Salı, Ocak 14, 2025
No menu items!
Alevilik - BektaşilikErenler-DergahlarHacı Bektaş-ı Veli Külliyesi

Hacı Bektaş-ı Veli Külliyesi

Hacı Bektaş-ı Veli Külliyesi
Nevşehir ilinin Hacıbektaş ilçesinde yer alan ve Bektaşiliğin “Pir Evi” olan bu külliyenin tarihi gelişimi ve mimari bünyesi oldukça karmaşık bir yapı arz etmektedir. XIII. yüzyılın ortalarında XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar uzanan geniş bir zaman dilimi içinde oluşumunu tamamladığı gözlenen bu yapı topluluğu, hemen bütün unsurları ile günümüze intikal edebilen nadir tarikat külliyelerinden birisi olarak Türk mimarisinin tarihinde önemli bir yer işgal eder.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin (ö.1271), mürşidi Baba İlyas-ı Horasani’nin (ö.1240) vefatını müteakip, o zamanki adı “Sulucakarahöyük” olan Hacıbektaş’a gelerek burada kendi adına bir zaviye kurduğu bilinmektedir. Mütevazi bir kuruluş olduğu tahmin edilebilen ilk zaviyeden günümüze intikal eden tek unsur, bizzat Hacı Bektaş-ı Veli tarafından kullanıldığı rivayet edilen, “Kızılca Halvet” adındaki halvethanedir. Hacı Bektaş-ı Veli Türbesi ile bunun güney duvarına bitişik olan Kızılca Halvet-i külliyenin çekirdeği olarak kabul etmek gerekir. Konunun uzmanlarından A.Y. Ocak’ın “Bektaşiliğin teşekkül devresi” olarak tanımladığı XIV. yüzyılda, eskisinden daha geniş kapsamlı tarikat külliyesi niteliğinde bir yapı topluluğunun şekillendiği anlaşılmaktadır.
Bektaşiliğin ikinci piri (Pîr-i sânisi) olarak kabul edilen Balım Sultan (ö.1516) XVI. yüzyılın başlarında, 907 (1501) yılında, II. Beyazıd’ın desteği ile Hacı Bektaş-ı Veli Zaviyesi’nin şeyhliğini üstlenmiş ve yapmış olduğu ictihadlar ile söz konusu tesisin manevi nüfuzu altındaki yarı bağımsız derviş taifelerini belirli bir erkânın ve merkeziyetçi bir idarenin çerçevesinde teşkilatlandırmıştır. Bektaşiliğin merkezi olan Hacı Bektaş-ı Veli Külliyesi de XVI. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren, kendisine bağlı olan Yeniçeri Ocağı’nın, ayrıca Rumeli’deki akıncı beylerinin desteği sayesinde, giderek genişleyen Osmanlı topraklarında yeni zaviyeler tesis etmek suretiyle nüfuz alanını ve gelirlerini arttırmakta, ayrıca birçok yeni yapı ile donanarak gelişmekteydi.
II. Mahmud tarafından Yeniçeri Ocağı ile birlikte 1826’da Bektaşilik de lağvedilmiş, bu arada, “kâdim” addedilerek yıktırılmayan diğer Bektaşi tekkeleri gibi, Pir Evi de Nakşibendiyye tarikatına devredilmişti. Ancak Tanzimat’ın getirdiği serbestinin sonucunda Hacı Bektaş-ı Veli Külliyesi’nde de bir yeniden yapılanmanın yaşandığı, XIX. yüzyılın ikinci yarısı ile XX. yüzyılın ilk çeyreğinde bazı yeni birimlerin inşa edildiği, ayrıca birçok onarım gerçekleştirildiği gözlenmektedir.
Tekkelerin ve türbelerin 1925’te kapatılması üzerine Hacı Bektaş-ı Veli Külliyesi bir müddet Numune Ziraat Mektebi olarak kullanılmış, bu dönemde Maarif Vekaleti Asâr-ı Atika ve Hars müdürü olan H.Zübeyir Koşay’ın gayretleri ile tekkenin barındırdığı eşya dağılmaktan kurtarılmış, içlerinde sanat değeri olanlar, envanterleri yapılarak önce Ankara Kalesi’ndeki bir depoya, sonra Ankara Etnoğrafya Müzesi’nin kurulması üzerine söz konusu müzeye taşınmıştır. Külliyenin geniş kapsamlı onarımına 1958’de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından başlanmış, 1959’dan itibaren Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından devam edilmiş, büyük ölçüde aslına uygun biçimde tamir edilen yapı topluluğu, özgün eşyası ile tefriş edilmek suretiyle 16 Ağustos 1964’te müze olarak ziyarete açılmıştır.


Mimari
Hacı Bektaş-ı Veli Külliyesi, eski Türk saraylarında da gözlenen üç avlulu bir yerleşim düzenine sahiptir. Külliyenin barındırdığı birimler, sahip oldukları fonksiyonlara uygun biçimde bu avluların çevresine yerleştirilmişlerdir. İç düzenine adeta askeri bir hiyerarşinin ve disiplinin egemen olduğu Pir Evi’nde karşılanması gereken her fonksiyon için bir birim düşünülmüş, Bektaşiliğe özgü bir terminolojiye uyularak bu birimler, “mihman evi/at evi/ekmek evi vs.” şeklinde adlandırılmıştır. Kendi içinde birer “ocak” şeklinde teşkilatlanmış olan bu birimlerin başında, “mihman evi babası/ at evi babası” şeklinde anılan bir baba ile bunun maiyetindeki “canlar” (dervişler) faaliyet göstermekte, bütün babalar Pir Evi’nde postnişin olan Dede Babaya tabi bulunmaktaydı.
Kuzey-güney doğrultusunda uzanan, ancak farklı eksenlere sahip olan bu avlulardan güneyde yer alan ilki Nadar Avlusu olarak anılmakta, buraya güney yönünde yer alan ve sivri kemerli bir nişin içindeki basık kemeri ile Osmanlı mimarisinin klasik üslubunu yansıtan Çatal Kapı’dan girilmektedir. Uzaktan gelen birçok ziyaretçinin ağırlandığı bu külliyede Nadar Avlusu, yolcuların ihtiyaçlarına cevap veren bölümlerin yanı sıra bazı servis birimleri ile de kuşatılmıştı. Yanında bir güvercinlik bulunduğu bilinen Çatal Kapı’nın batısında misafirlerin barındığı mihman evi (misafirhane), doğusunda at evi (ahırlar), avlunun doğu yakasında, fonksiyon açısından ikinci avludaki aş evine bağlı erzak evi (kiler), bunun ile aş evinin arasında da ekmek evi (fırın) yer almaktaydı. Duvarları moloz taş veya kerpiç tuğla ile örülmüş, üstleri düz ahşap çatılar ile kapatılmış, basit yapılar olan bu birimler ortadan kalkmış bulunmaktadır. İkinci avlunun batısındaki kitle içinde yer alan çamaşır evi (çamaşırhane) de Nadar Avlusu’na açılmakta ve biri asıl çamaşırhane, diğeri gusülhane olan iki mekânı içermektedir. Avlunun doğu duvarında yer alan Üçler Çeşmesi (Feyzi Baba Çeşmesi)’nin tasarımı ve süslemeleri, külliyenin birçok unsuru gibi, XVI. yüzyıla ait olabileceğini göstermekte, sülüs hatlı manzun kitabesinde ise Sadrazam Halil Rif’at Paşa’nın (1827-1901) eşi Fatma Fikriye Hanım tarafından 1320 (1902) yılında yaptırıldığı belirtilmektedir. Örgüsünde sarı ve kırmızı renkli kesme taşların kullanıldığı çeşme, sivri kemerli bir niş ile donatılmış ve “hüseyni” denilen türde bir Bektaşi tacı ile taclandırılmıştır.
Nadar Avlusu’nu kuzey yönünde, kırmızı renkli kesme taşlar ile örülmüş olan duvarda bulunan Üçler Kapısı, Dergâh Avlusu (Meydan Avlusu) adındaki ikinci avluya geçit verir. Sarı renkli kesme taşlar ile örülmüş olan sivri kemerli kapının üzerinde duvar üçgen bir alınlık meydana getirmekte, yanlarda, kare biçimindeki kırmızı taşlar üzerinde oniki imamı simgeleyen oniki dilimli gülçeler dikkati çekmektedir. Üçler Kapısı’nın ardındaki sahanlığın yanlarından üçer basamak ile avlu zeminine inilmekte, basamakların arasında Meydan Havuzu yer almaktadır. Ortasında kare bir fıskiye çanağını barındıran havuzun, tepesinde bir hüseynî tacın yer aldığı üçgen bir alınlık altındaki kitabesi, Tepedelenli Hacı Feyzullah Dede Baba’nın (ö.1913) delâleti ile, Beyrut Valisi Halil Paşa’nın eşi Nazlı Hanım tarafından 1326 (1908)’da yaptırıldığını belgeler.


Dergah Avlusu doğu ve batı yönlerinde (yanlarından) revaklar ile kuşatılmış, gerek ibadete gerekse de külliyenin ve Bektaşiliğin yönetimine ilişkin çeşitli birimler bu revaklar gerisine, iki grup halinde yerleştirilmiştir. Doğudaki kanatta, güneyden kuzeye doğru Arslanlı Çeşme, aşevi köşkü yer almaktadır. Batıdaki grubun orta kesimi meydan evine, güneyi mihman evi ile çamaşır evine, kuzeyi ise kiler evine tahsis edilmiştir. Kiler evinin içinden geçilen ve avlunun kuzeybatı köşesinde bir çıkıntı teşkil eden mekân Dede Babanın kışlık odasıdır. Bu oda ile kiler evinin üst katında, külliyenin bütününe egemen konumu ile dede baba köşkü yer alır.
Dergâh Avlusu’ndaki revaklar doğu yönünde, aşevinin önünde beş adet, mescidin önünde üç adet, batı kanadında da yedi adet olmak üzere, kesme taş örgülü, kare kesitli payelere oturan onbeş tane sivri kemerden meydana gelmektedir. Burada üç, beş, yedi gibi Bektaşî sembolizminde önemli yerleri sayıların kullanılmış olması muhakkak ki tesadüf eseri değildir. Doğu kanadında, girişten itibaren birinci ve ikinci kemerin arasında yer alan 951 (1544-45) tarihli anonim beyit revakların ne zaman inşa edildiğini belgelemektedir.
Arslanlı Çeşme’nin sağdaki duvar payesine nakledilmiş bulunan kitabesinde 962 (1544-55) yılında ünlü akıncı beylerinden Malkoçoğlu Bâlî Bey tarafından yaptırıldığı belirtilmekte, cephesindeki diğer kitabeden ise 1270 (1853-54)’de ihya edildiği anlaşılmaktadır. İhya kitabesinde adı geçmeyen kişinin “Mısırlı Kara Fatma Hatun-Sultan” olduğu rivayet edilir. Sarı ve kırmızı renkli kesme taşlar ile iç içe örülmüş altı adet sivri kemere sahiptir. Osmanlı mimarisinin klasik üslup dönemine ait olmasına rağmen Memlûk etkili bir taşra üslubu sergileyen bu çeşmenin ortasında, Kara Fatma Hatun’un Mısır’dan getirttiği söylenen arslan heykeli yer alır. Batı etkisinin hissedildiği, tepesinde de “Yâ Ali” ibaresi ve zülfikâr tasviri bulunan bu heykel, “Allah’ın arslanı” olarak anılan Hz. Ali’yi temsil etmektedir. Bunun yanı sıra çeşmenin cephesi, üç adet lüle, beş adet oniki köşeli teslim taşı, oniki dilimli gülçeler gibi başka sembolik unsurları da barındırır. İç kapısında yer alan kitabede 968 (1560-61) yılında Malkoçoğlu Bâlî bey tarafından yaptırıldığı belirtilen aşevi, ziyaretçisi kalabalık olan Pir Evi’nin en itibarlı birimi olup aşevi babası tarikat teşrifatında Dede Babadan sonra ikinci sırada yer almaktaydır.
Tasarımı ile fonksiyonel ve sembolik nitelikli mimari unsurların ilginç bir sentezini sunan aşevinin simetri ekseni üzerinde, dış kapıyı izleyen iki koridor ile yapının doğu duvarında, Bektaşî tarikatı ile Yeniçeri Ocağı’nın alametlerinden olan Kara Kazan’ın yer aldığı ocak sıralanmaktadır. Teslim taşları ile bezeli kapılar ile son bulan giriş koridorlarının sağında (güneyinde) aşçı baba ile aşevi babasının odaları, solunda (kuzeyinde) ise aşevinin özel kilerini teşkil eden iç içe iki birim yer alır. Dikdörtgen planlı (4.00 x 3.00 m.) ve beşik tonozlu olan aşçı baba odasında, adı meçhul bir aşcı babaya atfedilen bir lahit bulunmaktadır. Aşevi babasının odası, nisbeten büyük boyutları (6.75 x 4.00 m.) ve yemeklerin pişirildiği ana mekâna hakim tasarımı ile ayrıcalığını belli eder. Kiler birimleri (6.50 x 3.00 m ve 4.50 x 3.00 m.), et, yoğurt, süt gibi sıcaktan olumsuz yönde etkilenen bazı ana gıda maddelerinin korunduğu, az ışık alan ve içinde hava akımı sağlanmış olan bir tür soğuk hava depolarıdır.
Kare planlı (8.50 x 8.50 m.) olan ana mekânın, ahşap tavan kirişleri, kuzey-güney doğrultusunda uzanan kesme taş örgülü geniş bir sivri kemer ile takviye edilmiştir. Burada bulunan yedi adet ocaktan en büyüğü, doğu duvarının eksenindeki Kara Kazan ocağıdır. Bereketi ve bolluğu simgeleyen Kara Kazan ancak Muharremin onikisinde, Kerbelâ şehidlerine mersiyeler okunarak pişen aşûre için kullanılmakta, günlük yemek için geriye kalan iki ocaktan yararlanılmaktaydı. Mekanın kuzeybatı köşesinde de, bulaşıkların yıkandığı, tarikat termolojisinde “ayakçık” tabir edilen niş yer alır. Tam ortada görülen mermer seki et doğrama, bunun önündeki mermer tekne de yağ süzme ameliyeleri içindir.
Aşevi köşkü çok fonksiyonlu bir birim olup burada resmi konuklar ağırlanmakta, Pir Evi’nde görevli babalar dinlenebilmekte, bazen de Dede Babanın başkanlığında toplantılar yapılmaktaydı. Günümüzde müzenin idarî birimlerini barındıran köşkün doğusunda, kahve ocağı olarak kullanılan birim, güneyinde, misafirlere ikram edilen kuru yemiş türünden erzağın saklandığı küçük kiler odası, batısında da misafirlerin ağırlandığı ve toplantıların yapıldığı dikdörtgen planlı (7.50 x 4.00 m.) mekân yer alır.
Bazı müellifler mescit bölümünün II. Mahmud tarafından, Vaka-i Hayriye’yi müteakip 1250 (1834-35) yılında inşa ettirildiğini ileri sürmekte ancak günümüzde büyük ölçüde kabul gören bu iddianın gerçeği yansıtmadığı anlaşılmaktadır. Şöyle ki; tekkelerin kapatılması(1925) ile onarımın başlaması (1958) arasındaki devrede, 1948’de külliyeyi incelemiş olan C.H. Tarım, mescide ait olan Arapça inşa kitabesinin metnini vermekte, günümüzde yerinde bulunmayan söz konusu kitabede mescidin, Yavuz Sultan Selim döneminde, 926 (1520) yılında Osmanlılar’a tabi son Dulkadiroğlu Emîri Şehsuvar Bey oğlu Ali Bey (ö.1522) tarafından in-şa ettirildiği belirtilmektedir. Nitekim mescidin tasarımı, basık oranların ve özellikle mimari ayrıntıları II. Mahmud döneminin ampir üslubuna tamamen ters düşmekte, buna karşılık mihrabı, üç merkezli kemeri ve basık köşe trompları ile, Osmanlılar’dan önce, uzun süre Memluklar’a tabi olan ve Memluk sanatının etkisinde kalan Dulkadiroğulları’nın bazı camilerindeki mihraplar andırmaktadır.
Üç birimli ve düz damlı bir son cemaat yeri ile kare planlı (10.75 x 10.75 m.) ve kubbeli bir harimden meydana gelen mescidin duvarları kesme taşlar ile inşa edilmiştir. Avlunun konumundan ötürü batı cephesinde yer alan son cemaat yeri revağının sivri kemerleri sekizgen payelere oturur. XIX. Yüzyıldaki onarımlarda son şeklini aldığı anlaşılan, sıradan görünümlü minareye, son cemaat yerinin kuzeyindeki küçük eyvanın içinde yer alan merdiven ile ulaşılmaktadır. Simetrik bir tasarımın gözlendiği harimin duvarlarında ikişer adet dikdörtgen pencere bulunmakta, bunların ortasında batı duvarında basık kemerli giriş, doğu duvarında vaaz kürsüsü, güney duvarında da mihrap yer almaktadır. Mihrabın yanlarındaki pencerelerin sonradan örülerek nişe dönüştürülmüş olmaları mescidin, mihrap duvarına bitişik 968 (1560-1561) tarihli aşevinden daha önce mevcut olduğunu gösterir. Sivri kemerli tromplar ile geçilen basık kubbe sekizgen bir kasnak ile kuşatılmış ve sekizgen piramit biçiminde bir külahın altında gizlenmiştir, Mihrap gibi, vaaz kürsüsü de Osmanlı mimarisinde alışılmadık tasarımı ile dikkati çeker. Yapının mimarisi ile bütünleşen kürsü, yerden 1.00 m. kadar yüksekte bulunan, dikdörtgen planlı, dilimli kemere sahip bir kavsarası olan, mihrap görünümlü bir nişin içinde çözümlenmiş, nişin alanı dilimli bir çıkma ile genişletilmiştir. Mescitte bulunan klasik üsluptaki kalemişleri ve hat kompozisyonları Cumhuriyet dönemi onarımında yenilenmiştir. Meydanevi ile buna bitişik olan diğer birimlerin (mihmanevi ile kilerevi) avlu yönündeki doğu duvarlarının örgüsünde kesme taş, diğerlerinde moloz taş kullanılmıştır. Meydanevi’nin kapısı üzerindeki lento, tepesinde bir teslim taşının bulunduğu, sivri bir hafifletme kemeri ile taclandırılmıştır. Altında Yunanca yazılar olan bu devşirme lentonun ön yüzünde, Selçuklu üslubunu sürdüren geometrik geçmeler vardır. Lentonun üzerindeki 769 (1367-1368) tarihli Arapça inşa kitabesinde I.Murad Hüdavendigâr’ın “Ahî Murad” olarak anılması dikkat çekicidir. Girişi izleyen sofanın sağındaki girintide, ayinler dışında dervişlerin oturup sohbet ettikleri, icabında da meydan evinde görevli olanların geceyi geçirdikleri, korkuluklu bir ahşap seki bulunmakta, güneybatı köşesindeki verev geçit, meydan evine bağlı kiler odalarının ve küçük mutfağın açıldığı (L) planlı koridora bağlanmakta, bu koridorun sonunda, Has Bahçe’ye açılan bir kapı bulunmaktadır. Sofanın batı duvarındaki dikdörtgen kapıdan asıl meydan evine girilir. Kare planlı (7.50 x 7.50 m.) olan ve geleneksel bir Türk odası şeklinde tefriş edilmiş bulunan bu birim Bektaşi erkânında evreni temsil etmekte, içerdiği birçok mimari ayrıntı ve özellikle bindirme kubbe şeklindeki örtüsü bu “mikrokozmosun” unsurları olarak telakki edilmektedir. Bektaşilik’teki oniki âyin içinde, “bahçeden gül koklamak” şeklinde ifade edilen ilk altı âyin bu mekanda, tasarıma yansıyan birçok tasavvufi ve kozmik simge ile bağlantılı olarak icra edilmekteydi. Şöyle ki; Bektaşi tekkelerinin çoğunda olduğu gibi, doğuya açılan girişteki mermer eşik “rehber eşiği” olarak anılmakta, zâhiri âlem ile bâtının âlemi sınırını temsil etmekte, girenler bu eşiği “niyaz ederek” üzerinden atlamaktadır. Mekanı çepeçevre kuşatan, âyinlerde üzerine postların serildiği sedirler girişin bulunduğu yerde kesintiye uğramakta girişin tam karşısını da, “küre” olarak adlandırılan ve mekânı ısıtmanın yanı sıra “hamse-i âl- i abânın” ocağını temsil eden ocak yer almaktadır. Ayinlerin başlangıcında, “çerağları uyandırmak” ile görevli olan “çerağcı” meydan evinin kuzeybatı köşesinde oturan ve âyini yöneten “mürşidden” aldığı, “delîl” adındaki küçük mumu bu ocağın ateşi ile uyandırmakta (“zerre almakta”) sonra mürşid postunun solunda yer alan “Taht-ı Muhammed”deki çerağları uyandırmaktaydı. Üç basamaklı olan Taht-ı Muhammed’in üzerindeki oniki çerağ oniki imamı, önünde yar alan ve “kanun çerağı” ya da “Horasan çerağı” olarak anılan üç fitilli kandil ise “Allah-Muhammed-Ali” birlikteliğini ifade etmekteydi. Meydanevi’nin örtüsünü oluşturan, Anadolu’da “kırlangıç kuyruğu” tabir edilen bindirme kubbe, ahşap kirişleri, 45 derecelik açılar ile, iç içe giderek küçülen kareler teşkil edecek şekilde birbirinin üzerine oturtmak suretiyle inşa edilmiştir. Söz konusu teknik bir yandan Orta Asya’da diğer taraftan Anadolu’da Antik Çağ’dan beri bilinmektedir. Meydan evininin bindirme kubbesinde teşhis edilen yedi adet kare, tasavvufta seyr ü sülûk aşamalarına tekabül eden yedi alemi (şehâdet, berzâh, ervâh, hakîkat, erkân, gayb, kesret ve vahdet) temsil eder. Güney duvarındaki kapıdan geçilen muhabbet divanı dikdörtgen planlı olup (5.75 x 4.50 m.) meydan evindekinin küçüğü olan bir bindirme kubbe ile örtülüdür. Dergâh Avlusu’nda bulunan ve Nadar Avlusu’ndakinden çok daha küçük kapsamlı olan mihman evinde görevli olan baba, ziyaretçileri kabul ederek isteklerini Dede Babaya aktarmakta, ayrıca bu birimde görevli olan dervişler Has Bahçe’nin bakımını üstlenmekteydi. Büyük olanı misafirlerin ağırlanmasına, küçük olanı mihman evi babasına edilmiş iki birimden meydana gelir. Doğrudan Dede Babanın denetiminde bulunan kiler evi, önemli tarikat eşyasının (tesbihler, buhurdanlar, çerağlar, teberler, nefirler, keşküller, teslim taşları vs.), ayrıca Hacı Bektaş-ı Veli Türbesine ait anahtarların muhafaza edildiği, türbedarlık hizmetinin yanı sıra Pir Evi’nin muhasebe ve levazım işlerini üstlenen birimdi. Dede Babayı ziyarete gelenlerin bekleme mekanı olan bir sofa, Dede Babanın misafirlerini kabul ettiği ocaklı bir divanhane, kiler evine ait özel mutfak ile anbar birimlerinden oluşmakta, bunların doğusunda da Dede Babanın kışlık odası bulunmaktadır. Fevkâni konumu ile, Dede Babanın kendisi gibi, külliyenin bütün birimlerine egemen olan Dede Baba köşkü dış sofalı (hayatlı) ve üç birimli bir köşktür. Mimari ayrıntıları klasik Osmanlı üslubunü yansıtmakta, inşa tarihi tam olarak tesbit edilememişse de barok etkilerin başgösterdiği XVIII. yüzyıl ortalarından daha eskiye ait olduğu söylenebilmektedir. Dergâh Avlusu’nun kuzeyinde, mescit ile Dede Babanın kışlık odasının arasında yer alan Altılar Kapısı’ndan, kutsallık bakımından en önemli birimleri barındıran üçüncü avluya geçilmektedir. Klasik Osmanlı üslubundaki Altılar Kapısı’nın basık kemeri siyah ve beyaz mermer ile örülmüş bir teslim taşı ile taclandırılmıştır.
Hazret Avlusu (Huzur Avlusu) olarak adlandırılan üçüncü avluda, Altlar Kapısı’nın karşısında, “Huzur-u Pir” olarak anılan, Hacı Bektaş-ı Veli Türbesi’ni, Güvenç Abdal Kümbedi ile Resûl Bâlî Kümbedi’ni, Kızılca Halvet’i ve Kırklar Meydanı’nı barındıran bina bulunur. Kırklar Meydanı’nda Bektaşilik’teki oniki âyinden, “bahçeden gül koparmak” tabiri ile ifade edilen diğer altı âyin icra edilmekte, ayrıca yeni Dede Babayı seçen büyük kurul da burada toplanmaktaydı. Hazret Avlusu’nun doğu kesimi ise Balım Sultan Kümbedi ile hazireye ayrılmıştır. Dulkadiroğulları’nın son emiri Şehsuvar Bey oğlu Ali Bey tarafından 925 (1519) yılında yaptırılan ve Selçuklu kümbetlerinin geleneğini sürdüren Balım Sultan Kümbedi Anadolu’da kendi türünün son örneği olarak değerlendirilebilir. Koyu sarı renkte kesme taşlar ile inşa edilmiş olan yapıda, asıl kümbedin batısında iki tane giriş bölümü yer alır. Bunlardan ilki dikdörtgen planlı (7.00 x 3.00 m.)ve düz damlı bir revak olup üç adet sivri kemer ile batıya açılmakta, diğerlerinden biraz daha yüksek tutulmuş olan ortadaki kemerin üzerinde bir teslim taşı bulunmaktadır. Kemerleri taşıyan bodur sütunların başlıklarındaki yaprak ve volüt motifleri revağın XVIII. yüzyılın ikinci yarısında ya da XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde onarım geçirmiş olduğunu gösterir. Tekkelerin faal olduğu dönemde bu bölümde, mücerred derviş olmak isteyenlerin belirli bir erkân ile kulakları delinmekteydi. Söz konusu revağın önünde, solda silindir biçiminde, üzerinde istifli sülus ile bir beytin yazılmış olduğu mermerden bir sütun Bektaşilerce “binek taşı” olarak adlandırılmakta, ziyaretçiler tarafından kucaklanan bu taşın bulunduğu yerde, 1527’de, Osmanlı Devleti’ne isyan eden Şah Kalender’in katledildiği rivayet edilmektedir. Ayrıca kümbedin önünde yer alan kara dut ağacı da Bektaşiler arasında kutlu sayılmakta, Hâce Ahmed Yesevî tarafından Horasan’dan Diyâr-Rûm’a atılan ve Sulucakarahöyük’e düşerek burada yeşeren ağaç olduğu kabul edilmektedir. Giriş eyvanın doğu duvarındaki basık kemerli kapının yüzeyi şemse biçiminde taş kakmalar ile süslenmiş, ayrıca kapıyı kuşatan, kırmızı ve sarı renkli kesme taşlar ile örülmüş dikdörtgen çerçeve ile sivri kemerli niş, içinde teslim taşlarının bulunduğu geometrik bezemeler ile donatılmıştır. Kareye yakın dikdörtgen planlı (4.10 x 3.70 m.) olan ikinci giriş bölümü örten basık çapraz tonozun merkezine 1.70 m. çapında küçük bir kubbe yerleştirilmiş, bu kubbenin eteği sekiz adet yarım kubbecik ile kuşatılmıştır. Doğu duvarının ortasında kümbet harimine açılan kapı yükselir. Geometrik geçmeler ile bezeli dikdörtgen çerçeveler içinde yer alan kapının basık kemeri üzerinde, rûmiler ile dolgulu şemseler sıralanmakta, kemerin üzerinde kümbedin Arapça inşa kitabesi bulunmaktadır. Kare planlı bir kripta (7.00 x 7.00 m.) üzerine oturan asıl kümbet dışarıdan sekizgen, içeriden kare (4.30 x 4.30 m.) planlı olup bu mekanı örten kubbe sekizgen piramit biçiminde bir külah ile sarılmıştır. Üçgen pandantifler ile önce kareden sekizgene geçilmekte, kubbe sekizgen bir kasnağa oturmaktadır. Güney ve doğu duvarlarında, dikdörtgen açıklıklı, mermer söveli, demir parmaklıklı ve sivri hafiletme kemerli bir açıklıklı, mermer söveli, demir parmaklıklı ve sivri kemerli bir açıklık ile ana mekana bağlanan, dikdörtgen planlı, yarım beşik tonozlu bir çıkıntı bulunmaktadır. Buradaki ki anonim kabirden büyük olan, Şah Kalender’e (ö. 1527)izâfe edilir. Ana mekanda Balım Sultan tek başına gömülüdür. Duvarlar ve üstyapı, Cumhuriyet dönemi onarımına ait olan, XV. Yüzyıl üslubunda kalemişleri ile bezelidir. Külahı taclandıran alem mermer bir küreye ile, Hacı Bektaş-ı Velî’nin Horasan’dan Anadolu’ya güvercin suretinde geldiği yolundaki efsaneye bağlanan madeni bir güvercin figüründen oluşur. Hacı Bektaş-ı Velî Türbesini, Resûl Bâlî ve Güvenç Abdal kümbetlerini, Kızılca Halvet’i ve Kırklar Meydanı’nı barındıran bina, farklı tarihlere ait bu bölümlerin birbirine eklemlenmesi sonucunda teşekkül etmiştir. Yapının işgal ettiği alan düzgün olmayıp en geniş yerinde boyutları 28.25 x 25.00 metreyi bulur. Duvarları kesme taş örgülü olan mekanlar, türbe ve kümbet birimleri dışında ahşap kirişler ile örtülmüş giriş revağı ile Kırklar Meydanı’nda, ahşap tavanların içine küçük kubbeler yerleştirilmiştir. Hazret Avlusu’nun kuzey sınırında yer alan ve cephesi üçgen bir alınlık ile taclandırılmış bulunan giriş revağı üç sivri kemer ile güneye açılır ve kendi içinde üç birimden oluşur. Yapı kuzeye doğru alçalan bir yamaç üzerinde inşa edildiğinden girişe ayrılmış olan ortadaki birime basamaklar ile inilmekte, dede babalara ait oniki mezarın bulunduğu, açık türbe niteliğindeki yan birimler ise yüksekte kalmaktadır. Kırklar Meydanı’nın önündeki giriş bölümüne açılan ve “Ak kapı” olarak anılan tackapı bütünüyle mermerden yontulmuştur. Taçkapı nişinin sivri kemeri mukarnaslı yastıklara oturmakta, nişin yanlarındaki, mukarnas dolgulu kavsaraları ile yarım sekizgen planlı birer hücre yer almaktadır. Basık kemerli kapının, (S) profilli takozlara sahip olan söveleri yıldızlı geometrik geçmeler ve kakma teslim taşları ile bezelidir. Ayrıca kilit taşında kandil biçiminde istiflenmiş “yâ Allah” ibaresi, kemerin üzerinde de çift başlı Selçuklu kartalı kabartması bulunmaktadır. Taçkapının oranları ve bezeme özelliklerinin yanı sıra söz konusu amblem, Selçuklu hanedanının çöküşünden (1308) az önceye veya onların varisleri olduklarını iddia eden Karamanoğulları’nın erken dönemine(XIV. yüzyılın başlarına veya ilk yarısına) ait olduğunu gösterir. Ak Kapı’yı izleyen dikdörtgen planlı (7.50 x 3.80 m.) mekanın örtüsü, iki sivri beşik tonozun kuşattığı, sekizgen kasnaklı, 2.50 m. çapında küçük bir kubbeden meydana gelir. Batı duvarındaki sivri kemer, içinde ancak bir kişinin namaz kılabileceği boyutlarda (2.25 x 0.90 m.) , “namazgâh” denilen ve Selçuklu üslubunda, mukarnaslı küçük bir mihrabı barındıran halvethaneye açılır. Doğu yönündeki küçük boyutlu (2.50 x 2.00 m.) ve beşik tonozlu Kızılca Halvet “Çile Damı” olarak da anılmaktadır. Basık kemerli kapısının söveleri (S) profilli takozlar ile donatılmıştır, kilit taşı yerinden oynayarak aşağıya doğru sarkmıştır. Kırklar Meydanı’na açılan ve sözkonusu bölümün mimarisi gibi Osmanlı-Karamanoğlu karışımı bir üslubu sergileyen ikinci taçkapının üzerindeki Arapça kitabede 960 (1552-53) da Yâsinâbâd emîr-î livâsı (sancak beyi) Murad bin Abdullah tarafından yaptırıldığı belirtilmiştir. Mukarnaslı bir çerçevenin kuşattığı taçkapı rûmiler ve şakâyıklar ile bezelidir. Kırklar Meydanı’nın boyutları, doğu ve batı yönlerinde, kabirlerin sıralandığı sekiler sayılmaz ise 10.60 x 9.00 m. kadardır. Mekânın kuzey ve güney duvarlarına oturan tavan kirişlerini üç sivri kemer taşımakta, kemerlerin arasında, âyinlere ayrılmış olan iki dikdörtgen birim bulunmakta, doğudaki birimin güney duvarında Hacı Bektaş-ı Velî Türbesi’nin girişi, kuzey duvarında ise, yapının dışından “pîre niyâz edilen” ve Bektaşiler arasında “medet-mürevvet penceresi” olarak anılan açıklık yer almaktadır. Günümüzde Bektaşilik ile ilgili çeşitli tekke eşyasının sergilendiği, âyinler sırasında uyandırılan ünlü kırk Budak Şamdanı’nın da özgün yerinde durduğu Kırklar Meydanı’nın duvarlarında, ayrıca binanın barındırdığı diğer birimlerde görülen kalemişleri, Cumhuriyet dönemi onarımı sırasında, XV. ve XVI. yüzyıllara ait motifler kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Kırklar Meydanı’nın doğu yönündeki sekinin güney duvarında yer alan sivri kemer, Hacı Bektaş-ı Velî’nin halifelerinden Resûl Bâlî’ye (ö.1278-79) ait, dikdörtgen planlı (7.50 x 4.50 m.) kümbede açılır. Batıdaki sekinin güneyinde de kare planlı (4.25 x 4.25 m.) Güvenç Abdal Kümbedi yer alır. XIII. yüzyılın son çeyreğine ait Hacı Bektaş-ı Velî Türbesi’nin kapısı Selçuklu üslubuna bağlanan oranları ve süsleme proğramının yanı sıra barındırdığı bazı sembolik unsurlar ile de dikkati çeker. Kapının dış çerçevesi geçmeli rûmîlerden meydana gelmekte, bunu iki zencirek kuşağı ile geometrik geçmeli bir kuşak izlemektedir. Girift bir kompozisyona sahip olan birinci zencireğin arasında, sağda üç tane balık motifi yer alır. Basık kemerin kilit taşı üzerinde, stilize edilmiş çift başlı Selçuklu kartalı, sövelerin takozlarında da ikişer güvercin kabartması dikkati çeker. Bu kapının “gök eşik”olarak adlandırılan eşiği kutlu sayılmakta ve niyâz edilerek üzerinden atlanmaktadır. Kare planlı (4.50 x 4.50 m.) türbenin üstyapısında üçgen pandantifler ile sekizgene geçilmekte, bunun üzerine, sekizgen piramit biçiminde bir külahın örttüğü kubbe oturmaktadır. Türkiye’nin en çok ziyaret edilen türbelerinden olan bu mekanda yalnızca Hacı Bektaş-ı Velî’ye ait bir ahşap sanduka yer alır.
Bkz. Hacıbektaş. Ankara 1995.

İLGİLİ YAZILAR
spot_img

Bizden Seçmeler