Harun Odabaşı
Aleviler dedeliği tartışıyor
Köyden kente göç ve modernleşme dalgası, toplumun bütün kesimini etkileyen bir değişim dalgasını da oluşturdu. Bu dalga boyları bazen tsunamiye dönüşerek yıkıcı bir etki yaparken, bazen de yeniden yapılanmanın tetikleyicisi oldu. Aleviler de kentleşme ile birlikte bu dönüşümün gücünden fazlası ile etkilendi. Kırsal kesimde büyük bir sadelik içerisinde yaşadıkları inançları şehir ortamına ayak uyduramayınca, kuşaklar arasında ciddi bocalamalar yaşandı. Aleviliğin merkezinde yer alan dedelik, yıpranan kurumların başında geliyor. Şifahi kültürün en önemli aktarıcısı konumunda olan dedeler, yazılı kültüre geçiş ile birlikte taşıyıcı rolünden uzaklaştı. Sadece bununla kalmadı; insanlığa yol gösterici, mürşit konumunda olması gereken dedeler yeterli eğitimden yoksun olunca genç nesli tatmin edemeyecek duruma geldiler. Buna ideolojik saldırı da eklenince Alevi dedeleri otoritelerini ve saygınlıklarını kaybetmeye başladı.
Dedelerin yeri, yavaş yavaş, araştırmacı-gazeteciler tarafından doldurulmaya başlandı bile. Bu yaşananlar her ne kadar kaçınılmaz bir hesaplaşma gibi görülse de dedelik kurumunun yeniden yapılandırılması hayati önem taşıyor. Dışarıdan kim ne konuşursa konuşsun en sonunda neyin değişip değişmeyeceğine karar verecek olan yine Alevilerin kendisi olacak. Reha Çamuroğlu’nun da dediği gibi her dinin kendine mahsus özellikleri var ve dışarıdan müdahaleyi reddeder. Sevindirici olan ise Alevi-Sünni diyaloğunun son 10 senede büyük mesafeler aldığının gözlenmesi. Eskiden bir arada görünmekte zorlanan bu iki kesim şimdi çok örnek birliktelikler sunuyor. Anadolu’nun kapalı yapılarından birini oluşturan Alevilerdeki bu tartışma çok sağlıklı. Geleneksel Alevi dedeleri ‘alaylı’ iken, şimdikiler ‘mektepli’ olma yolunda. Yeni nesil şifahi değil yazılı kaynaklara vâkıf, tasavvuf ehli, eğitimli dede istiyor. İyi haftalar dileğiyle.
Dedelik, Alevîlerin kendi içindeki acımasız eleştirilerin odağı. Modern eğitimle tanışan genç kuşaklar, dedeyi rasyonalitenin ölçüleri ile yargıladı ve geleneksel konumunu reddetti. Dedeliği, babadan oğula geçen bir saltanat türü kabul etti. Mutedil Alevi kesim, çözüm için modern yöntemler arıyor. ‘Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ni bitirdikten sonra tahsiline İngiltere’de devam etmişti. ABD kökenli bir danışmanlık şirketinde birkaç sene kariyer yaptıktan sonra Türkiye’ye döndü. Babası uzun süre ayrı kaldığı evladının gelişine çok sevinmişti. İhmal ettiği değerleri telafi etsin diye, hafta sonunda oğlu ile cemevine gitmek üzere sözleşti. Yabancısı olmadığı ayin-i cem odasına girdiklerinde babası, sigara içmekten bıyıkları sararmış, sakallı bir şahsı göstererek ‘İşte senin deden’ deyiverdi. Mürşid-i kâmil makamındaki yol gösterici dedenin ‘hâl’ini gözlemleyip nasihatlerini dinlerken kafası iyice karışmıştı.
Çünkü yıllardır okuduğu kitaplar ve öğrendiği modern kavramlar ışığında, dedenin anlattığı tarihi öyküler ve menkıbeler kendisini tatmin etmekten çok uzaktı. Çok zorlamasına rağmen feyz makamı kabul etikleri dede ile kendi arasında mürit-mürşit ilişkisini bir türlü kuramadı. Birkaç defa daha ayin-i ceme katıldıktan sonra aradığını bulamamanın meydana getirdiği hayal kırıklığı ile mecbur kalmadıkça cemevine gitmemeye karar verdi.’ “Bir Alevi dedesi Bach’ı tanımıyorsa, negro spiritüellerini dinlememişse, opera seyretmemişse, dünyadaki öteki kültürlere yabancı bakacaktır. O zaman dede kendisi ile çelişkiye girer. Hani yetmiş iki millet kardeşti?” Bir dönem Türkiye Komünist Partisi liderliği yapan ve Alevi dergilerinin çıkmasına öncülük eden merhum Rıza Yörükoğlu’nun Alevilikte dedelik müessesesinin kendisini yeniden inşa etmesini isterken kullandıği mezkur ifadeler Aleviler arasındaki bir iç hesaplaşmayı özetliyor. Köyden kente göç dalgasından yaşanmadan önce kapalı bir ekonomik ve sosyal model içerisinde yaşayan Aleviler, dünyalarını gizlilik ve dışlanmışlık üzerine kurmuşlardı. Yazılı kaynaktan yoksun, merkezi otoritenin etkisinden uzakta ve şifahi geleneğin içinde yaşayan Aleviler kentleşme ile birlikte politik örgütlenme ve global kültürün etkisinde bir iç muhasebe içerisine girdi. 1970-80’li yıllarda Alevilerin gelenek ve inanç dünyaları ile girdikleri imtihan, İslami hareketlerin geçirdiği değişimle paralellik gösteriyor. 20. yüzyılda, İslâmî hareketler İslamı modern dünyanın hakim ideolojilerine göre tarif etti. Sosyalizmin güçlü olduğu dönemde ‘İslami sosyalizm’den bahsedildiği, kapitalizmin rüzgarı estiğinde ise ‘İslamda da serbest piyasa ekonomisi ve sermaye terakümü var’ denildiği gibi; Aleviler de modernleşme ile yüzleşmenin ortaya çıkardığı sorunları yaşamaya başladı. “Sünnilik, Kemalizm, komünizm, laiklik gibi inanç sistemleri ve ideolojiler karşısında Alevilik neyi ifade ediyor?” sorusunun cevabı ise henüz olgunlaşma aşamasında. Şimdilik herkes meşrebine göre bir tarif yapma eğiliminde. Şu var ki; Aleviler üzerindeki Marksist etki 20 sene öncesine göre ciddi bir erime sürecinde. Geleneksel Alevilikten beslenen kesim, Alevi ritüellerini ve inanç sistemlerini ideolojik kalıplarla dönüştürmeyi isteyenlere karşı mesafe koymaya başladı.
Aleviler kendileri ile yüzleşiyor 1970’lerin sonunda Kahramanmaraş ve Sivas olayları, 1990’lı yıllarda Madımak faciası ve Gazi Mahallesi olayları Sünniliğin karşısında Alevi olma refleksini canlı tutmuş ve Alevilik kendisini ‘öteki’ne göre konumlandırma ve meşruiyet kazanma mücadelesi vermişti. Özellikle 1990’ların ikinci yarısından itibaren geçmişe kıyasla dingin bir ortam yakalayan Aleviler ciddi zorlukla karşılaşmadan kurumsal örgütlenme çalışmalarına başladı. Alevilerin şifahi kültürden çıkarak, yazılı kaynakları artırıp daha kurumsal bir hâl alma zarureti, gecikmiş bir ontolojik ve epistemolojik sorgulamayı beraberinde getirdi. Dedelik, demlenmek, sırrı faş etmek, cem evi, ibadet, gerçek Hz. Ali ile hurafe ve menkıbeler içindeki Hz. Ali gibi esaslar, ‘öteki’nin baskısı olmadan bazen hararet bazen de sükûnetle tartışılır oldu.
Son günlerde tartışma vasatı daha ziyade dedelik kurumu üzerinden yoğunlaşmaya başladı. Sol ideolojilerin etkisindeki Aleviler, dedeliğin imtiyazlı bir sınıf yarattığını ve kaldırılması gerektiğini savunurken Aleviliğin dinî yüzünü temsil eden dedelik kurumunun yerine neyi koyacakları konusunda bir çaba sar fetmediler. Gerçekten de dedelik kurumsal olarak Alevîliğin merkezinde yer almakta. Alevilerde manevi otoriteyi dede temsil eder ve her zaman için o, kutsal bir kişi olarak kabul görür. Bir Alevinin dede olarak kabul edilebilmesi için öncelikle onun “dede soylu” olması gerekir. Ve Aleviler, dedelerin genellikle Hz. Ali soyundan geldiğini kabul ederler. Dedelerin Aleviler üzerindeki rolü göz ardı edildiğinde, Aleviliği ve Alevileri tanımlamak zorlaşır. Çünkü bir Alevinin cemaate katılımı için öncelikle dedenin ikrar vermesi gerekir. Karmaşık rolleri, hiyerarşik yapılanmaları, kutsal bilgiye sahip olmaları ve Aleviler için olmazsa olmaz sayılan ayin-i cemlerin yegane yöneticisi konumunda bulunmaları, dedelere derin ve tartışılmaz düzeyde bir anlam ve karizma kazandırıyor. Öte yandan dedeler, talip olarak adlandırılan bağlıları arasındaki anlaşmazlıkları da çözüme kavuşturma yetkisine sahipler. Hatta yargı mahkemelerine benzeyen ‘dâr’da, suçlu olanları düşkün ilan etme ve gerekirse onları gruptan ayırma hakkı da yine musahiplerin ittifakı ile dedeye ait.
Dedelik acımasızca eleştiriliyor Bugün dedelik, Alevîlerin kendi içindeki acımasız eleştirilerin odağı. Dedenin otoritesi, çağdaş değer yargıları altında sarsıldı. Modern eğitimle tanışan genç kuşaklar, dedeliği rasyonalitenin ölçüleri ile yargıladı, fiili konumunu reddetti. Babadan oğula geçen bir saltanat türü olarak değerlendirdi. Halkı sömüren ya da bilgiyi kendi tekelinde tutan bir mekanizma olduğu iddia edildi.
Sert eleştiri getirenler bir tarafa, dedelik kurumunun gelenekler reddedilmeden yeniden yapılandırılması gerektiğini savunan mutedil Alevi kesim, çözüm için modern bir yönteme başvurdu: Mürşit konumunu haiz dede yetiştirmek için kurs açmak. Alevilik kursu adı altında en kapsamlı kurs İstanbul Şahkulu Dergahı’nda açıldı. Kurs 3 yıl düzenli olarak değişik derslerin hocaları ile sürdürüldü. Cemal Sener, Mehmet Yaman Dede, Burhan Kocadağ, Reha Çamuroğlu, Esat Korkmaz, John Schindeldecker, Ali Aktaş ve Ali Yaman ders veren hocalardandı. Alevilik tarihi, edebiyatı, folklorü, inanç yapısı, dinler tarihi gibi birçok ders verildi. Zaman içerisinde öğretmen kadrosu da değiştirildi. Fakat yürümedi. altyapı eksikliği ve fikir ayrılıklarından ortaya çıkabilecek suiistimalin önünü almak amacı ile sonunda kapatıldı. Dedelik kursu konusunda kafalarda hâlâ ciddi soru işaretleri var. Öğrenciler dede soylu olacak mı olmayacak mı, dersleri hangi dedeler verecek gibi çeşitli sorunların halli gerekiyor kursun açılması için. Aksaklıkların kendilerini de rahatsız ettiğine değinen Cem Vakfı Başkanı Mehmet Çamur, Şahkulu Vakfı’nda 2004 yılının başında yetenekli ve bu işe hevesli kişileri eğitmek amacı ile yeniden dedelik kursları açacaklarını kaydediyor. Daha önceki kursun kapanmasına altyapı yetersizliğini sebep gösteriyor. Alevi dedesi Mehmet Yaman, Şahkulu’ndaki kursun kendi projesi olduğunu ancak daha sonra Aleviliğin dışında konulara girilerek amacından saptığını savunuyor. Mehmet Çamur ise kursun geniş perspektif ortaya koyduğunu, Sünniliği Sünni bir ismin, Hıristiyanlığı rahibin, Museviliği yine o dine mensup bir insanın anlatmasını sağlayarak ön yargılardan uzak bir kurs profili ortaya koyduklarını düşünüyor.
‘Dedelik yeniden yapılandırılmalı’ Değişen toplumsal yapı doğrultusunda Aleviliğin ve -dedelik de dahil- kurumlarının yeniden yapılandırılması gerektiğini savunan Yrd. Doç. Dr. Ali Yaman, bunun nasıl yapılacağının ve meşruluğunun önem taşıdığını belirtiyor. Dedeliğin Aleviliğin temel kurumlarından olduğunu söyleyen Ali Yaman, “Dedelik, geleneksel Aleviliğin olmazsa olmaz koşuludur. Alevilerin dinsel önderleri olmasının yanı sıra başka sosyal rol ve işlevleri vardır. Dede olmaksızın Aleviliğin icrası düşünülemezdi. Bugün tabii ki gelenek üzerinde değişikliğe gidilmelidir. Bu, eşyanın tabiatı gereğidir. Dedelik zaman içerisinde yeniden yapılandırılmadığı için bugün kentleşen ve kültür seviyesini artıran Alevilerin ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamamaktadır” diyor. Alevilikte dedelik kurumu üzerine akademik çalışmaları ve yayınlanmış makaleleri bulunan Ali Yaman, yeniden yapılanmanın daha önceden gerçekleşmesi gerektiğini ifade ederek tarihsel ve sosyo-ekonomik süreçte Aleviliğin teolojik kodifikasyonuna olanak verilmediğini iddia ediyor.
‘Aleviliğin nasıl yol alacağına Aleviler karar verecek’ Manevi bir otorite olarak dedenin merkezi kimliği giderek zayıflamış. Şimdilerde dedeliği ancak sembolik boyutta değerlendirme arzusu görülüyor. Dedeliğin konumundaki değişme bir proje ya da stratejinin ürünü olmaktan ziyade şifahi kültürün ve buna bağlı kodların Türk modernleşmesi bağlamında kazandığı yeni biçimleri ifade ediyor. Bu anlamda karmaşık bir sorunun kısa sürede çözülmesi mümkün görülmüyor. Aleviler dedeliğin değişiminden çok yeniden canlandırılmasına ilişkin bir eğilimi seslendirmekten yana. Muğla Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Necdet Subaşı, dedelerin modern koşullar karşısında nasıl bir vaziyet aldıklarının ancak Alevilik bağlamı içinde tartışılıp değerlendirilebileceğine dikkat çekiyor. Kent koşulları, göç, modernleşme, eğitim ve öğretimdeki artış, işbölümünde ortaya çıkan farklılaşmalar gibi bir dizi gerekçe içinde Alevilerin yeni varoluşsal konumlarını açığa çıkardığını anlatan Necdet Subaşı, bu bağlamda Alevilerin, Alevi kalarak sorunlarla yüzleşmeleri ve problemleri aşmaları gerektiğini söylüyor: “Ancak bu durum, bazen Aleviliğin aldığı yeni şekillenimlerden, bazen de dışsal etkilerle dedenin de otoritesini tartışmaya açmış, tarihsel meşruiyetini, inanırlığını ve otoritesini zayıflatmıştır. Dedelerin Aleviler için ne ifade ettiği açıkça tartışılmalıdır.”
Dedelerin, Alevilerin konumlarına paralel şekilde kendilerini geliştirme durumunda kalmalarında ironik bir yön olduğunu belirten Subaşı, “Dedelerle Aleviler arasında varolduğu iddia edilen uçurum, aslında dinsel otoritenin modern koşullardaki rolünü korumasıyla yakından ilişkilidir” diyor.
‘Dedeliğin alternatifi yok’ Kırsal bölgelerde dedenin rolü zayıflamış, yer yer aşınmış olsa da varlığını hâlâ sürdürüyor. Sorun metropol Aleviliğinin yarattığı bir sorun olarak beliriyor. Geleneksel çizgisinden çıkmış Aleviliğin dedelerin atağıyla yeniden toparlanabileceğine ilişkin inanç iyi niyetli olsa da modern kavramlarla bütünleşen Alevilere nasıl bir üslupla yaklaşılması gerektiği netlik kazanmış değil. Alevilikte mürit-mürşit ilişkisinin bulunduğunu ve kâmil insanı dedenin temsil ettiğini söyleyen Reha Çamuroğlu, bu anlamda dedelik kurumunun değişeceğini sanmadığını ancak üslûbun değişebileceğini vurguluyor.
Şahkulu Vakfı Başkanı Mehmet Çamur, Alevi çocuklarının büyük kısmının okuduğunu; üniversitede, internet üzerinde ve medya yolu ile farklı yetiştiğini söyleyip dedelerin yeterli birikimleri olmadığı için bu gençlerin sorularına cevap veremediğinden şikayet ediyor. Dedeleri acımasızca eleştirenlere katılmayan Mehmet Çamur, “Dedeler üzerlerine düşeni fazlası ile yapmışlardır. Alevilik inancını şifahi olarak günümüze kadar taşımışlardır. Eleştirmek yanlış olur. Kırsalda yaşandığı dönemde hukuki sorunları dedenin önderliğinde ceme katılan musahiplerin çözdüğüne değinen Çamur, “Fakat günümüzde ticari ve hukuki konular farklılaşmıştır. Çek ve senet gibi farklı unsurlar devreye girmiştir. Aleviler bu yöndeki sorunlarını artık modern yargı kurumuna danışarak çözüyor” diyor. Alevi dedeliği eğitiminin üniversitede verilmesine karşı olduğunu vurgulayan Çamur, devlet okullarında Aleviliği kimlerin anlatacağının çok önemli olduğunu ama bunun cevabının verilmediğini ifade ediyor. Çamur’a göre Aleviler sorunlarına devletin dışında kendi inisiyatifleri ile çözüm bulmak zorunda. Aksi takdtirde Sünni kesimdeki eleştirdikleri hataları tekrarlamış olurlar. Yazılı kaynakların çoğalması da Aleviliği şifahi kültürden çıkartıp daha sağlam bir zemine oturtuyor. Konu ile alâkalı akademik çalışmaların artması da tartışmaları sisler bulvarından çıkartarak bilimsel bir seviyeye çekti. Yine de Sünni ve Alevi kesimde var olan alınganlığın sürmesi ‘acı gerçekleri’ söyleme noktasındaki araştırmacıların üslûp belirlemesini zorlaştırıyor.
ARAŞTIRMACI-YAZAR REHA ÇAMUROĞLU: DEDELİK DEĞİŞMEZ, ÜSLÛP DEĞİŞİR
– Kentleşme ve moderleşme sürecinde Alevilikte dedenin konumu tartışılıyor. Modern çağa ayak uyduramadığı iddialarına karşı nerede duruyorsunuz?
Alevilik üç temel bileşen üzerinde yürüyor: Birincisi göçebe kültür, ikincisi 12 İmam Şiiliği, üçüncüsü tasavvuf. Bu üç bileşen zaman zaman değişen ağırlıklar kazanmıştır. Bazen biri bazen de diğeri daha önemli hale gelmiştir. Örneğin 12. yüzyılda tasavvuf ön planda iken, 16. yüzyılda 12 İmam Şiiliği önem kazanmıştır. Bugün ben bu üç bileşenden tasavvufun ön plana çıktığı kanaatindeyim. Tasavvufun yapısında mürit ve mürşit ilişkisi vardır. Mürşit, kemâlini artırma gayreti içerisinde olacak ki diğer insanlara yol gösterebilsin. Alevilikte mürşitlik görevi dedenin üzerinden yapılır.
Dedeler için mürşid–i kâmil olmak ve o hedef üzerine yürümek kuraldır. İnsanlara kâmil insan olmanın yolunu göstermeli ve bu kemâlin canlı bir örneği olmalıdır. Bu anlamda dedeliğin değişeceğine inanmıyorum. Ancak üslûbu değişebilir. Tasavvufu kötülemek isteyenlerin kullandığı bazı kötü örnekler vardır, ‘Mürşit şu partiye oy ver derse ya da git oğlunu kes derse mürit gider o emri yerine getirir’ derler. Şu var ki mürşit akıl baliğ olmuş insanlara hizmet verir. Mürit olmak için aklen belli bir seviyeye gelme şartı vardır. Bir deli mürşit oğlunu kes diyebiliyor ve mürit gidip oğlunu kesiyorsa bu sapıklıktır, ruh hastalıklarını inceleyen bilimin alanına girer. Böyle uç örnekler verilerek her fikir karalanabilir.
– Dedelik, fonksiyonunu icra edebiliyor mu?
Uzun süredir dedelik kurumu toplumsal kabul görmediği ve haksız takiplere uğradığı için yıpranmıştır ve kendisinden beklenilen fonksiyonu eda edememektedir. Alevilerin meseleleri sadece Alevilerin meselesi değil. Toplumun bütününü ilgilendirir. Dedeler daha iyi hizmet vermiyorsa, kâmil insanı oluşturma yolunda acze düşmüşse böyle bir boşluk toplum huzurunu da olumsuz etkileyecektir. Dede olmak isteyenlerin gönüllülük esasına göre seçilip eğitilmesi gerekir. Nasıl ki imam-hatipler eğitim veriyor ve eğitilmemiş imamlar bizleri rahatsız ediyorsa, eğitilmemiş dedeler de aynı şekilde rahatsızlık vermeli ve devletin sağlayacağı imkanlarla bu ihtiyaç giderilmelidir. Yol göstericiler olarak dedelerin eğitimsizliğinin nereye kadar gideceğini soruyorum?
– Alevilerin bu ihtiyacı karşılanırsa bütün tarikatler aynı şeyi ister şeklinde bir karşı görüş var.
Bir kere Aleviler tarikat değil ve diğerleri ile kıyaslanmayacak ölçüde milyonlarla ifade edilen toplumsal bir realite. Tarikatlerle kıyaslayanlar bilsinler ki topu taca atıyorlar. Aleviler devlete vergi veriyor, vatandaş olarak dini ihtiyaçlarının giderilmesini istemeleri gayet normal. Dedeler eğitildikçe görülecektir ki biz aynı medeniyet dairesini bütünleyen parçalarız. Birbirimiz için çatışma değil zenginlik unsuruyuz. Cemevleri açılmaya başlandığında Sünni–Alevi düşmanlığının tohumları ekiliyor diye yaygara koparılmıştı. Ama bugün cemevleri dostluğu pekiştiren mekanlar oldu. Sünni bir belediye başkanı gelip bir cemevinin yapımına çimento ve demir yardımında bulunuyor. Benim babam geçen ay vefat ettiğinde cenazesi Karacaahmet Cemevi’nden kaldırıldı. Bir dede ile Sünni bir imam birlikte fatiha okuyarak cenazeyi defnettik.
– Dedeliğin dede soyundan gelme zorunluluğu bugün tartışılıyor?
Ne düşündüğüm önemli değil. Din inananların kabul ettiği değerlerin tümüdür. Dini kendi değer yargılarımıza göre yönlendiremeyiz. Dedelik hem dede soyundan hem de erkek evlat üzerinden taşınır. Örneğin ben anne tarafından dede soyundanım ama baba tarafından değilim. Yani dede sayılmıyorum. Ama bu duruma saygı gösteriyor ve kabul ediyorum. Gelenekler değişir ama bu tartışma açarak olmaz. Belli bir ‘evrim’ içerisinde olur. Aleviler bir şehirde çok saygıdeğer bir hanımı ana ilan ederek mürşit konumuna getirdiler. Cinsiyetine ve soyuna bakılmadan oldu ve tartışılmadı, reddedilmedi. Pozitivizm yapısı gereği din ile terstir. Pozitivist değerlerle biz dine yön veremeyiz. Bir insan gidip Kâbe’de şeytan taşlıyor ya da bir ağaca bez asıp dilek tutuyorsa bunu tenkit etmek yerine anlamaya çalışmalı ve sembollerin arkasındaki niyeti aramalıyız.
– Alevilere özel okul fikrine nasıl bakıyorsunuz?
Karşıyım. Bu, toplumdaki bölünmüşlüğü artırır. Tevhid–i tedrisata inanıyorum. Milli eğitimde gevşeme ve kompartımanlaşmaya sebebiyet verir. Ancak üniversite seviyesinde bu işi meslek olarak görenler branşlamaya giderek eğitimini alabilirler.