Cuma, Aralık 27, 2024
No menu items!
ArşivYÜKSEL IŞIK İnanç özgürlüğü mü? Rabbena hep bana!

YÜKSEL IŞIK İnanç özgürlüğü mü? Rabbena hep bana!

“İslam dininin ibadet yerleri cami ve mescittir”. Ya diğerleri?

Alevilerin, Bahailerin ve diğerlerinin kendi inançlarını yerine getirmelerinin, kendi ibadethanelerini oluşturmalarının güvencesi nerede?
İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun kıyamet kopartan “azınlık raporu” tartışmaları sırasında Aleviliğin İslam’a içkin olduğunu söyleyenlerin tribüne oynadığı, Adnan Keskin’in “Bir ileri iki geri”(Radikal, 25/01/05) haberinden de anlaşılıyor. Diyanet, Alevilikle ilgili yanlış konulmuş taşın yerinden oynatılmasını engellemekte ısrar ediyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Alevilik ile ilgili düşünce sistematiğinin tuhaf işlediğini; bir yandan “Aleviliğin temel eserlerini yayınlamayı” vaat edip, öte yandan “Cemevi’nin İslam’a ait bir ibadethane olmadığını” söylüyor olmasının bir çelişki olduğunu düşünenler yanılıyor. Çünkü bu kurum, evrensel laiklik ilkesi çerçevesinde kurgulanmış bir kurum olmaktan çok egemen Sünni mezhebinin duruşuna göre örgütlenmiş bulunuyor. Bu nedenle bu ülkede inanç özgürlüğünün yerleşmesi ve hoşgörünün yaygınlaşması için uygulanagelen laiklik anlayışındaki tuhaflığa daha çok vurgu yapmak ve elbette evrensel laiklik ilkesini daha çok tartışma gündemimize almak gerekiyor.

Alevilik bir realitedir
İster İslam’a içkin isterse de İslam’dan farklı bir inanç biçimi olarak algılansın, Alevilerin ibadetlerini cemevinde yaptıkları da bir realitedir. Devletin kuruluşundan beri oluşturduğu bu tuhaf laiklik konsepti, Alevi realitesinin görülmesini engelliyor. Aleviler de, fiilen cemevleri açma yoluna gidiyor ve zaman zaman siyasetçilere de kapılarını açıyor. Ama nedense solcular ve aydınlarımız, kamusal hizmetlere rengini veren bu tartışmadan uzak duruyor.
Bu tartışmalar, Alevi önderleriyle Diyanet’in “hukukçu”larına bırakılamayacak kadar önemli. Çünkü bu tartışma gündelik hayatımızı doğrudan etkiliyor. İslam dininin gereklerini yerine getirememekten yakınan İslamcıları bir yana bırakıyorum; çünkü, yakın kısa tarihimizdeki pratiklerden de anlaşılabileceği gibi, İslamcıların, “Rabbena, hep bana” demekten öte bir adım atamadıkları Kurban Bayramı sırasında ortaya çıkan görüntülere verdikleri tepkilerden daha da net bir biçimde anlaşılıyor.
Peki ya solcular ve onlarla paralel düşen aydınlar? Solcuların, toplumsal realitenin önemli parçası olan inançları ve ibadet biçimlerini görmezden gelmelerinin anlamı nedir? Sakın şu “din afyondur” meselesi olmasın? Evet öyledir; ama daha da önemlisi, din kuvvetli bir ideolojik hegemonya aracıdır ve bu aracın kendi “kırmızı çizgileri” içine döndürülmesi sağlanmadan bu ülkede kimse rahat olamaz. Aydınların bu tartışmalara katılmaktan imtina ettiklerini; çünkü Alevi olarak adlandırılmaktan korktuklarını söyleyebilirim. Korku, aydınlığın düşmanıdır; bu düşmanı yenebilmek için tartışmanın kapısını solcuların açması gerekiyor. Çünkü evrensel laiklik ilkesinin kamunun hukuk bilincinde açığa çıkması için çaba sarfetmek gerekiyor. Herkesin dini inancını serbest bir biçimde yerine getirmesinin güvencesi de budur.
Kabaca, din işlerini devlet işlerinden ayırmak olarak bilinen laikliği benimsemiş bir devletin hareket noktası, bütün dinlere ve inançlara ve elbette inançsızlara eşit mesafede durmak olmalıdır. Bu duruş, devletin kendisini dinlerden üstün görmesi anlamına gelmez; tam tersine her bir yurttaşın kendisini ait hissettiği inancın hiçbir sınırlamaya tutulmadan inancına uygun ibadet etmesini güvence altına alır.
Oysa Türkiye’de böyle olmuyor. Devlet bütün yurttaşlardan kestiği vergilerle kendi çatısı altında oluşturduğu Diyanet İşleri Başkanlığı’nı finanse ediyor. “İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuş” bulunuyor. Sormak gerekmez mi; peki diğer din ve inançlar ne olacak? Lozan’dan kazanılmış hakları bulunan Hristiyanların ve Yahudilerin kendi ibadethanelerini(elbette binbir güçlükle ve zaman zaman kırk dereden su getirilerek engellenmesi gerçeğini unutmadan) kurabilmeleri de olanak dahilinde olması kimseyi yanıltmasın, çünkü “haç çıkarma” gibi dini ritüellerini yerine getirmeleri bile sorun oluyor.

Laikliğinizi sevsinler
Peki ya Aleviler, Bahailer ve diğerleri? Kendilerini herhangi bir dine mensup olarak görmeyenleri saymıyorum bile… Onların kendi inançlarını yerine getirmelerinin, kendi ibadethanelerini oluşturmalarının güvencesi nerede? İşte Anayasaya da girmiş bulunan “devletin laikliği” ilkesi bu noktada açık veriyor.
Çarpıcı bir örnek vermek istiyorum. Ne zaman Aleviler, inanç ve ibadet yerleriyle ilgili bir talepte bulunsalar, Devlet, bu taleplerin karşılanıp karşılanamayacağını Diyanet’e soruyor. Diyanet de kendi doğasına uygun olarak, Alevileri(üstelik herhangi bir din uzmanının dinler tarihine ilişkin yaptığı çalışmalarının sonucu oluşmuş uzmanlık görüşüne gerek duymadan, örneğin bir hukukçunun kaleme aldığı görüşle) İslam dinine çağırmaktan başka bir şey yapmıyor. Örneğin Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği, İlçe Kaymakamlığı’na başvurarak, imar planında dini alan olarak ayrılmış bulunan bir yerin cemevi yaptırılabilmesi için kendilerine tahsis edilmesini istiyor. Kaymakamlık, bu yazıyı Valilik üzerinden İçişleri Bakanlığı’na kadar iletiyor. Bakanlık da, beklendiği gibi Diyanet’e, “Çankayada yaşayan Alevi yurttaşlarımızın inançsal ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla cemevi yapılması”nın uygun olup olmadığını soruyor. Diyanet adına Süleyman Duman isimli hukuk müşaviri(dikkat edin hukuk müşaviri!), “İslam dininin ibadet yerleri cami ve mescittir” diye yanıt veriyor. Yani “olmaz” diyor!
Tam bir “kurt ve kuzu” hikayesi! Sünni İslam’ın gereklerine göre örgütlenmiş bir kuruma Sünni İslam’dan farklı bir dinsel inanış biçiminin kendi mabedini açıp açamayacağı soruluyor. Yaptığı bütün iş, Sünni İslam’ın ibadet yerleri olan camileri açmak ve oralara din görevlisi atamak olan bir kurumun, “evet, onların ibadet yerleri ve ibadet biçimleri farklıdır” demesi beklenebilir mi? Beklenemez! Nitekim Çankaya Kaymakamlığı da, Cemevi Yaptırma Derneği’ne, “28.12.2004 tarih 4858-02169 sayılı yazıları, eki DİB’nin 17.12.04 tarih ve 1773 sayılı görüşü yazılarından, cemevi benzeri yerlerin ibadet yeri kapsamında değerlendirilmesine imkan bulunmadığı anlaşıldığından, bu alanın tahsisi yapılmasının mümkün olmadığı”nı bildiriyor. Laikliği ilke olarak benimsemiş bir devletin tarzı bu mu olmalı?
2005-01-30 Radikal

İLGİLİ YAZILAR
spot_img

Bizden Seçmeler