Turap Tercan
Esad rejiminin yıkılmasından bu yana Suriye’de yaşanan vahşete varan Alevi kıyımını izlerken, her gün şu soruyu soruyorum kendime; Bu kin neden? Bu düşmanlık, bu amansız nefret nereden geliyor?
Aleviler tarih boyunca barıştan, hoşgörüden yana olmuş, hiçbir zaman kan akıtmamış topluluklardır. Buna rağmen neredeyse tarihin her döneminde kıyımlardan, sürgünlerden ve sistematik dışlamalardan kurtulamadılar.
Peki, neden?
İroniye bakın ki, öldürürken dillerinde “Allah” var, “Muhammed” var. Öldürdükleri insanlar ise canı gönülden Ehl-i Beyt’i seven insanlar. Yani Hz. Muhammed’in ailesini, torunlarını, soyunu seven, onların yolunu süren insanlar.
Şimdi soralım; Bu nasıl bir çelişkidir ki, kendini Hz. Muhammed’in ümmeti sayanlar, onu ve ailesini candan sevenleri katlediyor?

Bu soruların gerçek cevabını bulabilmek için tarihin karanlık dehlizlerine, İslam’ın doğuş yıllarına kadar gitmek gerekiyor. Çünkü bu düşmanlık aslında sandığımız kadar “mezhebi” değil, çok daha köklü bir kinden, ideolojik ve sınıfsal bir hesaplaşmadan besleniyor.
Bu düşmanlık özünde Hz. Muhammed’e, onun davasına, onun devrimsel mesajına karşı bir düşmanlıktır.
Hz. Muhammed peygamberliğini Mekke’de ilan ettiğinde, Mekke’nin ileri gelenleri, yani ekonomik ve sosyal elit sınıf bu yeni dine karşı sert bir direnç gösterdi. Çünkü Muhammed’in getirdiği mesaj, onların imtiyazlarını ve düzenlerini tehdit ediyordu. O, köleyi efendiyle eşit gören, yoksulu önceleyen bir sistem öneriyordu. Bunun gerçekleşmesini istemeyen Mekke’nin egemenleri, Hz. Muhammed’i öldürmeye kalkıştılar. O da Medine’ye hicret etmek zorunda kaldı.
Medine’de güçlenen Hz. Muhammed, Mekke’ye döndüğünde bu kez Mekkeli müşrikler, güce boyun eğip topluca İslam’ı kabul etmek zorunda kaldılar. Ama bu, gönülden bir teslimiyet değil, stratejik bir kabullenişti. Müslüman olmuş gibi gözükseler de bu eski müşrikler, İslam’ın özüne ve Ehl-i Beyt’e düşmanlıklarını hiç bırakmadılar. Ve bu kişiler, ileride İslam tarihinde Emeviler olarak karşımıza çıkacaklardı.
Hz. Muhammed’in ölümünden sonra bu kin daha görünür hale geldi. Hz. Ali’nin halifeliğiyle birlikte başlayan süreçte, Ehl-i Beyt’e yönelik sistematik bir düşmanlık başladı. Bu düşmanlığın en trajik zirvesi ise Kerbela’da yaşandı. İmam Hüseyin ve ailesi Yezit’in ordusu tarafından susuz ve aç bir şekilde katledildiler.
Kerbela’da yaşanan sadece bir iktidar savaşı değil, İslam’ın özünü temsil eden Ehl-i Beyt ile onun iktidarını gasp edenlerin savaşıydı. Yezit’in ordusu, Hz. Muhammed’in öz torunlarını katletti. Başsız bedenleri atlarına çiğnettiler, hem de peygamber “ümmet” olduklarını söyleyerek!
Yezit’in ordusu İmam Hüseyin’in başı başta olmak üzere 72 başı mızraklarını başına geçirerek Şam’a Yezit’in huzuruna getirdiler.
Yezit, Şam’da kendisine getirilen İmam Hüseyin’in kesik başıyla oynarken, şöyle söyler; “Keşke Uhud ve Bedir Savaşı’nda ölen atalarım bu günleri görseydi.”
Peki, kimdi bu Yezidin ataları?
Uhud Savaşı’nda Müslümanlara karşı savaşan Mekke’nin müşrik lideri Ebu Süfyan’dı. Ebu Süfyan, Muaviye’nin, Muaviye ise Yezit’in babasıydı. Bu kin, babadan oğula geçen bir mirastı.
İşte bugünkü Alevi düşmanlığı da, Kerbela’daki bu tarihsel çizginin bir devamıdır. Bugün Alevi kanı dökenler, tarihte İmam Hüseyin’i şehit edenlerin mirasçılarıdır. Görünürde İslam adına hareket ettiklerini söyleseler de, özlerinde Hz. Muhammed’e besledikleri düşmanlık yatmaktadır.
Daha iyi anlaşılabilmesi için; bugün nasıl ki Tayyip Erdoğan Atatürk’ün kurmuş olduğu Cumhuriyetin başına geçip, hem o’na, hemde onun kurmuş olduğu sisteme (Cumhuriyet’e) düşmanlık ediyorsa, Emeviler ve onun bugün ki yok izleyicileri de İslam dinini ele geçirmiş, hem “müslüman” görünüp hemde Muhammed düşmanlığı yapmaktadırlar.
Dünya’da bu yolu izleyen 2 milyara yakın Muhammed düşmanı bulunmaktadır.