Gerek siyasi Literaturda gerekse günlük yaşamda sık sık kulanılır “Böl, ez ve yut” deyimi. Yüz yıllardır Alevi toplumu hep karşıtları tarafında rahatlıkla birbirine döşürülmüş, bölünerek, ezilmiş ve sonuçta büyük bir kısmı zaman içinde asimile edilerek yutulduğunu hepimiz biliyoruz
Son günlerde yürütülen tartışmalara baktığımızda bu andığımız deyimi ister istemez anımsıyoruz ve yüregimizin derinliklerinde bir kuvetli acı, sızı duyumsuyoruz.
Gerçekten yüz yıllardır insanı öne çıkaran bu yaşam biçimi özellikle baskısı altında yaşadığı bugün hakim olan İslami (Suni, Şafi, Hambali) inancının bir ikiz kardeşi midir? Öyle ise onların temel aldığı Hac, Zekat, Namaz, Şadet ve Oruç (Ramazan Orucu) nu yüz yıllardır Alevilik neden red etmiştir ve neden onların karşısına “Aklına, eline, diline ve beline sahip ol” ilkelerini koymuştur?
Bu soruların yanıtını geçen yüzyıllarda yaşamış Alevilik yaşam biçimine öncülük eden tüm hareket önderlerin konuşma ve yazılarında bulabiliriz.
Kaldı ki Alevilik hakkında yaşam biçimi ve temel ilkelerinin felsefesinin özünü geçen yüzyıllarda
söyleyen ve yazanlardan oranla çok daha modern ve daha derinlemesine, daha farklı farklı açılardan ele almamız olanaklıdır. Geçmişten günümüze kadar gelen bu birikimleri doğru ve yalnış yönlerini bulanık kalan yanlarını ayıklayarak hepsini sağlam bilimsel temeller üzerine oturtmak geçen yüz yıllara oranla daha kolaydır, daha olanaklıdır.
Elbette bin yılı aşkın bir zaman içinde gelişen bir anlayışın gelişimi, günümüze kadar gelmesi bir ağacın kabuk değiştirerek gelişmesi gibidir. Bugün başta Ortadoğu ve Balkanlar olmak üzere hemen hemen insanlığın bulunduğu tüm kıtalara dağılan bu anlayış ve yaşam biçiminin farklı farklı gelişmesi gayet doğaldır. Çünkü o İnsanın refahını toplumsal gelişmesinde arar. Önemli olan bu farklılıkları bu gün toplayabilmek ve onu çağdaş ortak bir yaşam felsefesine oturtabilmektir. Bu çalışma laf kalabalığı içinde yapmak mümkün değildir. Bu anlayışa bilimsel açıdan bakmak da yeterli değildir. Bilimsel araştırmamının temel kuramlarına çalışmayı oturtmak gerekiyor. Böylesine bir düşünce aşamasının süzgecini kullanmadıkça değil ki diğer inançların ağır hırçın ve gadar suçlamaların karşısında hık mık etmekten öte de bir şeyler bulunup söylensede inandırıcı olamaz. Ayrıca bu durum Aleviliği Arbaistanda 5.yy yıllardaki yaşam biçimine çekerek kendisine ekmek kapısı edinenlerin ve edinme işini sürdürmeye çalışanlara yarar. Böylece Aleviliği bölmek ve ezmek isteyenlerin önüne geçilemez.
Bu olur olamaz tartışmalardan vaz geçmeliyiz. Yeni uygarlığın getirdiklerini iyice özümseyerek insana daha yararşır, daha refah haline getirecek bir biçimde elle almalıyız. Bilimselliği Alevilik yaşam biçimiyle birleştirerek onun teorik olarak da sürekli gelişen ve kendisini yenileyen felsefesini yartmak zorundayız. Çağdaş bilimi Aleviliğin rehberi olarak almaz ve kabul etmezsek, istesekde istemesek de özelikle genç kuşaklarımız sürekli kendisini yenileyen Batı Kiliseleriyle ve sürekli kendisini beşinci yüz yılla doğru çeken İslam Fondementalizmi arasında erir. Özellikle büyük kentlerde ve Avrupa ülkelerinde her geçen gün binlerce gencimizin kilise ve camiler içinde eridiklerini görüyoruz. Bunu yazar Metin Gür güzel bir araştırma ile ortaya koydu ve daha sonrada kitap halinde yayınladı. Günlük gazete ve haberleri takip eden her kesin bu araştırmalardan haberi olması gerekir.
Bugün Aleviliği sadece Türklerin İnacı olarak dayatmak isteyenler, Aleviliği diğer inançların karşısına Dinler arasında hoşgörü olmalıdır düşüncesiyle yaklaşanlar, Aleviliğin Hazreti Muhamed’in soyundan gelen dedelerin şemsiyesi altında olması gerekir diyenler iyi niyetle,
bireysel duygularıyla işe yaklaşıyorlar. Ancak bilimsel bir dayanakları ve araştırmaları yok. Okudukları bir elin beş parmağı kadar eserle veya duyduklarıyla yorumlar yapıyorlar.
Gereksiz tartışmalara neden oluyorlar ve gelecekte bu mevcut kötü sistemlere altarnatif olabilecek Alevilik Felsefesine zarar veriyorlar.
Çünkü Alevilik herşeyden önce bilme, akla, mantık sağlamlığına dayanır. İnsanlar aklıyla, yüreğiyle inanırlar korkudan değil. “Aklına, eline, diline ve beline sahip ol” ilkesinin ana temeli elbette insanlar arasında diyalog ve dostluk yaratmaktır. Farklı dil, milliyet ve kültürlere, düşüncelere, yaşam biçimlerine insanca yaklaşır. Onlarla olumlu ilişkiler kurmaya çalışır.Çünkü bu Felsefe yer yüzünde ayrımcılığı kaldırmayı, insanlığı tehdit eden, bireysel egoyu, ahlaki yozlaşmayı ve addaletsizliği gidermeyi içerir. Bu anlayış “Tanrı İnsandadır” cümlesiyle insanın en kutsal varlık olduğunu ortaya koymuş olur. Bir tek insana yapılan haksızlık ve kötü davranış tüm insanlığa yapılmış gibi kabul edilir.
Aleviliğin bu yüce değerini ne Allahın oğlu (Isa ve İncil) adına hareket eden geçmişte insan yakmaktan bugün başka ülkeleri işgale kadar uzanan güçleri destekleyen Kiliseler, ne de Hz. Muhamed’ten sonra Halife Osman tarafından yazılı hale getirilen Kuran’ı kulanarak erkeğe birden fazla evlenme, kadını dövme ve kadınının seyahat hakkını kısma hakkı veren İslamla yani ( Suni, Şafi ve Hambalilik) adına hareket Camiler ile din adamları’nın inancıyla bağdaştırabiliriz.
Çünkü onlar tamamen toplumun dışından, topluma hükm etmeyi amaçlarken, Alevilik her zaman bilimsel temellere dayanmış “Bilim Çinde bile olsa alın” ilkesini, anlayışını alıp geliştirerek çağdaşlaştırarak yaşamına uygulamıştır. Geçmişteki Tekeler, özellikle Horasan yöresinde oluşturulan Tekeler, anadoludaki Babaevleri bugünün Universitelereine parelel okullardı. Buralarda “Lokman Hekim” dediğimiz Tıp Bilimcilerinden tutun Gökbilimcilerine kadar bilim adamları teknik adamlar yetişmiştir. “Atalarımızda kalma Beratname var” dedikleri şey bugün ki dille bu okullarda okuyanlara verilen diplomalardı.
Bütün bunları özetlersek “Aklına, eline, diline, beline sahip ol”ilkesine bağlı bir Alevilik kimseden hoşgörü beklemez. O nasıl başkaların varlığını kabulleniyorsa Aleviliğin kendininde kabul görülmesini ister. Kendi dışındaki tüm insanlara ve inanç mensuplarına Aleviliği incelemelerini, öğrenmelerini, tanımalarını ve olduğu gibi kabul etmelerini önerir. Biliyor ki bu yaşam biçimini inceleyen ve tanıyanlar diğer inaçlardaki var olan tüm güzellikleri bilmin ışığında çağdaşlaştırılmış olarak, yozlaştırılmalardan uzak tutulmuş olarak bir potadan birleştirilmiş olduğunu saptıyacaklardır. Çünkü Alevilik inanci gerçeğe dayanmayan, rivayetlere, hurefalara, afsun, cin şeytan, büyü gibi insan aklıyla, bilgiye dayanmayan idealara karşı bilimsel veriler sunarak onları toptan red etmiştir. Bugün halen başta Işlamlık (Suni, Şafi, Hambali Mezhepleri), Hiristiyanlik, Yahudilik inançlarında Tıp bilminin yerini almaya çalışan büyücülerin, falcıların ve üfürükçülerin olduğunu hergün yazılı ve görsel basında görüyor, okuyor ve dinliyoruz. Çeşitli bitki ve sebzelerden su alan, melhem yapan sahte bu insanlar sadece insanları umutla aldatmak ve ekonomik olarak faydalanmakla kalmıyor insaların yaşamına mal olacak hastalıklar ve sakatlıklara neden oluyorlar. Bunları tamamen soyguna ve bireysel çıkarlara, batıl inaçlara dayanarak kurulmuş ssisitemlerin basını ve ekonomik güçleri de destekliyor. Böylece mevcut sıradan büyük kitleleri kolayca yönetebiliyorlar ve sömürüyorlar.
İnsanı öne çıkaran, yozlaşmayı red eden, bilimselliği savunan Alevilik yasaklanınca bu kez Alevilik bu insanı değerleri Semah ve Türkülerle İnsan ruhundaki inceliği ve sanatın toplumsal birliğini sağlamadaki önemini ortaya koyarak varlığını sürüp günümüze kadar gelmiştir.
Sonuç olarak bölünmenin, ezilip yutulmanın karşısında birlik olmak gerek. Gereksiz tartışmaları bırakıp bilimsel ilkelerde birleşmek gerek.. Toplumsal gelişmeler alanında çok okumak, bilim adamların seminerlerine katılmak, dinlemek ve sonra da düşünmek, birikim ve çevremizdeki yaşantılardan izlemlerimizi aktararak Ancak ortak paydaları birlikte daha insanca yaşanacak bir felsefeyi geliştirmede belki katkımız olur. Yoksa kaş yapalım derken göz çıkarıyoruz…