Aleviler son dönemde gerek kendi içlerinde gerekse dıştan gelen baskılarla, inançlarının İslam’ın içinde mi dışında mı olduğu konusunda tavır belirlemeye zorlanıyorlar. İşin aslına bakılırsa, Aleviler tarihlerinde bugün olduğu gibi hiçbir zaman saflarını belirlemeye bu derece yoğun baskıyla zorlanmadılar. Eskinin kapalı toplumunda saf ve tavır belirlemeye gerek yoktu. Saflar zaten belliydi. Renkler siyah ve beyazdan ibaretti. Alevi, Osmanlı’nın gözünde, 600 yıllık tarihinin her döneminde olmamakla birlikte, kimi zaman sapık, kimi zaman zındık kimi zaman da Rafızi idi ve görüldüğü yerde başının ezilmesi vacipten de öte farzdı.
Lakin son dönem Alevisini gerek içsel gerekse dışsal şartlar bakımından toptan veya kısmen yok etmenin imkanı neredeyse sıfıra indi. Çünkü ne Aleviler Osmanlı döneminin sadece ormanlık ve dağlık kesimlerde yaşayan kapalı köylü toplumu, ne de devlet ve Sünni halk yüzde yüz Alevi düşmanı artık. Hem Aleviler hem de devlet ve Sünni halk çok parçalı ve Alevilere karşı her biri farklı bakış açılarını temsil ediyor. Bu temsil dostluktan düşmanlığa iki uç arasında seyrediyor.
Siyah-beyaz anlayış
O nedenle yüzlerce yıldır kimseyi pek ilgilendirmeyen “Aleviliğin İslam’ın içinde mi dışında mı” olduğu sorusu bugün daha sık sorulur olmaya başladı. Toplumsal değişim belki bu sorunun artık cevabının bulunmasını gerekli bir hale getirdi. Bir de malum Türkiye’de herkesi tek tipleştirme, kendine benzemeye zorlama gibi ulusal bir hastalık mevcut. Yani bir Alevi, “Müslümanım. Benim inancım İslam içinde” diyorsa, o zaman diğer Müslümanlar gibi olması gerekiyor. Yani Sünni Müslümanlar, İslam’ı nasıl algılayıp yorumluyor ve uyguluyorsa; Alevilerden de aynı şey bekleniyor ve hatta Sünni İslam’ı onlarca kuşaktır Sünni olanlardan daha özenli ve sofuca sahiplenmeleri isteniyor. Aksi takdirde, Alevinin karşısına klasik siyah-beyaz anlayış; ya benim tarafımda ya da karşımdasın bağnazlığı tüm acımasızlığıyla karşısına dikilir. İnat eder ve yolundan dönmezsen de, “Ya sev ya terket” bile denir.
Sonuç değişmiyor
Bence Alevilerin artık İslam’ın neresinde olduklarına karar vermelerinin zamanı geldi gelmesine de, verilecek kararın şekli ne olursa olsun bundan zararlı çıkacaklar yine Aleviler olacağa benziyor. O nedenle hesaplı ve dikkatli hareket etmek gerekiyor.
Ayrıca gerek Alevilerin bölgelere göre farklılık göstermesi, gerek Alevilik anlayışlarındaki çeşitlilik gerekse de karar alıcıların temsil kabiliyeti; bir pozisyon belirlendiğinde de var olan kaosu gidermeye yetmeyeceği gibi daha da artıracaktır.
“Sizin cemevi dediğiniz yerler var. Buraları sakın camiyle bir tutmayın. Müslümanların ibadethanesi camidir. Boş zamanlarınızda semah gibi cem gibi folklorik faaliyetler için oraya gitmenize bir şey
demeyiz ama namaz vakitlerinde de sizleri camide bekleriz ha! Diyanet’ten de masa, sandalye kapma hayallerinden vazgeçiniz. Zaten siz de İslam içindeyiz dediğinize ve Diyanet de ayrımsız tüm Müslümanları temsil ettiğine göre böyle bir ayrımcılığa gerek yok” cümleleri arka arkaya sıralanacaktır.
Bu iki açıdan yeni bir kaosa yol açacaktır. Birincisi, Aleviliğin İslam’ın neresinde olduğuna karar verilince, bu Aleviler arasında kesinlikle büyük ayrışma ve neticesinde kamplaşma yaratacak; bugün zaten var olan ama belirgin olmayan İslam’ın içinde Alevilik ve ayrı bir inanç olarak Alevilik kavgası başlayacak ve de Aleviler bu ayrışmayla birlikte iki büyük cepheye bölünücektir. Böylesine büyük bir bölünme Alevilerde tarihlerinde yaşamadıkları ağırlıkta bir darbeye yol açabileceği gibi, bundan çok düşük bir olasılıkta olsa Aleviler kârlı da çıkabilir. Aralarında nihai denebilecek olumlu anlamda bir kırılma yaşanabilir ve çıkacak iki ayrı kutup sen yoluna ben yoluma diyebilir. Bu sonuçla birlikte Aleviler arasından kimin kafası nereye yatıyorsa oraya gitme başlar ve herkesin yeri açıkça ortaya çıktığı gibi “İslam’ın dışında mı içinde mi?” spekülasyonları da sona erer.
Yaşanacak diğer kaos halini ise Alevilerin yerlerini belirlemesine devlet ve Sünni halktan gelecek tepkiler şekillendirecektir. Şöyle ki, eğer Aleviler kalkıp “Biz İslam’dan belli ölçülerde etkilensek de içinde değiliz. Alevilik apayrı bir inançtır” derse, o zaman Aleviler şiddeti şimdiden tahmin edilemeyecek dolaylı ve dolaysız saldırı ve tehditlere maruz kalacaklardır. Bunun anlamı, Türkiye’nin yeni Sivaslara, Maraşlara, Gazi Olaylarına hatta Osmanlı dönemindeki toplu kıyımlara gebe olması demektir. Çünkü Türkiye toplumu, az da olsa içinde hüküm süren hoşgörü ve farklılıklara tahammülü en az yüz yıl önce terketti.
Alevilerin, “Biz İslam’ın dışındayız” demesi Türk vatandaşı gayri müslimlerin yıllardır yaşadığı dışlama ve baskıların yön değiştirmesine neden olabileceği gibi, şimdi ılımlı olan milliyetçi ve İslamcı gruplar bile radikalleşerek Alevilere dönüp, “Yüz yıllarca koynumuzda yılan beslemişiz. Sizleri ne de olsa kendimizden sayardık. Ama siz düşmandan ve kâfirden de betermişsiniz” diyeceklerdir. Ondan sonra da gelsin provokasyonlar, Alevi avına çıkmalar, “Maraş’ta, Sivas’ta iyi ki bunları katletmişiz. O puslu ortamda köklerine kibrit suyu dökmek varmış ya!” söylemleri…
Gelenekten yeterince
nasiplenmemiş Aleviller
Burada devletten gelecek tepkileri ölçmenin ise imkanı yok. Zira devletin Sünni ağırlıklı mevcut düzeni korumayacağı ve Alevilerden böyle bir durumda gelecek hak talepleri karşısında pek de hayra soluk almayacağı bellidir. Diğer taraftan Alevilerin, “Biz İslam’ın içindeyiz” seçeneğini işaretlemeleriyle de ortalık birden süt liman kesilmeyecektir. Belki asıl gümbürtü böyle bir tercihin açığa vurulmasıyla başlayacaktır. Bir yandan Alevilerin cahil ve gelenekten yeterince nasiplenmemişleri arasından zaten şimdi de olduğu gibi, “Madem ki İslam’ın içindeyiz. Öyleyse namaz kılmak, oruç tutmak ve hacca gitmek de İslam’ın şartları olduğuna göre, bunları bir Müslüman olarak yerine getirmeliyiz. Pirimiz Hz. Ali de bunları yapmıştı” gibi garip akıllara kul olanların sayısı bir hayli kabaracaktır. Nitekim halihazırda Aleviler yukardaki türden söylemlerle zaten bir kimlik kayması ve erime sürecindeler.
Ayrıca İslam içinde bir tercih Aleviler dışı cepheyi daha da hareketlendirecektir. Bu cepheden hemen, “Bakın sonunda kendiniz bir karara vardınız ve İslam içinde olduğunuzu açıkladınız. Böyle bir beyanı olumlu karşılıyoruz, ancak bir Alevinin inancının İslam’ın içinde olduğunu bildirmesi yetmez. Samimi olduğunuzu kanıtlamanız lazım. Bunun için de İslam’ın şartlarının hepsini yerine getirmenizi bekliyoruz” denilecektir. Ama bununla bitse iyi. Arkasından, “Sizin cemevi dediğiniz yerler var. Buraları sakın camiyle bir tutmayın. Müslümanların ibadethanesi camidir. Boş zamanlarınızda semah gibi cem gibi folklorik faaliyetler için oraya gitmenize bir şey demeyiz ama namaz vakitlerinde de sizleri camide bekleriz ha! Diyanet’ten de masa, sandalye kapma hayallerinden vazgeçiniz. Zaten siz de İslam içindeyiz dediğinize ve Diyanet de ayrımsız tüm Müslümanları temsil ettiğine göre böyle bir ayrımcılığa gerek yok” cümleleri arka arkaya sıralanacaktır.
Devleti rahatlatan yönelim
Bu durumda devlet de geri adım atmayacağı gibi, “Hakkı olana hakkını verme” gibi bir geleneğe sahip olmadığından, “Ben zaten Müslümanların dini ihtiyaçlarını karşılamak için elimden gelenden fazlasını yapıyorum. Alevi vatandaşlarımız da inançlarını İslam’ın içinde tanımladıklarına göre, buyursunlar herkese sağladığımız imkanlardan yararlansınlar” kolaycılığına ve mevcut düzeni koruma yoluna gidecektir. Hatta Aleviliğin İslam içinde olduğu tercihi, bir yerde devleti en çok rahatlatan bir yönelim olacaktır. Çünkü böylelikle devlet yeni her türlü talebi, “İnancınız İslam içinde. Öyleyse oturun oturduğunuz yerde. Türkiye’de İslam’a ve Müslümanlara sağlanan imkan şeriatla yönetilen İran ve Suudi Arabistan’da bile yok” diye savuşturma imkanı bulacaktır.
Yukarıda ortaya koyduğumuz gibi Aleviliğin İslam’daki yeri gibi teolojik (din bilimsel) tartışmaların, bizzat Alevilere olumlu bir getirisi yok. Zaten şu aşamada İslam, Aleviliği içine alacak kadar esnek ve kapsamlı olmadığı gibi, Sünni Müslümanlar da Alevilik ve Alevileri oldukları gibi kabul etmeye hazır değil. Onlar istiyor ki, Aleviler bizim istediğimiz gibi Müslüman olsun. Bu da eşyanın tabiatına aykırı olduğundan ve karşı taraf asimilasyoncu bir anlayış taşıdığından, Aleviler uzak durmakta ısrarcı davranıyorlar.
Alevilik adına birşey kalmaz
Ne var ki, Ehli Sünnet veya Sünni İslam’ın bu dışlayıcı tutumuna karşılık Alevilik de, tek başına İslam’ın içine sıkıştırılamayacak kadar kapsamlı bir inanç. Biz kabul edelim veya etmeyelim, Sünni İslam Ahmet’e Mehmet’e göre değişmeyen belli ibadetlere ve uzun bir yazılı geçmişe sahip. Ayrıca tarihi boyunca hep iktidarların himayesinde yaşadığından, süreç içinde biraz esnek olmakla birlikte kesin çerçevesi oluştuğu gibi, dünyanın hemen her Müslüman toplumunda da geçerli standartlara ulaşmış. Bu nedenle Sünni İslam’ın şu anki ulaştığı seviye baz alınıp, Alevilik bu yapı içine sokulmaya çalışılırsa ortada Alevilik adına bir şey kalmaz. Örneğin cem ayinlerine, kadın-erkek toplu ibadete, semaha, bazı ayinlerde kullanılan alkollü içkiye ve inancın ayrılmaz bir parçası olan saz ve müziğe Sünni İslam şemsiyesi altında bir yer bulmak, aşırı zorlama yorumlara gitmeden mümkün değil. Aleviler tam da bu gerekçelerle inançları adına ne varsa terkederek, Sünni İslam içinde bir temsile onay vermiyor ve tek tip bir İslam anlayışı içine hapsolmak istemiyorlar.
Ayrıca Alevilerin, “Biz Müslümanız” demesi karşı tarafın tarihsel önyargılarını gidermediği gibi, Müslüman olarak kabul görmelerine de imkan tanımıyor. Kimse Aleviyi olduğu gibi bağrına basmaya yanaşmıyor. Diğer yandan, “Alevilik İslam’ın dışında ayrı bir inançtır” deseler, o zaman da bir başka sorun karşılarına çıkıyor; “Bunları içimize almamakla ve Müslüman kabul etmemekle haklıymışız. Bak gördünüz mü kendileri itiraf ettiler Müslüman olmadıklarını” homurtuları ortalığı kaplıyor. Kısaca Alevinin işi gerçekten zor. Zira aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık…
Sonuçta Alevilik ve Bektaşiliğin İslam’ın neresinde durduğu tartışmalarının belki ‘şimdilik’ kaydıyla anlamsızlığı her iki durumda da tüm çıplaklığıyla ortaya çıkarken, Aleviler, “Siz İslam’ın neresindesiniz?” sorusu karşısında bir ikileme, yer yer de bir kısır döngü içine sokuluyor. Bu durum belki de hem Alevi hem de Sünni kanadın, Aleviliğin İslam’ın neresinde durduğu sorusuna verilecek cevabın sonuçlarına katlanmaya hazır olmamalarından kaynaklanıyor olabilir.
Tabii ki, Alevilerin kendi aralarında İslam’ın içindeki yerlerini tartışmalarında kamuoyuna pek yansıtmamak kaydıyla bir sakınca yok. Çünkü Alevilik, Sünnilik gibi kesin normları olan bir yapıda olmadığından, İslam’ın neresinde olduğu konusunda ileri sürülecek her iki iddiayı da haklı çıkaracak yeterli argümanı bulmak o kadar zor değil. Ancak şu aşamada Alevilere düşen görev, dışa karşı bu türden anlamsız tartışmalardan uzaklaşarak, inançlarını orijinal ve tarihsel çerçevesini bozmadan; demokrasi, laiklik ve insan hakları gibi çağdaş değerlerle bağdaştırarak yaşamak, yaşatmak ve bu mirasın gelecek kuşaklara aktarılmasının zemin ve araçlarını hazır hale getirmektir. Böyle bir sürecin şekillenmesi, Alevilerin büyük bölümünün bilinçli bir şekilde örgütlenmesinden ve bu doğrultuda harekete geçip taleplerini meşru bütün baskı mekanizmalarını kullanarak ortaya koymasından geçiyor.
Cevap yetiştirme yarışına girmek
Aksine hareket ederek öncelikli bir takım gereklilikleri yerine getirmeden, genel kamuoyu önünde olumlu bir sonuca götürmeyeceği önceden kestirilebilen tartışmalara girmek, Alevilerin varmak istedikleri hedefe ulaşmasında geciktirici hatta zararlı etki yapar. Nitekim de yapıyor. Alevi örgütleri ve aydınları bu kısır tartışmalara cevap yetiştirme yarışına girerek zaman ve enerji kaybediyor.
Devasa sorun ve engellerin Alevilerin önünde beklediği bir dönemde, emekli bir memur edasıyla hareket ederek ayrıntılarla ve belki gelecekte rahat bir ortamda yapılabilecek tartışmalarla zaman ve enerji kaybından, henüz emekleme aşamasında olan Alevi hareketinin uzak durması gerektiği kanısındayım.
Yoksa yanılıyor muyum?
Hüseyin Demirtas
Yorum
Aleviyol 21.04.2004