Hasan COŞKUN*
Giriş
Alevilik terimi son yıllarda basında sıkça kullanılmaya başlamıştır. Alevilik kelimesinin
yerine çoğu zaman Rafızîlik, Kızılbaşlık, Bektaşilik kelimeleri kullanılmaktadır. Birçok farklı alanda
Alevilik-Bektaşilik ile ilgili kuramsal ve uygulamalı alan çalışmaları yapılmaktadır. Bu konuyla ilgili
özellikle İlahiyat, Sosyoloji ve Antropoloji alanında araştırma sayısı arttıkça Alevilik-Bektaşilik ile
ilgili tanım ve kavramsallaştırmalar da çoğalmaktadır. Genel olarak Alevî deyimi, İmam Ali’ye bağlı
olan ve onu seven kişi anlamına gelir. Ehl-i Beyt veya Âl-i Abâ diye anılan Ali, Fatıma, Hasan ve
Hüseyin’i içine alan Hz. Muhammed’in yakınları, Alevî olsun Sünnî olsun Müslümanların büyük
çoğunluğunca sevilir ve sayılır. Fakat bunlara Alevî denmemektedir. Alevîlik, sadece Hz. Ali’yi ve
Ehl-i Beyt’i sevmeyi değil, bunun yanında belli inançların tümüne sahip olmayı ve Alevîlik
kurallarına uymayı da kapsamaktadır (Yaman, 1993: 52). Alevi kökenli araştırmacıların Alevilik-
Bektaşilik anlayış ve tanımlamaları farklılaşmaktadır. Alevilik-Bektaşilik anlayış ve yorumlardaki
farklılaşmalar sosyolojik bir olgudur. Kanaatimizce bunun birçok sebebi bulunmaktadır.
Anadolu Alevîlerinin Buyruk, Makalât, Erkannâme, Hızırnâme vb. klasik kaynaklarının
Cumhuriyet döneminde özellikle Alevi topluluklar tarafından tanınmıyor olması nedeniyle
geleneksel Aleviliğin sosyal hayatta yaşanabilirliğinin zayıf olmasına sebep olmuştur. Bu nedenle de
Alevi-Bektaşî topluluklarında hem dini hem de dünyevi problemlerini şifahi yani sözlü kültürden
beslenerek çözmeye ve özellikle dini ve dünyevi otorite olarak kabul edilen dedelerin aktardığı şifahi
bilgiler ile dini yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlardır. Dedelerin de ülkemizin yaşadığı
modernleşme süreciyle birlikte geleneksel Alevi Ocaklarında aldıkları klasik kaynaklardan yoksun
olmaları birçok farklı yaklaşım ve din anlayışının ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Alevilik konusunda Sosyolojik alan çalışması yapan araştırmacıların dikkatini çeken ilk
konu şüphesiz hemen her köyde farklı bir Alevilik-Bektaşilik anlayışının olmasıdır. Yüksek lisans
tezi olarak birbirine 5 km uzaklıkta iki köy incelemesi yaptığımız zaman bu iki Alevi köyünün temel
meselelerde dahi görüşlerinin farklılaştığına bizzat şahit olduk (Coşkun, 2001). Alevilik-Bektaşilik
anlayışının şehirden şehire, kasabadan kasabaya ve hatta köyden köye değişmesinin en önemli
nedenlerinden birisi Alevilerin sosyal yapısını belirleyen, Anadolu’da yaşayan Alevi-Bektaşi
topluluklarının soyları peygambere ulaşan seyit ocaklarına bağlı olmasıdır (Taşğın, 2013:18). Her
biri kendi içerisinde özerkliğe sahip bu Alevi Ocakları aslından birbirinden çoğalmış olmakla birlikte
her ocağın kendisine bağlı taliplerinden oluşan bir nüfuz alanı mevcuttur. Talip köylerinde yaşayan
canların dini ve dünyevi problemlerini bağlı olduğu ocağın dedeleri yani pir ve mürşitleri çözerler.
Doğal olarak her ocağın dedelerinin yetişme tarzı ve atalarından aktarılan sahip oldukları bir gelenek
vardır. Dedelerin cem yürütmeleri, dua okumaları, musahiplik, düşkünlük gibi Alevi-Bektaşi
geleneğinin önemli kurumları hakkındaki bakış açılarında farklılaşmalar oluşmaktadır.
Din sosyolojisi, sosyal bilimlerin araştırma metot ve tekniklerini kullanır. Sosyal bilimlerde
nitel araştırmalarda en iyi teknik olarak görüşme tekniği kabul edilebilir. Çünkü ayinsel davranışlar
yanında bilinçli tutumlarda dini davranışın tespiti de en azından aynı öneme sahiptir. Bu
araştırmamız gözlem, görüşme ve doküman analizi gibi nitel veri toplama yöntemlerinin kullanıldığı,
algıların ve olayların doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir biçimde ortaya konmasına çalışıldığı
nitel bir alan araştırmasıdır (Yıldırım ve Şimşek, 2008:39). Küçük dini grupların (sektler, kenar
kültlere mensubiyet) araştırılması, katılmalı gözlem veya dolaylı gözlem yoluyla yapılır (Kehrer,
1996: 13-14). Bu araştırma bir saha çalışmasıdır. Saha çalışması; insan topluluklarının ve
kültürlerinin, bulundukları coğrafi alan içinde sosyal bilim metoduna göre incelenmesidir
(Türkdoğan, 1995: 44).
Bu araştırmamızda, sosyal bilimlerin araştırma metot ve tekniklerini kullanan Din
sosyolojisi biliminin bakış açısıyla yapılmıştır. Bu nedenle ilk olarak Alevî-Bektaşi kültürünün çok
zengin dinî ve sosyal tezahürlerinin yaşandığı Tokat yöresinde yaşayan Alevi Dedelerinin bağlı
olduğu ocakları tespit ettik ve 10 Alevi dedesi ile mülakatlar gerçekleştirdik. Bir çeşit odak grup
görüşmesi niteliğinde yörede etkin ve yolun rehberliğini yapan, otorite olarak kabul edilen
şahsiyetlerle Alevilik-Bektaşilik anlayışı üzerine analizler gerçekleştirerek, yorumlardaki benzerlik
ve farklılaşmaları tespit ettik. Tokat yöresinde çok sayıda Alevi Ocağı vardır. Fakat nüfuz alanı en
güçlü Alevi Ocakları şunlardır.
- Merkezi Tokat’ın Almus İlçesinin Hubyar köyünde bulunan Hubyar Sultan Ocağı
- Merkezi Sivas’ın Yıldızeli İlçesinin Banaz köyünde bulunan Pir Sultan Abdal Ocağı
- Merkezi Tokat’ın Erbaa İlçesinin Keçeci Köyünde Bulunan Keçeci Baba Ocağı
- Merkezi Tokat’ın Almus İlçesinin Görümlü (Varzıl) Köyünde Bulunan Kul Himmet
Ocağı - Merkezi Tokat’ın Turhal İlçesinin Kargın köyünde bulunan Aziz Baba Ocağı
Tokat yöresinde yoğunluklu olarak bu beş ocağın dedeleri ve talipleri bulunuyorken bunların
yanında Güvenç Abdal Ocağı, İmam Rıza Ocağı, Hıdır Abdal Ocağı, Şah Hataî Ocağı, Şah İbrahim
Veli Ocağı, Yunus Emre Ocağı, Bostan Kolu Ocağı, Aslında Hubyar’a bağlı olmakla birlikte “Anşa
Bacılılar” ve “Rüstem Ağalılar” (Üçer, 2010:194-201) olarak bilinen Alevi-Bektaşi dede ve talip
grupları bulunmaktadır. - Alevîlik-Bektâşilik
“Ali’ye mensup Ali’ye ait” anlamlarına gelen Alevî, İslam Tarihi ve Tasavvuf Edebiyatında
“Hz. Ali’yi sevmek, saymak ve her hususta buna bağlı olmak” anlamlarında kullanılmıştır. Bu
bakımdan Hz.Ali’yi seven, sayan ve ona bağlı olan herkese “Alevî” denir (Fığlalı, 1991: 7). Alevîlik,
dinlerin ilahi bir parçası, İslam dininin özü ve ruhunu yorumlamadır. İslam’da Tanrı’nın adı
Allah’tır. Alevîlikte de böyledir. İslam peygamberinin adı Muhammet’tir. Alevîlikte de böyledir
(Kaleli, 1995: 420). Anadolu Alevîliği, tek bir dinin katı kurallarına bağlı kalmış bir inanç değildir.
Birçok dinin, inancın ve yaşama biçimleri ile kültürlerin bir araya gelişiyle oluşan geniş bir dünya
görüşüdür.
E. Behnan Şapolyo, Alevîleri; 1-Şîîler, 2-Kızılbaşlar, 3-Bektâşîler şeklinde üç gruba ayırır;
Şîîler İran Alevîleridir. Kızılbaşlar ise bir kısım Türkmenlerdir. Bektâşîler ise şehir Alevîleri’dir
(Şapolyo, 1964: 254). Bu çeşit tasniflerin yanında Alevîlikle Bektaşîliği aynı görenler olduğu gibi,
farklı kabul edenler de vardır. Bedri Noyan “Alevîlerle Bektâşîler arasında sizce önemli bir
farklılaşma görüyor musunuz? Sorusuna “ Bektâşîlik intisaptır. Alevîlik ise soydan gelir. Ayrıca
Alevîlerde yüzden fazla pir ocağı mevcuttur. Oysa Bektâşîler’de bir ocak vardır, o da Hacı Bektâşî
Veli Ocağıdır” (Türkdoğan, 1994: 8) A. Baki Gölpınarlı da “Bektâşîlik bir tarikattır. Hâlbuki
Alevîliğe hiçbir zaman tarikat diyemeyiz. Çünkü herhangi bir adam istediği tarikata girer. Fakat
anası ve babası Alevî olmayan birisi Alevîliğe giremez (Gölpınarlı, 1969: 277).” ifadesiyle Alevîlik
ve Bektaşiliği ayırır. Çünkü, Alevî bir anne ve babadan doğan ancak Alevî olur. Bektâşî olmak için
94 Hasan COŞKUN
Bektâşi bir anne ve babadan doğmak şart değildir (Turan, 2000: 206).
Melikoff ise Alevîlik ve Bektaşiliğin ilişkisini şu şekilde açıklıyor: “Her ikisinde de inançlar
aynıdır. Farklılıklar, başlıca sosyal niteliktedir. Birinci halde, kent merkezleri çevresinde kurulmuş
bulunan tekkelere okumuş insanlar gelmektedir. İkinci halde ise yalnızca, çoğu kez ümmi halk
kitleleri ile temas edilmektedir” (Melikof: 25-29). Rıza Zelyut ise, ”Bektâşîlik, Alevîlikten farklı bir
şey değildir. Yalnız Alevîlikte dede kaynakları değişiktir” (Zelyut: 12) diyerek, Alevîlik ve
Bektaşiliğin farklı şeyler olmadığını iddia ediyor. Atilla Özkırımlı da “Bektâşî-Alevî inançları
aynıdır. Görülen fark inançlarda değil yönetme tarzındadır. Anadolu’da yaşayan milyonlarca
Bektâşî-Alevî Türk ve mümin Müslümanlar, Allah, Hz. Muhammed, Hz. Ali ve bunların soyundan
gelenlere bağlıdırlar. Mezhepleri Caferi’dir. Câferîler Türkiye’de iki koldur. Esas Babağân
(Bektâşîler) Dedeğân (Alevîler) denir. Halk arasında bunlara Kızılbaşlar da denir” diyerek Alevîlik
ve Bektaşilik arasındaki ilişki hakkındaki görüşünü B. Noyan’a dayandırır (Özkırımlı, 1975: 14).
John K. Bırge, Alevîler ve Bektaşiler arasındaki ortak ve farklı yönleri şu şekilde açıklıyor:
“Her ikisinde de ocak vardır, sürekli yanan ve bazen ortaklaşa çırağ-ı Ali denilen bir çırağ vardır.
Her ikisinde de mürşit ve rehber makamları için özel postlar vardır. Her ikisinde de on iki hizmet
sınıfı vardır. Her iki grup da ritüellerinde Türkçe kullanır. Her ikisinde de törensel bir şekilde
sembolik içki, dem’i dağıtan sakiler bulunur. Her ikisinde de ikrar töreninde sahib ve musahib
gereklidir. Her iki grup da Hz. Ali ve On iki İmam konusunda benzer inançlara sahiptir. Her iki grup
da kendilerini Cafer-i Sadık mezhebinden kabul eder. Genelde tüm köy grupları; Kızılbaş, Yörük ve
Abdallar Hacı Bektaş Tekkesinde oturan Çelebilerin otoritesini tanırlar. Bunlar her ne kadar onların
benzerliklerini tam olarak ifade etmese de, temelin hem örgütlü Bektaşiler hem de köy grupları için
ne denli ortak olduğunu göstermeye yeterlidir. Bektaşiler köy gruplarına tepeden bakar ve onlara
Sofular derler. Oysa fark yalnızca kent içi ve kıyılarında kurulan tekkelerin imparatorluğun giderek
daha fazla üst sınıf üyesini çekmesi gibi bir incelmişlik farkıdır” (Birge, 1991: 237-238).
F. R. Haslok, temel kaynak eserlerden olarak bilinen “Bektaşilik Tetkikleri” isimli eserinde
Bektaşiler ile Alevîler arasındaki ilişkiyi şu şekilde açıklıyor: “ İnançlar konusunda, Bektaşiler,
Kızılbaşların hilafına, pîrleri olarak Altıncı İmam “Cafer-i Sâdık”a bağlılık iddia ederler. Kızılbaşlar
(Alevîler) ise Beşinci İmam “Muhammed Bâkır” den el almış olduklarını ileri sürmektedirler. Dinî
hayat hususunda da iki mezhep arasında önemli bir fark vardır. Kendi alanlarının ruhban sınıfını
teşkil eden Bektaşiler, neredeyse hiç istisnasız, mücerreddirler (bekar). Diğer yönden Kızılbaşların
ırsî bir ruhban sınıfı vardır; buna dayanarak şeyhleri mecburen evlidirler (Haslok, 2000: 4).
Fuat Bozkurt “Alevîlik Anadolu’da toplumsal olayların ortaya çıkardığı Orta Asya’dan Ön
Asya’ya değişen birçok dinin izini taşıyan bir Anadolu dinîdir. İslamlık onun üzerine çekilmiş bir
örtüden öteye gidememiştir” (Bozkurt, 2005: 14) diyerek, Alevîliğin birçok farklı inanç değerlerini
içinde barındıran senkretik bir inanç olduğunu ileri sürüyor. E. Ruhi Fığlalı ise “Alevîlik, Bektâşî
kültür ve edebiyatının ağır bastığı bir İslâmî inanç ve yaşayış biçimi ile Türkmen kültürünün ve İslam
öncesi inanış ve yaşayış biçiminin iç içe girmiş şeklidir ve soya bağlıdır. Bektâşîlik ise Melamîlikten
doğmuş ve Şamanîlik, Hurûfîlik ve Batınîlik etkilerinin İslam tasavvufunun geniş potası içinde eritip
yepyeni bir hüviyetle ortaya koymuş olduğu bir tarikattır. Türkiye’de her Bektâşî Alevî olduğu halde,
her Alevî Bektâşî değildir” (1991:14) demektedir. Böylelikle Fığlalı, Alevîliğin içerisinde
barındırdığı farklı inançları belirterek, Alevîlik ile Bektaşîliğin benzeştiği ve ayrıştığı noktaları
ortaya koyuyor. Alevîlikle Bektâşîliği ayıran araştırmacılardın biri de İlhan Başgöz’dür. Başgöz’e
göre Bektâşîlik, tekkeler çevresinde gelişen ve yaşayan bir tarikattır, bir yoldur. Üstelik her isteyen
Bektâşîlik tarikatine girebilir. Bunun için Bektâşî ana babanın belinden inmek gerekmez. Oysa köy
Alevîliği, tekke Bektaşîliğinden birçok yönden ayrılır (Çakır, 1996: 25).
Hacı Bektaş, Alevî inanışına göre ikinci Ali’dir. Selçuklular döneminde Alevîlik-
Bektâşiliğin militan bir karakteri vardı. Bunlar savaşçı göçebelere dayanarak, hem Konya’daki Sünni
saltanata karşı hem de Kilikya’daki Hıristiyan Ermenilere, Karadeniz ve Ege kıyılarındaki Hıristiyan
Yunanlılara (Trabzon’daki Rum Pantus ve Bizans İmparatorlukları) karşı savaşıyorlardı (Dierl,
1991: 48). Bektaşilik daha çok bir derviş tarikatı olarak bilinir. Fakat diğer tarikatlarda olduğu gibi
bunda da tarikatın teşkilatını yalnız mesleki dervişler vücuda getirdikleri halde tarikatın fertlerini
sadece muhibb/seven, dost denilen ve mezheplerini açıkça veya gizlice belirten dışarıdan birtakım
insanlar teşkil eder. Her mahallî topluluğun tabiatı, sosyal merkezi ve müşterek ibadet yeri, en yakın
bir Bektaşi tekkesidir (Haslok, 2000: 44).
2.Tokatlı Alevi Dedelerinin Alevilik Ve Bektaşilik Anlayışı
Alevi ocaklarında yetişen dedeler ilk eğitimini babaları ya da dedelerinden elde ediyorlardı.
Alevi Ocakları geleneksel Alevilik için önemli bir eğitim kurumu olarak görülebilir. Alevi
Ocaklarında yetişen dedeler temelde sözlü kültür kanalıyla ocağın iyi yetişmiş, görgü ve sorgu
cemlerini yürüten pirlerinden öğrendikleri ile geleneği yürütüyorlar. Gerek Alevilik gerekse
Bektaşilik’te pir ve mürşit konumundaki dedeler ana bilgi kaynağı olarak kabul edilmektedir.
Alevi/Bektaşî geleneğinde ana bilgi kaynağı olarak görülen dedelerin Alevîlik-Bektaşilik konusuna
yaklaşım ve yorumları da büyük önem arz etmektedir. Bizde buradan hareketle Ocak zade Dedelerin
Alevîlik-Bektaşilik hakkındaki görüşlerini değerlendirmeye çalışacağız.
Pir Sultan Ocağından Nadir Kaya Dede’ye göre; “Biz Aleviliği diğer uç noktalar gibi farklı
fonksiyonlar gibi, Avrupa’daki bizim canlarımız gibi ya da farklı düşünen insanlarda olduğu gibi
ben ve bizim müntesiplerimiz, benim gibi göstermeye tamamen karşıyız. Biz Aleviliğin, batınıliğinin,
tasavvufunun, içsel anlam dediğimiz, Kur’an’ın batini yönü dediğimiz kavramları da içine alan,
peygamber efendimizin doğru sünnetlerinden de şaşmayan, İslam’ın farklı bir yorumu olarak
düşünüyoruz.
Sünni insanlardan farklı olarak tek düşüncemiz bizim Ehl-i Beyte karşı daha yakın oluşumuz,
Türk’ün İslam’a ters olmayan örfünden, geleneğinden İslam’ın dışına çıkmadan, Anadolu’nun
köysel yaşantısını içine alan bir yaşayış olarak düşünüyoruz Aleviliği. İslam’ın içinden Ehl-i Beyt,
penceresinde farklı bir bakış açısı olarak yorumluyoruz. Kuran’ı biliyoruz, Kurana inanıyoruz, ama
Kuranın katı kurallarından biraz daha sıyrılıp Peygamber Efendimizin hadisinden yola çıkarak biraz
daha yüzeysel bakıyoruz. Katı Sünni İslam’ın kurallarından biraz daha hafifletici olarak bakıyoruz.
Beş vakit namaz kılmayız ama namaz kılanımız var ve namazı daha farklı yorumlarız. İnsanların
beş vakti sürekli değil de günde birkaç vakit namaz ya da birkaç dua ile kılınışını normal karşılarız.
Bektaşilik İslam’a sonradan giren, Türk tasavvuf önderi olan Hoca Ahmet Yesevi’nin, Şeyh
Edebali’nin Anadolu’daki erenlerin beslendikleri kaynaktan beslenen bir Hacı Bektaşi Veli’nin
İslam’a bakış açısını, kırsal Aleviliği penceresinden bakarız Aleviliğe. Mesela dört kapı kırk makam
penceresinden bakarız İslam’a. Dört kapı kırk makamı Hacı Bektaş Efendimiz şöyle anlatıyor; “Her
nesne yaratıldığı varlığın üzerine döner. İnsan topraktır, toprağa dönecektir. Bir insan havadan
yaratılmışsa hava olarak yok olacaktır. Ateşten yaratılanlar ateşte yok olacaklardır. İnsanda
topraktan yaratılmıştır ve toprağa dönecektir. Önemli olan insanın yaşarken toprak olmasıdır” der.
Mesela şeriat makamı dört kapı diyerek insanın bedensel olarak yaptığı ibadetler bütünü olarak
düşünür. Yani bedensel temizlik der. Gusül abdesti almak Maide Suresi 6. Ayetinde anlatılıyor.
İnsanlardaki bedensel kirin temizlenmesi der. Tarikat kapısı ateştir der. İnsanın üzerindeki,
ruhundaki kirleri yakılması, günahların arındırılması der, ruhun temizlenmesi der. Marifet kapısı
der, sudan yaratılanlardır der ve âlemlerin kapısı der. İlim öğrenmeyi emreder. Hakikat kapısı
Hakka yakın olmayı ayna-ı yakın ve ilmel-yakın olmalıdır. İnsanın yaratılış üzerinde Allah(c.c) ruhu
var. İnsanı Eşref-i mahlûkat yapan Cenabı Allah’ın ruhu ve nurunun bulunmasıdır. İnsanın
yaratılışında ki Allah’ın ruhunun ve nurunun açığa çıkarılması, insanın Allah’a daha yakın olmasını
sağlar. Hallacı Mansur’un Enel-Hak kavramında olduğu gibi Bektaşiliğe bu pencereden bakarız.
Hacı Bektaşi Veli Efendimizin öğretisi üzerine bakarız. Allahu Teâla “Benim katımda din İslam’dır”
buyuruyor. Alevilik İslamiyet’e Ehl-i Beyt penceresinden bakış açısıdır. Anadolu Aleviliği, İran ya
da Ortadoğu’da ki Arap Aleviliğinden biraz daha farklıdır. Çünkü biz tasavvufi yönünü, batınilik
yönünü, hümanist yönünü daha ön planda tutarız. Alevi toplumu cihada insan gönlünü kazanmak,
insan sevgisini kazanmak olarak bakar. Yunus Emre’nin dediği gibi “ Bir gönül yıkmışsan kıldığın
namaz namaz değildir” diyor. Allah insanın gönlüne misafir olur, şah damarınızdan daha yakınım
dediği Cenabı Allah’ın bizim gönlümüze misafir olmasından ötürüdür. Biz gönlümüzü ne kadar temiz
tutarsak, gönlümü kirden, kibirden, her türlü yaramazlıktan, kötülükten, kötü ahlaki değerlerinden
gönlümüzü temizlersek eğer Cenab-ı Allah o gönlümüze misafir olacaktır. Kirli gönüllere yalanı
dolanı, kötü alışkanlıkların içinde olan kimselerin gönlüne Cenabı Allah misafir olmaz. Cenabı Allah
temiz gönüllere misafir olur. Onun için biz gönlümüzün temiz olmasını isteriz. Bir insan namazında,
abdestinde bütün dini vecibelerinde görevini yerine getirmiş ama bir gönül yıkmışsa, o kul o kuldan
razı değilse kuldan razı olmayan, Cenabı Allah’ında razı olmayacağını düşünürüz. Cenabı Allah
Fecr Suresinin 28 ile 30. Ayetleri arasında “Birbirlerinden razı olunan kullarım. Allah onlardan
razı, onlarda Allah’tan razı kulların sorgusuz, sualsiz girin cennetime” derken Allah ile kulun
arasındaki razılıktan bahsederiz.
Alevilik rızalık yoludur, insanların birbirinden razı olmasıdır. Sözünü ettiğimiz Fecr
Suresinde ki ayetler rızalığı anlatır. Evvela kul kendisinden razı olacak der. Ben kendimden razı
olacağım bir kul olarak acaba ben Cenabı Allah’ın nazarında nasıl bir kulum? Ben bende razı
mıyım? Ben kendimden razı mıyım? Cenabı Allaha kulluk görevimi yerine getirebiliyor muyum?
Kendi kendimden razı olup olmadığımı düşünürüm. Bir öz eleştiri yaparım, kendimi yoklarım, kendi
benliğime kendi nefsime zulmederim. Kendimden razı olup olmadığımı anlarım. Diğer bir konuda
kul benden razı mı? Komşum hısmım, akrabam benden razı mı? diye düşünürüm. Şöyle ki Miraç
Gecesinde Peygamber Efendimiz diyor ki” Cenabı Allah bana komşulukla ilgili o kadar güzel şeyler
söyledi ki, komşuyu komşuya mirasçı kılacağım zannettim”. Bizim de komşularımızdan razı olmamız
gerekiyor, kul hakkıyla Cenabı Allah’ın huzuruna varmama adına komşular içinde yaşadığımız
toplum bizden razı olmalı. Daha sonra Cenabı Allah’ın benden razı olup olmadığına bakarım. Hep
onun rızasını dilerim, Cenabı Allah’ın cenneti, vadettiği güzellikler beni ilgilendirmiyor, beni
ilgilendiren Cenabı Allah’ın rızasıdır. Benden razı ise ne mutlu bana gerisi teferruattır. Her şey
Cenabı Allah’ın razısı içindir, Alevilik rıza yoludur. Merkezinde insanı, insan sevgisini koyan inanç
yoludur. Allah insanın mutlu ve huzurlu olması için dini ve dini temsil eden peygamberleri
göndermiştir. İnsanı olmadığı yerde din hükümsüzdür. Maalesef günümüz dünyasında din adına
insanlar katlediliyor. İnsanlar katledilmemeli, dinin sahibi var, din gününün sahibi var o da Cenabı
Allah’tır. İnsanı yaşatmak önemlidir, Cenabı Allah “Bir insanı yaşatmak, bütün insanlığı yaşatmak
gibidir. Bir insanı da keyfe keder öldürmek, bütün insanlığı öldürmek gibidir” diyor. Onun için bizim
inancımız ve yolumuz insan merkezlidir. İnsanın hoşgörüsü ve sevgisine dayanır. Aşka, muhabbete,
sevgiye dayanır ki İslam kelimesinin karşılığı da barıştır, sevgidir, aşktır, güzelliktir, paylaşmaktır,
selamettir, esenliktir. Biz bu pencereden bakarız İslamiyet’e. Peygamberimiz bu konuda “ İman
etmedikçe Cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız” buyurur. İnanç
sevgi yoludur, aşk yoludur, gönül yoludur, kardeşliktir Alevilik. Haşr Suresi 8. ve 9. Ayetlerde Ensar
ve Muhacirin kardeş olmasını, birbirleri ile her şeyi paylaşmasını anlatır. Hicrette de Ensar ve
Muhacir kardeş olmuştur her şeylerini paylaşmışlardır.”
Hubyar Sultan Ocağının şu anki postnişini Mustafa Temel Dede’ye göre; “Hendek
savaşında peygamber efendimiz, İslam ordusu bir yenilgiye uğramak durumu olunca Ali’yi
çağırıyor. “Edirik dirilik alsın Ya Ali” diye, Ali geliyor; savaşa giriyor, savaş bizim tarafımıza
dönüyor, o ara da peygamber efendimin bir dişi şehit oluyor. Dişini kan damlamasın diye tutuyor
eliyle, Ali gelip o kanı başına çalıyor. Tekrar savaşa girdiği zaman, kırmızı görünce “Kızılbaşlı Ali”
diyorlar. Kızılbaş kelimesinin kökü budur. Alevilerin Ehl-i Beyt’den olması gerekiyor. Alevilik,
İslam içerisinde gelenek ve göreneklerin devam ettirilmesidir, tasavvuf düşüncesidir, tarikattır.
Yesevilik dâhil Alevi tarikatı da İslam’ın içerisindeki en eski tarikatlardır. Şimdi bu tarikatlar belli,
İslam’a uyan, İslam’ın geleneklerini, inançlarını sürdüren tarikatlardır. Bizim bildiğimiz on iki
tarikat vardır. Bugün ki gibi şahıslara dayalı, yerde mantar biten gibi tarikatları biz tarikat
saymıyoruz. Çünkü kökü olması gerekiyor tarikatların. Bir şahıs çıkıyor misal, son günlerdeki
Fetullah Gülen gibi. Bizim inancımıza göre İslamiyet’te benim mensup olduğum Alevilik cemaatinde
de ağaca taşa, suya, insana, hacıya, hocaya, dedeye tapmak yoktur. Tapılacak tek Allah’tır. Kur’an
kılavuzdur. Ahir zaman peygamberi nebimizdir.
Alevilik, etnik köken olarak Alevilikten gelme olması şarttır. Bu gün her ocağa bağlı
Alevilikler kısım kısımdır. Her ocağın ona bağlı olan talipleri var. Bektaşilik; Aleviliğin inançlarına
inanan herkesin topluluğudur. Hangi etnik kökenden gelirse gelsin. Adam İngiliz olsun, Fransız
olsun, Arap olsun, Mekke’li Medine’li olsun hiç fark etmiyor o inanca inananlar Bektaşilik.
Onlarında tabii, babalık mamalık şeyleri var, yolları var odur. Alevilik, etnik köken olarak
Alevilikten gelen insandır ama burada bir incelik var, Türkler Rum diyarına hep Orta Asya’dan
gelmişiz. Hepimiz Orta Asya’dan gelme Öz Türkleriz. Bu diyar-ı Rum’dur ve burada yaşıyoruz. Oy
için-haltan yararlanmak için bizi birbirimize düşürüyolar. Adetimiz farkımız, ayrılığımız yok.
Kansa, etnik kökense Orta Ayadan gelmiş Türkleriz. Mezhepse “ehli sünnet vel cemaat” diyoruz.
Bunun manası peygamberimiz hangi inanç ve itikat üzerine ise bende aynı itikat ve inancı taşıyorum
demektir. Bir peygamberin bir yolu olur.
1500’lü yıllar da bu köylerimizde Tokat’ın 28 mahallesinde Müslüm, gayrı Müslümler
yaşıyor, Tozanlı deresini yazan bir tarihçimiz Tozanlı deresinin kitabını yazmış orada köylerde
Müslim ve gayri Müslimler var. Ben o yazara gittim dedim ki, ‘’Hocam, Müslim gayri Müslim, gayri
Müslimler kalmamış şuanda Aleviler Sünniler yaşıyor. Niye onu yazmadın?’’ “Yok o devirde “ dedi.
Sünniler ve Aleviler özbeöz Türk olarak Orta Asya’dan gelmişlerdir. Burada uzun boylu çelişkiler
var. Hattı zâtında kitap bir, din bir, yol bir, inanç bir ama bir kısır çekişmeler var. Hâlâ milleti
birbirine yaklaştırmamak var. Bir oy için her şey yapılabiliyor. Aleviliği siyasetten ayrı
değerlendirmek lazım.”
Bostan Kolu Ocağı’ndan Ali Gürel Dede’ye göre; “Alevî deyince insanlarda şöyle bir algı
var. Alevî demek veyahut da Alevîlik demek sadece ve sadece İmam Ali el-Murtaza’yı – salat ve selam
O’na ve Ehl-i beytine olsun – sevmek gibi algılanıyor. Alevîlik sadece İmam Ali’yi sevmek dersek,
gerçekten Alevî kelimesine, Alevîliğe, din-i Mübin-i İslam’a çok yazık etmiş oluruz. Yani Alevîliği
sadece ve sadece İmam Ali el-Murtaza’yı sevmek olarak kabul edersek gerçekten çok yazık etmiş
oluruz. Peki Alevîlik nedir? Alevîliği bir cümlede aktarmak yanlış olur. Alevîlik – geniş anlamda
söylüyorum – yerlerin ve göklerin sahibi olan Rahman ve Rahim olan o yüce rabbimizin varlığını,
birliğini, azametini, kalbiyle inanıp diliyle tasdik edip, O’nun birliğine can-ı gönülden inanmaktır
ve O Cenab-ı Allah’ın âlemlere rahmet olarak gönderdiği, iki cihan serveri sevgili peygamberimiz
Seyyide’l-kevneyn, nebiyye’l-murselîn Muhammed Mustafa ( s.a.s. ) efendimizi, O Cenab-ı Allah’ın
önce kulu sonra da resulü olarak kabul etmek ve sevmektir ve yüce rabbimizin melekûtu’l-alem
meleği, vahiy meleği Cebrai’l-emin’in yüce peygamberimize vahyettiği Kur’an-ı azametullah’ı ilk
ayeti olan – biliyorsunuz Fatiha’nın ilk ayeti besmeledir – Bismillahirrahmanirrahim’in başındaki
B’den başlayıp son sure olan Nas Suresi’nin sonundaki o sahihe kadar hepsini harfine noktasına
virgülüne varana kadar Allah’ın kelamı olarak kabul edip, tasdik etmektir ve O Cenâb-ı
Peygamberin Gadir-i Hum’da bize iki emanet olarak bıraktığı, emanetinden biri olan ehl-i beytini
canımızdan daha çok sevmek, Aleviliktir. Bunu yapanlar da Alevî’dir. Bu mazi ile baktığımız zaman
Alevîlik nedir? Kur’an’ın merkezidir, İslam’ın merkezidir, sünnetin merkezidir. Ama biz bugüne
kadar yanlış anladık, yanlış öğretildik, yanlış biliyorduk, doğrusu budur.
Peki Bektâşîlik nedir?
Bektaşilik, Alevî İslâm’ın – altını bunun özellikle çizerek söylüyorum – Alevî İslâm’ın, Anadolu’da,
Balkanlarda, bizim coğrafyamızda Kur’an’a, sünnete, uygun olarak yaşanılmasını, yaşatılmasını,
öğretilmesini bize yaşatan, Hacı Bektâş-ı Velî efendimizin isminden gelen Bektâşîlik kelimesi budur.
Peki Bektaşilik kelimesindeki ince nokta nedir? Dîn-i Mübin-i İslam’da, din-i Mübin-i İslam’ın bir
yolu vardır. Biz buna “tarik-i nazenin” diyoruz. Bu çok önemlidir, bilmiyorum derste duydunuz mu?
Tarîk-i nazenîn, yani nazik yol demektir. Bu, Hacı Bektâş-ı Velî efendimizin kurduğu yolun adıdır
tarik-i nazenîn ve bu da bunun uygulanmasına da Bektâşîlik diyoruz, Hacı Bektâş-ı Velî efendimizin
isminden alıyor. Onun için Cenab-ı Allah cümlemizi Alevîsiyle Sünnîsiyle, hepimizi o din-i Mübîn-i
İslâm’ın o nazik yolu olan tarik-i nazenîn’den bizi ayırmasın ve – bir kez daha altını yeniden
çiziyorum – Cenab-ı Allah bizleri, Alevîsiyle Sünnîsiyle, Şâfiîsiyle şunuyla bunuyla, bir olmayı, iri
olmayı, diri olmayı Allah bize nasib eylesin. Allah bizi bölmesin, ayırmasın.”
Keçeci Baba Ocağından Rıza GÜNEŞ Dede’ye göre; “Alevilikle Bektaşiliğin hiçbir farkı
yoktur, aynısıdır. Bazısına falancanın oğlu, bazısına da falancanın oğlu derler ya, onun gibi. Yani
Alevilik, Caferilik, Bektaşilik bunların hiçbir farkı yoktur. Hepsi Hz. Muhammed ve Hz. Ali’ye bağlı,
Ehli beytin yolundan gidenler ki o ehli beytin sevgisini bağlayanların hepsi aynı yoldadır. Farklı
isim takılmıştır başka. Aleviliğin temeli dünyanın kuruluşundan gelir. Onu da sana izah edeyim ki:
Allah Teâlâ ruhlar alemini yaratınca daha dünyayı yaratmazdan önce, ruhlara sordu: “Elestu bi
Rabbikum?” “ Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Ruhlar o arada bir kısmı evet, bir kısmı hayır dedi.
Bundan bir zaman sonra tekrar sordu Allah Teâlâ; “Ey ruhlar ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Bu
sefer o hayır diyenler ikiye bölündü, bir kısmı evet, bir kısmı yine hayırda kaldı. Tekraren üçüncüye
sordu: “Ey ruhlar, ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Bu seferde evet diyenler ikiye bölündü, bir
kısmı hayır dedi, bir kısmı yine evet te kaldı. Yani o üç sorunun üçünde de evet diyenler İkrar ehline
girmiş, Alevi zümresinin aslı oradan gelir. Yani Alevilikte bir İkrar vardır: “Öl ikrar verme, öl
ikrardan dönme” İkrar verdinse, ölüm var dönme yok. Ama diyor orada evvela hayır deyip te, sonra
evet diyenlere gelince diyor: “Onlar kâfir doğup, İslam ile ölsünler gerek” Üçüncüde evet deyip te,
sonradan bir kısmı hayır diyenlere gelince diyor: “Onlarda İslam üzere doğup, kâfir ölseler gerek”
Çünkü ikrarlarından döndüler. Ama üçünde de hayır diyenler, “kâfir gelip, kâfir gitseler gerektir.”
Hıdır Abdal Ocağından Muharrem ERKAN Dede’ye göre; “610 yılında Peygamberimize
vahiy geliyor, 622 hicret 630 a kadar Ebu Süfyan biat etmiyor. Ne zaman ki Mekke’nin düşeceğini
anlıyor, artık etrafında kimsenin kalmayacağını anlıyor bu süre içerisinde bir sürü savaşlar oluyor.
En yakın Hz Hamza’nın şehit edilmesi olayı, daha da geriye gidecek olursak Haşimilerle Kureyşliler
ikiz kardeşler tarihsel süreç içerisinde tabi ki bu Kabe’yi elinde bulundurmaları orada bir rant elde
etmeleri onların ekonomik olarak güçlü olması, daha sonraki süreçte Peygamberimizin Mekke’yi
yeniden ele alacağını anlaması bunun Müslüman olmasını gerektirdi, Müslüman oldu biat etti 632
de Hakka yürüdü. 680 de Kerbela olayı yaşandı imam Hüseyn in katledilmesi ehl-i beytine ve ev
halkına çocuklarına yapılan eza zulüm. O süre içerisinde de İslam âlemi içerisinde Peygamber
Efendimizin yandaşları ve onun gibi düşünenler bir sürü mezhep, bir sürü fırkalar var. Bunların bir
yorumlama şekli var biz diyoruz ki Peygamber Efendimizin en büyük mucizesi nedir?
-Kur’an-ı Kerim
-Biz öyle demiyoruz biz güzel ahlak diyoruz bu her insanda olmayacak bir mucizedir. Güzel
ahlaklı olmak öyle ben güzel ahlaklıyım demekle güzel ahlaklı olunmuyor. Çünkü olaylara
direnebilmek, ben mesela kendimi şöyle ifade etmeye kalkabilirim;
Orta Asya da ki Türkler Anadolu ya boy boy giriyor, hepsi birlikte girmiyor. Bize hep 1071
Malazgirt ile Anadolu’nun kapıları açıldı. Ama hikâye öyle değil işte, yani şuan Almanya ya üçer
beşer gidilmişse insanlar da o zaman öyle bir süreç yaşadılar boy boy, soy soy göçtüler.
İlk önce toplandıkları Horasan diye bir bölge Türkiye’nin doğusu, İran’ın güneyi,
Pakistan’ın batısı oradaki havza içerisindeki alana yerleştiler. Mesela Yezid bin Muhelleb diye bir
şahıs var o adamın da ne kadar katil ve gaddar olduğunu Cürcan Türkleri’nin kellesini kestiğini
bunları artık tarih kitapları da ortaya koyuyor. Ben ırkçı falan değilim. Şimdi kuzeye doğru ehl-i
beyt taraftarlarının bunlarla buluşması, İslam la buluşması bu mezhepsel ayrılıklar daha sonra
yaşanıyor. 680 li yıllardan sonra Müslümanların Türklerle buluşması işte asıl İslam bu değildir,
esas İslam kişinin fiziksel olarak elinin elini yüzünü yıkarsın temizlersin ama ruhsal olarak
arınmadığın zaman bir manası yoktur. Bunu biraz daha şey olarak anlamış şeriatta edebini
saklayamayan tarikatta şeyh-i büryan olamaz, marifet ab’ından içip kanmayan hakikat babında
turab olamaz. Bakın en son da geldiği yer toprak ve alçak gönüllük, hiç böbürlenmeyen hiç kendini
üstün görmeyen bir anlayış şimdi Anadolu ya gelince 1208-1210 yılları arasında Hacı Bektaş-ı Veli
Pirimizin dünyaya geldiği rivayet olunur. Tabi bu da Horasan’ın Nişabur Kentinde doğuyor. Oradan
çıkıp Anadolu ya geliyor, gelirken de yalnız gelmiyor yoldaşları, arkadaşlarıyla birlikte Anadolu’ya
pirleriyle geliyor.
Ocaklar sistemi oluşturuluyor, hizmet sistemi oluşturuluyor her bölge bu dergâhlarda
yetiştirilen insanların belirli bir eğitim ve bilgi çerçevesinde donatıldıktan sonra Anadolu’ ya irşat
diyoruz yani bir nevi kendi gibi düşünmeye salınıyor. Mesela bize hep söylerlerdi çok garibimize
giderdi Hz. Ali’nin 40 arşın uzayan kılıcı 40.000 kişinin kellesini kesermiş diye söylerlerdi.
Selçuklular döneminde Hacı Bektaş-ı Veli ile başlayan bir süreç yaşanıyor tabi bundan önce bir
Baba Kargın süreci var, onunla birlikte Baba İlyas insanlara irşad etmeye bu bölgeye daha çok
Hristiyanların hâkim olduğu bir bölge bu bölgeler hem irşat etmek o insanları da toplumsal yapının
içinde aktif hale getirebilmek için ocaklar kuruyorlar.
Alevilik ve Bektaşilik iki ayrı kavram olmamakla birlikte, son süreçlerde kavram kargaşası
yaratmaktadırlar. Balkan bölgelerinde Bektaşi tekkeleri kurularak Hacı Bektaş-ı Veli’ye devşirme
verilerek diğer birimlerin oluşturduğu orada hizmet vermektedirler. Mesela Sünni bir vatandaş alevi
olabiliyor.
Alevilik insan gibi insan olabilmek, doğaya çevreye yardımcı olabilen ve bu çerçevede
çalışandır.”
Aziz Baba Ocağından Haydar CAN Dede’ye göre; “ Alevilik nerden kaldı. Alevilik şuradan
kaldı; Alevilik şimdi Hz. Aliyle Hz. Peygamberin devri zamanında şu alevi şu Sünni diye bir şey
yoktu. Hepsi ne diyordu Allaha kuluz, peygambere ümmetiz diyorlardı. Hz. peygamber bir gün ilan
etti. Bana ümmet olan dedi. Gadirihum diye büyük bir yer saha var, oraya toplansın dedi. Halk
toplandı oraya. Ey ahali dedi, sizi buraya toplamamdaki gaye şudur ki dedi; benim devri zamanım
doldu, gayri ben dünyadan ahirete intikal edeceğim, dedi bende hakkı olan varsa hakkımı helal
ediyorum dedi. Gadirihum veda haccının olduğu yer. Peygamberin son vedası. Ben artık dünyadan
ahirete intikal edeceğim dedi, ben sizden hiçbir hak talep etmiyorum dedi. Benim de sizde hakkım
varsa hepsi helal olsun dedi. Hepsi hep bir yerden bağırdılar bizde helal ediyoruz diye. Yalnız dedi
orda Ökkeş isminde birisi vardı. (Kaynaklarda sahabe olan Okaşe diye geçer. Dedemiz Ökkeş dedi.)
ya Rasülullah dedi ben sana olan hakkımı helal etmiyorum dedi, peygambere. Niye Ökkeş? Ahir
haccında sen bana üç kamşı vurdun dedi. Peygamber dedi ki; o kamşı Fatma’nın sandığında
peygamberin kızı Hz. Ali’nin hanımı Fatma var ya. Fatma’nın sandığından o kamışı getirin de Ökkeş
de bana vursun dedi. Getirdi şimdi kamışı önüne bıraktı. Ondan sonra dedi ki; ben göbekten üste
çıplaktım ya Rasülullah. Yanlısının ortasında peygamberde mucizat mührü var, Hacı Bektaşi
Veli’nin elinin avucu yeşildir. Peygamberin yanısıyla, topuğu yeşildir. Ondan sonra o geçti yanısına
orayı ziyaret etti. Hakkım varsa helal olsun dedi. Ondan sonra bugünden itibaren vasfım olarak
yerime Ali’yi tayin ediyorum dedi. Çünkü “Ali benim canı canımdan teni tenimden ruhu ruhumdan”
dedi peygamber. Ömer, Osman, Ebu Bekir hep halk orda dinliyor. Diğer sahabeler de var bütün
halk orda tabii canım. Dedi ki; orda birileri: ispat et dediler. Canı canından teni teninden kanı
kanından ruhu ruhundan olduğunu ispat et dediler. Gel bakıyım ya Ali dedi peygamber. Gömleğini
açtı orda bir hadis okudu. Gir Ali makamına dedi, baş iki oldu, ayak dört. Olmadı ya Rasülullah
dediler, niye? Kanı kanımdan canı canımdan teni tenimden ruhu ruhumdan nefesi nefesimden
diyordun baş iki oldu ayak dört. “Dem Mike dem Mike, cismike cismike, ruhuke ruhuke” dedi “gir
Ali makamına” dedi baş bir oldu ayak iki. Hep görüyorlar orda. Ondan sonra bunlar, tekrar “çık
Ali makamından” dedi çıktı. Şimdi size birkaç vasiyetim var dedi, aynen kitaptan okuduğumu
anlatıyorum size benim cenazemde bulunmayan benim ümmetim değil dedi. Ben dünyadan ahirete
intikal ettikten sonra ali Zülfikar’ı eline alır kabrimin başında gelir, yedi adım ileri yedi adım geri
gidip geldiğini görüldüğü zaman Ali’nin üstünde birileri varsa dünyayı helak etse yeri var,
peygamber diyor. Orda ne varsa yazıyorlar bunları senin hesap, kayıta geçiyorlar. Ondan sonra
bunlar şimdi tekrar peygamberin evine geldiler, bunlar ne dediler; bunlar dediler ki; bu somurtmaya
başladı, biz gidip halifemizi seçelim dediler. Bunlar gittiler, kitapta Hz. Peygamberle evliya Ayşe o
da bunlarla beraber halife seçmeye gitti, cenaze ortadayken. Ebu Bekir’i halife seçtiler. Hz. Ali de
kendi yandaşlarıyla beraber götürdü onu şimdiki kabrin bulunduğu olduğu yere defnetti. Bunlar allı
evlendi, gülü gelin oldu. Tekrar geldiler, Ali’nin yanına peygamberin kabri nerde cenazesi, “ne
yapacağınız” dedi Ali. Biz de bunun cenaze namazına duracaktık dediler. E biz peygamberin
ümmetiyiz dediler. Ali de siz peygamberin ümmeti olsaydınız, peygamberin sözüne riayet ederdiniz.
Peygamber demedi mi, “cenazemde bulunmayan benim ümmetim değil” diye. Fakat cenaze
ortadayken siz halife seçmeye gittiniz. Bende falan yere götürdüm defnettim dedi. Bunlar kazma
kürek almaya gittiler, kazmayı küreyi aldılar, kabre yanaştılar. Ali de Zülfikar’ı eline aldı, kabrin
başında yedi adım ileri yedi adım geri gidiyor. Ömer kurnaz idi, Ömer dedi ki diyor; bir dakika
durun nereye gidiyoruz dedi. Niye, peygamber eline bir tahta parçası alır da kabrimin başında yedi
adım ileri yedi adım geri gelip gittiğini gördüğünüz zaman tüyleri zıpırından dışarı çıkınca, Ali’nin
üstünde birileri varsa, Ali dünyayı helak etse yeri var, demedi mi Ömer. Bunlar oldukları yere
kazmağı küreyi bıraktılar. Ellerini kaldırdılar Fatiha okudular, Fatiha buradan kalmıştır. Ondan
sonra tekrar bunlar Ömer, Osman, Bekir şimdi bunlar bir araya geldiler. Kongre kurdular. Toplantı
yaptılar. Halifenin huzurunda Ebu Bekir halife ya. Ebu Bekir Ömer’e dedi ki; kılıcını adam akıllı
bileyeceksin, yanına da zehir katacaksın, biz Ali’yi buraya bize biat etmesi için çağıracağız, ben size
biat etmiyorum derse, ben sana çek kılıcını dediğim zaman(Ebu Bekir halife diyor Hz. Ömer’e) Ali’yi
kılıçtan geçireceksin. Bunlar şimdi Ali’yi çağırdılar, Ali’yi çağırmaya gidince bekçi alinin orda beş
on kişi daha var, o giden bekçi Ali’ye dedi ki; seni dedi halife çağırıyor, Ali de gidelim deyince
yanlarındakiler haydin bizde gidelim dediler. Onlarla beraberinde geldiler halifenin huzuruna Ebu
Bekir’in yanına gelince. İlk sözü Ebu Bekir açtı halife. “Bize biat edeceksin, dedi Ebu Bekir. Ali’de
ben size biat etmem dedi. İden itmen derken, aralarında tartışma geçti. Hz. Ali dizini kırdı altına sol
dizini de dirseğini verdi öyle oturdu, bir avcı şeklinde. İden itmen derken aralarında tartışma geçti,
Ebu Bekir Ömer’e dedi ki; çek kılıcını Hz. Ali ondan önce nasıl sıçradıydı, Ömer’in elindeki kılıcı
aldıydı, dört parça etti, size biat edene de lanet olsun size de, suratına çarptı Ömer’in. Suratında
yara izleri oluştu. Ondan sonra şimdi Hz. Ali gitti onla birlikte gelenlerde gitti. Bunlar şimdi dediler
ki; Ali’yi çağırma buradakileri de çağırma, git falanı filanı çağır, bunlar gitti mesela Ahmet nerde
alinin evinde Mehmet nerde Ali’nin evinde, her gittiği adam sordu Ali’nin evinde e. Ali’nin gidiş
gidişatına uyup, Ali’ye biat edenler, Ali’nin önüne diz çökenler Alevi olarak kaldı. Aleviliğin
başlangıcı da buradan başlamıştır. Alevilikte buradan başlamıştır. Alevilik, Allah’ın Kur’an’ı ile
Rasulullah’ın (s.a.s) soyunu kıyamete kadar sevmektir. Çünkü peygamberimizin bir hadisi vardır:
“Benim Kur’an’ımla ehl-i beyt kıyamete kadar birbirinden ayrılmaz” der. Alevi olmak için bir
kimsenin Allah’ın emirleriyle Resulullahın 12 imamını sevmesi gerekir. Bektaşi ise; Hacı Bektaşi
Veli’den sonra Hacı Bektaşi Veli’ye uyanlara denir. Bir kişinin Bektaşi olabilmesi için şeriat
kurallarını ve tarikat kurallarını bilmesi gerekir. Bunlara uyması gerekir. Bizde şöyle bir şey vardır.
Dört kapı kırk makam derler. İlk kapı şeraittir, şeraitin kuralı on tanedir: gusül, abdest, namaz,
ramazan orucu vb. bu on kuralı yerine getirmiyorsa tarikata layık olamaz. Tarikatın da on kuralı
vardır, onu da yerine getirirsen marifete layık olursun, marifetinde on kuralı vardır onu da yerine
getirirsen hakikate layık olursun, hakikatin de on kuralı vardır işte o zaman dört kapı kırk makamı
uygulamış olursun. İslam’ı bilen kimsenin bu kuralları uygulaması lazım ki elinden, dilinden,
belinden Allah’ın kulları emin olması lazım. Alevilikte bu gözetilir. Alevi olman için kul hakkını
kesinlikle yememen gerekir, rızasız lokma yememen gerekir.”
Kul Himmet Ocağından Durmuş Güler Dede’ye göre; “ Bizde yolun talibiyiz. Bu nereden
gelir dersin. Bu konu kırklar da miraç da bizim sürdüğümüz yolu Hz. Peygamber Hz. Ali kırklar da
miraç da cemi yürüttüler. Nasıl yürüttüler? Orayı da anlatalım. Yani bizim vurgumuz değil Hz.
Peygamber’in Hz. Ali’nin vurgusu. Sürdüğümüz tarikat yolu. Şimdi kırklar gitti miraca Hz.
Peygamber de geriden gitti. Aslan çıktı önüne. Aslan peygambere yol vermedi. Geri döndü. Geldi ki
Ya Muhammed o aslan senden nişan istiyor. Parmağında hatem yüzüğü vardı. Hatem yüzüğünü
aslanın ağzına attı. Aslan yol verdi peygamber de gitti. Kırklar kapısına vardı. Sen kimsin? Ben
peygamberim. Git ümmetine peygamberlik yap dediler. Benlik ile hiçbir yere varılmaz. Gün geldi
peygambere Ya Muhammed kapıyı döv. Kapıyı dövdü. Sen kimsin? Ben peygamberim. Git ümmetine
peygamberlik yap. Nihayet üçüncü sefer de Cebrail peygambere dedi ki: Ya Muhammed sen oraya
peygamberim demekle giremezsin. Ben fakir fukarayım ben esirim ben ednayım ben gedayım de.
Yani benlik ile bizim yolumuz sürülmez. Kapıyı dövdü. Sen kimsin? Ben esirim ben ednayım ben
fakiri fukarayım. Kapıyı açtılar o zaman peygamber bunlara sordu. Size ne derler? Bize kırklar
derler. Otuz dokuzsunuz ne malum kırkınız. Hz. Ali koluna neşter vurdu. Otuz dokuzundan bir tabağa
kan aktı. Selman Şeydullah’ın kanıda o bir tabağa aktı. Yani birinin kırk kırkınız bir olduğunu orada
ispat ettiler. Nihayet peygamber (s.a.s) ulunuz kim dedi. Hz. Ali’yi gösterdiler. Baktı ki aslanın
ağzına attığı hatem yüzüğü Hz. Ali’nin parmağında. Keramete bak! İmam Cafer buyruğunda der ki:
Bir kile üzüm geldi. Cenneti Ala’dan bir tabak geldi. Peygamber (s.a.v)’in önüne koydular. Bir kile
üzümü şehadet parmağı ile ezdi. Onu koydular hepsi tadına baktılar. İşte orada on iki hizmeti
yürüttüler. Semahı orada ettiler. Sema kalkınca peygamberin tacı düştü. Kırk parça oldu. Nihayet
on iki hizmetin nereden geldiğini soruyor isen bu şekildedir. Yani biz peygamberin, Ali Murtaza’nın,
kırkların yürüttüğü cemi yürütüyoruz. Biz buralar da uyduruk şuradan buradan görüp yapma değil.
Bugün Sünni kesimi tarikatı bize layık görmüşler. Bize vermişler Alevilere. Şeriatı namaz kılmayı da
onlara vermişler. Şimdi alevi olan İmam Cafer mezhebi tek mezheptir. Kaça bölünüyor ise bölünsün.
Görgüsü vs. değişik imiş mezhep birdir. Bugün Sünni kesimi dört mezheptir. Kitaba iman ediyor,
namaz kılıyor ise onların dört mezhebi vardır. Dörde ayrılırlar. Bu gün Aleviler de birçok kola
ayrılıyor gibi gözükür. Babacı vardır. Dedeci vardır. Ayşe bacısı vardır. Mesela bizim yürüttüğümüz
yani Pir Sultan Hatayı Kul Himmet, Yemini, Nesimi vs. bunlar bir araya toparlanır. Zaten yedi
ozanda Hacıbektaş’ta yol hattında sıralamışlardır, yazmışlardır. Bazen yol yürütme konuları değişik
olur ama yine hepsi bir noktaya çıkar. Söylem başkadır vs. Yani Alevilik, Bektaşilik aynı şeydir.”
Şah İbrahim Veli Ocağından Rıza Pirdoğan Dede’ye göre; “Eline beline diline sahip olan
hakkı ve hakikati bilen 72 millete bir nazarla bakabilen insanların bulunduğu, dininden, dilinden,
ırkından dolayı insanları dışlamayan bu yola ve bu yoldakilere Alevi, Bektaşi denir. Nitekim aynı
şeylerdir. Bin zulüm görsen de bir kere zalim olma. Dinimiz sevgidir bizim. Kâbe’miz insandır. Allah
ise insanın kalbindedir. Bizler ancak celal ve cemale hürmet ederiz. Ehlî-i beyt soyundan gelen
dede, doğru yolu gösterici, yolun kurallarına göre insanın eğitildiği, 4 kapı 40 makamdan geçen
kâmil insandır. Mürşit dedelerin seyit kolundan olanlara denir. Pir ve dede nitekim aynı şeylerdir.
Rehber, yola girecek kişiyi hazırlayandır. Bu yolda nasıl davranılacağını, kuralların ne olduğunu
gösterir. Kişi pişince rehberle beraber ikrar verdirilir. İkrar veren canlar gerçek manada Alevi ve
Bektaşi olurlar.”
Keçeci Baba Ocağından Salih ARSLAN Dede’ye göre; “Alevilik ve Bektaşilik, Bektaşilikte
Aleviliktir. Çünkü Alevilik Hz Ali’nin kurmuş olduğu yolda ve bu göstermiş olduğu erkânda
doğruluktan çıkmaktadır. Bektaşilik aynı Hz. Ali’nin soyundan gelen Hacı Bektaşi Veli’nin kurmuş
olduğu ibadet tarzıdır. Bunların ikisi de aynı kapıya çıkıyor. Mesela Kızılbaşlık buda Uhud
savaşında Hz Peygamber’in dişinin kanamasıyla birlikte Hz. Ali kanı alıp başına çaldığında saçları
kırmızı olmuştur ve her savaşta Hz Ali’nin başına kırmızı sarık sarmıştır. Kızılbaşlık ismi buradan
gelmektedir.”
Abdullah Er Dede’ye göre; “Aleviliğin nasıl başladığı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Bizim
inancımıza göre Alevilik halifelikle başlıyor insanlardan bir kısım Peygamber Efendimize soruyor
sizden sonra hilafete kim gelecek? diye Peygamber Hz. Ali’nin gelmesi gerektiğini söylüyor. İnsanlar
bu durumun Peygamber tarafından bir kâğıda yazılmasını isterken bir kısım peygamber sözünün
kanun olduğunu yazılmasa da olabileceğini söylüyor ve yazılmıyor. Hz. Fatıma ve Hz Ali Hz.
Peygamberin vefatıyla ilgilenirken Hz. Ebubekir, Hz. Osman ve diğerleri hilafet davasıyla
uğraşıyorlar ve hz Ebubekir halife oluyor.
Hz. Ali toplum içinde fitne çıkarmak istemediği için ki İslamiyet yeni yayılıyor bu duruma
ses çıkarmıyor. Geçen zamandan sonra Kerbela Olayı yaşanıyor Kerbela Olayı bana göre gelmiş
geçmiş en büyük katliamdır Hz. Hüseyin tarafı alevi tarafı oluyor. Ve Yavuz ile Şah İsmail’in
Çaldıran Savaşında Yavuz’un zulmünden kaçanlarda alevi kesimindendir.
Bektaşilik Sünnilikteki tarikatlar gibidir. Alevilikte Sünnilikteki gibi kaynak yoktur.
İnsanlar dedelerinden ne öğrendiyse onu biliyor. Onun için ufak ayrılıklar vardır ama hepsinde
Allah Muhammed Ali üçgeni vardır. Bu üçgen Alevilik için olmazsa olmazdır. Toplumumuzda
dedelik vardır. Dedelik soydan gelir fakat sofuluk soydan değildir dedeler sofuyu seçer. Dedeler
oğul diye hitap ederler. Alevilikte hoşgörü çok önemlidir. Hacı Bektaşi Veli’nin İncin ama incitme
sözü Alevilerin hayat prensibidir. Aleviler inancı gereği hep ön yargı ile karşılaşmıştır. Alevilere
cumhuriyetten sonra rahatlama gelmiştir. Sünni olan iki kişi aynı camiye dahi gitmezken
aralarındaki meseleden dolayı biz apartmanımızdaki Sünnilerle kardeş komşu ilişki içerisindeyiz bu
her ne kadar karakterle alakalı olsa da genel olarak bir saygı ve hoşgörü çerçevesi içerisindeyiz.
Ailemizde Sünni gelinlerimiz vardır yine bizden Sünnilerle evlenen çocuklarımız vardır. Ama kimi
aileler böyle bir duruma müsaade etmez. Toplum Alevilerin yönetici tabakada bulunmasına izin
vermemiştir. Yasada cem evleri yoktur mesela. Bundan dolayı eskiden köylerimizdeki
toplanmalarımızda bekçiler beklerdi.
İbadetlerimize gelince çok katı kurallarımız yoktur. Alevilikte namaz hiç kılınmıyor
diyemeyiz kılınır ama çok tercih edilmez, milletçe namaza sıcak bakmayız. Âmâ bu değildir ki yaşam
şekli olarak çok çok farklıyız. Biz insana, cana önem veririz. Kadınlarımızda değerlidir.
Kızlarımızda erkeklerle birlikte okumaya başlamıştır. Yine aynı şekilde kadın boşama yasaktır.
İbadetlerimizi de kadınlarla beraber yaparız. Yaşam kurallarımızda kul hakkına da çok önem veririz.
Bizde yaparsan ibadet kendinedir. Yapmazsan yine kendinedir çok ağır bir ibadetimiz yoktur.
Mühim olan insana, hoşgörüye kul hakkına önem vermektir.”
Değerlendirme ve Sonuç
Tokat yöresinde Alevi Dedeleri ile gerçekleştirdiğimiz mülakatlar esnasında dedelerin
kendilerine yöneltilen Alevîlik size göre nedir? Alevîlik-Bektaşilik bir din midir, mezhep midir,
tarikat mıdır?” Alevîlik-Bektaşilik arasında hangi farklar vardır? Sorularımıza genel olarak şu
cevapları aldık; “Alevilik, İslam içerisinde gelenek ve göreneklerin devam ettirilmesidir, tasavvuf
düşüncesidir, tarikattır.”, “Eline beline diline sahip olan hakkı ve hakikati bilen 72 millete bir
nazarla bakabilen insanların bulunduğu, dininden, dilinden, ırkından dolayı insanları dışlamayan
bu yola ve bu yoldakilere Alevi, Bektaşi denir. Nitekim aynı şeylerdir.”, “Ali’ye biat edenler, Ali’nin
önüne diz çökenler Alevi olarak kaldı. Aleviliğin başlangıcı da buradan başlamıştır. Alevilik,
Allah’ın Kur’an’ı ile Rasulullah’ın (s.a.s) soyunu kıyamete kadar sevmektir.”, “Alevilikle
Bektaşiliğin hiçbir farkı yoktur, aynısıdır. Bazısına falancanın oğlu, bazısına da falancanın oğlu
derler ya, onun gibi. Yani Alevilik, Caferilik, Bektaşilik bunların hiçbir farkı yoktur. Hepsi Hz.
Muhammed ve Hz. Ali’ye bağlı, Ehli beytin yolundan gidenler ki o ehli beytin sevgisini bağlayanların
hepsi aynı yoldadır. Farklı isim takılmıştır.”, “Biz Aleviliğin, batınıliğin, tasavvufun, içsel anlam
dediğimiz, Kuran’ın batini yönü dediğimiz kavramları da içine alan, peygamber efendimizin doğru
sünnetlerinden de şaşmayan, İslam’ın farklı bir yorumu olarak düşünüyoruz. Sünni insanlardan
farklı olarak tek düşüncemiz bizim Ehl-i Beyt’e karşı daha yakın oluşumuz, Türk’ün İslam’a ters
olmayan örfünden, geleneğinden İslam’ında dışına çıkmadan, Anadolu’nun köysel yaşantısını içine
alan bir yaşayış olarak düşünüyoruz Aleviliği. İslam’ın içinden Ehl-i Beyt, penceresinde farklı bir
bakış açısı olarak yorumluyoruz. Kuranı biliyoruz, Kurana inanıyoruz, ama Kuranın katı
kurallarından biraz daha sıyrılıp Peygamber Efendimizin hadisinden yola çıkarak biraz daha
yüzeysel bakıyoruz. Katı Sünni İslam’ın kurallarından biraz daha hafifletici olarak bakıyoruz.”, “
Alevîliği bir cümlede aktarmak yanlış olur. Alevîlik – geniş anlamda söylüyorum – yerlerin ve
göklerin sahibi olan Rahman ve Rahim olan o yüce rabbimizin varlığını, birliğini, azametini, kalbiyle
inanıp diliyle tasdik edip, O’nun birliğine can-ı gönülden inanmaktır ve O Cenab-ı Allah’ın alemlere
rahmet olarak gönderdiği, iki cihan serveri sevgili peygamberimiz Seyyide’l-kevneyn, nebiyye’lmurselîn
Muhammed Mustafa ( s.a.s. ) efendimizi, O Cenab-ı Allah’ın önce kulu sonra da resulü
olarak kabul etmek ve sevmektir.” Alevîliği pek çok araştırmacı; bir yaşam biçimi, hayat felsefesi,
kültür birikimi, ideoloji, bir dünya görüşü, felsefî materyalizm, toplumsal başkaldırı, Kürt
uygarlığının bir ürünü, Anadolu uygarlığının ürünü olan bir inanç odağı ve yaşam anlayışı, özgün
bir inanç, heterodoks İslam, İslam’ın Halk dindarlığı, İslam’ın Anadolu yorumu Türk Halk dindarlığı
olarak değerlendirmiştir.
Birçok araştırmacı Alevîliği; Manihesit, Budist, Musevi, Hristiyan, Gnostik, Şamanist, İslam
birçok farklı inanç değerlerini içinde barındıran Senkretist, hetarodoks toplumsal-tarihi bir olgu
olarak tanımlamıştır (Okan; 2004: 37). Kanaatimizce sosyolojik saha çalışması yapan batılı
araştırmacıların bu yaklaşımı özellikle Anadolu’da yaşayan Manihesit, Budist, Musevi, Hristiyan,
Zerdüşt, Gnostik inançlara sahip dini-sosyal grupların genelini Alevi-Bektaşi grupları olarak
değerlendirmesinden kaynaklanmıştır. Özellikle batılı araştırmacıların Hristiyanlıkta ortodoksiden
yani kilisenin temel öğretilerinden ayrılanlar için kullanılan heterodoks sıfatını İslam’ın farklı bir
yorumu olan Alevilik için kullanmak isabetli ve uygun değildir. Hristiyanlıkta heterodoks olarak
nitelenenler, dine aykırı düşünceye sahip olmalarından dolayı din dairesinin dışında
değerlendirilmişlerdir. Alevîliği, Hristiyan kültüründen ödünç alınan, ortodoksluk ve heterodoksluk
terminolojisine dayalı bir retorik çerçevesinde tahlil etmek pek mümkün gözükmemektedir (Bodur,
2016: 95). Çünkü İslam düşüncesinde Hristiyanlıkta kilisenin temsil ettiği tek bir ortodoksi değil
farklı ortodoksiler vardır (Kutlu, 2006: 66). Araştırma alanımızda gerçekleştirdiğimiz mülakatlarda
Alevi-Bektaşi dedelerinin sorularımıza verdikleri cevaplardan, bölgedeki Alevîlerin, Alevîliği
İslamiyet’in farklı bir yorumu olarak gördükleri ve Aleviliği özgün bir tarikat şeklinde tanımladıkları
anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Alevi-Bektaşi dedelerinin yukardaki anlattıklarından da kolaylıkla
anlaşılacağı gibi Alevîliği, İslâm’ın içerinde değerlendirdiklerini, “Alevilikle Bektaşiliğin hiçbir farkı
yoktur” diyerek içerisinde Caferi unsurlar barındırsa da Alevîliğin bir tarikat olduğudur. Bölgedeki
Alevîlerin çoğunluğunun iddiası Alevîliğin Caferilik menşeli Ehl-i Beyt sevgisini esas alan bir
tarikat (yol) olduğudur.
KAYNAKÇA
Birge, J. K., 1991, Bektâşilik Tarihi, Çev. Reha Çamuroğlu, Ant Yayınları, İstanbul
Bodur, H.E., 2016, Klasikten Bugüne Dini Hareketler(Sosyoloji Yazıları), Endülüs Yayınları,
İstanbul
104 Hasan COŞKUN
Turkish Studies
International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 12/35
Bozkurt, F., 2005, Toplumsal Boyutlarıyla Alevilik, 5.baskı, Kapı Yayınları, İstanbul.
Coşkun, H., 2001, Sivas İli Altınyayla İlçesi Yassınpınar ve Serinyayla Köylerinde Alevilik,
(Yüksek Lisans Tezi), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri
Çakır, S., 1996, “Kargalı Alevî –Tahtacı Köyü”, Türk Halk Kültürü Araştırmaları, Ankara, ss.13-
34.
Fığlalı, E.,1991, Türkiye’de Alevilik-Bektaşilik, Selçuk Yayınları, Ankara,
Gölpınarlı, A 1977, “Kızılbaş”, İslam Ansiklopedisi, S. VI, İstanbul, ss.789-795.
Haslok, F. R., 2000, Bektâşilik Tetkikleri, Çev. Kamil Akarsu, Milli Eğitim Basımevi, Ankara
Kaleli, L., 1995, İnanç Boyutlarıyla Alevilik, Can Yayınları, İstanbul.Refik, 1932
Kaplan, D., 2012, Yazılı Kaynaklarına Göre Alevilik, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 4. Baskı,
Ankara
Kutlu, S., 2006, Alevilik-Bektaşîlik Yazıları, Ankara Okulu Yayınları, Ankara.
Kehrer, G., 1996, Din Sosyolojisi, Çev. M. Emin Köktaş, Vadi Yayınları, Ankara.
Melikoff, İ., 1994, Uyur İdik Uyardılar, Çev. Turan Alptekin, Cem Yayınevi, İstanbul.
Okan, M., 2004, Türkiye’de Alevilik, Antropolojik Bir Yaklaşım, I. Baskı, İMGE Kitabevi, İstanbul.
Özkırımlı, A., 1985, Alevîlik-Bektâşîlik ve Edebiyatı, Cem Yayınevi, İstanbul.
Şapolyo, B. E., 1994, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, Türkiye Yayınevi, İstanbul.
Taşğın, A. 2013, Dile Gelen Alevilik, Çizgi Kitabevi, Konya.
Turan, A., 2000, İslam Mezhepleri Tarihi, Sidre Yayınları, 2. Baskı, Samsun.
Türkdoğan, O., 1995, Bilimsel Değerlendirme Araştırma Metodolojisi, Milli Eğitim Bakanlığı
Yayınları, İstanbul.
………………………….1994, “Bedri Noyan İle Alevilik Üzerine”, Türk Yurdu Dergisi, C.14,
S.88, ss.8-9.
Üçer, C., 2010, Tokat Yöresinde Geleneksel Alevilik, İkinci Baskı, Ankara Okulu Yayınları, Ankara
Yaman, M., 1993, Alevilik, İstanbul.
Yıldırım, A. Ve Şimşek, H., 2008, Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, Seçkin Yayınevi,
- Baskı, Ankara.
Zelyut, R., 1992, Öz Kaynaklarına göre Alevîlik, Yön Yayıncılık, 6. Baskı, İstanbul.
KAYNAK KİŞİLER
1-Salih ARSLAN, Keçeci Köyü, Yaş 65, İlkokul Mezunu, Keçeci Baba Ocağı Dedesi
2-Mutafa Temel, Almus Hubyar Köyü, Yaş 80, Lise Mezunun, Hubyar Ocağı Dedesi
3- Durmuş Güler, Çöreği Büyük Köyü, Yaş 67, Üniversite Mezunu, Kul Himmet Ocağı Dedesi
4-Nadir KAYA, Cihet Köyü, Yaş 70, İlkokul Mezunu, Kul Himmet Ocağı Dedesi
5-Rıza GÜNEŞ, Keçeci Köyü, Yaş 76, İlkokul Mezunu, Keçeci baba Ocağı Dedesi
6-Rıza PİRDOĞAN, Tokat Merkez, Yaş 50, Ortaokul Mezunu, Şah İbrahim veli Ocağı Dedesi
7-Abdullah Er, Sokutaş Köyü, Yaş 67, İlkokul Mezunu, Hubyar Ocağı Dedesi
8-Muharrem ERKAN, Turhal Merkez, Üniversite Mezunu, Hıdırabdal Ocağı Dedesi
9-Ali Gürel, Almus Akarçay Köyü, Yaş 55, Meslek Yüksekokulu, Bostan Kolu Ocağı Dedesi
10- Haydar CAN, Turhal-Kargın köyü, Yaş 68, İlkokul Mezunu, İmam Rıza Ocağı Dedesi