Pazar, Şubat 9, 2025
No menu items!
ArşivHüseyin Demirtaş Alevi Kimliğinin Tanımında Kafalar Karışık

Hüseyin Demirtaş Alevi Kimliğinin Tanımında Kafalar Karışık

Son yıllarda Alevi toplumu büyük bir uyanış içinde. Ancak gerek Aleviler gerekse Alevi olmayanlar arasında kafa karışıklığı ve kavram kargaşası giderek artıyor. Aleviliğin inanç ve felsefesine tam olarak vakıf olmayanlar zaman zaman ortaya çıkıp, Türkiye’de yaşayan 20 milyona yakın Alevinin okullarda İslam dini öğretilerek, Müslümanlaştırıldığını iddia ediyor. “Aleviler acaba zaten Müslüman değiller mi de Müslümanlaştırılıyorlar?”
Bu tür görüş sahiplerine şu söylenebilir: Evet, Aleviler Müslümandırlar. Ancak bunun bir “ama”sı vardır. Aleviler okulda, camide, radyoda, televizyonda öğretildiği biçimde ve Sünni-Hanefi bir devlet kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) anladığı, anlattığı Müslüman değildirler. Herkesin bildiği gibi İslamın şartı beştir. Bunları inceleyerek bir karar verelim:

  1. Şahadet Kelimesi Getirmek: Aleviler Şahadet kelimesi getirirler. Ama bunun sonuna “Aliyyül veliyullah” yani Hz. Ali Allah’ın velisidir, şeklinde bir eklemede bulunurlar.
  2. Namaz Kılmak: Alevilerin büyük çoğunluğu namaz kılmaz ve yerIeşim yerlerinde camii yoktur. Olanlar da ya sonradan yapılmış veya zorla yaptırılmıştır. Alevilikte Sünnilikteki anlamıyla namaz yoktur. Cemler, niyaz ve yüz yüze kılınan halka namazı vardır. Sünnilikteki gibi namaz kılan ve camiye giden bazı Aleviler varsa da, bunlar ya Sünnileşmiş veya elma ile armudu karıştıran kişilerdir.
  3. Oruç Tutmak: Burada oruçtan kasıt Ramazan orucudur ve farzdır. Halbuki Alevilerde bu oruç yoktur ve tutulmaz. Biçim ve içerik olarak farklı olan Muharrem ve Hızır oruçları tutulur. Hz. Hüseyin’in şehit edilmesini anmak ve matem amacıyla tutulan Muharrem Orucu boyunca kesinlikle gece ve gündüz su içilmez.
  4. Zekat Vermek: Aleviler bir çeşit dinsel vergi olarak tanımlanabilecek zekatı vermezler. Kendi fakirlerini koruyup kollasalar da, bunu zekat veriyorum ve İslamın bir şartını yerine getiriyorum saikiyle değil; bir yardımlaşma anlayışı çerçevesinde, kendilerinin belirlediği zaman ve ölçütlere göre yaparlar.
  5. Hacca Gitmek: Aleviler, hali vakti yerinde olan her Müslümanın ömründe bir kez de olsa yapması farz kılınan hac ödevini de yerine getirmezler. Ancak bazıları Mekke ve Medine yerine ya Hacı Bektaş’taki Hacı Bektaş Veli türbesini veya Kerbelâ’da Hz. Hüseyin, Necef’te ise Hz. Ali’nin mezarlarını ziyaret etmekte ise de, Aleviler arasında bu bile pek yaygın değildir.
    Alevilerin İslamın şartlarına ilişkin tutumları bu şekilde. Yaygın olan bir diğer yanlış iddia ve önyargı da: “Aleviler Hz. Ali yolunda yürümektedir. O ise bizim peygamberimiz olan Hz. Muhammed’in damadıdır ve ikisi de tabiiki Müslümandır. Hz. Ali namaz kıldı, oruç tuttu ise, Aleviler de onun yolundan gittiklerini iddia ettiklerine göre bu ibadetleri yapmalıdırlar.”
    Bu teze kendisi de bir Sünni olan, ancak Türkiye’de Alevi gerçeğini en iyi anlayan ve yorumlayan ender insanlardan biri olan; geçen yıllarda İletişim Yayınları arasında “Türk Sûfiğine Bakışlar” adlı bu konu ile ilgili çok faydalı bir kitabı yayımlanan değerli tarihçi Ahmet Yaşar Ocak’ın cümleleri ile karşılık vermek istiyorum:
    “Alevilik yalnız ve basit olarak Hz. Ali’yi sevmek ve onun gibi yaşamaktır, spekülasyonundan çok farklı bir şeydir. Alevilerin Hz. Ali’yi Sünniler gibi anlamadıkları ve değerlendirmedikleri gerçeğini görmezlikten gelen bir ifadedir. Alevilikte Hz. Ali, Sünnilikteki Hz. Ali’den çok daha başka bir anlam ifade eder. O bir ‚kült’ konusudur. İlk bakışta Sünnilik açısından doğru olan bu tezin, Aleviler için hiç bir anlamı yoktur. Ayrıca Aleviliği basit bir şekilde halifelik sorununda, ‘Hz. Ali taraftarlığı’ şeklinde anlamak, bununla bağlantılı olarak da Aleviliğin başlangıcını o döneme götürmek; eğer belli bir amaca yönelik spekülatif bir gaye taşımıyorsa, tamamen tarih dışı (ahistorik) ve zamandışı (anokronik), dolayısıyla gerçek dışı bir anlayıştır ve yanlıştır. Sünni kesimin Aleviği bir türlü anlayamamasının altında bu yanlış tezler yatıyor.”
    Hocam Ahmet Yaşar Ocak’ın da belirttiği gibi sorun sırf, Hz. AIi taraftarlığı yahut da Hz. Ali’yi sevmek ve onun gibi yaşayıp yaşamamak değildir. Nitekim AIeviler bu isim ve kavramları çok farklı anlar ve yorumlarlar. Tıpkı Alevilerin Kuranıkerim’i de Sünniler gibi anlamadıkları gibi. Hatta Aleviler Kuranıkerim’i Sünniler gibi Kuranıkerim değil de Kuran-ı Hakim diye adlandırırlar. Kuranıkerim’e bakış da Sünnilerden çok farklıdır. Aleviler şu anda elimizde bulunan Kuranıkerim metninin gerçek metin olduğuna pek dillendirmeseler de inanmazlar. Kuranıkerim’den üçüncü Halife Osman’ın eklemeler ve çıkarmalar yaptığını savunurlar. Sünnilikte ise tam aksine Kuranıkerim metninin bir tek harfinin bile değiştirilmediğine ve eksiksizliğinin bir Hadis-i Kudsi ile bizzat Tanrı tarafından garanti edildiğine inanç tamdır.
    Aleviler Müslüman mıdır? sorusuna bu açıklamalardan sonra; evet Müslümandırlar, diye cevap verebiliriz. Ama heteredoks (Ehl-i Sünnet dışı) Müslümandırlar. Sünni-Müslüman (ortodoks) değildirler. Alevilik, eski Türk ve Kürt dinleri (Şamanizm ve Zerdüştlük), Müslümanlık, Hıristiyanlık, Yahudilik, Budizm, Manicilik ve Anadolu’nun antik çağdaki pagan geleneklerinin hepsinden etkilenmiş; bunları harmanlayarak bir sentez oluşturmuş, kendine özgü ve özgün bir yapıdır.
    Nasıl ki su, hidrojen ve oksijen atomlarının bileşiminden oluşmuş; orijinal bir yapı sergileyen oksijen ve hidrojeni artık göremediğimiz bir madde ise, Alevilik de tıpkı böyledir. Onda yukarıda saydığımız etki kaynaklarının her birini tek tek görmemiz mümkün değildir. Olsa olsa su gibi kendini oluşturan elementlerin artık seçilemediği, ayrıştırılamadığı özgün bir yapı çıkar karşımıza. Bu nedenle Aleviliği tanımlamak için tek başına Müslüman sözcüğü yetersiz kalır. Alevilik tek başına İslam içine hapsedilemeyeceği gibi sadece İslam elbisesi Aleviliğe çok dar gelir. Alevilik eşittir İslam dersek, Aleviliği kısırlaştırmış ve dar bir çerçeveye hapsetmiş oluruz. Müslüman diyelim ama yukarıdaki türden açılımları da yapalım. Yoksa bugün yaşanan sorunları ve kafa karışıklığını aşamayız. Kısaca Alevilere, kavramlandırmanın yetersizliğinin farkında olarak, Alevi-Müslüman denilebilir.
    Bazıları da kavram kargaşasını o kadar ileri götürüyor ki, “Türkiye’de yaşayan Alevilerin İslam dinini okullarda zorla din dersi olarak okuduklarına inanmıyorum. Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlettir. Din ve mezhep özgürlüğü vardır” gibi kendi içinde çelişkili görüşler öne sürebiliyor. Doğal olarak bu tür çelişkili görüşlerin ele alınır bir yanı yok. Halbuki böyle düşünenler, Alevi çocuklarına Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi kapsamında tamamen Sünni içerikli zorunlu din dersi okutulduğunu unutuyor. Çünkü bu ders seçmeli değil zorunlu. Derslerde ve ders kitaplarında tek kelime ile Alevilikten söz edilmiyor. Kendim bir Alevi çocuğu olarak, ilkokuldan üniversiteye kadar din dersini zorunlu olarak okudum. Bunun adına İslamlaştırma değil, Sünnileştirme denir. Çünkü zorunlu din dersleri Alevi köylerinin zaman içinde Sünnileşmesine katkıda bulunuyor. Örneğin Kütahya ve çevresinde öyle Alevi köy ve kasabaları var ki, Alevi kimliğinden her geçen gün uzaklaşıyorlar. Yüzde yüz Alevi olan bu yerleşimlerin birinde çevresindeki Sünni köylerde bile olmayan, iki şerefeli minaresi bulunan, kubbeli iki camii ve bakımsızlıktan harap olmaya başlayan iki tane de cemevi binası var. Türkiye’deki okullardaki zorunlu din dersleri, imam-hatip okulları ve Diyanet İşleri kanalıyla yapılan Sünni-İslam propagandasının etkisiyle, burası ve çevresindeki Alevi köyleri artık asimile olmaya yüz tutmuş durumda. Söz konusu Alevi yerleşiminde namaz, oruç ve hac gibi bundan 50 sene önce pek yapılmayan ibadetler yapılır olmuş; bunlar zamanla bir Alevinin de yerine getirmesi icap eden dini görevler olarak algılanmaya başlanmıştır. Hatta bu ibadetleri yapmayan Alevilere kötü gözle bakılır olmuştur. Bu çevrenin Alevileri son 50 yıl içinde Alevi kimliğinden fersah fersah uzaklaştıkları halde bugün bile kendilerini çok iyi Alevi sanmaktadırlar. Otantik Alevi kimliğini sürdüren Orta ve Doğu Anadolu Alevilerini de kendilerinden saymamakta; onları namaz kılmadıkları ve köylerinde cami olmadığı için ayıplamaktadırlar. Bunlar da gösteriyor ki, Sünnileştirme çalışmaları batı bölgelerinde oldukça başarılı olmuşa benziyor.
    Aslında öyle sanıldığı gibi Türkiye Cumhuriyeti devleti laik değildir. Laiklik cilası altında yapılan, ülkeyi tamamen Sünnileştirme operasyonudur. Nitekim Şeyhülislamlık gitmiş, yerine Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) gelmiş; medreselerin yerini de sayıları 20 civarında olan ilahiyat fakülteleri, binlerle ifade edilebilecek imam-hatip okulları, Kuran kursları ve zorunlu din dersleri gibi Osmanlı’dakinden daha katmerlileri almıştır. Alevilerin vergileriyle bu devlet, hem kendi temellerinin hem de Aleviler dahil Türkiye’de yaşayan farklı inançtan olan her insan ve topluluğunun inancını yaşama garantisinin altını oyacak, bu hakkı dinamitleyecek oluşumlara çanak tutmuştur. Kendini paramparça edecek bombayı bizzat kendisi hazırlamıştır. Devletimiz bu haliyle kendi kendini yiyen dev örneği bir konumdadır. Laiklik karşıtı ve radikal İslamcı akımlar bizzat devlet desteği ile zamanla o kadar gelişmiş ve büyümüştür ki, iktidara bile gelmeyi başarmışlardır. Türkiye’nin kuruluş felsefesine aykırı akımların bizzat devlet eliyle palazlandırılması ve beslenmesi dönemine noktayı koyma zamanı gelmiştir. Bunun için de, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri zorunlu olmaktan çıkarılmalı, vergi verenlerin sırtına beş bakanlığın bütçesinden daha fazla bir yük getiren Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılmalı ve din işleri cemaatlere bırakılmalıdır. Yani dini hizmet talep eden her topluluk, bu hizmetlerin karşılığını bizzat kendisi ödemelidir. Bu konuda belki devlet Avrupa ülkelerinde olduğu gibi çalışanlardan din hizmetleri vergisi kesilmesinde ve toplanan kaynağın ilgili dini topluluklara ulaştırılmasında aracı olabilir. Diyanet İşleri Başkanlığı’na tahsis edilen devasa kaynak ise zaten krizlerle boğuşan ülkemizde yatırımlara ve yeni iş sahalarının açılmasına ayrılmalıdır.
    Özetle söylersek, Türkiye Cumhuriyeti bugünkü haliyle laik olmadığı gibi, mevcut laiklik anlayışı da toplumu daha fazla bölmeye zemin hazırlar bir yapı sergiliyor. Hali hazırdaki laiklik anlayışından Sünnilerin büyük çoğunluğu da memnun değil. Onlar da, devletin dinin kendi işlerine karışmasına şiddetle engel olmasına rağmen dine devletin aşırı müdahaleciliğinden şikayetçi. Bu keşmekeş devletin din işlerinden tamamen elini çekmesiyle aşılır. İlk başta kargaşa yaşansa da kısa zaman içinde herşey yerine oturur.
    Biz Alevilerin de bir yanlışı var. Ne zaman ağzımızı açsak, “Türkiye laiktir. Laik kalacaktır. Laik devletin bekçileriyiz“ şeklindeki anlamsız sloganları tekrarlıyoruz. Bilen biri varsa çıkıp söylesin, bu devletin neresi laik? Keşke Türkiye’de laik ve sekular bir sistem mevcut olsa da gönüllü olarak korusak. Aleviler statükocu ve şu andaki çarpık laiklik anlayışı ve uygulamalarının bekçisi, garatörü olamaz. Bizler Alevilerin, Sünnilerin, diğer din ve inançların her yönden eşit olduğu laik bir sistemin kurulması çabası içinde olmalıyız. Aksine davranmak var olan eşitsiz yapının daha da güçlenmesine katkıda bulunmaktan öteye gitmez…
    Aleviyol, 25.1.2003
İLGİLİ YAZILAR
spot_img