İsmail ONARLI
[8 Mart Dünya Kadınlar Günü]
ALEVİK’TE ve ÇAĞIMIZDA KADININ YERİ ve ROLÜ
Kadın ve erkek toplumsal ortak yaşamının iki temel vazgeçilmez unsurudur. İnsan neslini dünyanın kuruluşundan beri devam ettiren kadın ve erkek, aile kurumuyla bugüne dek gelmiş ve toplumun temel taşı olmuştur.
Alevi varoluş mitolojisine göre; Allah önce başında tacı, belinde kuşağı, kulaklarında küpeleriyle Hz. Fatıma Anamızı yaratmıştır. Hz. Fatıma’nın başındaki taç babası Hz. Muhamed’i, belindeki kemer kocası Hz. Ali’yi, kulaklarındaki küpeler oğulları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i ışık olarak simgelemektedir. Tanrı önce Âl-i Âba’ı, yani beşleri var etmiştir. Yine, Cemevi giriş kapısı beşleri simgeler. Kapının kanadı Hz. Muhammed’i, eşiği Hz. Ali’yi, yan atkının birisi Hz. Hasan’ı diğeri Hz. Hüseyin’i ve üst atkısı Hz. Fatıma’yı sembolize eder. Ceme giren canlar; eşiğe “Allah-Muhammed- Ali” diyerek, ya da sağ yan atkıya, pervaza üç kez niyaz ederek girenler. Alevi Öğretisinde / İnanışında önce, Hakk, Beşleri-Ehlibeyti NUR (ışık) olarak halk etmiştir. Sonra, Adem (insan) yaratılmıştır…
Anadolu MÖ.10.500 yıllarına değin tarihsel olarak giden bir kavimler yumağı, yüzlerce hanedanlıklar, beylikler ve devletlerin gel-gitlerinin olduğu bereketli bir coğrafyadır.
Frigya (Phryges:MÖ.12.-7.yy)’da dini inançlar arasında en önemli yeri tutan, Ana Tanrıca Kybele kültü-kültürü; Alevilerde Ana, Ana Sultan, Ana-Bacı Sultan, şeklinde Fatıma Ana ile özdeşleştirilerek yaşatılmaktadır. Doğurganlığı simgeleyen kadın baş örtülerindeki üçgen motifleri Kibele’yi sembolize eder. Süreç içinde; Kybele’ye sonraları semavi inançla birlikte, onun yerini alan Fatma Ana’ya adaklar adanmış ve şükranlar sunulmuştur. Bu kültür; Beydili Sıraç Türkmenlerinde 19 yüz yıldan itibaren, Anşa Bacı’da simgeleşerek yaşaya gelen bir olgudur. Firiglerin-Hititlerin, Ana Tanrıça’sı (Kibele) ile Fatma Ana’yla özdeşleştirilmesi ve 19. yüz yılda, Alevi felsefesinde olan “hulûl (incarnation), tenasüh (metempsycose), don değiştirme (metamorphose)” inancı; Anşa Bacı’da yaşatılması geleneği, ülkemize özgü kültür açısından, özel bir önem taşımaktadır. Tahtacılar’da ise; Kybele kültü, Sarı-kız inancı şeklinde yaşaya gelmiştir…
Anadolu’da “Bereket Tanrıçası” üretim ve doğurganlığı simgelerken. Alevilerin bakışı ile üretken bir hayvan, totem olan tavşan, bir doğuruşta; 6 ayda bir, 6 adet yavru doğurmaktadır. Sembol de bu nedenle seçilmiştir. Alevilerde Tavşanın esas yenmeme nedeni, 6 ayda bir kunacı olması ve doğurgan bulunmasındandır. Bu durum dişiye verilen önemi göstermektedir. Yoksa hurafelerden dolayı tavşan yenmezlik edilmemektedir, esas gerekçesi budur…
Orta-Asya, Mezopotamya, Anadolu ve Balkan Halklarının gelenek ve göreneklerini, örfünü, Alevi Tasavvufu özümseyerek eklemlemiş, töreselleştirerek, çağdaş ve modern bir biçimde, bugünler getirerek yaşatılmıştır. Alevlikte tek evlilik esastır. Berdal, Kuma gibi adetler yoktur. Bu ve benzeri adetler, Kürt Milli Töresinde vardır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Feodal Sistemi yaşatmak için aşiretler, kabileler ve aileler, kadınları, bir meta gibi görerek, onları alıp satmışlardır. Bu bölgelerde kadın cinayetleri, kadın intiharları ve ölümleri, oldukça yüksek orandadır. Eğe ve Trakya bölgesini ile çevresinde Kapitalizm geliştiği için, kadın ölüm olayları düşüktür. Ana Kent varoşlarında, kırsal kesimlerin izlerini ve geri her bölgenin kalıtımlarını görmek mümkün. Alevlik; tarihsel ve toplumsal boyutuyla, inançsal ve kültürel yönü ile, bir Feodal sisteme özgü öğreti olmasına karşın, daha ilerici ve çağdaştır. Bu nedenle kadınlara da tekil olarak insan, birey olarak bakar. Hak ve hukukuna da çağdaş normlara uygun ve o gözle bakarak çözümlenmesini ister.
Bütün kadınların dayanışmasında seslerini duyurduğu ve sorunlarını dile getirdiği “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” tüm insanlık için büyük önem taşımaktadır. 8 Mart din, dil, ırk renk ayırt etmeksizin tüm ezilenlerin, sömürülen kadınların sorunlarını insanlığa duyurduğu, uluslararası düzeyde bir gündür. Kadınların eşit olmayan uygulamalara karşı savaşsız ve sömürüsüz, bir dünyada yaşamak için başkaldırılarını simgeleyen bir bayramdır. Birinci 8 Mart tarihi; 1857’de 10.000 New York’lu dokuma işçisi kadının, 12 saatlik iş gününü, düşük ücretlerini ve artan iş yükünü protesto etmek için, greve gittikleri gündür. Bu grev polisler tarafından şiddet kullanılarak engellenmiştir. İkinci 8 Mart tarihi; 1908 yılında Manhatten’da, tütün ve tekstil kadın işçilerinin, 8 saatlik işgününü protesto ettikleri ve işçi kadınlarının politik hakları için greve gittikleri gündür. Üçüncü 8 Mart tarihi; 1908’de New York’ta, dokuma işçisi kadınların işten çıkarılmalarını protesto etmek için, iş yerlerini işgal ettikleri gündür. Olaylar sırasında çıkan yangında 129 kadın yaşamını yitirmiştir. Yine ayni şehirde, 1909’da 20.000 gömlek işçisinin yaptığı grev ve yukarıda belirttiğiz grevler, uluslararası kadın gününün ilk geleneksel habercileridir.
20.Yüz yılda, çalışma koşulları konusu üzerinde, bazı deneylerin getirdiği birikimleri beraber, örgütlenmeye başlayan kadınlar, 1907’de bir Kadın Enternasyonali toplayacak güce ulaşmamıştır. 1910’da yapılan II. Enternasyonalde Clara Zetkin’in önerisi üzerine, 8 Mart Dünya Kadılar Günü ilan edilmiştir. 8 Martlar tüm kadınların sömürülmesine ve ezilmesine karşı, hayatın her alanındaki mücadelenin bir sembolü, haline gelen 8 Martı, Birleşmiş Milletler, 1975 yılında kadın konferansında evrensel kadın günü kabul edilmiştir.
İnsanlık tarihinde ki olumsuzluklara rağmen, Alevi felsefesi ve yaşam biçimi, bu sorunu yüz yıllar önce kökten hal etmiştir. Bizim felsefemiz eşitlikten yana tercihini koymuştur. Bu açık ve net anlayışa rağmen, bizim felsefemiz eşitlikten bahsederken toplumumuz ise, eşitsizlik yapan toplumlara, bazı yerlerde uymuşlardır. Çünkü çoğu kızlarımız biraz geriye baktığımızda “Kız çocuklarınızı okutunuz. İlim öğrenmek ibadettir. Alevi önderlerinin açık ve seçik beyanlara rağmen, kız çocukları okullara gönderilmemişlerdir…
Pornografi, sanat ve kitle araçlarında, kadın cinselliği bir araç olarak kullanılıp meta haline dönüştürülüyor. Ataerkli ahlak ve çifte standartlar sonucunda cinselliği sınırlanan, aşağılanan hep kadınlar oluyor. Toplumda kadın iffetli, iffetsiz, bekar, evli, dul, kız, kadın diye bölümlendirilmektedir. Kadın kimliği kalıplara sokulmaktadır. Günlük yaşamda kadın, evde, sokakta, işyerinde cinsel tacize uğramaktadır. Yaş, eğitim, sınıf farkı olmaksızın pek çok kadın dayak yemekte ve aşağılanmaktadır…
Alevi felsefesinde bize verilen insan hakları ve kadınlara tanınan eşitlikten payımıza düşeni tam olarak alamamışızdır. Adeta asırlardan beri insan haklarına saygı duymayan ve eşitlikten bahsetmeyen toplumlardan etkilenip, çoğu bölgelerde Alevi toplumu kendisini onlardan bazı şeyleri paylaşmaya itmiştir. Gerici akın dediğimiz, çocuklarını kuran kurslarına gönderirken bizimkilerde bunun aksine özellikle de Kız çocuklarını okullara göndermemişlerdir. Özellikle de yaşadığımız bu çağda ve bu toplumda Kız çocuklarını okula göndermemek toplumumuz açısında ne kadar büyük kayıp olacağını tahmin bile etmek istemiyorum. Günümüzde okuma, yazma oranı yükseldikçe insanlarımız kendilerini Alevi felsefesi içerisinde üzerine düşeni yerine getirmeye çalışıyorlar…
Alevi ibadetin ilk kaynak töreni olan “Kırklar Cemi”nde, yani Hz. Muhammed-Ali döneminde 40 kişinin %42,5’i olan 17 kadın ve %57,5’i olan 23 erkek vardır ki, o çağa göre, önemli bir kotadır. Sonraları ise, Görgü Cemlerinde kadın erkek eşitliği vardır. Cuma (Perşembe akşamı) Cemlerinde ve Kısır veya Ayak Cemleri denen eğitim ve öğretim ceminde, kadın erkek tüm talipler ile, 7 yaş üzeri çocukları ibadet töreninin, bütün aşamalında ki seremoni ve ritüellerine alınmaktadır…
Bir Dede Ocağına talip olacak kız, cem töreniyle ikrar vererek dede’den nasip alır. Yaş durumu ocaklara göre, 7 ila 18 yaş arasında değişmektedir. Kız “ikrar cem”inde cebrail denilen horoz kurban edilmektedir. İkrar Cemi, İmam Cafer Buyruğuna göre yapılmaktadır…
“Oniki Hizmet Sahipleri”nden biri veya bir kaçı kadındır. Pir’in yanında muhakkak bir kadın olduğu (oturduğu) gibi, pir postuna oturup cem yürüten analarda vardır. En somut örnek ise, Hacı Bektaş Veli makamına (postuna) oturan KADINCIK ANA’dır. Anadolu Kadınlar Örgütü (Bacıyan-ı Rum)’un kurucusu ve baş yöneticisi de odur. Kadın Dervişler ilk tevhid halkasında yer aldıkları gibi, cemde çeşitli görevler de alabilirler. Zakir ve Aşık kadınlar da vardır. Göreve ilişkin de somut bir örnek verirsek:
Kadın Süpürgeci; süpürgesi sol kolunun altında Kırklar Meydanı’nın kenarına gelir. Dar’a durur; Hüü Erenler, Hakk-Muhammed-Ali’nin hizmeti geliyor der, bir adım ileri atar. İki defa aynen tekrarlar, üçüncü adımda tam ortaya gelir. Hayır, himmet pirim der; üç defa Allah-Muhammed, ya Ali diyerek, post serilecek meydanı temizce süpürür ve süpürgesini tekrar sol kolun altında dar’a durup, tercemen (dua)’sını söyler. Süpürge bacı: Üç bacı idik; guruh-u Naci idik, Kırklar Cemi’nde süpürgeci idik. Süpürgeci Selman; kör olsun Mervan, zuhur edecek Mehdi sahib-i zaman, Allah eyvallah nefes pirdendir!… Dede bir gülbank (dua) okuduktan sonra: Süpürgeci Allah-Muhammed, Ya Ali diyerek yere secde edip geri çekilir…
- yüzyılda Malatya’nın Arguvan ilçesinde yaşamış, bir Alevi-Bektaşi ozanı Şah Sultan ile aynı dönem de bölgede (Arapğir-Onar Köyü) bulunan Aşıĥatça (Aşık Hatice), töreyi devam ettirerek yaşatan bir halk ozanımızdır. 75 yaşında ki Musa Kaygusuz’un, annesi Gule (Cemile)’den duyup anlattığına göre; “Aşıĥatça küçük oğlu Veysel’in düğününde irticalen deyiş ve mani çığırmış, büyük oğlu Garip’te düllücesi (kavalı) ile kendisine (anasına) eşlik etmişmiş…” Bu anlatılanı, torunları; 1928 doğumlu Mehmet Çöp (Boz Memmed) ve 1931 doğumlu Hatice Özdemir ile 1924 doğumlu Hanife Çöp’te doğrulamaktadır. Deyiş ve manileri bu güne dek gelmiştir. Bu olay önemli bir kültürel ve sosyal olgu, halk geleneği olmasından öte, kadına verilen bir öneminde göstergesidir…
Sonuç olarak: Birçok dilde kadın erkek ayırımı vardır. Özelikle Fransızca’da bu ayırım bariz olarak bellidir. Türkçe’de sözcükler eril-dişil (masculin-feminin) diye ikiye ayrılmaz. Bizim dilimiz, Türkçe’de insan önemlidir. Kadın ya da erkek olması değil, insan olması. Başka bir deyişle Türkçe, insana önem verir; yalnızca onu, öteki varlıklardan farklı ve üstün bir yere koyar. Cins ayırımcılığına karşı olan, Türk Dili’ndeki bu etik anlayışı kendi öğretisine taşıyan, Hacı Bektaş Veli şöyle demektedir:
“Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde,/ Hak’ın yarattığı her şey yerli yerinde,/ Bizim nazarımızda kadın erkek farkı yok,/ Noksanlık, eksiklik senin görüşlerinde.”
Diyen Hünkâr, kadın erkek eşitliğine ve özgürlüğüne vurgu yapmaktadır. Ebulgazi Bahadır Han, Şeçere-i Terâkime’de Oğuz halkına uzun yıllar beylik yapan Türk kızların ve kadınlarının isimlerini yazmaktadır. Tarihsel kaynaklar; Türk Devlet ve Beyliklerinde Hakan’la birlikte Hatun’un imzalayıp onayladığı Ferman ve Buyrukların geçerli olduğunu ve iktidarı birlikte yönettiklerini belirtmektedir. Seyyah İbn Fadlan; Oğuz kadınlarının örtünmedikleri halde iffetli olduklarını Seyahatnâmesi’nde anlatmaktadır.
Osmanlılar da kadın insan yerine konmayan bir meta gibidir. Padişahların anaları ve eşlerinin çoğu yabancı ırklardan alınan köle kadınlardan oluşmaktadır. Hanedanda bu kan yabancılığı Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahına kadar devam etti. Türk köylüsünde kadın erkeğinin yanında, tarlada tapanda omuz omuza üretimde bulundu.. 1908 Meşrutiyet’ inden sonra dahi, kadın sorunu devam etmiştir.
Türk dilinde ve töresinde olan, kadın erkek eşitliğin ve toplumdaki statüsünü, Mustafa Kemal’in atılımıyla: Medeni Kanunla ve “Kamu Hukuku” bakımından ise, TBMM’ne seçme, seçilme haklarını veren yasal ve anayasal hükümlerle, Kadınlara laik cumhuriyetin onurlu yurttaşları olmanın gururunu kazandırmıştır.
Daha cumhuriyetin başında bu somut durum varken, giderek gerilemiştir. Kadınlar kamusal alanın her kesitinde ve karar mekanizmalarında var olmalılar. Artık erkeklerin vesayetinde çıkıp; bedenlerine, cinselliklerine, emeklerine sahip çıkmalılar. Gerçek fiili eşitlik sağlanıncaya kadar kadınlara her alanda öncelik tanınmalıdır.
Kadınların kendine ve topluma yararlı olabilmesi için; üretim ilişkilerinde var olarak, dünya ölçeğinde statülü, özgür ve eşit, çağdaş ve modern, eğitimli ve görgülü, katılımcı ve bilinçli bir insan olmalıdır.
—– 7 Mart 2005 – İst. —–