Binbir adı vardır, bir adı Hızır
Her nerede çağırsam orada hazır
Ali padişahtır, Muhammed vezir
Bu fermanı yazan Ali değil mi?
– Pir Sultan Abdal –
„Hızır Aleyhisselâm, Hızır Nebi, Hızır İlyas” gibi isimlerle çağrılan Hızır, halk inançlarına göre âbı hayat (bengisu) içerek ölmezlik sırrına ermiş; darda kalanların, yardım dileyenlerin carına (yardımına) yetişen; iyi haber muştulayan; bereket ve bolluk getiren ak sakallı, nur yüzlü, boz atlı (kır atlı) bir ermiş, bir nebi ve bir peygamberdir.
· Kul bunalmayınca Hızır yetişmez.
· Hızır yoldaşın ola!
· Her vaktini hazır bil, her gördüğün Hızır bil.
· Hızır gibi yetişti.
· Yetiş Hızır Nebi, sen imdat eyle!
· Yetiş carımıza Hızır ya Hızır!
Halk arasında yaygın olan bu deyimlerden de anlaşılacağı gibi Hızır, dar günlerde, üzüntülü ve sıkıntılı anlarda bir umut güneşi gibi beliren; dertlere deva, hastalara şifa, borçlulara eda ihsan eyleyen bir ulu derviştir; Tanrısal sırlarla donatılmış bir evliyadır. Halk deyimiyle, bir cankurtarandır.
Bir yavru yolladım gurbet ellere
Emaneti sana bozatlı Hızır
Size bekçi derler yüce bellere
Emaneti sana bozatlı Hızır
Bekçi olup şu âlemde oturan
İsteklinin muradını yetüren
Nice bunalgının elinden tutan
Emaneti sana bozatlı Hızır
Deryanın içinde oturan erler
Bize yardım etsin Oniki İmamlar
Hint’te Muhammed carına yetenler
Emaneti sana bozatlı Hızır
Deryanın içinde yüzer üç gemi
Deryalar bekçisi o Hızır Nebi
Bize yardım etsin Hz. Ali
Emaneti sana bozatlı Hızır
Hüseyin Abdal’ım nasıl olacak
Gözlüyom yolları yavrum gelecek
Sultan tekelide murad verecek
Emaneti sana bozatlı Hızır.
Hızır, yaşamla iç içe olan; insanların özünde, gönlünde, arzu ve isteklerinde daima diri tutulan, ölmezlik sırrına kavuşmuş bir ermiştir:
Yunus Emre bu dünyada iki kişi kalır derler
Meğer Hızır İlyas ola âbı hayat içmiş gibi.
Her yerde hazır ve nazır olan Hızır, Alevi cemlerinde, Âşıkların nefeslerinde ve Semah törenlerinde de eksik olmaz; orada da hala haldaş, yola yoldaştır. AleviBektaşi meydanlarındaki Oniki Hizmet postundan „mihmandar postu“, Hızır Aleyhisselâma makamıdır. „Ali haldaşımız, Hızır yoldaşımız ola!“ deyimi hem gülbenglerde, hem de yolculuk esnasında veya sıkıntılı günlerde sıkça söylenir. Garibin, mazlumun halini bilen Hızır İlyas’ı, AleviBektaşi şairlerinden Şükrü Metin Baba şöyle tanımlar:
Zulmet deryasını nur edip gelen
Hızır İlyas Şahı Merdan Ali’dir
Garibin, mazlumun halini bilen
Hızır İlyas Şahı Merdan Ali’dir
Merdi meydan eylemektir iyi er
Gafil olma kardeş çerağın söner
Her gördüğün Hızır bilmektir hüner
Hızır İlyas Şahı Merdan Ali’dir
Ehli iman eyler ikrar sebatı
Kendinde seyreder sıfatı zâtı
Hızır ile içer âbı hayatı
Hızır İlyas Şahı Merdan Ali’dir
Şükrü Metin Baba bu demden içer
Sakii kevserle sıratı geçer
Hızır’ı âdemde arayıp seçer
Hızır İlyas Şahı Merdan Ali’dir.
Alevi inanışına göre Hızır İlyas (Elia), Ali ile özdeştir, O’nunla yoldaştır. Her yerde hazır ve nazır olan Hızır, gâh Hızır, gâh Ali, gâh Veli görünür.
Ya Ali, ya İlyâ, Şahı Sultanım Ali!
Ya Ali, ya İlya fazlı Yezdan’ım Ali!
Ya Ali, ya İlyâ, ya gözlerim nuru benim,
Ya Ali, ya İlyâ, ya can u cananım Ali!
– Virani –
Ali’dir pişüvayı evliya ve enbiya
(Ali’dir evliya ve enbiyaların şahı, önderi)
Anın çün didi İsa, İncil’inde İlya.
– Kamberi –
Hıdırellez (Hıdırİlyas) günü ve Hızır orucu ile ilgili çeşitli inanışlar, gelenekler ve töreler vardır. Kimi Alevi çevrelerinde Şubat ay’ının ortalarında, bölgler arasında ufak farklılılarla birlikte, özellikle 12 Şubat’tan başlayarak 3 günlük Hızır orucu tutulur; kurbanlar kesilir, lokmalar dağıtılır. Bazı bölgelerde ise eski takvime göre Zemheri’nin (karakışın) 27’si ile Gücük (Şubat) ayının 3’ü arası Hızır Nebi günü olarak kabul edilir. Bu tarih, yeni (Milâdi) takvime göre (13 gün ilerde) Şubat ay’ının ortalarına denk düşmektedir. Kimi bölgelerde ise 6 Mayıs Hıdırellez günü, bir bahar bayramı olarak büyük bir sevinç ve coşkuyla kutlanır. Bu şenlikler ki, insana yaşama sevinci, yaşama umudu kazandıran; gözü, gönlü aydınlatan, insanları ferhalatan, doğa ve toplumla birleştiren, uzlaştıran şenliklerdir.
Hızır’ın gireceği eve bolluk, sağlık, şifa ve kısmet getireceğine; o gün yapılan dileklerin ve niyetlerin kabul edileceğine inanılır. Orta Anadolu’da (özellikle Sivas/İmranlı, Zara, Divriği yörelerindeki) bir inanışa göre, Hızır günü niyet ederek oruç tutup su içmeyen genç kız veya erkek, rüyasında kimden veya hangi evden su içtiğini görürse, gelecekte o kişi veya o evdeki başka bir şahısla evleneceğine yorumlanır. Aynı yörede başka bir inanışa göre, Hızır gecesi, özellikle Perşembeyi Cumaya bağlayan gece, içi dolu un çuvallarının ağzı açık bırakılır, kimi bölgelerde ise beyaz örtü üzerine un serpilerek, eğer o gece unun üzerine Hızır’ın eli değmiş; el veya at nalına benzer izler görünüyorsa, o eve Hızır’ın bereketi gireceğine hükmedilir. Bu undan kömbe veya bavıko denilen bir lokma pişirilip konu komşuya dağıtılır. O gün Hızır’ın bereketi, bolluğu girsin diye zahire ambarları, kapılar ve para cüzdanaları açık tutulur. „Bereketi bol olsun!“ anlamında söylenen, „Hızır’ın eli değsin!“ deyimi buradan gelir.
Anadolu insanı, evine gelen mihmanı (konuğu) da Hızır olarak bilir. İşte Kul Himmet Üstad’ın, bu konukseverliği ifade eden şu dizeleri oldukça anlamlıdır:
Dua edin bize misafir gelsin
Lokmamızı yesin, yüzümüz gülsün
Büyük küçük onu hep Hızır bilsin
Mihman canlar bize safa geldiniz.
Bazı bölgelerde, özellikle Kars ve Iğdır çevrelerinde son harman buğdayında kavurga yapılır. Sac üzerinde kavrularak yapılan bu buğday (kavurga), öyle yenileceği gibi, pekmez veya şerbetle yoğrularak, kirkire denilen el değirmeniyle çekilip kavut ta yapılır. Temiz bir kaba konulan bir miktar kavut unu, yanında bir maşraba, bir kaşık, bir ibrik dolu su, boş bir leğen, bir havlu, bir ayna ve bir tarak konularak Hızır gecesi, kimsenin giremiyeceği bir odaya bırakılır. İnanca göre, Hızır o gece eve geldiğinde, ibrikteki su ile elini yıkayıp abdest alacak, havluyla elini kurutacak, aynaya bakıp sakalını tarıyacak, tastaki kavuta elini basacak, içine su döküp kaşıkla karıştıracaktır. Hatta, Kavurulan bu buğdaydan bir miktarı ekim zamanı buğdayın içine atılırsa, o yılın ürünü bereketli olacağına inanılır.[1] Yine aynı bölgedeki bir inanışa göre, evlenme çağındaki gençler, Hızır akşamı pişirilen „Gilik“ denilen tuzlu bir çörek yiyip, o akşam susadıkları halde su içmezler. Gece rüyalarında nerde veya kimde su içerlerse, bahtı, kısmeti orada açılacığına inanırlar. Bazıları da, akşam yedikleri bu „Gilik“in bir parçasını, sabaha saklarlar. Sabahleyin evin damına çıkıp bu gilik parçasını, orada kuşlar geçtiğinde yere atarlar. Kuş, gilik parçasın alıp hangi tarafa uçarsa, gencin bahtı o tarafta açılacağına inanılır.
Halkalı’daki Hıdırellez törenlerini, Ali İmer’den dinleyelim: „5 Mayıs günü öğleden sonra köyün gelinlik çağına gelmiş bir iki kızı bir çömlek tedarik ederek ev ev dolaşırlar; çömleğe konulmak üzere nişan toplarlar ve çömleğin nerede açılacağını da soranlara söylerler. Nişanlar, evin hanımı tarafından ve evdeki sayısına göre her şahıs için ayrı ayrı verlir. Nişanlara, küpe, yüzük, boncuk, bilezik gibi suda erimiyecek şeylerden ibarettir. Bütün nişanlar çömleğe toplandıktan sonra en üstüne devlet babaya (eskiden padişaha, şimdi devlet reisine) küçük bir yeşil yapraklı dal konur ve üzeri su ile doldurulur. Çömlek sağlam bir kapakla bağlanır ve kapatılır küçük bir zincirle kilitlenir bu suretle mâni çömleği hazılanmıştır. Fakat işin çepellisi şimdiden sonra başlar. Her şeyin bir düşmanı olduğu gibi, mâni çömleğinin de düşmanları çoktur. Kilitlemenin birinci sebebi, mâni çömleğinin baş düşmanları olan köy delikanlıları bu gece sabaha kadar bütün gül diplerini gezip mâni çömleğini ararlar; bulurlarsa çömleğin içindekileri boşaltırlar. Ve bu suretle kızların eğlencelerine engel olmağa ve hiç olmazsa huzursuzluk yaratmaya çalışırlar. Kızlar da gafil avlanmamak için kilit usulünü en iyi çare olarak kullanır. Sabahleyin mâni çömleğinin kilidi veya kapağıyle oynandığı sezilirse eğlencelerini ona göre tertib ederler ve delikanlılara gülünç olmazlar. Mâni çömleği sular iyice karardıktan sonra bahçede bir gül ağacının dibine kımızı duvakla sarılı olarak saklanır ve gece ara sıra vazifeliler tarafından kontrol da edilir.
Bu akşam köyün meydanında bir ateş yakılır ve üzerinde atlanır. Ateş atlamanın faydaları çoktur. Geçen bir senelik fenalıklar, musibetler ateşten atlarken öteki tarafta kalıyor ve ateşe dökülüyor ve bir daha eski sahibini bulamıyorlar. Ve yeni yıla tertemiz girilir. Bu ateşte evdeki eski hasırı da yakmak çok hayırlıdır. Bir yıldan beri her ne şekilde olursa olsun eve girmiş uğursuzluk ve hayırsızlıklar hep eski hasırda yuva tutmuşlar ve yanmadan evden uzaklaşmıyorlar. Onu ateşte yakmakla bütün bu fenalılardan temizlenildiği gibi, üstünden atlanmak lâzım olan malzemeyi de temine yarar. Böylece akşam faslı da sonar ermiş olur.
- Mayıs sabahı olan Hıdırellez günü erkenden kalkmak, çayırlarda ve yeşillik yerlerde yuvarlanmak bir sene hiç bir hastalık görmemek, şen ve ferah yaşamaya delâlet eder. Bu sabah Hızır peygamber de arzuladığı evleri gezer ve evlere geldiğini de, dolabda bulunan sütlerin kendiliklerinden yoğurt oluşu ispat eder. Onun için evler bir gün evelden temizlenir ve sıvanır. Hızır peygamber, kirli evlere girmez. Bu sabah herkes süt içer; südü olmayanlara, olanlar birer tas süt dağıtırlar…
Kızlar sabah yemeğinden sonra mâni çömleğini sakladıkları yerden merasimle alırlar ve toplanacakları yere götürürler. Bütün kız ve kadınlar hazır olduğu zaman, en yaşlı bir kızın başına bir al duvak veya bir al kırep örtülür ve mâni çömleği o kızın başına konur. Kilit, anahtarla bir çevirmede açılırsa, o kızın bahtının açık olduğu ve bir seneye varmadan kocaya gideceği müjdelenir;üç çevirmeden açılırsa bahtının kapalı olduğu anlaşılır; kız teselli edilir. ‘Boyun sergene çıkmadı ya?’ denir. Kilit ve kapak açıldıktan sonra bu al duvak veya kırep 78 yaşında bir kıza örtülür ve çömleğin başına oturulur. Hazır olanlar hep bir ağızdan şu mâniyi söylerler:
Mâni mâni mantıfal
Mantıfalın tahtı var
Her kimlere çıkarsa
Devlet kadar bahtı var.
Hıdırellez gelini olan küçük kız en üste konan devlet babanın nişanı olan yeşil dalı çıkarır. Bundan sonra hazır olanlar her mâni söyledikçe çömlekten bir nişan çıkarır ve sahibi kimse o mâniyi ezberler. Bu mâni o kimsenin bir yıllık talihidir. Mâni söyleyenler ara sıra muziplik de yaparlar; meselâ şu mâniyi okuyuveririler: Derelerden akışır/ Pencereden bakışır / Yâr dereden geçerken / Kıçına sülük yapışır. Bu mâni eğer yetmişlik birine çıkmış ise dakikalarca kahkaha ile gülmeğe sebep olur. Çömlekte hiç bir şey kalmayınca, içindeki su ile oradakiler yüzlerini yıkarlar, böylelikle eski yılların uğursuzluklarından ve yaramazlıklarından kurtularak, yeni yıla tertemiz girmelerini sağlarlar. Bundan sonra herkesin bir iki yapraklı küçük bir dalı veya bir çiçeği başına takması hayırlı alâmetlerdendir. Bu işden sonra eğlencelerin başında salıncak sallanmak şarttır. Salıncak sallanmakla da, ateşte atlatıldığı gibi, o yılın tüm uğursuzlukları ve hastalıkları yere dökülür ve böylece sağlıklı bir şekilde uğurlu bir yıla girilmiş olur. Bugün herkes temiz ve baramlık elbiselerini giyerler. Nişanlı delikanlılar yavuklularına entarilik gönderirler. Kızlar da erkeklere çiçek ve tatlı yollarlar.“[2]
Bazı AleviBektaşi köylerinde ise, bugün uluların türbeleri ve yakınların mezarları ziyaret edilir; onların ruhlarına lokmalar dağıtılır, adaklar sunulur.
Denizli’nin Çal ilçesine bağlı Çalçakırlar köyündeki Bektaşiler de, bolluğun, bereketin simgesi olan Hıdırellez bayramını 67 Mayıs günleri bütün köy halkıyla birlikte görkemli bir şekilde kutlarlar. Eğer Hıdırellez, Cuma gününe veya Muharrem ayına rastlamışsa, kutlamayı başka bir güne ertelerler. Bayramdan önce herkes bağ bahçe işlerini tamamlar, evini barkını temizler ve Hıdırellez’in ilk günü (6 Mayıs’ta) köy halkı yiyeceklerini ve adak kurbanlarını alıp motorlarla yöredeki Dümülce Sultan türbesini, ikinci günü de Erenler Sultan veya yörede bulunan diğer erlerin, pirlerin (Hacım Sultan, Çaltılı Dede, İnlice Sultan) türbelerini ziyret edip, niyazlarını, dua ve dileklerini yaparlar; o yıl boyunca her türlü kazadan, beladan, hastalıklardan, uğursuzluklardan korunmak ve Hızır İlyas’ın sağlık, sıhhat, bereket ve bolluk getirmesi dileğiyle adak kurbanlarını tığlarlar (keserler). Daha sonra meydanda ateş yakılır, kazanlar kurulur; hazırlanan kurban etleri bolbaş (kavurma) olarak pişirilir, yanına da diğer yiyecekler, özellikle bulgur pilavı hazırlanır ve Ali sofrası kurulup lokmalar yenilir; bağlama eşliğinde buyurklar (deyiş ve nefesler) okunur, semahlar dönülür, böylece bir araya gelmenin, dayanışmanın, paylaşmanın, eşini dostunu görmenin ve özlem gidermenin bir vesilesi olan Hıdırellez günü bir bayram sevinci ve coşkusuyla kutlanmış olur.[3]
Baharın gelişiyle birlikte havanın, toprağın ısınmasını, doğanın canlanmasını, yeşile bezenmesini; bereket ve bolluğun gelmesini simgeleyen Hıdırellez bayramı, Azerbaycan’da HızırNebi’yi karşılama törenleri olarak kutlanır. HızırNebi törenlerinde söylenen şu maniler de oldukça anlamlıdır:
Hızır, Hızır, hız getir / Var dereden od getir
Men Hızır’ın neyiyem / Birce bele tay’ıyem
Ayağının nalıyam / Başının torbasıyam.
Hızır’a Hızır deyirler / Hızır’a çırağ koyurlar
Hızır’a pay yığmaya / Biz gelmişik hayınan
Hızır battı palçığa / Çıkarttırlar harayınan
HızırNebi, Hızırİlyas / Bitti çiçek oldu yaz
Men Hızır’ın kuluyam / Boz atının çuluyam
Hızır getti hayınan / Bir kulanca tay’ınan
Tay’ı palçığa battı / Hızır yanında yattı
HızırNebi, Hızırİlyas / Bitti çiçek, oldu yaz.[4]
***
Hıdır İlyas, Hıdır İlyas / Bitdi çiçek, keldi yaz
Hanım ayağa dursana / Yuk dibine barsana
Boş gabı doldursana / Hıdır’ı yola salsana.[5]
İran Azerbaycan’ında ise Hıdırellez Bayramı, „Zâti Mutlâk“ olarak kutlanılır. Bu bayrama, „Ali Haydar İyd’i“ adı da verilir. Tebriz bölgesindeki Kırklar adını taşıyan Türk aşireti ise, bu bayramı, „Nebi Bayramı“ olarak kutlar.[6]
Kadirli ve Andırın bölgesindeki bir geleneğe göre ise: „Bir çömleğin (mantuvar diye adlandırılan sarı yayla çiçeğiyle bezenmiş çömlek, bahtiyar çömleği) veya bir dağarcığın içine, Hızırİlyas gecesi, niyetine baktırmak isteyenler kendi eşyalarından birer nişan koyarlar. Ağzı kapatılan çömlek bir gül fidanının altına bırakılır veya gömülür. Ertesi sabah erkenden, nişanlar küçük bir kıza, her nişan için bir mâni söylenerek çömlekten çektirilir ve söylenen manilere göre, nişan sahibinin hâli ve istikbali hakkında tefsirler yapılır.“[7]
Kadirli ve Andırın bölgesinde uygulanan bu geleneğin aynısını Kosova’da da görüyoruz. Araştırmacı Nimettullah Hafız’ın verdiği bilgilere göre, „Kosova’da Hıdırellez kutlamaları oldukça yaygındır. En güzel zamanda ve en kalabalık bir şekilde düzenlendiği için bu geleneği sevmeyen ve bu geleneğe önceden hazırlık yapmayan kişi hemen hemen yoktur… Hemen hemen herkes bu gün için önceden para biriktirir. Aylığını alamayanlar Hıdırellez masraflarını yapmak için borca bile girerler. Merasim bol bol davullu, zurnalı, oyunlu, alıncaklı, dilekli, yemekli, ziyafetli geçer. Hangi köyde, hangi kentte olursa olsun bu kalabalıklarda köylüsü, kentlisi, yerlisi, ecnebisi ve Arnavut’u, Türk’ü, Müslüman’ı, Tom’u, Sırb’ı Karadağ’lısı bulunur… Hıdırellez, Prizren’de Mamuşa köyünde Hıdırles; Nobır’da (Nova Bırdo) da, Mitroviça’da, Gilân’da, Dobruça köyünde Hedırles; İpek’ de ise Hadırles olarak geçmektedir… Hıdırellez merasimi 6 Mayıs günü yapılır. O gün bütün köy ve kent ahalisinin çok erken kalkması kaçınılmaz bir âdet olmuştur.
O gün erken kalkmayanlar çeşitli şekillerde cezalandırılır. Onların kapılarına çeşit çeşit psilikler takılır. Kimi yerlerde evlerde erken saatlerde büyük temizlik yapılır. Pencereler, kapılar temizlenir, duvarlar, ağaçlar kireçlenir, avlular süpürülür. Erken avlusunu süpürmeye kalkmayanlara, komşuları bu temizliği yapmayanlara, duvardan, kapıcıktan toplamış oldukları çöpleri o evin avlusuna atarlar. Prizren’de hemen her evin kadını çocuklarını, o sabah gül gibi kızıl olsun diye, gülle yüzüne dokunarak uyandırır. Isırgan gibi yeşil ve dayanıklı olsun diye koprivayla (ısırganla) ayaklarına vurarak uyandırır. Küçükler kaldırıldığı zaman haranilerle (kazanlarla), bakraçlarla ısıtılmış suya bir akşam öncesinden getirilen ceviz, söğüt ve hatta kpriva dallarıyla birlikte Hristiyan bayramından özellikle saklanmış kırmızı yumurtayı veya kabuklarını suya atıp kaynatırlar ve o suyla çocuklar yıkanır. O gün özellikle hemen her evde salıncaklar hazırlanır, oralarda, o mahallenin küçükleri büyükleri sallanır ve sallanırken türkü ve tekerlemeler söylerler… Geceden gül altına koyulan küp de açılmadan önce o evde sabah erkenden tüm kız ve kadınlar toplanır, şerbet, gülsuyu, çay, kahve içilir, salıncaklarda sallanılır. Öğle yemekleri hazırlanır. Öğleden sonra küp de çıkarılır. Bir çocuk çağrılır. Kimi yerde bu çocukların yerini kadınlar da tutabilir. İpek’te ise özellikle çocuğun mavi gözlü olmasına dikkat edilir. Bazı çocukların ya gözleri kapatılır ya da onların başlarına birer örtü atılır. Böylece bir kız veya kadın bir martifal (martavalmani) söyledikten sonra gözü kapalı olan çocuk elini küpe koyup bir nişan çıkarır. İlk söylenen martıfal şöyledir:
Martifalım fal olson / doli koyonom mal olson
Çime düşerse bu fal / devletilen batiyar
Nişanı olan kadın veya kız elini uzatır o nişanını alır. Böylece söylenen martifal ona aittir. Bu martifalların hemen hepsi sevgi ile bağlantısı vardır.“[8]
Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Saraç köyünde ise, Mayıs ayında martifal geleneğine benzer, genç kızlar tarafından Ficek çekilir. Ficek çekiminde, bir küp içerisine yüzük, küpe, eşrap, taş gibi nişanlar konulur ve küp saklanır. Ertesi gün saklanan küp getirilir, genç bir kızın başına eşrap örtülüp gelin yapılır. Etrafını saran genç kızlar ve gelinler tarafından
Ficek ficek fil olur / içi dolu gül olur
Ficeğe gelen kızın / dileği kabul olur
***
Gülüm kurutmam seni / evde unutmam seni
Bu ilden gitmeyinen / gine unutmam seni…
şeklinde maniler okunur; her maninin sonunda gelin yapılan genç kız tarafından küpteki nişanlar çıkarılır ve manin anlamına göre nişan sahibine takılır. Ficek çekimine bazen genç delikanlılar da katılır…[9]
6 Mayıs Hıdırellez şenlikleri, aynı inanç ve törelerle Eskişehir/ Seyitgazi yöresinde, özellikle Aslanbeyli’de bulunan Şücaeddin Veli Baba Külliyesi’nde de kutlanmaktadır.
İsmail Ali Sarar’ın, konuyla ilgili verdiği bilgilere göre, 6 Mayıs günü „… Bölge sakinleri ve konuklar sabahın erken saatlerinde kalkıyorlar. Kırk çeşmeden su topluyorlar. Bu suları genç kızlara, oğlanlara mutlulukları için, geleceklerinin güzel olması için içiriyorlar. 6 Mayıs akşamı evi olmayanlar, tarlası, tabanı bulunmayanlar, ata, eşeğe sahip olmayanlar, önce abdest alıp iki rekat hacet namazı kılarlar. Sonra niyaza, duaya varıp Allahu Zülcelal’den bir evlerinin, bir tarlalarının, bir canlı mallarının olmasını niyaz ederler. Bu arada Hızır’ı araya koyarlar. Ev isteyenler bir gül ağacının altına bir kulübe yaparlar, tarla isteyenler yine gül ağacının altına toprak koyarlar, canlı mal isteyenler de hayvan resmi vasvederler. Ayrıca çocuğu olmayan kimseler de bebek yapıp gül ağacının altına yatırırlar. Allah’ın izni keremi, Hızır Peygamber himmeti ile tez zamanda amaçlarına ulaşırlar.
Evlenmek isteyen kızlar ise parmaklarına yüzük takarlar. Yüzlerini süslerler, pullar koyarlar. Ayrıca bir çıkın içine bulgur, peynir koyarlar, Hacet namazı kılarlar, namazda kevser süresini okurlar, bir çeşmeden su alıp, ötekine taşırlar. Bu şekilde murada ererler.
Hasta olanlar, yaşlılar o gece çimenler üzerinde yuvarlanırlar. Yumurtalar kayanatırlar; yumurtaları renk renk boyarlar, sonra da şifa niyetine yerler. Bir de bu arada bu gece Hızır yoğurdu tutmak olayı vardır. O gece nebatların üzerinden özsu toplanır, sütü kaynatıp, bu özsu ile çalarlar. Bu yoğurt tabiatın bir hikmeti olarak o kadar güzel ve tatlı tutar ki, tadına doyamazsınız. Daha sonra ertesi sabah olur, önce bütün konuklar, sakinler köyün büyük meydanında bu Veli’nin (Şücaeddin Baba’nın) huzurunda toplanırlar. Önce köyün en ileri geleni (Dergâh postnişini) bu konuda bilgin olanı kürsüye çıkar. Hıdrellezi açar. Bir nutuk irad eder (gülbeng okur). Bu arada âlemlerin varlığına sebep olarak meydana gelen Hazreti Muhammed Mustafa’dan, Hazreti Ali’den elli beytten bahseder. Bütün büyüklere selâm getirir. Bu arada Battal Gazi Destanı’ndan, Hızır’ın kâfirlere Battal’a inanmalarını salık veren bölümü okunur. Hızır ile Battal’ın ilgileri anlatılır. Sonra saz, söz, sema başlar. Önce genç kızlar başlarlar. Bu semada 6 veya 10 kız sema dönerler. Kırklar semahını sesli olarak okurlar…“[10] Turnalar semahından sonra Abdal Musa’nın Garipler semahı okunur. Öğle yemeği için hazırlanan aşlar yenilir. Daha sonra oyunlar oynanır, Hıdırellez manileri söylenerek niyet testileri açılır.
Ay doğar şu köşeden / Ay doğar şu köşeden Ay doğar şu köşeden
Şenlik başladı geceden / Hıdırellez kutlu olsun
Mutluluk ve neşeden
Ayna attım çayıra / Şevki vurdu bayıra
Bu niyet kime çıksa / İşi döner hayıra…
Hızır gecesi, ayrıca niyet edilip büyük bir ağaca hamur asılır, hamur eğer kabarırsa, o yılın bereket ve bolluk içerisinde geçeceğine inanılır. Birçok yörede olduğu gibi burada da Hıdırellez gecesi yapraklar üzerinde toplanan çiy tânelerinden iki ayrı hamur (var ve yok hamuru) tutulur. Ertesi gün var hamuru kabarmış ise, o yıl her şeyin bol olacağına, yok hamuru kabarmış ise, her şeyin kıt olacağına işarettir.
Balıkesir yöresinde ise soğan yaprağını, kökünden çıkarmaksızın, uzunlamasına ikiye bölüp, her bölüme, iki ayrı renkte iplik bağlarlar; ipliklerden birini iyi tâlih, ötekini kötü tâlih diye tutarlar. O gece hangi yaprak uzarsa, tâlihin de ona uygun olacağına hükmederler.[11]
Kızlar o akşam ağızlarına aldıkları ilk lokmayı, kırmızı beze sararak yastıklarının altına koyarlar, gece rüyalarına giren erkeğin kısmetleri olduğuna inanırlar. Keza o akşam ve ertesi gün elele tutuşup, duvardan duvara koşuşurken, görecekleri ilk erkeği kısmetleri sayarlar.[12]
Hastalıklardan kurtulmak ve korunmak için, yeşillik üzerinde yuvarlanırlar ve bin bir çeşit çiçek toplayıp içerler. O gün toplanan otları suya koyup, 40 gün güneş doğmadan yüzüne sürenlerin yüzlerine güzellik, gençlik, sıhhat gelir (HBH, 1, 181).
Vücudun sihhatli olması için, o gece gül fidanına kendi eşyalarından bir şey bağlarlar (HBH, 1, 187). Hastların bileklerine sarı iplik, gül fidanına kırmızı iplik bağlanır; Hızır İlyas sabahı bu iplikler, hastadan fidana ve fidandan hastaya değiştirilir (Küçük Menderes mec,yıl 1,sayı 1).
Bütün bu niyet ameliyeleri her şeyi bilmeğe muktedir, tabiatüstü hâkim kuvvet olan Hızır’ın o gece dünyayı dolaştığına ve iki tabiat unsuru (su ve nebât) ile kaynaştığına dair inanışlara yakından bağlı görünüyor…[13]
Halk arasındaki yaygın inançlardan biri de, kapı eşiğine çakılan veya kapıya asılan at nalının uğurlu sayılmasıdır. Kapılarına at nalı asan veya çakan halk, atıyla gökyüzünü dolaşan ve darda kalanların yardımına yetişen Hızır Aleyhisselâm’ın, atını nallamak için bir gün evlerine uğrayacağına, kendilerini zor durumdan kurtaracağına ve böylece nalın uğur ve bereket getireceğine inanırlar.[14]
Halk hikâyeleri ve türkülerinde de, özellikle âşık geleneğinde, (Köroğlu, Karacaoğlan, Dede Korkut, Âşık Garip, Tahir ile Zühre, Şah İsmail ile Gülüzar gibi Türkülü halk hikâyelerinde) âşığın rüyasında bir Pir’den, yani Hızır’dan âşk bâdesi’ni (dolusunu) içmesi ve ilhamı ondan alması inancı; ayrıca hikâye kahramanlarının olağanüstü güçlerle donatılması; haftalar, aylar süren uzun yolların, bir anda, göz yumulup açılıncaya kadar alınması, Hızır’ın ilahi gücüne ve hikmetlerine hükmedilir. Darda kalanların carına yetişen Hızır, bazen kır atına, bazen de boz atına binip gelir. Karacaoğlan destanından bir örnek:
Deryâlar yüzünde boz atlı Hızır
Benli boza binmiş o da geliyor. [15]
Hızır’ın adı (Aleviler’de erkek ismi olarak Hızır veya Hıdır isimleri oldukça yaygın), şöhreti dörtbir bucağa yayılmış, her yerde, her bölgede bir Hızır kültü oluşmuş; O’nun adına birçok zaviyeler, türbeler, ziyaret yerleri yapılmıştır. „Hızır ile İlyas’ın zaman zaman bir araya gelip, arkadaşlık ettiklerine dair inanışın ifâdesi olan ve belki de onların buluştukları sanılan yeri tesbit eden Hızır İlyas adlı makamlardan bâzıların kaydedelim: Kudus civarında Hızırİlyas köyü, Amasya’ da Hızır İlyas camii, Hızır İlyas tekkesi (Evliya Çelebi Seyhatnamesi), Sakız’da, denizden 120 mil içeride Hızır İlyas mevkii (Kiepert’in Anadolu haritası…), Zivin çayı kenarında Hızır İlyas köyü (Kiepert, B VI…), Şat nehri üzerinde Hızır İlyas köyü (Kiepert, C VI). Sâdece İlyas makamı olarak, Evliya Çelebi (IX, 498) Kudüs civarında, Bayt alLahm yakınlarında Hazreti İlyas’ın ibadet ettiği yerden bahsediyor. Denizli’de Hızırlık Sultan Ziyâreti (Evliya Ç.), Kütahya’da Hızırlık dağı (Evliya Ç.), Cebelii Lübnan eteğinde Hızır ziyâreti (Evilya Ç.) Edirne’de Hızırlık Tekkesi (Evliya Ç.), Şamahı ile Baku arasında AltıAğaç menzilinden sonra varılan, Hızırı Zinde ziyaretgâhı (Evliya Ç.)… Mudurnu’da Hıdırlık kayası, Çorum’da, bilhassa çocuklar ile kadınların arife günleri ziyaret ettikleri Hızırlık ziyaretgâhı… TrablusŞam civarında, küçük Lübnan dağı üzerinde Hazreti Hızır makamı (Evliya Ç.), Sayda köylerinden Sarfael’de deniz kenarına, büyk ve beyaz bir kubbe içinde ‘ziyâretgâhı hâs olan Hızır makamı, Şam’dan bir merhale uzakta, Cebeli Ribve’dei Camii Umayya’nın sol tarafında Hızır makamı, Semerkand’da Hızır makamı, Giresun’un şarkında, kasabaya yakın Hızır kayaları, Kızılırmak’ın kollarından Baltalı suyun bir kolu olan Hıdır suyu (Kiepert B IV)… Evliya Çelebi’nin zikrettiği Hızır makamlarından ve ziyâretlerinden Suriye’ye âit olanların, Suriye Alavileri’nin, yani Nusayri’lerin hususi ihtiram ve ibâdetlerine mevzu teşkil eden makamlardan olduğu tahmin edilebilir. Evliya Çelebi bunlardan birini deniz kenarında, büyük, beyaz bir kubbe içinde ‘ziyâretgâhı hâsuâm’ diye tavsif ediyor ki, bu tavsif, bugün Hatay vilâyeti içinde gördüğümüz, senenin muayyen günlerinde Alevilerce büyük ihtiram ile ziyâret ve ibadet edilen Hızır makamlarına uyuyor…“ [16]
Hızır kültü ve Hızır’ın şahsiyetiyle ilgili çeşitli inanışlar, rivâyetler ve efsaneler vardır: Sümer mitolojisinde Gılgamış, Yunan mitolojisinde Glaukos’a efsanelerine dayanarak, Tevrat’ta ve Kur’ân’ı Kerim’de (Kehf Sûresi, âyet 6083), Hızır’ın ölümsüzlüğüyle ilgili bazı açıklamalar yapılmaktadır:
„…Gılgamış destanı: Arkadaşı Engidu’nun ölümü üzerine, melankoliye tutulan Gilgameş, nehirlerin ağzında oturan ve kendisine ebedi hayat ihsan olunan ceddi Utnapiştim’i bulmak için, seyahate çıkar. Gılgameş, insanı ölümden kurtaracak olan hayat otu hakkında, ondan malumat almak ister.
İskender hikâyesi: İskener’i hayat menbaı (abıhayat’ı) aramakla meşgul gösteren balık menkıbesi – ki burada bizi alakadar eder – Süryani edebiyatında ve daha sarih (açık) olarak, manzum İskender hikâyesinde tafsilatlı olarak anlatılmıştır. İskender’e aşçısı Andreas refâkat ediyordu. Karanlıklar memleketindeki meşakkatli yolculukları sırasında, bir gün Andreas bir tuzlu balığı bir menbâda yıkarken, balık, su ile temâs edince, hayata kavuşur ve kaçıp gider. Andreas, balığı yakalamak için suya atlar ve bundan dolayı, o da lâyemutluğa (ölmezliğe) erer. Mâcerâyı İskender’e anlattığı zaman, İskender bu menbaın hayat menbaı olduğunu hemen anlar. Menbaı tekrar bulmak için, yaptıkları bütün gayret neticesiz kalır. İskender, ölmezliğin, ondan istifâde etmesini bilmeyen aşçısının hissesine düştüğünü ve kendisinin ise bundan mahurm edildiğini anlar…[17]
„…Yahudi efsanesi, sonradan Kur’ânda anlatıldığı gibidir. İlyas (İlia, Elia) Hızır’ın yerine; Yeşua’da Musa’nın yerine geçmiştir. Musa, yanındaki gençle iki denizin birleştiği yere varmak için yola çıkar. Birlikte götürdükleri balığın ne olduğunu araştırırlar. Bu sırada balık suya dalar ve görünmez olur. Balığı ararken bir adamla karşılaşırlar. Bu kimse, onlara kendi işine karışmayacakları için söz verirlerse, doğru yolu göstereceğini söyler. Fakat, Musa, adamın yaptığı işler karşısında kendini tutamaz sebeplerini sorar. O da bunların Tanrı emri olduğunu, birer hikmet niteliği taşıdığını açıklar ve kaybolur… Bu konuda bir Yunan efsanesi olan Glaukos’un, Suriye yoluyle İslâm dünyasına geçtiği görüşünü ileri sürenler de vardır. Tasavvufta, Hızır bir Veli sayılır, sofilere göre her dönemin bir Hızır’ı vardır. Hava, deniz ve dünyanın bütün bölgeleri onun buyruğu altındadır. Denizde, Tanrı’ nın halifesi, karada vekilidir… Bir söylentiye göre Hızır ile İlyas kardeştir. Yılda bir defa, Hıdırellez günü (6 Mayıs’ta) buluşurlar. Bu buluşma deniz kıyısında olur. Peygameber, Hızır’a karada, İlyas’a denizde kendi ümmetinin korunması görevini yüklemiştir; bazı söylentilerde de Hızır denizin, İlyas da karanın güvenini sağlar. Çoğu söylentilerde de Hızır hem denizlerin, hem karaların sahibidir; darda kalanların yardımına koşar…“[18]
Başka bir efsaneye göre, „Baalbek şehrinde oturan İsrail çocukları Baal adını verdikleri bir puta tapıyorlardı; Allah onlara doğru yolu göstermek için İlyas Peygamberi gönderdi; fakat onlar İlyas’ın kendilerini eski inanışlarındandan ve âdetlerinden ayırmaya kalkmasını hoşgörmediler. O’nu türlü eza ve cefa ederek aralarından kovdular. İlyas Peygamber Baalbek ülkesinden çıkıp gittikten sonra orada kıtlık başladı, ağaçlar kurudu, tarlarlar mahsul vermedi, otlar sararıp soldu. İsrail çocukları açlık korkusuyla karşılaşınca İlyas’ı arayıp bulmayı, özür dilemeyi, çare ve yardım istmeyi düşündüler.
İlyas Peygamber, Baal ahalisinin arasından çıkıp gidince dolaşmadık yer bırakmamıştı; tabiata âşık bir adamdı, yeryüzünün dört bir tarafının gezerken Allah’ın inayetiyle güzel bir ağaçlık altında şarıl şarıl akan bir çeşmeye rasgelmişti. Bu, içenlere ebedi hayat veren meşhur efsanevi sudur. İlyas, bu suda içtiği için o gün bu gündür ölmedi; dünya durdukça da yaşıyacak ve ebedi tayf, yeryüzünde ümit, bereket ve yeşillik sembolü olarak gezip duracaktır.
İsrail çocuklarının kendisini bulup yalvarmaları üzerine iyi kalpli ve şefkatli Peygamber dönüp Baalbek ülkesine geldi ve her adım attığı yerden sular fışkırmaya, nebatlar bitmeye, çiçekler açmaya ve tarlalar mahsul vermeye başladı. Bu onun mucizesidir.
İsrail çocukları başlarındaki felâket geçtikten sonra yine onun sözünü tutmamaya, bildikleri gibi yaşamaya başladılar. İlyas, Allah’a yalvarıp kendisini bu vazifeden affetmesini diledi; İsrail çocuklarına lâf anlatmak güç.
Peygamberlikten ayrılan İlyas, sessizce Baal halkının arasından ayrıldı ve dünyanın dört bir tarafında sırtında ebedi yeşil mantosu, ebedi hayatının bitip tükenmez yollarında kalbi sevgiyle, sonsuz gençlikle, aşkla ve iyilik etmek istekleriyle dolu olarak seyahatine devam ediyor.
Müslümanlara göre bütün Peygamberler haktır. İlyas, Yahudi Peygamberi ise de madem ki Allah tarafından gönderilmiştir, müslümanlar O’nu da sevip saydılar.
Gitgide Peygamberliği kalmıyan İlyas, basıp geçtiği yer yeri yeşillendirdiği için „Yeşil İlyas“ anlamında „Hızır İlyas“ olmuştur. O, Hıristiyanlık âlemindeki Noel Baba’nın Şarktaki karşılığıdır… Âsası taze bir ağaç dalındadır ve ebedi bir gençliğin yemyeşil bahariyle sarılıdır. Türk folkloru onu kendine maletmiş, halk onun büyük kudretinden faydalanmayı, inanışları arasına koymuş, adını da türkçeleştirmiştir. Hızır İlyas adı zamanla Türkçeye Hıdırellez olarak geçmiştir.
Yazın başlangıç günü olan 23 Nisan, şimdiki takvimle 6 Mayıs, öteden beri tabiatı kutlama bayramıdır. Hemen bütün şehirlerimizde o gün kadınlar ve erkekler kıra çıkarlar; temiz hava, güneş ve açıklık içinde türlü eğlencelerle vakit geçirilir, gezilir, yemekler yenir, eğlenilir… Eski inanışlara göre Hıdırellez Baba, yazın ilk günü tabiatı ve kendisini kutluyanlara sağlık, esenlik ve uğur dağıtır. Hıdırellez günü kırlarda marul filân gibi yeşillik yemek bütün yıl hastalanmamak için teminat sayılır.
Eski Rumeli şehirlerimizin Hıdırellez’e ait ananeleri arasında bir de Martofar eğlencesi vardı… (Bkz. Kadirli, Andırın ve Kosova’da Hıdırellez kutlamaları ).[19]
Kainata hayat bahşeden, ona canlılık veren; bolluk ve bereket getiren Hızır kültünün eski doğa inançlarında da önemli bir yeri vardı. Zaten sözcük anlamıyla Hızır, (Arapça kökenli „alHazir, alHizr“; farsça ve kürtçe kökenli hıdır’dan) yeşillik demektir. Yeşillik, buradaki anlamıyla, doğuşun, yaşamın ve canlılığın bir ifadesidir. Hızır’ın, halk inançlarında, halk kültürü ve hikâyelerinde efsaneleşmiş bir yapı alması, ilahi bir kuvvet ve kudret sahibi olması ve evrensel değerler taşıması da işte bundandır. Çünkü insan, doğanın bir parçasıdır. Sürdüğümüz toprak, soluduğumuz hava, içtiğimiz su, canlı, cansız tüm varlıklar, tüm doğal kaynaklar kainatın ve dolaysıyla insanın bir parçasıdır. Hızır’ın bereketi, bolluğu işte bundandır. Hızır, dünyanın her yerinde, her köşesinde, her inançta, her dilde ve her kültürde hazır ve nazırdır. Hızır, İnsanTanrıDoğa ilişkilerinde sevgi, barış ve dostuğun bir simgesidir.
„Her vaktini hazır bil, her gördüğünü Hızır bil… Ustamızın adı Hıdır, elimizden gelen budur” diyerek, konuyu, Hızır İlyas’ı cara (yardıma) çağıran şu nefeslerle bağlayalım (Ali Duran Gülçiçek: Alevilik, Bektaşilik, Kızılbaşlık ve Onlara Yakın İnançlar, Köln 2004, Cild 2, s. 797818):
YETİŞ CARIMIZA HIZIR YA HIZIR
Muhammed Ali’nin ilmi aşkına
Yetiş carımıza Hızır ya Hızır
Yardım eyle düşkün ile şaşkına
Yetiş carımıza Hızır ya Hızır
Muhammed’den içtin hayat abını
Musa’ya öğrettin ilmin babını
Ali’den nuş ettin aşk şarabını
Yetiş carımıza Hızır ya Hızır
Fatıma’yı bilen Naci’dir Naci
Hasan’la Hüseyin derdimin ilacı
Eşe dosta vermeye kederle acı
Yetiş carımıza Hızır ya Hızır
Meçhul kaldı aşk ile dubara
Masumlar arada, sefil avare
Zeynel, Bakır bizi dardan kurtara
Yetiş carımıza Hızır ya Hızır
Ricamız Cafer’le Kâzım, Rıza’dan
Sakla, bekle bizi bela kazadan
Hak cemalin göster ruzi cezadan
Yetiş carımıza Hızır ya Hızır
Taki işsiz koyma yurdu yuvamız
Naki kabul ede dua ricamız
Hayırlı gele gündüz ile gecemiz
Yetiş carımıza Hızır ya Hızır
Hasan Askeri’nin yücedir şanı
Yurdumuza bastırmaya düşmanı
Çağıralım Mehdi Sahib’ zamanı
Yetiş carımıza Hızır ya Hızır
Adaletin tutmuş bütün cihanı
Sana yalvaranın artar imanı
Dermansız derdimize sen ver dermanı
Yetiş carımıza Hızır ya Hızır
Gayet günahkârız yüzümüz kara
Şaşırdık yolumuz(u) kaldık biçare
Çağırınca hemen gelirsin cara
Yetiş carımıza Hızır ya Hızır
Gafil yolcu düşer uzak yollara
Yardım eyle darda kalan kullara
Derbederiz düştük müşkül hallere
Yetiş carımıza Hızır ya Hızır
Yardımcımız sensin tipiden, yelden
Sakla, bekle bizi gedikten, belden
Cümlemizi koru tufandan, selden
Yetiş carımıza Hızır ya Hızır
Divanında karadır Cafer’in yüzü
Tutyadır gözüne ayağın’ tozu
Katında kabul olsun nazı niyazı
Yetiş carımıza Hızır ya Hızır.
YETİŞ HIZIR NEBİ SEN İMDAT EYLE
Çok günah işledim senin katında
Eriş Şahı Merdan sen imdat eyle
Kul daralmayınca Hızır yetişmez
Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle
Yalvarması boynumuza farz oldu
Edeb erkân müminlere arz oldu
Müminin secdesi Hak niyaz oldu
Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle
Kim kâildir mahşere kalan davaya
Şah Hasan’a ağu verdi Muaviye
İmam Hüseyn mürvet eyle canıma
Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle
Musa Kâzım ile salâyı veren
İmam Rıza ile mescide giren
Taki ile Naki carıma gelen
Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle
Askeri’nin askerine katılan
Kul olup Belh Buhara’da satılan
Çöl Kufe şehrinde nara atılan
Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle
Kırklar’ın cemine beraber gelen
Server Muhammed’in bâcını alan
Sancağını çekip Zülfikâr çalan
Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle
Fakir Edna’m der ki bu sırra eren
Üstadım Hatayi dârına duran
Tamuda yanar mı nurunu gören
Yetiş Hızır Nebi sen imdat eyle.
ŞAH HIZIR BABA[20]
Ağlaya ağlaya murada geldim
Ver benim muradım Şah Hızır Baba
Yüz sürüp dergâha feryada geldim
Ver benim muradım Şah Hızır Baba
Dergâhına geldim ben derviş oldum
Hakikat mâdenin ben anda buldum
Tuttu elimden de ummana daldım
Ver benim muradımı Şah Hızır Baba
Senin dervişlerin semahlar döner
Pişerek özleri kazanda kaynar
Hakikat kânısın, çırağın yanar
Ver benim muradım Şah Hızır Baba
Derviş Ali diler özüne himmet
Mahrum etme bizi nesli Muhammed
Pirim Ali sensin, senden mürüvvet
Ver benim muradım Şah Hızır Baba.
YA MUHAMMED ALİ HIZIR GEL YETİŞ
Her yıl sevenlerin cemini yapar
Ya Muhammed Ali Hızır gel yetiş
Kusurlu, özürlü bir seviciler
Ya Muhammed Ali Hızır gel yetiş
Bilirim ki tüm canlara yetersin
Mazlumun, düşkünün elin tutarsın
Hastaya, dertliye derman katarsın
Ya Muhammed Ali Hızır gel yetiş
Hamd olsun sıhhatle o güne erdik
Mekanınız gönül iyice bildik
Gece gündüz size mürvete geldik
Ya Muhamme Ali Hızır gel yetiş
Dardaki sevenin halin bilensin
Fakirin düşkünün elin alansın
Aşkla çağırana yoldaş olansın
Ya Muhammed Ali Hızır gel yetiş
Yetişin darlıkta darda kalana
Borçluya yetime hasta olana
Dostunla dost olup Hakk’la dolana
Ya Muhammed Ali Hızır gel yetiş
Ne güzel gün bugün Hızır’ın günü
Dilerim ki aça gönlümün gülü
Çok şükürler yolumuz Ehli Beyt yolu
Ya Muhammed Ali Hızır gel yetiş
Vaktidolu Hızır diye çağırır
Zikir ile tevhid unun yoğurup
Uyuyan Şah ise belki uyarıp
Ya Muhammed Ali Hızır gel yetiş.
YÜRÜ SULTAN HIZIR CAR GÜNÜN GELDİ
Sabahın sehrinde erde ezende
Gözüm korktu hızan oğlu hızanda
Kör olmuş kahyası düşmüş izanda
Yürü Sultan Hızır car günün geldi
Yetiş Merdan Ali car senden kaldı
Atlar dizim dizim kardan çıkmıyor
Kamber cevap etmiş daha gitmiyor
Çağırdım Pirime gelip yetmiyor
Yetiş Sultan Hızır car günün geldi
Yetiş Şahı Merdan car senden kaldı
Dağların başı da yavuzdur yavuz
Er odur ki daim geze yalavuz
Sultan Hızır bize oldu kılavuz
Yürü Sultan Hızır car günün geldi
Yetiş Merdan Ali car senden kaldı
Yolumuz’ şaşırdık biz bir dereye
Çağırdım köçeğe bu yol nereye
Önüm sıra güzel Pir’im yürüye
Yürü Sultan Hızır car günün geldi
Yetiş Şahı Merdan car senden kaldı
Avşar çayırında sökülmüyor kar
İlerisi çetin haylıca yol var
Çağırdım köçeğe Hızır’a yalvar
Yetiş Sultan Hızır car günün geldi
Yetiş Merdan Ali car senden kaldı
Gediğin başında baktım geriye
Biri binmiş kıra, biri doruya
Birini benzettim Merdan Ali’ye
Yürü Sultan Hızır car günün geldi
Yetiş Şahı Merdan car senden kaldı
Deli Derviş çok ağladım çok güldüm
Sultan Hızır bize kılavuz oldu
Car diyen dillerin carına erdi
Yürü Sultan Hızır car günün geldi
Yetiş Şahım Ali car senden kaldı.[21]
[1] TAŞLIOVA, Ş. 1969: 12.
[2] İMER, A. 1957: 1523-1524.
[3] BALIKÇI, G. (y.t.?).
[4] SEYİDOV, M. 1982: 12-13.; ÇAY, A. M. 1997:16-17.
[5] EFENDİYEV, P. 1981: 80.
[6] ÇAY, A. M. 1997: 17.
[7] BAHADIROĞLU, O. 1931.
[8] HAFIZ, N. 1982: 237-242.
[9] ŞAHİN, E. C. 2000: 63-74.
[10] SARAR, İ. A. 1988: 242-250.
[11] SADİ, R. 1930: 181.
[12] DÜLGER, M. 1940.
[13] BORATAV, P. N. İslâm Ansiklopedisi, 5. C.: 469 v.d.
[14] ÜLKÜTAŞIR, M. Ş. 1977: 307.
[15] BORATAV, P. N. İslâm Ansiklopedisi, 5. C.: 468.
[16] BORATAV, P. N. İslâm Ansiklopedisi, 5. C.: 466-467.
[17] WENSINCK, A.J. İslâm Ansiklopedisi, 5. C.: 458.
[18] EYUBOĞLU, İ. Z. 1981: 829.
[19] SEVENGİL, R. A.1944:16.
[20] Hızır veya Hıdır adında birçok Alevi-Bektaşi ulusuna ve ocak mensuplarına da rastlanır. Merkezi Tunceli’nin Pertek ilçesine bağlı Zeve (Doğrutay) köyünde bulunan Üryan Hızır Ocağı, Erzincan’ın Kemaliye ilçesine bağlı Ocak köyünde bulunan Hıdır Abdal Ocağı, ayrıca Hızır Samut Ocağı bunlardan bazılarıdır.
Yukardaki nefeste adı geçen Şah Hızır Baba da bir Alevi azizidir. Cahit Öztelli’ nin verdiği bilgilere göre, Hızır Baba, Arapkir’in Ocak köyünde yatmaktadır. Adı Ali. Alevi azizlerindendir. Türbesi vardır. 15. yüzyılda yaşamış. Hızır Şah, Hızır Sultan diye anılır ve çok saygı görür. Bir Hızır Dede de Narlıdere (İzmir) de yatmaktadır. Hızır Dede, Tahtacı Oymaklarının ziyaret yeridir. Yukarıdaki nefeste bunlardan hangisi olduğu anlaşılmıyor. (ÖZTELLİ, C. 1985: 126-127).
[21] Bu nefesin, Er Mustafa adlı bir halk ozanına, kimi kaynaklara göre, Âşık Daimi’nin büyük dedesi İmam Rıza Ocağı’ndan Kul Ahmet’e ait olduğu söylenir.