Ali BALKIZ
AVRUPA BİRLİĞİ, ALEVİ DİYANETİ VE “ALEVİ İSLAM İNANCI”
Avrupa Birliği’nin (AB) Türkiye’ye ilişkin 2003 ilerleme raporu yayınlandı.
Bu uzun raporda, ‘Siyasi Kriterler’ ara başligi altinda Alevilerle ilgili bir tek cümle var. O da şu: “Alevilerin Diyanet Işleri ve Ulusal Egitim Sistemi içinde taninmamasi.”
Yıllar itibariyle geriye doğru baktığımızda bu raporlarda Alevilere ilişkin değiniler şöyle:
2000 Raporu:
“Alevilere yönelik resmi yaklaşimda herhangi bir degişiklik olmadigi görülmektedir. Alevilerin şikayetleri, sadece Sünni camileri ve dinsel vakiflarin inşasi için mali destek saglanmasi yaninda, okullarda ve ders kitaplarinda Alevi kimligini yansitmayan zorunlu din egitimi verilmesi üzerine yogunlaşmaktadir. Bu konular son derece hassastir, ancak bunlar hakkinda açik bir tartişmaya girmek mümkün olmalidir.”
2001 Raporu: (Din Özgürlüğü başlığı altında)
“Sünni olmayan Müslüman toplulukların durumlarında iyileşme olmamıştır. Alevilere yönelik resmi yaklaşım değişmemiştir. Alevilerin sorunlarına Diyanet İşleri Başkanlığı’nca ilgi gösterilmemiştir. Alevilerin şikayetleri, okullarda ve ders kitaplarında Alevi kimliğini tanımayan zorunlu din eğitimi verilmesiyle ve sadece Sünni camileri ve dinsel vakıfları için mali destek sağlanmasıyla ilgilidir.”
2002 Raporu: (Medeni ve Siyasi Haklar başligi altinda)
“Şubat ayinda, Alevi ve Bektaşi Oluşumlari Birligi Kültür Dernegi, Anayasa’nin 14. ve 24. Maddeleri ve Dernekler Kanunu’nun 5. maddesi uyarinca, Müslüman dini topluluklarina atif yapacak şekilde Alevi veya Bektaşi adi altinda dernek kurulamayacagi gerekçesiyle feshedilmiştir. Dernegin başvurusu üzerine, kararin uygulanmasi, Yargitay kararina kadar bekletilmektedir.
Bu dört rapordan çıkartılacak ortak sonuçlara göre; Alevilerin talepleri şöyleymiş:
· Maddi destek istiyorlar.
· Zorunlu Din Dersleri kapsamında, kendi kimliklerinin de tanınmasını ve öğretilmesini istiyorlar.
· Diyanet İşleri Başkanlığı’nda temsil hakkı istiyorlar.
Oysa Aleviler bunları istemiyor.
Onlar laiklik istiyor.
Yani devletin bu alandan elini çekmesini istiyor.
Bu, bir bakıma şu anlama gelir: Laik devlet anlayışında DİB gibi bir kurum olmaz. Zorunlu Din Dersleri gibi bir ders olmaz. Din, bireylerle inandıkları şey arasındaki öznel bir ilişkidir. Kamusal bir alan değildir. Ne devlet dini zabt-ü rabt altına almaya girişmelidir, ne de bir zamanların Diyanetten Sorumlu Devlet Bakanı Ekrem Ceyhun’un söylediği gibi “Dinin hizmetinde bir devlet” olmalıdır.
Din hizmetinden kim yararlanıyorsa, bu hizmet karşılığında vergisini de o ödemelidir. Tıpkı AB ülkelerindeki Kilise vergisi gibi, tıpkı İstanbul Boğaz Köprüsünden kim geçiyorsa geçiş ücretini onun ödediği gibi.
Devlet ne camiye para yatırmalı, ne cemevine, ne hocaya maaş ödemeli, ne dedeye… Ne okullarda Sünniliği öğretmeli, ne Aleviliği. Öğretecekse Dinler Tarihini, Teolojiyi, Din Felsefesini, Din Sosyolojisini öğretmeli. O da zorunlu değil, seçmeli olmalı. Tıpkı AB ülkelerinde olduğu gibi.
AB, İlerleme Raporlarında MGK’nın durumunu eleştiri konusu yaparken, bunu AB’ye üyelik için neredeyse baş koşullardan biri sayarken, Diyanet’in durumuna hiç değinmiyor, böyle bir kurumun varlığı nedense onları hiç rahatsız etmiyor.
Cem Vakfı’nın geçtiğimiz günlerde İstanbul’da topladığı AKP destekli, “Alevi-Bektaşi-Mevlevi İnanç Önderleri Toplantısı”ndan çıkartılan ve asla Alevileri temsil etmeyen “Alevi Diyaneti” oluşturma kararı da AB’nin konuya ilişkin önerileriyle örtüşüyor. Bu girişimin arkasındaki güçlerden biri de AKP’dir. Şeriata giden yolda Alevileri de kendilerine suç ortağı yapmak istiyorlar gönüllü işbirlikçileri aracılığıyla.
Aleviler bir Diyanet’ten kurtulmaya çalışırlarken, ikinci bir Diyanetle uğraşmak zorunda kalacaklar.
Alevilik yüzyıllardır bu topraklarda varlığını sürdürebilmişse; bunu resmi bir üniforma giymemiş olmasına borçludur. Alevi Diyaneti, Aleviliği dondurur. Aleviliğe ilmihal yazmak, ona yapılabilecek en büyük kötülüklerden biridir. O canlı bir organizmadır, her çağda varolabilen, gelişebilen dönüşebilen… Dede’nin nefesi, ozanın sazıdır onu yaşatan… İnsanı yaşamın merkezine koyan temel felsefesidir…
Aleviliğin kent koşullarında poyraza açık hale geldiği doğrudur. Ama bunu gidermenin yolu Alevi Diyaneti değil, sivil örgütlenmelerdir. Sayıları yüzleri aşmış olan dernek ve vakıflar da bu amaçla oluşturulmuştur. ABKB ve ABF siyasi iktidarların ve başsavcıların karşı çıkmalarına karşın kurabilmişlerdir. Bu önemli bir kazanımdır. Harcayacak bir enerjimiz varsa bu tür sivil örgütlenmelerin daha da iyileştirilmesine hasredilmelidir. AB de Alevilere ilişkin bir önermede bulunacaksa, bu; laikliği daha da zedeleyecek değil, onun evrensel ilkelerini gözetecek biçimde olmalıdır.
AKP ise ne iyi ki, kendisine Aleviler içinden başka partner bulamayacaktir.
AB’nin düştügü hatalardan belki de en büyügü; Aleviligi tarif etmeye kalkişmasidir.
2001 ilerleme raporunda Aleviliği “ Sünni olmayan Müslüman topluluklardan” kategorisinde ele alıyor.
Bir kez AB’ nin böyle bir görevi olmamalı.
Belli ki; Cem Vakfı’ nın “ Alevi İslam inancı” tanımından etkilenmişler.
İşin aslına bakacak olursak; (ki bu konuda kitaplar yazılsa yeridir, kaldı ki yazılmıştır.) değerli okuyucuları Hacı Bektaş Dergahını (müzeyi) bir kez daha bakan değil, gören gözlerle ziyaret etmeye davet ediyorum.
Milyonlarca Alevi yurttaşlarimiz, bir çogu defalarca Hünkari ziyaret etmişlerdir.
Ziyaretçilerin yolu önce Aşevine düşer, Kara Kazani görürler. Hani şu kimin nesi varsa ( az olandan az, çok olandan çok) bir avuç bulgurdan bir kaşik tereyagindan, bir koça kadar getirip içine kattiklari, pişirip eşit olarak paylaştiklari Kara Kazan.....
Sonra Hünkar’ ın sandukasının olduğu bölüme başlarını eğerek girer diz çöker ve tavaf ederler, sandukanın üstündeki şalları öper, yüzlerine gözlerine sürer, “Medet Ya Hünkar” derler. Dertlerine deva, ürünlerine bereket, müşküllerine kolaylık, ülkeye barış, insanlığa esenlik dilerler. Tavafı tamamlayınca, yine diz üstü, arka arka giderek, girdikleri gibi aynı saygıyla bölümden dışarı çıkarlar.
Çıkışta hemen sağda, arka bölümdeki erenlerin mezarını salon bölümünden ayıran parmaklıkların üstüne asılmış 40x50 cm boyutlarında cam ile kaplanmış bir tablo görürler. Zamanın hattat ustası tarafından dizayn edilmiş ve uzaktan bakınca bir insan yüzünü andıran bu tabloda Arapça harfleri fark ederler. Bilenler okuyunca; okudukları şey şudur; “Ya Allah Ya Muhammet Ya Ali”
Bakanlar değil de; görenler hemen şunu anlayacaklardır: Alevi, kutsal kabul ettiği bu üç olgunun bir insanda tecelli ettiğine inanıyor.
“Benim kabem insandır” ilkesinin hat sanatı yoluyla bir ifadesidir bu tablo.
Yoluna devam edince ziyaretçi, camekanlarda sergilenen teslim taşlarini ve takkeleri (taç) görecektir. Bektaşi Babalarinin, tarikat içindeki konularini (rütbelerini) gösteren ve 12 dilimli olan bu objeler yol içindeki siniflanmanin işaretidir. Dedebaba Halifebaba, Derviş veya Rehber, Pir, Mürşit gibi.... Hemen anlayacaktir ziyaretçi, Alevi-Bektaşilikte yol gösterenler bir siniftir. Tipki Hiristiyanliktaki Ruhban sinifi gibi. Ayni ziyaretçi elbette şunu biliyordu; sonradan Alevi olunmaz, Alevi dogulur. Dedelik babadan ogulla geçer, babalik liyakat ve seçimle olur.
Bir sonraki bölümde ziyaretçi, Dergahın kalbine ulaşacaktır. Giderek daralarak göğe yükselen on iki dilimli, ahşap tavanın örttüğü meydan evinde ziyaretçi neler görecektir?
12 Hizmetin temsilcileri aynı tablodadır. Bu bir resimdir. Horasan postunda Hünkar Hacı Bektaş Veli oturmaktadır. Sonra sırasıyla; Seyit Ali Sultan, Balım Sultan, Kaygusuz Sultan, Kamber Ali Sultan, Sarı İsmail Sultan, Karadonlı Can Baba, Hacim Sultan, Şehşazeli, İbrahim Aleyhisselam, Abdal Musa ve Hızır Aleyisselam.
Ayrıca; Kaygusuz Abdal, Kazak Abdal, Veysel Karani, Hüseyni Taclı Seyit Ali Sultan, Sarı İsmail tabloları... HZ. Ali ‘nin cenazesi tablosu: Devenin sırtında tabuttaki kendisi, deveyi çeken kendisi, izleyen kendisi ve Hacı Bektaş Veli ve Halifeleri tablosu, üstelik bu kırk Halifeden biri de bayan.
Bir sonraki bölümde ise ziyaretçilerin görecekleri şeyler; kadüm, çalpare, nefir, meydan sazi, saz, cura, tambur gibi müzik aletleridir.
Bu bölümden çıkış koridorlarında, Nevşehir Müzesine taşınmamış olsalardı, ziyaretçilerin görecekleri şeyler; şarap küfeleri ve badeler olacaktı.
Sanırım ziyaretçimiz bu turu tamamladığında derin bir duygu yoğunluğu yaşayacaktır. Zira Hünkarı evinde ziyaret etmiştir; Ve elbette düşünecektir:
Ben bu serçermede neler gördüm?
Gördüğüm şeylerin bir teki bile İslamiyeti çağrıştırıyor mu?
Yoksa bunların tümü İslamiyetin memnu addettiği (yasak saydığı) şeyler miydi?..
“Alevi-İslam inancı” diye uyduruk bir tez türetenlerle “Sünni olmayan Müslüman topluluklardan olan Aleviler” tanımlamasını yapan AB uzmanlarını ellerinden tutup şu dergahı baştan aşağıya gezdirsek mi?... Ne Yapsak?...