Cuma, Aralık 27, 2024
No menu items!
ArşivANADOLU İSLAM GİZEMCİLİĞİNİN ORTA ASYA KÖKENLERİ

ANADOLU İSLAM GİZEMCİLİĞİNİN ORTA ASYA KÖKENLERİ

Irene Melikoff

Anadolu gizemciliği (sufiliği), geniş bir sufi tarikatlar yelpazesini içeren büyük bir araştırma alanını kapsamaktadır. Eldeki araştırmanın, aydın sınıfların bildiği İslam Gizemciliği ile ilgisi yoktur. Bu araştırma, Uygur Budizmi’nin etkisi ya da İslam öncesi Şamanizm’in kalıntılarından dolayı, aralarında Ahmet Yesevi okulu da (1) olduğu halde, Orta Asya kalıntılarını taşıyan halk sufizmi ile sınırlı kalacaktır.
Bilim adamlarının çoğu, Türk halkları arasında İslam’ı yayan ata ve babaların, varlıklarını ve İslam öncesi geleneklerini uzun süre koruduklarını biliyorlardı. Fuat Köprülü de bunu açıkça ortaya koymuştur2.
Böylece Anadolu’nun kırsal ve göçebe halkı arasında yayılmış olan İslam, eskil (arkaik) karakterini hep korumuştur. Kırsal ve aşiret yaşamı sürdüren halklar, kendilerini eski inançlarına yeniden bağlayan göbek bağının kesmediler. Çünkü yeni liderleri, baba ve dedeler, sadece eski kam-ozan soyundan gelmeydiler. Hala cahil ve batıl inancın etkisinde kalmış halk, medresenin manevi ve kültürel etkisi altına girmeye henüz hazır değildi ve yaşamlarını Orta Asya gelenek ve göreneklerine göre sürdürüyorlardı.
Ayrıca, bu göbek bağı hiç kesildi mi? Hayır. Keyfi olarak “Alevi” diye adlandırılanların gelenek ve görenekleri araştırıldığında, bundan kuşku duyulacaktır. Bunlarda, günümüze dek gelmiş, zamana meydan okuyan eski gelenek ve görenekleri yeniden buluruz. Bunlara örnek olarak cenaze törenlerine verebiliriz; Ölüm, ne zaman gelirse gelsin, hatta ölü, yörenin koşullarına göre gereken zamanda toprağa verilmiş olsun, cenaze törenleri İslam öncesi Türk halklarının geleneklerine uygun olarak, İlkbahar başlarında yeniden yerine getirilir.3 Bir örnek de,yeni doğan çocuğun ve doğum sonrası günlerde annesinin yaşamını tehdit eden, insan eti yiyen cin, A (Alkarısı) inancıdır.4 Bir başka örnek, Şubat ayının sonuna doğru yapılan ve Çin takvimine göre eski Türklerin Yeni Yılı olan ve Marco Polo’nun anlattığı “Ak Bayram”la denk düşen, “Hızır” adıyla anılan bayram geleneğidir.5
Hatta bu sıralamaya, çeşitli yorumlara yol açan “Öte dünya kardeşi”, yani Ahiret kardeşi ya da Musahip6 geleneğini de ekleyebiliriz. Buna benzer bir geleneği, Kaşgarlı Mahmud kitabında anlatmıştır.7
Biz yine, 1239-1240 tarihleri arasında, Babalılar Ayaklanması ile imparatorluklarının dengesi tehlikeye giren Anadolu Selçukluları dönemine dönelim. Bu ayaklanmacıların liderleri, tarihçi Aşıkpaşazade’nin atası olan “Baba Resul” ya da “Baba İlyas” adıyla da bilinen Baba İshak, sadece eski kamozanların takipçileriydi.8 Onların inançları daha sonraki manevi liderleri Şeyh Cüneyd ya da Şeyh Haydar yandaşlarından farklı değildi.
Bunlar da, şeyhleri gibi tenasuha (ruh göçüne) ve insan suretinde Tanrının zuhur ettiğine inanıyorlardı. (9) Baba İshak, “Baba Resullah” diye anılıyordu. Daha sonra, Şeyh Cüneyd ve soyundan gelenler, aşırı Şii öğeler aracılığıyla Tanrısallık belirtilerini simgeleyen şeyin, Ali’nin zuhuru olduklarını söyleyeceklerdir. Fakat burada bir güneş kültürünün (ya da göksel bir din de denebilir) tüm kalıntılarını önceden görmek gerekir: Ali burada İslami bir parlaklık altında, bir güneş tanrısallığını (“Kutsal gök” inancını), eski Türklerin “Gök rengi” inancını temsil etmektedir.10
Bektaşi tarikatına adı verilen Bektaş Veli de “Ali’nin sırrı” olarak görünür. Avucunun içinde, yeşil rengin güzel bir tonu olan ve Ali’nin işareti sayılan “yeşil ben” vardır. Hatta Ali’nin alnını süsleyen bu işaret, parlayan bir yıldız gibi Hacı Bektaş Veli’nin alnında da parlamaktadır. Bütün bu olaylar, Hacı Bektaş Veli “Velayetname”sinin en başında anlatılmaktadır.11
Anadolu’da halk dini, başlıca Bektaşilik ve Mehmet Fuat Köprülü’nün “Köy Bektaşileri” diye bahsettiği ve küçültücü anlamda “Alevi” diye çağrılanlar tarafından temsil edilmiştir.12 Başka bir deyişle Türk halk İslamlığı, menkıbe geleneğinin Ahmed Yesevi’ye bağladığı Hacı Bektaş Veli’den sorulur.13
Tarihsel açıdan en önemli bilgi kaynağımız olan Aşıkpaşazede Tarihi’ne göre Hacı Bektaş Veli, Babalılar Ayaklanması’nın ortasına düşer ve Ayaklanmanın önderlerinden biri olan Baba İlyas Horasani’nin çevresinde yer alır.14 Bu olay, 14. yüzyılın ilk yarısında Aşıkpaşazade’nin dedesi, Baba İlyas’ın torunu Elvan Çelebi tarafından yazılmış en eski metin olan, manzum biçiminde yazılan “Baba İlyas-i Horasani Menakıbnamesi” adlı yapıtında yer almaktadır.15 Bu metinde Hacı Bektaş, Baba İlyas’ın müritleri arasında anılmaktadır. Bektaşi tarikatına adını veren Velinin,inançsal düşüncelerinin Babalılar’ınkinden farklı olmayacağı konusunda bazı nedenlerimiz var.
Bununla birlikte, 1240 yılında Babalılar’ın Selçuklular tarafından kılıçtan geçirildiği dönemle 1449’da Şeyh Cüneyd’in dinsel -politik hareketini başlattığı dönem arasında iki yüz yıllık bir zaman vardır. Yabancı öğeler, bu halk dinine karışmıştır. Ne Babalılar zamanında, ne de bozgundan sonra Suluca Karahüyük’e gelmiş bulunan Hacı Bektaş’ın, inzivaya çekilmiş bir derviş yaşamı sürdürdüğü zamanki öğeler bulunmaktadır.
Bu öğeler arasında, Azerbaycan’da vaazlar veren Astarabad’lı Fazullah’ın hurufi düşünceleri16, İranlı kalenderlerin17 kuşkusuz bir Türk biçimi olan Abdalan-i Rum18 ve hatta Ahiler’in zenaat Loncaları gibi heterodoks düşünce eylemlerinin gelişmemiş Bektaşilik içinde eriyip kaynaşması vardır. Safavi propaganda döneminde, aşırı Şii düşünceler, halk Bektaşiliğini kendi cilalarıyla kapatacaklardır. Daha önce Babalılar’da var olan, insan suretinde Tanrının zuhur etmesi ve tenasuh (ruh göçü) inancına, Ali’nin tanrısallığı düşüncesi zorla gelip katılacaktır. Dede, artık az çok, İslami motiflerle donanmış eski kam-ozanlar olan Baba İlyas ya da Baba İshak’ta olduğu gibi, sadece kutsal görev ve yetkilerle donatılmış olmayacak, aynı zamanda insan suretinde Tanrının tecellisi olan Ali’nin bir tenasuhu olacaktır.
Selçuklu Anadolu’su, daha sonra Akkoyunlu İmparatorluğu’nda olduğu gibi resmi mezhepler olarak Sünni idi. Bu, Selçuklu yönetimi altındaki medrese eğitiminden dolayı biçimlenmiş ve Acem (İran) kültürü etkisinde kalmış kent merkezinde oturanlar içindi. Fakat bu durum, henüz bilgisiz kırsal kesim ve aşiret halkı için başkaydı
İbn-i Batuta, 14. yüzyılda Alanya’ya geldiğinde, Rum bölgesi kadınlarının kapanmadıklarını not etmektedir.19 “Bu ülkenin insanlarının Sünni olduklarını, fakat buna karşın haşhaş (esrar) aldıklarını” yazar.20 Açıktır ki, temelde Müslümanlığı ve Sünniliği kabul eden halkın tümü, geçmişte atalarının yaptıkları gibi dünyayı tüm doğallığıyla yaşamayı sürdürüyorlardı. Onlar, kadınlarının örtünmelerini ve Şaman törenleri sırasında kendinden geçmenin temel aracı olan haşhaşı kullanmayı doğal karşılıyorlardı.
Aşıkpaşazade, Hacı Bektaş’ı atası Baba İlyas’a bağlarken, İslamlığın temel kurallarını harfiyen yerine getirmediğini bilmesine karşın, yine de onu yoldan sapmış biri olarak görmüyordu. Onu Şeyh Cüneyd ve Haydar ile bağdaştırmaz.21
“Sultan Beyazıd Han döneminde, Erdebil sufileri Rum diyarına nasıl geldikleri ve sonrası”22 başlıklı vakayinüvisi’nde Şeyh Cüneyd’den söz ederken, Sadrettin Konevi’ye, “Bu şeyh Cüneyd’in muradı sofuluk değil, o Şeriattan uzaklaşmıştır” dedirtir.23 Şeyh Cüneyd’e bağlı olanlar arasında Simavna Kadısıoğlu diye anılan tarihçi, yani Şeyh Bedrettin’in oğlu ve yandaşları bulunmaktadır.24
Sonuç olarak, Aşıkpaşazade Tarihi’nin yazıldığı dönemde, Anadolu halk İslamlığı, başkaldıran Safavi şeyhlerinin propagandası sonucu kuşatılmış ve yayılmış aşırı Şii düşüncelerin henüz akınına uğramamıştı. Hacı Bektaş adı etrafında kristalleşen bu halk dini, gelecekteki Kızılbaşların çıkış yolu olan Babalılar’ın inançlarına kuşkusuz daha yakındı. Bu da, gelenek ve efsanenin, Hacı Bektaş’ın ve öğretisi hiç heterodoks özellik taşımayan Ahmet Yesevi’ye neden bağlanabileceğini açıklamaktadır.25
Moğol istilası, Orta Asya üzerinde Harzem ve Maveraünnehir’deki kültür kentlerini yakıp yıkarak böylesi bir felaketi doğurduğu zaman, dervişler Rum Selçuklu sultanlarının yanına sığındılar. Göç edenlerin izledikleri yol, Azerbaycan ve Horasan’dan geçiyordu.
Horasan’dan gelen dervişlere Horasan erenleri deniliyordu. Hatta Hacı Bektaş da, Baba ilyas gibi Horasani olarak anılıyordu. Sonra bir gelenek haline gelen bu adlandırma, istila önünden kaçan yığınların izlediği yolu anımsattığı gibi, dervişleri zorlayan toplu göçüde anımsatmaktadır.26 Bu dervişleri Küçük Asya ile Orta Asya arasında bir bağ oluşturan Ahmet Yesevi kültürünü birlikte getirdiler.27 Bu bağ, XX. yüzyıl başlarında Türkistan’dan gelen ziyaretçiler (hacılar), Anadolu’da Seyit Gazi Bektaşi dergahını ziyaret edene dek canlıydı.28 Bektaşiler, gerçekte, Ahmed Yesevi’nin manevi kalıtçıları idiler. Bu arada, Fuat Köprülü’nün de, Hacı Bektaş’ı Anadolu’ya göç etmiş bir Yesevi dervişi olarak gördüğünü belirtelim. Ona göre, iki tarikat, Nakşibendilik ve Bektaşilik, Yesevilik’ten kaynaklanmış bulunmaktadır.29
Hacı Bektaş’ın ölüm tarihini tam olarak bilmiyoruz. İnanca göre, 1270’lerde ölmüştür.30 Fakat biz, 1239-40’larda kardeşi Menteş ve kendisinin Baba İlyas-i Horasani’nin müritleri olduklarını ve Menteş’in bu ayaklanma sırasında öldürüldüğünü biliyoruz. (31) Bunların, Baba İlyas’la birlikte Horasan’dan geldikleri ve Baba İlyas’ın da Yesevi tarikatına girmiş olabileceği düşünülebilir. Fakat bu, hiç bir şeyin bilgilerimizin bugünkü durumuna göre henüz kanıtlanmamış bir varsayım olduğunu değiştirmez.
Şimdi’de, Velayetname’de anlatılan söylencesel (menkıbevi) verilere bakalım: İnanca göre, Hacı Bektaş, Horasan’da Nişapur kentinde doğmuştur. Sekizinci İmam Ali Er-Rıza soyundan gelmektedir ve soyu, sonuç olarak Hüseyin’den dolayı Ali’ye çıkmaktadır. Aynı biçimde Ahmed Yesevi de Muhammedî el-hanefi’den dolayı Ali’ye bağlanır.
Velayetname’ye göre o, Ahmet Yesevi’nin bir müridi olan Lokman Perende adında bir pir’e bağlıdır.32 Abdülbaki Gölpınarlı, Lokman Perende adını taşıyan 3 kişiden söz eder: Birincisi Şeyh Lokman-i Serasi’dir ve 1048’de ölmüştür. ikincisi, Hüseyin Baykara zamanında Herat’ta yaşamış bir şeyhtir, 1492-93’de ölmüş ve buraya gömülmüştür. İkisi arasında 14. yüzyılda Erdebil’de yaşamış olan ve Safaviler’in Anıtkabri sayılan türbe’ye gömülmüş olan bir başka Lokman Perende bulunmaktadır. Gömütü, Şeyh Safiyuddin İshak’ın (ölümü: 1334) oğlu Şeyh Sadreddin Musa (1334-1392) tarafından yaptırılmıştır.33 Eğer üçünden birini seçmek gerekseydi, Bektaşileri Kızılbaşlara bağlayan bağ nedeniyle daha çok sonuncusuna eğilim duyardım. Fakat Perende (Uçan) sözcüğü üzerinde de durmak gerek. Bu isim gezginci dervişler olan Kalenderi tarikatına bağlı başka bir sufi ulu kişiye de verilmiştir ki, bu da ünlü Şems-i Tebrizi’dir.
Eflaki, bize, onun değişik mekanlara bi ser ü pa (başsız ayaksız) olma gücüne sahip olduğunu, bu nedenle kendisine Şems-i Perende (Uçan Şems) denildiğini anlatır.34 Burdan da, Şems’in hazır ve nazır, yani aynı anda ayrı mekanlarda bulunabilen, ermiş ve ulukişilere özgü olan güce sahip birisi olduğu sonucu çıkmaktadır. Hacı Bektaş da aynı güce sahip olacak ve bu görünüm (don), diğer bir çok Bektaşi ulularına, özellikle ölümünden sonra aynı anda birçok yerlerde görülmüş olan ünlü Pir Sultan Abdal’a da mal edilecektir. Buna benzer bir başka görünüm, Baba İshak diye de bilinen Baba Resul için de söz konusudur ve bu nedenle, yandaşları (müritleri) öldüğüne inanmamışlardır.35
Bütün bunlar bizi, Şaman Türklerin bilinen bir gününden, kuş donuna giren ve uçan kişiden söz etmeye götürmektedir. Ahmet Yesevi, turna kuşu donuna girebiliyordu.36 Turna kuşu (allı turna), Alevi-Bektaşi folklorunda çok büyük bir rol oynar ve Ali’nin simgesidir. Pir Sultan Abdal, bunu en güzel biçimde dizelerinde şöyle ölümsüzleştirmiştir.
Hazreti Şah’ın avazı,
Turna derler bir kuştadır 37
Velayetname’de Horasan dervişlerinin (Horasan erenleri), meclislerine Ahmet Yesevi’yi davet etmek için turna donunda derviş gönderdikleri ve bunların Türkistan’a doğru uçtukları anlatılır. Haberi alan Ahmet Yesevi ve Halifeleri de turna donuna girerler ve onlara doğru uçarlar.38 Hacı Bektaş’ın kendisine gelince, o da Rum ülkesine ulaşmak için güvercin donuna girecektir.39
Kuşlarla ilgili motif, Şamanlıkta çok yaygındır.40
Şaman olmadan önce, Şaman ya da kam-ozan, kuş görünümünü olabildiğince taklit eden tüylerden bir giysi giyer ve bu kılığa bürünüce kendisini bir kuş olarak görür. O, artık başka dünyaya doğru uçabilecektir.41
Bu gelenek, Şaman türü bir inanışı uygulayan tüm topluluklarda büyücü ve hekim – adamlara özgü olabilecek büyüsel bir uçmayla ilişkilidir. Mircea Eliade, “Uçma yetisi, mitik dünyanını parçası olna herkesi kaplar. Bu, ruhun kuş biçimindekimistik algılanmasından ve ruh taşıma gibi özellikten dolayı kuşların kavrama gücünden kaynaklanmaktadır”der.42
Kuş-ruh düşüncesi, İslam öncesi Türklerce çok iyi bilinmekteydi. Bu düşünce, İslamlığı kabul edişlerinden sonra bir anda yok olup bitmemiş, fakat halk inancında yaşamasını sürdürmüştür. Büyüsel uçuş, Şamanın, kam-ozan’ın,sonra halkın dinsel lideri Dede’nin saygınlığı açısından önemli öğeler olan kendinden geçiş (trans hali) ve esrimenin ifadesi olur. Esrik dans (ritüel), daha önce örnek alınmış davranışların (eylemler) bir bölümünü yerine getirir. Alevi-Bektaşilerin ayinsel (ritüel) dansları kuşlara özgün bir karakter gösterir. Öyleki, turna kuşunun (Allı Turna’nın) uçuşunu andırırlar.43
Bir aydınlığın (parıltının) boşluğunda uçsuz bucaksız uzaklıkları aşmak ve bulutlar içinde yükselmek, istediği an bir görünüp bir yok olma yetisi, Hintli azizlerin de özelliğidir.44
Şu halde, bu perende sözcüğünün, Hacı Bektaş’ın müşidi (inanışa göre) Lokman’dan dolayı uçma gücüne karşılık olduğu gerektiğini düşünüyorum. Velayetname’de belirtildiği gibi, Lokman Perende, perendelik (uçma yeteneği) yeteneğini Türkistan’ın Pir’i, müşidi Ahmed Yesevi’den almıştır. Abdülbaki Gölpınarlı, Bektaşi ayininde, Ayin-i Cem töreni sırasında yapılan 12 Hizmet’ten birinin bu adı taşımasından dolayı 45, kandilin (çerağ) yöresinde uçuşan Pervane’nin (gece kelebeği) bir değişkesini (Varyantını) perende sözcüğünde görmek gerektiğini öne sürer. Fakat daha belirgin bir anlamı olan ve Eflaki tarafından Şems-i Tebrizi’ye de verilmiş bulunan perende adını öne çıkarmak, bana daha mantıklı görünüyor. Bunlar, Ahmet Yesevi’nin Hacı Bektaş’ın ve diğer Türk evliyalarının kuşlara özgü yetenekleriyle ilişkili görünmektedir.
Şimdi, benim için önemli olan başka bir konuyu irdelemek istiyorum: Bu da, Türkistan Erenleri, Horasan Erenleri ve Rum Erenleri sözcüklerinin kullanılmasıdır. Velayetname’de bu üçünün adı da geçer. Bunları irdeleyelim: Ahmed Yesevi, “Türkistan’ın doksandokuzbin pirinin piri” diye anılmaktadır.46 Hacı Bektaş’a da, Horasan Erenlerinin Piri denilmektedir. Sayıları yetmişyedibin kadar olan bu erenler, Türkistan Piri’ne bağlı görünmektedir. Öyleki Horasan Erenleri bir toplantı yapmak isterler. Toplantıya Türkistan Piri’ni ve Halifelerini davet ederler. Bunlar, turna donuna girerek Türkistan’dan ayrılırlar ve “Semerkand sınırında Amü-Derya denen taşkın akan suyun üstüne” konarlar. Burası, Ahmed Yesevi’nin ayaklarına niyaz eden Horasan Erenleri’ni karşıladığı yerdir.47 Toplantıdan sonra, Ahmed Yesevi ve Halifeleri Türkistan’a Horasan erenleri de ırmağı gerçerek Horasan’a geri dönerler.
Ahmed Yesevi kutsal özel emanetlerini tekkesinde saklıyordu. Bu emanetler taç, hırka, çerağ (kandil), sofra, alem (sancak) ve seccade idi. Tanrı tarafından Peygamber’e, ondan da Ali Murtaza’ya ve Ali’den sonra da bunları Ahmet Yesevi’ye vasiyet üzerine bırakan 8. İmam Ali Er-Rıza’ya kadar tüm İmam’lara devredilmişti. Ahmed Yesevi de bunları Horasanlı Hacı Bektaş’a devredecektir. Hacı Bektaş, göz açıp kapayıncaya kadar, mürşidinin çağrısı üzerine Horasan’dan Türkistan’a Ahmed Yesevi tekkesine ulaşır. Hacı Bektaş Veli, bundan böyle gücünün simgesi olacak bu emanetleri devraldığında Ahmed Yesevi kendisine şöyle der: “Var, seni Rum’a saldık. Suluca Karahüyük’ü sana yurt verdik. Rum Abdallarına seni baş yaptık. Rum’da gerçekler, budalalar, sarhoşlar çoktur. Artık hiçbir yerde eğlenme, hemen yürü”.48 Hacı Bektaş, hemen Ahmed Yesevi’den destur alır, bir güvercin donuna girer ve Türkistan pirlerinden biri (Lokman Perende-Çev. notu) tarafından havaya fırlatılmış ucu yanık odun parçasının düştüğü yer olan Rum ülkesine varır. (49)
Oysa, Rum ülkesinde 57 bin Rum erenleri vardı. Rum dervişlerinin gözcüsü (Rum gözcüsü) Karaca Ahmed idi. (50) Demek ki, Rum devrişlerinin sayısı, Türkisten-Horasan-Rumülkesi biçiminde bir hiyerarşik düzene göre elli yedi bine inmiştir.
Rum erenleri, Horasan’dan gelen elçinin yolunu kesmek isterler. Onlar halifelerinden birini, Irak’tan gelip Rum ülkesine yerleşmiş olan Hacı Doğrul’u karşı gönderirler. Bu ayrıntı, bu dervişler için, farklı bir kökeni içeriyor görünmektedir ve bu, yeni gelene karşı gösterecekleri tepkiyi açıklamaktadır. Hacı Doğrul, şahin kılığına girer51 ve güvercini yakalamak üzere uçar. Ama, Suluca Karahüyük’te bir kayanın üzerine konmuş güvercin, yeniden insan suretini alır, şahini üzerine konmuş güvercin, yeniden insan suretini alır, şahini yakalar ve boğazını sıkar. Hacı Doğrul pes ederek, Hacı Bektaş’ın önünde diz çöker. Hacı Bektaş ona şöyle der: “Ben bir güvercin donunda size geldim. Eğer daha masum bir hayvan bilseydim, o dona girerdim. Ama siz beni zalim bir şekilde karşıladınız.”52
Hacı Bektaş, Hacı Doğrul’u kendisi önünde sırayla elpençe divan duracak olan Rum erenlerine geri gönderir. Rum erenlerine şöyle der: “Ben Horasan erenlerindenim. Türkistan’dan geliyorum. Mürşidim Türkistan piri, 90 bin erenlerinin başı Ahmet Yesevi’dir. Meşrebim Muhammed Ali’dendir, nasibim Tanrı’dan.” Karaca Ahmet, kendisine doğru gelen Rum erenlerine dönerek, “Sultan Hacı Ahmed Yesevi, bize bir deha gönderdi”der.53
Velayetname’de sözü edilen dervişler 3 grupta toplanır:
-Türkistan erenleri,
-Horasan erenleri,
-Rum erenleri.
Bu, Türkistan Piri’nin en üstte bulunduğu manevi yerleşik bir hiyerarşiyi göstermektedir. Türkistan ve Rum erenleri arasında bir bağ oluşturan Horasan erenleri, Ahmed Yesevi’nin öğretilerini ve kültürünü Anadolu’ya taşımış ve farklı bir soydan gelmiş olan Rum erenlerinden bazılarının bir kaç düşmanlıklarıyla karşılaşmışa benziyorlar.
Aşıkpaşazade, Rum ülkesinin sosyo-kültürel yaşamına yön veren zümreden de söz eder:
-Gaziyan-i Rum
-Abdalan-i Rum,
-Ahiyan-i Rum ve kadınlardan oluşan Bacıyan-i Rum.54 Velayetname’ye göre Hacı Bektaş, Rum Abdallarının başıydı.55 Daha sonra, Abdallar ve Ahiler bütünleşmek ve Bektaşilik içinde belirginleşmek zorunda kaldılar. Fakat Bektaşilik, diğer unsurları ve özellikle Safavi yanlısı göçer zümrelerden oluşan Kızılbaşları da içine alacaktır. 56
Timurlenk Anadolu Seferi’nden dönüşünde Erdebil’e geçer. Sultan Ali (1392-1427) ya da Şeyh Hacı Ali’nin isteği üzerine, Küçük Asya’da esir aldığı mahkumları serbest bırakır. Şeyhin, Anadolu müritlerine artık zulüm etmemelerini ve aynı zamanda Erdebil’i ziyaret edecek olan Şeyh’in engellenmemesi için Rum ülkesinin yöneticilerine emirler verir. 57
Şeyh, Anadolu aşiretlerine daha yakın özel halife ve Pir’lerini gönderir. Şeyhin isteği üzerine serbest bırakılan mahkumların soyundan gelenler, Sofiyan-i Rum adını alırlar. Bunlar XV. yüzyıl sonlarında Erdebil’in Mahalle-i Rumiyan adıyla anılan bir mahallesinde oturuyorlardı.58 Kuşkusuz Timurlenk, Erdebil şeyhinin müridlerini bağışladığında beriki heterodoks değildi. Üstelik, Türkiye Sultanının, O’na hediyeler göndermesi gelenektendi. Şiilik, sadece Cüneyd ve soyundan gelenlerle Safaviler’in arasına sızacaktır. 1449’da Erdebil’den kovulan Cüneyd, Anadolu Türk aşiretleri arasında etkin bir propagandaya girişir ve öyleki aşarı Şii düşünceler, halk dindarlığının İslam öncesi kalıntısıyla karışacaktır. Özellikle zemin buna uygundu.
XV. ve XVI. yüzyıllarda Venedikli gezgincilere göre, Küçük Asya (Anadolu) halkının büyük bir kısmı, o sırada Şii idi.59 Bununla birlikte, bu gezgincilerin verdikleri rakamlar abartılmış gibi gözükse bile Küçük Asya’nın beşte dördünden söz etmektedirler bu aşiretlerin, Safaviler’i zafere ulaştırmaya ve iktidar olmaya götürecek kadar yeterli güce sahip oldukları kesindir.
Sayıları, her an bunları (Aleviler’i) yok etme savaşına giren Yavuz Sultan Selim’de bile korku yaratmak için yeterli olmuştur. Kurban verdikleri savaşların anısı, Alevi-Bektaşilerin belleğinde her zaman var olacaktır.60
Safavi devletinin kuruluşunda Türk aşiretlerinin rolü kesindir. Faruk Sümer ve Oktay Efendiev’in belirttikleri gibi, eğer Safavi hareketinin başı İran’da ise, gövdesi de Anadolu ve Azerbaycan’da idi.61
Bu andan itibaren, Kızılbaş öğelerle dolu Bektaşilik, hederodoks yapı içine kaydı ve böylece Ahmet Yesevi okulundan çıkıp gelen ve kökleri Orta-Asya’ya dek uzanan bu akım, Anadolu topraklarında sadece heterodoks olarak değil, aynı zamanda açıkca yoldan sapmış görünecek derecede yozlaşmıştır.

DİPNOTLAR:
1- Taslak niteliğindeki çalışmamıza bakınız: “Ahmet Yesevi ve Türk İslamlığı” Utrecht Papers on Central Asia, Utreche Turkological Series, No:2, Utrecht, 1987, sf:83-94
2- Müslüman Mistik Dervişlerinde Türk-Moğol Şamanlığının Etkileri, İ.Ö Türkoloji Enstitüsü Yıllığı, yeni seri I, İstanbıl, 1929
-Fuat Köprülü, “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvuflar”, Ankara 1966, (2. baskı)
3- İ. Melikoff, “Alevi Bektaşi Bağdaştırmacılığını Oluşturan Öğeler Özerine Araştırmalar”, Studie, Turcologica Memoriae Alexii Bombaci Dicata, Instituto Universitario Orientale, Seminario di Studi Asiatici, küçük dizi: 19, Naples 1982,sf:388
4- Agy, sf: 387-388
5- Agy, sf:388, İ. Melikoff, “Alevi Gelenekleri Özerine Notlar: Orta Anadolu’da Bazı Törenler Hakkında”, Kalbur Saman İçinde… P.N. BORATAV’ın Anısına, Paris, 1978, sf. 275-276
6- İ. Melikoff, “Alevi Bektaşi Bağdaştırmacılığını…” sf: 385-386
-Agy, “Kızılbaş Sorunu”, Turcica, cilt: 6, sf:62, 1975, No: 4
(Bu makalenin çevirisi tarafımdan yapılıp Alevilik İçin Ne Dediler adlı kitapta yayınlandı. Bkz. ANT Yayınları, İstanbul, 1991)
7- Kaşgarlı MAHMUD, buna benzer bir geleneği yapıtında açıklar. Divan-i Lügat-it Türk, (yayınlayan: Besim Atalay), III, sf: 71 biste (erkek kardeş,birader) başlığı altında bu konuyu, bir toplantıda “Alevi-Bektaşi Sorunu: Musahiplik Geleneği” adlı bildirimizde açıkladık. 2. Uluslararası Türk Araştırmaları Konferansı, İndiana Üniversitesi, 14-26 Mayıs 1987. Bu bildiri TURCİCA’da yayınlandı.
8- AŞIKPAŞAZADE, Tevarih-i Al-i Osman, yayınlayan: Ali, İstanbul 1332, sf: 199-205, Agy yayınlayan: Nihal Atsız ÇİFTÇİOĞLU, Osmanlı Tarihleri-I, İstanbul 1949, sf:234-239. Babalılar Ayaklanması hakkında, Bkz: Elvan Çelebi, Menakıb’al Kudsiye fi menasib’I Unsiye Baba İlyas-i Horasani ve Sülalesinin Menkaba-vi Tarihi, yayınlayan: İsmail E. Erünsal ve Ahmet Yaşar Ocak, İstanbul 1984, sf: XLVII-LIV. Bu iki Baba ve ayaklanmadaki ayrı ayrı rolleri hakkında, bkz: Claude CAHEN, Türkiye İlk Osmanlıları, Londra, 1988, sf:136-137
9- Kızılbaş inançlarına çeşitli makalelerde değindik. Bkz: “Kızılbaş Sorunu” ve “Alevi-Bektaşi Bağdaştırmacılığını…” adlı inceleme yazılarımız.
10- Bkz: “Alevi-Bektaşi Bağdaştırmacılığını…”
11- Abdülbaki GÖLPINARLI, Menakıb-i Bektaş-i Veli: Velayetname, İstanbul, 1958, sf:7
12- Bu terminolojiyi (terimleri) Kızılbaş Sorunu adlı makalemizde açıkladık. Ayrıca bkz: F. KÖPRÜLÜ, “Müslüman Mistik Dervişlerinde Türk-Moğol Şamanlığının Etkileri” adlı inceleme yazısı.
13- Velayetname, sf:9-10
-F. Köprülü, İlk Mutasavvıflar, sf: 92 ve devamı
14- Bkz: Dipnot 8
15- 733/1332-33’de kopyası bulunan bu şiirin tek elyazması, Mevlana Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. İsmail E. ERÜNSAL ve A. Yaşar OCAK tarafından yayınlandı. Bkz: Dipnot 8’deki açıklamalar.
16- John Kingsley BİRGE, Bektaşi Tarikatı, Londra ve Harlford, 1937, sf:58-62 ve 148-158;
-Abdülbaki GÖLPINARLI, Hurufilik Metinleri Kataloğu, Ankara, 1973. sf:27-28. Fazullah ve Nesimi’yi de içine alan yeni veriler, Azerbaycanlı bilginler tarafından ortaya çıkarılmıştır. Bkz: Z. Kuli-zade, Xurufism i ego predstaviteli Azerbajdzane, Bakü, 1970, İmadeddin Nesimi, Magaleler Mecmuası, Bakü, 1973
17- John K. BİRGE, agy, sf: 32 No:2
-V.A GÖRDLEVSKİJ, “Gosudarstvo Seldzukidov Aloj Azii”, İzbrannye Socinenija, I, Moskova 1960, sf:205-507
18- F.KÖPRÜLÜ, “Abdal” maddesi, Türk Halk Edebiyatı Ansiklopedisi, cilt: I, İstanbul, 1935, sf:23-56
19- İbn-i BATUTA, Gezi Notları-II, Çev: C. Defremery ve B.R. Sanguinettin, Paris, 1982, sf:136-137
20- Agy, sf: 137
21- AŞIKPAŞAZADE, ALİ Yayını, agy, sf:204-205, ve ayrıca N. Atsız ÇİFTÇİOĞLU’nun yayınladığı ağy, sf:237-238
22- AŞIKPAŞAZADE, ALİ yayını, sf:264-266; ÇİFTÇİOĞLU yayını, sf:249-251
23- AŞIKPAŞAZADE, ALİ yayını, sf:265-266 ÇİFTÇİOĞLU yayını, sf:250
24- AŞIKPAŞAZADE, ALİ yayını, sf:266; ÇİFTÇİOĞLU yayını, sf:250
25- Bkz: “Ahmet Yesevi ve Türk Halk İslamlığı”adlı yazımız.
26- V.A GORDLEVSKİJ, a.g. yazı, sf:204
27- Agy, sf: 204-205; “Ahmed Yesevi ve Türk Halk İslamlığı” adlı yazımız
28- Th. MENZEL, Seyit Gazi Bektaşi Tekkesi, Berlin, 1925, sf:93
29- F. KÖPRÜLÜ, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvuflar ag. yazı, sf:39-44 ve 93-96
30- GÖLPINARLI, Velayetname, ag. yazı, sf:XXV
31- AŞIKPAŞAZADE, ALİ yayını, sf:204-205; agy, ÇİFTÇİOĞLU yayını, sf:237-238
32- A. GÖLPINARLI, Velayetname, ag. yazı, sf:5-7
33- A. GÖLPINARLI, Velayetname, ag. yazı: 40-42
34- Şems el-bin Ahmet el-EFLAKİ, Menakib al-Arifin (Ariflerin Menkıbeleri), I, yayınlayan: Tahsin Yazıcı, Ankara, 1959, sf:85 satır:6-8
-Les Saints des Derviches tourneurs, çev: Clement Huart, I (İslami Gelenekler-5) Paris, 1987, sf:69
35- Claude CAHEN, “Baba İshak, Baba İlyas, Hacı Bektaş Veli ve Diğerleri”, Turcica, 1, 1969. sf:53-64 Bu makalede, başlıca bilgi kaynakları olarak İbn-i Bibi, Sibt b. al Djazi ve Simon de saint,Quentin’e başvurulmasını salık veririm.
36- Örneğin Pir Sultan Abdal, Hayatı ve Şiirleri, derleyen: S.Y, İstanbul, 1972, sf:25
Turna kuşu, Alevi-Bektaşi nefeslerinde sık sık geçer. Bu, Ali’nin sembollerinden biridir. Ali’nin sembolü olarak turna adını anan Pir Sultan Abdal’ın diğer ünlü nefesleri arasında şunu örnek olarak gösterebiliriz: Yemen ellerinden beri gelirken, / Turnalar Ali’mi görmediniz mi?
Cahit Öztelli, Pir Sultan Abdal, İstanbul, 1971, sf:95
Seversen Ali’yi Şah’ı imam’ı
Ötme turnam ötme gönül şen değil.
Pir Sultan Abdal, Hayatı, Sanatı ve Eserleri, yayınlayan: A. Gölpınarlı, İstanbul 1953, sf:118 ve diğerleri.
38- Bkz: dipnot 8
39- Velayetname, ag. yazı, sf:18-19
40- Mircea ELİADE, Şamanizm ve Esrinen’in Eskil Teknikleri, Paris, 1968 (2. baskı) sf: 136-137.
41- Bkz: sf: 350-352 ve 358-359; Jean BİES, “Şamanizm ve Edebiyatı” ag. yazı sf: 255-260.
42- Mircea ELİADE, agy, sf: 372-375
43- Bkz: dipnot. 37
44- Mircea ELİADE, Şamanizm ve esrimenin, ag. yazı sf: 350 ve devamı; hatta Le Yoga, sf: 274-275
45- John K. BİRGE, The Bektashi Order, Ag. yazı, sf: 178-180
46- Velayetname, ag. yazı, sf:5, 14 ve 19
47- Agy, sf:14-15
48- Agy, sf:16
49- Agy, sf:18-19
50- Agy, sf:18
51- Agy, sf:18-19
52- Agy, sf:19
53- Agy, sf:19
53- Agy, sf:19-20
54- AŞIKPAŞAZADE, ALİ yayını sf: 204-205; ÇİFÇİOĞLU yayını, sf:237
55- VELAYETNAME, sf:16
54- V.A Gordlevskij, Gosudarstvo Seldzukidov Maloj Azii, sf:203 ve devamı
-Faruk SÜMER, Safavi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, Ankara, 1976, sf:8-9
57- Oktay EFENDİEV, Azerbajdzanskoe Gosudarstvo Sefevidov, Bakü, 1981, sf:42
58- O. EFENDİEV, agy, sf:44
59- F. BABİNGER, Marino Sanudo Tagebücher als Quelle zo Geschicte der Safawiyya, Cambridge 1922, sf:34-35
60- Selahattin TANSEL, Yavuz Sultan Selim, Ankara 1969, sf:34 ve devamı. Ayrıca kitabın sonundaki Şeyhülislam Hamza’nın Kızılbaşlar aleyhine verdiği fetva’sının tıpkı basımına (belge:14) bakınız.
61- F. SÜMER, Safavi Devletinin Kuruluşu…, sf:2-14, özellikle sf:12.
-Oktay EFENDİEV, agy, sf: 57-58 ayrıca “Safavi Devletinin Kuruluşunda Türk Aşiretlerinin Rolü” adlı yazısı, Turcica, cilt: VN, 1975, sf:24-33

İLGİLİ YAZILAR
spot_img

Bizden Seçmeler