Salı, Ocak 14, 2025
No menu items!
Alevilik - BektaşilikGülbang-DuaDUA METNİ OLARAK GÜLBANK Didem Gülçin ERDEM KÜK

DUA METNİ OLARAK GÜLBANK Didem Gülçin ERDEM KÜK


İnancı, mensupları nazarında anlamlı olan gösterge ve sembollerle şifreleme özelliği gösteren gülbanklar, istek ve dileklerin dil aracılığı ile iletilmesi esasına dayalı olarak kurulur. Bu gerekçeyle gülbanklar, öncelikle, belirli bağlamlarda özel işlevler üstlenen dua metinleri oldukları göz önünde bulundurularak “dua” üst başlığı altında değerlendirilmelidir. Buradan hareketle, bu bölümde, dua metni olarak gülbangın neliğini anlayabilme noktasında ilk olarak dua kavramı üzerinde durulacak, ardından araştırma evrenimizin sınırlarını doğru çizebilmek için Türk sosyo-kültürel yapısında dua geleneğine temas edilecektir. Daha sonra gülbank kavramının literatürde yer alan tanımlarına yer verilerek kavramsal analizi yapılacak ve gülbangın Türk tasavvuf geleneğinin farklı şubelerindeki görünümlerine temas edilecektir. Böylelikle çalışmanın kavramsal çerçevesi çizilerek sonraki bölümlerin inşasında yararlanılacak teorik zemin oluşturulmuş olacaktır
1.1. Dua Kavramı
Dua sözcüğünün anlamı, Türkçe Sözlük içerisinde “1. Yakarış. 2. Tanrı’ya yalvarma, yakarış için söylenen dini metin” şeklinde verilmiştir (2009: 573). Arapça kökenli bir sözcük olup çağırmak, seslenmek gibi sözcüklerle ilişkili olan “dua” sözcüğünün tanımına ilişkin Şemsettin Sami tarafından hazırlanan Kâmûs-ı Türkî içerisinde şu ifadeler yer alır: “1. Cenâb-ı Hakk’a yalvarma, niyaz 2. Birinin iyiliği için Cenab-ı Hakk’a yalvarma” (2014: 479). Dualar, iyi dilek bildirmenin bir yolu olarak sözlü anlatım türleri içerisinde yer alan ve inancı şifreleyen yapılardır. Dua etmek, insanlık tarihi kadar eski bir ihtiyaç olup tek Tanrılı dinlerden önce de insanın yaratıcıya ulaşma ve onunla iletişime geçebilme noktasında başvurduğu yöntemler arasında yer alır.
Bir tasavvufî terim olarak da dua, yakarma, niyaz, dilek dileme, halini arz etme gibi anlamlara gelmekte olup “kulun Hakk’a yakarışı” şeklinde tarif edilir. Süleyman Uludağ tarafından hazırlanan “Tasavvuf Terimleri Sözlüğü” içerisinde duanın tanımı yapıldıktan sonra halkın duasının lisanla, zahitlerinkinin fiille, ariflerinkinin ise hal diliyle olduğu ifade edilir (2012: 111). Teslimiyeti, inanmışlığı ve ümidi ifade eden dualar, kalıplaşmış sözlerle kutlamayı ve iyi dileklerde bulunmayı sağlar. Duaların kökeninde, belirli durumlara özgü söylenen kalıplaşmış ifadelerin sihirli bir gücü olduğu ve bu sözlerin tekrar edilmesinin kutsal güç/güçleri harekete geçireceği inancı yer alır (Çobanoğlu-Çobanoğlu, 2015: 2). Meramın dil aracılığı ile iletilmesi esasına dayanan dualar, kutsal alan ile teması mümkün kılacağına inanılan tılsımlı sözler ile kurulur. Günlük dilden farklı olarak dua metinlerinde kullanılan dil, genellikle sanatlı ve estetik özellikler barındıran bir dildir.
Dualar, “iyi dilekleri ihtiva eden kalıplaşmış sözlerdir.” En belirgin vasıfları teslimiyeti, inanmışlığı ve ümidi barındırmaları olan dualar genellikle görülen bir iyiliğe karşılık dillendirilir. Dua edilirken sarf edilen sözlerin yanısıra birtakım bedenî hareketlere de başvurulmaktadır. Genellikle diz çökerek elleri göğe açmak şeklinde olan bu hareketlere ek olarak kimi zaman gözler kapatılır, vücut ileri geri yahut sağa sola hareket ettirilir. Dua edilirken sergilenen jest ve davranışlar duayı eden kişinin konsatrasyon sağlama yöntemi ile ilişkili olmakla birlikte, dinlere göre de farklılıklar arz etmektedir (Kaya, 2001: 4, 5).
Max Weber, Tanrı’ya ibadetin karakteristik unsurları arasında saydığı duanın kökeninin büyüde aranması gerektiğini kaydeder. Weber’in ifadesi ile, “duada büyüsel formül ve yakarış arasındaki sınır akışkan kalır.” Teknik olarak rasyonelleşmiş duaların yakarıştan çok büyüye yakın olma özelliği gösterdiğini ifade eden Weber, gerçek yakarış olarak bireysel duanın yakarışın kazanımlarını Tanrı adına ortaya koyarak bunun için uygun karşılık talep eden rasyonelleşmiş bir forma sahip olduğuna işaret eder (2016: 116). Dualara ilkel devirlerde daha çok sihir yahut büyü esnasında başvurulmuştur. Örneğin şamanların ayin esnasında yaptıkları orijinal hareketleri dualarla bütünledikleri bilinmektedir (Kaya, 2001: 4). Levy-Bruhl, İlkel Toplumlarda Mistik Deneyim ve Simgeler adıyla Türkçeye kazandırılan çalışmasında, simgesel eylemlerin yalnızca belirli formül sözlerin kalıplaşarak söylenmesi durumunda arzulanan sonucun elde edilmesine yönelik olduğunu kaydeder. Söz konusu formül yapıların simgesel eylemi anlamamıza da yardımcı olduğuna dikkat çeken Levy-Bruhl, simgesel eylemin de formülü anlamamızı sağladığını; simgesel eylem ve formül arasında bir karşılıklılık ilişkisinin bulunduğunu ifade eder (2016: 257-259). “Büyülü dualar” olarak da adlandırılabilecek bu ifadelerin, mitik düzeneğin bir parçası iken evrilerek monoteist sistemlerde de kendine yer bulması ve kıymetinde yahut işlevselliğinde bir azalma olmamasının söz konusu ifadelerin simgesel anlamları ve sembolik yükleri ile ilişkili olması muhtemeldir.
Annemarie Schimmel, Tanrının Yeryüzündeki İşaretleri adlı eserinde, sözün kutsalla olan ilişkisi üzerinde durarak kutsal kelamın, kutsal olma özelliğini vurgulayan özel bir okuma tarzı sayesinde gündelik hayattan uzak tutulduğunu kaydeder. Schimmel’e göre kelamın gerçekleştirme gücü vardır. Yaratıcıdan gelmesi dolayısıyla zaten kutsalla ilişkilendirilen sözden, yine yaratıcıya yanıt verme noktasında faydalanılır. Dua ve beddua da kaynağını aynı kökten alır (2004: 152,181). Sözün sihirli gücünü fark eden insan, Tanrı kelamındaki şiirselliği de göz önünde bulundurarak, sanatsal söyleyiş içeren ifadelerin daha etkili olacağını ve yaratıcıyla irtibata geçmeyi kolaylaştıracağını görmüştür.
Sedat Veyis Örnek, 100 Soruda İlkellerde Din, Büyü, Sanat, Efsane başlığını taşıyan çalışmasında, duayı ibadeti oluşturan ana fikrin çevresinde kümelenen asal öğeler arasında sayar. Örnek’in ibadetin en önemli öğeleri arasında saydığı dualar, yalın halleriyle yüce kudretlerin yardımını ve acımasını sağlamak, onları harekete geçirmek için, insanın içinde bulunduğu duruma göre o anki seslenişidir. Örnek, bu özelliği ile duaların bireysel bir karakter taşıdığına, ancak dini önderler tarafından yönetilen ibadetlerde birtakım kurallara bağlı olarak belirli bir düzen içerisinde söylenmeleri halinde toplumsal bir karakter kazandıklarına dikkat çeker (2014: 77, 81, 82).
Doğan Kaya tarafından yapılan tasnifte dualar olay ve durumlarına göre üç başlıkta toplanmış, 1. Tarihte ve edebî metinlerde dualar, 2. Tabiat olayları ile ilgili dualar, 3. Hayatla ilgili dualar şeklinde gruplandırılmıştır (2001: 6). Dua kavramı, bütün inanç sistemlerinde mevcuttur. İstek ve dileklerin, teolojik kaidelere uygun biçimde iletilmesini sağlayan bu metinler, ibadet pratiklerinin de malzemeleri niteliğindedir. Ritüel yapılarında olduğu gibi gündelik hayatta da profan olanın ilahî bir zemine taşınması noktasında dualara başvurulmaktadır.
Dua kavramı etrafında, çeşitli inanç sistemleri kaynaklı bir terim havuzu da oluşmuştur. “Dua değirmeni”, “dua musıkisi”, “dua saati”, “dua saldalyesi”, “dua şeridi” terimleri, bunlardan bazılarıdır. Dua değirmeni, Budizm’de, üzerinde dua cümleleri yazılı olan ve el, su yahut rüzgarla döndürülen tahta çarka verilen isimdir. Dua musikisi, ilahî dinlerde, dinî içerikli metinlerin özel bir beste ile seslendirilmesine karşılık gelir. Dua saati, genellikle Yahudilerde ve Hristiyanlarda, sabah, öğle ve akşam dualarının yapılacağı saati belirten özel çizelgenin isimlendirilmesidir. Dua sandalyesi, Hristiyanların üzerinde diz çökerek ibadet etmek için kullandıkları, uzun arkalıklı ve oturacak yeri alçak olan özel sandaleye verilen isimdir. Dua şeridi ise, Yahudilere özgü, deriden yapılmış, birbirine şeritlerle bağlı iki kareden oluşan kutudur ve muska olarak da kullanılan bir nesnedir (Cilacı, 2001: 102).
Akalın’a göre, ilkel duaların söz sanatı olarak gelişmiş türlerinin ilahiler olduğunu ifade etmek mümkündür. Tek Tanrılı dinlere geçilmesiyle birlikte duaların içeriğinde yer alan sihir ve büyü ögeleri azaldıysa da tamamen ortadan kalkmamıştır. Monoteist anlayışın yaygınlaşması ile birlikte Tanrı dışındaki otoritelerin öneminin azalması ile duaların amacının Tanrı’ya duyulan aşkı iletme, Tanrı ile bir olma yönünde değişim gösterdiği tespit edilmiştir. İlkel duaların merkezinde yer alan insan ve onun isteklerinin yerini Tanrı almış, Tanrı armağanı olduğuna inanılan duaların çekirdeğini Tanrı aşkı oluşturmaya başlamıştır. İlkel toplumlarda insanların duaya katılmaları zorunlu tutulmuş, şaman, büyücü, kral gibi dua törenlerine başkanlık eden kimselerin yerini zamanla bu görevin özel bir uzmanlık gerektirecek biçimde çeşitli ayrıntılarla zenginleşmesi ile din adamı almıştır (Akalın, 1990: 31-32).
İbadetin özünü oluşturan dualar herhangi bir toplumun dini anlayış ve yaşantısı ile kültür ve medeniyetinin tespitinde önemli rol oynar. Dua sözleri, bir toplumun dini ve kültürel hayatının, beklentilerinin, dünya ve ahiret anlayışının kilometre taşlarını oluşturan sözlerdir. Dini duygunun önemli bir tezahür şekli olan dua, bu yönüyle informal bir karakter sergiler (Polat, 2007: 428). Geleneksel toplumlarda dua vermek, bir tür hediyeleşme biçimidir. İlahi güçlere, tabiata ve insanlara yönelik karşılıklı olarak hediyeleşme, bir çeşit “kozmik borç-alacak” hesaplaşmasıdır. Herkesin kendi alan ve sorumluluğunu bilerek davranmasını gerektiren bu karşılıklı ilişki, tarafların evren ve toplum içerisindeki koordinatlarına ve üzerlerine düşen kozmik borç-alacak miktarına göre biçimlenir (Arslan, 2015: 108). Bu hediyeleşme, taraflardan biri olan insan tarafından sözün malzeme olarak kullanıldığı dualar aracılığıyla gerçekleştirilir.
Dualar, ürünü oldukları inanç grubunun kutsal alan kurgularını, dünya görüşlerini ve teolojik tasarımlarını şifreleyen yapılardır. Literatürde, her dinî bağlam içerisinde işlevsel yanıtlar barındıran, yaratıcıya yakarmaya ihtiyaç duyulan ilgili durumlar için tanzim edilmiş örneklere yer veren çalışmaların sayısı hayli fazladır. Bu da, insanlığın sözün varlığından güç alarak kendisinden daha kudretli bir varlığa sığınma ihtiyacı içerisinde olduğunun kanıtı niteliğindedir.
1.2. Türk Sosyo-Kültürel Yapısında Dua Geleneği
Dualar, iyi dilek bildirmenin bir yolu olarak sözlü anlatım türleri içerisinde yer alan ve sözel dokusal özellikleri ile kutsala ulaşmayı sağlayan yapılardır. Dua etmek, insanlık tarihi kadar eski bir ihtiyaç olup tek Tanrılı dinlerden önce de insanın yaratıcıya ulaşma ve onunla iletişime geçebilme noktasında başvurduğu yöntemler arasında yer alır. Meramın dil aracılığı ile iletilmesi esasına dayanan dualar, kutsal alan ile teması mümkün kılacağına inanılan tılsımlı sözler ile kurulur. Günlük dilden farklı olarak dua metinlerinde kullanılan dil, sanatlı ve şiirsel bir dildir.
Araştırmacılar tarafından, bütün milletlerin ilk devirlerinde olduğu gibi, eski Türklerde de dinî merasimlere ait temsiller bulunduğuna işaret edilmektedir. Dinî muhtevalarını uzun sure muhafaza ettiği bilinen bu temsiller, tertip edilme amaçlarına uygun olarak “şeylan”, “sığır” ve “yuğ” şeklinde isimlendirilmiştir. Eski Türklerde hayatın biçimlenmesinde son derece önemli ve etkili olan bu ayinlerde şiirin ve şairin yeri son derece büyüktür. Büyücülük dinînin hakim olduğu dönemde din adamı statüsü de bulunan şair, bu törenlerin yönetiminden sorumlu kişidir. Törecilik inancında dinî misyonunu kaybeden şair, yine de bu törenlerde yer almaya devam etmiş ancak “sihirbaz, büyücü, bakıcı” gibi isimlerle anılarak “sihirbazâne” şiirler tanzim etmiştir. Sonraki süreçte içtimaî işbölümüne gidilmesi neticesinde şair ruhanî gücünü tamamen yitirerek bu törenlerden çekilmiştir. Şiirin bu törenlerdeki misyonu de şair tipolojisindeki evrilme sürecine paralel olarak değişim göstermiştir. Şeylanlardaki kasideler, sığırlardaki destanlar ve yuğlardaki mersiyeler başlangıçta dinî bir mahiyeti olan ve ibadet edilen mabutlara özgü birer ilahî niteliğindedir. Daha sonra dinî- sihirbazâne mahiyete bürünen bu şiirler, zamanla tamamen din dışı kalmıştır (Köprülü, 2012: 128, 83, 88, 106).
Eski Türk inancında dua sözcüğünü karşılayan “alkış” , yalnızca kamın dualarını değil, çeşitli nimetlerin verilmesini tanrılardan isteyen sıradan kimselerin dualarını ifade etmek için de kullanılan bir sözcüktür. “Şaman duaları, tanrı ve ruhlar hakkında oluşmuş görüşler, onların kainatın hangi bölgesinde yaşadıkları, gök tanrısı veya dağ iyesinin kıyafeti ve yaşadığı ev ile ilgili inançlar çerçevesinde sözel doğaçlama şeklinde gerçekleşmekteydi. Doğal olarak kam, şaman dinî terminolojisini bilmeli, iletişim kurduğu ruh ve tanrıların sıradan şamanistlerin anlayamadığı dilini konuşabilmeliydi.” (Potapov, 2012: 277). Dolayısıyla, alkış sözlerinin en önemli amacı, kişinin olağanüstü olarak gördüğü ve hayatına tesir edebileceğine inandığı varlıklardan, yaratıcıdan yardım dilemesi ve ona halini bildirmesidir. Bu anlamda alkışın temel işlevi, insanın kendisini psikolojik olarak daha rahat hissetmesine zemin hazırlamaktır (Kapağan, 2014: 805).
“Alkış”, Divanü Lûgat-it Türk’te maddebaşı olarak yer almakta ve Kaşgarlı Mahmud tarafından anlamı şu şekilde verilmektedir: “Dua etme, öğme, birinin iyiliklerini sayma. “Ol begge alkış berdi=O beyi öğdü”, “Yalavaçka alkış bergil=Yalavaç Muhammede salavat getir”.” (DLT, 2013: 97). Önemli geçiş dönemi eserleri arasında yer alan Kutadgu Bilig’te alkış, “övme, alkışlama, dua” anlamlarında, dua ise Allah’a yalvarma, yakarma, niyaz gibi anlamlarda kullanılmış ve dua sözcüğü “dua kıl-”, “duaçı bol-”, “dua birle-”, “dua teg-” gibi biçimlerde çekimlenmiştir (Arat, 1979: 18, 135; Kıymaz, 2014: 1631).
Dua sözcüğüne karşılık, Türk lehçelerinde yer alan kelime kadrosu, Türkiye Türkçesinde: alkış, dua, dilek; Kırgız Türkçesinde: alkış, dua, dilek, bata; Kazak Türkçesinde: bata, dilek, dua, tilek; Azeri Türkçesinde: algış; Uygur Türkçesinde: alkiş; Özbek Türkçesinde: alkış; Karaçay Malkarlarda: alğaş (Ercilasun, 1991: 190, 191) şeklindedir. Türk kültür dairesi çevresinde özellikle sözlü kültür içerisinde dualar, önem taşıyan metinlerdir. Özellikle destan anlatıcıları, destan metninin içerisinde sık sık dualara yer verirler. Destana başlarken hakana, beye alkışta bulunan destancılar, destanı anlattığı süre içerisinde dinleyicilere yahut destan kahramanlarına dua etmek için arasöz olarak anlatıya dâhil ettikleri istek ve dilek içerikli ifadelere başvururlar (Güzel, 2008: 441).
Sami Akalın, ilkel duaların sihir ve büyü uygulaması olarak başladığını, iyi dileklerin bildirilmesinin “alkış”, kötü dileklerin sıralanmasının ise “kargış” sözcükleriyle karşılandığını ifade eder. İyi dileklerin Tanrı katında kabul görmesi için adak, kurban, oruç, tapınma yollarına gidilmiş, alkış-kargış-adak ve and arasında ilişkisellik meydana gelmiştir. İlkel insandan uygar insana ulaşılıncaya dek insanların kabul ettiği otoriteler: doğa güçleri, totem, şaman, ata ruhları, hükümdar, Tanrılar, tek Tanrı, kutsal kitap, eren-evliya-azizler şeklinde sıralanabilir. Dua esnasında geliştirilen tutum ve davranışlar ise: el açmak, el kavuşturmak, elleri çapraz tutmak, diz çökmek, yere kapanmak gibi biçimlenmiş olup bu tip tutum ve davranışlar zamanla kutsal otoriteye bağlılık ve uyum anlamları taşımaya başlamıştır (1990: 30).
Sözlü ve yazılı kaynaklarda halk ozanları tarafından tanzim edilen çok sayıda alkış ve duaya rastlanır. Bu duaların belirli bir form içerisinde söylendiğine dikkat çeken Bahaeddin Ögel, bunu Türk halk düşüncesinin belirli bir mantık sistemi içerisinde gelişmiş olmasıyla açıklar (2001: 732). Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları başlıklı eserinde, 10. yüzyıl ortalarında Oğuzlar’ı ziyaret eden İbn Fadlan’ın, Oğuzlar’ın zulme uğramaları yahut bir zorlukla karşılaşmaları durumunda başlarını yukarı kaldırıp: “Bir Tangrı” diye dua ettiği yönündeki tespitine yer verir (2001: 707).
Günümüze ulaşan en eski alkış, Asya Hunları’na (Hiunh) ait olup M.S. 328 tarihlidir. Çin eski hanedan yıllıklarında yer alan bu duada hükümdar Şan-yu terk edilmiş bir şehre girerken ellerini havaya kaldırıp başını eğer ve “Ey Gök! Bana onu verdiğin için teşekkür ederim!” şeklinde bağırır (Roux, 1994: 196). Gök ile kast edilenin Kök Tengri olduğu açıktır. Oğuzlar’da dini önderlerin şölenlerde toplanarak ellerini hep birlikte göğe kaldırıp dua ettikleri ve onlar tarafından sarf edilen alkış ve kargışların kabul olunacağına inanıldığı bilinmektedir (Gökalp, 1976: 63). Aynı zamanda siyasî lider statüsünde de olan bu önderlerin dışında törenlerde şair, kâhin, sihirbaz ve büyücü olma özelliklerini aynı anda barındırması ile bir din adamı olma özelliği gösteren kamlar, dilek ve duaların iletilmesi noktasında aracı konumundadır. Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm adlı eserinde kamların dinî törenlerde okudukları duaları tespit etmenin güçlüğüne dikkat çekmiş, bunun gerekçesini de kamların bu dua ve ilahileri vecd halinde iken irticalen söylemeleri, söyledikten sonra da unutmaları olarak verir. Kamın okuduğu dualar, ilahiler ve efsunlar ruhların ilhamına bağlıdır. Kamlar, selefleri tarafından daha önce okunan duaları da ezberlemek zorunda değildir. Şaman, koruyucu ruhlar tarafından kendisine takdim edilen ilham doğrultusunda töreni yönetir. Şaman, cezbeye kapılmış şekilde dua eder ve olaylar yahut durumlar karşısında edilen dua, törenin yöneticisi konumunda olan şamanın imzasını taşır (1986: 31, 120).
Eski Türk inancında, “hayır dua” vermek, kamın sorumluluk alanı içerisindedir. Kam yalnızca insanları değil, mekânları, nesneleri ve tabiat unsurlarını da dualamakta, kötü ve düzensiz olanın yerine iyi ve hayırlı olanı dilemekle kozmosun inşasına katkıda bulunmaktadır. Kam, tabiat olaylarından geçiş dönemlerine dek karşılaşılan her türlü durumda kutsalla iletişime geçmesi noktasında başvurulan kişi niteliğindedir. Bununla birlikte, kam alkışlarına, gündelik hayat içerisinde de kutsiyet atfedilen kimi unsurların korunması ve saklanması için başvurulur. Şamanizmde manevî unsurlar çok gelişmiştir ve şamana ayrılan rol yalnızca ritüelle sınırlı değildir. Şaman, nazım diline sahiptir ve bu yola dünyanın şeklini oluşturduğuna inanılır. Zira nazım metinlerinin yaratıcıları, dünyanın kelam yaratıcılarıdır. Şaman metinlerindeki yüksek nazım örneklerinde anlaşılmaz ifadeler ve ağdalı sözcükler de yer alabilir (Sagalayev-Oktyabrskaya, 2013: 122). Aşağıdaki alkış, bir geçiş dönemi olan evlilik karşısında yeni evlilere kam tarafından verilen hayır dua örneği olarak nakledilmiştir:
“Yanan ateş kömürlü olsun,
Yeniden kurulan ev zengin olsun!
Sahiplerinin çocukları olsun!
Hayvanları ve yiyecekleri olsun!
Evin yaşantısı refah içinde olsun,
Zengin saba dolu olsun!” (Lvova vd., 2013: 152)
Dualama işleminin yalnızca kam tarafından yapılabilmesi, meramı kutsala ulaştırma noktasında muktedir olan tek kişinin yine kam olması, kutsala aracıyla ulaşıldığının göstergesidir. Aracılık misyonu yüklenecek bu kişinin sıradan insanlarda rastlanmayan birtakım özelliklerle donatılmış olması elzemdir. Bir dinî sisteme değil daha ziyade bir yönteme tekabül eden Şamanizm’de Tanrı Ülgen’in yanında gündelik yahut daha küçük ölçekte taleplerin iletildiği ruhlar mevcuttur. Bu ruhlar, belirli gereksinimlerin muhatabı konumundadır. Örneğin Yakutlar, çocuk sahibi olmak için Ayısıt’a dua ederler. Ayısıt ile bereket ve refahın sağlayıcısı olan dişi ruhlar zümresinin tamamına işaret edilir (İnan, 1986: 37).
Kurban törenlerinde de kurbanın dualanması ve Bay Ülgen tarafından kabulü, yine kamın sorumluluğundadır. Davul çalıp çeşitli yırlar eşliğinde kurban töreninde yer alan ruhların tamamını selamlayan kam, bütün bedenini kullanarak teatral bir atmosfer yaratır. Dokuz kattan oluştuğuna inanılan göğün her bir katında çeşitli ruhları selamlayarak doruğa varan kam, davulunu bırakarak Bay Ülgen’e kurbanı kabul etmesi için şöyle dua eder:
“Üç merdivenle çıkılan,
Üç sürünün sahibi, Tanrı Bay Ülgen!
Önümde beliren mavi yokuş,
Kendini gösteren mavi gök,
Hızla yuvarlanan mavi bulut,
Ulaşılmaz mavi gök!
Erişilmez ak gök!
Sudan bir yıl uzaktaki yer!
Üç kez ululanan Ülgen Ata!
Ayın kenarları onun için parlar,
Atın toynağını o kullanır.
Sensin, Ülgen, çevremizde dolanan
Tüm insanları yaratan.
Sen, hepimize sürüler veren Ülgen,
Bizi sıkıntıda bırakma!
Kötü’ye direnmemizi sağla,
Bize Körmös’ü gösterme,
Bizi onun eline teslim etme!
Sen ki yıldızlı göğü döndürüyorsun,
Binlerce bin defa,
Benim günahlarımı cezalandırma!” (Eliade, 2006: 223-229)
Türklerin eski inanç sistemi içerisinde günlük yaşamda kutsalın desteğini almanın sağlayıcısı olan iyeler mevcuttur. Çeşitli görev ve sorumluluk alanları olduğuna inanılan bu iyeler de sorumluluk alanlarına giren durumlarda dua edilerek iletişime geçilen, güçlerine başvurulan kutsallar arasında yer alırlar. Av iyesi de çeşitli Türk boyları tarafından kutsallığına inanılan ve av hamisi olarak kabul edilen figürler arasındadır. “Kanım” adı verilen av iyesi, iki başlı ağaçtan, bir başından at tüyünden sakal taşıyan bir varlık olarak tasvir edilmiştir. Avcılar, ava giderken Kanım’ın tasvirini de yanlarında götürür ve her gün onu beslerler. Avcılar tarafından Kanım ile iletişime geçerken söylenilen şarkıda, av iyesi ile ağaç arasında özdeşim kurularak dileklerde bulunulduğu görülür (Potapov, 2012: 215). Yakarış ve iyi dilekler içermesi dolayısıyla dua mahiyetinde olduğu söylenebilecek metnin günümüz Türkçesine çevrilmiş şekli şöyledir:
“İnsanların sahibi Kayrakan!
Dağlık yere asa (destek) olsun,
Taşlı yerde dayanak olsun,
Dallı ağaç altında yoldaş olsun.
Köklü, dallı, ağaç güzel olsun,
Sağ elime asa olsun
Sol elime dayanak olsun,
Kutsal dağdan iste
Akar sudan dil (temas) iste
Dallı ağaç yoldaş olsun
Köklü ağaç güzel olsun.” (Potapov, 2012: 215)
Özel alkış türlerinden bir tanesi de yağmur duasıdır. Yağmur duaları, bereket toyları kapsamında değerlendirilen yağmur yağdırma törenlerinde okunur. Eski Türk kültüründen bu yana devam eden yağmur yağdırma törenlerinin ilk örnekleri “Yada Taşı” inancı çerçevesinde gerçekleştirilmiştir. Günümüzde de Türk kültür coğrafyasının birçok yerinde yağmur yağdırma törenleri düzenlenmeye devam etmektedir. Bu törenlerde atalardan devralınan çeşitli dinî-sihri uygulamalar İslamiyet ile birleştirilerek Tanrı’dan yağmur yağdırması dilenir. Yağmur yağdırma törenleri, yetişkinler tarafından düzenlenen ve eski Türk kültürü ile İslamiyet’in bir arada etkin oldukları törenler ile merkezinde çocukların yer aldığı ve kadim kültürün etkilerinin daha belirgin olduğu bir tür oyuna benzetilebilecek törenler olarak birbirinden ayrılabilir. Çocuklar tarafından edilen yağmur duaları genellikle tekerleme formundadır. Bazıları özel isimlerle anılan mani şeklindeki bu dualar, şu şekilde örneklendirilebilir:
“Yağ, yağ yağmur
Tarlada çamur
Teknede hamur
Ver Allah’ım sicim gibi yağmur” (Çelepi, 2017: 106-118)
Ölmüş iyi ve büyük kamların adları şaman dualarında çok geçer. Şaman dualarında büyük kamların ruhuna hitap edilirken “Altaylardan ün almış” denilir (İnan, 1986: 39, 51). Kamın dua ve ilahilerinde, bir ruh-tanrı sıfatı yüklenen Altay’a yakarılır ve ondan medet umulur. Kam, dualarında Altay’a şöyle seslenir:
“Bu kurbanım mukaddes ve ulu Altay’a ulaşsın, onun karar vereceği yere (yargı yerine) bağlansın. Güttüğümüz dâvayı halledecek mi? Bereket ve refah bize verecek mi? Bu kurbanım her engeli (büdak’ları) aşarak ulu ve mukaddes Altaya ulaşsın.”
“Ey mukaddes ve geniş Altayın yargı (hüküm) yeri! Durmadan kısmet veren Altay! Bizi yıpratmamak için hüküm veren Altay! Saçları ağarmış ihtiyarlarımıza istirahat sağlıyan Altay!… Yer ve denizler yaratıldığı zaman ata babalarımızın takdis ettiği ve taptığı Altay!”
“Temiz yurdumuz yıpranıyor, az ulusumuz sıkıntı çekiyor. Ey mukaddes Altayım, biz ne yapalım! Ak sakallı atalarımızın takdis ettiği ulu Altayım, geçim versen ne olur? Vücudumuz kirlenmese, gözlerimiz yaşarmasa ne olur? Bereketli sürülerimizin kut’larını yaradan mukaddes Altay’ım, yer-suyum!”
“Üzülmiyelim, tanrı var, tasalanmıyalım Altay var! “Altayım” diye tapınıyoruz…” (İnan, 1986: 51).
Şaman dualarında tespit edilen bir diğer unsur, dağı canlı olarak kabul edip her şeyi duyan, gören bir varlık olarak kabul etmiş olmalarıdır. Dağ ruhlarının varlığına inanmalarının yanında, doğrudan doğruya dağın kendisine ibadet edip yakardıkları örnekler de mevcuttur (İnan, 1986: 51). Dağın eski Türk inanç sistemindeki bir diğer fonksiyonu da bir ibadet yeri statüsünde olmasıdır. Eski Türkler, Gök-Tengri’ye daha yakın olabilmek için dağ tepelerinde dua ederler, dağların yükseklerinde insanlara yakınlaşmış olduğuna inandıkları Tanrı’yı ararlar (Melikoff, 2011: 117).
Anohin tarafından hazırlanan Altay Şamanlığına Ait Materyaller başlıklı çalışmada, Eski Türklerin ibadet yaşantısı hakkında bilgilendirme yapılarak ritüelik yapılarda kullanılan alkış örneklerine yer verilir. “Kurban Yerindeki Üstügü İçin Gelenlerin Arakı (Şarap) Sunmaları Sırasındaki Dua”, “Kâse Atma Sırasındaki Dua”, “Kurban Taşına El Atma Sırasındaki Dua”, “Gökyüzünde Üçüncü Sürgekteki Dua”, “Kurban Taşı Yanında Okunan Dua” gibi tür ve başlıkları olan bu alkışlar, icracıları olan şamanların isimleri ile birlikte verilmiştir. Kalabalık bir halk kitlesinin katıldığı ritüellerde kam/şaman tarafından söylenen bu alkışlarda Ülgen’e bağışladığı nimetler için teşekkür edilerek bolluk ve bereket dilenir; bütün halkın refah, sağlık ve mutluluk içerisinde yaşaması temenni edilir (2006). Bu alkışlar, çeşitli ritik aşamalar için tanzim edilmiş ve ritüelik akışa sözle yön vermeyi sağlayan metinler niteliğindedir. Ritüelin yöneticisi konumunda olan kam/şaman tarafından alkış verilmesiyle ritüel bağlamında yeri ve işlevi olan, kişiler ile şeyler kutsanarak gündelik anlam boyutlarını aşmaları sağlanır. Böylelikle zaman ve mekân dünyevî olmaktan çıkartılmış, birlikte tecrübe edilecek ilahî deneyime uygun hale getirilmiş olur. Şaman ayinlerinin ilk ritüelik aşaması olan “saçı” sırasında, körmöslerin tasvirlerine şarap serpilerek verilen alkışların şu şekilde örneklendirilmesi mümkündür:
“Asılan kazanın ürsü, çök!
Acı aşın parçası, çök!
Bir kaşık kadar su, çök!
Kayrakan! Kara rakı suvatlı, çök!
Ak İt bize yardım et, çök!
Ak manyakı dökülmüş
Altmış çıngırak yüklenmiş
Ülbürekli kuş börk,
Üç boğumlu ak manyak, çök!
Ak saçı denklensin.
Azılı kurban olsun,
Bundan alıp tadına bak!
Asılmış kazanın tatlısı!” (Anohin, 2006: 32)
Radloff tarafından derlenen aşağıdaki dua metni de, Şamanist döneme ait bir metindir. Duanın kurucu unsularından olan, kendini soylu yahut güçlü bir soyla ilişkilendirme, kutsal tarih inşası, ortak kutsalların varlığından faydalanma gibi unsurlar, görüleceği gibi salt o dönemde değil; tarih boyunca ilkel inanış formlarından semavi dinlere varana dek kutsala temas etme noktasında başvurulan büyülü kelamın bileşenleri değişmemiş, varlığını korumuştur:
“Kayra Kann, Kayra Kan!
Alas, Alas, Alas!
Avuç içi kadar açık ver!
Çuvaldız kadar deşik ver!
Asil kişinin torunuyum!
Sedir ağacının köküyüm,
Abu Tobu diye çağırdım,
Ongustay Kuldurak diye çağırdım,
Göğün göbeği yerde olsun!
Yerin göbeği gökte olsun!
Paştıgan dayımı çağırıyorum,
Göğün yolunu aç! Avuç içi kadar açık ver!
Çuvaldız kadar deşik ver!
Yüksek dağın arkasından geç!
Abakan dağının başından geç!
Kayra Kan, ey Kayra Kan!
Alas, Alas, Alas!” (1954: 9)
Eski Türklerin dua ederken mum yaktıkları bilinmektedir. Her ay bin mum yakarak ölmüş ruhların Yitiken burcuna varması için dua edildiği bilgisi, Emel Esin tarafından hazırlanan Türk Kozmolojisine Giriş başlıklı eserde yer almaktadır. (2001: 53). Kutsal alana müracaat ederken efsunlu sözler eşliğinde mum yakılmasını, Türk mitik tasavvurunun önemli unsurları arasında yer alan ateş kültü çerçevesinde değerlendirmek mümkündür.
Türklerin kabul ettiği dinler arasında Maniheizm de yer alır. Uygurların resmi dinleri olarak kabul ettikleri Mani Dini, ahlakî prensiplerin ön plana çıktığı bir din olma özelliği göstermektedir. Maniheizm’in kabulü ile Uygurlar Gök Tanrı yerine “Ezrua” adını taşıyan Mani dini Tanrısına dua etmeye başlamışlardır. Bu döneme tarihlenen duaları şu şekilde örneklendirmek mümkündür:
“Nur ile zulmet nasıl
Birbirine karışmış; yeri göğü kim
Yaratmış (diye) öğrendik;
Yine Arkon yer tanrı ne vasıta
İle yok olacak; nur ile
zulmet nasıl ayrılacak;
ondan sonra ne olacak (diye)
öğrendik; Ezrua tanrıya Güneş
Ay tanrıya, kudretli tanrıya
Bunlara inandık,
Dayandık. Nigoşak olduk.
Dört nurlu damgayı gönlümüz
Damgaladık. Birincisi sevmek (olup)
Ezrua tanrı damgası; ikincisi
İnanmak olup Güneş, Ay tanrı
Damgası; üçüncüsü (Allah’tan) korkmak (olup)
Beşiz tanrı damgası; dördüncüsü
İrfan olup Burkanlar
Damgasıdır. Tanrım zihnimizi
Kalbimizi bu dört
Türlü tanrılardan uzaklaştırdık
İse; onları yerinden oynattık
İse, şimdi tanrım günahtan
Fariğ olarak dua ederiz…
Manastar hirza (Bizi bağışla).” (Günay-Güngör, 2019: 173-174)
Türk kültür ve edebiyatının önemli eserlerinden olan Dede Korkut Hikâyeleri, dua olgusunun Türklerin İslamiyetle henüz tanıştığı süreçteki görünümlerini tespit etmemize olanak tanımaktadır. Söz konusu eserde, alkış sözcüğüne karşılık olarak “yom”/ “yöm” sözcüğü kullanılır. Muharrem Ergin tarafından “dua, hayır dua, uğur, fal” şeklinde (2009: 340), Orhan Şaik Gökyay tarafından ise “mutluluk, saadet, uğur” (1980: 29) sözcükleri ile açıklanan bu kelime, vermek fiili ile birlikte kullanılmıştır. Genellikle Dede Korkut tarafından Han için edilen bu dualarda Hak, Allah ya da Tanrı isimleri ile seslenilen yaratıcıdan Han’ın ve ailesinin sağlıklı ve iyi olması, her iki dünyada da huzurlu olması gibi temenniler sıralanır. “Yöm vereyim hanum” (2009: 115) şeklinde başlayan bu kısımlar, alkış verme geleneğinin en güçlü örneklerini barındırır. Bu örneklerde, “üç otuz on yaşınız tolsun.”, “azup gelen kazayı Tanrı savsun.”, “Allah saklasun.”, “yirlü kara tağların yıkılmasun”, “kölgelüçe kaba ağacun kesilmesün”, “ağ pürçeklü anan yiri behişt olsun”, “kadir Tanrı seni namerde muhtaç etmesin”, “âmin diyenler didar görsün” gibi kalıplaşan dilek yapılarına rastlanır. Genellikle boyların sonlarında, anlatının bittiğini haber vermek için kullanılan bu kalıplaşmış duaların finali ise, günahların “adı görklü Muhammed Mustafa yüzi suyu hürmetine” bağışlanması temennisi ile yapılır. Boylar içerisinde yer alan bu formel yapıların dışında, Oğuz yaşantısında dua etmenin ne denli önemli olduğuna işaret eden ifadeler de yer alır. Oğuzlar, sıkıntı ve zorluklar karşısında toplu halde dua ederler. Kam Pürenin Oğlu Bamsı Beyrek boyunda çocuksuzluktan muzdarip olan Kam Püre’nin çocuk sahibi olabilmesi için Kalın Oğuz Beyleri’nin hep birlikte dua etmesi, buna örnektir. Yine bu bilginin verildiği kısımda, “ol zamanda biglerün alkışı alkış karkısı karkış idi, du’aları müstecab olur idi.” (2009: 117) denilerek, alkış verme geleneği içerisinde, alkışta bulunan kişide maneviyat aranması gerektiği de hatırlatılmıştır. Tanrı’nın kendisine ulaşan dilek ve istekler noktasındaki cömertliği de, beylerin duasının kabul olduğunun belirtilerek “Allah Ta’ala Pay Püre Bige bir oğul, Pay Piçen bige bir kız virdi.” (2009: 117) ifadelerine yer verilmesi ile vurgulanmış olur. Oğuz toplumunda, dua etme ve dua alma geleneğine verilen değer, “Dirse Han Oğlı Boğaç Han” boyunda da karşımıza çıkar. Yine çocuksuzluk motifinin yer aldığı bu boyda, Dirse Han’ın hatununun çocuk sahibi olabilmek için Han’a önerisi toy eyleyip aç doyurmak, çıplak giydirmek, böylelikle ihtiyaç sahiplerinden dua almak yönünde olur. Toya gelen kişiler içerisinden hayır dua verenlerden birisinin mutlaka “ağzı dualı” olacağından, onun duası kabul olacak ve bu sayede oğul sahibi olacaklardır:
“El götürdüler hacet dilediler. Bir ağzı du’alının alkışı-y-ile Allah Ta’ala bir ‘ayal virdi: Hatunı hamile oldı, bir niçe müddetten sonra bir oğlan toğurdı.” (2009: 81)
İslâm edebiyatında ise dualar, Kur’an-ı Kerim’deki dualar, Hz. Muhammed’in duaları ve veliler ile şeyhlerin duaları olmak üzere üç kümede değerlendirilir. Mezhep ve tarikat kurmuş olan din ulularının duaları da o yol ve süreklerin takipçileri tarafından kutsal sayılmıştır. Türk-İslam inancına göre insanların Tanrı’ya olan yakınlık dereceleri birbirinden farklıdır. Tanrı’ya yakın olduğu düşünülen kimselerin duaları kabul olur (Akalın, 1990: 34, 36, 37). Müslüman olmadan önce de Tanrı ile iletişime geçme noktasında kamdan yardım alan Türklerin İslamiyet ile tanıştıktan sonra Tanrı’ya kendilerinden daha yakın olduğuna kanaat getirdikleri din ulularından, inanç önderlerinden yardım talep etmeleri rastlantı değildir.
Müslüman Türkler tarafından dualar isimlendirilirken, söz konusu duayı ilk kez eden kimsenin adından yahut duanın bağlı bulunduğu törene, zaman dilimine yahut davranışa karşılık gelen kelime kadrosundan faydalanılır. Buna örnek olarak: abdest duası, ateş yakma duası, nazar duası, Hamza duası, kurban duası, Âdem aleyhisselâmın duası isimlendirmeleri gösterilebilir (Akalın, 1990: 34).
Türklerin İslamiyeti kabulünden sonra da dualar yalnızca dinî ayinlerde değil; günlük hayat içerisinde de karşımıza çıkar. Ritüelistik olma özelliği gösteren kimi törenlerden geçiş dönemlerine dek dualar, kutsanmak istenen zaman, mekân yahut şahsiyetle karşılaşılması durumunda başvurulan temel metinlerdir. Güreş sporu da duanın karşımıza çıktığı alanlar arasındadır. Pehlivan geleneklerinde güreşe başlamadan hakemin hem dua hem nasihat yollu uzunca bir konuşması yer alır. Bu konuşmaya kimi yerlerde gülbank, kimi yerlerde salâvat adı verilir:
“Allah, Allah illallah!
Hayırlar gele inşallah!
Evvelden güreşmek, merd ü merdâne,
Pirlerden kalmış temeli.
İki yiğit çıktı meydana,
İkisi de birbirinden merdâne.
(…)
Meydana gelince hasmına bak,
Hasmın olursa karınca (…)
Biri büyük, biri hıra
İşimizi Cenab-ı Allah kayıra!
Haydi, “maşallah” demeyenin gözü çıksın!” (Boratav, 2013: 150-151)
Türk kültür evreninde, günlük hayat içerisindeki yapıp etmeler esnasında sözün sihirli gücüne başvurulan anlardan bir diğeri de çocuklara yeni elbiselerin giydirildiği zamanlardır. Mehmet Çeribaş’ın Cusupov’dan aktardığı bilgiye göre; Kırgızlar’da çocuklara yeni elbiseler giydirilirken çocuğun ömrü elbiselerinkinden uzun olsun diye çeşitli “bata”lar yani hayır dua sözleri söylenir. Dua örneklerinden bir tanesinin Türkiye Türkçesine aktarılmış şekli şöyledir:
“İte de bite de nasip olmasın,
Giyimin güze ulaşsın,
Ömrün yüze ulaşsın.” (Cusupov, 1995: 509’dan akt. Çeribaş, 2016: 188)
Günümüzde de İslamiyet ile yan yana varlığını sürdüren arbaklara (ervahlara) inanç sisteminin de etkisi ile Kızgız Türklerinde, her varlığın bir ruhu olduğuna inanılır ve olumsuz durumlar karşısında bu ruhlardan dua aracılığı ile yardım istenir. Geçiş dönemleri denilen kriz dönemlerini de sorunsuz atlatmak için yine çeşitli ruhlara dua edilerek bu ruhlardan gelebilecek olumsuzlukların önüne geçilmeye çalışılır. Saksağan kuşu öttüğünde duada bulunmak, uykuya dalmadan önce efsunlu sözler söylemek, mitik kökeni dolayısıyla akan suyun kötülükleri kovacağı inancı ile su iyesine yalvarmak, yağmuru dua ile karşılamak, gök gürlediğinde efsunlu sözler sarf etmek, yeni doğan bebeğin göbek kordonunu dualayarak kesmek, bebeğin kırkının çıktığını dualar eşliğinde ilan etmek, Nevruz’da dua etmek, atların bağlanacağı iplerin örülmesi esnasında dualar okumak, yolculuğa çıkarken özellikle Hızır’ın adını anarak ondan yardım talep etmek Kırgız Türklerinin günlük hayatlarında mistik güçlerden yardım isteme noktasında efsunlu sözün varlığından faydalandıkları örnekler arasındadır (Çeribaş, 2016: 180-207).
Akalın, Anadolu halkı arasında dileğin türüne göre farklı yatırların himmetinden medet umulduğunu ifade eder (1990: 32). Halk Müslümanlığı, bugün bile, dua ederken çeşitli uluların isimlerini anma eğilimi göstermektedir. Maddî ve manevî çeşitli gerekçelerle ziyaret edildiği gibi duâ metinlerinde de isimlerinin zikredilmesiyle varlıklarından güç alınmak istenen söz konusu kutsal şahsiyetlere sığınma gereksinimini, Türk kültüründeki “atalar kültü” ile açıklamak mümkündür. Yine mitik dönemdeki atalar kültü inancının uzantısı olarak Kırgızlarda medenileştirici kahraman olarak Kambar Ata, Çolpon Ata, Zengi Baba, Süleyman Ata, Umay Ana (Fatma Ana) gibi güçlerden dua aracılığıyla yardım istenir (Çeribaş, 2016: 180-207).
Boratav, Türk halkının Arapça duaların yanına kendi dilinde, çok sayıda söz sanatıyla donatılmış ve böylelikle etkili söyleyiş özellikleri gösteren yapıtlar ilave ettiğini kaydeder. Boratav’a göre Türkçe kurulan duaları oluşturan ifadelerin büyük çoğunluğu, halk kültürünü benimsemiş ve yaratıcı inanç önderlerinin eserleri olmalarının yanında, Türklerin Müslüman olmadan önceki inanç sistemlerinin etkilerini de barındırıyor olmaları dolayısı ile dikkat çeken unsurlardır (2013: 148). Türk kültüründe dua edilirken bugün hâlâ ellerin ve çenenin yukarı kaldırılması ve gözlerle göğün derinliklerine bakılarak dua edilmesi, Göktanrı inancının bakiyesi olarak yaşatılan bir davranış olarak değerlendirilebilir (Kaya, 2001: 5).
Çeşitli araştırmacıların Türk kültür evreninin farklı dinlerin etkisi altındaki dua geleneklerine ilişkin görüşleri birlikte değerlendirildiğinde, inanç dairelerindeki farklılaşmaya karşın alkış geleneğinin varlığını sürdürdüğü görülmektedir. Üstün güç/güçlerden yardım talep etme, kutu paylaşma, profan bir anı kutsal kılma, iyi dilek bildirme gibi gerekçelerle, efsunlu sözlerden müteşekkil olan duaların varlığına başvurulmuş; baş edilemeyen olay ve durumların ortaya çıkardığı kaosun, uygun söz ve ifadelerle kozmosa dönüştürülmesinin mümkün kılınabileceği inancı her dönemde mevcut olmuştur. Farklı inanç öğretilerinin kaidelerine uygun olarak öncelenen kutsallarda ve kabullerde başkalaşmalar görülmekle birlikte; Türk kültüründe alkış, dua ve yakarış sözleri her dönemde sanatsal içerik barındıran, estetik yapılar olarak kurulmuştur. Günlük hayatta kullanılan dilin ancak profan dünya içerisindeki iletişimin kurulmasında kullanılabileceğinden hareket eden Türk halk muhayyilesi, kutsal alanla iletişime geçme noktasında sanatsal özellikler barındıran, şiirsel bir dil kullanmayı tercih etmiştir.
Türklerin teolojik alana ilişkin tasarımlarında, değişen inanç dairelerine karşın değişmeyen bir diğer unsur, “kut” inancı olmuştur. Dâhil olunan inanç dairelerinin değişmesiyle kutsal kabulleri ve ibadet şekilleri gibi dini yaşama biçimlerini belirleyen unsurların farklılaşması kaçınılmaz olmuştur. Ancak, büyük oranda “geleneksel dünya görüşü” tarafından tayin edilen teolojik kurgu, inanç sistemleri değişse de temelde insanı, evreni ve yaratıcıyı içine alan, karakteristik bir sistem önermesidir. Bu kurgu, mitik kavrayış kaynaklı olup yaradılış ve varoluşa ilişkin millet düzeyinde geçerli yanıtları olan bir toplama işaret eder. Dolayısıyla, dâhil olunan her inanç sistemi, kaçınılmaz biçimde geleneksel dünya görüşünün teolojik alana ilişkin kabul ve cevapları ile harmanlanarak yorumlanmıştır. Türklerde, yaratıcıya ait kutun belirli insanlar ve çeşitli tabiat unsurlarıyla paylaşılmasına ilişkin kabuller, değişen dinler karşısında muhafaza edilen teolojik tasarım öğeleri arasında yer almıştır. Türklerin sosyo-kültürel yaşantısında dualar her dönemde, Tanrı’nın sahip olduğu kuttan nasibini aldığına inanılan kişilerce icra edildiklerinde “hayır dua” niteliğine bürünmüş ve “hayır dua” alınmasıyla istek ve dileklerin kabulünün mümkün olabileceğine inanılmıştır.

İLGİLİ YAZILAR
spot_img

Bizden Seçmeler