On binlerce yıl topraklarında çeşitli kavimleri barındırmış olan Anadolu, bin yıldır da Türk kimliğiyle bir halka ev sahipliği yapmaktadır. Türk kimliğiyle dedim, çünkü Türkler ‘in Anadolu’yu yurt edinmelerinin ardından gelenek ve göreneklerine, kültürüne derinden etki etmiş Arap ve Fars kültürü; bu kimliği yöneticiler desteğiyle, devletin eğitim imkânıyla, devletin yardımıyla unutturmaya, küçültmeye öncülük etmiştir. Arap islamını Türk insanına benimsetmek uğruna İslam’a sahiplenildiği sanılmıştır. Oysa bir din” akım, o ulusun kendi dilini ve kendi kimliğiyle de yürütülebilirdi.
İşte bu süreçlerde Horasan’dan Anadolu’ya Moğol baskısı sonucu kovulan, batın” zümre denilen Horasan Türk okulunun aydınları, hocaları bu topraklarda kendi dilleriyle, kendi kültürleriyle, kendi halkının yönetileceğini gösterdiler. Gerek Selçuklu gerek Osmanlı dönemlerinde Anadolu Erenleri adıyla var olan bu aydın öncüler, geliştirmiş oldukları felsefeyle hem devlet yönetimine hem Anadolu insanına çok şeyler vermişlerdir. Başta savaşsız, barış içinde kardeşçe yaşanabileceğini, insanı sevmenin özünün Tanrıyı sevmek olduğunu, üretim ve paylaşımın eşitlik temeline göre yürütülebileceğini ilke haline getirmişlerdir.
Osmanlı devletinin oluşumuna da büyük katkılar sağlayan Anadolu Erenleri, Anadolu’da bin yıldır yaşayan bugünkü kültürün hem savunucuları, koruyucuları hem de sahipleri olmuşlardır. Osmanlı devletinin kuruluş sürecinde devlet ordusunun kurulmasında Yeniçeri’ye “hayır dua” ile öncülük yapmışlardır. İlerleyen yıllarda Osmanlı devleti içerisinde gelişen feodal toprak ağaları, mollalar siyasetinin ağırlık kazanması sonucu, devlet içindeki bu gruplarla felsefi görüşleri uyuşmayan Bektaşi tarikatı halkla bütünleşirken Osmanlı devlet yönetimi de yabancı uyruklu vezirler, paşalar ile feodal toprak beyleriyle birleşmiştir.
Bu çelişki zamanla Alevi Bektaşi felsefesinin yok sayılması, ortadan kaldırılması, yok edilmesi, karalanması noktasına getirilmiştir. Alevi ve Bektaşiler uzun yıllar devletten kopuk, kendi iç bünyelerinde toplumlarını yönlendirip, yönetecek durumda kalmışlardır. Birinci ve en büyük darbeyi Yavuz Sultan Selim’den yiyerek Anadolu’da kimi kaynaklara göre doksan bin, kimi kaynaklara göre de kırk bin Türkmen sırf Alevi Bektaşi diye katledilmiştir. İkinci ve en büyük kültürel darbeyi de 1826’da Sultan II. Mahmut’tan yemişlerdir. II. Mahmut, Yeniçeri Ocağını kaldırmak uğruna bu ocağa başlangıçta “hayır dua” eden Bektaşiliğe de darbe vurmadan onun ocağını dağıtmadan, post dedelerinin bir kısmını idam edip, bir bölümünü de sürgün etmeden rahat edememiştir. Bektaşi tekke postnişinliklerine Nakşi Şeyhlerini tayin ederek Bektaşileri eritmek, asimile etmek yoluna gitmiştir.
Biz bu kitabımızda çok fazla iddialı olmamakla birlikte karanlıkta kalmış bu konuların gün yüzüne çıkartılması yönünden bir adım atmış sayıyoruz kendimizi. Yıllarca Yeniçeriler Bektaşi olarak tanıtıldı insanlarımıza. Oysa Bektaşilik, zorbalık, başıbozuklukla birlikte olamazdı. Yeniçeriler her padişah döneminde cinayet işlemiş, istediği yöneticiyi yukarıya, istediği yöneticiyi de mezara göndermekten haz almışlardır. Böyle bir anlayışla Bektaşilik-Alevilik uzlaşabilir miydi?
Bektaşiliğin II. Mahmut dönemine ilişkin, fazla kaynak bulunmamaktadır. Bu konuda yapılan çalışmalar doyurucu değildir. Aynı dönemden sonra da ozanlarımızın söylediği sözel şiirler yok denecek kadar azdır. Devletin Arşiv belgeleri incelendiğinde bu kültüre yapılan katliam ve kıyım, Yavuz’un insanları katletmesinden de ağır ve iz bırakıcı olduğu görülecektir. Araştırmacılar konu üzerinde çok fazla çalışmamışlardır. Bir amacımız da konunun tarihi gerçeğinin bilinmesi ve Alevi kültürünün başına gelenleri neden ve kimler, hangi kesimler tarafından ve niçin yok edilmek istendiğinin bilinmesidir. Karanlıkta kalmış noktaların aydınlatılması ülkemizde insanlarımızın barış ve kardeşlik içinde yaşamalarına mutlak katkı sağlayacaktır. Amacımız, geçmişte yaşanılan
HORASAN ERENLERİ ANADOLU’DA
Horasanlı Erenlerin Anadolu’ya gelmeleriyle Selçuklu ülkesinde bir hareketlilik başlamıştı. Çeşitli tarikat örgütleri kendi okullarını kurmak, taraftarlarını çoğaltmak peşindeydiler. Çünkü Anadolu’da kurulmuş bulunan Anadolu Selçuklu devlet yapısı içerisinde oluşan kültürel ve eğitsel ortam bazı tarikatların ilkelerine ters gelmekteydi. Hem bu devletin yapısı hem de devletin eğitim politikasında Türk kültürünün izlerini bulmak oldukça zordu. Selçuklu vezirleri ve yöneticileri Büyük Selçuklu devletinde olduğu gibi yönetici olarak tümüyle Fars kökenlileri alıyorlardı. Bu nedenle de Türk kimliği küçümsenir olmuş, tabanı oluşturan Türkmenler dışlanmıştı. Anadolu’da güçlü olan tarikat akımı ise Vefailiğin devamı niteliğindeki Babailer örgütüydü. Bunun ardından Anadolu’ya Moğol baskısından kaçarak gelen Horasan Okulu’nun yöneticileri olan Yeseviler, Kalenderiler, Haydariler gibi özünde Alevi kökenli örgütler henüz Anadolu’ya alışmadan Ç9 Babailer İsyanı içinde buldular kendilerini.
Anadolu’da ayaklanmış bulunan Türkmenlere Baba İlyas ve Baba İshak öncülük yapmaktaydı. Horasan’dan yeni gelmiş bulunan tarikat babaları doğal olarak Baba İlyas’ın öncülük yaptığı Babailer hareketini desteklediler. Bu hareketin başlardaki başarısı, paralı Frenk askerlerince bastırılınca Babai başkaldırısı yenilgiyle sonuçlandı. Bu ara tarikat örgütleri de dağılma noktasına gelip uzun bir süre gizlenerek örgütlülüğünü sürdürdüler. Kösedağ savaşının ardından zayıflayan Selçuklu devleti içerisinde yeniden güç kazanan örgütler yavaş yavaş toparlanmaya, birlikte olmaya özlem duydular
Dağılan Selçuklu devleti yerine Anadolu’da var olan uç beylikleri devlet olma, yönetime gelme savaşı vermeye başladılar. Bu beyliklerden hangisi sırtını güçlü bir tarikata dayarsa onun büyüyeceği, gelişeceği gerçeği gözlerden kaçmıyordu. Alevi Şeyhi Edebali’nin kızıyla evlenen Osmanlı beyliğinin kurucusu Osman Gazi, sırtını Alevi tarikatlarına dayadı. Başlangıçta Müslümanlığı bile bilmeyen Sultan Osman’ın her şeyi kayın pederi Edebali’den öğrendiğini kaynaklar vermektedir.
Osmanlı beyliğinin güçlenip devlet olma aşamasanda bu küçük beyliğin kısa sürede büyük bir imparatorluk aşamasına gelmesine katkı veren Anadolu Erenleri’ne, Osmanlı yöneticilerince vakıf arazileri verilmiş, tekke türbe yapılmasında gerekli destek sağlanmıştır. Bunlardan Geyikli Baba, Abdal Murat, Abdal Musa, Doğulu Baba gibi Erenler Osmanlı fetih savaşlarına da katılarak büyük yararlıklar göstermişlerdir.
İlk Osmanlı Sultanları Bektaşi geleneklerine göre hareket etmiş, onların felsefesini benimsemişlerdir. Bunun sayısız örnek ve belgeleri vardır. Sultan Orhan ve Sultan I. Murat Anadolu Erenleri ile sıkı işbirliği yaparak onlardan hem savaşlarda komutanlık yapmaları hem asker toplamalarında, hem devlet idareciliğinde yararlanmışlardır.
Osmanlı beyliği ve devletinin desteklemiş olduğu Haydari, Yesevi ve Kalenderi tarikatları Anadolu’da bütünleşerek yeni bir tarikatın da temellerini birlikte atıyorlardı. Bu tarikat Hacı Bektaş adına kurulmuş olan Bektaşilikti. Ahilik örgütü de Hacı Bektaş ile Ahi Evren’in yakın ilişki ve dostluklarından dolayı zaten Bektaşilikle iç içeydi. İlk Anadolu Erenleri Osmanlı devleti ve sultanlarının yakın ilgi ve desteğiyle kurmuş oldukları tekke ve zaviyeler zamanla Alevi-Bektaşiliğin birer okulu durumuna dönüşmüştür. Tekkeler aracılığıyla Anadolu Aleviliğinin şekillenmesi, kurumlaşması başlamıştır. Bu tekkelerden mezun olan dervişler, babalar, dedeler aracılığıyla Anadolu’nun her yanına yayılan tarikat fikirleri, Balkanları da içine alan büyük bir örgütlülük alanına yayılmıştı.
Sultan Osman zamanında Osmanlı beyliği tam bir devlet olamamış, çalışma ve kurallarıyla, uygulamalarıyla bir beylik niteliğindeydi. Ama sürekli büyüyor gücüne güç katıyordu.Düzenli bir ordusu da yoktu. Nerede bir savaş olacak, bir yere baskın yapılacak, atına atlayan bu savaşa katılıyordu.
Ancak Sultan Orhan’ın son zamanlarında bunun böyle gitmeyeceği ortaya çıktı. Artık bir ordu kurulmalıydı. Düzenli bir ordu olmalıydı. Bu fikir Sultan Orhan’ın kardeşi Süleyman Paşa’dan geldi. Çandarlı Halil Paşa düzenli bir ordunun kurulmasında hem padişahı hem de kurmaylarını ikna etmişti. Yeniçeri adıyla kurulacak yeni orduya alınacak askerlerin devşirmelerden olması düşünülmüştü.
Ancak kurulacak yeni ordunun arkasında manevi bir güç gerekmekteydi. O zamanın geleneklerine göre bir tarikata bağlanmak zorunluluk olarak görülüyordu. İşte 13. yy. Anadolu’sunda insan sevgisi ve hoşgörüye dayanan bir tarikat henüz gelişme aşamasındaydı. Ama hızla gelişiyor, kitleyi peşinden sürüklüyordu. Yeni ordunun manevi gücü ancak bu ocaktan alınmalıydı. Osmanlı yöneticileri Hacı Bektaş Ocağı ve tekkesinde karar kıldı. Yeni ordunun ardındaki keramet Hacı Bektaş düşüncesi olacaktı.
BEKTAŞİLİK VE YENİÇERİ OCAĞI
Kimi kaynaklar Hacı Bektaş ile Sultan Orhan’ın görüştüğünü, hatta Sultan Orhan’ın Sulucakarahöyük’e kadar pirin ayağına giderek yeni orduyu kutsamasını istediğini yazarlarsa da bu fikre katılmak biraz çelişkilere ortak olmamıza neden olacaktır. Çünkü Hacı Bektaş Veli’nin ölüm tarihi 1271, Sultan Orhan’ın padişah oluşu ise 1324 yılıdır. Hatta kimi kaynaklar Yeniçeriocağı’nın kuruluşunu I. Murat’a kadar götürürlerse de ağırlıklı olarak Sultan Orhan zamanı kaynakların birleştikleri kanıdır.
Sultan Orhan’ın annesi Mal Hatun, Alevi pirlerinden Ahi Ocaklarından tekke babası olan Edebali’nin kızıdır. Dolayısıyla ilk Osmanlı padişahlarının hem fikirsel olarak hem de ilişkiler yönünden Alevi yandaşı olmaları normal bir durumdur. Hatta Ertuğrul oğulları her ne kadar müslüman olmuş olsalar da, savaşçı bir karakter taşıdıklarından müslümanlığın kurallarını yerine getirmek ya da öğrenmek diye bir sorunları olmamıştır. Bazı kaynaklar bunu açık şekilde anlatmaktadır. Sultan Osman’ın Kur’an’ı ilk kez kayın pederi Edebali’de gördüğü, Edebali’nin okuduğu Kur’an’ın Osman’ı etkilediği söylenir.
Hacı Bektaş Veli’yi, doğrudan “Yeniçeri Ocağı’nı kutsadı” diyerek onu yüceltmek ya da bu fikrin Hacı Bektaş’tan geldiğini söylemek kendisine bir kazanç sağlamaz. Hacı Bektaş’ı küçültmez, büyütmez. Elbette en büyük kanı Hacı Bektaş Ocağı’nın Yeniçeri ordusunu kutsadığı yönündeki sağlıklı bilgilerdir. Çünkü bütün kaynaklar bu noktada birleşmektedir. Tarih boyunca Yeniçeriler’in oynadıkları rol bilinmektedir. Yeniçeriler’in savaşa giderken ya da ortaya bir eylem koyarken Bektaşi Gülbank’i okumaları bu bağın olduğuna işaret ediyor.
“Onun, Osmanoğulları’nın gelecekteki saltanatını tepşir ettiği ve Osman Gazi’ye kılıç kuşattığı veya taç giydirdiği hakkında rivayetlerin de XV. asırda teşekkül etmiş olup, tarihi bir hakikat sayılmaz. XV. asırın ilk yarısında, Bektaşiliğin imparatorluk içinde kuvvetli bir mevki kazanmasından sonra, meydana çıktığı anlaşılıyor.”1
Fuat Köprülü’nün yargısı bu yönde. Ancak onun takipçisi olan yeni kuşağın bilim adamlarından Alevi tarihi araştırmacısı A. Yaşar Ocak şu yargıyı getiriyor: “Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşundaki rolü dolayısıyla Osmanlı İmparatorluğu tarihi boyunca nüfuzunu koruyan Bektaşilik, gerek oynadığı siyasi roller ve arzettiği farklı dini inanç ve telakkileri birleştirici yaptı”2
Ahmet Yaşar Ocak, Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşunda Bektaşiliğin rolünü açık bir biçimde vurguluyor. Ancak Osmanlı İmparatorluğu tarihi boyunca böyle gittiğini de söylemeden geçemiyor. Bu yargıya katılmamız olanaksız. Çünkü Osmanlı devletinin kuruluş yıllarında hatta Fatih dönemine kadar, daha da ileri gidersek, II. Bayezit dönemini de içine alarak Osmanlı devletinin Bektaşi düşüncesini dışlamadığı, bu düşüncenin ocağıyla ilişkilerinin iyi yürütüldüğü bir gerçektir. Ne var ki, Yavuz Sultan Selim’le başlayan Alevi-Bektaşi düşmanlığı, devletin resmi ideolojisi durumuna gelmiştir. Bununla birlikte Yeniçeriler’in Bektaşi Ocağına bağlılığı ancak bir gülbank söylemeden öteye gidememiştir.
Bu ocağın kuruluşunda gerek Sultan Orhan, gerekse kardeşi Ali Paşa’nın rollerinin büyük olduğu görülüyor. Oruç Bey Tarihi, Ali Paşa’nın derviş kılığına girerek şeyhlerin arasına katıldığını, bütün yönetim kademelerinden feragat ettiğini yazmaktadır. Melikof da Oruç Bey’den şöyle bir bilgi aktarıyor: “Ali Bey, kardeşlerince kurulmakta olan Yeniçeri ordu birliklerini Hacı Bektaş’ın koruyuculuğuna bağlaması öğüdünde bulunmuştur”3
Bektaşilik, barışçıl ve insan sevgisi ve hoşgörüye dayanan görüşleriyle, padişahın birisini tahtan indirip, diğer birisini yerine getirerek Osmanlı yöneticilerinin görüşleri doğrultusunda savaştığı, kelleler götürdüğü, kelleler uçurduğu, muhbirlik yaptığı, bütün kötülüklerin içinde yeraldığı görüşleriyle Bektaşiliğin hangi noktalarda etkilediği mantığını anlamak zor
Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşunda ve belki de ilk zamanlarında Bektaşi düşüncesinin Yeniçeri Ocağı üzerinde etkileri olmuş olsa da bu artık Osmanlı devletinin genişlemesi, fethedilen toprakların, ganimetlerin paylaşımının sonuçlarında veya Osmanlı devletinin gelişerek, feodal toprak ağalarının palazlanması, sosyal adaletin bozulması süreçlerinde Bektaşi Ocağı’nın Yeniçeri’yle bir ilişkisinin kalmayacağı bir gerçektir. Araştırmamızın ileriki aşamalarında bunları belgelerle ortaya koyacağız.
Bektaşiliğin Yeniçeri Ocağı kuruluşundaki rolünü anlatan bir başka görüş şöyledir: “Sultan Orhan, sürekli olarak işi askerlik olan orduyu kurduğu zaman, bir söylentiye göre bizzat kendisi Sulucakarahöyük’e gelmiş ve Hacı Bektaş Veli’yi ziyaret ederek, teşkil ettiği bu asker ocağına dua etmesini istemiştir”5
Bu görüşler iyi niyetle söylenmiş görüşler olsa da Sultan Orhan zamanında Hacı Bektaş’ın yaşamadığı gerçek bir olaydır.
Sultan Orhan’ın kardeşi Ali Paşa, Bektaşi geleneklerine bağlı, onlarla yakın ilişkileri olan bir zattır. Sultan’ı bu yönden ikna edip, yeni kurulacak askeri sistemi Hacı Bektaş Ocağı’na bağlatması mantığa en uygun olanıdır. Ancak kaynaklar o zaman Bektaşi postunda kimin oturduğu yönünde kesin bir bilgi vermemektedir. Bu sırada postta oturanın Hacı Bektaş’ın kendisinin olmadığı kesindir. Ali Paşa’nın Sultan Orhan’ı ikna etmesinde en büyük rol Sultan Orhan’ın dedesi Şeyh Edebali’nin bir Alevi Şeyhi olması ve Aleviliğin bir kolu olan Ahi teşkilatı ile yakın ilişkiler içerisinde bulunmasıdır. Yeni kurulmuş olan bir devletin gelişip, genişlemesi, büyümesi gereklidir. Bu nedenle de devlet yöneticilerinin sırtını yakın bulduğu tarikatlara ve kurumlara dayamasının zorunluluğunu görüyorlardı. Osmanlı devlet kurucuları bunun bilincindedirler.
İlk Osmanlı padişahlarının Alevi felsefesine bağlı çeşitli tarikat üyesi olan Kalendederiler , Haydariler, Vefailer, Ahiler, Yeseviler ve sonradan adı Bektaşiliğe dönüşecek olan tarikat üyeleri ve pirleriyle iyi ilişki kurmaşlardır. Tarikat önderlerinin Öldüklerinde de tekkelerini, türbelerini bu Sultanlar yaptırmışlar, hatta tekke ve zaviye yapılması yönünden araziler verilmiş, vakıf kurdurulmuştur. Bunlardan bir kaçı hiç şüphesiz Edebali, Geyikli Baba, Doğulu Baba, Abdal Murad, Abdal Musa vs.dir.
Zaten Osmanlı devletinin kuruluş dönemlerinde ve ilk ikiyüz yılında Alevilerin devletle bir problemleri olmamıştır. Buna karşın Osmanlı ülkesinde bu dönem dinsel bir hoşgörü ortamı oluşmuştur. Alevilik, Sünnilik sözleri hep havada kalmıştır. Bu kavramlar toplum içerisinde ilgi görmemiştir. Zaten Anadolu’da Türk halkının hiç bir zaman, buna Yavuz Selim ve II. Mahmut dönemleri de dahil Alevi-Sünni meselesi olmamıştır. Alevi Sünniyi, Sünni de Aleviyi her zaman hoşgörüyle karşılamış, sevmiş, saymış, ilişki kurmuştur. Devlet içerisindeki çıkarcı çevrelerin işine geldiği zamanlar bu gruplar üzerinde istediği oyunları oynamış, baskıyı kıyımı yapmış olmasına karşın halk, hiç bir zaman çatışma noktasına gelecek durum yaratmamıştır.
FARKLI YORUMLAR
Yeniçeri ordusunun kuruluşuna bakarsak, Batılı ve Doğulu tarihçilerin farklı yorumlarını görürüz: “Birgün Orhan beraberinde bu yeni islamlığa dönmüş olanlardan (burada Yeniçeri Ocağına alınan devşirmelerden bahsediliyor) bir kaç kişi bulunduğu halde Amasya dolaylarında Suluca Kenaryun köyünde oturmakta olan Hacı Bektaş’ın yanına giderek yeni asker için dua etmesini ve bir sancak ile bir de ad vermesini istedi. Şeyh abasının kolunu askerlerden birisinin başına öyle bir suratte koydu ki, kolun ucu askerin sırtına kadar sarktı. Sonra ilhamlı bir sözle şu kerametli sözleri söyledi: Bu kurduğunuz askere yeniçeri denilecektir. Yüzü ak ve parlak, bazusu zorlu, kılıcı keskin, oku tiz dokunaklı olacaktır”6
Yeniçeri Ocağının bağlı bulunduğu kurum ve askerlerin nereden nasıl temin edildiğine Melikof şöyle yaklaşıyor: “Türkleşmek ve İslamlaşmakla görevli kolonizatör dervişler olan Bektaşiler’in tarikatı XIV. yüzyılda Yeniçeriler ordusuna bağlandı. Osmanlı gücünün kolu ve seçkin ordusu Yeniçeriler İslamı kabul etmiş, Hıristiyan çocuklar arasından devşirilmekte ve Türk çevrelerde yetiştirilmekte idiler”7
Yeniçeri Ocağının kuruluşuyla ilgili bilgiler yine 13. yy. pirlerinin yaşamlarında olduğu gibi çelişkilerle doludur. Sultan Orhan ve oğlu Murat, hangisi tarafından kurulduğu konusu tartışılıp durur. Bu konu kesin olarak aydınlığa kavuşmuş değildir. Bizim kanımız Sultan Orhan zamanında kurulsa bile, Şehzade Murat bu olayın içinde görev almış olabilir. Yine bir tarihçimiz bu konuda şu görüşleri öne sürüyor: “Acemi Ocağı on dördüncü asrın son yarısı içinde ve Çandarlı Kara Halil ile Molla Rüstem’in himayesi ile Gazi Hünkar Murat Bey zamanında Gelibolu’da tesis edilmiştir. Ondan evvel yani Gazi Süleyman Paşa’nın ilk Rumeli fütühatında harpte alınan esirleri pek kısa bir müddet terbiyeden sonra iki akçe yevmiye ile Yeniçeri yapıp sefere gönderilirdi”8
Yeniçerilerin Bektaşi bağlantısını bir başka araştırmacı şu sözlerle aktarmaktadır: “Pirleri Hacı Bektaş Veli idi. Bu asker ocağının kurucuları tarafından Yeniçerilerin dini terbiyesi, islamiyeti gayet pratik yollardan telkin etmesini bilen ve her türlü hatayı, kusuru rindane felsefeyle örten Bektaşi dervişlerinin eline bırakılmıştı. Tarih kaynak ve vesikalarında “zümrei Bektaşiyan” veya “Düdamani Bektaşiyan” diye anılan Yeniçeriler yüz çizgileriyle ve beden yapıları ile seçilmiş insanlardı”9
YENİÇERİLERİN BEKTAŞİ GÖLBANKİ
Yeniçeri ordusu savaşa giderken, savaşırken, zaferden dönerken şu gülbanki okumaktadır:
Allah Allah eyvallah
Baş uryan, sine puryan, kılıç al kan
Bu meydanda nica başlar kesilir hiç olmaz soran
Eyvallah… Eyvallah
Kahrımız kılıcımız düşmana ziyan
Kulluğumuz padişaha ayan
Üçler, yediler, kırklar
Gülbankı Muhammed, Nuri Nebi, Keremi Ali
Pirimiz Hünkarımız Hacı Bektaş Veli
Demine devranına hu diyelim
Huuuuuuuuuuuuu…
Yüz yıllarca Osmanlı devleti içerisinde Bektaşiliğin bu gülbanki ile savaşa katılan, onların dualarını alan, Osmanlı devleti adına savaşan bu ordunun niteliği neydi? Neden niçin kuruldu? Konumu, koşulları neydi? Bütün bunları yanıtlamak için tarihi kaynaklara sağlıklı bir biçimde yaklaşmak gerekli.
Tarih öylesine karmaşalarla dolu, içinde öylesine nankörlükler, ihanetlikler yaşanmıştır ki, bunu engellemek kolay değildir. Akışı yönünde devam edip giden zamana uymak, zamanı da koşullarına göre değerlendirmek gereklidir.
Gerçekten de Hacı Bektaş tekke duası alınarak kurulduğu, her kayıtta yer alan bu ocağın süreçleri içerisinde Bektaşi tekkesi ile ilişkisi karanlıkta kalmıştır. Bu konuda kaynaklar yetersizdir. Elde bulunan kaynaklar yanlı yazılmış, hiç bir zaman bu konu sağlıklı bir biçimde irdelenmemiştir. Görülen bilgiler ışığında Yeniçeri Bektaşi ilişkisi, Yeniçeri Ocağı kurulurken ve kapatılırken varolmuştur. Bunun içinde Yeniçeri’nin felsefesi ile Bektaşiliğin felsefesi arasında bir benzerlik görülmemektedir.
YENİÇERİ OCA1219 KURULUYOR
Yeniçeri Ocağı neden ve nasıl kuruldu?
“Kulluğumuz Padişaha ayan” sözleri gösteriyor ki, Osmanlı hanedanı iktidarını iç ve dış düşmanlara karşı koruyacak ve kendisine kulluk düzeyinde bağlı bir kuvvete gereksinim duymuştu. Hanedan bu görevi yerine getirdikten sonra, ocak her zaman ayrıcalıklı bir kurum olmuş, iyi hizmetlerde padişahın takdirini ve armağanlarını almıştır. Özellikle iç ve dış kalelerin, sınırların muhafazası bu ocağın güvenirliğine bağlanmıştır. Her padişah değişiminde yeni sultanın adı bu ocağın birinci sırasına, 1. nefer olarak yazılmaktadır.
Yeniçeriler süresiz askerdiler. Devşirme olduklarından aile bağları yoktu. Görebilecekleri her güzelliği, her iltifatı padişahtan görecekleri için gözlerini kırpmadan padişah için canlarını verirlerdi. Zaman bu askerleri Türk dili konuşan, Türk kültürü ile beslenen ve devleti yönetenlerin savunucusu yapmıştır. Yeniçeri Ocağının Osmanlı devlet yapısı içerisinde gerçekten de ayrıcalıklı bir durumu vardı. Bu durum nedeniyle de padişaha sadık kullar olarak yaşamlarını sürdürmekteydiler.
Bu ocak nasıl oluştu?
Ocağın ilk önericileri Molla Rüstem’dir. Rüstem, Çandarlı Karahalil’e bu öneriye bir dini gereklilik olarak götürür. Esirlerin Tanrı katında padişahın malı olduğu önerisi, Çandarlı Halil tarafından Sultan’a sunulur. Sultan da “Tanrı buyruğu ne ise onu yerine getirin” sözüyle bu fikri benimser.
Padişaha önerildiği gibi esir çocukları bu ocağın ilk neferleri olacaktı.
Esirlerden Pençikoğlanı diye ayrılan 8-18 yaş gruplarından gençler eli yüzü güzel, sağlıklı, iri yapılı olanlar tercih konusudur. Öncelikle çocukların aile ilişkileri kesilecek, Türk-Müslüman yapılacaktı. Her türlü gereksinimleri yok demeden karşılanacak, arkalarında hiç bir özlem bırakmadan bütün olanaklar sağlanacaktı. İşleri, güçleri askerlik olacaktı. Sonuna kadar eğitim yaptırılacak, her alanda geliştirilecek, gerektiğinde ordu komutanlığına kadar yükselme hakları vardı. Padişaha sadakatla bağlanması ise ön planda tutulurdu.
Daha bunlar olmadan önce, esir alınan gençler sünnet edilir. Geldikleri yerler bütün tefaruatına kadar defterlere yazılır. Ancak baba adları kesinlikle yazılmazdı. Yetiştirilmiş gençler öncelikle yüz güzelleri, vücut yapıları mükemmel olanlar içoğlan adıyla saraya, diğerleri Acemoğlanlar olarak askeri kışlaya gönderilirdi. İleriki aşamalarda Yeniçeri Ocağı yasalara ve hükümlere bağlanmış, bir de kanunname çıkartılmıştır. Önceleri Yeniçeri yapılan kimseler, evlendirilmez, eve bağlanmaz, çoluk çocuk sahibi yapılmazken, 16. yy.dan sonra bu durum ortadan kalkmış, onlar da aile kurma hakkı kazanmıştır.
AHİLER – BEKTAŞİLER ve İLK PADİŞAHLAR
Tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı da ilk üç padişahın Osmanlı devleti kuruluşundaki Ahi babalarıyla ilişkilerini verirken, Hacı Bektaş ve Ahi Evren dönemlerinde bu iki kuruluşun kardeş kuruluş olduğunu, birlikte hareket ettiğini, her iki kuruluşun da Aleviliğin kolları olduğu noktasında yaklaşır. Bu bağlamda Yeniçeri Ocağı sorununu Ahi-Bektaşi ilişkilerine bağlamamız daha mantıklı olur.
Ahiler ve Bektaşiler Anadolu topraklarına kendi kültürlerini ekmiş, varolan Anadolu kültürüyle Türk kültürünün kaynaşmasını, kendi gelenek ve göreneklerini zedelemeden yürütülmesine özen göstermişlerdir. Geniş tabanları olan bu tarikatların Anadolu’da yayılma sahaları vardı. Örgütlü bir güçtüler. Beyliklerle yönetilmeye başlayan Selçuklu devlet yapısının çökmesiyle birlikte elbette bu beyliklerin rekabetleri söz konusu olacaktır. Güçlü tarikatlarla işbirliği yapan, onların görüşlerini paylaşan beyliğin daha da güçleneceği bir gerçektir. Ahi-Bektaşi tarikatı ile ilişkilerine önem veren Osmanoğulları Ertuğrul Gazi ve Osman Gazi’nin görüşlerinin haklılığını ortaya çıkartmıştır. Bu nedenle de Sultan Orhan ve oğlu I. Murat Ahi-Bektaşi felsefesini benimsemiş içiçe olmaktan da büyük fayda sağlamışlardır.
“Osmanlıların ilk zamanlarında Edebali, Ahi Hasan, Çandarlı Karahalil, Şeyh Mahmud gibi nüfuzlu Ahi tarikatı ricali Osmanlı beyliğinin kuruluşunda pek önemli rol oynamışlardır. Orhan Bey tarafnıdan İznik müdersisliğine tayin edilen Kayseri’li Davut da vahdeti vücutçu yüksek mutasavvıflardan ve iki vasıta ile Sadrettin Konevi ve Muhyiddin Arabi mensuplarındandı. Bizzat Ahi reisi olan Osmanlı hükümdarı I. Murad beyin bu riyaseti hangi vasıta ile elde ettiği bilinmemekle beraber Osmanlı Devleti’nin Ahilik üzerine müessir olduğunu vazih surette görmekteyiz… Ahi reisi olan Murad Bey de Yeniçeri Ocağını kurduğu zaman bu yeni askere de beyaz börkü serpüş olarak giydirmişti”10
Kaynaklar, her ne kadar birbirlerine zıtlık teşkil ediyor olsa da durum şunu göstermektedir: Ahi-Bektaşilerin Yeniçeri Ocağı kuruluşunda büyük umarları olmuş, hatta ilk Osmanlı sultanları bizzat bu tarikatın mensupları ile her alanda birlik olmaktan mutlu olmuşlardır.
Hacı Bektaş Veli’yi Babai Şeyhi olarak tanımlayan Fuat Köprülü ise zamanla Ahilik sisteminin Babailikle birlikte Bektaşiliğin içinde kaynaşarak ortadan kalktığını rahatlıkla söylemektedir. Dolayısıyla Yeniçeri Ocağının kuruluşunda görev alan Ahi Pirleri ile Osmanlı’nın ilk üç padişahı doğrudan doğruya Bektaşi düşüncesini benimsiyor. “Babai Şeyhlerinden olan Hacı Bektaş Veli’nin ismini alıp, Bektaşilik ismi altında yayılmağa başlarken Ahilik de artık eski kuvvetini kaybetmiş bulunuyordu. İşte yeni teşekkül etmiş olan Yeniçeri Ocağı da iptidaları Ahilik üzerine kurulduğu halde bir müddet sonra Babailiğin galabesinden mütessir olarak Bektaşilik cerayanlarına tabi olmuş ve evvelden beri mevcut ananeye ve her sınıf ve sanatın bir piri olmak akidesine istinaden Bektaşilikle alaka ve münasebet tesis eylemiştir”11
Bütün bu bilgiler bize Yeniçeri Ocağı kuruluş aşamalarında ve kuruluş sonrası Bektaşi Ocağıyla ilişkilerini göstermektedir. Bizzat Hacı Bektaş Veli’nin Yeniçeri Ocağını kutsaması önemli değildir. Durum ne olursa olsun Yeniçeri Ocağı doğrudan doğruya Hacı Bektaş tekkesine manevi yönden bağlanmış bulunmaktadır. Zaten 13. yy. ve daha sonraki yüzyıllarda bile bazı kurum ve kuruluşlar doğrudan doğruya belli bir tarikatla ilgili duruma getiriliyordu. Sistem o tarikatın gücünü arkasına almak için yapıyordu.
Bu bilgiler ışığında Baba İlyas’ın torunlarından olan aşıkpaşaoğlu, Yeniçeri Ocağıyla Hacı Bektaş’ın bir ilgisi olmadığını, Yeniçeri’de bulunan beyaz börkün Hacı Bektaş’la ilgili olmadığını söylemektedir. Ancak Amcazadesi Elvan Çelebi’nin yazdıklarıyla aşıkpaşaoğlu’nun bilgileri de çelişmektedir. Hacı Bektaş ve Bektaşiliğe karşı husumetle yaklaşan aşıkpaşaoğlu yine de bazı kayıtlarda kendi kendisiyle çelişen ifadeler de kullanmaktadır.
Tarihçi İ. Hakkı Uzunçarşılı, aşıkpaşaoğlu’nun Yeniçeri ve Bektaşiliğin kurulduğu dönemlerde yaşamadığını olaylara kendi mantığıyla baktığına işaret etmektedir: aşıkpaşazade çok yaşamış ve 1415’den itibaren birçok vakaya şahit olmuş ve onaltıncı asrın ilk senesi içinde hayatta bulunmuştur. Eğer Ocağın Bektaşilikle, Hacı Bektaş ile değil münasebeti bunun tarihini yazdığı seneler içinde olsaydı bundan bahseylemesi icap ederdi”
ZAMAN İÇİNDE
Yeniçeri Bektaşi ilişkisi Sultan Orhan ve I. Murat dönemine rastlarsa da ortadan kaldırılışı II. Mahmut dönemidir. Bu döneme kadar Yeniçeri ordusu görünürde manevi yönden Bektaşi tekkesine bağlı olarak kalmıştır. Kuruluş dönemlerinde başlayan yakın ilişki zamanla ortadan kalkmış, ancak bazı ayrıntılar, soyut ilişkiler 1826 tarihine kadar devam etmiştir. Yeniçerilerin Bektaşiliğe bağlı olması Bektaşi ocağına hiç bir itibar kazandırmamış, maddi manevi yönden hiç bir faydası olmamıştır. Göstermelik bir bağlılık Bektaşi tekkelerine zarar vermeden öteye gidememiştir.
Yıldırım Bayazıt’ın oğullarından Musa-Mehmet Çelebiler döneminden sonra olaylar sürekli Bektaşiliğin, Aleviliğin aleyhinde gelişmiştir. Mehmet Çelebi zamanında halkı uğruna ayaklanan Bedrettin, Börklüce Mustafa, Torlak Kemal isyanlarında ve ardından Şah Kulu başkaldırısında, Alevi-Bektaşi kıyımcısı padişah Yavuz Sultan Selim’in padişahlık koltuğunda oturtulmasında Yeniçerilerin büyük payı olmuştur. Şehzade Ahmet- Yavuz kavgasında Yeniçeri ocağı Alevi-bektaşi ocağına yakınlığı bulunan Şehzade Ahmet yerine mollalar, feodal toprak ağaları ve zengin zümrenin temsilcisi Yavuz Selim’in yanında yer alan , ne yazık ki Yavuz’u padişah yapan en büyük dayanaktı.
DERGAH POSTNİŞİN’İ-YENİÇERİ-PADİŞAH
Yeniçerilerin devşirme çocuklardan oluşturulduğu, kökeni Hıristiyan olması nedeniyle de islam dinine uymaları zor olmaktaydı. O nedenle daha ılımlı bir dini yol izleyen Bektaşilik bu devşirme çocuklarına daha sıcak geliyordu. Devşirme çoçuklara Bektaşilik öğretilmiş, o kurallara göre yetiştirilmişti. O nedenle Bektaşiliğe ilgi duymuşlar, ilerleyen yıllarda da Yeniçeri ocağı’nın gerçek amacından uzaklaşması, dini hoşgörü yerine kendilerine verilen haraç ve bahşişlerle geçinen yağcı bir takım oluşturmuşlardır. Yeniçeri ocağı’nın gerçek anlamda Bektaşi olmadıkları bir gerçektir. Onların Bektaşi gibi gösterilmeleri gerçekten göstermelik bir Bektaşiliktir. Yalnız Osmanlı ordusunun biraz rahat, özgür olması yeniçeri ocağının Bektaşi felsefesine olan inançları sağlamıştır.
“Bektaşilik Yeniçeri ocağına din taasubu sokmamıştı, namlı ocak ağaları arasında koyu sofular pek azdır. İhtilallerde Yeniçeri ağzından yükselen”şeriat isteriz”lafı başlarındaki ağaların dini siyasete alet için talim ettirdikleri bir yavedir. “12
Yeniçeri Bektaşi ilişkilerinde Bektaşilerin lehine gelişmeler olmamasına karşın, bu ilişkileri kanıtlayan göstermelik bağlar bulunmaktadır. Bu ilişkileri iktidardaki hükümdar ve çevresi istidiği gibi kullanmakta, isterse hiçe saymaktadır.
Yeniçeri Ocağı’nın 94. cemaat ortasında oturan Bektaşi babası öldüğünde, yerine geçecek yeni postnişin İstanbul’a gelerek padişahın huzuruna çıkar, Yeniçeri ağasından da Yeniçeri duasını alırdı.
Bu tür ilişkilerde de, devletin Bektaşilere iyi davrandığını göstermesi beklenemez. İstanbul sultan,ı Bektaşi tekkelerini menfaatleri yönünden rahatlıkla kullanmıştır. Bütçeden Bektaşi tekkelerine para vermesi kayıtlarda rastlanmaz.Tekkeleri ve tekke postnişinlerini, isyan eden Celalilerin bastırılmasında aracı olarak kullanmak isterlerdi. İsyancılar üzerinde Bektaşi tekke postnişinlerinin etkilerinin ortaya konulması istenirdi. Padişahların zaman zaman Bektaşi post temsilcisiyle aralarınnın iyi olduğu da bilinir. Örneğin II. Bayezit Bektaşi felsefesine sıcak ilgi duyan bir padişahtı. Bu padişah yaradılışı icabı sertliği olmayan, kavgayı, baskıyı sevmeyen yumuşak huylu, bilimle ve sanatla yakından ilgiliydi. Balım Sultan ‘ın Hacı Bektaş postuna postnişin olduğu zaman kendisini İstanbul’a davet ederek yakın ilgi göstermiş, Bektaşi tekke çalışmaları konusunda da bilgi almıştı.
Yeniçeri Bektaşi ilişkileri sanıldığı gibi maddi ya da manevi bir bağ ile bağlı bulunması söz konusu olamaz. Yeniçerilik, her ne kadar Bektaşi tekkesinden icazet alarak kurulmuş olsa da kuruluş aşamalarından başlayarak olayların gelişim süreçlerinde de pek fazla bir yakınlık doğmamıştır. Yeniçeri Ocağı sultanları korumak amacıyla varlığını sürdürmüştür. Ancak padişaha ve onun çevresinin haksız uygulamalarına karşı ayaklanan Anadolu Alevileri elbette Yeniçeri ile birlikte olamayacaktı. Eğer isyancılarla birlikte hareket ediyorsa padişahın yakın korumasında ilişkisi nedir? Yaşar Nuri Öztürk bu ilişkinin sonradan uydurulmuş ve yakıştırılmış bir ilişki olduğunu belirtiyor: “Yeniçeriler’in Türk ülke ve toprağının bu esas ve mükemmel gazileriyle sırdaş ve dost olma ihtiyaç ve eğilimleri, Bektaşi-Yeniçeri beraberliği yolunda bir kabulün yayılmasını zorunlu kılmış olabilir. Ve elbette bu uydurma kabul zamanla gerçek gibi görülür hale gelmiştir ki, beklenen de buydu”13
Osmanlı devleti kuruluş aşamalarında Yeniçeri Ocağı kurulurken mutlaka bu iki kurum bir biriyle ilişkilendirilmiş, Yeniçeri Ocağı, Bektaşilikçe kutsatılmıştır. İlişkiler kurulurken gerek Sultan Orhan olsun, gerekse oğlu Sultan I. Murat olsun işin ciddiyetinde idiler. Art niyetsiz oluşturulan bu ilişki ne yazık ki sonraları bozulmuş, dikiş tutturulmamıştır.
Sürekli genişleyen, gelişen Osmanlı devlet yapısı ekonomik gücünü kazandıkça, devlet içerisinde ağırlıklı bir sınıf doğdukça, feodal toprak ağaları devlete ağırlığını koymaya başladığı anda Alevi tekkeleri ile devletin ilişkisi de yavaş yavaş kopmağa başlamıştır. Çünkü insan sevgisi ve hoşgörüye, barışa dayalı Alevi kültürü devletin bu yeni yapısıyla çelişmiştir. Tekkeler artık yönetimle ilişkilerini adım adım koparmış, kendi gücünü kendisi kurmaya, kendi eğitim ve toplumsal yapısını bağımsız geliştirmeye çalışmıştır.
Özellikle Yıldırım Bayazıt sonrası iki oğlu arasında iktidar kavgasında sınıf kavgası su yüzüne çıkmıştır. Alevi Bektaşiler tümüyle Musa Çelebi’yi desteklemişlerdir. Musa Çelebi Şeyh Bedrettin’i Kazaskerliğe getirerek feodal beylerle ters düşmüştür. Yine de bütün uyarı ve tehditlere karşın bu görüşünden ödün vermemiştir. Şeyh Bedrettin’in görüşleri Alevi Bektaşi felsefesi görüşlerini içermekteydi. Hatta Şeyh Bedrettin Bektaşi görüşlerinin de ötesinde fikirler savunarak ülkedeki tüm yoksulları, ezilen, vergi ödemekten, ürettiği malların büyük bir bölümünü devlete ve devlet içerisindeki palazlanmış toprak sahiplerine haraç vermekten yoksul düşmüş köylüleri ve değişik milliyetten insanları savunan bir yol izliyordu. “Yarin yanağından gayrı her şey ortak”tı, bu fikirlerle Musa Çelebi’ye yönetici olmuştu. Musa Çelebi her alanda Bedrettin’e çok güveniyordu.
Çelebi Mehmet’le birlikte Alevi-Bektaşi devlet ilişkileri zayıflamıştı. Bu koşullarda devlet başkanına, padişaha koruma görevi yapan Yeniçeri elbette Bektaşi tekkesiyle birlikte olamayacakı. İlişkiler soyut kavramların dışında olamazdı. Zaman zaman sıcak ilişkiler kurulmuş olsa bile bu kuvvetli bağların olduğunu göstermez.
Yeniçeriler her zaman şu sözlerle öğünmüşlerdir: “Biz Hacı Bektaş’ın köçeğiyiz”. Buna karşılık toplum içinde Yeniçeriler’e Zümre-i Bektaşiyan, Güruh-i Bektaşiyan denilmektedir. Yeniçeri ağaları Ocaklarına şöyle seslenirdi: Düdeman-ı Bektaşiyan, Ağayan-ı Bektaşiyan.
“Yeniçeri Ocağı’nın 94’üncü cemaat ortasında Hacı Bektaş Babalarından birisi Hacı Bektaş vekili olarak otururdu. Hacı Bektaş türbesindeki baba (pir evindeki baba) vefat ettiği zaman yerine geçen yeni baba İstanbul’a gelir ve ocaklı onu alıp alay ile ağa kapusuna götürülür ve tacını yeniçeri ağasına giydirip alay ile Bab-ı Aliye gider ve Sadrazam tarafından kendisine ferece giydirilirdi. Bu yeni Bektaşi babasının pir evine avdetine kadar ocaklı tarafından misafir edilmesi usuldendi”14
EĞİTİM-ÖĞRETİM
Gerek Selçuklu gerek Osmanlı dönemlerinde medreseler dışında eğitim ve öğretim, cemaatlar aracılığıyla yapılmaktadır. Ancak asker alanında ve yönetici yetiştirilmesi amacıyla oluşturulan Enderun mektepleri adıyla devletin kurmuş oldukları okullar da vardı. Enderun okullarında yetiştirilecek yöneticiler ve geleceğin devlet adamlarının çoğunluğu devşirmelerden oluşan acemioğlan denilen Hıristiyan çocuklarından toplanmaktaydı.
Devşirilen çocukların güzel olanları saray içinde bırakılır. İri, gürbüz, güçlü, kuvvetli olanları ise Bostancı Ocağı da denilen Yeniçeri Ocağı’na verilirdi. Bunun dışında olanlar ise ayıklanır, Türk ailelerine geçici olarak satılırdı. Bu çocukların yetiştirilmesinde aileye verilen para çiftçilerden toplanırdı. “Türk çiftçilerine verilen bu oğlanlar ilk öğrenim devresini burada görerek islam dininin şartlarını ve Türkçe öğrenirlerdi”15 Anadolu köylerine dağıtılan çocuklar aile arasında yedi sekiz yıl kadar kalıp Türk ve müslümanlaştırıldıktan sonra Acemi Ocağı’na alınırdı.
Yönetici sınıfı yetiştiren Enderun Mektepleri çeşitli bölgelerde kurulmuştur. Birincisi Edirne’de I. Murat zamanında 1365 yılında yaptırılmıştır. Bu okullarda öğrenciler küçük yaşlarda belirli sınıflamalara ayrıldıktan sonra Devşirme kanunu gereğince okuma yazma öğreniminin ardından Türkçeyi anadili gibi kullanma durumuna getiriliyordu. Edirne’de kurulan saraya bağlı olarak bazı bölümlerinde eğitim görülmek amacıyla saray çevresine yeni binalar inşaa ettirilmiştir.
İkinci ve en büyük okul ise İstanbul’da Galata Sarayı adıyla kurulmuş olan okuldur. Bu sarayda yaptırılan ek bina aracılığıyla eğitime yönelik birçok çalışma yapılmıştır. Bugün Tekkesi Macaristan’da bulunan büyük Alevi dedelerinden Gül Baba’nın isteği üzerine Sultan II. Bayezit döneminde ve onun talimatıyla yaptırılmıştır. “II. Bayazıt Galatasarayı’nı Gül Baba diye tanınan bir velinin işareti ve öğüdü üzerine 1481 yılında yaptırdığı söylenir”16
Galata Sarayı’nda ciddi eğitim verildiği göze çarpmaktadır. Burada öğretmenlik yapan ve okuldan mezun olan birçok tanınmış simaya rastlamaktayız. Demekki bu okulun vermiş olduğu eğitim devşirmelerin en sıkı disiplinle yetiştirilip devletin başına getirildiklerini göstermesi bakımından önemle izlenmektedir. Alevi Babası Gül Baba bile Galata Saray mektebinin ilk öğretmenleri arasında adı geçmektedir. Sözü edilen eserde öğretmenler sıralanırken Gül Baba özellikle birinci sıraya konulmuştur. Bu da bize şunu göstermektedir ki, II. Bayezit’ın derviş ve velilere, baba ve dedelere vermiş olduğu önemi göstermektedir. Galata Saray mektebinden mezun olan tanınmış ünlü Osmanlı paşalarının adları sıralanmıştır. Konumuzu çok fazla ilgilendirmediği için buraya almıyoruz.
Biz zaman zaman Osmanlı devlet ilişkilerinde Bektaşi dedelerinin ne derece rollerinin olduğu, bu ilişkilerin nasıl kopmuş olduğu yönüyle ilgilenmekteyiz.
Enderun okulları arasında Galata Saray mektebinden daha büyük olduğu Evliya Çelebi tarafından anlatılan bir başka saray da İbrahim Paşa Sarayı’dır. Bu saray Osmanlı vezirlerinin yetiştirilmesi amacıyla İstanbul’da yaptırılmış bir başka okuldur. Bu okulun bugün hangi yerde ne amaçla kullanıldığı tartışma konusu olmuştur. Yeri kesin olarak bilinmemektedir. Çünkü burası zamanla başka amaçlarda kullanılmıştır. İbrahim Paşa Sarayı mektebinin dışında Kanuni Sultan Süleyman zamanında yaptırılmış Küçükçekmece civarındaki İskender Paşa Sarayı vardır. “İskender Çelebi altı bin köleyi beslemiştir. Bunların altısı vezir olmuştur. Aralarında Sokullu Mehmet Paşa Sadrazamlık Mevkiine kadar çıkmıştır”17
Yeniçeri Ocağı için Acemioğlanı adıyla devşirilen kişiler Enderün mekteplerinde eğitilip Osmanlı devletine vezir ve diğer devlet adamları yetiştirilmiştir. Bunların da Anadolu Türk halkına nasıl davrandıkları Osmanlı tarihlerinde açık şekilde ortaya konulmaktadır.
Osmanlı devletinin ilerleyen, genişleyen, büyüyen yıllarında Yeniçeri Bektaşi ilişkileri çok zayıftır. Çünkü Bektaşi-Alevi felsefesi her zaman barış ve insan sevgisine dayanmaktadır. Savaşan ve zorbalık peşinde koşan bir yönetimle, paylaşım ve ganimet için devleti her zaman savaşa zorlayan toprak ağaları ve zorba beylerin görüşleriyle Bektaşi ve Alevilik düşünceleri çelişki yaratmaktadır.
Zaman zaman kopma noktasına gelen zaman zaman da devletle yakınlaşan Bektaşilik her zaman bir ikilem içerisinde kalmıştır. Tekke ile devlet ilişkileri iyi bir düzeyde tutulması karşısında, Anadolu taşrasında yaşayan Türkmenler’e zulmeden beylerin baskısı kesilmemektedir. Yoksul kesime yapılan baskılar ve soymalar tekkeleri de rahatsız etmektedir. Bu durum karşısında halk, önderini bulduğu anda isyan etmekten de çekinmemiştir. Yapılan ayaklanma, beylerin ve zorbaların tahakkümüne karşı bir başkaldırıdır. Zorbaların halka karşı yaptıklarından rahatsızlık duyan tekke postnişinleri, durumu zaman zaman padişahlara iletmesine karşın, sorunlarının yanıtını alamamaktadır.
Özellikle II. Bayazıt’ın Dobruca’dan getirterek Hacı Bektaş postnişinliğine oturttuğu Balım Sultan’ı İstanbul’a çağırarak Bektaşilik tarikatına girmesi bile durumu değiştirmemiştir. Tekke ilinde peşine takılan yığınlar ile başkaldıran Şah Kulu isyanı, Osmanlı yönetimine bir uyarı olması, kargaşa yanlısı çıkarcı kesime bir şeyler anlatmaya yetmemiştir.
BAYEZİT SONRASI
Bu ilişkiler devlet içerisinde saflaşan sınıflar arasındaki çelişkiyi ortadan kaldırmadığı sürece de durmayacağa benzemektedir. Çünkü ülkenin gelecekteki yönetimi, Bayeazit sonrası yönetimi de bu kutuplaşmaları ortadan kaldırmadığı gibi ortalığı bir soğuk savaş havasında tutmuştur. II. Bayezit’ın üç oğlundan ikisi bu kutuplaşmaların taraftarları durumundadırlar. Birincisi Şehzade Ahmet ki, Bayezit’ın kendisine halef olarak yetiştirdiği kişidir. Amasya valisi iken ilişki kurduğu kesim, Anadolu nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Türkmenler, özellikle de Bektaşi-Alevi olan kesimdir. Oğlu Şehzade Murat da aynı yolu izlemektedir. Kendisi Kızılbaşlığı bir tarikat, bir mezhep olarak seçmiştir. Şehzade Selim ise iktidara en uzak olması karşısında, hırsı, gözü pekliği ve acımasızlığı sayesinde arkasında sünni ulema ve toprak beylerinin yardımı sayesinde güçlü bir iktidar mücadelesi vermektedir. Bu mücadelede kendisini destekleyen önemli bir kesim ise ne yazık ki, Bektaşi tekkesine bağlı bulunan, manevi gücünü oradan aldığı iddiasında bulunulan Yeniçeri ordusudur. Bu Yeniçeri ordusu Yavuz Selim’i iktidara taşıyan yegane güç olmuştur.
Sultan II. Bayezit her ne kadar “benim büyük oğlum Ahmet Padişah olacak” deyiversin, bu para etmeyecekti. Yine Bektaşi postnişininden icazet alarak Bektaşiliğe girse de bu bile Şehzade Ahmet’i padişah yapmaya yetmeyecekti.
SELİM’İN KURNAZLIĞI VE ÖCÜ
Taht için ilk önce ortanca oğlu Korkut mücadelenin bayrağını çekti. Ancak erken davranışları kendisini safdışı etmeye yetti. “Öte yandan Selim Kırım’dan topladığı askerlerle Edirne üzerine yürüdü. Sultan Bayezit da Yeniçerilerle bu asi oğluna karşı gitti ise de baba oğul arasına kılıç girmedi”18
Aynı yazar olayları biraz alt üst ederek bazı yanıltıcı yargılarda bulunuyor. Şehzade Ahmet’in ortadan kaldırılması, istenmemesi konusunda da emrin Bektaşi tekkesinden geldiğini söylüyor: “Sultan Bayezit Uğraş Deresi muharebesinde eli kılıçlı asi Selim’i tamamen sahne dışı ettiğini zannederek büyük oğlu ve veliahtı Ahmed’i Osmanlı tahtına eliyle oturtmak üzere Amasya’dan İstanbul’a çağırdı. Şehzade Ahmed İstanbul civarında Maltepe’ye kadar gelmişti ki o ana kadar padişahlarına sadakat üzere olan Yeniçeriler, Hacı Bektaş Ocağı’nda verilen bir karar ile birden ayaklandılar, açık ve kesin: Biz Şehzade Ahmet’i padişahlığa kabul etmeyiz”19 dediler.
Tarihin yazılış biçiminde öylesine yanıltıcı bilgiler karşımıza çıkıyor ki, anlamakta insan zorlanıyor. Bektaşi-Yeniçeri ilişkilerinde somut bir birlik arandığında, ya da olayı Yeniçerilerin Bektaşi olduğunu söylediğimizde kendi kendimizle çelişmiş olmaktayız. Tarih ve yaşam sürekli değişim içerisindedir. Buna kimsenin gücü yetmez. Olaylar belki başlangıçta Hacı Bektaş tekkesi – Yeniçeri ilişkilerinin sıcaklığını sağlamış olsa da sonuçta durumu bir kopukluğa ve bir zıtlığa itmiştir. Osmanlı devlet yapısında oluşan baskıcı tutum Alevi felsefesiyle çelişmiştir. Bektaşilik hem II. Bayezit’la ilişkilerini iyi yürütecek, hem bu ilişkiler dışında Şehzade Ahmet Kızılbaşlarla iyi ilişkiler içerisinde olacak, Şah İsmail’le ezeli düşman olan Selim, üstelik Alevi ileri gelenlerin ve toplu yaşadıkları yerlerin “defterlerini tutacak” katletmek için ve de Bektaşiliğe bağlı olduğu söylenen Yeniçeriler, Selim’den yana olacak. Bu durum mantıklı gelmemektedir. Ancak Yeniçeriler’in menfaatları neredeyse kendilerinin de orada oldukları gerçeği vardır. Alevi-Bektaşi tekkesi ile ilişkileri maddi anlamda yoktur. Selim’i istemelerinin nedeni ise kendilerine ekonomik olarak rüşvet veren beyler aracılığıyladır. Bu nedenle de Selim yanlısı olmaları mantığa daha yakındır.
“Zamanla daha da genişleyen ocak ve Bektaşiliğin, karşılıklı bozulmaları Osmanlı devletini sık sık yenilgiyle sonuçlanan savaşlar ve toprak kaybı ile küçültmeye ve sarsıntıya sürüklemiştir” 20
Bir başka bozulmayı da başka bir yorumla getiren adı geçen yazar, Bektaşi ve Yeniçeri Ocağı arasına giren bozguncu güçlerin bu ikiliği yarattıklarını ileri sürmektedir ki, bu mantıklı olmasa gerek. Çünkü sonucun ekonomik çıkarlardan kaynaklandığı bir gerçektir. Yeniçeri ordusu güçlendikçe, devlet içerisinde söz sahibi oldukça, padişahı tahtından indirip, istediği şehzadeyi tahta oturtma konumuna geldikçe, elbette Bektaşilikle pek de arası iyi gitmeyecekti. Elbette Şehzade Ahmet gibi sırtını yoksul halka dayayarak iktidar olmak için umar harcayan bir kişi yerine sırtını toprak ağaları ve mollalara dayayan Selim’in padişah olmasını isteyeceklerdir. Bu gerçekler gözlerden kaçmasa gerek. “Şehzade Ahmet’i Maltepe’den çeviren de padişahı sarayına kapayan da Yeniçeriler’in kılıcı idi… Yeniçeriler, bizim padişahımız Sultan Selim’dir dediler” 21
Kızılbaş-Safavi devleti padişahının tahtını yıkmaya giden Sultan Selim, sırtını yine Yeniçeri ordusuna dayamıştı. En güvendiği ordusu Yeniçeriler idi. Eğer Yeniçeriler gerçekten Bektaşi olsalardı, ya da Bektaşilerle ilişkisi olsaydı, Çaldıran meydanındaki savaşta, savaştan kaçan Türkler gibi bu savaşı Şah İsmail’in lehine çevirirlerdi. Oysa her iki taraf Türk tabanına dayalı halk, bu savaşın olmasını, Türklerin birbirlerini kırmasını hiç de istemiyorlardı. Yeniçeri ordusu Türk tabanına dayanan bir kurum olsa idi yine böylesine kardeş savaşları içinde yer almazdı.
Alevi araştırmacısı Rıza Zelyut’un şu yargısı yerinde bir saptama olarak karşımıza çıkıyor: “Zaman içinde yalnız adı Bektaşi kalan Yeniçeri Ocağı, Osmanlı’nın silahlı gücü olarak Anadolu Alevileri’nin tepelenmesinde önemli bir rol oynadı. Yeniçerilerin tarih içerisinde Bektaşiliği savunmak için bir eylem koyduğunu bulmak olanağı yok.”22
Yeniçeri Bektaşi ilişkilerini bu saptamalar çok güzel anlatmaktadır. Kaynaklar geçmişte Yeniçeri-Bektaşi ilişkileri konusunda ısrarlıdırlar. Her kaynak, başlangıçta bu ilişkiyi üstüne basarak işlemektedir. Fakat zaman içerisinde ilişkiler alt düzeye inmiş, Yeniçeriler Bektaşi düşüncesini savunmaz, takmaz olmuşlardır. Maaşını az bulan Yeniçeri, durumlarının düzeltilmesi uğruna, istediklerinin yapılması için, bazan da keyfi düşünceleri karşısında padişaha kazan kaldırmışlardır. Bu durumda Yeniçeri kışlasında oturtulan Bektaşi Babası, göstermelik olmaktan öteye gidemezdi.
Önemli bir saptama da Yeniçeri-Bektaşi ilişkileri konusunda bir araştırma yapan Reha Çamuroğlu tarafından yapılmıştır: “1527’de Hacı Bektaş Postnişini olan Kalender Çelebi bin İskender’in 20, 30 bin canıyla başlattığı ayaklanma, aşiretlere ve yerli halka güvenilmemesi, sipahilerin isteksiz davranışları karşısında ancak çoğunluğu Yeniçeri olan Kapukulu askerlerine dayanılarak bastırılabilmişti”23
Çamuroğlu’nun bu saptaması çok anlamlıdır. Çünkü Yeniçeri ordusu gerçekten Bektaşi tarikatı ile iyi ilişkiler içerisinde olmuş olsaydı, Bektaşi postunun lideri Kalender Çelebi’nin Osmanlı zalim ağa ve beylerine karşı başlattığı eylemde Kalender Çelebi’ye yardım ederdi. Bu isyan, Kanuni Sultan Süleyman döneminde olmaktadır. Sultan Süleyman Anadolu’da meydana gelen bu büyük halk ayaklanması karşısında Macaristan seferini yarıda keserek Anadolu’ya dönmüştür. Kalender Çelebi bu ayaklanmayı durup dururken yapmamıştır. Osmanlı devleti ile Bektaşi tekkesinin ilişkileri çok iyi gidiyordu, her zaman da bozulmamıştı da neden Balım Sultan’ın kardeşi Kalender Çelebi Osmanlı devletiyle böylesine ölümcül bir savaşa girmişti. Bunu biraz düşünmek gerekir.
Bektaşilik konusunda yeteri kadar belge olmaması yüzünden her kalemi eline alan bir başka cepheden yorumlamaktadır konuyu. Herkes işine nasıl gelirse öyle düşünmektedir. Kimileri çürümüşlüğü Yeniçerilerin aymazlıklarına, esrarkeşliğine bağlarken, kimileri de Bektaşiliği de öylesine bir kategoriye sokmaktadır. Aslında Alevilik Bektaşilik kurumları her geçen zamanlarda gerileri aratmayacak denli örgütsel ve tecrübelerden yararlanarak yeni sentezler oluşturup, Bektaşi kurumu geliştirerek, toplumunun mutluluğuna sunmuştur.
“Eğer mümkün olsaydı, yere serilen Bektaşilik ve Yeniçerilik’in ardından her şey düzelirdi her taraf güllük gülistanlık olurdu. Olmamıştır. Askeri yönden devam eden çöküş, dinsel yönden de devam etmiştir, ve imparatorluk silinirken, tekke ve tarikatları da beraberinde götürmüştür.O halde Bektaşilik-Yeniçerilik diye neden tutturuldu. Konunun Yeniçerilikle ilgili kısmı bizim alanımızın dışındadır. Bektaşilikle ilgili kısmına gelince şunu söyleyebiliriz: Bektaşilik başlangıcından beri, Türk toplumunda soluk almanın zorlaştığı her yerde bir pencere görevi yapmış, herkes her söylemek istediğini Bektaşi’ye söyletmiştir. O adeta Türk toplumunun günah keçisidir.”24
Yazar bazı yapıtlarında bu konuda zaman zaman çelişkili yanılgılar getirmiş olmasına karşın bu yozlaşmayı da yerinde vurgulmaktadır. Örneğin Bektaşiliğin iki bölümde incelenmesi yanlış bir saptamadır. Hacı Bektaş dönemini başlangıç olarak göklere çıkartıp, diğer Balım Sultan sonrasını Bektaşiliğin bozulması süreci diye tanımlamaktadır. Yaşar Nuri, konuyu bilinçli olarak saptırmaktadır.
OSMANLI PADİŞAHLARININ TARİKATLARI
Eğer gerçekten Osmanlı padişahları kendilerini birinci dercede korumaya alan, koruyan ve en güvendikleri Yeniçeriler, Bektaşi geleneklerine bağlı olsalardı, ya da gerçek anlamda Bektaşiliğe bağlı bulunsalardı bir kaçı hiç olmazsa Bektaşi tarikatını benimserdi. Dikkatten kaçmayan bir durum varsa o da padişahların bağlı bulundukları tarikatlardır. Onlar gerçekten Bektaşiliğe yakın ve bağlı olsalardı, bu kurumu da kendi tarikatları çerçevesinde götürürlerdi. Padişahların bağlı bulundukları tarikatlar konusunda bir çalışma yapan Enver Behnan Şapolyo onların bağlı bulundukları tarikatları saptamıştır. Bir başka kaynakta bu konu yer almamaktadır. Bu çalışmanın aksi de iddia edilmemiştir. Yaşar Nuri Öztürk de bu listeyi aksi ispat edilinceye kadar gerçekliğini koruyacağını söylüyor. Biz de bu görüşe katılarak listeyi aşağıya alıyoruz.
- Sultan Osman Gazi (ölm:1324): Ahilik
- Sultan Orhan Gazi (ölm: 1362): Ahilik
- Sultan Murat Hüdavendigar veya I. Murat (ölm:1389):Ahilik
4.Çelebi Mehmet (ölm:1421): Zeyniye - Sultan II.Murat (ölm:1451): Bayramiye
- Fatih Sultan Mehmet (ölm:1481): Bayramiye
- II.Beyazit veya Bayezid-i veli (ölm:1512):Halvetiye-i Cemaliyye
- Yavuz Sultan Selim (ölm. 1520: Halvetiyye-i Sünbüliye
- Kanžn” Sultan Süleyman (ölm. 1566): Gülşeniyye
- Sarı Selim veya II. Selim (ölm. 1574): Halvetiye
- Sultan III. Murat (ölm. 1595): Uşşakiye
- Sultan I. Ahmet (ölm. 1617): Celvetiye
- Sultan I. Mustafa (ölm. 1623): Celvetiye
- Genç Osman veya II. Osman (ölm.) 1622): Celvetiye
- Sultan IV. Murat (ölm. 1640): Celvetiye
- Sultan I. İbrahim (ölm. 1648): Halvetiye
- Sultan Avcı Mehmet (ölm. 1687): Halvetiye
- Sultan II. Süleyman (ölm. 1691): Halvetiye
- Sultan II. Ahmet (ölm. 1695): Halvetiye
- Sultan II. Mustafa (ölm. 1703): Halvetiye
- Sultan III. Ahmet (ölm. 1730): Halvetiye-i Cerrahiye
- Sultan I. Mahmut (ölm. 1745): Halvetiye
- Sultan III. Osman (ölm. 1757): Halvetiye-i Ražfiye
- Sultan III. Mustafa (ölm. 1774): Halvetiye-i Cerrahiye
- I. Abdülhamit (ölüm. 1807): Nakşbendiye
- III. Selim (ölm. 1807): Mevleviye
- IV. Mustafa (ölm. 1808): Nakşbendiye
- Sultan II. Mahmut (ölm. 1839): Halvetiye-i Cerrahiye ve Mevleviye
- Sultan Abdülmecit (ölm. 1861): Halvetiye-i Cerrahiye
- Sultan Abdülaziz (ölm. 1876): Bektaşiye
- Sultan V. Murat (ölm. 1904): Bahaiye tarikatı ve Masonluk
- Sultan II. Abdülhamit (ölm. 1909): Şazeliye
- Sultan Mehmet Reşad (ölm. 1918): Mevleviye
- Sultan Mehmet Vahdettin (ölm. 1922): ? 25
Listede ilginç nokta Bektaşiliğin yok denecek kadar az benimsenmesidir. Ancak ilk üç padişah Aleviliğin Ahilik kolundan olup, Bektaşilik ile de ilgilidir. Zaten Sultan Osman, Orhan, I. Murat’ın yakın çevresi ve arkadaşları Alevilik tarikatına mensup, Haydari, Kalenderi, Bektaşi ve Ahilerle yakın ilişki içerisindedirler.
YENİÇERİ NE DERECE BEKTAŞİDİR?
Bektaşilikle ilişkilendirilmiş olan Yeniçerilik Bektaşi imajından kurtulamamıştır. Herkesin işine geldiği oranda Bektaşi, işine geldiği oranda da başka misyonlar yüklemekteler bu kuruma. Bektaşilik, Yeniçeri konusunda çeşitli görüşleriyle bilinen Birge, Bektaşilik Tarihi adlı kitabında bu konuda bazı belgeler de vermektedir. Örneğin Yeniçeri askeri ocağından terhis olan bir askerin 1822 tarihli bir belgesini yayımlamıştır. Bu belgede sıkça Hz. Hüseyin, Kerbela, üçler, yediler adları geçmektedir. Bu asker gönülden Hacı Bektaş’a veya Bekktaşi-Aleviliğe bağlı olabilir, ancak Yeniçeriler’in tümüyle, ya da kurum olarak böyle bir bağlılık içinde olduklarını düşünmüyoruz. Adı geçen yazar, şöyle bir bilgi de vermektedir: “1682 Viyana kuşatmasında Türk ordusunda esir olarak bulunan Kont Marsigli, Yeniçeri ağasının divanında Hacı Bektaş’ın adı geçtiğinde hep ayağa kalktığını söylüyor”26
Hacı Bektaş adının geçtiğinde ayağa kalkmak bir gelenekse, insanlar alışkanlıklarından dolayı bunu yapmıştır diye düşünüyorum. Çünkü ocağın geçmişten gelen bir alışkanlığıdır. Aynı Yeniçeri Ağası’na Bektaşi misin diye sormak gerektiğinde bunu bilemeyeceği, ya da bazı müstesnaların olabileceği bir gerçektir. Çeşitli tarihlerde Bektaşi-Alevileri tümüyle dağlarda taşlarda yaşamakta, devletin kırımına uğramaktalar, bu kırımlarda da Yeniçeri ordusu kullanılmaktadır. Hatta Birge, “III. Selim saltanatın ikinci yılında, 1789, Yeniçerilere sadakat ve cesaretini dilerken onlara Hacı Bektaş Köçekleri şeklinde hitap etti” yollu sözünü anımsatmaktadır. Yeniçeri sayıları konusunda da bilgiler koyan Birge, Kanuni döneminden sonra Yeniçerilerin sayısının artırıldığını da söylemeden geçmemektedir. Süleyman zamanında (1520-1516) 12.000, III. Murat saltanatı döneminde (1574-1595) 27.000, III. Mehmet (1595-1603) 45.000, I. Ahmet (1603-1617) 47.000 kişi olarak tesbit edilmektedir. Yeniçeri ordusunun sayılarının her zaman artırılması devlete ekonomik ve sosyal yük getirmesi yanında bir de devletin başına bela olarak kazan kaldırmaktalar, üstelik vezirler indirip, padişahlar da değiştirmekteler. Bütün bu olanlara karşın Anadolu’da meydana gelen Alevi-Bektaşi isyanları ve başkaldırılarında kullanılmak amacıyla bu sayılar artırılmaktadır.
Yeniçeriler’in ülke yönetiminde sultanlara bile yaranmadıkları kuşku götürmez bir gerçektir. Östelik devlet çıkarlarıyla beslenen, ayakta tutulan bu kurum taraftarları, kendilerini besleyen bir düzene karşı kanlı eylemler düzenlerken, sırf manevi bağlarıyla bağlı olduğunu söyledikleri Bektaşiliğe karşı iyi tutum beslemeleri hiç beklenemezdi. Çünkü Bektaşilikten hiç bir maddi çıkarları yoktu. Onlarla ilişkileri özellikle 16. yy.dan sonra başlarına bela almaktan başka bir şey olamazdı. O nedenle ben Yeniçeriler’in Bektaşi felsefesine bağlılıkları konusunda pek de iyimser değilim. Yine Birge’nın çalışmalarından aktarma yapalım: “1512’de I. Selim’in zamanında başlayarak her sultandan tahta çıkışında hediyeler istediler. Kazanlarını kaldırmaları bir isyan işaretiydi. Sultan huzuru ancak onların taleplerini karşılayarak bulurdu. II. Mehmet’in 1451’de tahta, ikinci çıkışında mesele çıkardılar. I. Süleyman yönetimine başkaldırdılar, fakat sonra onun sadık destekçisi oldular. II. Osman’a karşı ayaklandılar onu tahttan indirdiler. IV. Murat saltanatında, defalarca ayaklandılar. III. Selim’in düzenli ordu kurma isteği onları öfkelendirdi ki, sadece ona karşı mücadele etmekle kalmayıp hükümdarlarını önce hapsedip, sonra öldürdüler”27
Yeniçeriler, hem Osmanlı devletinin başına bela olarak kaldı, hem de Anadolu’da birçok kirli işlere karıştı. Osmanlı devleti ile bağları zayıflayan Aleviler, Osmanlının silahlı bir gücüne güvenmek, ondan destek almak, ona dua etmek, onun ocağında temsilci olarak postnişin bulundurmak tarihi gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Bizim itirazımız Yeniçeri-Bektaşi birlikteliğinin devamı konusundadır. Buna katılmamız sözkonusu olamaz. Zaten Osmanlı devleti kurulurken Alevi dedelerinin devlet kuruluşundaki rollerini iyi bilen Aleviler böyle bir duruma pek ilgi duymazlar. Bir noktaya kadar Osmanlı devletiyle birlikte oldular, ona destek oldular. Ne zaman ki, devletin çıkarlarıyla halkın çıkarları çelişmeye, birbirine ters gelmeye başladı o zaman ilişkiler de yavaş yavaş ortadan kalktı, Yeniçeri Bektaşi ilişkileri de buna paralel olarak koptu. Osmanlı devletinin ilk iki yüz yılına gelene kadar Anadolu’da yaşanan dinsel hoşgörünün altında yatan bu sıcak ilişkiydi zaten.
Bazı yazarlar ve araştırmacılar Yeniçeri-Bektaşi ilişkilerinin olmayacağı görüşünde birleşirken bunun kökenlerini eskilere, eski tarihi gerçeklere dayandırmaktalar. Bunlardan bir tanesi de Yaşar Nuri Öztürk’tür. Öztürk, ısrarla bu ilişkiyi saf dışı yapmaya umar harcıyor. Bazı noktalarda yazara katılmasak da katıldığımız yönler vardır. “Böyle bir gaziler kümesinin, kendilerinden olmayan unsurlardan vücuda gelen bir ocağa iyi gözle bakacaklarını sanmıyorum. Ve bakmadıkları içindir ki, Bektaşi gazileri ile, devşirme Yeniçeri mensuplarının kaynaşmasını sağlamak üzere ünlü uydurma vücuda getirilmiştir. Yeniçerilerin Türk ülke ve toprağının bu esas ve mükemmel gazileriyle sırdaş ve dost olma ihtiyaç ve eğilimleri Bektaşi-Yeniçeri beraberliği yolunda bir kabulün yayılmasını zorunlu kılmış olabilir”28
Bektaşilerin bir ayırım noktası getirmedikleri, bütün dinleri ve insanları bir gördükleri, 13.yy.ın başlarından beri vardır. Çünkü onların ulu velilerinin kurmuş oldukları tekke ve zaviyelerde, Türkler’den başka yabancı kimseler de çoğunluğu oluşturuyordu. Çünkü Hacı Bektaş’ın “yetmiş iki millete bir nazarla bakma” sözü bazı görüşlerinin netliğini ortaya koymaktadır. Çünkü Bektaşiler devşirmelere ve esirlere hor bakma gibi bir eğilim sergilemiş olamazlar. Yine yazar devam ediyor: “Biz şuna inanıyoruz ki, Yeniçeri ocağı, Bektaşiliğin bağlı olduğu şuur ve ruh halinin daha eski zamanlardan beri zıttı, hatta düşmanı olan bir anlayış ve uygulamanın Osmanlı dönemindeki devamını ifade etmekte ve bu ocağın Bektaşilerce sevilip takdir edilmesi akla hiç de uygun düşmemektedir”29
Nedenlerimizi iyi saptamak durumundayız. Bu konuda elde yeteri kadar belge olmaması da ayrı bir eksikliği göstermektedir. Yorumların birçoğu varsayımlara dayandırılarak yapılmaktadır. Ancak yapılması gerekli olan şey, iyi araştırmak, tahlilleri zamana, koşullara uygun ve yansız bir biçimde yapmak gereklidir. Zaten 13. yy.da elde yazılı kaynakların olmayışı bizi bu tür yanılgıların içine götürmektedir. Zamanın yazılmış kaynaklarının bir çoğu, ya da geneli yanlış yazılmış kaynaklardır. Hacı Bektaş’ın piri Baba İlyas’ın torunlarından aşıkpaşaoğlu adıyla tanınmış Ahmet Aşık”, tarihi çarpıtırcasına olaylara yanlış yaklaşmıştır. Nedense Hacı Bektaş konusunda sağlıklı bilgiler vermekten kaçınmıştır. O sadece Hacı Bektaş’ın Baba İlyas’a vardığını ondan el aldığını, savaştan sonra gelerek Sulucakarahöyük’e yerleştiğini söylemesine karşın, bundan sonraki olaylarda Hacı Bektaş’ı karalama gibi bir yol izlemektedir. Yine de aşıkpaşaoğlu Tarihi, döneminin önemli bir yapıtı olma özelliğini korumaktadır. Mevlana’nın yakınlarından Ahmet Eflaki’nin yazmış olduğu eserde de Mevlana göklere çıkartılırken, diğerleri hakkında yazar kendi yorum ve duygusallığını kullanmıştır.
Biz yine tarihe ve Yeniçeriler’in halk üzerinde, daha doğru bir söylemle Aleviler üzerinde yaptıklarına bakalım: “Kuyucu Murat Paşa’nın çadırının önünde Celalilerin kafalarından üç tane piramit yaptıklarını (20.000 kafa olduğu ileri sürülüyor)”30
Yazar bu bilgileri çeşitli kaynaklara dayandırarak vermiştir. Gerçekten de yabancı devşirmelerden yetiştirilmiş bir acemioğlu olan Kuyucu Murat Paşa Enderun’da okumuş eski bir yeniçeridir. Kuyucu Murat Paşa adıyla ün yapmış, bu zalimin sadistçe yaptıkları zulüm ve katliamı tek başına mı yapmıştır? Elbette Osmanlı askerleri olan Yeniçerilerle birlikte bu katliamları gerçekleştirmiştir.
Osmanlı yönetimi ve devşirme paşalar, Anadolu’da meydana gelen Kızılbaş ayaklanmalarının bastırılmasında hep Yeniçerileri kullanmışlardır. 16. yy.ın başında Anadolu’da meydana gelen en büyük Alevi-Bektaşi ayaklanması olan Şah Kulu ayaklanmasının bastırılmasında ve yenilgi sonrasında Şah Kulu taraftarlarının katledilmesinde Yeniçeri askerleri kullanılmıştır.
Hatta 1527’de Kanunu döneminde meydana gelen en büyük Alevi-Bektaşi ayaklanmasında Hacı Bektaş tekkesinin postnişini Balım Sultan’ın kardeşi Kalender Çelebi’ye karşı yapılan baskın, yine Yeniçeri ordusuna güvenilerek bastırılmıştır.
OSMANLI TARİHÇİLERİ
EN DOĞRUSUNU YAZDILAR
Osmanlı tarih yazıcıları, vakanüvistler bu konularda en kapsamlı bilgileri aktarmaktalar. Bilgileri verirken de karşı tarafa küfretmekten, kötülemekten çekinmemekteler. Bu tavırda yazılan yazılar, yapılan tarihler Alevilere-Bektaşilere ne kadar zalimce davranıldığının en büyük delillerini de oluşturmaktadır. Tarih yazarken, hemen saflaşmalara girmekten rahatsızlık duymuyorlar. Karalamaların ötesinde de ilginç ifadeler de kullanmaktalar. Solakzade, Neşri, Peçevi, Hoca Saadettin Efendiler’in kullandıkları kelimeler Osmanlı aleyhinde birer kanıt olarak karşılarına çıkmaktadır. Tarih-i Cevdet’de Ahmet Cevdet Paşa şu bilgileri yazmaktadır. “Bektaşiler çoğu defa, Peygamberin büyük sahabelerine, özellikle Hz. Ebubekir-is Sıddık radıyullaha anhum hazretleri hakkında açıkça küfüre cesaret ederlerdi.
Alevilik ilişkileriyle rafizilere temayüllü olduklarından geçen günlerde Anadolu diyarında Şah kılıcı sallayıp Süleyman Kanuni devrinde Hacı Bektaş Veli Tekkesinde postnişin olan Kalender adlı derbeder “Hacı Bektaş evladındanım” diye ortaya çıkıp başına otuz binden fazla sapıkları toplamış karışıklık çıkartılmıştı. Serdar-ı Ekrem İbrahim Paşa, mükemmel bir orduyla üzerine hareket ederek birkaç yerde bunlardan birçoğunu öldürmüştü. Sonunda Kalender yakalanıp idam edilmişti. Fakat bu yolda epeyce sünni yokoldu”31
İşte Osmanlı tarihçisinin Kalender Çelebi hakkındaki yargısı. O her ne kadar Hacı Bektaş postnişini olursa da yine de bir sapkındı. Çünkü bir isyancıydı. Canı sıkılmış isyan etmişti. Ya da macera arayan bir deliydi. Bütün yaşanan olaylarda nedenler, niçinler araştırılmaz. Hemen falan sapkın isyan etti denilir. Kalender Çelebi’nin otuz bin Türkmenini Osmanlı paşası hangi güçle yok etti dersiniz? Elbette Bektaşi tekkesine bağlı olduğu her ortamda söylenen Yeniçerilerce.
Yine Yeniçeri ordusunun Çaldıran’da Hacı Bektaş felsefesine canı gönülden bağlı bulunan Şah İsmail ve Türk’tebaa’sına karşı Yeniçeriler’in yaptıklarını bir alıntıyla izleyelim.
“Yeniçerilerin Çaldıran Meydan Muharebesindeki döğüşü yaman olmuştu. “Şah Şah” diye saldıran Safavi kıtalarına “Allah Allah” diye kükreyerek ezen, yorgun ayaklarının altına seren Yeniçeriler o asrın hakikaten güzide askeri olduklarını bir kere daha gösterdiler. Tarihimizde bu meydan muharebesinin bir adı da “Sofu kıran cengi”dir”32
Her kaynakta yeralan “Bektaşi postnişin temsilcisi Yeniçeri kışlasının 94. kıtasında oturur” sözlerinin anlamı nedir? Anadolu’da yüzbinlerce Alevi Bektaşi’nin katledildiğinde, asılıp, kesildiğinde, Alevilere Osmanlı vakanuvislerinin ve ulemanın küfürler yağdırdıklarında nerededir 94. kıtada oturan Bektaşi? Bütün bu olan olayları gözü mü görmüyordu ya da işbirlikçi miydi? İnsan bütün bunları düşünüyor. Gerçi Bektaşiliği-Aleviliği az çok bilenler bunların sahte ve göstermelik olduklarından şüphe edemezler. Çünkü Bektaşi Postnişin adına Yeniçeri kışlasında bulunan kişi, Osmanlı ulemasından birisidir, ya da Hacı Bektaş adına kendileri sahte bir temsilci koymuş olmaları akla en yatkın olanıdır.
Eğer gerçekten Yeniçeri ocağı Bektaşiliğe ve Bektaşi felsefesine bu derece bağlı ve bağımlı olmuş olsaydı, bu Ocak, 1826 yılında değil de taa Şah Kulu İsyanı dönemi olan 1500’lerin başında kaldırılırdı. Binlerce Alevinin katledildiği, kuyulara doldurulduğu, yerinden yurdundan edildiği bir dönemde Yeniçerilerin Osmanlı devletinin gözde ordusu olmasında hiç bir sakınca görülmemektedir. Bu zıtlık akıl ve mantığın alacağı şey değildir.
Osmanlı kuruluş dönemleri Bektaşi geleneğine uyumluluk göstermektedir. Çünkü Osmanlı devletinin ilk harcında emeği olan Aleviler devletin kuruluş kademelerinde görev almışlar, savaşlara katılmış, komutanlıklar yapmışlardır. Dini yönden Bektaşiliğe danışılmış, onlara zaviyeler ve tekkeler yapımında ilk Osmanlı padişahları yardım etmişlerdir. İlerleyen yıllarda bu ilişki adım adım gerilemiş, ne zaman ki 16. yy.a gelinmiş bu ilişki tümüyle ortadan kalkmıştır. Yeniçeri-Bektaşi ilişkileri de bu paraleldedir. İlk kuruluş yıllarında Hacı Bektaş postnişinlerinin bu ocağı kutsadığı, adını verdiği bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Başlangıçta ilişkisi olan bu grupların sürekliliği olması düşünülemez. Giderek değişik dini tarikatların etkisi altına da girmiş olan ocak daha ziyade sonlara doğru Osmanlının da başına bela olmuştur. Yeniçerilik kurulurken el almış olduğu Bektaşilikten nasiplenmiş ancak, yıkılırken de Bektaşi tekkelerinin kapatılmasına neden olmuştur.
Osmanlı yönetiminin, Yeniçeri ordusuna dayanarak Alevileri-Bektaşileri katletmeleri daha çok 16. yy.dan sonra hız kazanmıştır. Eğer Bektaşilere yapılan bu katliamlar Yeniçeriler kullanılarak yapılıyorsa ki durum farklı değildir, o zaman Bektaşilerle ilişkilerinin kopmuş olması fikri daha mantıklıdır. Hem Bektaşi tekkesine bağlı ve oradan manevi feyz aldığını söyleyeceğiz, hem de bu katliam içinde yeralmasını hoş karşılayacağız. Bunun mantığını anlamada zorlanıyor insan. 16. asırdan sonra Alevi-Bektaşilere yapılan katliamlara bir göz atacak olursak durumun pek iç açıcı olmadığı sonucuna daha net ulaşabiliriz. Osmanlı tarihçilerinden Müneccimbaşı Ahmet Dede, 1511 tarihinde Osmanlı’nın baskıcı yönetimine ve yöre beylerine karşı başkaldıran Alevi Dedesi Şah Kulu İsyanı konusunda şu bilgileri vermektedir:
“Ali Paşa 1511 rebiülahirinde, Gökçay denilen yerde Kızılbaşlara yetişti. Kemal-i gazabından askerin bakiyyesinin gelmesini beklemeyip savaşa başladı. Birçok Kızılbaş öldürüldü. Defalarca düşman safları arasına giren Ali Paşa, sonunda göğsüne bir ok isabetiyle şehid oldu. Adamlarından pek azı kurtulabildi. Kızılbaşların da ekserisi katledildi. Reisleri olan Şeytan Kulu Savaş sırasında kayboldu. Ölü ya da diri olduğuna dair bir haber alınamadı.”33
Tarihçinin Kızılbaş diye adlandırdığı kimseler, Anadolu Alevi Türkmenlerinden başkası değildir. Peki öldüren, çarpışan askerler kimlerdir? Onlar da Türkmenlerden ya da Yeniçeri mensuplarıdır. Karşılıklı ölümcül bir savaşa girenler birbilerinden manevi bir bağlılık bekleyebilirler mi?
1426 tarihinde Tokat dolaylarında Kızılkocaoğulları adıyla bilinen Türkmenlerin üzerine gönderilen Yörgüç Paşa emrindeki ordu, 400 kişilik Türkmeni Amasya kalesinde kıstırıp yaktırdığı ateşin dumanları arasında boğdurmuştur. “Bu Yörgüç Paşa ise Enderun mektebinde yetişen bir acemioğlandır”34
Yörgüç Paşa bununla da kalmayıp, yöre halkının mallarına el koyup, halkın ne ürettiyse hepsini ellerinden almış, büyük ve küçük baş hayvanlarını da beraberinde götürmüştür.
Yine, 1470 yılında Karaman ve Konya dolaylarında halka büyük çapta kırım yapıldı.
1473 tarihinde Otlukbeli savaşında Hoca Saadettin Efendi’nin deyimiyle “sıra sıra cellatlar, sürü sürü Türkmen doğradı” burada doğranan Türkmenlerin kimler olduğu belli. Ya Türkmen doğrayan cellatlar kimlerdir? Elbetteki Yeniçeri ordusu ve başlarında bulunan bir Osmanlı Enderun Mektepli paşadır.
Daha Sultan Yavuz zamanında Şehzade Murat aracılığıyla 600 kadar suçsuz insanın birgün isyan edecekleri düşüncesiyle öldürülmesi ilginç bir olaydır. Solakzade Tarihi bu olayın bir bölümünü şöyle anlatıyor: Vezir Ferhat Paşa merhum, Sultan Selim Han devrinde bazı eşkiyayı ve Türkmen şerirlerinin define gönderildiğinde bir miktar askere serdar tayin olunmuştu. Gaddar bir serdar olan Ferhat paşa nice günahsız kimselerin kanına girerek bu bahane ile fazla mal tahsil eylemişti”35
1601 tarihinde Hadım Cafer adlı bir muhafızın entrikaları yüzünden Tebriz yöresi baskı ve kıyımdan geçilmiyordu. Bu muhafız Askerlerine verdiği talimatlarla her tarafı yakıp, yıkmalarını ve insanları acımadan öldürmelerini söyleyecek kadar gözü dönmüştü. Bu nedenle burada öldürülen insanların sayısı 30 ila 40 bin civarındaydı. Bunları yapan askerler elbette Bektaşiyle bağlantısı ileri sürülen askerlerdi. Yine Yeniçeriydi. Katledilenlerse Alevi Türkmenlerden başkası değildi.
Osmanlı devleti yöneticilerinin gözünde kahraman, yiğit tanımlamasıyla anlatılan Hırvat kökenli Kuyucu Murat Paşa’nın zalimlikleri herkesçe bilinen bir gerçekti. “Kuyucu Murat Paşa konakladığı bütün yerlerde önceleri kuyular kazdırır ve bütün Celalileri, halkın şikayet ettiği muzır adamları öldürüp, bu kuyulara attırır, oraya indirilen birkaç adam da atılanları üst üste yığardı”36
IV. Murat’ın ise yaptıkları yanına kaldı. Memlekette ne Kızılbaş ne Sünni demeden bütün halkı zalimce Yeniçerilere katlettirdi. Yaptıkları kitle kırımları sayesinde adından çokça sözettirmişti. Bu döneme ait Kızılbaş kırımı ile ilgili olarak Solakzade şunları yazmakta “Kızılbaşlar bu ahvali görünce şaşırdılar. Bu sırada yüce Allah’ın hikmeti ile pazar sabahı muhasaranın 7. günü beş taraftan muhasaraya memur olan vezirleri İslam padişahı davet eyledi. Bu kaleyi yarın almak gerekir. Aksi halde siz bilirsiniz deyince; hep bir ağızdan canımız din ve devlet uğruna feda olsun, dediler. O zaman sair zamandan çok top atıldı. Kalede mahsur kalan Kızılbaşlar saklanacak yer bulamadılar”37
IV. Murat’ın bizzat bu Kızılbaş kıyımının başında olması, yüzlerce insanı acımasızca kaleye kıstırarak yok etmesi savunulacak bir durum değildir. Osmanlı tarihi bunca kıyım ve isyanlarla dolu bir tarihtir. Ama en çok kıyım ve katliamların olduğu dönemler, 16. yy.dan başlayarak, tarihçilerin ve tarihlerin bu dönemi Osmanlının yükseliş dönemi olarak gösterdikleri zamana denk gelmektedir. Elbetteki baskı ve şiddetle yükselen bir yönetim anlayışı sonuçta bunun bedeli olan yıkılış ve çökülüşü de yaşayacaktı.
IV. MURAT ve AHMET DEDE’NİN
BAŞINA GETİRDİKLERİ
Zalim ve acımasız bir padişah olan IV. Murat’ın birçok Alevi kırımı içinde olduğu bilinmektedir. Bunların önemlilerinden birisi de Sakarya Şeyhi Ahmet Dede ile ilgilidir. Sakarya kenarında sakin bir hayat süren Ahmet Dede’nin tekkesi çevresinde oluşan ilgi giderek artmaktaydı. Zamanla beş bin, on bin civarlarına ulaşan bu kalabalık Osmanlı yöneticilerini korkutmuş olup, Eskişehir Kadısı korkusundan bu çoğalmayı padişaha jurnallamıştı. Padişah bu ocağın hemen söndürülmesi için en güvendiği adamlarından Anadolu Beyler beyi Vardar Ali Paşa’yı 8 bin silahlı askeriyle birlikte Şeyh’in üzerine gönderir. Fakat bu baskını haber alan Şeyhin adamları bir saldırı ile olaya karşı koyarlar. Beylerbeyi bu savaşta yenilir. Ardından olaya çok sinirlenen padişah yeniden Şeyh’in eski müritlerinden Osman Ağa’ya Şeyh’ini yoketme görevi verir. Osman Ağa, Rumeli kökenli beş bin akserle birlikte olayın içine karışır. Şeyh’e yeniden mürit olmak istediğini, yaptıklarından pişmanlık duyduğunu söyler, Ahmet Dede inanır. Ancak ani bir gece baskınıyla birlikte Şeyh ve adamları yakalanırlar. “Sakarya Şeyhi 12 adamıyla birlikte Konya Ovasındaki Padişah IV. Murat’a götürüldü. 12 adamı Şeyh’in önünde Padişah fermanıyla işkence edilerek öldürüldü. Sakarya Şeyhi’nin ise tüm kemikleri kırıldı ve derisi yüzülerek öldürüldü. Şeyh Ahmet’in bu işkenceye karşı direnç göstermesi ünlüdür. Kendisini yüzen cellat Kara Ali’ye “Acele etme… zevkini alayım” diyerek boyun eğmeyeceğini işkenceyi önemsemediğini belirtmesi izleyenleri hayrete düşürmüştü. Büyük bir direnç ve inanç örneği ortaya koymuştu. Onun direnci padişahı bile şaşırtmıştı”38
Şeyh’in öldürülmesiyle tatmin olamayan padişah IV. Murat, Şeyh’e bağlı bulunan 40 kadar Alevi köyünü temellerinden ateşe vererek insanları ve mallarıyla birlikte ortadan kaldırmıştır.
YAVUZ ve SULTAN SÖLEYMAN
Yeniçerilerin canıgönülden bağlı bulundukları önemli bir hükümdar hiç kuşku yok ki, Kanuni Sultan Süleyman’dır. Sultan Süleyman da babası Yavuz Selim gibi bir Alevi-Bektaşi düşmanıdır. Çünkü yaşadığı ortam onu da babası gibi Alevilere karşı düşman yapmıştır. Yavuz’un Şehzadeliği sırasında Trabzon’da Alevileri “deftere eder”ken, Süleyman da Kırım’da şehzade olarak bulunmaktaydı. Selim’in saltanat savaşına katılıp, babası Bayezit karşısında birinci yenilgisi ardından Süleyman’a sığınmış, ondan yardım almıştı. Hiç kuşkumuz yok ki, babasının her türlü olayı içinde Süleyman da bulunmaktaydı. Yavuz Sultan Selim’in ölümü ardından hükümdar olan Sultan Süleyman’a Alevilerle ilgili görüşlerini sorduklarında “bu dinsizlerin pisliklere bulaşmış vücutlarını zaman sahifesinden ne vakit izale eyleriz”39 dediğini solakzade kaydeder.
Bu mantıktaki bir sultanın siz ülke yönetimindeki tutumunu düşünün. Hele dinsiz diye adlandırdığı Bektaşiler-Yeniçeriler ilişkisinin devamını görünüz. Olaylar insan mantığını zorluyor.
Özellikle II. Bayezit sonrası bütün padişahların II. Mahmut dönemine gelene kadar olanlar Kızılbaş, Rafizi, Alevi, Bektaşi diye adlandırılan Alevi Türkmen toplumuna hiç de iyi bakmadıkları, her fırsatta onlardan nefret ettikleri, yeri geldikçe kellelerini kestikleri, mallarını gasbettikleri fetvalarla belgelenmiştir.
II. Bayezit’ten sonra padişah olan Yavuz Sultan selim Han’ın Kızılbaş katliamı konusunda başı çektiğini, eli kanlı bir diktatör olduğunu bilmeyen yoktur. Kimi kaynaklara göre doksan bin, kimi kaynaklara göre de kırk bin Alevi-Bektaşi-Kızılbaş-Rafizi öldürttüğü yazılıdır. Yavuz öldüreceği Alevi toplumunu ister kitle imhasıyla, ister bireysel olarak yapsın mutlaka altında bir dayanak bulunduracaktı. Kendi suçuna zamanın Şehyülislamlarını alet olarak kullanıp, onların fetvalarıyla yapmaktaydı. Yavuz’un fetvacı Şeyhülislamları’ndan İbni Kemal’le ilgili Ali Yıldırım şu tümceleri kullanmakta “Tahrikçi ve Kızılbaş düşmanı Şeyhülislamlardan biri olan Kemal Paşazade de Kızılbaşlığı mahkum etmek için topyekun seferber olduklarını dile getirmekten sakınmıyordu”40
Yine Yavuz’un ruh halini anlatan Yıldırım şu sözleri önümüze koyuyor: “Yavuz Selim’in kitlesel Kızılbaş katliamında Osmanlı engizisyonunun tüm kurallarını, çalışma şeklini, yargılama anlayışını olduğu gibi görüyor, öğreniyoruz. Birincisi din adamlarından ve medrese ulemasından oluşan ‘divan’ göstermelik de olsa bir engizisyon mahkemesidir. Selim ise başyargıç sıfatını taşımaktadır. İkincisi yargılanan sanıklara isnat edilen suç dinsel kurallara aykırı hareket etmektedir”41
Sultanların yaptıkları hayal mahsulu değil, bizzat kendi tarihçilerinin öğünerek, onur meselesi yaparak kaleme aldıkları gerçeklerdir. Yavuz’un çok önem verdiği ünlü bir tarihçisi şu sözlerle öğünüyor, öğünürken de Yavuz’un yaptıklarının haklılığını da örnek gösteriyor: “Fetvaların kaleme alınmalarını müteakip Kızılbaşlara karşı şiddetle harekete geçmek zamanının geldiğine kani olan Selim, müfritlerin tesbit edilerek bir deftere kayıt edilmesini emretmek suretiyle Kızılbaş katliamına girişmişti”42
Selim, bütün bunca katliamı yaparken, bunca Alevi adıyla ortaya çıkan Türkleri, Türkmenleri öldürtürken acaba ordusunu, cellatlarını nereden getirdi, diye bir soru geliyor insanın usuna. Ancak Selim’in cellatlarının Yeniçeri oldukları şüphesizdir.
Yavuz Selim’in oğlu Kanuni Sultan Süleyman Hazretleri Nahçivan seferine çıkmadan önce Diyarbakır Beylerbeyi Ayas Paşa’ya gönderdiği emirlerle, gözünün arkada kalmaması yönünden tedbirleri almaktan da geri durmuyordu. Bu Ayas Paşa ki, Yeniçeri ordusuna alınmış, Acemioğlan okulundan Enderun mektebine gönderilmiş bir devşirmedir “Kızılbaş lekesi olanlar hapis ile iktifa edilmemeli, bu gibiler isabetli tedbirlerle elde edilerek habis vücutları ortadan kaldırılmalıdır. Kızılbaşlığa meyledenlere gecikmeden fırsat ve mecal vermeyesin”43
Yorum gerektirmeyecek kadar açıkça gözler önüne serilen bu belgedeki sözler Sultan Süleyman’ın gerçekten de Osmanlı devletini zirveye nasıl çıkarttığının bir göstergesidir. Bu nedenle de tarihin karanlıkta kalmış nice belgeleri günyüzüne çıkartılmayı beklemektedir.
II. SELİM ve DİĞER FETVALAR
Alevilerin öldürülmesi, ortadan kaldırılması, ya da dine döndürülmesi; yönünden en çok ferman veren, fetva verdiren padişah olarak Kanuni Sultan Süleyman Han Hazretleri’nin oğlu Sultan II. Selim’dir. Selim de tıpkı babası Süleyman ve dedesi Yavuz gibi, bu devletin geleceğini, şeriatın selametini, paşaların ve beylerin mutluluğunu herşeyin üstünde tutan bir anlayış içinde bulunmuştur. Niksar Kadısı’na gönderdiği bir fetvada şunlar yazılıdır:
“Niksar Kadısı’na hüküm ki,
Mektup gönderip Seyyit Mustafa Efendi’nin sana bildirdiğine göre ilçenizde bulunan Matay zaviseyinde Şeyh olan Erdivan, Çırak ve Ali ile diğerlerinin Kızılbaş ve Rafizi olduklarını bildirmişsin. Soruşturma yapılıp durum gerçek ise zaviyedarlığın efendiye verilmesini buyurmamı istemişsin. Adam gönderip adı geçenlerin kutsal şeriata uymağa çağrıldığında, itaat etmeyip kaçtıklarını, geçmişte de sabıkalı olan Erzan kardeşlerin Kızılbaş defterinde kayıtlı olduğunu, bunların beylerbeyini katlettiğini, tarafsız müslümanların haber verdiklerini arz eylediğini kadı askerini yüce katıma bildirmekle adı geçenlerin görevlilerce bulunup, getirip dahi küreğe gönderilmesini emredip buyurdum ki … 1 Temmuz 1572” 44
Selim sonrası saltanat koltuğuna oturan padişahlar aynı yolu izlemeden geri durmadılar. Selim sonrası III. Murat seks uğruna Yeniçerilere nice canlar aldırdı. Geceleri yatağına aldığı kadınların sayısının kırk adet olduğu tarihçi Peçevi İbrahim Efendi yazmaktadır. Şehveti öylesine ayuka çıkmıştır ki, yatağına aldığı kadınlarla ilişkilerini bir komediye döndürmüş, sonuçta da kadınlar suçlu bulunarak birçoğu olduğu yerde ölüme gönderilmiştir.
Bektaşilerle içli-dışlı olan Yeniçeriler, Yeniçeri Ağaları, ya da 94. kışlada oturan Bektaşi temsilcisi bütün bu katliamlar, gereksiz öldürmeler yapılırken neredeler? Neden sesleri çıkmaz? Neden zalimlerin zalimliklerine göz yumarlar? Yeniçerileri Bektaşiler’le içiçe gösteren yazarlar-araştırmacılar bu katliamlar konusunda neler söyleyeceksiniz. Bu fermanlar Bektaşiliğin etkisi olduğu bir alanda yazılabilir mi? Uygulanabilir mi?
Artık belgesi, bilgisi bulunmayan bu tür varyasımlardan kurtulmalıyız.Yeniçerileri Bektaşi gösterme komleksi hiç kimseye yaramaz. Aksine bir takım gerçeklerin gizlenmesine, karanlıkta kalmasına yarar. Ben Bektaşi düşüncesi içerisine Yeniçeri mantığının sığmayacağını, sığdıramayacağını düşünüyorum. İnsan sevgisi-hoşgürü, barış ve demokrat düşünceleri taşıyan Alevi felsefesi içerisinde Yeniçerinin mantığını göstermek zordur. Eğer öyle bir mantık Bektaşi tekkelerinin içine girmişse mutlaka hastalık taşırdı. Bu hastalık ise teslimiyeti, dönekliği, boyun eğmeyi, düşünceyi terketmeyi yeniden Araplaşmayı beraberinde getirirdi. Oysa görülen odur ki, Alevi Bektaşi felsefesi, zalim ve zulüm düşüncesiyle çelişmiş, onurunu kaybetmemek için de kellelerini vermekten kaçınılmamıştır. Bugün eğer Alevi-Bektaşi tarihinde bir onur varsa, paylaşıma dayalı, hele hele -yol kardeşliği- gibi bir kurum hala ayakta kalıyorsa bütün bunlara neden olan Bektaşiliğin derin felsefesidir. Bu felsefeye gönülden bağlı, ödünsüz Alevi-Bektaşilerdir, onun felsefesidir.
Yine Reha Çamuroğlu şu yargıyı koyuyor: “Alevi-Bektaşi-Hurufi-Kalenderi-Torlak-ve Işıklar kesimlerine Yeniçeriler tarafından saldırı ve katliamları böyle bir dönemleme açıklayamayacaktı.”45
YENİÇERİ OSMANLI’NIN AYRICALIKLI ÖRGÜTÜDÜR
Yeniçeriler Osmanlı devletinin gözde askerleri olduklarından önemli seferlere yine onlara dayanılarak gidilir, başkaldırılar onlarla bastırılır, idamlar onlarla yaptırılır, sultanlar onlara güvenliklerini emanet eder, ülkede yapılan herşeyin altında Yeniçeriler vardı. Savaşlarda kazanılan ganimetlerin bir bölümünü sultan Yeniçerilere -ulufe- olarak dağıtırdı. Hele yerli isyanların bastırılması sonrasında Yeniçerilerin keyiflerine diyecek yoktu. Padişahların değişmesinde yine onlar keyiflenirler, yerler, içerler, ihsanlar, ikramiyeler alarak yaşamlarının tadını çıkartırlardı.
Yeniçeriler, Osmanlı’da ayrıcalıklı bir sınıfı olma vasfını Sultan II. Mahmut dönemine kadar sürdürmüşlerdir. Başlangıçlarda görmedikleri ilgiyi ilerleyen asırlarda daha da çok görmüşler, evlenmişler, ev bark, çoluk çocuk sahibi olma hakkını da elde etmişlerdi. Osmanlı devletinin yükselme dönemlerinde Yeniçeriler palazlanıp, zenginleşip, zevk sefa sürerken Bektaşiler aileleri, çocukları ve mallarıyla birlikte katlediliyor, yok edilmeye çalışılıyorlardı.
Yeniçeriler öylesine aymazlaşmışlar, öylesine devlet içerisinde söz sahibi olmuşlar ki, artık istemediği şehzadeyi padişah yapmamağa, istediği şehzadeyi padiah yapmağa başlamışlardır. Bunu bir darbe ile yapmaktalar, başarılı olurlarsa ne ala, istedikleri şehzadeyi padişah yapar, istemediği şehzadeyi koyun boğazlarcasına ortadan kaldırırlardı. Onlara kimse söz geçiremez olmuştu. Her şeyde her ortamda kazan kaldırmağa alışmışlardır.
YENİÇERİLER KIZILBAŞ TARAFTARI ŞEHZADE
AHMET’E KARŞI SELİM’İ PADİŞAH YAPTILAR
Yine Osmanlı’nın Alevi kırımında görevlendirdikleri şehzadeler Yeniçerilerce sınavdan geçirilmekte, işlerine gelirse ona destek de vermekteler. Yavuz Selim ile Sultan Ahmet’in iktidar çekişmesinde yaşanan olaylar Yeniçerilerin etkisi yüksek olmuştur. Şehzade Ahmet iktidara çok yakınken, hatta babası tarafından tahta davet edilmişken İstanbul’a doğru yola çıkmış “Meydana gelen değişmelerden habersiz olan Sultan Ahmet sabah olup denizi geçmeyi ve saltanat merkezine varıp tahta oturmayı gafil bir şekilde bekliyordu. Halbuki Yeniçeriler toplanmış Sultan Ahmet’in tahta geçmesine mani olmaya karar vermişlerdi. Yeniçerilere göre Sultan Ahmet bir Türkmen eşkiyasının (Kızılbaşların) hakkından gelemeyip kaçmış ve saltanatın şanu şerefine halel getirmişti. Saltanat böyle birisine nasıl teslim edilebilirdi. Sultan olmaya laik olan kimse Selim Han’dı. Yeniçeri taifesi Sultan Ahmet’in padişahlığını redde, Sultan Selim’in tahta geçmesini talebe karar verdiler”46
Osmanlı tarihçisinin sözlerinde durum çok açık şekilde görülmektedir. Alevi-Bektaşilerle işbirliği yapmış bulunan Şehzade Ahmet’e karşı Alevi-Bektaşi kırımcısı olan Yavuz Selim’i tahta oturtuyorlar.
Yeniçeriler Selim’i padişah yapma girişiminin mükafatını fazlasıyla aldılar. Selim’den elde ettiklerini Sultan Ahmet’ten alamayacaklardı. Onların gönlü eli açık olan, kimden yardım, para ve bahşiş gelirse en iyisi oydu. Ve onu tutacaklardı. Yavuz Sultan Selim Han Çaldıran Savaşı sonrası Yeniçerilere verdiği haracı Osmanlı tarihçisinden okuyalım: “Kızılbaşlar tam bir hezimete uğrayıp da içlerinden pek azı kurtulduktan sonra, Osmanlı askeri Kızılbaş ordugahını sabaha kadar yağmaladı. Aldıkları ganimetin haddü hesabı yoktu. Değerli ganimetlerin bir kısmı sultan için ayrıldıktan sonra kalanı askerlere dağıtıldı. Atlı askere ikişer, piyadeye birer akçe terakki ihsan olundu”47
I. Murat (1328-1398) zamanında kurumlaşan, Osmanlı devleti içerisinde önem kazanarak, iktidara ortak olacak kadar başarı sağlayan, göze giren ve Sultan II. Mahmut (1784-1838) tarafından ortadan kaldırılan Yeniçeri Ocağı konumuzun ağırlık noktasını oluşturmaktadır. Çünkü Bektaşilerin manevi desteğiyle kurulup, onlarla hiçbir bağı olmadığı halde, Bektaşilerin maneviyetini ve maddiyatını ortadan kaldırmaya neden olan Yeniçerileri ortadan kaldıran II. Mahmut kimdi? Neden bu ocağı kaldırdı? Bu konu üzerinde durmak konumuzu biraz daha aydınlatacaktır. Çalışmalarımızı mümkün olduğu kadar kaynaklara dayandırmağa çalıştık. Bu kaynaklar genellikle Osmanlı kaynaklarıdır.
II. MAHMUT VE UYGULAMALARI
II. Mahmut, 1808 tarihinde Osmanlı padişahı olmuştur. Osmanlı devletinin 30. padişahıdır. Babasının adı I. Abdülhamit, Annesi Nakşidil Valide Sultan’dır. “Annesinin Fransız kökenli olduğu söylenmektedir” 48
Sultan I. Abdülhamit öldüğünde Mahmut henüz beş yaşındadır. Kendisinden 22 yaş büyük olan amcaoğlu III. Selim padişah oldu. III. Selim’in erkek evladı olmadığından Mahmut’u kendi öz oğlu gibi yetiştirdi, onu en iyi okullarda en iyi hocalarda yetişmesini sağladı. Aynı zamanda Avrupa yanlısı ve reformist bir padişah olan III. Selim, Mahmut’u da kendisi gibi yetiştirmeyi, aynı görüşleri almasını sağlıyordu. Kabakçı Mustafa İsyanında III. Selim’in öldürülmesinin ardından Mahmut padişah oldu. Sultan Mahmut padişah olduğunda 24 yaşlarında bulunmaktadır.
Mahmut, III. Selim döneminde kendisini her zaman padişahın yanında buldu. Selim’in tüm uğraşlarını yakından izlemekteydi. Padişah Selim’in yaptığı askeri islahat hareketlerine yakın ilgi duydu. Topçuluğa özel ilgisi vardı. Amcasının tahttan indirilip, kendisinin padişah olmasıyla da amcasından önemli konularda yararlandı. III. Selim’in yeniden tahta geçirilmesi uğraşları içinde bulunmadı. Ancak Alemdar Mustafa Paşa buna öncülük yapıyordu. Bu teşebbüs de boşa gidince Yeniçeri asileri III. Selim’i öldürdüler. Ardından IV. Mustafa’nın da tahta talip olması üzerine o da aynı akibet içinde buldu kendisini. Mahmut II. 1808 tarihinde Osmanlı tahtına rahatlıkla oturdu. Alemdar Mustafa Paşa’yı reformcu Selim’in yanında yaptıklarını bildiğinden onu yeniden sadrazam yaptı. Yapacağı önemli işlerin başında III. Selim’in yaptığı veya yapmağa zamanı elvermediği islahatlara devam etmekti. Anadolu ve Rumeli ayanlarını İstanbul’a davet ederek onlarla ittifak konusunda bir senet imzaladı. Bu anlaşma gereğince devlete bir çeki düzen verilmeliydi. Yeniçeriler’in disiplini üzerinde de durmak gerekliydi. Bu konu Yeniçeri’lerin pek hoşuna gitmemişti. Alemdar Mustafa Paşa üzerine yürüyüp, bu paşayı feci şekilde öldürdüler. Ardından eylemleri durmak bilmiyordu. Sultan Mahmut da tahtından olmalıydı, onu sıkıştırmaktaydılar. Ulemadan çeşitli kişilerin araya girmesiyle bu eylemlerinden ancak yüklü imtiyazlar koparmak koşuluyla vazgeçtiler.
Sultan Mahmut 1808 tarihinde padişah oldu. Ancak Yeniçeri Ocağını 1826 tarihinde kaldırdı. Bu süreçler içerisinde neden bu ocağa dokunmadı da aradan 22 sene geçmesiyle Yeniçeri Ocağı ortadan kaldırıldı? Bu konu üzerinde durmak gerekir.
II. Mahmut’un Yeniçeri Ocağını kaldırması Bektaşi ve Aleviler için problem değildir. Kaldırabilir. Onlar açısından Sultan Mahmut’un yenilikçi bir padişah olması da sorun değildir. Belki bu duruma Aleviler destek de verebilirler. O halde nedir problem?
İşte problemin ana noktası burada düğümleniyor.
Eğer din ya da tarikatlar reformların önünde bir engelse buna da Alevilerin bir diyeceği yoktur. Kaldırılsın, hepsi kaldırılsın.
Ancak Yeniçerilerin devlete vermiş olduğu zararlar, ya da bu ocağın bozulmasının sonuçları Ocağı ilgilendirir. Bu ocağın Bektaşilerle bir sorunu yoktur. Hele hele bozulma dönemlerinde hiç yoktur. 16. yy.dan sonra hiç de olmamıştır. Alevi katliamlarının yapılması sırasında Yeniçeriler’in Alevi ve Türkmen halkı üzerine giderken Bektaşilikle-Alevilikle hiç ilgisi yoktur.
Tek sorun Yeniçeriler’in savaşlarda yaptıklar gülbankta adı geçen Hacı Bektaş adı, Ali adı mı sorun?
Sanırım bir neden de buna dayandırılsa gerek. Çünkü eğer böyle olmasaydı, olay objektif değerlendirilseydi, konumuz akışı içerisinde de göreceğimiz gibi Bektaşi dergahlarının yerine Nakşi ve Mevlevi Şeyhler atanmazlardı.
Biz yeniden II. Mahmut’u tanımaya devam edelim.
II. Mahmut hemen Yeniçeri Ocağını kaldırmadı. 22 yıl bekledi. Bekleyişin nedenleri neydi?
Bu sıralarda balkanlar yavaş yavaş kaynamağa başlamıştı. Orada bulunan Osmanlı devletine bağımlı devletler, Fransız ihtilalinin sonuçlarını yakalamağa başlamıştı bile. Sırbistan isyan halindeydi. Batı da daha başka problemler varken, doğuda Hicaz’da Vehhabilik adlı bir dini mezhep ortaya çıkmış, sürekli gelişiyor, taraftar topluyordu. Osmanlı devletini baş tehlike olarak gören bu akımın önemli hedefleri arasında Osmanlı imparatorluğu ve halifelik vardı.
Rusya, Osmanlı devletine diş biliyor, fırsat kolluyordu. Napolyan’a göz kırparak bazı paylaşımları birlikte götürmek istiyordu. Kanuni döneminde çeşitli anlaşmaları Osmanlı devletiyle yapıp, birçok imtiyaz elde eden Fransa, artık kazandığı bu imtiyazlarla doymuş, yeni yeni imkanlar peşindeydi. Napolyon gibi büyük bir savaşçı vardı Fransa’nın başında. Eflak ve Bağdan’a yerleşen Napolyon’a sesini çıkartmayan Çar’ın amacı Osmanlıydı. Fakat ani bir kararla Rusya’ya saldıran Napolyon karşısında Rus Çar’ı, Osmanlı devletiyle barış imzalamak durumunda kaldı. Sırplar ise Osmanlı’dan çeşitli imtiyazlar karşılığı kargaşadan çekilmişti. Vehhabiler konusunu Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa halletmişti. Tarih 1813.
Bu kargaşa ortamında Yeniçeri ordusunu küstürmemek gerekliydi. Sultan Mahmut bunu yaptı. Östelik onların çeşitli başkaldırılarını da tavizle durdurdu.
Sultan Mahmut kafasında bulunan reformlara devam etmeliydi.
Hemen reform arifesinde yeni isyanlar çıktı. İstanbullu Rumlar iç kargaşa çıkarttılar. 1821’de Mora isyan etti. Bu isyan çok büyüktü, Sultan’ı telaşa düşürdü. Rum patriği ile birçok metropolü de astırarak durumu kurtarmaya çalıştı ise de Mora isyanı bastırılmakta zorlandı. Burada bulunan isyancılar Yunanistan’ın bağımsızlığını ilan ettiler. Avrupa devletleri bağımsızlığını ilan eden isyancılar tarafını tutarak Osmanlı’ya zor günler yaşattı. Sultan Mahmut, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’dan yardım istedi. Ancak Mehmet Ali Paşa, oğlu İbrahim Paşa’yı bu konuda görevlendirdi. 1824 ile 1826 tarihleri arasında iki yıllık zorlu bir vuruşmadan sonra İbrahim Paşa, Mora’ya asker çıkartıp her tarafı yakıp yıkmağa başladı. Avrupa devletlerinin araya girmesiyle, zaten II. Mahmut Mora konusunun devletlerarası bir duruma gelmesini kesinlikle istemiyordu. Yunanistan’ın muhtar bir eyalet olması ve Osmanlı’ya vergi ödemesi koşuluyla bir anlaşma yapıldı. Sultan Mahmut, bu konunun böyle gitmesini istemiyordu. Başarı elde edememesinin nedenini Yeniçeri ordusunun başıbozukluğuna bağlıyordu. Bu Ocağa yeniden çeki düzen vermek isterken Ocak birkaç kez yeniden kazan kaldırdı.
Artık II. Mahmut için öncelikle hallolunması gereken konu Yeniçeri Ocağı’nın yokedilmesiydi. Aksi takdirde ne savaşlar, ne de reformlar yapılabilirdi.
YENİÇERİ OCA12İ9 KONUSU HALLEDİLMELİYDİ
“II. Sultan Mahmut Han, Kapukulu Ocaklarına karşı harekete geçirmek için tam 17 yıldan beri bekliyorlardı”49
Haziran’ın onaltısı 1826 gecesidir. Bütün Yeniçeriler ağalarıyla birlikte Atmeydanında toplanmış eskisi gibi yapacaklarının karşısında yine zaferle çıkacaklarının hesabını yapmaktaydılar. Zaten ne olduysa o gece olmuştu. İkinci Mahmut ve kurmayları kafalarından geçeni çok sert ve acımasız biçimde uygulamışlardı.
Bu kazan kaldırmanın altında yatan neden ise II. Mahmut’un bu ocağı getireceği çeki düzen olmuştu. Yeniçeriler bu kararlılık karşısında kendilerine dokunacak bir hareketi şimdiden bertaraf etmeliydi. O nedenle örgütlü bir biçimde toplanılmıştı. Bu büyük bir gösterişti. Hüsranla bitirilecek bir sonucu beklemek akıllarından bile geçmiyordu.
“15-16 Haziran’da Yeniçeriler, kısa süren fakat şiddetli sokak muharebelerinden sonra, kışlaları top ateşine tutmak suretiyle perişan edildiler. Bu suretle bir vakitler Osmanlı imparatorluğunun en kuvvetli müesesesi tarihe vakai hayriye diye geçti” 50
Ne garip bir gelişme ki, bir zamanın gerçekten de o muhteşem Osmanlı yükselişinin gözde bir ordusu, gözde bir ocağı, padişahlar deviren, vezirler götüren kocaman kurum bir gecede ortadan kaldırılacaktı.
Kendi iplerini kendileri çekiyorlardı. Artık çok şımarmışlardı. Sonlarının ne olacağını bilmiyorlardı. Onlar talimden, düzene gelmekten, uyumdan kaçıyorlardı. Sultan III. Selim’in 1807’de kurmak istediği Nizam-ı Cedit’i ile Sultan Mahmut’un Sekban-ı Cedit’i de 1808’de Yeniçerilerin başkaldırılarıyla ve kanlı ihtilalleriyle yokedilmişti.
Yeniçerileri sıkıntıya sokan konu talim konusuna yanaşmak istemiyorlardı. Bu konuda her türlü baskıya, araya adamlar girmesine karşın kabul etmemekte direnmişlerdi. Bu konuda eski Yeniçeri ağalığı yapmış bulunan Rumeli yakası muhafızı Ağa Hüseyin Paşa, padişaha çeşitli öneriler götürmüş ve demiştir ki: “Padişahım, ben bu kadar yıl Yeniçeri ağalığı yaptım. Şu kadar zorbayı tepeledim, beni dinlersen önce hakkı etmeyip esafili, eşşeriyeyi isyana teşvik edecek birkaç yüz kişiyi toptan kesersin, sonra işe başlarsın, kestirme yol budur”51
İnsan doğramak ne kadar kolay, ölümler bile bazı kimselerin gözünde çok hafife alınabilecek bir konudur. Yeniçeri Ağalığı yapmasıyla öğünen Hüseyin Ağa Paşa’nın bu sözleri padişahın bile insafını sarsmıştı. O salt olayı iyilikle yapma yanlısıydı. Talim yapılması, ordunun düzene konulmasıyla ilgileniyordu. Ordu belirli bir disipline girer, Yeniçeriler gerçek görevlerini yaparlarsa yapılacak bir şey kalmazdı. Padişah Yeniçerilere söz geçirecek kişileri araya koyarak bu konuda söz almıştı bile.
Bu sözün ardından Şeyhülislam konağı ordunun yeni durumuyla ilgili bir toplantıya, ciddi bir toplantıya evsahipliği yapıyordu. Burada verilen kararlar Yeniçeriler’in 150’şer neferden 7650 nefer seçilecek ve bunlar “eşkinci” adı ile öğretmen asker olarak yetiştirilecekti. Kararlar imza ve mühür altına alındı. Hemen eşkinci yazımı başlatıldı.
Sultan Mahmut’un yeniliklerin başlangıcı olan yeni elbiseler Yeniçeri’nin eşkinci sınıfına giydirilip, yeni silahlar, yeni merasimlere başlandı.
Bütün bunlar olurken Yeniçeri Kethüdası Mustafa Ağa, Cambaz Kürt Yusuf, Habip Odabaşı’nın başlarını çektiği on kadar Yeniçeri efendisi durumdan memnun olmadıklarından yeni bir başkaldırı ile bazı şeylerden geri adım attıracaklarının hesabını yapmak için gizli toplantıları peşpeşe yapıyorlardı. Yapılan tören sırasında olay çıkartmaya karar vermişler, ancak, “Kazanlar çıkmadan isyan dudimanı Bektaşiyanın kanununa aykırı” ikazları bu yöndeki yapılacak eylemi gereksiz kılmıştı.
HAYIRLI OLAY (VAKA-İ HAYRİYE)
Yeniçeri ileri gelenlerinin bu planlarına ulema boş durur muydu? Elbette onların ajanları da çalışıyordu. Tedbirler alındı. İşte fırsat burada ele geçişordu. “Son Yeniçeri ihtilali 14-15 Haziran 1826 Çarşamba, Perşembe gecesi başladı. Ve Perşembe günü Yeniçeri Ocağı’nın kanlı bir şehir muharebesiyle kökünden kaldırılması ile sona erdi. Bu beşyüz senelik asker ocağının kaldırılmasına resmen Vaka-i Hayriye-Hayırlı Vaka adı verildi”52
İlk bakışta olay kolay gibi görünmesine karşın hiç de durum böyle olmamıştır. Onbinlerce Yeniçeri bir anda suçlu suçsuz ortadan kaldırılıyordu. Beşyüz yıllık bir gelenek kanlı bir biçimde tarihe karışmıştı. Neydi bu olayı meydana getiren, neden kocaman Yeniçeri Ocağı bir anda ortadan kaldırılmıştı? Neden şimdiye kadar bu konuya teşebbüs etmeyen Padişahlar 1826 Haziran’in bir Perşembe gecesi bu kanlı tarihi yaratıyorlardı. Evet, Yeniçeriler laçkalaşmışlar, çürümüşler, sarhoş ayyaş olmuşlar, orduyu ve devlet onurunu ayaklar altına almışlar.
Kaldırılsın, yokedilsin. Ancak bunca kanlar neyin nesidir? Hepsi II. Sultan Mahmut’un batı yanlısı reformu uğruna mı? Reformların altından kanlar akacaksa bütün bunlar niye yapılmakta? Olayların içinde ezilen salt Yeniçeriler mi?
Herkesin fikirbirliği etmişcesine “Vaka-i Hayriye” evet hayırlı olay bunun neresinde hangi din hangi mezhep binlerce ölünün, oluk oluk akan kanların altında hayırlı iş yattığını söylemektedir? Tüm vicdanlar, tüm tutumlar, bunun hayrının altında yatan neden üzerinde biraz düşünmelilerdir. Bir Ocak kuruluyor 13. yy.da. Adını da Hacı Bektaş tarikatından alıyor. Onun adına dualar, gülbanklar okunuyor. Ama beşyüz yıllık süreçte Bektaşi gülbankının sözlerinden başka tekke felsefesiyle ortak ne kalıyor? Elbette bir devlet kuruluş aşamasında sırtını bir güce dayamak durumundaydı. Ya da durumundadır. 13. yy.da Anadolu topraklarında yaşayan Türklerin daha başka bir anlatımla Alevi Türkmenleri’nin nüfusu büyük yoğunluktadır. Beyliklerden her kim sırtını büyük bir kitleye, ya da o kitlenin bağlı bulunduğu kuruma dayarsa işte başarmanın, kolay başarmanın altında yatan gerçek.
Elbette Osmanlı beyliği, sırtını Anadolulu ilk tarikatların birisine bağlamak durumundaydı. Anadolu’da hangi tarikatlar vardı? Ayrıcalığı neydi de Bektaşilik bunca tarikata rağmen Osmanlı beyliğince neden seçilmişti?
İşte bir düğüm de burada yatmaktadır.
ANADOLU’DA TARİKATLAR
Çeşitli bölgelerde kurulup Anadolu’ya gelen tarikatlar hangileridir. Anadolu’da rolleri nedir? Neden Osmanlı beyliği bu tarikatlara yaslanmaz da Rafizi, Kızılbaş denilen tarikatların peşindedir? Öncelikle Anadolu’da o dönemde var olan tarikatlara bir bakalım.
Ortadoğu ve Ortaasya’dan Anadolu’ya gelmiş bulunan tarikatlar şunlardır:
1- Kadriye: Kurucusu Abdulgani Geylani (ö.ö0 Bağdat), Anadolu’daki kurucu temsilcisi: Eşrefoğlu Rumi.
2- Nakşibendiye: Kurucusu B. Nakşibendi (ö. 1389 Buhara) Anadolu’ya girişi Molla İlahi ile başlamıştır.
3- Zeyniye: Z. Hafi tarafından kurulmuştur. (Ö.1434) Anadolu’ya Abdüllatifi Kudsi aracılığıyla girmiştir.
4- Halvetiye: Kurucusu Ö. Halveti (ö.1397 Herat).
5- Rufaiye: Kurucusu A. Rufai (ö.ü3 Vasıl).
6- Sadiye: Kurucusu S. Cibavi (ö.1300).
7- Bedeviye: Kurucusu A. Bedevi (ö.1276 Mısır). Afrika’dan Anadolu’ya gelmiştir.
8- Şazeliye: Kurucusu E.H. Şazeli (ö.Ş8 Mısır). Afrika’dan Anadolu’ya geldi.
9- Kalenderiye: Kurucusu Kudbettin Haydari (ö.ğ1).
10- Yeseviye: Kurucusu Ahmet Yesevi (ö.ö6 Yesi). Anadolu’da fazla kalmadan Alevi-Bektaşi tarikatlarıyla birleşti.
Bunlar dışında Anadolu’da kurulan tarikatlar şunlardır:
1- Bektaşilik: Kurucusu Hacı Bektaş (ö.1271).
2- Mevlevilik: Kurucusu Mevlana (ö.1273).
3) Bayramilik: Kurucusu Hacı Bayram Veli (ö.1430).
- yüzyıl Anadolu’sunda çok yaygın olmayan tarikatlar ve de fazlaca temsilcileri bulunmayan kuruluşlar ilerleyen zaman içerisinde gelişmiş, büyümüş, kök salmış, çıkarları devlet yöneticileriyle birleşen veya eğilimleri gereği zaman içerisinde ağırlığını koyarak devlette önemli mevkiler elde ederken, Bektaşilik zaman içerisinde devletle ilişkilerini sıfır noktasına getirmiştir.
Ancak Osmanlı devleti kuruluş aşamasında sırtını dayayabileceği yegane gücün Bektaşilik olduğu gerçeği gözlerden kaçmamıştır. Çünkü Anadolu’da Ç9 Babailer ayaklanmasının bastırılmasının ardından Bektaşilik barışsever bir tutumla ortaya çıkmış, felsefesi diğer kurumlara hoş gelmiş olduğundan Babailik, Yesevilik, Haydarilik, Kalenderilik, Ahilik gibi kurumlar Bektaşilik içerisinde kaynaşma göstermişlerdir. Bu nedenle elbette Osmanlı devlet aşamasında önemli planda olacak olan kurum Bektaşilik’ti.
Osmanlı devletine güç veren hem maddi hem manevi yönden her türlü katkıyı sağlayan kurumlardı bunlar. Yeniçeri ordusu kurulurken bu kurumun Bektaşiliğin manevi gücü orduyu kutsamaya gerekli görüldü. Beşyüz yıl Osmanlı’nın Yeniçeri ordusu manevi gücü bu kurumun liderinin manevi gücünden almış oldu. Ancak zaman içerisinde bu durum göstermelik olmaktan öteye geçemedi.
Ancak Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılışıyla birlikte, kuruluş aşamasında, bu devletin temellerine harcını koymuş, sevgisini vermiş, savaşmış yöneticiliğini yapmış, savaşlarda vargüçleriyle düşmana aman vermemiş, Anadolu’ya yapılan saldırı sırasında çeşitli örgütleriyle karşı koymuş bu tarikat bir anda ortadan kaldırılmak isteniyordu. Ezilip, başı kopartılmak gereği duyuluyordu. Konumuzun akışı içerisinde bu kuruma sonuçta yapılanları göreceğiz.
YENİÇERİLER ACIMASIZCA
YAKILIP YOKEDİLİYORLAR
Yeniçerilerin başkaldırılarında hiç mağlubiyetleri olmamıştır. Hele her seferinde de büyük imtiyazlarla işi kotarıyorlardı. Bu kez sonlarını hazırladıklarının bilincinde olmadıklarından, bütün kışlaları topa tutularak ateşe verilmişti. Binlerce insan ölmüş, yüzlerce insan yanmıştı. Yangınından İstanbul sokakları böylesine bir katliama tanık olmamıştı. Sanıyorum İstanbul tarihi böyle bir olayı ilk kez yaşadı.
“Sultan Ahmet camiinin sol cephesinde yer yer yakalanıp getirilen Yeniçeriler soruşturulmadan boğuluyor, leşleri çınar altına atılıyordu. O gün böylece öldürülen Yeniçeri sayısı 200’ü aşmıştı. Hüseyin Paşa’nın ağa kapısında öldürdüğü ı nefere yakındı”53
Bir kışlanın topa tutularak tüm birliğin onbinlerin yanmasının dışında gözgöre göre insan avıyla avlanan Yeniçerilerle ilgili tarihçiler açık bilgiler vermekteler. Hele canlarını kurtarmak için binlerce Yeniçeri Belgrat ormanlarına kaçarak kurtulmak istediler. Özerlerine gönderilen ordu yetersiz kalınca emir vericiler, kocaman ormanlığı ateşe vererek insanlarıyla birlikte yaktılar. Bu emir padişahtan geliyordu. Oysa bir toplu iğnesi için fetva veren Şeyhülislamlardan Yeniçeri ölümleri için, bu fetva da alınmadan kocaman bir orman da yakılmıştı. “İkinci Sultan Mahmut, bütün Yeniçerileri ölüm fermanlısı yaptı”54
Dünya tarihinde böylesine olaya rastlamak olası değildi. Roma’nın yakılmasında bu kadar insanın öldüğü söylenemez. Uçsuz bucaksız ormanlardan gelen insan eti kokusunu bütün İstanbul kokluyordu. Bu kıyımlar en az üç ay kadar devam etmişti. Yeniçeriye bulaşan kimler varsa, hepsi aynı sonu görecekti. Yeniçeri ocağında sinek bile bırakılmayacaktı.
“Başta İstanbul’a en yakın Belgrad ormanları, muhtelif istikametlerden tutuşturuldu. Civardaki tepeleri askerle doldurarak ateşten kaçanları aman vermeyip vurdular… Karadeniz’den esen rüzgar, ateşi o kadar büyüktü ki, boğazın methalindeki kayaları döven deniz pembe bir renge bürünürken ve Bahçeköy Su Kemeri beyazlığını kaybedip kızıl bakırı andırırken iri ağaç gövdeleri dehşetli gürültülerle yere devrildiler”55
BEKTAŞİLERE FERMAN PADİŞAHTAN
İş bununla da kalmıyordu.
Sırada başka unsurlar da vardı. Beşyüz yıl öncesinde bu Yeniçeri Ocağı’na dua ile destek veren Bektaşi Ocağı için tam bir fırsattı.
“Ocağın kaldırılmasından sonra Yeniçerilik ve Bektaşilik pek çok garazkar kimselerin elinde pek çok namuslu adamın adına kara çalmak için bir damga oldu. Ayak takımından ise “Yeniçeri” dediler, içtimai mevki sahibi ise “Bektaşi” dediler. Mesela devrin en seçkin bir hekimi ve muverrihi Şanizade Ataullah Efendi, kendisini hiç çekemeyen hekimbaşı Behçet Efendi’nin garazına uğradı ve Bektaşidir diye sürgüne gönderildi, perişan olup öldü gitti”56
Bu olayı yaratmak, onun üstüne gitmek için çeşitli bahaneler ileri sürmek yerine doğrudan doğruya Bektaşilik’in üzerine gitmek, onunla hesaplaşmak, reformcu padişaha daha uygun düşerdi doğrusu! Yoksa laçkalaşmış, kendi çıkarlarını her şeyin üstünde tutan, cinayetler işleyen bir örgütle eşdeğer tutularak ya da onunla bağlantısı olduğu yönde çeşitli tarikatların etkisi ile insan sevgisine, barışa, kardeşliğe, paylaşıma dayanan temellerini de bu felsefe üzerine kuran bir kurumu ortadan kaldırmak için gerekçe yaratmak olumlu bir davranış olmasa gerek.
Artık Yeniçerilik diye bir kurum yoktu ortada. Şimdi reformlara başlanmalıydı. Bu reformlardan önce büyük engeller ortadan kaldırılırsa belki daha da kolay yapılabilirdi. Neydi bu engeller? Kimilerine göre Bektaşilik ortadan kaldırılmadan yeni reformlar yapılamazdı. Kimilerine göre ise Bektaşilik varoldukça Yeniçeri Ocağı’nın görüntüsü ortalıktan silinmezdi. Onun tarihi görüntüsü, manevi destekçisi ortada kaldığı sürece ülkede ne huzur kalır, ne de sükun olurdu.
Bu engel, Bektaşilikti. Bu görüşte olanlar elbette padişahı yanlış yönlendirmekteler, elbette kamuoyunu aldatıyorlardı. Ancak vicdanlarda bulunan kıpırtılara gem vurmak ne kendi içlerini rahat bırakırdı, ne de toplumun geleceğine bir yarar sağlardı.
Zaten devletle de öyle bir diyaloğu olmayan Bektaşiler, devlet içerisinde neler olmuş, neler bitmiş pek de ilgilenecekleri bir durum yoktu. Çünkü yürütülen her şey, yapılan baskı, şiddet, adam kayırmalar, rüşvetler, kelle uçurmalar, hapishaneler, yolsuzluklar, ahlaksızlıklar, Bektaşiler’in pek de görebilecekleri durum değildi. Bektaşi Aleviler, Devletten kopuk yaşatılmak zorunda bırakılmış bir toplumdu. Onlar kendi tolumlarını kapalı bir toplum statüsünde denetlemekteydiler. Tekkeler ve tekkelerde eğitici olan dedeler ve dervişler aracılığıyla toplumuna kendi geleneklerini, kendi bilgilerini, kendi kararlarını, kendi yollarını taşımaktaydılar.
Devleti yöneten güç zaten Alevilerin katledilmesiyle ilgili fetva veren, karanlık, kirli işler çevirmekten hoşlanan bağnaz din adamlarıydı. Bunlar için kendilerinden olmayan herkes gavur ve dinsizdi. Kendileri ve kendi kafalarındaki örümcek yuvalarını tüm toplumun kafasına aşılamak ve böylece her şeye boyun eğen, herşeyin kendi deyimlerine göre Allah’tan gelen, Allah ise kendilerini ayrıcalıklı bir grup olarak tüm insanların üstünde yaratmıştı. Onlar ise Allah’ın yeryüzündeki birer gölgeleriydi. Allah adına avukatlık, Allah adına yargıçlık, Allah adına hükümleri uygulayan bir deha sayıyorlardı kendilerini. Zaten medreselerde yetiştirdikleri öğrencileri de bu doğrultuda yetiştiriyorlardı. Din onların en büyük silahlarıydı. Onu rahatlıkla kullanıyorlardı. Eğer ellerinde din gibi kullanılabilir güçlü bir silahları olmasaydı, onlar bir hiçti. Bu görüş, bu mantıkta yöneticiler, bu mantıkta vezirler, başvezirler, kadılar yetiştirilmekteydi. “Devlet; Yeniçeri, Bektaşilere ya da halkın çoğuna karşı girişeceği iç savaşa, dinsizlere karşı girişilen bir cihat olarak bakıyor, yürüttüğü hareketin tüm aşamalarını bu oyunun kurallarına göre düzenliyordu. Dualar, tekbirler, her şey ama her şey, dinsizliğe karşı, din senaryosu içinde sahneye konuluyordu”57
Devlet içerisinde kinle, garazla yetişmiş sadist yönetici paşalarsa ellerine geçirdikleri fırsatı değerlendirmesini iyi bilmekteydiler. Zalim ve zulümlüklerini her fırsatta herkese bulaştırmak istiyorlardı. Mollalarla yakın çıkar işbirliğinde karalama ve fesatlıklarla padişahı ikna yoluna gitmişlerdi. Neydi bu ikna politikası Sultan II. Mahmut’a Bektaşiliğin zararlarından, Bektaşilik yaşadıkça, Yeniçeriliğin yeniden hortlayacağını ve devleti bozacaklarını söylüyorlardı. Oysa II. Mahmut’u Batı yanlısı reformları yapmağa ikna eden reformcu aydınların yaptıkları, padişahı ikna önlemleri onlarca ilgisizmiş gibi gelmesi karşısında yine de gerçek niyetlerini belli etmiyorlardı. Batı’dan gelen Fransız İhtilali’nin insancıl dalgaları onları da tedirgin etmekteydi. Avrupa’da oluşan insan haklarına, insanı birinci sınıf sayan yeni fikirlerle insanın gerçek özünün sevgi olduğu ve barışa, insan hak ve hürriyetlerine dayanan Bektaşi-Alevi felsefesiyle Batıdan gelen yeni dalga birleşirse ne yapabilirdi bu takım? Oysa Batı bu Bektaşi felsefesini tanımamalıydı.
Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması bir bahaneydi. Bu bahane içerisinde Bektaşilere de aynı doğrultuda bir darbe indirilirse hiç kimse bunun farkına bile varamazdı. Bu ortamda kaynar giderdi. İlerisi için yeni bir fırsat doğmayabilirdi. Çeşitli Sünni tarikatlara mensup tutucu kesim yakaladığı bu fırsatı değerlendirecekti. Oysa halkın büyük kesimi olan Sünni halk da bu durumdan rahatsızlık duymaktaydı. Padişahı etkilemek kolaydı fitne takımı için. Fetvalar mekanizması devredeydi. İşin kolayı dururken neden bunun tersi yapılmalıydı?
Sultan Mahmut, çevresinin de etkisiyle yeni bir fırsatı değerlendirmeye ikna olmuştu. Şeyhülislam Tahir Efendi’ye fetva hazırlatılmıştı bile. Yeni bir plan uygulanacaktı, bu planın adını da kendileri koymuştu: “Hileyi Şerriye”. Bir süre yüreklerdeki duygular bastırılacak, kimse kime nereden nasıl ne geldiğini bilmeyecekti. Osmanlı devletinin kuruluşunun manevi ve maddi gücü için yüreklerin körletilmemesi için hiç bir neden yoktu zaten.
Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması Bektaşiliğe indirilmesi gerekli darbe için fırsat kollayan güçleri harekete geçirdi. Bu güçler fırsatı elden kaçırmamak için geceli gündüzlü çalışmalarını yoğunlaştırdılar. Ulemayı, padişaha yakın kişi ve kurumları, Nakşi, Mevlevi ve diğer tarikatları bu konuda ne kadar grup varsa örgütlü biçimde Padişah Sultan Mahmut’u ikna yoluna gittiler.
Onca yenilikleri yapan bir sultanın aklına tek Bektaşilik-Alevilik konusu gelmezdi, gelmemeliydi diye düşünmekteyiz. Çünkü Bektaşilik yapılan yeniliklerin karşısında olamazdı, tarihin hiç bir döneminde yeniliklerin önünde engel olmamıştır, felsefesi zaten buna uygun değildir.
“1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılışından sonra, onlarla sıkı ilişkileri dolayısıyla Bektaşiler Tarikatı kapatıldı ve malları satıldı”58
Osmanlı tarihinde ilk kez bir tarikat kapatılıyor, mallarına el konularak satılıyor. Osmanlı yönetimi, dolayısıyla Sultan II. Mahmut’u bu kadar sertliğe götüren neydi?
“Bektaşiler bozuk ve karanlık inanışlı, cahil ve dine aykırı düşüncede insanlardı”59
Sultan Mahmut’u iknaya bu tür davranışlar ve sözler yeterlidir. Bektaşiyi “zındık, dinsiz, kafir” diye nitelemek, böylesine kara çalmak, hele bunu bir maksatla yapmak istedin mi iş daha da kolaylaşıyor. Hele hele onları ortadan kaldırmak için kolay yollar vardı. Fetva mekanizması zaten emir bekliyor, kendisine iş arıyordu.
İşi, 19.yy. tarihçilerinden Cevdet Paşa’ya bırakalım. Yorum yine onlara ait olsun. Bir devlet yetkilisinin ağzından Yeniçeri sonrası Bektaşi tekkelerinin nasıl kapatılması gereklidir. Kimler niçin neden toplandılar? Nasıl kararlar alındı birinci ağızdan dinleyelim:
FETVA MEKANİZMASI’NIN KARARI
“Bektaşiler, peygamberlik iddiasından sonra karışıklığa yatkın olan halkın kalbini çelip kötülüklere sürüklediler. Özellikle cahil insanlara ve yeniçerilere sokulup işledikleri kötülüklerle onları da baştan çıkarıp isyan edecek duruma soktular. Osmanlı topraklarının her yerinde öncesi ve sonrası kanun yolu ile idam edilmeleri, devleti sevenlerin amacı idi. Allah’ın lütfu ile bunun zamanı gelmişti. 2 Zilhicce günü padişah sarayı içinde bulunan cami-i şerifte sadr-ı azam, eski ve yeni Şeyhülislamlar, sudur-u kiram, Nakşibendi tarikatı şeyhlerinden Beşiktaşlı Yahya efendi türbedarı Hafız efendi, İdris köşkünde tekkesi olan Balmumcu Mustafa efendi, Mevlevi şeyhlerinden Galata Şeyhi Kudretullah dede, Beşiktaş şeyhi Abdülkadir efendi, Kasımpaşa şeyhi Ali efendi, Halvetilerden Koca Mustafa şeyhi ile Zakir başı Şikarizade Şeyh Ahmet efendi. Merkez efendi şeyhi Ahmet efendi Ösküdar’da Nasuhizade şeyh Şemseddin efendi, Halveti tarikatından Hüdayi şeyhi Şahap efendizade Seyyit efendi, Bandırmalızade Galip efendi, Sa’diye’den kahveci Şeyh Emin efendi ve Şura ileri gelenleri topluca bulundukları halde Meclis kuruldu. Padişah da kafes arkasından gözetleyip dinledikleri halde görüşmelere başlandı.
PADİŞAH’IN KAFES ARKASINDAN
TOPLANTIYI İZLEMESİ
İlk önce Şeyhülislam efendi söz aldı. Şeyh efendilere: “Hacı Bektaş-ı Veli ve başkaca pirler, saygı değer kişiler, hep ehlullah olup onlara kesinlikle diyeceğimiz yoktur. Yalnız Osmanlı topraklarında bu tarikata girenler eski gelenek ve kuralları üzere gidip ilk devletin kanunlarına uymaları lazıdır. Hatta şeriatta mekruh olan nesne tarikatta haram sayılır. Bazı cahil kimseler ise Bektaşilik adiyle kendi havalarına uyarak farz olan şeyleri yerine getirmek bir yana, ibadeti bile küçümseyip kötü gözle bakmaları ve mahrumiyet tanımamaları ile kafir oldukları herkesin ağzından duyulmaktadır.
Sizler Osmanlı Devletinin yolunda şeyhlersiniz. Bu hususta duyduğunuz ve bildiğiniz nasıldır. Bu gibileri hakkında ne dersiniz?” deyince bazıları: “O tarikat adamları ile ilişkilerimiz olmadığı için durumlarını ve tutumlarını bilmeyiz…” dediler. Bazıları da: “Ösküdar’da bu gibi dini inkar edenlerin olduğu sınırı aşacak derecede duyulmaktadır” diye Bektaşilerin işledikleri kötü davranışları söylediler.
Bazı ulema tarafından bunların çoğunun şeriata aykırı harekete cesaret ettiklerini herkes bilir. Ama her birinin şahsında Kur’an’a ve sünnete zıt tutum ve davranışları sabit olmadığı takdirde hepsi hakkında genel bir şer’i hüküm hangi cihetle olur?” diye sordu. Başka ulema da Bektaşi reislerinden “Kıncı Baba dedikleri” sapığın, İstanbul ağası Ahmetzade ile Yusuf Agah efendi mühürdarlığından doğma Salih adlı yaramaz ve dine zıt davranan, namazı bırakmış, oruç yer ve buna benzer kötülüklerinden başka Ebubekir ve Ömer hazretlerine de sövdükleri de çok duyulmaktadır. “öldürülmeleri vaciptir” dediler. Ayrıca Yasincizade efendi: “Bu gibilerin öldürülerek cezaları caizdir. Kötü davranışları kendi üzerlerine sabit olmak gerektir” diye cevap verdikten sonra Ösküdar, Eyüp, Hisar ve başka taraflarda olan Bektaşi tekkelerinin altmış yıl önce mevcut olanları pek eski sayılarak içlerine başka tarikat ileri gelenlerinden ve sünnet ehlinden türbedar dikilip ve altmış yıldan sonra yapılmış olanlar sonradan yapılmış ve kurulmuş olmakla yıkılmalarına karar verildi. Gerek eski, gerek sonradan ortaya çıkan tekkelerin içlerinde bulunan babaları ile mürit adı altındaki zina çocuklarının itikatları yola getirilip düzeltilmek üzere Hadim, Birgi ve Kayseri gibi ulema birikmiş olan yerlere sürgün edilmeleri için karar verildi.
BEKTAŞİ TEKKELERİ YAKILIP YIKILIYOR
DEDELER ÖLÖM VE SÖRGÖN GÖRÖYOR
Bunun üzerine 4 Zilhicce günü gemicilerin ünlüleri sayılan Kıncı, İstanbul ağası zade ve Salih babalar idam edildiler. Rumelihisarında şehitlik, öküz limanı, Karaağaç, Yedikule, Sütlüce, Eyüp, Ösküdar, Merdivenköyü, Çamlıca adlı yerlerde bulunan Bektaşi tekkeleri yıkılıp içinde yatıp kalkanlar da götürülüp Darphane hapishanesine tıkıldı. Sonra birer birer Şeyhülislam tarafından akideleri soruldu. Şii usulü üzere sakınarak şeriat yolundayız, dediler. Sünni olduklarını söylediler. Cahil olanların inanış meseleleri ve bunların getirdiği işlemi ayırmakta cevap vermeye güçleri yetmezdi. Ancak Rafızi olup dini terketmedikleri, hak yolundan ayrılıp batıla dönmedik, dedilerse de dış görünüş, tutum ve davranışları yalan söylediklerini belli ediyordu. Ayrıca bütünü ile Bektaşiler hakkında söylenenlerin oldu bitti girişimler, ahlak ve insanlık dışı işlediklerine bakılırsa bu karışıklığın daha içinde iken yapacakları zararların ortadan kaldırılması siyaset gereği sayıldı. Şehitlikte olan Mahmut baba yedi adamı ile Kayseri’ye, öküz limanındaki Ahmet baba, Yedikule’deki Hüseyin baba ikişer adamı ile Hadim’e, Karaağaç tekkesinde Hacı Bektaş-ı Veli dedikleri şahıs ise sekiz müridi ve başkaca babalar da birer yere sürgün edildi.
Ötekiler Sünni kılığına girdi ve ortada Bektaş adında ve kıyafetinde kimse kalmadı.
İzzet Molla’nın beyti:
Ağalar eyledi cehiyme sefer
Çaldı Bektaşiler de göç borusun.”60
Ulemanın almış olduğu bu kararlar hemen yaşama geçirildi. Bir kafes arkasından gizlice bu toplantıyı izleyen padişah da bu yüce bilgilerle donatılmış altın kalpli kimselerin kararlarına aynen katıldı. 60 yaşına kadar olan tekkelerin dışındaki bütün Bektaşi tekkeleri ortadan kaldırılmaya, altmış yaşın üstünde bulunan tekkelerin, mallarının müsadere edilmesine adamlarının da sürgün edilmesine karar verildi. Anadolu ve Rumeli’de de ne kadar Bektaşi tekkesi varsa hepsi kapatıldı. Yalnız Hacı Bektaş tekkesi o büyük pirin adına sözde saygıdan dolayı açık bırakıldı. Ancak bu ulu dergahın başına Nakşi şeyhi getirildi.
Kapatılan tekkelerin mallarına el konularak ya diğer tarikatlara verildi ya da çoğunluğu İstanbul’a taşınarak bir yerlere konuldu. Binaları yıktırılmayan tekkeler ise “bir kısmının hem Anadolu’da hem de Rumeli’de cami ve mescide çevrildiği de kayıtlarda görülmektedir”61
Yine devlet arşivlerinde bulunan kayıtlara göre Şeyhülislam fetvasına dayanarak verilen bir karar hakkında “Bu kararnamede ise “Yeniçeriliğin ilgası üzerine yıktırılan tekke yerlerinin vakıf olanlarından Bayazıd Evkafı’ndan olanların varislerine verilmesi, diğerlerinin zaptına ve türbelerinin de fetvaya göre işleme tabi tutulması”62
Kapatılan tekkelerin dışında kalanlarına Nakşibendi tarikatı şeyhleri tayin edilmiş olup, o yöre halkı onların deyimiyle, “ehli sünnet” edilmeleri üzerine yol bulunmuştur. Hacı Bektaş tekkesinin başına ise Hacı Bektaş tekkesine en yakın Nakşi tekkesi şeyhi tayin edilmiştir. Bu Şeyh’in adı Mehmet Sait Efendi’dir. Abdulkadir Sezgin’in devlet arşivlerinden elde ettiği belgelerde ise bu Şeyh’in Hacı Bektaş kasabasında sıkıntı çektiği, kasabanın küçük halkının fakir olması Şeyh’i fazlasıyla üzmüştür. Şeyh de padişaha yazdığı bir mektupla bu ulu pirin tekkesinin Pirevi’nin karşısındaki küçük mescidin yıkılarak yerine cami yapılmasını istemiştir. 1827’de Hacı Bektaş tekkesine yaptırılan bu cami Nakşi Şeyhi Mehmet Sait Efendi’nin özel isteği üzerine yapılmıştır.
II. Mahmut döneminin ünlü sufilerinden Kuşadalı İbrahim Halveti de Bektaşilere yapılan bu olayları tasvip ettiğini, Bektaşilik, Şiilik, Rafizilik’in birbirleriyle sıkı ilişkileri olduğunu, hatta hepsinin de aynı olduğunu, dostlarına yazdığı bir mektupta padişahın ve ulemasının vermiş olduğu bu kararı desteklediğini bildirmiştir.
Bu olaydan nasibini salt Yeniçeriler değil, bununla birlikte Bektaşiler de almıştır. Ölkede, özellikle İstanbul’da ne kadar Bektaşi yanlısı, onlara yandaş olan varsa ya da kendilerine Bektaşiyim diyenler bile rahatlıkla susturulmuştur. Bektaşilere, Yeniçerilere acınmak suçtu.
Arnavutluk ve Mısır’a kadar geniş bir coğrafik alana yayılan Bektaşilik, kolaylıkla ortadan kaldırılamayacaktır. Çünkü beşyüz yıllık bir tarihi, Osmanlı devletinin tarihinden bile eski bir geçmişi vardır. Osmanlı devlet olurken bu tarikatı kullanmadı mı? Hem bu tarikattan hem maddi hem manevi destek görmedi mi? Hem de ilk üç padişah Bektaşi-Alevi tarikatına bağlı değil mi?
Bütün bunlara bakan kim? Kim takar geçmişi, geleceği. Önemli olan günü kurtarmak değil miydi?
İstanbul’da verilen bir fetva bütün bu geniş coğrafik alana yayılan tarikatı yok etmeye yetecek mi? Sert önlemler almak daha da önemli değil mi? Bu yapıldı.
Salt Bektaşi dedeleri, babaları, dervişleri değil, sempatizanları bile sürgünden nasibini aldı. Bazı tekke postnişinleri özellikle ehli sünnet ulemasının yoğun oldukları bölgelere gönderildi. Belki imana gelirler imajı işlendi. Bektaşi tekkelerinin dejenere oldukları, ehli inançtan çıktıkları topluma işlenerek, bu tekkelerin başlarını Nakşibendi şeyhleri tayin edildi.
BEKTAŞİLİK DİĞER TARİKAT OYLARIYLA
YOKEDİLMEK İSTENİYOR
Sultan II. Mahmut’un kafes arkasından izlediği toplantıda görev alan çeşitli tarikata bağlı Şeyhler Anadolu’nun en eski ve köklü bir tarikatının ortadan kaldırılması yönünde oy kullanmışlardır. Anadolu Türkiye’si için bunca emek harcayan, Anadolu Türk kültürünün yerleştirilip, yaşatılmasında büyük payları olan Arap kültürüne dayanmayan tek Türk tarikatının bu topraklardan silinip atılması “zındıklar”a bir ders olacaktı onlarca. Bunun için toplantıya katılan:
- Eski ve Yeni Şeyhülislamlar
- Nakşibendi Şeyhleri’nden Beşiktaşlı Yahya Efendi
- Nakşi Şeyhinin Beşiktaşlı türbedarı Hafız Efendi
- İdris Köşkü’nde tekkesi bulunan Balmumcu Mustafa Efendi
- Mevlevi Şeyhlerinden Galata Şeyhi Kudretullah Dede
- Beşiktaş Şeyhi Abdulkadir Efendi
- Kasım Paşa Şeyhi Ali Efendi
- Halveti Tarikatından Koca Mustafa Paşa Şeyhi Zakir zade Ahmet Efendi
- Merkez Efendi Şeyhi Ahmet Efendi
- Ösküdar’da Nasuhzade Şeyh Şemsettin Efendi
- Halveti tarikatından Hüdayi Şeyhi Şahap Efendi
- Bandırmalızade Galip Efendi
- Sadiye’den Şeyh Emin Efendi
Alevi-Bektaşiliğin ortadan kaldırılacağını, Yeniçerilerin kırıma uğraması ile Bektaşiliğinin sonunun getirileceği sanıldı. Bu nedenle ilgisiz gerekçeler bulunarak bir gecede İstanbul’un tanınmış Bektaşi dedeleri idam sehpasına gönderilmiştir. Bunlardan Kıncı Baba, Salih Baba adı geçen tekke ve tarikat Şeyhleri kararıyla ölüm fermanı yazılmıştı. Rumeli Hisarı’nda Şehitlik, Sütlüce, Öküz Limanı, Karaağaç, Yedikule, Eyüp, Ösküdar, Merdivenköy, Çamlıca tekkeleri yıkılarak içinde bulunan kitap, bilgi, belgelik ne varsa hepsine el konularak götürüldü. Tekkede bulunan insanlar hapislere dolduruldu. Hapsedilenler “sünni” olduklarını, sünni kalacaklarını söylemeleri halinde serbest bırakıldılar. Direnenler her türlü baskıyı göğüsleyerek dağlara, sığınaklara kaçıyorlardı.
Peki neydi beşyüz yıllık Bektaşi tekkesini ölüme götüren ya da ölüm fermanını imzalayan fetva? İşte aşağıda fetvanın orijinalini bulacaksınız. Bu fetva yorumsuz olarak verilmektedir.
BEKTAŞİ TEKKELERİYLE BEKTAŞİLER HAKKINDA SADR-I aZAMIN TELHİSİ VE HATT-I HÖMaYUN SURETİ
Şevketlž kerametlž mehabetlž kudretlž velin”metim efendim Padişahım,
Bir müddetten beru Ösküdar ve Eyyüp ve Boğaziçi taraflarında ve sair mahallerde olan Bektaşi tekkeleri ibahiyye ve revafız misillž birtakım mülahide ile malamal olarak şürb-i hamir ve terk-i savm ve salat misillž enva-ı fısk ve fezahati b” mehaba irtikap ve ayinlerinde olan matem gecelerinde ve ayn-ı cem tabir ittikleri evkat-ı cemiyetlerinde nežzübillah-ı teala sahabe-i kiram ve belki enbiya-i izam hazaratına haşa ve kella zebandırazlık ile kailinin şer’an tevbesi na makbžl ve katli vacib küfriyyata ictisar itmekte ve kendüleri bu vechile küfr ve dalalete münhemik olduklarından başka sair avam-ı nas ve hususa Ösküdar tarafında cüheladan pek çok kimesneyi iğva ve ıdlal iderek günden güne çoğalmakta oldukları meşhur ve mütevater olup elhaletü hazihi bitevfikihi teala icra-yı ahkam-ı şer’iyye ve tanzim-i mesalih-i mülkiyye hususlarına ced ve say ile darüssaltanatüsseniyyeleri nüfus-ı şakiyye ve eşhas-ı rediyyeden tanzif ve tathir olunmakta olarak taraf taraf halen ve istikbalen ”zaz-ı din-ü-mübiyn ve hıfz-ı namus-ı şer-i metine ne derece dikkat ve himmet olunursa ol derece feyz ve tevfik-ı ilahi zuhur ideceğine şüphe olmadığından maada beherhal ol makžle münkerat-ı şenianın refi’ ve izalesine ikdam ve halkın salah-ı halini istihsale ihtimam ehem ve elzem olduğuna binaen gerek mülahidenin meşhurlarından ber mentžk-ı pusla altı neferi ahz ve hapis olanarak gerek bunların ve gerek padaşaları olan ehl-i dalalet haklarında hükm-i şer’” ne vech ile idügi bilinüp ve tefahhus ve taharri ve refi’i ve izaleleri ne vech ile olmak lazım geleceği söyleşilerek ana göre iktizasına bakılmak üzre dünkü gün cami-i şerifte (Topkapu sarayındaki cami) semahatlž Şeyhulislam Efendi ve sabık ve esbak şüyuh-ul-islam ve sudžr-ı kiram ve ders-iam efendiler daileri ve erbab-ı şžra kulları ve celb olunan Celvet” ve Nakşibend” ve sair bazı turuk-ı aliyye meşayihi 1) daileri hazır oldukları halde akd olunan mecliste Şeyhulislam daileri feth-i bab ile meşayih-ı mžmaileyhime hitaben:
Malžmunuzdur ki Hazreti-i Ali Kerremallahü veche taraf-ı den içlerinde bu misillž ehl-i sünnet itikadında ve kendü halinde oldukları tebeyyün idenlerden sarf-ınazar olunup maada rafız-ıyyül-itikad oldukları tahakkuk idenler şer’an mürted hükmünde olmalariyle anlara dahi telkin-i din olunarak nefyilleri iktiza idenler vardıkları mahalde su-i ef’allerini icraya muktedir olamamak içün Kayseriyye ve Birgi gibi makarr-ı ulema olan mahallere nefy ve def’ olunmak ve Ösküdarda Hüday-” Mahmud Efendi Kuddise sırrühu tekkesi civarında (gizlice Evliya) türbedarı olup oraya mücaeddeden türbe yapmak daiyesinde olan Bektaşi, türbedarlık-ı mezkžrı Bektaşi olmıyan ahar bir kimesneye kasr-ı yed itmek üzere kendüye tenbih olunmak ve mahallat aralarında bulunan o mak^üle erbab-ı su-ihal olanları araştırup haber vermek üzre mahallat imamlarına tenbih ve tekit eylemesi içün İstanbul Kadısı Efendi dailerine buyruldı yazılmak ve şimdilik bu taraftakiler bu vechile icra olunup Anadolu ve Rumeli tarafında olan o makžle erbab-ı (…) rafz ve ilhadın dahi inşaallahü teala bundan böyle sırası geldikte iktizasına bakılmak hususları karargir olmuş ve ”dam olunacak mezžrlar içün vazolunacak yafta müşarünileyh daileri tarafından tertip ve terkim olunarak salifüzzikr puslalar ile maan manzžr-ı hümayun-i şŒhŒneler buyrulmak içün arz ve takdim kılınmış olmakla ol vechile icrası muvak-ı irade-i seniyye-i mülkaneleri buyrulur ise emr- -ü ferman şevketlž, kerametlž, mehabetlž, kudretlž velinimetim efendim Padişahım Hazretlerinindir 1).
SULTAN MAHMUT’UN TALİMATLARI
I- BENİM VEZİRİM
Dünki gün akdolunan meclis-i şžranın kararını mutazammin işbu takririn ve pusulalar ile yafta surett manzur ve malžm-ı hümayunum olmuştur. Bunca zamandanberu ocağ-ı mülga eşkiyasının gžna gžn Devlet-i aliyyemiz hakkında mazarrat ve habesetleri vukua gelmiş ve bu güruh-ı mekruhun halleri meydanda dururken hiç bir maslahata merkez-i layıkında bakılamadığından mur-i dahiliyyemiz refte refte çığırından çıkup bayağı reayamız bile cesarete gelerek elan gailesi defolunmadı ve frenkler dahi halimizi anladıklarından ne gžne tekalif-i barideye başladıkları kaziyye-i malžmedendir. Maazallahü teala Devlet-i aliyyemizin hali ne derece fenaya varmışken mahza fazl ve kerem-i Bari ve asar-ı şeriat-i Muhammedi ile havane-i mukhurenin ne vechile ceza-yi sezalarını bulup ve bulmakta oldukları cümlenin meşhudu olmaktadır; ancak takririnde beyan olunduğu üzre Devlet-i aliyyemiz hakkında bu defa zuhura gelen Fezail-i İlah” ve inayet-i namütenahiyi bir eyüçe tefekkür ile taraf taraf halen ve istikbalen ”zaz-ı din-i mübin ve fakat namus-ı şer’i metine dikkat ve kaffe-i hal ve harekatımızı tatbik ve tevfika say ve gayret idelim ki hatta sahib-i şeriat efendim hoşnut olarak kaffe-i mesalih-i Devlet-i aliyyemizin tevfika mukarenetle ileri gitmesine sebep olsun. Bu tarik-i bektaşiyenin hal ve keyfiyetleri bu dereceye gelmişken maazallahü teala halleri üzre bırakılup tathirine bakılmasa gün begün çoğalarak ekser nasi hüsn-i itikatten dalalete düşürmege sebep olacakları zari ve aşikar olmağla bu makule gžržh-ı mulahidenin fark ve temyizi derece-i vücžbe gelmiştir.
Takririnde iş’ar eylediğin üzre şimdilik Derseadetimiz civarında olanların tahkik ve icrasına bakılup badehž Rumeli ve Anadolu tarafında olanların tathirine bakılsun. Pusulada muhdes denilen mahaller hedmolunacak ise de içinde muvcut olan şeyh ve müridleri kaçırılmağa gelmez; evvelce kaldırılup bir mahalle koymak ve kadim denilen bektaşi tekkesi ne mıktardır bilinüp fakat tekkelerine dokunulmayarak anların dahi şeyh ve müridleri kaçırılmayarak bir mohalle toplanup her birinin hal ve keyfiyetleri gereği gibi anlaşılmak badehž muktezay-ı şer’”si ne veçhile icap iderse öylece icrasına bakılmak lazımgelür. Tekkeleri kadim ise içlerinde olanlar ne maktule adamlardır bilinemez. Bunların iğva ve ıdlalleri harice sirayet ettiği gibi kendu tarikalarında olanlara sirayet itmemesi akla müsteb’ad değildir. Velhasıl efendi daimiz ile bu hususı başkaca iş güç idinüp külliyen bu makule mülahidenin def’ ve ref’ine sa’y ve gayret idesiz. Pusulada isimleri muharrer olanların üçü, zikrolunan mahallere yafta vaz’iyetle tertib-i ceza ittirilsün diğer üç neferin birine efendi daimiz acımış isede iki neferi nefyolunup raşid kaldığı gibi ilerude tutulacak tedbire mugayır görünür; o dahi bir münasip mahalle nefyolunsun ve merkumunn dahi hakkında söylenilen kelam az şey değildir: kaldı ki bu husus umur-ı diniyeden olmagla gerek eshab-ı meratipden olsun ve gerek ahad-ı nasdan olsun, cümlesi beraberce tutulup icra olunmak lazımdır. Ezcümle tarik-i ulemadan vak’a nüvis-i sabık ŞanHi zade Ata Efendi, müderrisinden Çagal zade Tahir Bey pek meşhurlarından olmağla, bunların dahi tedipleri lazimedendir. Ata Efendiyi Tireye ve Tahir Beği (Hadım)’a nefy ve iclalarını 1) işaret eylemek için işbu İrade-i Hümayunumu efendi daimize ifade ve icra ittiresin ve hususat-ı saire dahi müzakere olunup takririnde beyan olunduğu üzre icra olunsun 2)
Anadolu ve Rumeli taraflarındaki Bektaşi tekkelerinin baba ve müridlerinin ahvilini tahkik için Anadolu tarafına Esbak Cebecibaşı Ali ağa ile ulemadan Çerkeşli Mehmed efendi ve Rumeli tarafına da Sabık Mirahur-ı evvel Ali bey ile yine ulemadan Pirlepeli Ahmed efendi tayin edilmişlerdir 3).
Sadrı-azam muhdes olan tekyelerin yıktırılmıyarak cami, mescit ve medrese olmasını istizan etmiş ve Padişah hem bu Bektaşiler işinin ve hem de diğer işlerin ağır gittiğinden bahs ile Sadr-ı azama aşağıdaki ağır Hatt-ı hümayunu yazmıştır:
II- BENİM VEZİRİM
İşbu takririn ve Bektaşiler hususı içün ısdar olunacak evamirin müsveddesi manzur-ı hümayunum olmuştur. Şöyle böyle denilerek bunun icrası pek gecikti; bir kaç gün zarfında heman müsvedde mucibince evamiri ısdar ittirüp mübaşirlerini ihraç ve ”zam ittiresin, çok mevaddın suret-i nizamiyeleri tarafı hümayyunumdan istizan olunup yine hali üzre bırakılıyor. Ezcümle şerbethaneleri temhir ittirüp öylece bıraktığınız bir şeye başladıktan sonra kararına bakılmak lazımdır; her ne kadar maslahatların tekessürü varsa da birine nizam verilmeksizin ahar şeye mübaşeret olunduğundan muy-ı zengi gibi biribirine karıştığından bir kat dahi sužbete varıyor. Zecriye maddesi nasıl oldu? Darphane Nazırı başka söyler; Asakir-i Mansura nazırı başka söyler. Her biri hizmet beğendireyim diyerek maslahatı biribirine dolaştırıyorlar. Şimdiye kadar bir şey söylenmediğinden aşırıcı gitmeğe başladılar; nihayetinde infial-i şahanemi mucip olacağını düşünmiyorlar mı? Kimsenin zati mültezem değildir, doğrudan doğru hizmet itmeğe baksunlar. Saib Efendinin uhdesinde çok memuriyet olduğundan bu kadar şeyi toplayup pürüzsüzce görmek mümkün değildir, sonra şöyle oldu, böyle oldu lakırdılarını dinlemem, hemen şimdiden bu zecriyenin müstakil bir adamın uhdesine ihalesiyle tanzim ve icraya bakılsun 1).
Şeyh-ul islam kadı zadenin Bektaşi işini gevşek tutması, Padişahın da ifrat derecede geceli gündüzlü durmadan bu işleri takib eylemesi Sadrazamı sıkıyordu, nihayet Selim paşa, takdim ettiği bir telhis ile Sadr-ı azam tarafından olmayırak bizzat Padişah tarafından Şeyhulislamı harekete getirmek için bir hatt-ı hümayun gönderilmesini ve bunda İstanbul ve Ösküdarda olan bektaşilerin diğer tariket şeyhleri Ders-iam hocalar ve şer-i memurlar vasıtasile mahalle imamları vesair garazsız kimseler tarafından gereği gibi tahkik edilmesini ve bu işe şeyhulislamın bizzat bakmasının emir buyrulmasını istirham etmiş (2) ve Padişah da beyaz üzerine bir hatt-ı hümayunla şeyhulislamı harekete getirmek istemiştir.
III- BENİM VEZİRİM
Bu defaki fesadın menşei Bektaşiler olmak hasebiyle gerek İstanbul ve gerek Ösküdar vesair mahallelerde olan Bektaşilerin meşayih-i tarik ve ders-iam hocaları ve memur-ı şer’i vasıtasiyle mahallat imamları taraflarından ve sair b” gaarz erbab-ı vukufdan gereği gibi taharri ve tahkikiyle yegan yegan ahval ve keyfiyetleri gadr ve himayeden ar” veçhile harice çıkarılarak ve haklarında ne veçhile ahkam-ı şer’iyye terettüp ederse öylece icra olunmak ve bu hususda bay-ü-geda müsavi olmakla her hangi sınıfdan olursa olsun seyyan üzre tutulmak lazimeden olduğundan şu Bektaşi fesadı maddesinin ehl-i sünnet arasından külliyyen tathirine efendi Daimiz bizzat nasb-ı nefs itmek üzre işbu hatt-ı hümayunumuzu müşarünileyh Daimize irae ve bu Bektaşilik mefasidinin ümmet-i Muhammed arasından kaldırılmasına bilittifak gayret ve ihtimam eyliyesiz 3).
Sultan Mahmud tam bir temizlik yapmak istiyordu; gerek Öçüncü Selim zamanında ve gerek Alemdar paşa vak’asındaki işleri de unutmuyor veya bilvasıta bunları öğreniyor ve daim” surette Sadr-ı azıamı ”kaz ediyordu bu hususa dair Sadr-ı azamın gönderdiği bir Hatt-ı hümayunda şunları yazmıştı:
İşbu takririn manzur ve meali malžm-ı hžmayunum olmuştur. Ben sana söyler iken rüzgarın şiddeti olduğundan camların vurmasından işidememişsin, Söylediğim Şeyh, takririnde işar eylediğin Dülger zade tekkesi (Beşiktaş’ta) tariki Nakşibendiyeden Hakkı Efendidir. Bunun Levend çiftliği muhterik olduğu tarihte ittiği fezahati, Gözli’de yüzbaşı Başiktaşlı Mehmed bey ala bilirmiş. İptida andan usul ile sual olunsun. Kaldı ki Humbarahanede Tulumbacı neferatından Rendeci Ahmed iki olduğundan kangisi olduğunda şüphe vaki olmuş. Tahtakale takımından ve yirmi yedi bölük yoldaşlarından Rendeci Ahmet Bayraktar demekle maruf imiş. Vakadan sonra Ocağ-ı mezkžreye tulumbacı yazılmış. Sen dahi iyüce tahkik idüp badehü cünhasına göre iktiza iden tedibi icra idesin 1)
Hulasa ettiğimiz bu Bektaşilerin nefileri meselesinde gerek Devlet ricali ve ulema ve gerek halk arasından bir hayli adamın istirkap, husumet ve serbest fikirliliğin kurbanı olarak nefy ve hatta katledildiklerinde şüphe yoktur.”64
ALEVİLİK BEKTAŞİLİK YOKEDİLEBİLDİ Mİ?
Fetva ve fermanlarla yokedilmek istenen Bektaşilik düşüncesi gerçekten de ortadan kaldırılabilecek miydi? Yoksa Bektaşi tekkelerinin başına “ehli sünnet inancına bağlı şeyhler”in tayin edilmesi meseleyi istedikleri düzeye getirecek miydi?
Beşyüz yıldır Anadolu’da çoğunluğu, daha doğru bir söylemle halkı, tabanı Türkler’e, Türkmenler’e dayanan, fakat yöneticilerin çoğunluğu ne idiğü belirsiz olan devşirmelerden olan Osmanlı uleması ne yapmağa çalışıyordu? Türkmenler’in dillerini mi kesecekti? Onları anadillerinden uzak, gelenek-göreneklerinden yoksun bırakacak bir gücün bulunmasını kendileri de bilmekteydi. Ancak günü kurtarma uğruna yapılan bu kültür kıyımı, aslında Türk kültürünün yabancılara tesliminden, büyük bir kültür emperyalizminden başka bir şey değildi. Çünkü Bektaşiler inançlarını da Türkçeyle yapıyorlardı. Onlar deyiş ve gülbanklarını de Türkçe söylüyorlardı. Sazları bile anadillerinden ötüyordu.
Çünkü Bektaşiler hiç bir zaman şekle önem vermemişlerdir. Dış görünüş onlar için gerçek ibadet olamazdı. Onlar dinin şekli yerine, batini yönünü önemsiyorlardı. Yani her şey içten, yüreğe bağlı yürütülüyordu. İç temizliği, iç saflığı, iç arınmışlığı, günahsızlığı, gelecekte vaadedilen cennet kavramından daha da öndeydi. Bektaşi inancına göre günahlar bu dünyada arıtılmalıydı. Onlar “Ölmeden önce ölmek” felsefesini uyguluyorlardı. Dede huzurunda, pir huzurunda bütün günahlarını dünyaya bırakıyorlardı, artık öbür dünyada arınmış, günahsız olacaklardı.
Ehli sünnet inancına inanmayan Bektaşiler diye suçlayan ulema bu mantığı anlayamazdı. Çünkü onlar için bu dünyada iyi ya da kötülüklerin hiç bir önemi yoktu, aslolan öbür dünya idi.
SUNNİ TARİKATLARIN BEKTAŞİLİĞE YAPTIRDIKLARI
KENDİ BAŞLARINA GELİYOR
Bektaşiliğin yasaklanmasıyla da yetinemeyen saraydaki çevreler padişahı daha başka şeylere zorlamaktaydılar. Öylesine güvensiz bir duruma gelmişlerdi ki, kendi kendilerinden bile şüphelenir durumdaydılar.
“Saray, Bektaşiliği yasakladıktan sonra bu tarikatın ordudaki fonksiyonlarını yerine getirmek üzere Mevleviliğe, halk sevyesindeki hizmetleri de Nakşiliğe devretmişti. Fakat, saray, problem çıkartabilecek olan gruplar üzerine gitme konusunda o kadar kesin tavır takınmıştı ki, olaydan iki sene sonra İstanbul’da bulunan Nakşi Halidi şeyhlerini bir gecede aniden toplatarak kayık ile Kartal’a oradan da Sivas’a sürmüştü”65
Sultan II. Mahmut’a yaptırılan bunca kültür katliamı ne kadar sürmüştü? Bu durumu, bu geleceği onlar da bilmekteydiler. Bu kıyım ve yasak ebediyete kadar devam etmeyecekti. Artık pişmanlıklar para etmiyordu. Yapılan yıkımlar halka maloluyordu. Sultanlar ve yönetici kesim için durum hiç de önemsenmeyecek bir durumdu. Öldürülen, sürülen, süründürülen insanlar onlar için önemli değildi. Kendi öz kardeşlerini, kuzenlerini, evlatlarını gözleri önünde öldürten bir kişi için bunlar birer oyuncaktı ve oyun bitmişti artık.
Sultan Abdülmecit tahta çıktığında babasının yaptıklarını yapmayacaktı. Kendi halkının, kendi kültüründen insanları, tekke ve dergahları kapatmayacaktı. Östelik Abdülmecit’in oğlu Sultan Abdülaziz’in Bektaşiliğe darbe indirmesi bir yana onun Bektaşi tarikatına girdiği çoğu kayıtlarda yeralmaktadır.
“Tekkelerin kapatılmasından bir yıl sonradan başlayarak, gizli de olsa birtakım Bektaşi tekkelerini yeniden açma girişimlerinin olduğu ve bu girişimlerin engellendiği ve hatta bunların da Nakşi tekkesine döndürülmek istendiği anlaşılmakta ise de buna izin verilmediği ortaya çıkmaktadır”66
Abdülaziz’in padişah olmasının ardından iki yıl geçmeden Bektaşi Tekkelerinin elkonulan mallarının iade edilmesi konusunda çaba harcanmış olup, padişah konuyla bizzat ilgilenmiştir. Devlet arşivlerinde bu konuda belgeler mevcuttur. “Elmalı’daki Abdal Musa zaviyesinin daha önce zaptolunan arazi, değirmen ve sairesinin iadesi gerçekleştirilmiştir”67
Devlet Arşivi belgelerinden yapılan çalışmalarda Sezgin bize tam tarih vermektedir. 1826’da kapatılan Bektaşi tekkelerinin açılış tarihi tam olarak 1862’dır. Açılmasına karar verilen tekkenin resmi işlemleri bir yılda tamamlandığı anlaşılmış olup, tam faaliyete geçişleri 1862’dir. Bektaşiliğin yasak dönemi 35-36 yıllık bir süreyi kapsamaktadır.
Sezgin bize bu yasaklı dönemde Bektaşilik aleyhtarı çok kitap ve kayıtların bulunduğunu bunların çoğunun maksatlı yazıldığını bildirmektedir.
“Gerçekten de bu tarihten sonra Bektaşilikle ilgili yazılmış kitapların çoğunda Bektaşilik hakkındaki görüşlerinde çok ciddi ve şuurlu bir Bektaşi aheytarlığı vardır”68
Bektaşilik, Rafizilik, Alevilik konusunda yazılmış kaynaklar olaylara yaklaşırken mutlak taraflı yaklaşmaktadır. Hele Osmanlı vakanuvüsleri olayların altında hiç de yansızlığını, yansıtacak bir iz bile bırakmadan birer küfürname yaparak kinlerini birlikte eserlerine yazarak işlemektedirler.
Alevi tarihi ile ilgili en ciddi, en güvenilir kaynaklar yine bu toplumun kendisinde bulunmaktadır. Her ne kadar yazılı kaynağa rastlanmasa da halk ozanlarının deyişlerine yansıyan bu tarihi gerçekler günümüze bütün sıcaklığı ile az ve özlü sözlerle aktarılmıştır. Alevi dedelerinin cemlerde cemaatlarda anlattıkları sohbetlerin birçoğunda bu olaylar anlatıla gelmiştir. Ancak, Osmanlı arşivleri de karıştırıldığında gerçeklerin çok fazla gizlenemediği, ya da rahatlıkla arşivlere girdiği gözlenmektedir.
Hatta Tanzimat’tan sonra tekkelerin yeniden açılması sırasında devletin “Bektaşilere iadei itibar ettiği” , hatta bu konuda ise “Sultan Abdülaziz’in samimi olduğunu göstermek maksadıyla ikrar verip Bektaşi tarikatına girdiği”69 bildirilmektedir.
Yasaklı dönemlerde Alevi-Bektaşiler devletle ilişkilerini tamamen kopartarak kendi okullarında kendi gelenek, görenek ve inançlarını yürütmüşlerdir. Devlete vergi verme yerine devlet olarak gördükleri, devlet organının yürütme sistemi olarak baktıkları Hacı Bektaş Tekkesi’ne dede hakkı ya da hakullah olarak tanımlanan tarikat vergisinin de bu yasaklı dönemde çıktığı bir gerçektir.
Yasaklı dönemin bitiminden sonra Sultan Abdülaziz’in Alevilere yaptığı bir kıyağı A. Kadir Sezgin devlet arşivinden aktarma yaparak şöyle anlatmaktadır: “1907’de Meşihat (Şeyhülislamlık) teşkilatı içinde bulunan ve tarikatlarla ilgili işleri düzenleyip yürüten “Mecalis-i Meşayih” (Şeyhler Meclisi” içine Bektaşileri, İstanbul Ösküdar’da bulunan Şahsultan Dergahı Şeyhi Mehmet Ebul Feyz Efendi temsil etmekteydi”70
Devlet Arşivleri kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla Tanzimat’ın getirdiği ılımlı ortamda birçok kargaşa bizzat Bektaşiler arasında yaşanmıştır. Hacı Bektaş tekkesinin hala kimin kontrolünde ve yönetiminde olduğu konusunda anlaşmazlıklar devam etmiştir. Nakşiler bu hakkın kendilerinin olduğunu, Babalar ile Çelebiler birbirlerini suçlayarak, araya başkalarının girmesine sebep olmuşlardır. Bu anlaşmazlıkların il, ilçe ve köylere, köy tekkelerine kadar yayıldıklarını tesbit ediyoruz. Bu konuda kitabın sonuna bir belge koyuyoruz.
Durum padişaha kadar yansıyınca, padişah durumu “Şurayı Devlet”e sorma ihtiyacı duymuştur. Yine devlet arşivlerinden edindiğimiz bilgilere göre olay, tarafsız bir yüksek mahkemede durum tesbiti yönüne gidilmiştir.
“Aynı yıl Hacı Bektaş’ta oturmaya devam eden Nakşi Şeyhi Hamza Efendi Feyzi Baba tarafından ilçeden kovulmuştur”71
1826 darbesi Bektaşiliğin her ne kadar 35 yıllık bir yasak geçmişinin ardından yeniden faaliyete geçmiş olsa da bir daha eskisi gibi belini doğrultamamıştır. Beşyüz yıllık birikim, beşyüzyıllık örgütlülüğün yeniden toparlanması, yeniden tekkelerin birikim yapması, zaten yoksul olan Türkmenler’den ne alınabilecekti? Bu örgütlenme için oluşturulan tarikat vergisi dedelerin özel çabalarıyla toplanmaktaydı. Toplanan bu vergilerin Hacı Bektaş tekkesine ulaştırılması konusu zaten güçlüklerin başında geliyordu. Ulaşım problemi, yollarda bekleyen eşkiya kıyımı, Osmanlı eşkiyası zorba beylerin adamları buna büyük engeldi. Yine de dedeler öldürülme pahasına da olsa öylesine inanmıştı ki, mutlaka bu payı Hacı Bektaş’a ulaştıracaktı. Bir toplumun önderi durumundaki dede toplumu ayakta tutacak örgütlü gücün gerekliliğine inanıyordu. Bu koşullar altında Alevilik-Bektaşilik yaşatılmağa çalışılıyordu. Gelecek kuşaklara onurla bir felsefe bırakma umutları boşa gitmeyecekti.
Her koşul altında eski inanç ve bağlılık yolunu devam ettiren dedeler, aldıkları Hakullahları yerine ulaştırmaya devam etmekteydiler. Hacı Bektaş merkez tekkelerine toplanmış bulunan tekke hakkı Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı sırasında bu ilçede Çelebi’yi ziyaretinde kendisine birikmiş paralar Kurtuluş Savaşı günlerinde kullanlak üzere 18.000 TL. olarak veriliyor.
Büyük darbenin ardından kendisini toparlanma sürecine giren Bektaşi dergahları 1925 tarihinde Atatürk Cumhuriyeti’nin verdiği bir kararla diğer tekkelerle birlikte tarihe karışacaktı. Aleviler Cumhuriyet’in bu kararına saygı duymaları karşısında tekkelerin kapatılmasının bir şeyler ifade etmediğini bilerek köy evlerini tekke gibi kullunarak bu inanç ve sosyolojik yaşamdan kopamadılar.
EK-1
HACI BEKTAŞ POSTNİŞİNDE ANLAŞMAZLIK
ÇIKMASI ÖZERİNE KONU OSMANLI DEVLETİ YÖNETİCİLERİNE İLETİLİR VE BU KONUDA SIRRI PAŞA ARACILIK YAPARAK BİR TALİMATNAME HAZIRLAR. KONUMUZU İLGİLENDİRDİ12İ1 İÇİN BU TALİMATNAMEYİ BURAYA EK OLARAK KOYDUK
SIRRI PAŞA TALİMATNAMESİ
Azayi kiramdan Hacıbektaş Veli kuddusırrul Ali efendimiz hazretlerinin dergah-ı şeriflerinde postnişin olan faziletlü şıh Yahya efendi ile dergah-ı meskurde bulunan dervişan arasında bir müddetten berü husula gelen mübaniad ehtilafatın defi ve izalesi için iş bu 1302 (1881) seneyi hicriyesi şevvali keriminin altıncı cumaertesi gününe temennai teşkili kararlaştırılan idare kumsiyonunun suret ve harekatını mübeyyin talimatındandırki ehkamı ile maaşallahü cari olmak üzere bir sureti arifi müştereke ile huzur-u hazreti şıhıl islamiye takdim olunacağı gibi bir nüshayı musaddıkası Meydan Evinde ve diğer nüshası nezdi hükümette hıfs edilecektir.
- Madde: Hacıbektaş-i Veli kuddusırrul Ali efendimiz hazretleri dergah-ı şerifinin ….. hazreti hilafeti penahide matlup ve mültecim olması ile dergah-ı meskurde ba iradeyi sinesine postnişin olan faziletlü şıh Yahya efendi muhtazayi memuriyeti üzere dergah-ı meskurde aynı şerif nakşibendiyi bile mani ve mezahim icra edecek ve mevcut olan dervişana akaidi hakkayi islamiye ahadisi sakikayı nebebiyeden daima münasip birer ders okunacaktır.
- Madde: Etaleyi hende dergah-ı şerifte ehkami meriyeyi şeriye ve adabı tarikatı Aliyeye muhayir bir gün hal ve hareket vukui meri meşhud olmadığı gibi bundan böylede ferdai feride tarafından o misillu ehval ve harekat vukuuna meydan verilmeyecek o kemakan ezan-ı şerif Muhammedi okanarak beş vakit namaz cemaatla eda olunacaktır.
- Madde: Sarfı meşihkate müteallik olan umur-u ve hususata dervişan müdahale etmeyecek ve şıh efendi dahi ehkami meriyyeyi şeriye ve adabı tarikatı Aliyeye mütegair bir hal ve hareketlerini görüp kendilerini o hal ve harekettan vazgeçirmekten meyus ve naümid olmadıkça ve vilayete bildirmedikçe gatmayı dervişandan olup italeyi hezi hüsn-ü halleri müsaddah olan Babaları ve dergah-ı şeriften tart ve tebhit olan edemeyecektir.
- Madde: Dergah-ı şerifte mevcut gatmayı dervişanı ile şıh efendi Beyininde vukuu bulmuş olan ehtilafın cidden ve hakikata bedli hüsn-ü ehtilaf olması ve iş bu vefak ve ehtilafın ile maaşallah devamı içün şimdiye kadar asıl ve bais niza olan dergah-ı şerifin irad ve masrafı yedi vahid suretiyle idare olunmayup badel izin dergah-ı şerifin duhul ve harcına bakmak ve şıh efendinin takdiri riyasetinde olmak üzere dergah-ı şerifte kain altı evin en kıdemli Babalarından mürekkip bir kumisyon teşkil kılınarak umur-u idare iş bu kumisyon marifetiyle bir ittifak tesfiye olunacaktır.
- Madde: Gerek varidat-ı vakfiyeden ve gerek nezirattan hasıl olacak mebani iki anahtarlı bir sanduka vazı ile anahtarların biri şıh efendinin ve diğeri kumisyon azasından en kıdemlisinin yedinde hıfs olunarak iki anahtar bir yere gelmedikçe ve ba husus kumisyonu teşkil eden gatmayı dervişanın lakil nısfı hazır ve mevcut olmadıkça sanduk mezkur açılamayacaktır.
- Madde: Dergah-ı şerifin umuruyetine az ve çok akça sarfı mutlaka iş bu kumisyonun rey ve muuaffakatiyetine mütegaffit olup kumisyon azası reisleri olan şıh efendinin izin ve reyi muhkim olmadıkça yalnız kendilerinin rey ve ittifakı ile akça sarfına mezun olmayacakları gibi onayı mumaileyhinden lasıkal dört zatın rey ve muaffakatiyetini istihsal etmedikçe şıh efendi dahi hiç bir yere bir akça bile sarf edemeyecektir.
- Madde: Şıh efendi tarafı devletten muayyen ve muhassis olan maaşından fazla dergah-ı şerifin varidatından umur-u zatiyesi için bir akça ve bir hubbe olamayacak ve şayet olursa samin olacaktır.
- Madde: Akça sarfiyatı bir mümbal muharrir kumisyonu rey ve muvaffakiyeti mütegaffif olmadığı gibi dergah-ı şerifin hasılatı ayniyesinden ve hayvanatından vesairesinden bini furukatından lazım gelen şeylerin dahi komisyon inzimam rey ve muvaffakiyeti muhtaç olup komisyonun rey ve muvaffakatiyeti muhkim olmadıkça bir şey satılamayacaktır.
- Madde: Dergah-ı şerifte el yevm mevcut bulunan eşyanın müntahim olarak bir defteri bulunup komisyonca tasdik edildikten sonra bir nüshası dergah-ı şerifte hıfs edilecek diğer nüshası hükümete verilecektir.
- Madde: İş bu defterlerde eşya-yı meskürenin cinsiyle ve efsafı ile kayıt ve takrir olunacak ve hangi evlerde dervişandan kimlerin yed-i hıfzında bulunduğu gösterilecek ve dervişan mumaileyhim ba ihtiyari ile ve yahut diğer suretle dergah-ı şerifi terketmedikçe ve bedli vukuu bulmadıkça haleflerine bir mucip defter devretme ve şayet zayiat telefat vukuu bulursa tazminine mecbur olunacaktır.
- Madde: Bedelinin muhipman ve müşteban tarikat taraflarında dergah-ı şerife ihta olunacak eşya dahi defteri mahsusa zilen ilave edilecek ve hükümete de malžmat verilecektir.
- Madde: Gerek şıh efendi ve gerek dervişan iş bu talimat ehkamına tevfik muameleye mecbur olup emri ilahi ve rızayı Padişah-i menafi ve iş bu talimat ehkamının hilafı hal ve hareket vukua getirenler muhaliflerinin derecesine göre taraf-ı hükümetten tevcih ve tekdil olunacak ve salih hallerinden kat’i ümid olunursa dergah-ı şeriften tart ve tebbit edilecektir.
Hateme: İş bu talimatın ehkamı taraf-ı samin hareketi şıhıl İslamiden fes edilmedikçe merciil icra ve desturul amel tutulacaktır.Merkez
Vilayet olarak Katip Olarak
Angara Angara Mühür Mühür
(Sırrı) (Es Seyyid)
- Bu metin Hacıbektaş’lı araştırmacı Ali Sümer tarafından, yine Hacı Bektaşlı yazar Yakup Gürses’e orijinali Osmanlıca’dan olduğu gibi okutturulmuştur.
** Başlık adı metinde yoktur, tahmini olarak bu başlık yazılmıştır.
EK II
ANADOLU’DA BULUNAN ALEVİ-BEKTAŞİ
TEKKE VE DERGAHLARI
Hacı Bektaş Tekkesi: Nevşehir Hacı Bektaş İlçesi
(Merkez Dergah)
Abdal Musa : Antalya Elmalı, Tekke Köyü
Abdal Murat: Bursa
Ahi Evren Tekkesi: Kırşehir, Merkez
Aşıkpaşa Tekkesi: Kırşehir Merkez
Akbıyık: Bursa
Ali Baba Tekkesi: Sivas, Merkez
Ali Aynı Baba: Manisa
Ahi Mahmut Keçeci Baba: Tokat, Erbağ Keçeci Köyü
Baba İlyas : Amasya, İlyas Köyü (Eski Adı: Çit)
Banun Sultan : Kırşehir
Baba Mansur: Adıyaman, Sivas, Tunceli
Ali Ekber: Sivas (İmam Bakır’ın oğlu)
Bekri Baba Tekkesi: Menemen
Celal Abbas: Sivas
Cafer Baba Tekkesi: Dumlupınar
Dede Sultan: Denizli
Dede Kargın: Antep, Malatya, Maraş
Derviş Cemal: Çorum, Sivas, Erzincan
Elvan Çelebi: Çorum, Osmancık
Erikli Baba: İstanbul Zeytinburnu
Emrem Yunus Sultan: Beypazarı, Ankara
Geyikli Baba Tekkesi: Bursa, İnegöl
Garip Musa Tekkesi: Sivas, Divriği
Gani Baba Tekkesi: Sivas, Sivrialan, Kars, Malatya
Gözcü Karaca Ahmet: İstanbul Ösküdar
Gözcü Kızıl Tekkesi: Trakya
Güvenç Abdal Tekkesi: Ordu
Gani Baba Tekkesi: Divriği
Hıdır Abdal Tekkesi: Erzincan, Kemaliye, Ocak Köyü
Hüseyin Abdal Tekkesi: Sivas
Hüseyin Gazi Tekkesi: Ankara
Horasanlı Ali Baba Tekkesi: İzmir-Tire
Hasan Dede Tekkesi: Kırıkkale, Hasandede Köyü
Haydar Sultan Tekkesi: Kırıkkale
Haydar Baba: Antalya, Elmalı
Hasan Baba Tekkesi: İzmir (Katip Aliağa Mah.)
İmam Zaferiler Tekkesi: Malatya
İmam Rızalılar Dergahı: Sivas, Tunceli
İmam Zeynel Abidin: Elazığ, Malatya
İncir Baba: Çanakkale
Karadonlu Can Baba: Sivas, Divriği
Koçu Baba Tekkesi: Kalecik
Kızıl Deli: Trakya
Koca Haydar: Divriği
Koca Abdal: Sivas
Kara Pirbat: Çorum, Sivas, Divriği
Karyağdı Dergahı: İstanbul, Eyüp
Koca Leşker: Erzincan, Sivas, Tunceli
Koca Saçlı: Sivas
Kureyşan Dergahı: Erzincan, Sivas, Tunceli
Koyun Baba: Çorum
Kilerci Baba: Antalya, Elmalı
Kolu Açık Hacım Sultan: Uşak
Mehmed Dede Dergahı: Çorum
Musa Kazım: Malatya
Mehmet Şah Dede: Çankırı, Ayrak Köyü’nde
Niyazi Baba Tekkesi: Manisa
Nurettin Baba Dergahı: Nevşehir
Pir Sultan Abdal Dergahı: Yıldızeli, Banaz Köyü
Piri Baba Tekkesi: Amasya, Merzifon
Resul Ali Sultan: Altıntaş
Ramazan Baba: Bursa
Seyyit Cemal Sultan: Balıkesir
Seyyit Battal Gazi: Eskişehir, Seyyitgazi
Seyyit Sücaattin Veli: Seyitgazi
Saru İsmail: Tavsa
Seydim Sultan: Çorum
Seyyit Mahmut Hayrani: Erzincan, Tunceli, Dersim
Söylemezoğlu Dergahı: Çorum
Sultan Sinemeli Dergahı: Kahramanmaraş
Şah Kulu Sultan: İstanbul, Göztepe, Merdiven Köy
Şah Hasan Sultan: Elazığ, Malatya
Şah Bircan: Malatya, Sivas
Şah İbrahim: Malatya
Şeyh Çoban: Erzurum, Malatya
Şeyh Samut: Trakya
Şeyh Kili: Bursa
Teslim Abdal: Elazığ, Malatya
Teslim Sultan: Denizli
Ömmi Sinan Dergahı: İstanbul, Eyüp
Öryan Baba: Eskişehir, Seyyitgazi
Öryan Hızır Ocağı: Erzurum, Erzincan, Malatya
Veli Baba Tekkesi: Isparta, Senirkent
Yatağan Baba: Aydın, Manisa, Yatağan
Yanyatır Baba: Aydın
Yunus Emre Türbe ve Tek: Eskişehir, Saray Köy
EK III
İSTANBUL TEKKELERİ *
KADİRİ TEKKELERİ
1- Büyükpiyalepaşa Tekkesi (Kasımpaşa Piyale Camii içinde)
2- Fevzipaşa Tekkesi (Eyup-Bülbülderesinde)
3- Paşmak Şerif Tekkesi (Haseki camii yanı)
4- Turab” Tekkesi (Kasımpaşa Tersane yanı)
5- Hekimoğlu Alipaşa Tekkesi (Hekimoğlu Alipaşa Camii)
6- Hak” Efendi Tekkesi (Eyupsultan)
7- Haffaf Hüseyin Efendi Tekkesi (Emirgan)
8- Resm” Efendi Tekkesi (Edirnekapı)
9- Molla Çelebi Tekkesi (Eyupsultan)
10- Şeyh Mehmet Efendi Tekkesi (Bebekte Kayalar Mahallesinde)
11- Mısırlı İbrahim Tekkesi (Sultanahmet-Güngörmez mah.)
12- Horhor Tekkesi (Aksarayda Horhor Mahallesinde)
13- Fatih Tekkesi (Fatih Camii civarında)
14- Yavedud Tekkesi (Eyup Yavedud Camii yanında)
15- Avn”zade Tekkesi (Ösküdar Divitciler Mahallesinde)
16- Gavsizade Tekkesi (Mevlevihane Kapısında)
17- Kolancı Şeyh Emin Tekkesi (Otakcılarda Çayırbaşı Mahl.)
18- Mehmet Haffaf Tekkesi (Küçükhamamda Balcı Yokuşunda)
19- Nişancı Tekkesi (Fatih Camii içinde)
20- Hindiler Tekkesi (Ösküdarda Selamsız Caddesinde)
21- Yarımca Baba Tekkesi (Ösküdarda Paşalimanında)
22- Oğlan Şeyh Tekkesi (Aksaray Karakolu yanında)
23- Erdek Baba Tekkesi (Davudpaşa Mahallesinde)
24- Haydar Dede Tekkesi (Saraçhanebaşında)
25- Halim Gülüm Dede Tekkesi (Ösküdarda)
26- Abdüsselam Tekkesi (Halıcıoğlunda)
27- Gaygusuz Baba Tekkesi (ayasofya – Toprak sokağında)
28- Kürkçüoğlu Tekkesi (Silivrikapıda)
29- Kürkcü Tekkesi (Lalezarda – Asmalı sokakta)
30- Van” Ahmet Efendi Tekkesi (Lalezarda)
31- Peyk Dede Tekkesi (Mevlevihanekapı-Karabaş mahallesi)
32- Cenezade Ziyaettin Tekkesi (Eskialipaşa-Yedi Emirler Mah.)
33- Taşçı Tekkesi (Davudpaşa iskelesinde)
34- Fıstıklı Tekkesi (Hasköyde Fıstıklı Mahallesinde)
35- Nazmizade Tekkesi (Şehremininde Baruthane yokuşunda)
36- Kadirihane Tekkesi (Tophanede)
37- Kartal Baba Tekkesi (Ösküdarda Nuhkuyusunda)
38- Kelam” Tekkesi (Mevlevihanekapısında)
39- Şeyh Hulžsi Efendi Tekkesi (Soğukçeşmede)
40- Hamdi Efendi Tekkesi (Sinanpaşada)
41- Remli Tekkesi (Şehremininde)
42- Doğramacı Tekkesi (Kasımpaşa – Zindanarkasında)
43- Ali Baba Tekkesi (Fındıklıda)
44- Kabakulak Tekkesi (Karagümrükte)
45- Kuledibi Ahmet Efendi Tekkesi (Mevlevihanekapısında)
46- Mübir Hasan Efendi Tekkesi (Kasımpaşada Yahya Kethüda Mah.)
47- Nebat” Tekkesi (Tophanede)
48- Yahya Kethuda Tekkesi (Kasımpaşada Yahya Kethüda Mah.)
49- Özbekler Tekkesi (Beylerbeyi-Havuzbaşında)
50- Hacıilyas Tekkesi (Eğrikapıda)
51- Dülgeroğlu Tekkesi (Hafafhane yanında)
52- Serbölük Ahmet Efendi Tekkesi (Ösküdarda Divitciler Mah.)
53- Şeyh Şemsettin Tekkesi (Yenibahçede)
54- Şeyh Taha Tekkesi (Hasköyde)
55- Karabaş tekkesi (Tophanede)
56- Emirefendi Tekkesi (Kasımpaşa-Kulaksız Mahallesi)
57- Biberiyye Tekkesi (Haseki Mahallesinde)
58- Cedit Hacıdede Tekkesi (Ösküdarda)
59- Şeyh Halil Efendi Tekkesi (Altımermerde)
60- Şeyh Ömer Efendi Tekkesi (Eğrikapı-Hacıilyas Mahallesi)
61- Kadiri Tekkesi (Cağalazade Sarayı arsasında)
62- İsmail Rum” Tekkesi (Tophanede)
63- Kartal Ahmet Efendi Tekkesi (üsküdarda-Pazarbaşı mah.)
64- Mahmut Efendi Tekkesi (Eyup-Debağhanede)
65- Yanık Tekkesi (Kasımpaşa-Ferhatağa Mahallesinde)
NAKŞİBENDİ TEKKELERİ
1- Emir Buhar” Tekkesi (Edirnekapısında)
2- Öksüzcebaba Tekkesi (Kocamustafapaşa civarında)
3- Ebusait Hadr” Tekkesi (Edirnekapı Kariye Camii yanında)
4- Özbekler Tekkesi (Sultanahmet-Mehmetpaşa Yokuşunda)
5- Özbek Tekkesi (Ösküdarda Bülbülderesinde)
6- Balikapı Tekkesi (Silivrikapısında Balikapısında)
7- Çolak Hasan Efendi Tekkesi (Eyupta İdris Köşkü yanında)
8- Feyzullah Efendi Tekkesi (Halıcılar Köşkünde)
9- Feyziye Tekkesi (Kocamustafapaşada)
10- Mesnevihane Tekkesi (Çarşamba Semtinde)
11- Mercimek Tekkesi (Langa civarında)
12- Şeyh Murad Tekkesi (Eyup Nişancasında)
13- Mustafa Dede Tekkesi (Büyükkaraman Semtinde)
14- Osman Tekkesi (Eğrikapıda)
15- Zebni Şerif Tekkesi (Taşkasapta)
16- Şeyh Selami Efendi Tekkesi (Eyupta Baba Haydar Mah.)
17- Şeyh Sait Efendi Tekkesi (Fındıklıda Dereiçi Mahallesinde)
18- Sarıbaba Tekkesi (Sarıyerde Hamam sokağında)
19- Kırpası Tekkesi (Eyüptu Dökmeciler Mahallesinde)
20- Şeyh Kamil Efendi Tekkesi (Edirnekapı Sarmaşık Mah.)
21- Murad Molla Tekkesi (Çarşanba Semtinde)
22- İdris Köşkü Tekkesi (Eyupta İdris Köşkü Mahallesinde)
23- Neccarzade Tekkesi (Beşiktaş Camii yanında)
24- Salmatomruk Tekkesi (Salmatomruk semtinde)
25- Şeyh Sinan Tekkesi (aşıkpaşa Semtinde)
26- Ahmet Buhar” Tekkesi (Unkapanında)
27- Emir Buhar” Tekkesi (Eğrikapı, Toklu İbrahim Dede Mah.)
28- Özbekler Tekkesi (Ösküdar, Sultantepesinde)
29- Akbaba Tekkesi (Beykozda Akbaba Mahallesinde)
30- Baba Haydar Tekkesi (Eyupta Babahaydar Mahallesinde)
31- Bademli Tekkesi (Sütlücede)
32- Beşan Baba Tekkesi (Yedikulade Kazlıçeşmede)
33- Hıfzı Efendi Tekkesi (Unkapanında)
34- Hacı Beşir Ağa Tekkesi (Babıali civarında)
35- Hüsrev Paşa Tekkesi (Eyupta Bostan İskelesinde)
36- Hakiki Osman Efendi Tekkesi (Eğrikapıda)
37- Derun” Mehmet Efendi Tekkesi (Veznecilerde)
38- Selimiye Tekkesi (Ösküdarda Selimiye Mahallesinde)
39- Şeyh Selim Efendi Tekkesi (Ösküdarda Çınar Mahallesinde)
40- Seyidbaba Tekkesi (Haseki Mahallesinde)
41- Şahkulu Sultan Tekkesi (Merdivenköyünde)
42- Şehitler Tekkesi (Rumelihisarında)
43- Şeyh Sadık Efendi Tekkesi (Ösküdar Pazarbaşı Mahallesinde)
44- Safveti Paşa Tekkesi (Hocapaşa Mahallesinde)
45- Tahirağa Tekkesi (aşıkpaşa Yenihamam civarında)
46- Tahir Baba Tekkesi (Büyükçamlıcada)
47- Şeyh Ali Efendi Tekkesi (Eyupta Oluklubayırda)
48- Afife Hatun Tekkesi (Eyupta Kızılmescit Mahallesinde)
49- Şeyh Ataullah Efendi Tekkesi (Kanlıcada)
50- Kalenderhane Tekkesi (Ösküdar Çinili Camii yanında)
51- Kalenderhane Tekkesi (Eyup Camii civarında)
52- Kırkağacı Tekkesi (Aksarayda)
53- Karaağaç Tekkesi (Karaağaç Mahallesinde)
54- Karyağdı Tekkesi (Eyupta Karyağdı Mahallesinde)
55- Kaşgar” Tekkesi (Eyupta Karyağdı Mahallesinde)
56- Paşa Tekkesi (Otakçılarda)
57- Şeyh Sait Efendi Tekkesi (Fındıklıda)
58- Eski Ali Paşa Tekkesi (Eskialipaşada)
59- Nalbant Mehmet Efendi Tekkesi (Rumelihisarında)
60- Nazif Dede Tekkesi (Anadoluhisarında)
61- Valde Sultan Tekkesi (Edirnekapı dışında)
62- Vezir İzzet Mehmet Paşa Tekkesi (Eyupsultanda)
63- Samanizade Tekkesi (Otlakçı Yokuşunda)
64- Yahya Efendi Tekkesi (Beşiktaşta)
65- Yuşa Tekkesi (Beykozda Yuşa Mahallesinde)
66- Yakupzade Tekkesi (Yayla civarında)
67- Şehislam Tekkesi (Eyupta)
68- Osman Efendi Tekkesi (Ösküdar İnadiye Mahallesinde)
69- Hindiler Tekkesi (Aksaray Horhor Mahallesinde)
70- Selami Efendi Tekkesi (Eyup Babahaydar Mahallesinde)
71- Selim Baba Tekkesi (Çınar Mahallesinde)
72- Nuri Efendi Tekkesi (Taşkasapta)
73- Van” Ahmet Efendi Tekkesi (Lalezar mahallesinde)
74- Rakım Efendi Tekkesi (Zincirlikuyu Mahallesinde)
75- Erdek Tekkesi (Davutpaşa Mahallesinde)
76- Canfeda Tekkesi (Kabataşta)
77- Hülkerzade Tekkesi (Beşiktaşta)
78- Nakşibendi Tekkesi (Kurşunlumahzen semtinde)
79- Kariler Tekkesi (İdrisköşkü Mahallesinde)
80- Keşf” Efendi Tekkesi (Kefeli Camii semtinde)
81- Salih Efendi Tekkesi (Drağman semtinde)
82- Çakırdere Tekkesi (Dolmabahçe Karabali Mahallesinde)
83- Beşikçizade Tekkesi (Bekirpaşa Camii civarında)
84- Taşlıburun Tekkesi (Eyupta)
85- Oluklubayır Tekkesi (Eyupta)
86- Sadık Efendi Tekkesi (Ösküdar Alacaminare semtinde)
87- Mudanyalızade Tekkesi (Babıhümayun civarında)
88- Ağaşeyh Tekkesi (Cebehane semtinde)
89- Seyid Baba Tekkesi (Hasekide)
90- Ata Efendi Tekkesi (Anadoluhisarında)
91- Tevfikzade İbrahim Efendi Tekkesi (Ösküdar Akyalı semti)
92- Mehmet Ataullah Tekkesi (Kanlıcada)
93- Seyidbey Tekkesi (Yüksekkaldırım)
94- Yakupzade Tekkesi (Yayla semtinde)
95- İgvanlar Tekkesi (Ösküdar Çinili Camii yanında)
RUFAİ TEKKELERİ
1- Raşid Efendi Tekkesi (!atih civarında Kadıçeşmesi Mah.)
2- Sultan Osman Tekkesi (Otakçılarda Sıraselviler Mahallesi)
3- Şerbettar Tekkesi (Molla Gürani Mahallesinde)
4- Tarsus Tekkesi (Mevlevihane kapısında)
5- Sancakdar Tekkesi (Ayasofya civarında)
6- Kubbe Tekkesi (Fatih civarında Yenihamam Mahallesinde)
7- Halim Efendi Tekkesi (Unkapanında Yeşiltulumba Mah.)
8- Bekarbey Tekkesi (Hubyar Mah.)
9- Ali Fevzi Tekkesi (Kasımpaşada)
10- Sandıkçı Şeyh Ethem Tekkesi (Ösküdarda Tabutçular içinde)
11- Şeyh Sırrı Efendi Tekkesi (Kıztaşında Sofular Mahallesinde)
12- Saraç İshak Tekkesi (Tavşantaşında)
13- Seyyah Şeyh Tekkesi (Kabasakalda)
14- Saçlı Efendi Tekkesi (Küçükmustafapaşada Çırakçıçeşmede)
15- Arabacıbaşı Tekkesi (Sultanahmette (Düğümlü Dede)
16- Kılcı Mehmet Tekkesi (Mevlevihane kapısında)
17- Cündi Hurrem Tekkesi (Altımermer Semtinde)
18- Salih Efendi Tekkesi (Karagümrükte Tahtaminarede)
19- Karasarıklı Tekkesi (Küçükmustafapaşada)
20- Maruf” Efendi Tekkesi (Kasımpaşada İbadullah Mahallesinde)
21- Yahyazade Tekkesi (Eyupsultanda)
22- Halvi Efendi Tekkesi (Şehremininde)
23- Karababa Tekkesi (Çenberlitaşta Atik Ali Paşa Mahallesinde)
24- Paşababa Tekkesi (Tophanede Firuzağa Mahallesinde)
25- Şeyh Arif Tekkesi (Husrevpaşada)
26- Şeyh Abdullah Tekkesi (Odabaşı Çarşısında)
27- Karanohut Tekkesi (Halıcılar köşkünde)
28- Şeyh Mahmut Tekkesi (Ösküdarda Ahmediye Camiinde)
29- Şeyh Nuri Tekkesi (Ösküdarda Dedebağlar Mahallesinde)
30- Alyanak Ali Tekkesi (Lalezar semtinde)
31- Şeyh Sadık Tekkesi (Ösküdarda Menzilhane Yokuşunda)
32- Sait Çavuş Tekkesi (Küçükmustafapaşada)
33- Şehislam Tekkesi (Eyupta Babahaydar civarında)
34- Kabasakal Tekkesi (Fatih Camii civarında)
35- Şerbettar Tekkesi (Haseki semtinde)
36- Şeyh Kamil Tekkesi (Avretpazarında)
37- Berberler Şeyhi Osman Efendi Tekkesi (Topkapı-Beyazıtağa mahallesi)
38- Toyğartepesi Tekkesi (Ösküdarda)
39- Eyup Şeyh Hasib Efendi Tekkesi (Eyupsultanda)
40- Şeyh Helva” Tekkesi (Bozdoğan kemerinde)
HALVETİ TEKKELERİ
1- Öçler Tekkesi (Silivrlkapıda)
2- Karaman” Tekkesi (Sütlücede)
3- Takyeci Tekkesi (Topkapı dışında Takyeci Camii içinde)
4- Kasımçelebi Tekkesi (Çenberlitaşta Atikalipaşa Camii içinde)
5- Bülbülcüzade Tekkesi (Yeninişancada)
6- Sadullah Çavuş Tekkesi (Silivrikapı Aynalıbakkal mahallesi)
7- Çizmeciler Tekkesi (Kabataşta)
8- Altunizade Tekkesi (Ekşikaradut Mahallesinde)
9- Maçka Tekkesi (Beşiktaşta Maçka semtinde)
10- Hamzazade Tekkesi (Fatih Yeninişancıda)
11- Şevki Mustafa Tekkesi (Mimar Mahallesinde)
12- Kule Meydanı Tekkesi (Yedikulade Kasap İlyes Mescidinde)
13- Şeyh Süleyman Tekkesi (Beykozda)
14- Ömmü Sinan Tekkesi (Şehremininde)
15- Çolak Hasan Tekkesi (İdris Köşkü Mahallesinde)
16- Kolancı Şeyh Emin Tekkesi (Otakcılarda)
17- Nasuhi Efendi Tekkesi (Ösküdarda Doğancılarda)
18- Aydınoğlu Tekkesi (Babıali civarında)
19- Feyzi Efendi Tekkesi (K. Mustafapaşa, Ağaçkakan mah.)
20- Saçlı Hüseyin Efendi Tekkesi (Ahmediye Mahallesinde)
21- Çalak Tekkesi (Mengene Semtinde)
22- Seyid Velayet Tekkesi (aşıkpaşa Mahallesinde)
23- Ud” Şeyhi Hafız Efendi Tekkesi (Çelebi Mehmet Ağa Hamamı Civarında)
24- Şeyh Feyzullah Tekkesi (Ösküdar Ahmediye Mahallesinde)
25- Emirler Tekkesi (Silivrikapıda)
26- Hicazlızade Tekkesi (Eğrikapı dışında)
27- Yıldız Tekkesi (Bahçekapıda)
28- Şeyh Süleyman Efendi Tekkesi mm(Sofular semtinde)
29- Hafız Efendi Tekkesi (Beykozda)
30- Şeyh Hafız Tekkesi (Ösküdar Kara Ahmet Dede)
31- Halıcılar Köşkü Tekkesi (Halıcılar Köşkü)
32- Öksüzcebaba Tekkesi (Akarca Mahallesinde)
33- Sertarikzade Tekkesi (Eyupsultanda)
34- Kosra MustafababaTekkesi (Ösküdar Çavuşdere mah.)
36- Hamzazade Tekkesi (Nışancıda)
37- Nurittin Cerrah” Tekkesi (Karagümrükte)
39- Alaeddin Tekkesi (Sofular Hamamı civarında)
40-Bazırkan Tekkesi (Kocamustafapaşa)
41- Hasan Efendi Tekkesi (Cihangir Camii içinde)
42- İshak Karaman” Tekkesi (Sütlücede)
43- Pazarlı Osman Tekkesi (Osman Efendi Mahallesi)
44- Fenayi Tekkesi (Mollagürani)
45- Mubir Hasan Efendi Tekkesi (Eskialipaşada)
46- Doğramacı Tekkesi (Tersane, Zindanarkasında)
47- İsmail Efendi Tekkesi (Yeniköyde)
48- Mimar Sinan Tekkesi (Aşıkpaşa Mahallesinde)
49- Akbıyık Tekkesi (Ahırkapıda)
50- Keşfi Tekkesi (Şehzadebaşında)
51- Durmuşdede Tekkesi (Rumelihisarında)
52- İskenderbaba Tekkesi (Ösküdar Çinili Camii civarında)
53- Ömm” Ahmet Tekkesi (Ösküdar Çinili Camii civarında)
54- İdris Efendi Tekkesi (Çavuşderesinde)
55- Yahya Kethüda Tekkesi (K.paşa Cumapazarı Mahallesinde)
56- Ali Efendi Tekkesi (Edirnekapıda)
57- Seyid Halife Tekkesi (Fenabi Mahallesinde)
58- İplikçi Mehmet Efendi Tekkesi (Otlakçı Yokuşunda)
59- Tulž” Tekkesi (Ösküdar İnadiye Mahallesinde)
60- Hakik” Osman Efendi Tekkesi (Eğrikapıda)
61- Eyup Tekkesi (Eyupsultanda)
62- Çamlıcalı Mehmet Efendi Tekkesi (Ösküdar Çavuşderesinde)
63- Rauf” Efendi Tekkesi (Ösküdar Doğancılarda)
64- Saffeti Tekkesi 5Ösküdar Doğancılarda)
65- Kuşadalı İbrahim Tekkesi (Sineklibakkal mahallesinde)
66- Şeyh Süleyman Efendi Tekkesi (Beykozda)
67- Sivas Tekkesi (Sultanselim Camii civarında)
68- Karabaş Tekkesi (Rumelihisarında)
69- Karabaş Tekkesi (Tophanede)
CELVETİYYE TEKKELERİ
1- Atpazarı Osman Tekkesi (Ösküdar Hayrettinçavuş Mah.)
2- Seyid Haşimbaba Tekkesi (Ösküdar İnadiye Mahallesinde)
3- Devatizade Tekkesi (Ösküdar Şeyh Camii civarında)
4- Küçükayasofya Tekkesi (Küçükayasofya Camii içinde)
5- Mahmut Tekkesi (Ösküdarda, Gülfemhatun Mahallesinde)
6- Acıbadem Tekkesi (Ösküdarda Selamsız caddesinde)
7- Atpazarı Şeyh Tekkesi (Fatih Atpazarı Semtinde)
8- Şeyh Selami Tekkesi (Ösküdarda Takkekapısı Mahallesinde)
9- Alaettin Efendi Tekkesi (Sofularda)
10- Bacılar Tekkesi (Ösküdarda Aziz Hüdayi civarında)
11- İskenderbaba Tekkesi (Ösküdarda Ağahamamı yanında)
12- Çakırdede Tekkesi (Dolmabahçede)
13- Şeyh Selami Efendi Tekkesi (Ösküdar Büyükçamlıcada)
14- Şeyh Fena” Ali Tekkesi (Ösküdarda Pazarbaşı Mah.)
15- Keşfi Osman Tekkesi (Şehzadebaşında Veznecilerde)
16- Tombul Hacı Mehmet Tekkesi (Ösküdar Tenbel H.M. M. de)
17- Sarmaşık Tekkesi (Edirnekapı içinde)
18- Ayşe Sultan Tekkesi (Ösküdarda Mirahör Mahallesinde)
19- Mihrimah Sultan Tekkesi (Ösküdarda Mihrimah Camiinde)
20- Burgulu Tekkesi (Ösküdarda Burgulu Mahallesinde)
21- Hüdayi Aziz Mahmut Tekkesi (Ösküdarda)
22- Akşemsettin Tekkesi (Zeyrekde)
23- Bandırmalızade Tekkesi (Ösküdar İnadiye Mahallesinde)
24- Devati Mustafa Tekkesi (Ösküdar Şeyhcamii içinde)
25- Selami Ali Tekkesi (Ösküdar Acıbademde)
26- Sertarikzade Tekkesi (Fatih Kumrulumescit yanında)
27- İbrahim Efendi Tekkesi (Bulgurlu Kızılmescit Mahallesinde)
28- Akarca Tekkesi (Tophane Akarca Mahallesinde)
29- Fenayi Tekkesi (Ösküdar Alacaminare semtinde)
30- Karabaş Ali Tekkesi (Eski Valde Camiinde)
31- Sarmaşık Tekkesi (Edirnekapıda)
ŞAZELİ TEKKELERİ
1- Ertuğrul Tekkesi (Beşiktaşta)
2- Şazeli Tekkesi (Alibeyköyünde)
3- Unkapanı Tekkesi (Unkapanında)
SÖNBÖLİYYE TEKKELERİ
1- Sinan Erdebili Tekkesi (Ayasofya civarında)
2- Sünbül Sinan Tekkesi (Kocamustafapaşa Camii içinde)
3- Ferruh Kethüda Tekkesi (Balat Camii içinde)
4- Karamehmet Paşa Tekkesi (Aksarayda)
5- Keşf” Cafer Tekkesi (Fındıklıda)
6- Mehmet Ağa Tekkesi (Çarşamba Mehmet Camii içinde)
7- Saffeti Tekkesi (Silivrikapı Ağaçbayırında)
8- Mirahör Tekkesi (Yedikulede Mirahör Mahallesinde)
9- Bazırgan Tekkesi (Kocamustafapaşada)
10- Hasan Efendi Tekkesi (Cihangir Camii içinde)
11- Yedikule Tekkesi (Yedikule içinde)
12- Saçlı Hüseyin Tekkesi (Ösküdarda Tabutçular içinde)
13- İprahim Paşa Tekkesi (Kumkapı Nişancasında)
14- Beşikçizade Tekkesi (Davutpaşa Çavuşhamamı yanında)
15- Şah Sultan Tekkesi (Eyup Şahsultan Mahallesinde)
16- Tercüman Yunus Tekkesi (Drağman Fethiye civarında)
17- Sirkeci Tekkesi (Küçükmustafapaşada)
18- Mimar Acem Tekkesi (Mevlevihanekapısı içinde)
19- Hacıkadın Tekkesi (Samatyada Hacıkadın Camiinde)
20- Sivas” Tekkesi (Sultanselimde)
21- Merkezefendi Tekkesi (Mevlevihane kapı dışında)
22- Balat Tekkesi (Balatta Balat Camii içinde)
23- Bayram Paşa Tekkesi (Haseki Camii yanında)
24- Hacı Evhad Tekkesi (Yedikulede)
25- İsazade Tekkesi (Drağmanda)
26- Mimar Tekkesi (Cad sırrı Mimar Mahallesinde)
SADİYYE TEKKELERİ
1- Çakırağa Tekkesi (Edirnekapısı Çakırağa Mahallesinde)
2- Caferpaşa Tekkesi (Eyupte Kızılmescitte)
3- İsa Efendi Tekkesi (Halıcılar Köşkü yanında)
4- Gani Efendi Tekkesi (Ösküdarda Tabutçular içinde)
5- Kantar” Baba Tekkesi (Gümüşsuyu semtinde)
6- Hamidiye Tekkesi (Kadıköy Kuşdilinde)
7- Sancaktar Hayrettin Tekkesi (Davudpaşa İskelesinde)
8- Seyfettin Efendi Tekkesi (Ösküdarda Çavuşderesinde)
9- Ciğerimdede Tekkesi (Kasımpaşada)
10- Raşit Efendi Tekkesi (Şehremininde İnadiye fırını yanında)
11- Kovacı Dede Tekkesi (koskada Hasanpaşa Karakolu civarı)
12- Fındıkzade Tekkesi (Yüksekkaldırım Kalender Mahallesinde)
13- Ejder Tekkesi (Karagümrükte)
14- Şeyh Cevher Tekkesi (Okmeydanında)
15- Hasan Kudsi Tekkesi (Mevlevihane kapısında)
16- Halil Hamit Paşa Tekkesi (Davudpaşa İskelesinde)
17- Şeyh Fethi Tekkesi (Ösküdar Ahmediye Mahallesinde)
18- Hasirizade Tekkesi (Sütlücede)
19- Etyemez Tekkesi (Etyemez Mahallesinde)
20- Taşlıburun Tekkesi (Eyup Taşlıburun Mahallesinde)
21- Abid Çelebi Tekkesi (Kadıçeşmesinde)
22- Kara Mehmet Paşa Tekkesi (Aksarayda)
23- Balçık Tekkesi (Eyup Defterdar semtinde)
24- Yağcızade Tekkesi (Ösküdarda)
25- Kirpası Mustafa Tekkesi (Eyupta)
26- Durzi Şeyh Ali Tekkesi (Otlakcılarda)
27- Arap Hasan Tekkesi (Mevlevihane Kapısında)
28- Abdülbaki Tekkesi (Kadıköyünde)
29- Bedrettinzadeler Tekkesi (Samatyada)
30- Kapıağası İsmail Ağa Tekkesi (Ösküdar Ağahamamı yanı)
31- Şeyh Cevher Tekkesi (Okmeydanında)
32- Kelami Tekkesi (Yayla çarşısında)
33- Şeyh Emin Tekkesi (Yaşmakçı çayırında)
34- Sultan Osman Tekkesi (Sıraselvilerde)
ŞABANİYYE TEKKELERİ
1- Akşemsettin Tekkesi (Zeyrek Yokuşunda)
2- Ekmel Tekkesi (Sofularda)
3- Aydınoğlu Tekkesi (Hocapaşa, Salkımsöğütte)
4- Mahmut Efendi Tekkesi (Mevlevihane kapısında)
5- Seyyid Nizam Tekkesi (Silivrikapı Balıklı tarafında)
6- Emirler Tekkesi (Silivrikapıda)
7- Feyzullah Efendi Tekkesi (Ösküdar mAhmediye Mahallesinde)
8- Beykoz Tekkesi (Beykozda)
9- Saffeti Paşa Tekkesi (Ösküdarda Doğancılarda)
10- Atik Valde Sultan Tekkesi (Ösküdar Valde Camii içinde)
11- Altunizade Tekkesi (Ağayokuşunda)
12- Müştak Efendi Tekkesi (Ağayokuşunda)
13- Şeyh İsmail Tekkesi (Yeniköyde)
14- Ömm” Ahmet Efendi Tekkesi (Ösküdar Çinili Camii civarı)
15- Durmuş Dede Tekkesi (Rumelihisarında)
16- Rafet Efendi Tekkesi (Çarşanbada)
17- Çınarlı Tekkesi (Ösküdar Çavuşderesinde)
18- Beykoz Tekkesi (Beykozda)
19- Şamiler Tekkesi (Aksarayda)
20- Fahrettin Tekkesi (Maçkada)
21- Kuşadalı Tekkesi (Aksaray, Sineklibakkal Mahallesinde)
22- Paşa Tekkesi (Küçükayasofyada)
23- Halil Efendi (Ösküdar Debağlar mahallesinde)
24- Asmail Ağa Tekkesi (Ayasofya civarında)
CERAHİYYE TEKKELERİ
1- Yeserizade Tekkesi (Sofularda Çelebi M. Ağahamamı yanı)
2- Bağcızade Tekkesi (Ösküdarda Balaban iskelesinde)
3- Sertarikzade Tekkesi (Fatih Kumrulumescitte)
4- Şeyh Ali Tekkesi (Otakcılarda)
5- Nurittin Cerrah” Tekkesi (Karagümrükte)
6- Karagöz tekkesi (Silivrikapıda)
7- Yıldız Dede Tekkesi (Bahçekapıda)
8- İkinci Mehmet Hüsamettin Tekkesi (Otlukçu Yokuşunda)
9- Dede Tekkesi (Nuruosmaniyede)
10- Tamaşvar Tekkesi (Eyup Şehislam Mahallesinde)
11- Arif Dede Tekkesi (Ösküdar Mehmet Ağa Camiinde)
12- Karabaş Tekkesi (Tophanede)
BEDEVİYYE TEKKELERİ
1- İslambey Tekkesi (Eyupta İslambey Mahallesinde)
2- Şeyh Ahmet Tekkesi (Çengelköyünde)
3- Ebürriza Tekkesi (Tatavlada)
4- Şeyh Hamil Tekkesi (Beylerbeyinde)
5- Şeyh Sadık Tekkesi (Ösküdarda Toptaşında)
6- Ağaçkakan tekkesi (K.M. P. Ağaçkakan mahallesinde)
7- Şeyh Hüseyin Tekkesi (İstavrozdere içinde)
8- Şeyh mustafa Tekkesi (Tatavla Uzunyolda)
BAYRAMİYYE TEKKELERİ
1- Emekyemez Tekkesi (Ösküdarda Salacakta)
2- Himmetzade Tekkesi (Nakkaşpaşada)
3- Tavil Mehmet Efendi Tekkesi (Altımermerde)
4- Muhyi Efendi Tekkesi (Ösküdarda Divitçilerde)
5- Abdibaba Tekkesi (Eyupta)
6- Mehmet Ağa Tekkesi (Çarşanbapazarı mahallesinde)
7- Abdussemed Tekkesi (Kağıthanede)
8- Hasem Latif Tekkesi (Aksarayda)
9- Haşim” Osman Tekkesi (Kasımpaşa Kulaksız Mahallesinde)
UŞAKë TEKKELERİ
1- Halit Efendi Tekkesi (Yedikule Mirahur Mahallesinde)
2- Şalcızade Tekkesi mm(Eğrikapı Savaklar Mahallesinde)
3- Altınzada Tekkesi (Fatih Haydar Mahallesinde)
4- Şeyh Bedrettin Tekkesi (Keçecilerde)
5- Uşak” Tekkesi (Kasımpaşada)
6- Uşak” Mahmut Tekkesi (Keçecilerde)
GÖLŞENİ TEKKELERİ
1- Şeyh Ali Tekkesi (Balat Mollaaşk” Mahallesinde)
2- Başçı Hacı Mahmut Tekkesi (Haseki Başçı Camii içinde)
3- Gülşen” Tatar Tekkesi (Tophanede)
4- Gürcü Şeyh Ali Tekkesi (Mollaaşkide)
5- Helv” Efendi Tekkesi (Şehremininde)
6- Sait Efendi Tekkesi (Haseki Başcı Camii içinde)
SİNANİ TEKKELERİ
1- Zekaizade Tekkesi (Şehremininde)
2- Şeyh Salih Tekkesi m(Topkapıda)
3- Şeyh Sinan Tekkesi (Eyup Dökmeciler mahallesinde)
MEVLEVİ TEKKELERİ
1- Galata Mevlevihanesi (Galata Kulekapısında)
2- Ösküdar Mevlevihanesi (Mirahur Mahallesinde)
3- Kasımpaşa Mevlevihanesi (Kasımpaşada)
4- Yenikapı Mevlevihanesi (Yenikapı dışında)
5- Bahariye Mevlevihanesi (Eyupta Bahariye Mahallesinde)
BEKTAŞİ TEKKELERİ
1- Şeyh Abdullah Tekkesi (Kazlıçeşmede)
2- Şeyh Abdullah Baba Tekkesi (Topkapıda)
3- Şeyh Hafız Baba Tekkesi (Eyupsultanda)
4- Şeyh Hüseyin Baba Tekkesi (Sütlücede)
5- Şeyh Teber Tekkesi (Kağıthane-Karaağaçta)
6- Şehitler Tekkesi (Rumelihisarında) – (Nafi Baba)
7- Merdivenköyü Tekkesi (Çamlıcada)
8- Öküzliman Tekkesi (Öküzlimanında)
9- Ösküdar Tekkesi (Ösküdarda) 5 tekke daha vardı.
EK IV
1810 yılında Fransa’da yayımlanan Bektaşi-Yeniçeri ilişkilerini anlatan oyun metni
KAYNAKÇA
1) Abdurrahman Güzel, Kaygusuz Abdal, Kültür Bakanlığı yayınları.
2) Abdulkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1976.
3) Ali Yıldırım, Osmanlı Engizisyonu, Öteki Yayınevi.
4) Ali Yıldırım, Alevi-Bektaşi Deyişleri, Ayyıldız Yayınları.
5) Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Nihal Adsız …..? MEB yayınları
6) Abdulbakiy Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, Der Yayınları, 1987.
7) Abdulbakiy Gölpınarlı, Ehlibeyt ve 12 İmamlar, Der Yayınları.
8) Ahmet Yaşar Ocak, Kalenderiler, Tarih Kurumu Yayınları.
9) Ahmet Yaşar Ocak, Menakubul Kutsiyye Fi Menasihil Unsiyye, Tarih Kurumu Yayınları.
10) Ahilik Sempozyumu Bildirileri, Kültür Bakanlığı yayınları.
11) Baki Öz, Osmanlıda Alevi Ayaklanmaları, Ant Yayınları.
12) Bedri Noyan, Bektaşilik Alevilik Nedir?
13) Bedri Noyan, Veli Baba Menkıbenamesi.
14) Besim Atalay, Bektaşilik, Ant Yay.
15) Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, Kültür Bak. Yay.
16) Cevdet Paşa, Tezakir, 1, 2, 3, 4. Cilt, Tarih Kurumu Yay.
17) Clauda Cahen, Anadolu’da Türkler, E yayınları
18) Dimitri Kontemir, Osmanlı İmparatorluğunun Yükselişi ve Çöküşü, Kültür Bak. Yay. I, II, III.
19) Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, Tekin Yay., 1982.
20) E. XEMGİN, Aleviliğin Kökenindeki Mazda İnancı ve Zerdüşt Öğretisi, Berfin Yay.
21) Erdoğan Menis, Müslüman Türk Devletleri Tarihi.
22) Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi.
23) Fuat Bozkurt, Aleviliğin Toplumsal Boyutları.
24) Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet Yayınları.
25) Gordlevski, Anadolu Selçuklu Devleti, Onur Yayınları.
26) Gülağ Öz, İslamiyet Türkler ve Alevilik, Ayyıldız Yayınları.
27) Gülağ Öz, Aleviliğin Tarihi Kökleri ve Anadolu Erenleri.
28) Hikmet Tanyu, İslamiyetten önce Türkler’de Tek Tanrı İnancı.
29) İsmail Cem, Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, Cem Yayınları.
30) İslam Ans. Ciltleri, MEB Yayınlarıİslam Ans. Ciltleri, Diyanet Vakfı Yayınları
31) İrfan Gürdün, Osmanlı’da Devlet-Tekke Münasebetleri.
32) İlhan Başgöz, Yunus Emre, İndiana Öniversitesi Yayınları.
33) İsmail Kaygusuz, Alevilik, İnanç, Kültür, Siyaset Tarihi, Alev Yay.
34) İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devlet Teşkilatında Kapu Kulu Ocakları, Acemi Ocağı, Yeniçeri Ocağı, Tarih Kurumu Yayınları.
35) İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Tarih Kurumu yayınları
36) John Kingsley Birge, Bektaşilik Tarihi, Ant Yayınları.
37) Mehmet Aydın Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Nakışlar Yayınları.
38) Hoca Sadettin Efendi, Tacüt Tevarih, 1, 2, 3, 4, 5. ciltler.
39) Hikmet Tanyu, İslamiyetten Önce Türkler’de Tek Tanrı İnancı.
40) Lütfi Kaleli, Alevilik, Edep, Erkan, İnanç.
41) Mustafa Akdağ, Türkiye’nin ….. Tarihi, I, II. cilt, Tekin yayınları
42) Mustafa Kora, Bursa’da Tekkeler ve Tükitbu, Uludağ Yay.,
43) Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, Tekin Yay.ehmet Yaman, Alevilik, Edep, Erkan, İnanç.
44) Mustafa Kora, Tekkeler ve Zaviyeler, I, II. Cilt, Dergah Yayınları.
45) Mikail Bayram, Ahi Evren Tasavvufu Düşüncesinin Esasları, Diyanet Vakfı
46) Mehmet Eröz, Eski Türk Dini, Alevilik Bektaşilik, Türk Dün. Araşt. Vakfı Yayınları
47) Murat Sertoğlu, Bektaşilik, Başak Yayınları, 1969.
48) Muharrem Ergün, Dede Korkut Kitabı.
49) Melulü Divanı ve Ahiliğin, Tasavufun, Bektaşiliğin Tarihçesi.
50) Münecimbaşı Tarihi, MEB yayınları.
51) Muhibbi Divanı, Kanuni Sultan Süleyman, Kültür Bakanlığı Yayınları.
52) Naima Tarihi, MEB Yayınları.
53) Neşri Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları.
54) Neteyic ül Vukuat Ciltleri, Nuri Paşa Tarihi (Çeviri: Neşet Çağatay)
55) Nejat Birdoğan, Anadolu ve Balkanlarda Alevi Yerleşimi, Alev Yayınları.
56) Nejat Birdoğan, Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik, Berfin Yayınları.
57) Nejat Birdoğan, Çelebi Cemalettin Efendi’nin Savunması.
58) Oruç Bey Tarihi (Nihal Atsız) Tercuman Yayınları.
59) Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi.
60) Oral Çalışlar, Ali-Muaviye Kavgası, Pencere Yayınları.
61) Ömer Lütfü Barkal, Kolanizatör Türk Dervişleri.
62) Solakzade Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları.
63) Şerafettin Turan, Türk Kültür Tarihi, Cem Yay.
64) Şakir Keçeli, Alevilik Bektaşilik Açısından Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, Ardıç Yayınları.
65) Şakir Keçeli, Osmanlı Ne, Şeriat Ne, Ardıç Yayınları.
66) Türk Halk Kültürü Araştırmaları, Kültür Bakanlığı Yayınları.
67) Tarihi Cevdet (Cevdet Paşa Tarihi) Ciltler, Ugdal Neşriyat.
68) Tahcacılar Sempozyumu Bildirileri, Kültür Bak. Yay.
69) Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, I, II, Ciltler, Kültür Bakanlığı Yay.
70) Reşat Ekrem Koçu, Yeniçeriler, Koçu Yay.
71) Reha Çamuroğlu, Yeniçerinin Bektaşiliği ve Vaka-i Şerriye, Ant Yayınları.
72) Yaşar Nuri Öztürk, Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar, Yeni Boyut Yayınları.
73) Yaşar Nuri Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşilik.
74) Yaşar Nuri Öztürk, Kuşadalı İbrahim Halveti, Yeni Boyut Yayınları.
75) Yaşar Yücel, Ali Sevim, Klasik Dönemin Öç Hükümdarı: Fatih, Yavuz, Kanuni, Tarih Kurumu Yayınları.
76) Yörükler Sempozyumu Bildirileri, Kültür Bak. Yay.
77) Yılmaz Öztuna, Osmanlı Padişahlarının Hayat Hikayeleri, Ötüken Yay.
DİPNOTLAR
1 Fuat Köprülü, İslam Ans. 2. C. s.461 M.E.B. Yay.
2 İslam Ans. Bektaşilik Mad., C.5, s.373, Diyanet Vakfı Yay.
3 Melikof, Uyur İdik Uyardılar, s.219.
4 Yaşar Nuri Öztürk, Tarihi Boıyunca Bektaşilik, s.87
5 Abdülkadir Sezgin, Hacı Bektaş Veli ve Bektaşilik, s.197.
6 Josoph Van Hammer, Osmanlı Devleti Tarihi, C.1, s.9, Çeviri: Mehmed Ata, Bugünkü dile özetleyen Abdulkadir Karahan..
7 Irıne Melikof, Uyur İdik Uyardılar, s.108.
8 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilatından Kapu Kulu Ocakları, I. Cilt, s.5
9 Reşad Ekrem Koçu, Yeniçeriler, s.7, Koçu Yayınları, 1964.
10 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları, s.148.
11 Fuat Köprülü, Anadolu’da İslamiyet, Edebiyat Fakültesi Mecmuası
12 Reşat Ekrem Kocu, Yeniçeriler, s.91.
13 Yaşar Nuri Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşilik, s.89.
14 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kapu Kulu Ocakları, s.150.
15 Abdullah Cevdet, Tarihi Askeri Osmani, s.176
16 Ölker Akutay, Enderün Mektebi, s.74. Aktardığı Kaynaklar: 1) F. İsfendiyaroğlu, Galata Saray Tarihi, 2) A.A. Teyyare zade, Tarihi Ata 1. Cilt, 3) Hızır İlyas Letaifi Vekayif Enderun, 4) M. Ziya, Mekteb-i Sultani
17 F. İsfendiyaroğlu, Galatasaray Tarihi, s.88.
18 Reşat Ekrem Koçu, Yeniçeriler, s.148
19 Age. s.148
20 İrfan Gündüz, Osmanlı’da Devlet-Tekke Münasebetleri, s.134.
21 Age, s.149.
22 Rıza Zelyut, Öz Kaynaklarına Göre Alevilik, s.216, İstanbul, 1990.
23 Reha Çamuroğlu, Yeniçerilerin bektaşiliği ve Vaka-i Şerriye, s.44.
24 Yaşar Nuri Öztürk, tasavvufun ruhu ve tarikatlar,s.190.
25 Enver Bahnan Şapolya, Mezhepler ve Tarikatlar, s. 448-449.
26 John Kıngsey Bırge, Bektaşilik Tarihi, s.85, Çev. R. Çamuroğlu
27 Birge, age. Aktarma: 1) Creasy’nın Hıstory of the Ottoman Kurks, 2) Encycl, of İslam, Yeniçeriler maddesi.
28 Y. Nuri Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşilik, s.88-89.
29 age, s.89
30 Reha Çamuroğlu, Yeniçerilerin Bektaşiliği ve Vaka-i Şerriye, s.42.
31 Ahmet Cevdet Paşa Tarihi, s.2967.
32 Reşat Ekrem Koçu, Yeniçeriler, s.151.
33 Müneccimbaşı Tarihi, 11. Cilt, s.431.
34 Bu konudaki bilgiler için bkz. Tacüt Tevarih, 11. Cilt, Neşri Tarihi II. Cilt, Solakzade Tarihi I. cilt.
35 Solakzade Tarihi, II. Cilt, s.137
36 Peçevi Tarihi, II. cilt, s.316.
37 Solakzade Tarihi, II. Cilt, s.541
38 Naima Tarihi, III. Cilt, 1382, Aktaran: Baki Öz, Osmanlı’da Alevi Ayaklanmaları, s.206
39 Solakzade Tarihi, Cilt II, s.213
40 Ali Yıldırım, Osmanlı Engizisyonu, s.71
41 Age, s.71.
42 Hoca Saadetin Efendi, Tacüt Tevarih, IV. Cilt, s.176
43 Nazmi Sevgen, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, s,9, Haziran 1968
44 Gülağ Öz, İslamiyet Türkler ve Alevilik, S. 367, Ayyıldız Yay.
45 Reha Çamuroğlu, Yeniçerilerin Bektaşiliği ve Vaka-i Şeriye, s.45, Ant yayınları.
46 Müneccimbaşı Tarihi, II. Cilt, s.434, Tercuman Yayınları.
47 Age, s.446
48 Enver Ziya Karal, İslam Ans., MEB yay. II. Mahmut maddesi, Cilt 7, s.166.
49 Yılmaz Öztuna, Osmanlı Padişahlarının Hayat Hikayeleri, s.419
50 Enver Ziya Karal, İslam Ansiklopedisi, MEB Yayınları, Cilt 7, s.166.
51 Reşat Ekrem Koçu, Yeniçeriler, s.323
52 Age, s.324.
53 Cevdet Paşa Tarihi, Cilt 6, s.2954.
54 Age, s.329
55 Age, s.331
56 Age, s.331
57 Reha Çamuroğlu, Yeniçeriler’in Bektaşiliği ve Vaka-i Şerriye, s.86.
58 İrene Melikof, Uyur İken Uyardılar, s.227.
59 Osmanlı Vakanuvüstü Esat Efendi’den aktaran: Cevdet Paşa, 6. Cilt, s.2967.
60 Tarihi Cevdet, Cilt 6, s.2967-2968
61 Abdulkadir Sezgin, Türkiye’de Alevilik Bektaşilik Özerine Sosyolojik Bir Araştırma (Yayınlanmadık Tez), Devlet Arşivi, H.H.17386/ç1..
62 A. Sezgin, Age, Devlet Arşivi, H.H.17453/ç1
- Hacegandan Fatih Efendi, Bektaşilerin, Ç6 Mora isyanında Rumlara, sizinle ittifak ile bu yezidleri katledelim dediklerini ve bu sırada İranla olan muharebede ehl-i sünneti vurmak içün Şahı beklediklerini yazmaktadır. Bu gibi sözlerin işaasiyle Bektaşiler aleyhinde propaganda yapılmış olduğu anlaşılıyor. Alemdar Mustafa Paşa isimli eserimizde, Yeniçerilerin saraya hücumlarında Bektaşilerin rolleri bir ruznameden nakil idilmiş olup Öss-i zaferde de Esat Efendi bunların hallerinden bahs etmektedir. (s.203 ila 207).
1) İçtimada bulunan şeyhler Beşiktaşda Yahya Efendi türbedarı Nakşibend”yyeden Hafız Efendi, Eyüpda Kaşgar” tekkesi şeyhi Balmumcu Mustafa Efendi, Galata mevlevihanesi şeyhi Kudretullah Efendi, Beşiktaş mevlevihanesi şeyhi Abdülkadir Efendi, Koca Mustafa Paşada Sünbüliyye şeyhi, Merkezefendi şeyhi Ahmed Efendi, Kasımpaşa şeyhi Ali Efendi, Ösküdarda Nasuh” şeyhi Şemseddin Efendi, Hüda” Mahmud Efendi şeyhi Seyyid Efendi, Bandırmalı zade Galip Efendi, Zakirbaşı Şikar” zade Şeyh Ahmed Efendi, Kovacı Şeyhi Emin Efendi.
1) Benim, vesikalar arasında bularak naklettiğim bu telhisin hülasasını Öss-i Zafer yazmış ve Cevdet Paşa da oradan nakletmiştir. Her iki eserde de Hatt-ı hümayun sureti yoktur.
1) Cevdet Paşa merhum o zamanı idrak etmiş zevattan naklen _Şan” zade Ataullah Efendinin Hekimbaşı Behcet Efendi ile münaferetlerine mebni, Hekimbaşının tesiriyle nefy edildiğini beyan etmiştir. Bu hatt-ı hümayunda ise bunun bizzat Padişahın emriyle olduğu görülüyorsa da Yeniçeri Ocağının kaldırılmasında ve Eşkinci talimi işinde Behcet Efendinin hizmeti olup Hekimbaşı olması münasebetiyle Padişahın yakınında bulunarak bundan bilistifade rakibi Şan” zadenin nefyine muvaffak olduğu anlaşılır. Şan” zade zamanının mütefekkirlerinden olup tıp ve riyaziyede mahir ve ve hususiyle tıpda kıymetli bir şahsiyet olup Reis-i Etıbba Behcet Efendinin kat kat fevkinde idi, Şani zade Ortaköyde Ferruh Efendi yalısında toplanan Cemiyyet-i İlmiyye azasından olup bu cemiyet bu cemiyet bu iki zattan başka Kethüda zade Arif Efendi, meşhur Hoca Fehim Efendi, Melek Paşa zade Abdülkadir Bey gibi zevattan mürekkep idi; bunlar ilme heveskar olanları okutmağı ve yetiştirmeği vazife bilen münevver bir zümre idiler. Şair Keçeci zade İzzet Molla, Behcet Efendinin Hekimbaşı ve Şan” zadenin vaka-nüvis olmalarına taaccüp ederek (erkan-ı devletin haline bak, bir müverihi Hekimbaşı ve Başhekimi Vaka-nüvis ettiler) diye alay edermiş (Cevdet, c.12, s.184) ve (Lžtfi Tarihi, c.1, s.168).
2) Dolap 2, sandık 16, Hatt-ı hümayun No: 59.
3) Bu memurların tayini münasebetiyle Şeyhulislamın, Şadr-ı azama tezkiresi sureti:
Maruz-ı da”-i devlet-i aliyyeleridir ki
Anadolu ve Rumeli caniplerinde olan Bektaşi tekkeleri içün ba irade-i aliyye-i hazret-i zıllullahi Anadolu tarikine Ser bevvabiyn-i dergah-i ali Cebeşibaşı esbak Ali Ağa kulları ve maiyyetine müderrisinden Çerkeşli Mehmed Efendi da”leri ve Rumeli canibine dahi kezalik Mirahur-ı evvel-i sabık Ali Beyefendi ve maiyyetine müderrisinden Pirlepeli Ahmed Efendi da”leri müvella tayin buyrulmuş olmağla memuriyetlerini havi iktiza iden ferman-ı alileli mercždur. (…)
1) Dolap2, sandık 61. Hatt-ı hümayun No: 57.
1) Dolap2, sandık 61. Hatt-ı hümayun No: 57.
2) Sandık 40 Hatt-ı hümayun numarası 61.
3) Sandık 61 Hatt-ı hümayun numarası 24. Bu hatt-ı hümayunun bir sureti Lütfi Tarihi’nde de (c. 1, s.17) vardır. Padişah ifrata gittiğinden, gerek Şeyhulislahm ve gerek Sadr-ı azam bu husustaki mes’uliyetten kaçmak istemişler ve işi birbirlerine yükletmeğe başlamışlardır. Lütfi Efendi, fukara-yı bektaşiye hakkındaki şiddete Şeyhulislamın deruni reyi olmadığını (s169) ve Selim Paşanın da tarikat-i bektaşiye ikrar bendelerinden olduğundan yükü şeyhulislama yükletmek istediğini (s171) yazıyor.
1 Dolap 2, sandık 61 Hatt-ı hümayun numarası 22
64 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilatında Kapukulu Ocakları.
65 Doğuşundan Günümüze Büyük İslam Tarihi, 12. Cilt, s.385, Çağ Yayınları.
66 Sezgin, Devlet Arşivi, H.H. 17351/ç2.
67 Sezgin, Devlet Arşivi A.MKT.MVL/133/64/1278.R.3
68 Abdulkadir Sezgin, Türkiye’de Alevilik Bektaşilik Özerine Sosyolojik Bir Araştırma (Yayınlanmamış Tez) s.51, 1996.
69 Age, s.50.
70 Sezgin, age, s.51, Ayrıca Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, Cilt 10, s.243.
71 Sezgin, Devlet Arşivleri, D.H.MU1/127/25/1328.Ş.29