Alevi-Bektaşi İnanç Sisteminde Ritüeller
Alevi-Bektaşi inanç sisteminin ibadet anlayışı, temelde tasavvufi bir karakter gösterir. İbadeti yalnızca dinî hayatın bir parçası olarak görmeyen Alevi-Bektaşiler için ideal toplum hayatını tesis etmeye dönük her türlü yapıp etme, olumlu davranış olarak kabul görülür ve ibadet olarak değerlendirilir. Alevi-Bektaşi inancının temel yazılı kaynakları arasında yer alan Buyruk’ta itikadî gereklilikler, üç sünnet ve yedi farz şeklinde belirtilmiştir. Sözü edilen üç sünnet: Tanrı’yı, Hz. Muhammed’i ve Hz. Ali’yi tanımak ve benimsemektir. Diğer gereklilikler ise sorgulamak, yaşama amacını belirlemek, odaklanmak, açar bulmak, kişinin içsel zenginliklerinin, öz varlığının ayrımına varması, toplumla bütünleşmek, uğraş edinmek, geçmişle barışık olmak, insana saygı duymak, toplumla uyumlu olmak, istemeyi bilmek ve yaşamı yarına ertelememek şeklinde sıralanmıştır (Bozkurt, 2015: 87-88). Bu bağlamda Alevi-Bektaşi inanç dairesinde ibadet anlayışının maneviyatın inşasına dönük olduğunu ifade etmek mümkündür. Dolayısıyla nefsin terbiyesine çabalamak, kul hakkı yememek, adil olmak, yardımlaşmak gibi için günlük hayat içerisindeki erdemli davranış örnekleri de Alevi- Bektaşilerce ibadet olarak kabul görür.
Alevi dindarlığı, büyük ölçüde sosyal gerçekliğe uyum sağlamaya yönelik olup pratikler odaklı bir yapı arz eder. Kendini dış dünyadan izole etme, korunma ve var olma çabasının Alevilerin günlük yaşamın ahlakî içerikle donatılmasına biçimsel dinî kaidelerden daha fazla önem vermesine neden olduğu ifade edilebilir (Kehl-Bodrogi, 2017: 117). Bu noktada, Alevi-Bektaşi sözlü kültür geleneği içerisinde yaşatılan Hacı Bektaş Veli’ye ait “Eline, diline, beline sahip ol!” şiarı , söz konusu inanç dairesinin ahlaki yükümlülüklerinin özeti niteliğinde olduğu söylenebilir. Eline sahip olmak ile hırsızlık yapmamak, diline sahip olmak ile yalan söylememek, beline sahip olmak ile de ahlaklı olmak kast edilmiştir. Bu düstura uygun bir yaşantı sürdürmek de Alevi- Bektaşiler tarafından ibadet statüsünde kabul görüp ibadet yaşantısının bâtıni ayağını teşkil eder.
Alevi-Bektaşi inancında kişisel ibadetin yeri, zamanı ve sabit bir şekli yoktur. Uygun zemin ve zamanda olduktan sonra Tanrı’yı anmak için her an, her şekil, her mekân uygundur. Burada önemli olan ibadet edecek kişinin ahlaki sorumluluklarını yerine getiren, doğruluktan, güzel ahlaktan yana bir kimse olmasıdır. Alevi-Bektaşiliğin toplu halde yapılan ibadeti ise cem ibadetidir. Cem, dinî bir içerik taşımasının yanında, sorunların tartışıldığı, sosyal barışın sağlandığı toplumsal bir dayanışma zeminidir (Doğan, 2013: 69, 70).
Birey Merkezli Ritüeller
Alevi-Bektaşi inanç dairesinin ibadet yaşantısını “birey merkezli ritüeller” ve “topluluk halinde yapılan ritüeller” şeklinde iki ayrı başlık altında ele almamız mümkündür. Bu noktada, bireysel olarak gerçekleştirilebilen ibadetlerin toplu biçimde de gerçekleştirilebilen formları varken toplu halde icra edilen ibadetlerin bireysel olarak yerine getirilemediği bilgisine yer verilmesi gerekmektedir. Alevi-Bektaşi ibadet yaşantısında bireysel olarak gerçekleştirilebilen ritüelleri: oruç, niyaz ve zikir şeklinde sıralamamız mümkündür.
Oruç
Oruç, Alevi-Bektaşi inancında da nefsin terbiyesinin amaçlandığı bir ritüelistik yapıdır. Buyruk’ta orucun doyumsuzluğu sorgulama, kendinde olanla yetinme bilinci olduğu kaydedilir. Alevi-Bektaşiler arasında oruç tutmak noktasında farklı uygulamaların olduğu görülmektedir. Özellikle tarihleri ve sürelerine ilişkin farklı uygulamalar bulunmakla birlikte Alevi-Bektaşilerce tutulan oruçlar: Muharrem, Medet- Mürüvvet, Hızır, Kırk Sekiz Perşembe, adak oruçları ve farklı sayılarda tutulan Ramazan orucu (1-3-9-30) olarak sıralanabilir. Bütün Alevilerin üzerinde ittifak ettikleri tek oruç, on iki gün süren Muharrem orucudur. Bunun dışında, çeşitli ocak ve yörelerde Muharrem’den önce de üç yahut iki gün oruç tutulabilir. Aynı uygulama farklılıkları, Hızır orucunda da kendini gösterir. Hızır orucu da çeşitli yöre ve ocaklarda üç yahut yedi gün tutulur (Turan-Üçer, 2005: 59). Oruç bahsindeki uygulama farklılıklarına dikkat çeken Orhan Türkdoğan da Muharrem orucunun süresi konusunda Alevi-Bektaşi gruplar arasında uygulama farklılıkları olduğuna işaret eder. Çepnilerin ve Tahtacıların Muharrem orucunu 11 gün tutup 12. gün bozdukları bilgisine yer veren Türkdoğan, Çubuk Havzası Alevilerinin ise dokuz gün oruç tutup onuncu gün aşure pişirip kurban kestiklerine işaret eder (Türkdoğan, 1995).
Alevi-Bektaşi inancında oruç tutma süreci, Muharrem olayının yaşandığı acı günlerin anısına dayanan toplu bir yas töreni gibi vuku bulur. Muharrem Orucu süresince eğlenceli konulardan uzak durulur. Şölene dönüşen iftar sofralarından ve gösterişli etkinliklerden kaçınmak suretiyle Kerbela olayının sembolik bir biçimde yasının tutulması söz konusudur. On İki İmamların sayısına paralel biçimde on iki gün tutulan Muharrem orucu, Kerbela kıyımının gerçekleştiği On Muharrem günü son bulur (Buyruk, 2015: 54). Muharrem orucunun tutulduğu Muharrem ayında Alevi- Bektaşilerin sosyal hayatını etkileyen çok sayıda inanma ve kaçınma mevcuttur. Sembolik bir yas süreci olarak geçirilen bu dönemde, haz duygusundan uzak durarak nefsi eğitmek esastır. Her türlü eğlenceden uzak durulan bu dönemde, et kesilmez ve tüketilmez. Büyük ve şenlikli iftar sofraları kurulmaz. Kesici aletlerin, Kerbela’da Hz. Hüseyin’in başının kesilmesi hadisesini anımsatması dolayısıyla bıçak ve kesici aletler, Muharrem orucu süresince tabu nesnesi olarak görülür ve bu dönemde bıçakla kesilmesi gereken sert gıdalar tüketilmez, bıçak ele alınmaz. Aynı gerekçelerle, sakal tıraşı da olunmaz (Erdem, 2016: 439).
Alevi-Bektaşi inanç sistemi içerisinde, uygulanma şekli ve içeriği, yöre ve ocaklara göre farklılıklar arz etmekle birlikte Muharrem orucu dışında tutulan bir diğer oruç ise Hızır orucudur. Miladi takvime göre ocak ayının 14’ünde başlayıp şubat ayının 17’sine kadar devam eden zaman dilimi, Alevi- Bektaşiler tarafından Hızır günleri olarak kabul edilir. Bu tarihler arasında, haftada üç gün Hızır’a şükranlarını sunmak için oruç tutan Alevi-Bektaşiler, orucun arkasından perşembeyi cumaya bağlayan akşam Hızır Cemi bağlarlar.
Niyaz
Niyaz, diğer ibadet pratiklerinde olduğu gibi inanca bağlılığı ifade etme, söz ve davranışlarla gösterme yöntemlerinden bir tanesidir. Alevi-Bektaşi inanç dairesi çerçevesinde niyaz, birden çok anlamda kullanılan ritüelik bir terim olma özelliği gösterir. Niyaz teriminin karşıladığı anlamlardan ilki, saygı içerikli bir selamlaşma pratiğidir. Bu selam, ritüelik bağlam içerisinde posta, postun temsil ettiği makama verileceği gibi, posta oturan hizmet sahibine de verilebilir. Cem ritüeli bağlamında niyaz edilen noktalardan ilki cem bağlanacak mekânın eşiğidir. Eşiğe saygı göstermenin bir yolu olarak eşik üç kere öpülür ve “Allah, Muhammed, ya Ali” denilerek niyaz edilir. Daha sonra dede postuna gelinerek secdeye varılır ve posta üç kere dudakların değdirilmesi suretiyle niyaz edilir.
Alevi-Bektaşi inancında, bir çeşit “insana secde” olarak değerlendirilen bir inanç pratiği olarak niyaz kavramı yer alır. Buradaki secdeden kastın kula secde olmayıp insanda tecelli eden Hakk’a saygı gösterisi olduğunu ifade etmek mümkündür. Bu ibadet pratiğinin temelinin Tanrı’nın meleklerden yarattığı ilk insan olan Âdem’e secde etmelerini istemesine dayandığı görüşü hâkimdir (Soyyer, 1996: 143). Niyaz teriminin karşıladığı bir diğer anlam, dede-talip, talip-talip arasında bir selamlaşma pratiğine işaret eder. Bu selamlaşma, omuzlara, dizlere, yüze yahut avuç içlerine dudakların değdirilmesi esasına dayanır. Bu şekilde icra edilen niyazlaşma pratiği; bir çeşit helalleşme, eşitlenme ve teslim olma kavramlarını içeren bir pratik olma özelliği gösterir. Cem ritüelinin genellikle başlangıç aşamasında dede, canların birbirleri ile niyazlaşmasını buyurur. Bunu üzerine her talip, yanındaki talibin omzuna niyaz eder. Bu, bir çeşit tanışma ve bir olma uygulaması olarak değerlendirilebilir.
Niyaz terimi, Alevi-Bektaşiler tarafından dua ve gülbankların sonunda yahut inanç dairesi içerisinde kut taşıdığına inanılan şahsiyetlerin ismi anıldığında, sağ elin başparmağının hafifçe dudağa götürülmesi pratiğini de karşılayan bir terimdir. Yedi ulu ozanın isimleri anıldığında nefes, deyiş ve düvaz imamların son dörtlüğünde âşığın mahlası zikredildiğinde de Alevi-Bektaşiler niyaz alırlar .
Alevi-Bektaşi inancı çerçevesinde niyaz teriminin karşıladığı bir diğer anlam alanı kurban/lokmadır. Yalnızca kesilen kurbanlar değil; talipler tarafından cem ritüeline gelirken paylaşılması, sunulması için getirilen her türlü yiyecek niyaz olarak anılır. Niyazlar, parçalara ayrılarak cem erenlerine dağıtıldıklarında ise “lokma” olarak kabul görürler. Cem ritüeline katılım gösterecek taliplerin hiçbiri eli boş gelmez. Sembolik de olsa cem erenleriyle paylaşmak üzere getirilen niyazlar, lokma olarak lokmacı tarafından dağıtılır. Ritüelik bağlam içerisinde dağıtılan her türlü yiyecek ve içecek maddesi, aslında kutsala sunulduğu, kutsalın onayını alma ihtiyacı kaynaklı olduğu için lokma olarak kabul edilir. Getirilen niyazlar, dede tarafından dualanmalarının ardından lokma olarak dağıtılmaya hazırdır. Lokma dağıtılmasının temelinde, ikramda bulunma, hediyeleşme, paylaşma gibi kavramlar yer almakta ve bu sayede Tanrı’nın rızasını almak amaçlanmaktadır.
Niyaz kavramı etrafında gelişen ritüel pratikleri içerisinde “naz/niyaz hizmeti” yahut “lokma hizmeti” şeklinde de isimlendirilen “niyaz hizmeti” de yer alır. On iki hizmetten biri olarak cem ritüelinde yer alan bu hizmet, çoğunlukla “erkân/tarik” hizmetinden yahut “görgü” hizmetinden sonra gerçekleşir. “Dilek, istek, bereket ya da adak için verilen yiyecek, içecek, eşya ya da para” şeklinde bir anlamı da olan niyaz, birçok ocak ve yörede “kansız kurban” olarak karşımıza çıkar (Akın, 2020b: 105-106). Niyaz hizmetinin ritüel içerisindeki temel amacı lokmaların paylaşılmasıdır. Cem ritüeline iştirak eden herkesin lokmasının birbirine nasip olması, paylaşılması için ceme gelen her birey yiyecek (meyve, kuruyemiş, börek çörek, tavuk vb.) ve içecek (meyve suyu, meşrubat, içki vb.) ya da cemevi için gerekli olabilecek yastık, kapkacak, minder vb. gibi ihtiyaçları yanında getirir (Ersal, 2016: 303).
Zikir
Tasavvuf terimi olarak zikir, müridin sesli yahut sessiz, toplu ya da tek başına Tanrı’yı anmasıdır. Zikir kavramının mahiyeti zaman içerisinde farklı boyutlar kazanmıştır. İlk yüzyıllarda yapılan ferdî ve toplu zikirler ile 12. yüzyılda tarikatların oluşmasından sonra icra edilen zikir meclisleri arasında büyük farklar vardır (Kara, 1995: 34-35).
Vecd hali oluşturma noktasında mükemmel bir aracı olma özelliği gösteren zikir, “dil ile zikir” ve “kalp ile zikir” olmak üzere iki türlüdür ve şüphesiz ki kalp ile yapılan zikir, dil ile yapılandan daha makbuldür (Schimmel, 2012: 191). Zikir; inanç pratikleri çerçevesinde, kutsalların isimlerinin sözlü olarak tekrar edilmesi esasına dayanan bir ibadettir. Belirli bir zaman ve mekânın dışında da günlük hayatın içerisindeki yapıp etmelerde de zikrederek inanca bağlılığı dile getirmek ve adı anılan kutsalın yardımını istemek mümkündür. Zikir, Alevi-Bektaşi ibadetlerinin de bir parçası konumundadır. Cem ritüeli bağlamında kutsalların isimlerinin sıralanması ile yakarmayı içeren zikir, Alevi-Bektaşilerce kutsal kabul edilen türbe ve ziyaretgâhlarda da bireysel olarak gerçekleştirilen bir ibadet formudur.
Zikir çekmenin, sözlü olarak kutsal kabullerin sıralanması ve tekrar edilmesi esasına dayalı bir inanç pratiği olmasından hareketle, ritüel bağlamında sarf edilen ve dua mahiyeti taşıyan her kelamın bir çeşit zikir olduğunu ifade etmek mümkündür. Özellikle Alevi-Bektaşi dualarının tekrara dayalı yapıları, anılan isimlere birden fazla defa yer verilmesi, zikretme mantığına uygun tanzim edildiklerinin göstergesidir. Dolayısıyla Alevi-Bektaşilikte kelamın zikre malzeme teşkil ettiğini ifade etmek mümkündür. Alevi-Bektaşi inancında zikir, duanın tamamlayıcısı durumunda olup cem ritüelinin önemli bir parçası niteliğindedir. Cemin hemen her aşamasında edilen dualara “Allah Allah!” nidaları ile cevap verilir. Ritüelik bağlamlarda zikretmenin işlevi, coşkuyu sağlayıp vecd hâline ulaşmayı kolay kılmaktır.
Topluluk Halinde İcra Edilen Ritüeller
Alevi-Bektaşi ibadet yaşantısının topluluk halinde icra edilen ritüelleri, cem ritüelleridir. İcra edildikleri tarihe, icra edilme gerekçelerine ve içeriklerine bağlı olarak çeşitli sınıflandırmalara tabi tutulan cem ritüellerinin tamamı temelde aynı işleve karşılık gelmekte, söz konusu inanç zümresinin temel ibadet biçimini teşkil etmektedir. Ritüelik aşamalarında “birey merkezli ritüelleri” de barındıran cem ritüelleri, toplu halde icra edilme özelliği gösteren yapılardır. Ritüelik düzen içerisinde toplu halde gerçekleştirilen ibadetlerin tamamında olduğu gibi cem
Cem Ritüelleri
Cem kavramı, Alevi-Bektaşi ibadet yaşantısının odağını teşkil eden bir kavramdır. Arapça kökenli bir sözcük olan cemin sözlük anlamı Türkçe Sözlük içerisinde: “toplama, bir araya getirme.” (2009: 356) şeklinde verilmiştir. Ferit Develioğlu tarafından hazırlanan Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lûgat’ta ise cem sözcüğünün anlamına ilişkin: “toplama, yığma, birden fazla insanı gösteren isim” ifadelerine yer verilmiştir (2004). Tasavvufi anlamda cem ritüeli, insanın Allah’ta eriyerek kendisi kaybetmesi ve onunla bir olduğu ritüelik bir yapı olma özelliği gösterir (Cebecioğlu, 1997: 195). Cem ritüelinin amacı ibadettir. Tanrı’nın varlığını ve birliğini zikretme, O’na tabi olunduğunu ifade etme, O’nun gücü karşısında eğilme, kulluğunu hatırlama gibi amaçlar, cem erkânındaki birincil gayelerdir. İkincil gayeler ise, ibadet kapsamında, bir araya gelme, sorgulama, arınma, adaleti tesis etme, birlikte doyma olarak sıralanabilir.
Cem ritüeli, Alevi-Bektaşi inancının temel ibadet biçimi olma özelliği gösterir. Söz konusu inanç dairesinin ritüelik çekirdeğini teşkil eden cem ibadetinin dinî-mitik temeli, Kırklar Cemine dayandırılır. Kırklar Cemi, Alevi-Bektaşilerce idealize edilmiş bir dinî toplantı mahiyeti taşır. Bu sebeple, içeriği her ne olursa olsun her türlü cem ritüelinde amaçlanan, o ilk ideal toplanma tecrübesinin yeniden yaşanmasını mümkün kılmaktır. Cem ritüelleri süresince her türlü yapıp etme, cem ritüelinin varlık sebebi olan Kırklar Ceminin görkemini tecrübe edebilmeye ve dinî manasını idrak etmeye yöneliktir. İcra edilen her cem, Kırklar Ceminin yeniden tecrübe edilmesi arzusuna dayanır. Alevi-Bektaşi inancında cem ritüeli, birliğin, arınmanın, Hakk’a varmanın anahtarıdır. Kutsalın bilgisine temas etme deneyiminin birlikte tecrübe edildiği cem ritüelinin dokusal örüntüsü de yaşanan tecrübeye uygun olarak tasavvufi bir yapıda inşa edilir. Ritüel süresince kullanılan dil; günlük dilden farklı, mecazlı ve estetik bir dildir.
Cem ritüellerini kendi içerisinde düzenlenme sıklıkları ve nedenlerine göre bir sınıflandırmaya tabi tutmak mümkündür. Bu tür bir sınıflandırma: Yola Giriş Ritüelleri, Takvime Bağlı Oluşan Ritüeller ve Kriz Ritüelleri şeklinde yapılabilir.
Yola Giriş Ritüelleri
“Yola girme” kavramı, Alevi-Bektaşi inanç dairesi çerçevesinde, geleneksel yapı içerisinde sistemli hâle gelmiş olan dinî, ahlaki ve sosyal kaidelere uygun bir yaşantı sürdürüleceğine ilişkin söz vermek anlamında kullanılan bir kavramdır. Ritüelik yapılar içerisinde, belirli aşamalardan geçilerek yola girilmekte ve yola giren talip, birtakım sorumluluklar üstlenmektedir. Alevi-Bektaşi inancında, yola girecek talip-talipler için gerçekleştirilen ritüel yapıları: İkrâr Cemi, Musahip Kurbanı Cemi ve Düşkün Kurbanı Cemi olarak sıralanabilir. Bu ritüelik yapıların her birinin içeriği birbirinden farklı olduğu gibi işlevsel olarak hepsi, talibin inanç önderi ve cemaat önünde “yol” kavramından haberdar olmasının, yolun kaidelerini öğrenmesinin ve ikrâr vermesinin sağlayıcısı niteliğindedir.
İkrâr Cemi
İkrâr kavramı; Alevi-Bektaşi inanç dairesi bağlamında, yolun gerekliklerini yerine getirmek, kural ve kaidelere uygun yaşamak noktasında talip tarafından verilen sözü ifade eden bir kavramdır. Alevi bir anne babadan doğmuş olmak, Alevi olmak için yeter şart değildir. Bunun için inanç önderi ve cemaat huzurunda belirli ritüelistik yükümlülükleri yerine getirmek, ikrâr vererek yola girmek gerekir. İkrâr verme, yöre ve ocaklar arası ritüelik uygulama farklılıklarının en belirgin olduğu erkânlar arasında yer alır. Kimi ocaklarda bireysel ikrâr, musahiplik ikrârından önce alınan bir ikrârken ve kişinin kendisini ilgilendiren bir kararken, kimi ocaklarda bireysel ikrârın yerini aile ikrârı alır ve doğrudan bir ikrâr verme biçimi olarak nitelendirebileceğimiz musahiplik ikrârı verilir.
Talip, ikrâr vererek doğal grup üyeliğinden, dinî grup üyeliğine adım atmış olur (Soyyer, 1996: 124). İkrâr veren talip, artık yolun gerekliliklerini yerine getirmekle yükümlüdür. Nihai amaç doğrultusunda takip edeceği yolun kaideleri, inanç sistemi tarafından tayin edilmiş durumdadır. Alevi-Bektaşi inancında her türlü bâtıni ibadetin temel amacı insan-ı kâmil olmaktır. Kamil insan olma yolunda atılan ilk adımın ikrâr vermek olduğunu ifade etmek mümkündür. Yalnızca bir inanç dairesine değil, yaşam pratiklerini de ilgilendiren ahlaki önermeler toplamına işaret eden Alevi-Bektaşi öğretisi, ikrâr veren Alevi-Bektaşi bireyden bu önermelere uygun bir yaşam sürdürmesini bekler. İkrâr Cemi de dede ve cemaat huzurunda talibin Alevi-Bektaşi yol ve erkânına riayet edeceğine dair söz vermesi üzerine kuruludur.
İkrâr cemlerinin merkezinde de Alevi-Bektaşi ritüellerinin tamamına yakınında olduğu gibi kurban yer alır. Kurbanın sahibi ikrâr verip talip olacak kişidir. İkrâr Ceminde koç tığlanır. Genellikle tığlanan bu koçun yününden, ikrâr verecek talibin boynuna bağlanmak üzere bir tığbent hazırlanır. Bu tığbent, çeşitli ritüelik aşamalarla talibin boynuna geçirilir. Manen teslim olmak, yola girmek gibi anlamları sembolize eden bu ritüelik uygulama, “tığbent bağlama” şeklinde anılır. Daha sonra Musahip Kurbanı Ceminde aynı tığbent talibin beline bağlanır ve bu defa “kemerbest” adını alır. Bu kuşağın talip tarafından hayatı boyunca saklanması beklenir.
Musahip Kurbanı Cemi
Musahip Kurbanı Cemi, Alevi-Bektaşi ibadet pratikleri içerisinde yer alan inisiyasyon ritüellerinden bir tanesidir. İkrâr verip yola tabi olmuş olan talibin bir çeşit yol kardeşliği olarak tarif edebileceğimiz musahiplik kurumu için de ikrâr vermesi, yolun gereklikleri arasında yer alır. Musahiplik kurumundan, yaptırımlarından ve anlam alanından yukarıda söz ettiğimiz için burada Musahip Kurbanı Ceminin ritüelik bağlamına ilişkin bilgilendirme yapmayı yeterli görüyoruz.
Musahip Cemi ritüeline evli iki çift, dolayısıyla da dört talip ve varsa onların çocukları katılım gösterir. Bu ritüel, iki Alevi ailenin birbirleriyle inanç önderinin huzurunda belirli ritüelik ve sembolik aşamalardan geçerek kardeş olduğu ritüeldir. Musahip Cemi ritüelinin ardından iki ailenin birbirlerine karşı yerine getirmek durumunda oldukları yükümlülükler mevcuttur. Maddi-manevi çok sayıda kaideyi içerisinde barındıran bu sistem, bir çeşit sosyal dayanışma ve yardımlaşma sistemidir. Dedenin önünde ikrâr verilmesinin ardından artık çiftler ve varsa onların çocukları, birbirlerine bir çeşit kardeşlik bağı ile bağlanmış olurlar. Her iki ailenin çocukları ve hatta torunları dahi birbirleriyle evlenemezler.
Musahip Kurbanı Cemi, ismini odağında yer alan kurban ritüelinden alır. “Musahiplik Erkânı” yürütülmeden önce musahip olma isteklerini dedeye iletmiş olan talipler rehber tarafından, dedenin talimatı ile çevrelerinde araştırılır. Eğer aralarında dargınlık, kırgınlık olan bir kimse varsa dede ve rehber aracılığı ile sorunlar çözüme kavuşturulur. Daha sonra, musahip adayı taliplerin çevresinden yine musahipli taliplere, “Musahiplik Erkânı” yürütüleceğine dair bilgilendirme yapılır ve dedenin taliplere danışarak uygunluğuna karar verdiği bir tarihte “Musahiplik Erkânı”nı yürütmek üzere cem olunur. Musahip olacak çiftler, dedenin huzurunda isteklerini beyan ederler ve özlerini dâra çekerler. Dede çiftlere musahipliğin içeriğini anlatır. Musahiplik Ceminde içerik, dede tarafından cemin birlenip birinci münacatın verilmesinin ardından değişiklik göstermeye başlar.
Alevi-Bektaşi inanç sisteminde Musahip Cemi, Kur’an hizmeti olarak kabul edilir. Bu sebeple, ritüeldeki hizmetlerin tamamında buna vurgu yapılır Âşıklık hizmetinde yalnızca düvaz okunur zira düvaz, inanç evreninde “Kur’an” olarak kabul edilir ve her bağlamda okunmaz. Musahip Ceminde bütün hizmetler musahipli taliplere göre şekillendirilir. Diğer cemlerde gençleri yola alıştırmak için yapılan Turnalar Semahı, Musahip Ceminde dönülmez. Tarikat namazı normalde iki secdeli bir yapıda icra ediliyorken Musahip Ceminde secde ve tecellâ dolanılmadan icra edilir (Ersal, 2016a: 389).
Alevi-Bektaşi inancına göre ikrâr vermemiş ve musahibi olmayan herhangi bir kimse, Alevi-Bektaşi bir anne ve babanın evladı olsa dahi, Öğreti Cemi dışındaki ritüellere katılımı mümkün değildir. Musahiplik Cemi, ikrâr kavramı üzerine inşa edilen bir cem niteliğindedir ve Şeriat kapısından Tarikat kapısına geçişin sembolüdür. Musahiplik Kurbanı Ceminin ritüelik içeriği de bu geçiş sürecini sembolize eden söz, hareket ve ifadelerle kurulur. Cem süresince okunan dua ve gülbankların içeriğinde mutlaka musahiplik, kardeşlik kavramlarına yer verilir. Musahiplik Kurbanı Ceminde on iki erkânda söylenen gülbank ve dualara ek olarak “Kemerbest Gülbangı”, “Musahiplik Gülbangı” gibi gülbanklar verilir.
Musahiplik kavramı, Anadolu ve Balkanlardaki çeşitli Alevi-Bektaşi ocaklarında farklı sözcüklerle karşılanır. Çubuk Havzası Alevi ocaklarında “musahip” ve “kardaşlık”; Çorum’da Alevi yerleşiminin olduğu bazı köylerde “gaham”; Karadeniz Bölgesi’nde Güvenç Abdal Ocağı’na bağlı Alevilerde “hısım”; Bulgaristan ve Trakya Bölgesinde yaşayan Babaîlerde “kafadar” ve “bilazer”; Yunanistan Dimetoka bölgesinde Seyyid Ali Sultan’a bağlı topluluklarda “ahretlik” şeklinde karşılanmaktadır. Musahibi olmayan kişi için Çubuk Havzasında “yalkı”, Beypazarı Karaşar’da “yekte”, Tahtacı Alevilerinde ise “Bacağı ayrık” tabirleri kullanılır (Ersal, 2016a: 380).
Düşkün Kurbanı Cemi
Düşkün Kurbanı Cemi, “Düşkün Kaldırma Cemi” ismi ile de bilinir. Düşkün Kurbanı Ceminin tertip edilme amacı, Alevi-Bektaşi inanç yapısının iman ve ahlak kaidelerini içeren yaptırımlarına uygun davranmayan tutum ve davranışlar içerisine girmesi hasebiyle bağlı olduğu ocak tarafından düşkün ilan edilen kişinin düşkünlüğünün ortadan kaldırılmasıdır. Düşkünlüğün ortadan kaldırılması ile talip yeniden cem halkasına dâhil olur. Düşkünlük kurumunun Alevi-Bektaşi teolojisinin temel kurumsal dinamikleri arasında yer aldığından ve bir çeşit hukuk sistemine işaret ettiğinden yukarıda söz etmiştik. Bu noktada ise düşkünlük hukukunu biçimlendiren kaideler ile Düşkün Kurbanı Ceminin ritüelik içeriğinden söz etmeyi yeterli görmekteyiz.
Düşkünlük hukuku çerçevesinde yolun akaidine uygun olmayan tutum ve davranışların neler olduğu ve bunların ne şekilde cezalandırılacağı tayin edilmiştir. Örfi bir hukuk sistemine tekabül eden düşkünlük hukukunda “düşkün” ve “yol düşkünü” şeklinde iki ayrı suç tanımı yer almaktadır. Düşkünlük hukuku, sistemli yapısını, yazılı kaynaklardan da takip edilebiliyor olmasına borçludur. Bu noktada, Buyruk başta olmak üzere çeşitli ocaklara ait ahitnameler ve erkânnameler temel referans kaynakları niteliğindedir.
Düşkünlük hukuku çerçevesinde tayin edilen kural ve kaidelerin “eline, diline ve beline sahip olmak” anlayışı üzerine bina edildiği ifade edilebilir. Alevi-Bektaşi inancının ahlaki yapılanmasının da belirleyicisi olan anlayış, sembolik göndermeler içerir. Eline sahip olunması ile kast edilen; hırsızlık yapmamak, adam öldürmemek, canlılara zarar vermemek gibi el ile işlenebilecek suçlardır. Diline sahip olmak ile yalan söylememek, iftira etmemek, dedikodu yapmamak, kötü söz söylememek, kimseyi kırıp incitmemek gibi ahlaki gerekliliklere işaret edilmektedir. Kişinin beline sahip olması ise zina yapmamak, namus kavramı etrafında oluşan etik kurallara uygun davranmak gibi kaideleri içerir.
Buyruk’ta üç sünnet ve yedi farz şeklinde, düşkünlük hukukunun içeriğini tayin eden unsurlar sıralanmıştır. Söz konusu sünnet ve farzlara riayet edilmemesi hâlinde uygulanması gereken cezalar şu şekilde ifade edilmiştir:
“Evvelki sünnetten düşene sitem edip ihtiyaç ile kabul edeler. İkinci sünnetten düşene, üç sitem tarik urup üç akçe tercüman alalar. Üçüncü sünnetten düşene üç tarik çalıp üç akçe gazilere ve bir akçe halifeye alalar. Geldik imdi farz beyanına: Evvelki farzdan düşene üç tarik urup üç akçe gazilere ve bir akçe halifeye ve beş akçe Hacı Bektaş’a tercüman alalar. İkinci farzdan düşene yedi tarik urup yedi akçe gezilere ve üç akçe halifeye ve on akçe Hacı Bektaş’a alalar. Üçüncü farzdan düşene dokuz tarik urup on bir akçe gazilere, yedi akçe halifeye, on altı akçe Hacı Bektaş’a alalar… Bir kimse farzdan düşse, özünü erenlere yetirip kabul ettirmezse ona derman yoktur”. (1958: 245-247)
Düşkün Kurbanı Cemi ya da Düşkün Kaldırma Cemi olarak anılan cem, düşkün durumuna düşen kimselerin cezalarını çektikten sonra tekrar yola alınmaları amacıyla düzenlenir. Bu ritüelde amaç, düşkün olan ve yoldan düşen birey ya da bireylerin cem huzurunda yargılanarak tekrar yola alınmalarıdır. Düşkün ilan edilmiş birey, kendisine uygulanan yaptırımları yerine getirmiş olsa bile bu cemde tekrar sorgudan geçirilerek ancak cemde hazır bulunan ikrârlı canların da razılıklarının alınmasıyla düşkünlüğü kaldırılır. İçeriğinden hareketle, “Düşkün Kaldırma Cemi” nin işevsel açıdan “yeniden yola giriş” ritüeli olduğu ifade edilebilir. Söz konusu işlevi dolayısıyla bu cemdeki uygulamalar, diğer cemlerden çeşitli açılardan farklılıklar içerir. Düşkün Kurbanı Cemi ritüelinde, diğer cem ritüellerinden farklı hizmet aşamaları yer alır. Bunlar: “Sitem Hizmeti”, zakir tarafından görülen “Bağışlama Düvazı” hizmeti, “Sorgu-Sual ve Kesim Hizmeti” ile “Düşkün Kaldırma Hizmeti”dir (Akın, 2020c: 354-367).
Sitem hizmeti, çeşitli ritüelik aşamaların tamamlanmasının ardından düşkün talibin meydana getirildiği hizmettir. Rehber tarafından boynuna tığbend atılan talip, eşiğe niyaz ederek dedenin huzuruna gelir. Rehber, dede ve canlar arasında, düşkünlüğün kaldırılıp kaldırılmayacağına dönük bir diyalog gerçekleşir. Ardından bağışlama düvaz imamı okunur. Ardından tüm canlar ayağa kalkar ve dede düşkün olan canın sorgusunu gerçekleştirir. Düşkün canın sorgulanmasıyla tekrar ikrârının alınmasına tüm canlar razı olursa tekrar yola girmek için ödeyeceği kefaret belirlenir. Buna “kesim” adı da verilir. Kefaretin belirlenmesinin ardından, dede ve zâkirler, düşkün olan canın düşkünlüğünün kalkması için on iki tane düvaz imam okurlar. Boynunda su dolu testi ve alnında on iki çivili keçe ile düvaz imamlar tamamlanana dek sacın üzerinde bekleyen canın düşkünlüğünün kalkması için “başı taçlı” canlardan kâmil birisi üç adım öne çıkarak rükû eder biçimde eğilip doğrularak “mürüvvet dede, mürüvvet!” diye bağıra bağıra düşkün olan canın yanına gider ve boynundaki destilerden birini kendi boynuna alarak Mansur Dârı’na durur. Böylelikle tüm canlar düşkün canın yüküne ortak olur ve on iki düvaz imamdan sonra dede bir düvaz imam daha söyleyerek düşkün canı ve yanındaki taçlı başlıyı dârdan indirir ve şu hizmet gülbangını verir:
“Allah Allah, Allah Allah. Hayır, hizmetleri kabul ola. Hizmet sahiplerinden şefaat bulalar. Müminin sorgusu-suali buradadır, burada sorulan mahşere kalmaya. Dâr, sitem çeken canların çektikleri dârlar, sitemler günahlarına karşılık gele. Divân-ı dergâhta yüzleri ak ola. Biz onların günahından geçtik, Cenab-ı Allah da günahlarından geçmiş ola. Tuttukları da Hak, Muhammed, Ali’nin eteği ola. Allah, Muhammed, Ali, On İki İmam bir daha şaşırtmaya, düşürtmeye, ikrârlarında durmak nasip eyleye! Nutuk Şah-ı Merdan Ali’nin, nüfus ceddim Ağuiçen’in ola! Gerçeğe Hü! Mümine ya Ali!” (Akın, 2020c: 357-369).
Takvime Bağlı Oluşan Ritüeller
Takvime bağlı gerçekleştirilen ritüeller ile dönemler halinde ortaya çıkan, topluluk tarafından organize edilen ve sosyo-ekonomik mevsimlerin genellikle başında yahut sonunda yapılan ritler ifade edilir. Takvim odaklı tertip edilen ritüeller, sosyal hayatın ritmini oluştururlar. Öncelikli amaçların ne olduğunu, hangi normların yürürlükte olduğu gibi birtakım sorulara yanıt vermek sureti ile toplumun kolektif ve önceden belirlenmiş değerlerini ön plana çıkartan bu ritüeller, sosyal hayatta bazı zaman aralıkları oluşturarak toplumun zaman algısını biçimlendirir. Grup odaklı olma özelliği gösteren takvime bağlı ritler, tekrarlanan nitelikte olup kişiyi, sosyal ve sosyo-ekonomik çevresine, defalarca tekrarlanan fakat aynı zamanda yaratıcı özellik gösteren bir yolla bağlar (Honko, 2009: 207-208).
Alevi-Bektaşi inanç dairesi çerçevesinde periyodik olarak bir araya gelip toplu bir biçimde ibadet edilen ritüeller mevcuttur. Belirli bir zamansal döngünün esas alındığı bu ritüeller temelde ekonomik yaşantıya göre tanzim edilmektedir. Alevi- Bektaşi nüfusunun büyük çoğunluğunun köyden kente göç öncesi dönemde tarım ve hayvancılığa bağlı bir yaşam sürdürüyor olması, ritüel takvimlerinin bu yaşantıya uygun biçimlendirilmesini zorunlu kılmıştır.
Senelik ibadet takviminin ilk ritüeli olma özelliği gösteren Görgü Cemleri, yöre ve ocak uygulamalarına göre küçük farklar gösteriyor olmakla birlikte genellikle ekim- kasım aylarında başlar ve talip sayısının yoğunluğuna göre altı aya kadar devam edebilir. Alevi-Bektaşi ibadet takviminin yıllık periyodu genellikle mayıs ayında son bulur. Yola giriş ritüellerinin takvimleri de geleneksel erkânlar dışında kalan zamanlara göre ayarlanır. Dolayısıyla yola giriş ritüellerinde döngüsel bir takvim takip edilmez (Akın, 2020c: 380).
Alevi-Bektaşi ibadet yaşantısının belirli periyotlarla tekrar edilen ritüelik yapılarını, Görgü Cemi, Birlik Cemi, Muharrem Cemi, Kurban Bayramı Cemi, Nevruz Cemi, Hızır Cemi ve Öğreti Cemi olmak üzere yedi başlık şeklinde sıralamamız mümkündür.
Görgü Cemi
Görgü Cemleri, ikrâr vermiş olan talip ve dede topluluklarının yılda bir kere yola uygun bir yaşantı sürdürüp sürdürmediğinin denetlendiği, ikrârının tazelendiği ritüelik yapılardır. Takvime bağlı tanzim edilen Alevi-Bektaşi ibadet pratiklerinin genellikle ilk aşamadaki ritüeli Görgü Cemidir. Kendi içerisinde sistemli bir ritüelik akışa sahip olan Görgü Ceminde ikrârın tazelenmesi, manevi arınmanın sağlanması söz konusudur. Alevi-Bektaşi inancı çerçevesinde, ikrâr vererek yola giren herkes yılda bir defa dedenin ve cemaatin huzurunda sorgulanmalı; eksik ve yanlışları ile yüzleşmelidir.
Görgü Cemi, değişik yöre ve ocaklarda “Baş Okutma”, “Hizmet Görme Cemi” gibi farklı isimlerle de anılır. Özellikle kış aylarında düzenlenen Görgü Cemi, senelik ikrârın tazelendiği ritüel olma özelliği gösterir (Rençber, 2013: 198). Görgü Cemi, Alevi-Bektaşilerce “tercüman kurbanı” ve “meydandan geçme” şeklinde de anılmaktadır. Görgü Cemine de yalnızca ikrâr vermiş olanlar yahut musahibi olanlar girebilir. Görgü Cemi ritüelinde görgüden geçenler, eğer yıl boyunca herhangi bir kusur ettilerse bu hatanın tekrarlanmayacağına dair tövbe edip ikrâr tazelerler. Bu şekilde manevi arınma sağlanması amaçlanır. Herkesin görgüsünün görülmesinin ardından ritüelin hizmet kısmına geçilir ve on iki hizmet tamamlanır. Görgüden geçen canların kurbanları ancak onların tövbe etmelerinin ardından dağıtılır ve kurbanlar yenilir (Yaman, 1994: 154; Çıblak, 2005: 95-96).
İkrâr veren talip, Görgü Cemine katılmadan önce borcu varsa ödemiş, kırdığı kimse varsa gönlünü almış olmalıdır. Talibin inanç önderinin ve cem erenlerinin huzuruna kul hakkı yemiş, borçlu yahut gönül kırmış bir şekilde çıkması doğru bulunmaz. Görgü Cemine başlarken cem erenlerine görgüsü görülecek olan talipten razı olup olmadıkları sorulur. Eğer aralarından razı olmayan biri çıkarsa aradaki sorun çözüme kavuşturulmaya çalışılır.
Birlik Cemi
Birlik Cemi, “Abdal Musa Cemi” yahut “perşembelik” olarak da anılır. Perşembe akşamları yapılan, çocuktan yaşlıya her Alevi-Bektaşi’nin katıldığı, dedenin güncel meselelere dair konuşmalar da yapabildiği cemdir. Birlikte sorunlar tartışılıp çözüm önerileri getirilir. Birlik Ceminde, kurbanı olan taliplerin “adak kurbanı” yahut “yıl kurbanı” şeklinde adlandırılan kurbanları tığlanarak dağıtılır. Kurban ritüeli etrafında biçimlenen bir cem olması dolayısıyla Birlik Cemi, “Abdal Musa Kurbanı Cemi” olarak da anılır. Geleneksel yapıda köy yahut kasabanın en büyük hanesinde yahut dedenin/babanın evinde Birlik Cemi için toplanılırken günümüzde toplanma genellikle cem evlerinde olmaktadır. Akşam saatlerinde gerçekleşen Birlik Cemi için hazırlıklar gün içerisinde tamamlanır.
Muharrem Cemi
Alevi-Bektaşi inancında her yıl, hicri takvime göre Muharrem ayının ilk on iki günü Muharrem orucu tutulur. Geleneksel halk takvimine göre Kurban Bayramı’nın başlangıcından itibaren yirmi gün sayılarak Muharrem orucuna niyet edilir. Muharrem orucu, Kerbela olayının sembolik bir biçimde yâd edilmesi ve içselleştirilmesi esasına dayanır. On iki gün boyunca, Kerbela’da susuz can veren Hz. Ali taraftarları ile özdeşim kurmak için su içilmez, neşe ve eğlenceden kaçınılır. Çok sayıda kaçınma ve uygulamanın da eşlik ettiği Muharrem orucu günlerinde, sembolik bir yas süreci geçirilir.
Muharrem orucunun tutulduğu süre boyunca, her akşam oruç açıldıktan sonra cem bağlanır. “Muharrem Cemi” şeklinde adlandırılan bu cemlerde, her akşam On İki İmamlardan bir tanesi ile ilgili bilgi verilir, Kerbela hadisesi anlatılır ve Hz. Hüseyin ile Kerbela’da can veren diğer mazlumlar için gözyaşı dökülür. On iki günün sonunda, aşure pişirilerek dağıtılır. Yine on iki günlük süreç sona erdikten sonra, İmam Zeynel Abidin’in Kerbela olayından sağ olarak çıkmış olmasına şükreder mahiyette “şükür kurbanı” kesilerek dağıtılır. Kurbanın kesildiği akşam, daha büyük ölçekli bir Muharrem Cemi yapılır.
Kurban Bayramı Cemi
Kurban Bayramı Cemi, Alevi-Bektaşi ritüelleri içerisinde, yıllık döngü esasına göre tanzim edilen ritüelik yapılar içerisinde yer alır. Öğreti cemleri gibi Kurban Bayramı Cemi de katılacak kişide ikrârın aranmadığı, gönül rızası olan, dileyen bütün canların bulunabileceği cemlerdir. Kurban Bayramı Cemi bağlamında, ritüelik hizmetlerin tamamı gerçekleştirilmez, çerağ ve süpürge hizmetleri görülmez.
Kurban Bayramı Cemleri; genellikle bayramdan bir gün önce, arife gününü bayram sabahına bağlayan gece ve bayramın birinci gününün sabahı olmak üzere iki defa toplanılarak gerçekleştirilir. Kurban tığlanacaksa yöre ve ocaklara göre değişiklik göstermekle birlikte arife günleri tercih edilir. Ağuiçen ve Kureyşan ocaklarında Kurban Bayramı Cemi, bayramın birinci gününün sabahında yahut akşam bağlanır.
Nevruz Cemi
Alevi-Bektaşi inancında, Nevruz Bayramı ‘nın denk geldiği tarihin birden fazla anlamı vardır. “Yeni gün” anlamına gelen Nevruz, baharın müjdecisidir. Bunun yanında, Alevi-Bektaşiler için Nevruz Bayramı olarak kutlanan 21 Mart tarihi, Hz. Ali’nin doğum günü ve Hz. Ali ile Hz. Fatma’nın evlendiklerin gün olması dolayısı ile de anlamlıdır. Nevruz, Alevi-Bektaşi çevrelerde “Sultan Nevruz” olarak adlandırılmakta ve 21 Mart günü bağlanan cem de “Sultan Nevruz Cemi” olarak anılmaktadır. Yaptığımız alan araştırmasında, Anadolu’da kimi yerlerde Alevi-Bektaşilerin dokuz gün Nevruz orucu tuttuğu bilgisine ulaşılmıştır. 21 Mart günü mezar ziyaretlerine gidildiğine, lokma dağıtıldığına, duaların okunduğuna da rastlanmıştır. Nevruz günü, özenli giyinilerek yemekler pişirilir. Nevruz orucunun sona ermesiyle 21 Mart’ı 22 Mart’a bağlayan akşam, Nevruz Cemi yapılır.
Nevruz Cemi erkânında, on iki hizmet mevcuttur. On iki hizmetin hizmet sahipleri de cemde hazır bulunmalıdır. Dede, usulüne uygun olarak cem bağlanacak yere gelir. Ayağa kalkmış canlara öncelikle dâr gülbangı verir. Postuna oturduktan sonra günün anlam ve önemine ilişkin konuşmalar yapan dede, Nevruz’ a dair huzurda bulunanlardan gelen soru olursa, bu sorulara cevap verir. Rızalıkların alınması ile cem başlar. Hizmet sahiplerinin çağırılması ve hizmet akışı, Abdal Musa Cemi ile aynıdır. Fakat söylenen deyişlerde ve okunan dua ve gülbanklarda, Nevruz teması hâkimdir. Ceme başlarken Fatiha ve İhlas sureleri genellikle Türkçe okunur. On İki İmamların isimleri zikredildikten sonra tekbir getirilir. Ardından tövbe duası okunur. Tövbe duasından sonra Nad-ı Ali duası okunur. Ardından secdeye varılır ve dede bu noktada secde gülbangı verir. Ardından tevhit okunur. Bir kez daha secdeye varılır ve dede tarafından secde gülbangı verilir. İkinci secdeden sonra, zâkir tarafından düvaz imamlar ile Hz. Ali’yi ve Nevruz’u anlatan deyişler söylenir. Üçüncü kez secdeye varılır ve dede tarafından secde gülbangı verilir. Ardından miraçlama okunur. Secdeye son kez varılır. Ardından semah hizmetine başlanır. Mersiyelerin okunmasının ardından münacat duası yapılır. Getirilen lokmalar dualanarak dağıtılır. Hizmet sahiplerine toplu gülbank verilmesinin ardından, “Oturan-Duran gülbangı” verilerek cem sır edilir.
Hızır Cemi
Alevi-Bektaşilikte Hz. Hızır’ın peygamber oluşuyla “nebi”, Allah’ın bütün sırlarına vâkıf olması ile de “veli” olduğu inancının hâkim olduğu ve Hızır’ın inanç sistemi bağlamında bir kült olma özelliği gösterdiğine daha önce işaret etmiştik.
Özellikle çetin kış şartları karşısında dua ederken Hızır’dan yardım isteyen Alevi- Bektaşiler, maddi-manevi her türlü güçlükte, Hızır’ı yardıma çağırmaları durumunda müşkül vaziyetin ortadan kalkacağına inanırlar (Tur, 2002: 550). Alevi-Bektaşi geleneği içerisinde, Hızır kültünün kültürel belleklerinde geniş yer tuttuğunun kanıtı niteliğinde çok sayıda ifade mevcuttur. Hızır kültü, ulu ozanların şiirlerinde de önemli bir yer tutar. Alevi-Bektaşilikte, Hızır kültü etrafında gelişen çok sayıda inanış mevcuttur. Hızır’ın yoksul ve yetimlerin evlerini ziyaret ettiği, girdiği rüyanın gerçekleşeceği, insan şeklinde dolaşabileceği inançları bunlardan bazılarıdır.
Hızır orucunun çıkış noktası ile ilgili çok sayıda rivayet mevcuttur. Bu rivayetlerden biri, Nuh Peygamber ile ilgilidir. İnanışa göre, Nuh Peygamber’in gemisinin fırtınadan kurtulmasının ardından şükretmek için gemide bulunanlar, üç günlük şükür orucu tutmuşlardır. Bir diğer rivayet, Hz. Ali ve Hz. Fatma ile ilgili olarak anlatılmaktadır. Rivayete göre, Hz. Ali ve Hz. Fatma, çocuklarının hastalanmaları üzerine üç gün oruç tutarlar ve her üç günde de oruçlarını açacakları sırada kapıları çalınır, her seferinde biri gelir ve onlardan yardım ister. Onlar da oruçlarını açacakları yiyecekleri yardıma ihtiyacı olan bu kişiyle paylaşırlar. İnanışa göre farklı görünümlerde gelerek Hz. Ali ve Hz. Fatma’yı sınayan, Hızır’ın kendisidir (Odabaş, 2016: 60). Alevi-Bektaşiler üç gün oruç tutarak bu orucu yaşatmakta, üç günün sonunda da bir araya gelerek Hızır Cemi bağlamaktadırlar.
Miladi takvime göre, Ocak ayının 14’ünde başlayıp Şubat ayının 17’sine kadar devam eden zaman dilimi, ocaklara ve bölgelere göre değişiklik arz etmekle birlikte, Hızır günleri olarak kabul edilir. Bu tarihler arasında, haftada üç gün Hızır’a şükranlarını sunmak için oruç tutan Alevi-Bektaşiler, orucun arkasından perşembeyi cumaya bağlayan akşamlarda Hızır Cemi bağlarlar. Hızır Ceminde edilen dualarda mutlaka Hızır’ın adı geçer.
Öğreti Cemi
Öğreti Cemi, İrşat Cemi olarak da bilinir. İrşat; tasavvufi anlamda, mürşit tarafından yolu sürdürmeye karar vermiş talibe yol gösterilmesi manasına gelir. Yola talip olan kişiye tasavvufi görgü, inanç önderleri tarafından edindirilir. Öğreti cemleri, daha ziyade yetişme çağında olan genç kız ve erkeklere dede tarafından Alevi- Bektaşiliğin temel inanç yapısının ve ibadet pratiklerinin aktarıldığı cemlerdir. Öğreti Cemlerinde, gençlerin ahlaki olarak da eğitilmesi, yolun edep ve erkânından haberdar olmaları amaçlanır. Dede, inanç ve ahlâk yapısına ilişkin çeşitli hususlarda bilgilendirici konuşmalar yaparak nasihatler verir. Katılım gösteren taliplerin sorunları, sıkıntıları da öğreti cemi bağlamında konuşulan konular arasındadır. Öğreti Cemi ritüeli için genellikle perşembe akşamları toplanıldığı gibi yaşam koşullarının daha güç olduğu büyükşehirlerde haftaiçi bir araya gelinememesi dolayısıyla cumartesi ya da pazar günleri de toplanılabilmektedir.
Dârdan İndirme Cemi
Alevi-Bektaşi inanç ve kültür yapısı içerisinde, ölüm ve ölümden sonraki yaşamla ilgili inanç ve pratiklerin kaynağı tasavvuf düşüncesinin yanı sıra eski Türk inançları ve yurt tutulan Anadolu’nun kadim kültürlerinin birleşiminde aranmalıdır. Farklı inanç ve kültürel kaynaklardan beslenerek kendine özgü bir yapı kazanan ölüm düşüncesi, ölen kişinin biçimden kurtulup öze ulaşacağı, Hakk’a kavuşacağı görüşü üzerine inşa edilmiştir. Alevi-Bektaşilikte, ruhun ölümsüzlüğüne inanılır; ölümle birlikte kişinin don ya da kalıp değiştirmek sureti ile ruhun bir bedenden başka bir bedene geçebileceği düşüncesi hâkimdir (Çıblak, 2013: 273). Bu düşüncenin somutlaşmış şekli, “Dâr Erkânı” adı ile de bilinen “Dârdan İndirme Cemi”dir. Ölen ikrârlı talibin musahibi aracılığıyla geride kalanlarla hesabının görüldüğü, rızalığının alındığı bu ritüel, Alevi-Bektaşi inancındaki ölümden sonraki hayat düşüncesi ile temellendirilmiştir. Dârdan İndirme Ceminde ölen kişinin ardında bıraktığı borçların, dargınlıkların, kapanmamış hesapların olup olmadığı sorgulanır ve eğer varsa bunlar, bağlı bulunduğu ocağın dedesi tarafından çözüme ulaştırılır, bu sayede ölen kişinin ruhunun Hak katında huzura ereceğine inanılır.
Dâr kurbanı, musahiplerden birinin Hakk’a yürümesi durumunda, rızalık için tığlanan kurbanın adlandırılmasıdır. Dâr kurbanının yapılmasındaki amaç, ölen Alevi bireyin geride bıraktığı dünya ile olan hesabının kapatılmasıdır. “Dâr Kurbanı Cemi”, ölen musahipli bir Alevi bireyin ölümünün üzerine yol kardeşleri ile helalleştirilmesi amacıyla icra edilir. Eğer ölen kişi musahibi olmayan bir bireyse yahut ölümünden önce düşkün ilan edildiyse Dâr Kurbanı Cemi yapılmaz. Bu cem ritüeli, ölen ikrârlı birey için icra edilen son cem ritüeli olma özelliği gösterir. Dâr Kurbanı Cemi de on iki erkân ve on sekiz hizmet üzerine icra edilir. Cem ritüelindeki hizmetlerde seccade üzerinde kurban sahiplerinin sorgu anı ve dâra durmaları dışında icra edilen bütün inanç pratikleri, Dâr Kurbanı Ceminde de aynıdır. Dâr Kurbanı Ceminde ölen kişinin Dâr Kurbanı hizmetini kim görecekse o seccadeye çıkar. Genel olarak ölen kişinin yaşıyorsa dârına musahibi, hayatta değilse de çocukları çıkar (Ersal, 2016a: 449, 451).