Aleviler, Almanya ve Türkiye başta olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerinde son 10-15 yıl içinde hızlı bir örgütlenme gerçekleştirdiler. Ancak hızlı örgütlenme ve Aleviler üzerine yapılan bilimsel ve popüler çalışmalardaki yoğunluk aynı oranda Alevilerin Türkiye’de resmi bazda tanınma ve kabul görmelerine pek yansımadı. Gerçi kimse artık Aleviler yok diyemiyor, uluorta “mumsöndü” yapıyorlar gibi iğrenç iftiraları tekrarlıyamıyor ama Aleviler devlet katında tanınma ve belli istemlerinin kabul görmesi ve tescillenmesi noktasından hala çok uzaktalar.
O zaman en kötümser tahminlere göre bile 10-11 milyonluk bir kitle neden istemlerini kabul ettiremiyor ve devlet bu kadar büyük bir kitlenin taleplerine kulaklarını tıkamaya devam ediyor?
Avrupa Birliği (AB) için uyum paketleri TBMM’den ardı arkasına geçiyor. AB’nin Türkiye ile ilgili yıllık uyum raporlarında Alevilerin sorunlarına yer verilmesine ve durumlarının iyileştirilmesi taleplerine rağmen, bu bağlamda bugüne kadar çıkan yasa ve yönetmeliklerde Alevilerin yararına dişe dokunur hangi adımlar atıldı?
Türkiye’de neredeyse son 8-10 yıldır durmadan Anayasa’da 12 Eylül’ün izlerini silme amacıyla yapılan değişiklikler arasında Alevilerin yasal statülerini rahatlatıcı tarzda bir düzenlemeyi hatırlayan var mı?
Veya örneğin Almanya gibi Alevilerin bir çeşit diaspora olarak yaşadığı ülkelerde bile Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF) gibi Alevi kurumlarını devlet resmi olarak muhatap alırken ve bazı eyaletlerde Alevilik okullarda müfredat programına alınarak ders olarak okutulmaya başlanmışken, Aleviliğin tarih sahnesine çıktığı ülkemizde Aleviler neden hala üvey evlat muamelesi görüyor?
Öte yandan AB üyesi ülkelerde yaşayan Aleviler kimliklerini tanıma, geliştirme ve gelecek kuşaklarına aktarma konusunda bırak baskı görmeyi çeşitli devlet kurumlarından destek görürken, Türkiye’de Diyanet başta olmak üzere birçok devlet kurumu Alevileri inkar ve asimile etme konusundaki ısrarından niye vazgeçeceğe benzemiyor?
Aynı şekilde Aleviler bazı taleplerini zaman zaman seslendirme fırsatı bulduğunda, hemen hemen tüm devlet kurumlarının yetkilileri, ağız birliği etmişçesine, “Ülkemizde ayrım yok. Herkes gibi Aleviler de birinci sınıf vatandaş. Onlar bizim kardeşimiz. Kitabımız, peygamberimiz ve inancımız birdir” nakaratını tekrarlıyarak işi sulandırma yoluna gidiyor ve Alevileri kandırmayı seçiyor?
Soruları çoğaltmak mümkün. Ama benim bu sorulara vereceğim cevaplar Aleviler dahil bir çoklarına acı verecek türden… Zira Alevilerin taleplerine karşılık devlet katından verilen cevapların hepsi olumsuz, oyalamaya dönük ve arka planda Alevilerle alay eder bir nitelik sergiliyor.
Devletin egemenleri, laiklik iddiasında olanlar da dahil, Türkiye’nin Türk-Müslüman ve Sünni üçlü sacayağına yeni bir ayak eklememe yeminine bağlılıklarını sürdüyor ve bu yapıdan taviz sayılacak bir işarete henüz kimse rastlamadı. Anlaşılacağı gibi kardeşlik, inanç birliği ve yasa önündeki eşitlik gibi sözler hep dilde. Türk-Müslüman ve Sünni kardeş, Alevi kardeşini eşit görmediği gibi her geçen gün onun haklarına olan tecavüzün dozajını artırıyor.
Nasıl mı? Alevi kardeşin ödediği vergilerle Sünni kardeş kendi mezhebi için her türlü maddi ve moral yatırım miktarını yükseltiyor. Sünniliğin finansmanına ayrılan bütçe her yıl yukarı tırmanıyor. Sünni kardeşin devlet içindeki mevzileri her geçen gün genişletiliyor. Buna itiraz edilince de, Alevi kardeşe pişkince dönülüp, “Eşitiz ya. Bu memlekette benim kadar sen de hak sahibisin!” deniliyor. Ama devlet kademelerinde yüksek mevkiler hala Alevi olanlara kapalı. Koskoca İçişleri Bakanlığı’nda neredeyse hiç Alevi çalıştırılmıyor. Diyanet’te ise zaten Alevi çalışmak istemiyor. Doğasına aykırı çünkü. Türkiye’de Türk-Müslüman ve Sünni oldun mu, devletin bütün kapıları sana ardına kadar açılıyor. Aynı kapılar gelen bir Alevi olunca, devlet adamlarımızın Türkiye’de her vatandaşın bildiğini iddia ettiği, “Açıl susam açıl” şifresini anlamıyor. Uzatmanın anlamı yok. Alevilerin devlet katında dışlanmalarının örnekleri sayfalar doldurur.
Öyleyse sorun ne? Aleviler her yer ve fırsatta mızmızlanmaya devam mı edecekler? Mızmızlanma diyorum. Çünkü ağlama ve mızmızlanma veya öylesine söylenme birbirinden farklı kavramlar. Aleviler sokaktaki her vatandaşın yaptığı gibi sadece kendi kendine söylenip sızlanıyor. Devlet ve egemenler bu nedenle, çeşitli ekonomik ve toplumsal sıkıntılar altında ezilen diğer vatandaşların taleplerini duymazdan geldiği gibi Alevilere de durumlarından şikayetçi olmaktan öte birşey yapmadıkları için sırtını dönmeyi iç rahatlığıyla sürdürüyor.
Hiçbir Alevi mevcut durumun zamanla düzeleceği gibi bir umuda kapılmasın. Zira Alevilerin bugün sergiledikleri yapı değişmediği ve bir strateji değişikliğine gidilmediği sürece kimsenin onları ciddiye almaya ve taleplerine makul karşılıklar vermeye niyeti yok.
Çünkü Aleviler çok parçalı bir yapı sergiliyorlar. Kendi içlerindeki gurupların hepsinin yararına olacak hakları almadan, taktik bir yanlışla haklar elde edildikten sonra ele alınacak problemler nedeniyle bölünerek güç kaybına uğruyorlar. Diyanet’in yapısı, kaldırılması veya özerkleşmesi konusunda bir görüş birliği olmadığı gibi diğer ortak talepleri kapsayan geniş ve mutabakata varılmış bir liste hazırlanabilmiş değil.
Keza sıradan Alevilerin bir çoğu kimliğini açıkça seslendirme aşamasına bile henüz gelemedi. Özellikle Alevilerin azınlıkta olduğu yörelerde, örneğin Orta ve Batı Anadolu’da korku dağları beklemeye devam ediyor. Hem korku devam ediyor hem de devlet bu bölgelerdeki Aleviler arasındaki cehaleti, gelişmemişliği, dar kafalılığı kullanarak ve kavram kargaşası yaratarak hızla asimile ediyor. Bazıları abartılı bulabilir ama özellikle Kütahya, Eskişehir ve Balıkesir civarındaki Alevilerin yüzde 50’den fazlası kimliklerini kaybetmiş bir aşamaya geldi.
Diğer taraftan bazı Alevi yerleşim yerlerinde, Alevilerin son 10-15 yılda yaşadığı rönesanstan kimsenin haberi yok. Herkes yine Osmanlı’da ve bundan 20-30 sene öncesinde olduğu gibi korkmayı, sinmeyi seçiyor ve Türkiye’nin hala içine kapalı yapısının sürdürdüğünü düşünüyor. Alevilerin bir bölümü tam anlamıyla 2. Dünya Savaşı’nın bitmediğini sanan Japon askeri gibi sığınakta yaşamaya devam ediyor.
Sonuçta sıralanan her madde Alevi kolektif hafıza ve gücünden bir eksilmeyi ve zaafı ortaya koyuyor. Ama Alevilerin haklardan yoksunluk ve toplumsal konumları bağlamında azınlık olma hali sürgit devam edemez ve artık etmemeli. Tamam Alevilerin önünde bir sürü engel var. Sayısız maddi ve manevi zaaf önlerinde dağ gibi duruyor durmasına da bu verili yapıyı belli ölçülerde değiştirmek mümkün değil gibi kesin bir yargıya varılmamalı.
İşte strateji burada devreye giriyor. Sıradan Alevinin şimdilik fazla yapacağı birşey yok. Onlara sıra stratejik öncelikler bağlamında daha sonra gelecek. İlk başta Aleviler ve Alevilik adına acil olarak elde edilecekler listesini oluşturmak ve bunların karşılanmasını sağlayacak, takip ederek bir sonuca bağlayacak olanlar Alevi örgütleri ve bunların önder kadrolarıdır.
Öncelikle Türkiye ve dünyanın neresinde olursa olsun tüm Alevi kurum ve kuruluşları hemen biraya gelmeli. Bu büyük toplantıya Alevilikle uzaktan yakından ilgili her kurum ve kuruluş katılmalı. Talepler iyice tartışıldıktan sonra üzerinde ortak bir mutabakat sağlanarak ardından bunlar TBMM’ye, Cumhurbaşkanlığı’na, Başbakanlığa ve diğer anayasal organlara verilmeli. Bu süreçte tüm Alevilerin temsili hedef alınmalı ve temsil oranında yüzde 75’e ulaşılmaya çalışılmalı. Uzlaşmaya yanaşmayan bazı gruplar ayak bağı olmamaları için derhal dışlanarak yola devam edilmeli. Yasama, yürütme ve yargı organlarına verilecek talepler listesi yanında bir de bunların karşılanmaması durumunda gündeme gelecek yaptırımlar da sıralanmalı ve özellikle bu konuda tavizsiz bir tutum izlenmelidir.
Örneğin Alevi talepler listesi ilgili makamlara verilmiş olsun ve burada yer alan istemlerin en önemli beş maddesinin yerine getirilmesi için bir yıllık süre verilsin. Bu süre içinde talepler karşılanmayınca hemen belirlenen yaptırımları devreye girmeli. Çünkü “Şu şu Alevi kurumunun yetkilileri TBMM Başkanı’nı, Cumhurbaşkanı’nı, Başbakanı ziyaret etti. Alevilerin taleplerini iletti. Bu zevat ise ziyaret sırasında, ‘Aleviler bu ülkenin birinci sınıf vatandaşıdır. Atatürk devrimleri ve Cumhuriyet’in bekçileridir. Sizleri çok seviyoruz. Gözümüzün bebeğisiniz. Talepleriniz dikkate alınacak’ dediler” şeklindeki laflar artık bayatladı. Her yıl tekrarlanan bu tören ve parodilerin Alevilere bir getirisi yok ve de olmayacak.
Sorun yaptırımlarda ve bunların uygulanmasında düğümleniyor. O nedenle, oluşturulsun bir talep listesi, verilsin gerekli yerlere. Sorulsun, bu istemlerimiz bir yıl içinde veya daha uzun ya da kısa vadede yapılacak mı diye. Bunlar karşılanırsa ne âlâ. Ama karşılanmazsa, gelsin yaptırımlar; gelsin legal yollardan hak arama mücadelesi. Örneğin önce Ankara’da büyük mitingler yapılabilir. İmkanı olan tüm Aleviler hatta destek verecek Sünni demokratlar, kadın-erkek, çocuk-ihtiyar ağızlarında sloganlarla, ellerinde talepleri içeren pankart ve dövizlerle Ankara’ya akın etsinler. Kimse korkmasın, gelmezler diye. Yaratılacak hava ile milyonların Ankara’ya akın akın yürümesi hayal değil. Alevilerin hedef ve ülkülere ihtiyacı var. Hedef belli olunca menzile koşacaklar bulunur. Bir diğer stratejik aşamada ise gönüllüler bu taleplere direnen kurumlar önünde sürekli oturma eylemleri ve açlık grevleri başlatmalı. Yine de talepler karşılanmaz, provoke edilir ve amacından saptırılırsa bu sefer benzer eylemler AB nezdinde Brüksel’de ve Strasbourg’ta tekrarlanmalı.
O zaman Alevilere, bölücü, yıkıcı, terörist gibi ithamlarda bulunulacaktır. Hatta bazı Aleviler kullanılarak iş şiddet platformuna dökülmeye ve Aleviler terörize edilmeye çalışılacaktır ama bunlar kimsenin gözünü yıldırmamalıdır. Aleviler ancak bu şekilde adım adım ve tavizsiz takip edilecek stratejilerle Türkiye’de layık oldukları bir statüye kavuşabilecektir. Aksi söz konusu olduğunda bugün Aleviler devlet ve Sünni kesim tarafından nasıl tanınıyor ve muamele ediliyorsa daha sittin sene de öyle kalmaya devam edeceklerdir. Eski hamam eski tas hesabı…
Özetle Alevilere, “Havada bulut, sen hak istemeyi unut” diyenlere karşı sıkı bir duruşun, ilkeli ve kararlı bir tutum takınmanın tam zamanı. Ama stratejiyi iyi belirlemek ve uygulamak şartıyla…
Bad Nauheim, 1 Mayıs 2003
Aleviyol, 1.5.2003
Yorum