Perşembe, Aralık 26, 2024
No menu items!
ArşivALEVİLİK EĞİTİMİ VE ALMAN OKULLARINDA ALEVİLİK DERSLERİ İsmail Kaygusuz

ALEVİLİK EĞİTİMİ VE ALMAN OKULLARINDA ALEVİLİK DERSLERİ İsmail Kaygusuz


Devletin Aleviliğe Hor Bakışı Sürüyor

Türkiye Cumhuriyeti devletinin Alevi-Bektaşi inanç toplumuna tam 74 yıllık borcu vardır. 1926’da Sünni-Hanifi ictihadı üzerine kurulan Diyanet, devlet içinde devlet gücüne erişmiştir. Yan kuruluşları ve vakıflarıyla büyüye büyüye 7-8 bakanlığın bütçesine eşit bütçeye sahip olmuştur ve bugün devletin tam 300 trilyonunu harcamaktadır. Aynı devlet, 25 milyona yakın koca Alevi toplumuna ise hiç bir hizmet vermemiştir, vermez de. Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti devleti ta baştan Alevilerin farklılığını yadsımış. Alevi toplumunu inançsal değil, ama maddesel varlığıyla benimsemiş ve yararlanmıştır. Bu yararlanmadan, İslam dininde hiç yeri olmayan Diyanet kurumu da payını alıp sayısı yüzbini aşan imamlar ordusuna yedirmiş ve yedirmektedir. Bu imamlar Alevilerin kestiğini murdar kabul edip yemezler, ama vergilerini çatır çatır yiyorlar.
Devlet, tüm kültür, sanat ve eğitim kurumlarıyla, Alevi tapınma ritüellerini (semahlar-nefesler musahib ikrarı, Dâr çekme vb.) halk oyunu, halk türküleri, köy seyirlikleri, yani zengin folklorik ve teatral ögeler olarak değerlendirerek inançsal içerikten uzaklaştırmayı amaç edinmiştir. Üniversitelerin Halk Dansları, Müzik ve Tiyatro bölümlerinde okutulan, TRT kurumunda gösterimlere giren bu eşsiz kültür ve sanat ögeleri, kaynağına (Alevi inancına) giderek yabancılaştırılmaktadır.
Biz Alevi semahının, Alevi müziğinin çağdaşlaşmasına karşı değiliz; sahnelerde bir Turnalar veya bir Tokat Semahı Balesi hayallerimizi süsler. Adı geçen kurumlarda halk oyunu ve halk türküleri olarak kullanıp bol bol yararlanacaklar, ama bu güzelliklerin kaynağını yani Alevi inanç ve felsefesini anlatmayacaklar, bizim kabullenmediğimiz budur. İlahiyat Fakültelerinde Ortodoks İslam (Sünnilik) dışında bir Heterodoks İslam (Alevilik) bulunduğuna dair tek söz etmiyorlarsa, felsefe bölümlerinde İslam felsefesi olarak, İslamın en gerici filozofu Gazali’nin yorumlarından başkasına yer vermiyorlarsa; o zaman Aleviliği yadsıyor ve İslam tarihi içerisindeki Heterodoksizmi (yani aykırı inanç ve düşünce akımını, yani Aleviliği) yok sayıyorlardır. [1] Alevi-Bektaşi kültürünün inanç ögelerini işlerine geldiği gibi kullanmaktan çekinmiyorlar; radyolarda televizyonlarda Alevi semahlarına “halk oyunu”, düvazimamlara, Ali övgülerine (na’at-ı Ali) ve nefeslere, “Erzincan’dan, Sivas’tan… türküler”(?) diyorlar. Aynı anlayış hiçbir zaman Mevlevi semahına “oyun” ya da “raks”, Mevlevi ilahisine de “Konya’dan bir şarkı” demedi; tersine Mevleviliğin kutsallığını, inanç yanını vb. sık sık vurguladı. Basit bir soruyu kendi kendimize sorlaım: Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i okunacağı zaman sunucular, neden “şimdi filan kişi için ağıt okunacaktır” demiyor? 14.yüzyılın başlarında Sünni İslama girmiş ve ibadet niteliğine bürünmüş “Mevlid okutmanın” Sünni İslam ile gerçekte hiçbir ilgisi yoktur.
Yinelersek amaç ortadadır: Bu devlet, Alevi inanç ve tapınma ögelerini “halk oyunları”, “halk türküleri” biçiminde sürekli vurgulayarak özü olan inanca yabancılaştırmak, inanç ve kutsallıklarından uzaklaştırıp halk kültürü özelliklerini “korumaya” alarak kaynağından kopartmak istiyor. Bu ögelerini yitiren Alevilik, o zaman kendine özgü bir Heterodoks inanç olmaktan çıkar, Alevi kimliğini kaybeder; devletin istediği Türkmen Sünniliğine (Türk İslamlığına) dönüşme yoluna girer.
Bu sürece, kimi çevrelerin de alkışlarıyla ne yazık ki girilmiş olduğunu düşünüyoruz. Biz Aleviliğimize, Kızılbaşlığımıza yani heterodoks inanç kimliğimize sahip çıkmadıkça süreç hızla ilerleyecektir. Bunun içindir ki devletin Diyanet Kurumu, Aleviliği İslamı farklı yorumlayan bir inanç sistemi olarak benimsemediği gibi, onun kitlesel tapınması olan Cem’ini ibadet olarak da kabul etmiyor, onu yenilip içilen “çalgılı-çengili şölen” görüyor. Doğaldır ki, Cemevi’ni de tapınma yeri değil, “eğlence evi” olarak değerlendiriyor.
21.yüzyılın başındayız. Diyanet ortaçağ zihniyetinden daha ileriye gitmiş değil. Aleviliğin özde ve biçimde Sünniliğe aykırı olduğunu kabul ediyor, bu nedenle de Alevi inancına saygı göstermiyor. Devlet kuruluşları, Sünni din bilginleri, yazar ve tarihçileri Osmanlı ulemasından farksızlar. Onlar, Alevi inancının (Sünniliğe) aykırılığını eksiklik ve daha önemlisi “sapkınlık” olarak görmeyi sürdürüyor.
Alevi insanı geleneksel bilgi kırıntılarıyla; çoğu okuma-yazmasız ve birkaç nefes iki semah bilen, saz çalan Dede’lerden, gizlice korku içinde yapılan Cem’lerde Aleviliği öğrenmeye çalıştı. Aleviler hiçbir zaman ne gerçek Alevilik tarihini ne Alevilik felsefesini öğrenebildiler. Türkiye Cumhuriyeti yoksayma-yadsıma siyasetinde öylesine başarılı olmuştur ki, bugün yol düşkünü / çıkarcı pek çok Alevi, Aleviliğin Sünnilikten bir farkı olmadığını “namaz da oruç da bizim”, “gerçek müslüman biziz” gibi söylemlerle savunur olmuş; devletin yukarıda açıkladığımız siyasetinin çeşitli yönleriyle özdeşleşmiştir. Bunla, adeta salhaneye onurla giden koyunlar gibi kendi inançlarını yadsımaktan geri durmamaktadırlar.

Alevilik Eğitimi Önemli Bir Mücadele Odağıdır

Yukarıda devletin Aleviliğe bakışından bir ayrıntı geçtik. Türkiye Cumhuriyeti devleti, Diyanet içinden ve dışından Sünni din bilginleri ve İslam tarihçileri vb. aracılığıyla Aleviliği özgün inancından ve tarihsel devrimci, ilerici özünden koparıp Sünni reformculuğu çerçevesinde (“Halk İslamı”, “Türkmen Sünniliği” vb.) biçimlendirme girişimi içindedir. Az önce sözünü ettiğimiz kültürel ayrıntı önemli bir araçtır ve iyi kullanılmaktadır. Bazı Alevi-Bektaşi dernekleri ve vakıfları bu girişime maşa olmaktadırlar. Bunların bu tutumlarında bilinçsiz oldukları söylenemez. [2]

Devletin bu tutumu demokrasi-dışı, hatta faşizan bir dayatmadır. Ülke nüfusunun 1/3’ünü oluşturan bir toplumun bin yıllık inancını yoketmeğe yönelik bir asimilasyon (eritme) çabasıdır. Devlet bugün Alevilere rağmen, yani Alevi insanını dışlayarak Alevilik tanımlaması yapmakta ve ona kimlik olarak kendi kafasındaki yaftayı yapıştırmaktadır. Dünyanın hiçbir ülkesinde böylesine büyük bir inanç toplumu böylesi bir yok sayılma utancını yaşamıyor. Devletin ve işbirlikçi yol düşkünü odakların Aleviliği özünden koparma girişimlerinin önünü kesmek için her olanaktan yararlanarak demokratik mücadele vermenin zamanı çoktan gelmiş, geçmektedir. Devletin Alevi inanç kimliğini olduğu gibi kabul etmesi ve demokrasinin gereği olan tüm inançsal hak ve özgürlüklerimizi tanıması için hukuksal savaşımı aralıksız sürdürmeliyiz. Bu mücadelenin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne, Birleşmiş Milletler Adalet Komisyonu’na ve öteki yetkili uluslararası organlara ulaştırılması artık kaçınılmaz olmuştur.

Alman okullarında Aleviliğin öğretilmesi, Alevilik derslerinin okutulması hakkının ortaya çıkması, bu bağlamda büyük önem taşımaktadır. Tahminlerimize göre 850-900 bin Alevi-Bektaşi inançlı topluluğun yaşadığı Almanya’da bu hakkın arzu ettiğimiz çerçevede gerçekleşmesi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin ne büyük bir insanlık ayıbını sürdürdüğünü sergilemede bir tür mihenk taşı olacaktır.

Almanya devletinin çeşitli uygulamalarını yetersiz, kasıtlı vb. bulabilir, beğenmeyebiliriz. Ancak, çok açıktır ki, pek azı Alman vatandaşı olan bu topluluğun kimliğine saygı gösterilip, inanç ve düşüncesini özgürce ifade etmesinin, inancının eğitimini görmesinin ortamının yaratılması, Alevi toplumunun demokratik hak ve özgürlüklerinin tanınması ve geliştirilmesi açısından çok önemli bir durumdur.

Alevilik Eğitimi Nasıl Olmalıdır?

Bizce bu eğitimin Alevi toplumu içinden yetişmiş eğitmenler tarafından verilmesi en gerçekçi ve en yararlı uygulama olacaktır. Eğer Almanya eyaletlerinin bazılarında bu eğitimin “Alman eğitmenler” ya da Türkiye Cumhuriyeti devletinin kabul edeceği kimselerce (örneğin Diyanetin göndereceği Alevi uzmanlarca, vb.) verilmesi yönünde bir “öneri” gelirse, buna kararlılıkla karşı çıkılmalıdır. (Türkiye Cumhuriyeti, Alman devletine gizli ya da açık böyle bir talep götürecek, böylece “Alevilik” adı altında kendi ılımlı ve laik Sünni reformculuğunu öğretmek isteyecektir.)

Bize göre genel Alevilik eğitim ve öğretimi üç temelde yapılmalıdır:

1) Yığın eğitimi
2) Bireysel (çocuk-gençlik-yetişkin) öğrenim ve eğitim
3) Yüksek öğrenim-eğitim.

Yığın eğitimi kitleleri muhatap alır: Alevi-Bektaşi inancı ve kutsallık anlayışının, kurumları, felsefesi, yaşam düzeninin, Aleviliğin İslam tarihindeki, Anadolu tarihindeki yerine, çeşitli adlar altındaki toplumsal devinimlerine ilişkin tüm bilgilerin, değişik inançlara sahip kitlelere taşınmasına süreklilik kazandırılarak gerçekleşir. Aleviliği anlatan tüm görsel / basılı yayınlar, bu yığın eğitiminin genel çerçevesi içine girer ve daha çok bilgilendirme, aydınlatmadır.

Ancak kitlesel eğitim asıl karakterini özelde, yani bir plan-program çerçevesinde ve belirli amaca yönelik, çağdaş eğitim-öğretim yöntemlerini kullanarak (aynı araçlarla) yapılmasında gösterir. Alevilik yığın eğitimi, Hacı Bektaş Veli Dergahı merkezli, tüm Alevi-Bektaşi kitle demokratik kuruluşlarının anlayış birliğine (consensus) dayalı bir “Alevi-Bektaşi Yüksek Eğitim Kurulu” tarafından hazırlanacak bir eğitim-öğretim programı çevresinde, bu programın süreli yayınlar / radyo-TV / internet aracılığıyla uygulaması biçiminde gerçekleştirilir. Ancak bu ciddi programı adım adım harekete geçirebilmek için bile büyük maddi olanakların yaratılması, destekler bulunması zorunluluktur.

Aleviliğin yüksek öğrenimi/eğitimi Alevi-Bektaşi toplumunun yine yukarıdaki anlayış çerçevesi içinde kendisinin örgütleyip kuracağı “Alevi-Bektaşi Akademisi”nde veya “Yüksek Eğitim Enstitüsü”nde ve ayrıca Alman üniversitelerinde yapılmalıdır. Adım adım geliştirilecek olan bu programın bir parçası olarak üniversitelerde ilgili fakülte ve bölümlerde “Alevilik Felsefesi, Alevilik Sosyolojisi, Alevilik Tarihi ve Alevi-Bektaşi Edebiyatı” kürsülerinin kurulup, bu derslerin okutulması hedeflenmelidir. Ayrıca Aleviliğin tasavvufi inanç özellikleri, tapınma ve kurumları İlahiyat Fakültelerinde oluşturulabilecek “Heterodoks İslam (Alevilik)” kürsülerinde okutulabilir. Ancak, Alevi toplumu Türkiye Cumhuriyeti devletinin Alevi-Bektaşi kimliğini Sünni reformculuğu içinde eritme siyasetini uygulamakta olduğunu bir an bile unutmamalı, bu öğrenim ve eğitimin denetimini kendi elinden bırakmamalıdır.

Ama asıl Aleviliğin kendine özgü inançsal, tarihsel ve kurumsal yüksek öğrenim ve eğitimi, özelde yapılacak olandır ve bu, “Hacı Bektaş Veli Eğitim Enstitüsü veya Akademisi”nde sağlanmalıdır. Aldığı eğitimi, öğrendiği inançsal bilgileri kendi toplumuna taşıyacak, onlara yolu-yordamı tekrar tekrar öğretecek; talipleri görüp sorgulayacak, Cem’leri yönetecek eğitmen Dede’lerin yetiştirilmesi bu kaynakta gerçekleşecektir.

Görüldüğü gibi, Alman okullarında uygulanması gereken eğitim-öğretim, bizim sunduğumuz çerçevede ikinci sırayı almaktadır. Yinelersek, bu eğitimin Alevi toplumu içinden yetişmiş eğitmenler tarafından verilmesi en gerçekçi ve en yararlı uygulama olacaktır. Bu konuda Almanya’daki Türk ve Kürt Alevi kuruluşlarının ve onların üst organlarının ortaklaşa çalışmalara başlaması memnuniyet vericidir. Açıktır ki burada konu bir inanç sisteminin kuşaklardan kuşaklara iletilmesi amacıyla öğrenim/eğitim programının hazırlanmasıdır. Dolayısıyla, Alevi inançlı farklı etnik toplulukların demokratik kitle örgütlerinin temsilcileri, kendi siyasi duruşlarını öne çıkararak değil; Alevi-Bektaşi inancı, düşüncesi, felsefe ve tarihi konularındaki yetkinliklerini ortaya koyarak Alevilik eğitimine yaklaşmalıdırlar. Bu çerçevede, ilk önemli girişim olarak kurulmuş ve sorumluluk almış bulunan Alevi Kuruluşları Eğitim Kurulu’na (AKEK) iletişim, araştırma-soruşturma-buluşturma gibi büyük koordinasyon görevleri düşmektedir. Yoğun koordinasyon çalışmalarıyla kısa bir zaman içerisinde bir “Alman Okullarında Alevilik Eğitimi Programı Hazırlama Komisyonu” oluşturulabilir.

Herhangi bir alanda eğitim vermek, öğretimi gerçekleştirmek plan, program, müfredat işidir. Eğitim Programı hazırlamak AKEK’in işi değildir, olmamalıdır. Ancak dayandığı kuruluşların moral desteğine dayanarak yoğun çaba gösterip, Alevi kuruluşları içinde ve dışında ilişkiye geçebildikleri Alevi Dedeleri, bilim adamları, yazarları, araştırmacı ve eğitimcileri arasında ilk planda en az 6 en fazla 10 kişiden oluşturulabilecek bir hazırlama komisyonu bunu genel çerçevede yapabilir. Böyle bir komisyon Alevilik derslerinin müfredatını (derslerin adı, günlük, haftalık, aylık ve bir ders yılı içindeki dağılım planı) ve Alevilik ders programını (okutulacak ders konularının özeti, yani içeriği, yöntem ve amaçlarını) genel hatlarıyla belirleyip bir küçük kitap ya da genişçe broşür halinde yayınlayabilir. Bu program içinde ders kitapları da belirlenmiştir; sözgelimi “Alevilik İnancı ve İnanç Kurumları”, “Heterodoks İslam (Alevilik) Tarihi” veya “İslam Tarihinde Alevilik ve Alevi Hareketleri” vb. Bu kitapların, programda belirlenen içerik, yöntem ve amaca uygun ve 150-200 sayfayı aşmayacak biçimde hazırlanması yönünde uygun süreli (5-6 aylık) yarışma(lar) açılabilir. Yarışma herkese açık olmalıdır. Yarışmaya katılan (yazarları saklı) ders kitapları bir alt komisyonda elendikten sonra “Alman Okullarında Okutulacak Alevilik Dersleri Programa Hazırlama Komisyonu” tarafından seçimine karar verilmelidir.

Bizce bu komisyonun toplanma ve çalışma yeri, diğer tüm Alevi-Bektaşi kuruluşlarının onayı ile Alevi Akademisi olabilir. Akademi Başkanı Mustafa Düzgün Zülfikar’daki (Sayı:38) söyleşisinde “…Akademi olarak, özellikle de Alevi Federasyonları ve örgütlerinin kurduğu Akademi olarak yalnız bizden sorulsun değil, Federasyonlarımızdan da sorulsun ama, Federasyonlarımız bu konuda politikalarını belirlerken, Akademininki bilimsel çalışma olacak, neticede yazılı çalışma olacak (Biraz karışık bir cümle, ama anlaşılıyor-İ.K.). Bu konuda sorumlu tutulması gereken yer Akademidir” diye yerinde bir saptama yapıyor. Aynen katılıyor ve bu arada bu sorumluluk çerçevesinde yıllardır çeşitli düzeylerde yaptıkları dergi, k,tap vb. yazılı bilimsel çalışmaları örneklemelerini bekliyoruz. Sözünü ettiğimiz komisyonun çalışmalarının burada gerçekleşmesi,aynı zamanda Alevi Akademisi’ne de adına yakışır bir işlerlik kazandıracak, onu gerçek işlevine yönlendirecektir. Alman okullarında Alevilik öğretimini başlatmak ve eğitici-öğreticileri bulmak bir sonraki aşamayı oluşturur. Bu ayrı bir yazının konusudur. [3]


23.02.2001

İLGİLİ YAZILAR
spot_img

Bizden Seçmeler