Dr. İsmail Engin
Alevilerin AB beklentisi
AB’nin son ilerleme raporunda, ‘Türkiye’de Alevi sorunu bulunduğu’na dikkat çekildi. Alevilerin çözüm arayışları da, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik süreciyle birlikte hızlanmaya başladı
31 Temmuz 1959’da o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) ortaklık için başvuran ve 12 Eylül 1963’te ‘Ankara Anlaşması’yla AET ile ortaklık anlaşması imzalayan Türkiye, 14 Nisan 1987’de Avrupa Topluluğu’na tam üyelik için başvurdu. 11-12 Aralık 1999’da Avrupa Birliği’nin Helsinki’deki ‘Avrupa Konseyi Zirve Toplantısı’nda Türkiye’ye adaylık statüsü tanındı.
AET’den AT’ye ve AB’ye, ekonomiden siyasi ve askeri birliğe doğru uzanan süreçte Birlik ülkeleri, mevzuatlarında standartlaştırma ve uyum çalışmaları yapar ve belirli kriterleri oluşturup uygularken, 1993’te yeni üye olacak aday ülkelerin yerine getirmesi zorunlu görülen ve ‘Kopenhag Kriterleri’ adı verilen bir katalog da hazırladılar.
Temel dayanaklar
‘Kopenhag Kriterleri’nin temel dayanağı şudur: Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, azınlıklara saygı ile bunların korunmasını garanti eden kurumların istikrarının gerçekleştirilmesi ve birliğin amaçlarına uyma. Buradan hareketle, AB’ye aday her ülkenin yol haritasının ulaşacağı noktanın, ‘Kopenhag Kriterleri bağlamında Avrupa’yı Avrupa yapan temel değerler manzumesiyle buluşmak, örtüşmek ve uyuşmak’ olduğu belirtilebilir. Bu değerlerin neler olduğu da açık biçimde ortaya konulmuştur.
Aleviler şikâyetçi
11-12 Aralık 1999’da Birliğe aday statüsü tanınıncaya değin, Türkiye ile ilgili Kopenhag Kriterleri ışığında kaydedilen gelişmelere yönelik 4 Kasım 1998 ve 13 Ekim 1999 tarihlerinde iki ‘ilerleme raporu’ yayımlandı. Türkiye’nin aday üyeliği kabul edildikten sonraki ilk düzenli ilerleme raporu, ‘Katılım Yolunda Türkiye’nin İlerlemesi Üzerine Komisyon’un Periyodik Raporu 2000’ adıyla, 8 Kasım 2000’de çıktı. Kopenhag Kriterleri
ışığındaki raporun 19. sayfasında ilk kez Aleviler üzerine ibareler de yer aldı:
“Görünen o ki, Alevilere karşı resmi tavırda bir değişiklik olmamıştır. Aleviler, özellikle okullardaki mecburi din derslerinden ve ders kitaplarının kendi görüşleri doğrultusunda, Alevi kimliğini yansıtmadığından; sadece Sünni camilerinin inşasına ve dini vakıflarına parasal destek verildiğinden şikâyetçidir. Ne kadar hassas olursa olsun, artık bu konular açıkça tartışılabilmelidir.”
Böylelikle, sözü edilen kriterlere dayanarak, Türkiye’de AB’yle bütünleşme çabalarında düzeltilmesi gereken bir ‘Alevi sorunu’nun olduğu vurgulandı.
İki sosyal-kültürel yapı
Sorunun neden böyle bir raporda gündeme getirildiğini açmadan önce, bugüne kadar yapılan çalışmaların da ışığında bazı noktaların altını çizelim: Alevilik’le Sünni Müslümanlık birbirinden farklı iki sosyalkültürel yapı oluşturur. Aleviler heterodoks, Sünniler ise ortodokstur. Aleviler ve Sünniler, toplumun en önemli iki dini cemaati niteliğindedir. Bu yüzden her iki grubun devletle ve birbiriyle ilişkileri çok iyi düzenlenmeli, sorunlarının çözümünde ayrım olmamalıdır. Özellikle devlet örgütlenmesi ile bunu sağlayacak vergilendirme sisteminde, yuttaşlık haklarında (yasal/yasalar önünde) denge çok iyi kurulmalıdır. Ancak, Aleviler bu düzenlemelerin Sünniler lehinde olduğunu, devlet örgütlenmesinde, eğitim, adalet gibi sosyal-kamusal kurumlarda karşılıklı hizmetin ve eşitliğin bulunmadığını düşünmektedirler. Din alanındaki hizmetler
ise doğrudan Sünniliği esas almakta, din ve tarih eğitimi Aleviler için entegrasyonu değil, asimilasyonu hedefler görünmektedir.
‘Gerçek anlamda laiklik yok’
Vergi ödeyen, askere giden, toplumda ortak sorumluluklar paylaşan Alevilerin, önceleri tek tek bireyler olarak, 1990’lı yılların başından itibaren de kurdukları sivil toplum kuruluşları aracılığıyla sorunlarını gündeme getirdikleri ve tartışmaya açtıkları biliniyor. Dile getirilen sorunlar özetle şöyledir:
Türkiye’de gerçek anlamda bir laiklik yoktur. Hanefilik, din kapsamı içinde değerlendirilmektedir. Öncelikle Sünni Müslümanlar adına diğer dini akımlara baskı yapılmaktadir. Alevilerin inanç ve ibadet özgürlükleri yasal olarak güvence altında değildir. Konuyla ilgili önemli bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı da keza Sünni Müslümanlara yönelik bir yapılanmadır; Alevilerin inançlarına yönelik hiçbir faaliyeti yoktur.
Örgütlenme hızlanıyor
Aleviler, ‘temel yurttaşlık haklarını’ ve ‘insan haklarını’ içeren bu sorunlarının giderilmesi için, aşağı yukarı Türkiye’nin AET’ye üyelik başvurusuna denk gelen bir tarihten itibaren başlattıkları örgütlenme sürecini, tam üyelik başvurusuyla birlikte hızlandırdı. Yeni süreçte, yeni bir ivmeyle ‘kimliğin dışa, kamusal alana yansıtılması ve kurumsallaşma isteği öne çıkmaktadır. Alevi sivil toplum örgütlerinin taleplerini
ise şöyle özetlemek mümkün:
1) Alevi cemaati dışlanmamalıdır.
2) Devlet Alevileri kucaklamalı ve entegre etmelidir.
3) Gerçek anlamda laiklik için devletin ayrımcı politikadan vazgeçerek, ‘Sünni’ olmaktan çık(arıl)ması gerekir.
4) Devlete ödenen vergilerden dini harcamalara ayrılan payın sadece Sünni Müslümanlar lehine olmasına son verilmelidir.
5) Diyanet teşkilatı, tüm inançları kapsayacak biçimde yeniden yapılandırılmalı ve özerk hale getirilmelidir.
6) Hukuki altyapı, uygulamada inanç bazında yasal eşitliği sağlayacak biçimde yeniden düzenlenmelidir. İnanç özgürlüğünün kullanılmasını sağlayan ödenek, ibadethane yapımına destek vb. olanaklardan tüm inançlar, nüfusları oranında eşit yararlanmalıdır.
7) Ders kitaplarına Alevilikle ilgili bilgiler de konulmalı ve tarih kitaplarının yeniden gözden geçirilerek tahrif edilmiş Alevi tarihi düzeltilmelidir.
8) Devlet elindeki kitle iletişim organlarında Sünniliğin yanı sıra Aleviliğe de yer verilmelidir.
9) 1982 Anayasası’yla zorunlu kılınan din dersleri kaldırılmalı, kalkmayacaksa
Aleviliği de içermelidir.
10) Anayasa’nın 10. ve 24. maddeleri uygulamaya geçirilmelidir.
Temel dayanağı
Bu istemlerin Türkiye’deki ‘demokrasi’ ya da ‘demokratikleşme’ istemleriyle doğrudan ilişkisi olduğu bir gerçektir. Söz konusu istemlerin temel dayanağı ‘Dini inanç ayrılıkları, üniter devletin varlığına ve ortak bir siyasi teşkilat oluşturmaya engel değildir’ ilkesinden alınmaktadır ve bu ilke ilgili kamu kuruluşlarına bir hareket alanı ya da koridoru açmaktadır. Nitekim, bu bağlamda, Aleviliğe yönelik sivil toplum kuruluşları güçlendiği oranda, konuya yönelik istemlerin daha da güçlendiği görülmektedir.
Kopenhag Kriterleri ile örtüşüyor
Bu durum, ‘Kopenhag Kriterleri’nin özü ve mesajıyla da örtüşüyor. Dolayısıyla, son ‘ilerleme raporu’nda dile getirilen Alevi sorununun, ancak demokrasiyle çözülebileceği, bunun için de ‘sivil toplum kurumlarının istikrarının’ bir önkoşul olduğu söylenebilir.
Bir toplumun içindeki dini gruplar, onlar arasındaki ilişkilerden kaynaklanan sorunları da beraberinde getirir. Sorunların ulaştığı en uç nokta, gruplar arasındaki çatışmalardır. Her ne kadar bazı sosyolojik kuramlar çatışmaların, yaratacakları dinamizmle sosyal gelişmeyi artırıcı olduğunu öne sürse de, bizce tersi doğrudur; yani çatışmalar, toplumu ve sosyal ilişkileri zayıflatıcı bir sonuç getirir.
Entegrasyon nasıl sağlanacak?
Antropolojik açıdan, bir toplumun iki önemli grubu arasında görülen en önemli sorun, karşılıklı sosyal entegrasyonun nasıl sağlanacağıdır. Burada, ilgili grupların birbirlerini tanıyabilmeleri, kendi kimlikleriyle algılayabilmeleri, gerçek kimliğe dayanan bir imaj oluşturabilmeleri, sağlıklı bir çözümde büyük önem taşır. Karmaşık toplumlar, devlet esasına göre örgütlenmişlerdir. Devlet, bir üst örgüt olarak, tüm sosyal kurumlar ve örgütler arasındaki ilişkileri düzenler; yazılı hukuk kurallarıyla bunları koordine ve kontrol eder. Devletin en önemli görevleri veya temel fonksiyonları, var olan ya da olası gruplar arasında, hukuk yoluyla dengeyi-eşitliği kurabilmek; bireyin ait olduğu cemaate-gruba özgü kimliğini reddetmeden, onda yurttaşlık kavramının-kimliğinin geliş(tiril)mesine zemin sağlayabilmektir. Devlet, cemaatler gruplar arasındaki ilişkilerde ve entegrasyonda dengeli, eşit uzaklıkta ve yakınlıkta olduğu ölçüde demokrasi yerleşir, toplum güçlenir.
Sonuç olarak
Bu anlamda, sosyal sorunların ve tabii ki çatışmaların en aza indirildiği bir toplum modeli, sosyal entegrasyon, denge ve hukuki eşitlik üzerine bina edildiğinde oluşturulabilir. Avrupa Birliği’nin de özünde yatan ‘değerler’in açılımı kanaatimizce bundan ibarettir.
Dr. İsmail Engin: Türkiye-Almanya Bilim ve Araştırma Toplumu/Berlin