne yüce bir aşk’tırki bütün Evren bu aşka semah döner.
Yazar: AABF Inanc kurulu genel sekreteri Müslüm Kaya Dede
Bu makale Alevilerin sesi 152. (2011) sayısında yayınlanmıştır

İSLAMİYET VE ALEVİLİK Alevi İslam İnanç Hizmetleri Başkanlığı 

İslamiyet’ten önce insanları kasıp kavuran hurafelerin bir daha hiç kimseyi rahatsız etmemek üzere tarih sahnesinde, karanlıklar içinde kalmasını sağlayıp; bir güneş ışığı gibi tüm kâinatı aydınlatan İslamiyet, son peygamber Hz. Muhammed’in üstün insani özellikleriyle kısa sürede insanları irşat edip büyük alanlara yayılmıştır.Adaletsizlikleri önleyen, tüm insanların kardeşliğini savunan, evrensel insan haklarını berrak bir şekilde tüm insanlığa ulaştıran İslamiyet’in temel rehber kitabı olan Kuran-ı Kerim de insanı âlemin merkezine yücelten kutsal bir metindir.
“Ben sadece güzel ahlakı tamamlamak üzere yüce yaradan tarafından sizlere tebliğci olarak gönderildim” diyen Hz. Muhammed; gelir eşsizliğinden, cinsiyet ayrımcılığı dolayısıyla kadın sömürüsünden, haksız yere kazanç sağlayanlara kadar insanın, insan üzerindeki haksız hâkimiyetini kaldırmış, tüm insanların eşit ve bir olduğunu söylemiş ve tüm yaşamı boyunca bunu ahlaklı yaşamın esası olarak kabul etmiştir.
(Hz. Peygamber; Ben ahlak binasının son tuğlasıyım. Ahlak binasını sevmemek mümkün mü?)
Hiçbir soy ve boyun, hiçbir ailenin, zümrenin ve sınıfın birbirinden üstün olmadığını her gittiği yerde anlatan, her atadığı yöneticiye, komutana bildiren Hz. Muhammed, yeryüzünde tüm zamanların en dahi insanları arasında yerini alarak, kurmuş olduğu dinin tebliğcisi olarak bugüne kadar ve bundan sonra da sonsuza kadar anılmayı hak etmiştir.
Çeşitli ibadet anlayışlarıyla Tanrı’ya ulaşılması konusunda insana büyük bir özgürlük alanı bırakan İslamiyet, bugün ilk günkünden fazla çok büyük bir coğrafyada bir milyardan fazla insan tarafından bağlanılan, bir dindir.
İslamiyet’te Tanrıya varma ve ibadet uygulamalarındaki farlılıklardan dolayı birçok mezhep, tarikat ve inanç sistemi kurulmuş; kimi zaman şiddete varan uygulamalarla tek tip bir islami yorum yayılmaya çalışılmışsa da insanın ve toplumun sosyo/psikolojik yapısına aykırı olduğu için bunda başarılı olunamamıştır.
İslami kuralları temel rehber alarak kurulduğunu söyleyen kimi devletler, bu dinin tüm değer sistemlerini tahrip etme pahasına dini siyasallaştırmış ve dince kutsal sayılan değerleri kullanarak, samimi dindarları, dini farklı bir şekilde yorumlayanları büyük baskılar altında tutup onlara işkence yaparak, yüzyıllar boyunca bitmez acılara sebebiyet vermişlerdir.
İslamiyet’in kuruluşundan bu yana bin dört yüz yıl geçmiş olmasına rağmen hala günümüzde bile yaşanan sancılar vardır. Kadınlara recm (dince yasak sayılan şeyleri yapmasından dolayı taşlanarak öldürülmesi uygulanması), din adına büyük terörist saldırılarda bulunulup binlerce insanın ölümüne sebebiyet verme gibi kabul edilemeyecek ağır insan hakları suçları maalesef İslam adına işlemeye devam etmektedirler.
Demokrasinin ve laikliğin her ne kadar İslamiyet’le uyuşmadığı konusunda çok uzun yıllardan beri bir takım ön yargılı, maksatlı, yanlış açıklamalar ve bunu ispatlamak için çalışmalar yapılmışsa da; genel olarak şimdi çoğu bilim insanlarının, ilahiyatçıların, din âlimlerinin, inanç /kanaat önderlerinin de aktardıkları gibi; İslamiyet ile demokrasi ve laiklik uyuşmaktadır.
Net olarak görülmeyen tek nokta ise İslamiyet ve demokrasi, laiklik adına konuşanların bu gerçekleri bir türlü kabul edememeleri ve insanların huzurlarını kaçırmaktan çıkar ummalarıdır.
Bugün emsalsiz Ulusal Kurtuluş Savaşı Destanını büyük Türk milletiyle birlikte yazıp, sonsuza kadar yaşayacak bir Türk devleti kuran, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurmuş olduğu sistemde göstermiştir ki; demokrasi ve laiklik, İslamiyet ‘le çok güzel bir şekilde uyuşabilmekte, hatta bundan da insanımıza ve toplumumuza büyük yararlar doğmaktadır.
Bugün bizlere düşen İslamiyet’in yüce değerleriyle birlikte, demokratik laik devletimize Atatürk Devrim ve İlklerine sahip çıkmaktır.
İslamiyet’in tüm yüce değerlerini onun kurucusu olan Hz. Muhammed’den öğrenen Hz. Ali istisnasız tüm Müslümanların en çok sevdiği ikinci dini şahsiyettir.
İslamiyet’i ilk kabul edenlerden, Hz. Peygamber’ e en fazla yardımda bulunup, Kuran’ı Kerim’i en iyi şekilde yorumlayan kişi olan Hz. Ali; daha çocukluğunda haksızlıklara karşı çıkmış, putları parçalayarak inanç ve insan sömürüsüne karşı mücadeleye girişmiştir.
Kuran’da yerini alan, Veda Hutbesin’ de ve yüzlerce sahih (güvenilir) hadiste de belirtildiği gibi; Hz.Peygamber ve onun masum ve yüce ev halkı Ehlibeyt, yani Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz.Fatima, Hz.Hasan, Hz.Hüseyin (Pençe-i Ali Aba),tüm yaşamları boyunca, kendilerini izleyen 12 İmamlar, Kırklar gibi insanlığı yücelten tutum ve davranışlarıyla tüm Müslümanlara örnek olmuş kişilerdir.
Ehlibeyt’in ışığıyla yanan,nuruyla nurlanan ve kendilerine Alevi denilen Ali yanlıları, Hz.Ali’nin faziletlerini kendilerine örnek alarak yaşamlarını sürdürmektedirler.
Hz. Ali’nin; Mısır’a tayin ettiği Malik bin Ejder’e yazmış olduğu mektupta; “Oraya gittiğinde tüm insanlara hiçbir ayrım yapmaksızın hizmet götüreceksin, bu insanlar Müslüman olmuş, olmamış önemli değil”, diyerek yüzyılları aşan büyük erdemliliğiyle, yeryüzünün devlet adamlığının en üst mertebesine çıktığını göstermesi açısından çok önemlidir.
İşte Alevi İslam anlayışını benimseyen yeryüzündeki yüz milyonlarca insan bu yapısıyla Ali’yi, Ali görüp onun ev halkından yani, Alevi olmuşlardır.
O mazlumların şahı İmam Hüseyin’in babası, masumluklar timsali, anaların anası Hz. Fatıma‘nın eşi, Hz. Muhammed’in de canından bir can ve kandır.
Kendi soylarının iktidarını, çoğunluğun haklarını gasp etme politikası üzerinde kuran Emevilerin ve Abbasilerin yapmış oldukları zulümlerin de etkisiyle Ehlibeyt soyu Maveraünnehir’de Türk boylarının içine gizlenip, yaşama olanağı bulmuş ve varlığını sürdürebilmiştir.
Türk boyları Ehlibeyt’i sinesine sararak onların tüm erdemlerini de yaşamlarına geçirerek binlerce yıllık köklü inanç ve kültürel birikimleriyle İslamiyet’in Ehlibeyt yorumlarıyla derin bir şekilde bütünleşmişlerdir.
Orta Asya ‘dan Anadolu’ya, Balkanlara doğru ilerleyen tüm Türk kavimleri işte İslamiyet’in batini, tasavvufi yorumla algılayan, dini her türlü zorlamaların, korkuların, kıyımların ötesinde, üstünde gören bir anlayışı geliştirmişlerdir.
Gönül kırmayı en büyük günah sayan Alevi İslam anlayışı çok açık ve nettir; ele, bele, dile sahip olunmasını; şeriat,tarikat,marifet,hakikat kapılarından geçilmesini, aklın özgürleşmesini,aklın imanla örtüşmesini,ibadeti bir tabu olmaktan çıkarıp,su güzelliğinde,ışık aydınlığında,toprak bereketinde,rüzgar duruluğunda yapılıp, vakitlere, mekanlara hapsedilmemesini; kadınıyla aynı mekanda ,sazıyla Kuran’ın surelerini yorumlayıp, Yunus Emre, Hacı Bektaş, Mevlana gibi filozofların öğütleriyle sohbet edilerek; güzellikler anlatılarak, gör sen o zaman dini, İslamiyet’i, diyen anlayışla İslamiyet’e yer yüzünde en özgürlükçü yorumu getirmiştir.
Alevi İslam anlayışında en temel değer insandır. İnsan yüceldikçe, din de yücelir. İnsana değer verdikçe, din de değer kazanır. İnsansız bir dünya, bir yaşam olmayacağı gibi,insansız bir inanç da olamaz.Yeryüzündeki tek bir kul,insan olarak bir diğerinden üstün değildir.Yeryüzündeki yetmiş iki millete bir nazarla bakmak Alevililiğin olamazsa olmaz ilkelerindendir.
Alevi İslam inancının en temel düsturu temiz ahlaktır. Arsız, hırsız,cani insanlıktan çıktığı gibi Alevi de olamaz.Alevi,Bektaşi,Mevlevi Ali yanlısıdır.Ali gibi yaşayandır.Ali’nin yolundan gidendir.
Doğruluğu ilke edinmiş insandır. Bir başkasını inciten, ibadete yani ceme bile alınmaz.
Tüm esnaf sisteminin Alevi İslam inancının öngördüğü şekliyle iyi, temiz,güzel ürün üretip halka yaralı olma anlayışından hareketle kurumlaşan Ahilik; temel kurucularının felsefi yaklaşımlarıyla sadece bir üreticiler birliği olmanın çok ötesine geçmiş ,erdemli,ahlaklı,edepli bir toplum yaratılması konusunda en temel sosyal sistem oluşturulmuştur.
İyi ürün üretemeyenlerin “papucu dama atılırken”siftah yapıp işlerini yoluna koyan bir iş sahibi, komşusu eğer siftah yapmamışsa, maddi bakımdan kötü durumdaysa müşterisini ona yöneltir,ona yardımcı olur.
Türk törelerinden akıllılık, kardeşlik, fetalık,kahramanlık değer sistemlerine bağlı olarak tüm Anadolu’da çok büyük bir örgütlenme teşkilatı kuran Ahilik sistemi aynı zamanda yurdun işgale uğraması durumunda da en büyük karşı güç olmuştur.

İşte Alevilik bu değerlerin adıdır. Bu değerlerle bezenmenin adıdır. Ahlaklı, namuslu ve şerefli yaşamın adıdır.
Bu değerlerle yaşamı yüceler yücesi Allah cümlemize nasip eylemesi niyazı ile gerçeğe Hû….

ALEVİLİK NEDİR ( Alevi Islam Din Hizmetleri – CEM Vakfi )
ALEVİLİK TÜM YARATILMIŞI KUCAKLAR

Alevi İslam anlayışı; İslamiyet’in Kuran’a dayalı, Hz. Muhammed’in buyruklarına göre İslam’ı evrensel boyutuyla yorumlayıp, insanlığa yeni kapılar açan büyük düşünce felsefesine yol veren, ilahi Tasavvuf anlayışı ile hayat bulan bir inanç bütünlüğüdür. Hiçbir şekilde ırk, renk ve cinsiyet ayrımı yapmaksızın, yeryüzünde yaşayan tüm insanların, hatta tüm canlıların yüce yaratanın tecellisi olarak görülmesi, ilkesinden hareketle, tüm yaratılmışların aynı kutsal değerde olduğunu savunan ince tasavvuf anlayışında yaşamın anlamı; kâinatla beraber tüm canlılar, Tanrı’nın özünden yaratılmıştır. Bu nedenle hiçbir şekilde, hiçbir insanın, hiçbir canlının bir diğerine üstünlüğü söz konusu olamaz. Her şey birbirini tamamlar.
Alevi İslam anlayışı; Hoca Ahmet Yesevi, Ebul Vefa, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Mevlana, Pir Sultan Abdal ve Anadolu erenleri, Kuran’ı en iyi yorumlayan hikmet sahibi velilerin görüşlerinden
ilham alarak, hayat alanı bulmuştur. Anadolu’yu İslamlaştıran bu yorumdur. Anadolu’dan da Balkanlara ve Budapeşte ye kadar giden İslam anlayışıdır. Kuran-ı Kerim’in Maveraünnehir’deki Türk kavimlerince uygulanan, yorumlanan oradan da göçler yoluyla, yol boyunca gördüğü güzellikleri de içerisine katarak, Anadolu’da serpilen gerçek kimliğini bulan ve Viyana’ya kadar giden İslam anlayışının adıdır. Alevilik; bu anlayışı ile, özünü insan sevgisinde bulan, Tanrının insanda tecelli ettiğine, Tanrının zerresinden oluştuğuna inanan, İnsanı incitenin, Tanrıyı incitmiş gibi sayılacağına, Tanrının tüm âlem Tanrısı, Kuran’ın tek muhatabının insan olduğuna, “Yasin!” yani “ey insan” diye hitap edip, insanın rengine, ırkına, kavmine göre ayrımın yapılmadığı ve herkesi kucakladığına inanmanın adıdır.

Kadın erkek ayrımı yapmadan, Kuran’ı sazıyla, semahıyla, yorumlayıp yaşamanın adıdır Alevilik; Ayrım yapmamanın ve her varlık da, Tanrının mevcudiyetini gören “Vahdeti Vücut esasına dayanan inanç sistemi”dir.

“Ete kemiğe büründüm, Yunus gibi göründüm” deyip Kuran’ın özüne inanmanın adıdır.
Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin tüm insanlığa örnek yaşamlarını kendilerine rehber edinen Alevi İslam anlayışına sahip Alevi, Bektaşi, Mevlevi ve Hatay Alevileri gibi çeşitli isimler altında bir topluluk olarak nitelendirilseler de özde aynı kaynaktan beslenmektedirler. Bir nehrin en berrak olduğu yer kaynağıdır. Bu kaynaktan beslenen, dünyada sayıları on milyonlarca olan, çok büyük bir kitle, bugün de aynı büyük erdemlere sahip olarak, çok geniş coğrafyalarda yaşamlarına devam etmektedirler. Alevi İslam anlayışı, İslamiyet içinde öyle bir yorumdur ki, daha ilk gün tebliğ edildiği andaki sıcaklığını taşır ve Alevi İslam anlayışına sahip milyonlarca insan da bu sıcaklığın beslediği bir tasavvuf anlayışıyla kainata bakar.
Alevi İslam anlayışı; İslamiyet’in Hz. Peygamber tarafından uygulanan ve yorumlanan şekli, Kur’anı Kerim’i de aklın öncülüğünde yorumlayarak, akıl ve mantığın rehberliğinde yaşamı düzenleyen bir anlayıştır. Yani her şeyin akıl süzgecinden geçerek rafine (saflaşmış) edilmiş hayat gerçeği..Ancak şüphesiz bunu söylerken aklı putlaştırmak gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Akıl ve inancın birlikteliği söz konusu..
Bu arada şüphesiz Alevilik temelde kendisine yol gösterici gerçek rehber olarak bildiği, Kur’an’ı Kerim’i, Hz. Peygamber’in yaşamını en iyi bilen ve yorumlayan yegâne varisi hakiki olan, Ehl-i Beyt’i seçmiştir.
Hz. İmam Ali, adaletiyle, insanları aydınlatmasıyla varlık bulandır. Çünkü, insanlar doğuştan eğer b,ilgi sahibi olsalardı, Allah, Peygamberleri vasıtasıyla kitap göndermezdi. Bugün Dede ve Baba dediğimiz Tasavvuf ateşinin yandığı mekânlar, kaynaklar olan ocak ve dergâhlarda pişen Aleviler, Bektaşiler, Mevleviler, Hatay Alevileri, yani Alevi İslam anlayışında olan tüm insanlara İslamiyet’in özü olan Alevi İslam yorumunun ilkeleri anlatılmış ve ibadetlerimiz de tüm güzelliği ile cemlerde bu şekliyle, insanlara aktarılmıştır. Bilgi ile aydınlatılmış, inanç ile yoğrulmuş, kendini bilen, ahlaklı, faziletli insan da yaradılışın da kendisine sunulmuş olan soyluluğunun bilinciyle donanmış olacaktır.
Temelini, güzel ahlaklı olma anlayışından alan, Alevi İslam inancına sahip insanlar, barış, hoşgörü, kardeşlik duygularıyla birbirine yaklaşıp, gönül kırmadan, kul hakkı yemeden, hesabını bu dünyada verebilme olgunluğuyla yaşayıp, bir erdemli insan olarak bu fani dünyadan bu olgun tavırlarla göçmeyi bu hale ulaşmayı hedeflerler. Amaç; eline, diline, beline sahip kâmil insan olmaktır.
ALEVİLİK, MAVERAÜNNEHİRDE Kİ TÜRK KAVİMLERİNİN YORUMUDUR
İslam, üç büyük yorumla hayat bulmuştur; Arap kavimlerinin yorumuna, Sünnilik, Farsların yorumuna; Şiilik, Türk kavimlerinin yorumuna da; Alevilik, denilmiştir. İster tek tanrılı semavi dinler, isterse çok tanrılı dinler olsun, iki ana kaynaktan beslenmişlerdir. Örf (kamu vicdanı), Nas (kitabi kaynak). Örfüyle bağdaşmayan din, yaşam hakkı bulamaz. Salt din yoktur. Her inanç bu kaynaklardan beslenmiştir.
Alevilik; tarihi gelişimi ve zaman süreci itibariyle: Kur’an’ı Kerim ve onu hayatlarında uygulayan Ehl-i Beyt soyunun , Maveraünnehir’deki Türk kavimlerine ilk elden anlatımı-yorumu- uygulaması sonucu hayata aktarılan ve bu gayretlerle gerçekleşen ve göçler sonucu, Küçük Asya denilen Anadolu’da hayatiyet ve gerçek kimliğini bulan, Viyana’ya kadar giden İslam anlayışının adıdır.
Türk yurtların da bu ışığı Ehl-i Beyt’ten sonra, o duru ve arı yorumunu, velayet makamında olan yani Veli dediğimiz Allah dostları günümüze kadar taşımışlardır.
Arap çöllerin de kılıç kokan, kin ve kan kokan, zulmü temsil eden inanç, nasıl oldu da buram- buram insan sevgisine dönüştü? Ve nasıl oldu da merkeze insan konulup, Allah’a giden yol insandan geçer anlayışı hâkim kılındı? Bu anlayış Allah ve peygamberden onay almış saf ve temiz insan sevgisidir.
Bu yüzden Hz. İmam Ali, Hz. İmam Hasan, İmam Hüseyin ve sayısız Allah dostları şehit edilmişlerdir. Bu sebeple Mansur’un başı kesilmiş, bu gerekçeyle Nesimi’nin derisi yüzülmüştür.
Bundan ötürü; binlerce insan kanı akıtılmıştır. Ama, inanan insana ne önem arzeder ki! Ölüm sevgili ise, ona dönmek, ona gitmek, onunla bütünleşmek, Mevlana’nın da dediği gibi ona ulaşmak “Şeb-i Arus” yani, düğün ve bayram ise sevgiliden kim korkar ki? Korku cahil ve cühelanın işidir.
Ölüm korku değildir. İnancını ve fikirlerini savunup sonunda da insan ölecekse, o ölüm Tanrı ile bütünleşmektir. İnsan bütününden, tamlığından korkar mı? Korkmamışlar ve canları pahasına, yanan ışığı günümüze söndürmeden taşımışlardır.
Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber,
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber.
Alevilik, İslam’ın doğru yorumudur dedik. Niçin, doğru yorumdur? Çünkü, İslam son dindir, artık başka din gelmeyeceğine göre, o din tüm alemi kucaklamalıdır. Tüm insanlığı kucaklamalıdır. Rengi, ırkı, şekli ne olursa olsun ayırmadan kucaklamalıdır.
Çünkü, Tanrı, “Rabbül Alemin”dir. Yani “Alemlerin Rabbi”dir. Onun son peygamber olarak gönderdiği Hz. Muhammed Mustafa da “Alemlerin rahmeti”dir.
Bu mesaj tüm insanlığadır.Yalnız, Arap’a, Türk’e, Laz’a, Çerkez’e değil, tüm insanlığadır.
“Allah’ın indinde din İslam’dır.” (Ali İmran,19)
İslam nedir? Allah’ın birliğine inanıp iman etmek ve teslim olmaktır. Hz. Muhammed’in getirdiği din yeni bir din değil, Allah’ın birliğini tanıyan semavi dinlerin tamamlayıcısıdır.
Kur’an buyurur ki: “Kim İslamiyet den başka bir dine yönelirse, asla kabul edilmeyecektir, onlar hüsrana uğrayacaklardır.”(Ali İmran,85)
Bu ne demektir? Allah’ın birliğini tanımayan, puta ve heykellere tapan ve Allah’a eş koşanlar hüsrana uğrayacaklardır, diyor. Allah’ın birliğini tanıyanlara verilen bir mesaj yoktur. Çünkü onlar Allah’ın dini ve emri içindedirler.
Öyleyse Tanrı herkesin tanrısıdır. Bizlere düşen de Kur’an’ı tüm alemi kucaklayacak şekilde yorumlayıp, yaşamalıyız.. Çünkü Kur’an, son Tanrı mesajıdır. Hz. Muhammed son peygamberdir. Başka peygamber gelmeyecek, başka Kur’an olmayacağına, ademe yollandığına göre, her kesin Kutsal kelamıdır. Herkesi kucaklamayacak şekilde yapılan yorumların tümü yanlıştır.
İşte Türk kavimlerinin özelliği, bunu keşfetmiş olmalarıdır.
Bilmek istersen sen seni
Can içinde ara anı
Geç candan bul onu
Sen seni bil, sen seni.
(Hacı Bayram)
Bu da neyi zorunlu kılıyor? Aklı. Yani tüm yaratılmışlardan farklılığımız olan insan aklını.
Kur’an da bunun altını çizmektedir.
Hz. Peygamberimiz de buyurur ki: “Kişinin dini aklıdır, aklı olmayanın dini yoktur.”
Akılla Tanrı bulunup, bilineceğine göre, bütün bu birleştiricilik ne ile sağlanacaktır? Sevgi ve insanın bir Tanrı zerresi oluşuyla sağlanacaktır.
Herkes de Tanrıdan bir parça ise, kimsenin kimseye bir üstünlüğü yoktur.
Şu beyaz ırktandır, şu sarı ırktandır, şu kara ırktandır, şu Kızıl deri ırkındandır. Hayır, insan ayrımı asla yoktur. Herkes Tanrı’nın kuludur. Onun zerresinden oluşmuştur. Onun yeryüzünde ki halifesidir.
Alevilere göre üç tür kitap vardır:
1-Kitab-ı tekvin: Kâinat- Âlem.
2-Kitab-ı tenzil: Kelâmullah (Allah kitabı)
3-Kitab-ı Natık: İnsan-ı Kamil.
Evet, Kitab-ı Natık; insan-ı kâmildir. İnsan-ı Kâmil de, on sekiz bin âlemdir.
Yani:“Ete kemiğe büründüm, Yunus gibi göründüm.” Demenin adıdır. Bu da Kur’an’ın özü ve asıl verilmek istenen mesajıdır. Bu mesajda her şey saklıdır.
Sevap istersen öldür yalanı
Cennet istersen incitme canı.
(Selman Cemali baba)
İşte farklılık ve doğruluk derken bunu kastetmekteyiz. Yunus’un gözüyle tüm âleme bakarsan yorum doğru olacaktır. Bu görüş, Hz. Muhammed’in Hz. İmam Ali’nin ve Şah Ahmet Yesevi’ den gelmiştir. Onun için Asya kavimlerinde o yırtıcı, vahşi, barbar sanılanlar aslında en uygar, en hümanist, en insancıl, insanlığı en fazla kucaklayanlardır.
Gönül yap hatırın hoş tut; sakın incitme bir canı
Ki her kim her kime her ne eder; kendi bulur onu
Dilin hıfz eyle, halkın ayıbını örtüp, iyiliğin söyle
Güzel söz söyle halka yüzde, gaybet de sena eyle.
(İbrahim Hakkı)
Alevilik işte buradan geliyor. Yani özünü insan sevgisinde bulan, Tanrı’nın insanda tecelli ettiğine, Tanrı’nın zerresinden oluştuğuna inanan, onun için de insanın ölümsüzlüğüne inanan, inanç biçimine Alevilik denir.
ETE KEMİĞE BÜRÜNMEK VE İNSAN GÖRÜNMEK
“İslam’ın değişik hükümlerle, değişik kavimlerde Hz. Muhammed’in özellikle Hakk’a yürümesinden sonra, farklı bir biçimde yorumlanması kaçınılmazdı. Çünkü Kuran-ı Kerim Tanrı kelamıdır. Tanrı’nın kendi sesidir. Ama bu sesi, bu söylenen mesajı, cümleyi herkes kendi aklınca, kendi kapasitesince algılar. Bunu algılarken de o akla algılama biçimini ve kapasitesini veren, içinde yaşadığı toplumun koşullarıdır. O kişinin örfleri, o kişinin teamülleri, o kişinin yapısı ve bu yapının algılamada ki rolünü inkâr etmek, göz ardı etmek mümkün değildir.
Mümkün olamadığı için de Arap kavimlerinin kendi içlerinde dahi Kuran-ı farklı yorumlamaları ne kadar olağansa, o coğrafyadan uzaklaştıkça, yani Kuran’ın indiği bölgenin dışına çıkıldıkça Maveraünnehir’e geldikçe, İran’a doğru gidildikçe, Anadolu’ya gelindiğinde, farklı yorumlara tabi olması da kaçınılmazdı ve de böyle olmuştur. Özellikle yüzyılı aşan bir süre geçtikten sonra,
Maveraünnehir’deki kavimlerin Kuran-ı Kerim’i kabul etmeleri, İslam olmayı kabul etmeleri, yine bu Tanrı mesajını temel veriden hareketle; yani her insanın algılama kapasitesini oluşturan beyinsel yapısını oluşturan, onun yorum kapasitesini oluşturan, örfü adeti geleneği, teamülü çerçevesinde Kuran-ı Kerim’i algılaması kaçınılmazdı ve öylede oldu. O tarihte Maveraünnehir de saz vardı, bugünde var. Semah vardı, bugünde var.
O semahlarla, sazlarla Kuran-ı Kerim’i aynı kavimlere intikal ettirmeleri gayet doğaldır. Daha doğru algılamaları ve yorumları da doğaldı. Çünkü Hz. Muhammed’in peygamber olmasına rağmen, Arap Yarımadası’nda bulunduğu coğrafya ve halk içerisinde Kur’an mesajlarını verirken, o halkın kendi örflerinden sıyrılarak, Tanrı mesajını Tanrı’nın istediği şekilde algılaması şansları çok daha zayıftır.
Çünkü örf, ilk günlerde çok daha güçlüdür. Mesajın örfün üstüne çıkarak yeni alışkanlıklar getirmesi, son derece zordur. Örnek olarak kadını verebiliriz. Kadın, bir hiç olarak kabul edilirken, bir meta bile kabul edilmezken, orta malı sayılırken, hayır tek eşli evlilik olmalı ya da kadın erkekle aynı yerde, aynı değerde olur dediği zaman, İslamiyet’in orada yaşama şansı olamazdı. Ancak halkın içine sindirebileceği, kabul edebileceği bir noktaya kadar yaklaşımı benimsetebilir ki aynen böyle de olmuştur. Arap kavimlerinin evliliği dört kadına indirgemiş olması, o günün şartlarında olağanüstü büyük bir değişim olarak görülmelidir. Hz. Muhammed, ihtilalcidir, her peygamber gibi yeni şeyler getiriyor, temel esaslar getiriyor. İslam’a göre Kadın, bir meta bile değildir. Bir bez parçasının bile değeri vardır; ancak o günün arap cahiliyesin de kadının değeri yoktu. Çünkü istendiğinde kolayca boşanılıp sokağa bırakılabiliyordu.

Arap anlayışına göre kadının, hiçbir değeri yoktur. Eşyadan veya kendince önemli bir şeyden vazgeçmiyor; ama kadından vazgeçebiliyor. Böyle bir ortamda Hz. Peygamber’in dört kadınla evliliği sınır olarak koyması ve kadına bir statü kazandırması, büyük bir ihtilaldir. İhtilaldir; ama Kuran’ın asıl mesajı omu dur ? Kadınla ilgili kadın hür bir insan konumundadır. Yoksa Maveraünnehir’deki insanların, yani yüzlerce kilometre Arap Yarımadası’ndan uzaklaştıktan sonra, yeni kavramlarla yaşayan başka bir toplum modeline sahip olan bir toplumda, Kur’an mesajı daha mı doğru algılanıyor? Elbette bu İkinci yorum doğrudur. Daha doğru algılanıyor. Çünkü ne demek istiyor, Tanrı bu mesajında dendiğinde, onun o mesajı daha doğru yorumlama şansı daha fazladır. Bu da kavimlerin kendi yapılarından kaynaklanıyor. Çünkü kadın orada bir hatundur. Hakan vardır; ama yanında hatunda vardır. Öyle, paçavra gibi değildir. Kadınla ilgili Kuran’da ki hükmün oradaki yorumuyla, Arabistan’daki kadın yorumu birbirinden farklıdır. İşte, Alevilik burada vardır.
Hz. Ali’nin yorumu, Hz. Muhammed soyunun Kur’an yorumu daha doğrudur. O kadar doğrudur ki, o sülaleden kimseyi yaşatmamaya gayret etmiş siyasi iktidar sahipleri; çünkü işlerine gelmemiş, Kuran-ın mesajını doğru anlamak. Onun içinde çok büyük çoğunluğunu şehit etmişler. Kaçabilenler, Maveraüünehir’e, yahut Kuzey Afrika’ya başka ülkelere sığınmışlardır. Maveraünnehir’de yaşama şansını bulmuşlar, Hz. Muhammed’in soyundan gelenler. Arabistan’da kalmadığını söylersek, mübalağa etmiş olmayız. Çünkü siyasi iktidarların işine gelmemiştir. Onlar, doğru bildiklerinden ve Kuran’dan ayrılmamaya karalı ve bu uğurda hayatlarını vermeye hazır oldukları için, hepsi de şehit edilmişlerdir.. Kaçabilenler Maveraünnehir’e gelebilenlerdir. İşte dedeler dediğimiz olayda buradan kaynaklanıyor.
Yani Maveraünnehir’e gelip, orada Türkler, Türk kavimleri arasında yaşama şansı bulan İmam Zeynel Abidin Kerbela’da tek sağ kurtulandır. Bebeği gelip götürenler Türkmenlerdir. Türkmenistan’dan gelenlerdir. Orada büyütüyorlar. Hz. Muhammed soyu orada yaşamaya devam ediyor. Göç hareketiyle birlikte de “Dede” ismiyle de kendi kavimleriyle beraber göç edip gelenlerde o insanlardır. Sayıları fazla değildir. Yani bu, Aleviliğin doğuşu; Hz. Peygamber, Hz. Ali’nin Kuran-ı yorumlayışlarını Türk kavimlerince kabul ediliş, uygulama biçimidir. Arap Yarımadası’ndaki Kuran yorumundan farklılığı buradandır.
Neden doğru yorum yapılmıştır? Çünkü İslam, son din olduğu için, bütün insanlığa yollanan bir mesaj var: Tanrı’nın mesajı. Yani yalnız, Arap’a, Türk’e, Laz’a, Çerkez’e değil, tüm insanlara mesaj var. Onun için Rabbülalemin’dir, Kur’an-daki isimi Tanrı’nın. Yani Rabbülmüslimin değildir. Yani Müslümanların Tanrı’sı dememiştir. Tanrı, herkesin Tanrı’sıdır. Kur’anla yolladığı mesaj insanların tümünedir. Kur’an-ı yorumlarken de insanlığın tümünü kucaklayacak şekilde yorumlanmalıdır. Eğer mahalli ya da yöresel bir yoruma sizi itiyorsa, biliniz ki o yorum yanlıştır. O Kur’an’ın doğru yorumu değildir. Yanlış yorumudur. Niye? Çünkü Kur’an’ın ortaya çıkış nedeniyle gelişir. Kur’an son Tanrı mesajıdır. Hz. Muhammed son peygamberdir. Başka peygamber gelmeyeceğine, başka Kur’an olmayacağına, Âdem’e yollandığına göre herkesin Kur’an-ıdır bu. Herkesi kucaklayacak şekilde yapılmayan yorumların tümü, yanlıştır. Türklerin Türk kavimlerinin özelliği, bunu keşfetmiş olmalarıdır. Bu da neyi zorunlu kılıyor? Her şeyden önce akıl verdim diyor, Kur’an-da Tanrı akılla bu yola varacaksın, diyor. Bütün bu birleştiriciliği ne sağlayacaktır? Sevgi ve insanın Tanrının zerresinden oluşu. Herkeste Tanrı varsa, kimsenin kimseye karşı bir üstünlüğü yoktur. Fiziksel, fizyolojik üstünlüğü yok. Herkes O’nun kuludur, O’nun zerresinden oluşmuştur, O’nun halifesidir. İnsandır. O’nun halifesi. “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm”, Kur’an-ın özü budur. Koca bir kitabın böylesi, nefis bir biçimde özetlendiği bir başka beyit her halde yeryüzünde olamaz. Yani Kur’an –ı, Yunus gözüyle bakılarsa, doğru yorumlanır. Alevilik, işte buradan geliyor. Yani özünü insan sevgisinde bulan, Tanrı’nın insanda tecelli ettiğini, Tanrı’nın zerresinden oluştuğuna inan onu içinde insanın ölümsüzleştiğine inanan, inanç biçimle Alevilik denir.

ALEVİLİĞİN TEMEL KURALLARI

1- Tevhid: Allah’ı tanımaktır. Tektir. Evreni o yaratmıştır. Her şey ona muhtaçtır. Rahim ve Rahman olan odur. Esirgeyen bağışlayan da odur. Ondan öncesi ve sonrası yoktur.
Sevmek için evreni, sevilmek için insanları yaratmıştır. Tevhid hakkında Kur’an da pek çok ayet vardır.
2- Adalet : Allah’ın koyduğu yasanın adıdır. Tanrı’da koyduğu bu yasaya kendiside uymuştur. SIRATEL MÜSTAKİM denilen yolda TANRI ile İNSAN buluşmuştur. Aynı yolun yolcusu olmuşlardır. Eylemlerinde adaletli olmayan insan İslam olamaz. Teslim olmaktır. İlahi yasaları koruyan odur.
Ali İmran 108
“Allah alemlere zulüm istemez.”
Yunus 44
“Allah insanlara hiç zulüm etmez, fakat insanlar kendilerine zulmeder.”
3- Nübüvvet: Peygamberliktir. Peygamberliğe ve Hz. Muhammed’in sonunculuğuna inanmaktır. Ondan önceki peygamberlere ve kitapların ilahi olduğuna inanmaktır. Kur’an Hz. Muhammed (SAV) inmiş Tanrı buyruğudur. Son ilahi kitaptır. Bu inanç Nübüvettin temelidir.
Bakara 285
“Peygamber ve müminler, Tanrı’dan kendilerine indirilen Kur-an’a iman ettiler. Hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. Peygamberlerin hiç birisini, birisinden ayırt etmeyiz. Duyduk ve itaat ettik.
4- İmamet: Nübüvetle (Peygamberlik) gelen Allah emirlerinin, peygamberin Hakka yürümesinden sonra devam ettiren makamdır. Tanrı ilahi emirlerini elçileri ile insanlığa bildirir. Bu emirlerin sürekliliğini sağlamak için imamlık meydana gelmiş. Bu ilahi yasalar peygambere uyan imamlar tarafından uygulanmıştır.
Enbiya 107;
“Ey Muhammed! Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.”
Peygamberden sonra imamların ve olardan sonrada bu kutsal makamın devamını onların soyundan gelen seyitler yerine getirmiştir.
Enbiya 73
“Onları emrimizle doğru yol gösteren imamlar yaptık.”
Furkan 74
“Ve bizi takva sahiplerine imam yap derler.”
Bakara 124
“Zalimler benim imametime nail olamaz.”
5- Mead: Sonuç anlamındadır.
Ölümden sonraki sonuç yaşayan insan tabliki yaptıklarından sorumlu tutulacaktır. Kötülüğünün ve iyiliğinin karşılığını görecektir.
Ölümden sonra yargılama yapılacaktır. Kazandığı amelle sorgu sual edilecektir.
Kıyamet 1
“Yemin ederim kıyamet gününe.”
Bakara 28
“Allah’ı nasıl inkar ediyorsunuz ki siz, ölü idiniz. O sizi diriltti. Yine dönüş ona olacaktır.”
Ali İmran 25
“Onları geleceğinden şüphe olmayan kıyamet gününde topladığımızda, herkese dünyada yaptıklarının karşılığı verilecektir. Kimseye zulmedilmeyecektir. Dünyada kazandıkları kendisine tamamen ödendikten sonra, o vakit halleri hasıl olacak.
Kaynağı Kur-an olan bu beş koşula İslam’ın temeli (usuli din) oluşturur. Bu koşullara inanamsı ve kabul etmesi gerekir. Allah-Muhammed-Ali üçlemesinin makam ve varlık olduğu görülür. Birisinin (adalet) yasa, mead’in ise yasanın uygulanması sonucunda meydana gelen eylemler için verilen karar.
Makam ve varlık olarak görülen bu 3 koşul Tevhit, Nübüvvet, İmamet’tir.
Tevhid, Allah’tır. Nübüvvet, Hz. Muhammed’dir. İmamet ise imamların atası olan Hz. Ali’dir.
Bu üç koşula uymamızı gerektiren ayet
Maide 55
“Sizin (uymanız gereken) veliniz Allah2tır. Peygamberidir ve rükuda iken zekat verendir.”
Tevhidi, Nübüvveti, imameti temsil eden bu üç ismi birlikte anmak Tasavvufun temel felsefesidir. Bu üç kutsal varlığa inanmak ibadettir. Sevgidir. Sevmenin en yücesidir. İnsanı kurtaracakta bu sevgidir. Alevilikte inancın özü sevgidir. Sevgisiz inanç makbul değildir. Kurtuluş bu üç varlığa riyasız bağlanmaktır.

Kaynak: Haydar Kaya

Alevilik nedir ? Kanada Alevi Kültür Merkezi

Alevilik nedir ?

Alevilik nedir? Özellikle konunun serbestçe tartışılmaya başlandığı son yıllarda çok farklı görüşlerin ortaya atılması, işin aslını bilmeyenlerin ve araştırmayanların kafalarını oldukça karıştırdı. Kulaktan kulağa nakledilen deyişler ve sohbetlerden başka somut kaynağı olmayan bu öğretiyi istedikleri yöne çekmek isteyenler ve yönetenler için çok cazip bir ortam meydana geldi. Burada dilimizin döndüğü kadar şu anda ortaya atılan Alevilik yorumlarına değinecek, analiz etmeye ve örneklerle Aleviliği açıklamaya çalışacağız.

Alevilik – Bir Anadolu İslam sentezi

Önderliğini Cem Vakfı’nın yaptığı bu fikre göre Alevilik tamamen İslamla içiçe olan ama Anadolu inanışları ile kaynaşmış, insani değerleri öne çıkaran, temelde son büyük halife Hz.Ali’ye verilen aşırı önemle diğer İslami mezheplerden ayrılan bir dini öğretidir. Adını bile Ali’nin yolundan giden, Ali’nin evine bağlı olanlar anlamına gelir. Büyük İslam alimi Ahmed Yesevi’nin müridi olan Hacı Bektaşı Veli tarafından Anadolu’da yayılmıştır. Hz. Muhammed’e, Kuran-ı Kerim’e ve diğer büyük halifelere saygı ve sevgileri, öteki tarikatlardan farklı değildir. İslamın bir yorumu, onun bir kolu olduğu ve cumhuriyetin belkemiği oldukları Türkiye’de yaşayan Alevilerden de alınan vergilerle ayakta durduğu için mevcut bulunan T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde Aleviliğe de yer verilmeli ve Alevilik de bütçeden payına düşen parayı alarak kendi ibadet yerlerinin inşası, Alevi din adamlarının yetiştirilmesi ve bilimsel araştırmalar için kullanabilmelidir. Bu yaklaşıma göre Alevilik malesef tarih boyunca yanlış anlaşılmıştır ancak devletin ve toplumun yapacağı olumlu gelişmelerle Alevilik hak ettiği yere getirilebilir. Zaten devlet Alevileri artık tehlike olarak görmekten vazgeçmiş, Aleviliğin gelişmesi için harekete geçmiş, toplum arasında Aleviler hakkındaki olumsuz kanaatler silinmeye başlamıştır.

Alevilik – Şiiliğin daha ılımlı Anadolu yorumu

Ehlibeyt Vakfı tarafından ortaya konan bu görüşe göre Hz.Ali’yi yüceltmeleri, 12 imama ve ehlibeyte derin saygıları ve daha pek çok ortak yönü ile Alevilik, Şiiliğin İran’dakine göre daha ılımlı hale gelmiş şeklinden başka birşey değildir. Zaten tarihe bakılacak olursa, Osmanlı baskısı altındaki Anadolu Aleviliğine kol kanat geren hep ve sadece İran Şiileri olmuştur. İran Şiileri ile kurulacak sıcak ilişkilerin Aleviler için manevi ve siyasi kazançlar getireceği öngörülmektedir.

Alevilik – Pek çok dinin, inanışın sentezi olan kendine özgü evrensel bir yaşam felsefesi

Orta Asyadan gelen Türkmen aşiretler oradaki inanç ve geleneklerini de Anadolu’ya getirmişler hatta bu uzun yolculuktan evvel ve yolculukları sırasında ilişki içine girdikleri diğer toplulukların kültürlerinin olumlu, olumsuz yönlerinden etkilenmişlerdir. Güneşe, ateşe ve kadına saygıları, ruhun ölümsüzlüğüne inanmaları, saz eşliğinde ibadet, kaman veya şaman dediğimiz sözüne saygı duyulan erdem ve keramet sahibi liderleri olması burada sayılabileceklerden sadece bazılarıdır. Yani Alevi inancının kabul görüp serpileceği alt yapı yüzyıllar öncesinden bir derece de olsa şekillenmişti. Araştırmacılar tarafından Hindistan’dan Mısır’a kadar büyük bir coğrafyayı dolaştığı tahmin edilen Hacı Bektaş’ın Anadolu’ya yerleşerek inancını burada yayması, Ahmed Yesevi’nin attığı asasını getirmesi için Hacı Bektaş’ı güvercin kılığına sokarak buralara göndermesiyle açıklanacak kadar basit bir tesadüf değildir. Ahmed Yesevi ve Hacı Bektaşı Veli’nin aynı yüzyılda bile yaşamamış olması olayın doğruluğunun ne derece olduğunu ispata yeter. Fikirleri karşılaştırıldığında ya Hacı Bektaşı Veli’nin öğrettiklerinden birşey almadığı yada öğrendiklerini tatbik etmediği görülür. Şekilci ibadet, cennet-cehennem olgusu, meleklerin şeytanın varlığı İslamda anlatıldığı şekilleri ile Alevilikte kesinlikle yer almaz. Sadece ‘Enel Hak’ anlayışını bile İslam’ın hiç bir yerine koymak imkansızdır. Burada amaç Alevilikle İslamı karşılaştırmak değildir. Alevilik kendine has bir inanç ve yaşam tarzıdır. Ancak İslam’ın bir kolu olarak görülmesi yanılgısını açıklamak için karşılaştırmaların genellikle İslam’la yapılması kaçınılmaz olmaktadır. Yoksa yukarıda saydığımızı pekçok unsurun diğer büyük dinlerde de (Hristiyanlık, Musevilik, vb.) bulunduğu ve bu yüzden Alevilikle aynı platformda değerlendirilemeyecekleri ortadadır. Belkide bu yüzden karşılaştırmaları bırakıp Aleviliğin nasıl bir inanç olduğunu tartışmak, her ne kadar böyle bir ihtiyaç olmasa da hangi dinin neresinde yer bulabileceği kararını okuyucuya bırakmak en doğru yaklaşım olacak.

Tasavvufi Alevi inancına göre daha kainat ortada yokken, Hakk kendi güzelliğine sevgisinden coşmuş ve bu güzelliği paylaşma gereği duymuş, Külli Akıl (Ali ile sembolize edilir) yardımı ile Külli Nefs’i(Muhammed ile sembolize edilir) kullanarak tüm görünen kainatı yaratmış, ona şekil vermiştir. Bu maddi alem ile kendisı arasına bir sır perdesi koymuş ve varlığının, büyüklüğünün, güzelliğinin anlaşılmasını Külli Akıl’dan da pay verilmiş olan yarattıklarına, özellikle en değerlisi olması dolayısı ile insana bırakmıştır. Zira hem varlık unsuru hemde ruhu insana Hakk tarafından verilmiştir. Yani tasavvufa göre yaradılışın yani görünmezin görünür olmasının nedeni aşktır. Aşk parladığı zaman Hakktan başka hiçbir şey bırakmadığı için onu vasıtasız bilme halidir. Ancak insanda bu yetenek uykudadır çünkü ruhun dış dünyaya açılan penceresi durmundaki insani akıl henüz maddi evreni kavrama telaşı içindedir. İnsani aklın saflığını bozan insanın yargılama özelliği sonucu hırs, öfke, kibir, bağlılık, kıskançlık gibi duygulara kapılır açar ve kalbindeki ilahi ışığı görmez. Böylece insan kendi ilahi varlığını veya ilahi olanın kendi içindeki varlığını unutur. Bu yüzden İnsan-ı Kamil olarak evrimini tamamlayıp tekrar ilahi varlığı tanıyabilmesi için insanın beşeri kişiliğinden vazgeçmesi gerekir. Kalbini her türlü kötülükten arındırmak, nefsini terbiye etmek, Hakkın parçası olduğu için kutsal gördüğü diğer insanların haklarına saygı göstermek, onları sevmek yaşamın asıl amaçlarıdır. Yaradılış Hakkın işiyken, Hakka ulaşmak insanın kendi çabasını gerektirir. İşte Alevilik öğretisi ve bunun görsel izahı sayılabilecek Cem töreni, bu ilahi varlığı insanlara hatırlatma görevini yerine getirir.

Alevi inancında amaç taşıdığımız bu ilahi güzelliğe layık olabilecek şekilde yaşayarak, o değerden birşey kaybetmediğini ispatlamak suretiyle Hakka geri dönmektir. İslam’da dahil diğer dinlerde bahsedilen cennet ümidi veya cehennem korkusu Alevi-Bektaşi inancında yoktur. Taşıdığı kutsallıktan dolayı insana saygı ve hizmet Alevi-Bektaşi inancında ibadetin ve inancın temelini oluşturur. Bu inanca göre içindeki ışıktan haberi olmayan insan ne kadar okumus olsada cahildir. Çünkü onun değer verdiği kalptir, gönüldür, candır. Can taşıyan her canlıya saygı ve sevgi esastır. Bir kişinin İnsan-ı Kamil olup olmadığı dışarıdan anlaşılamaz. Bu sebepten her Alevi-Bektaşi, kadın erkek ayırmadan gördüğü her insanın tanrısal olduğunu düşünmek zorundadır. Kendini gereksiz yere aç bırakmasının, yere yatıp kalkmasının, Kutsal olduğu varsayılan yerleri ziyaret etmesinin, kendisinin bile anlamadığı bir dilden Allah’a yalvarmasının ne Hakkın işine yaramayacağını ne de kendisini nihai hedefine ulaştırmayacağına inanır. Madem Hakk evreni güzelliği bilinsin, ona saygı duyulsun diye yaratmıştır, o halde asıl ibadet bu sebepten yarattığı insana hizmet etmek, sevgi ve saygı göstermektir. Allah maksadı korkulmak değil sevilmektir.

Daha da derinleştirilebilecek bu konuları biraz düşünür ve İslamla karşılaştırırsak aslında bazı noktalar haricinde Alevi-Bektaşi inancı ile İslam’ın pek alakasının olmadığını görürüz. Deyişlerde ve bu öğretide sık sık tekrarlanan Ali ve Muhammed unsurlarının bile tarihi kişiliklerle pek alakası yoktur. Onlar yaradılış ilkeleridir. Bazı Alevilerce Ali ayrıca örnek alınacak doğru insan (İnsan-ı Kamil) olarak değerlendirilir. Tüm bu noktalar düşünüldüğünde, biz kendimizi İslam’ın bir yerlerine koymaya çalışsak bile bu inançla İslam’ın bizi kabul etmeyeceği ortadadır.

Kanada Alevi Kültür Merkezi

Benim sadık yarim kara topraktır

Dost dost diye nice nicesine sarıldım
Benim sadık yârim kara topraktır
Beyhude dolandım (ey yar) boşa yoruldum
Benim sadık yârim kara topraktır kara topraktır


Nice güzellere (ey yar) bağlandım kaldım bağlandım kaldım
Ne bir vefa gördüm ne faydalandım
Her türlü isteğim (ey yar) topraktan aldım
Benim sadık yârim kara topraktır kara topraktır


Koyun verdi kuzu verdi verdi süt verdi verdi süt verdi
Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile döğme döğmeyince kıt verdi
Benim sadık yarim kara topraktır kara topraktır


Âdemden bu deme neslim getirdi neslim getirdi
Bana türlü türlü meyva yetirdi
Hergün beni tepe tepesinde götürdü
Benim sadık yarim kara topraktır kara topraktır


Karnın yardım kazmayınan belinen (ey yar) belinen
Karnın yardım kazmayınan belinen (ey yar) belinen
Yüzün yırttım tırnağınan elinen
Gine beni karşı karşıladı gülinen
Benim sadık yarim kara topraktır kara topraktır


İşkence yaptıkça (ey yar) bana gülerdi bana gülerdi
Bunda yalan yoktur herkes de gördü
Bir çekirdek verdim verdim dört bostan verdi
Benim sadık yarim kara topraktır kara topraktır


Havaya bakarsam (ey yar) hava alırım hava alırım
Toprağa bakarsam dua alırım
Topraktan ayrılsam (ey yar) nerde kalırım
Benim sadık yarim kara topraktır kara topraktır


Dileğin var ise (ey yar) iste Allah’tan iste Allah’tan
Almak için uzak gitme topraktan
Cömertlik toprağa (ey yar) verilmiş Hak’tan
Benim sadık yarim kara topraktır kara topraktır


Hakikat ararsan (ey yar) açık bir nokta açık bir nokta
Allah kula yakın kul Allah’ a
Hak’kın gizli hazi hazinesi gizli toprakta
Benim sadık yarim kara topraktır kara topraktır


Bütün kusurlarım (ey yar) toprak gizliyor toprak gizliyor
Bütün kusurlarım (ey yar) toprak gizliyor toprak gizliyor
Merhem çalıp yaralarım düzlüyor
Kolun açmış yollarımı gözlüyor
Benim sadık yarim kara topraktır kara topraktır


Her kim ki Olursa (ey yar) bu sırra mazhar bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser
Gün gelir Veysel’i (ey yar) bağrına basar
Benim sadık yarim kara topraktır kara topraktır
Benim sadık yarim kara topraktır kara topraktır

Alevilik nedir? Cemevleri Destekleme Derneği Berlin

Alevilik-Bektaşilik İslam içindeki Hakk-Muhammed-Ali yoludur. Kuralları ve uygulamaları Buyruk’ta yazılıdır. İnancın yaşandığı yerler Cemevi ve Meydanevi’dir…