Anadolu’nun aydınlık yüzleri…
Zaman zaman tartışılır:
“Alevilik nedir, Bektaşilik ile Alevilik arasında ne fark vardır?”
Alevilik, Halife Ali’yi, ilk üç halifeden üstün tutan mezhep ve tarikatların genel adıdır dense, sanırız hata olmaz.
Peki, Alevilik ile Bektaşilik arasında fark var mıdır?
Mehmet Turgut ile Sabri Babacan “Aralarında pek fark yoktur” derler. (x)
Genelde, Aleviler kırsal kesim, Bektaşiler kentsel kesim insanlarıdır.
Bektaşilik, Hacı Bektaş Veli’nin düşünceleri çerçevesinde oluşan dinsel bir akımdır.
Hacı Bektaş Veli, düşüncesini bir dörtlükle açıklar:
“Hararet hardadır (ateşte) sacda değildir
Keramet baştadır, taçta değildir
Ne arar isen kendinde ara
Kudüs’te Mekke’de, hacda değildir”
Şöyle etrafınıza bir bakın, kerametin taçta olduğunu sananlar, kerameti Kudüs’te, Mekke’de hacda arayanlar…
Ne kadar da çoklar!
Ama ne kadar da boşlar…
BEKTAŞİ’nin evinin kapısını çalmışlar, o da gidip mescidin kapısını söküp evine takmış…
Görenler ayıplamışlar:
“Ayıp değil mi, Allah’ın evinin kapısı çalınır mı?”
“Allah her şeyi bilir” demiş:
“Benim kapımı da kimin çaldığını bilir… Ondan alsın, benim eve taktırsın, kendi evinin kapısını da alıp götürsün!”
FAKİRİN biri, son parasıyla fırında bayat bir ekmek almış, aşçıya gitmiş, pişen yemeğin buharına ekmeği tutup yumuşata yumuşata yemiş…
Dışarı çıkarken aşçı yapışmış:
“Para ver!”
“Yemek yemedim ki!”
“Olsun buharda yumuşattın!”
Kadıya çıkmışlar, olayı anlatmışlar, kadı Bektaşi imiş, cebinden kesesini çıkarıp bozuk paraları iki avucuna boşaltmış, aşçının kulağının dibinde sallaya sallaya şıkırdatmış:
“Tamam mahkeme bitti, gidin!”
Aşçı itiraz etmiş:
“Hani benim param!”
“Buhardan yemeğin parası şıkırtıyla ödenir.”
BEKTAŞİ, akar suyun kenarında oturmuş, keyfediyor, iki çocuklu bir kadın yanaşmış:
“Baba erenler, şu çocuklardan biri sende kalsın, ben büyüğünü şu köprüden geçirip dönüp alırım!”
Kadının köprü dediği, iki tahta parçası, çocuğu geçirmiş dönmüş, diğerini almış, tam onunla geçerken ayağı kaymış, suya yuvarlanmış, boğulmuşlar. Karşı kıyıdaki çocuk feryat ediyor, Bektaşi suya atlasa boğulacak, ellerini açmış:
“Ey yüce Rabbim! Bunu ben yapsaydım, canıma okurdun ya!”
BEKTAŞİ softanın birine yanaşmış:
“Yahu bu işi aklım almıyor!”
Softa anlamış başına bir şey geleceğini:
“Hangi işi aklın almıyor?”
“Yezid denilen adamın Peygamberimizin en sevdiği torunlarını öldürmesine… Her şeye kadir olan yüce Allah niye önlememiş?..
Softa, Bektaşi’yi terslemiş, “Çok konuşma kâfir olursun!” diye…
Bektaşi “Madem kâfir oluyorum!” deyip papaza gitmiş, aynı soruyu sormuş…
Papaz, “Sen ne diyorsun!” diye lafa başlamış:
“Biliyorsun, İsa Peygamber bizim inancımıza göre Allah’ın oğludur, Yahudiler onu çarmıha gerdiler” deyince, Bektaşi atılmış:
“Anladım, anladım, kendi oğlunu kurtaramayandan torunlarına ne hayır gelir! demek istiyorsun…”
——————-
(x) Anadolu’nun Aydınlık Yüzü
Bektaşi fıkraları (Bilgi Başarı Yayınları)
h.pulur@milliyet.com.tr