İsmail Engin
Muhammed dinidir bizim dinimiz
Tarikat altından geçer yolumuz
Hem Cibrîl-i Emin’dir rehberimiz
Biz mü’miniz mürşidimiz Ali’dir
Pir Sultan Abdal
“Aleviliğin muhtevası boşaltılıyor”
Türkiye’de ve değişik ülkelerde Alevi kimliğine ve imajına yönelik değerlendirmeler ya da bakış açıları, ister Alevilerin kendilerini algılayışları, isterse Sünnilerin Alevileri tanımlamaları açısından olsun, Türkiye tarihinde çoğu zaman dün olduğu gibi bugün de sorunlara yol açmaktadır.
İmajın gerçek kimlikten bağımsız oluşmasına, gerçek kimlikle uzaktan yakından ilgili olmayan bir muhteva ile dol(durul)masına, son zamanlarda giderek artan bir şekilde Alevilerin kamusal alana açılmalarıyla başlayan Aleviliğin tanımlanma tartışmalarında, ki bu tartışmalar Aleviliğin İslamiyetin içinde mi, dışında mı veya ayrı bir din, kültür, dünya görüşü, felsefe olup olmadığı konularında öbeklenmektedir, rastlanmaktadır. Keza “ciddi kuramsal iddialarla savunulmaya değer bir kurammışçasına” ileri sürülen bazı uçuk-marjinal görüşleri, kimliğe yönelik yeni yüklemeleri ve yönlendirmeleri de içeren söz konusu tartışmalar, zaman zaman yöntem açısından emik ya da etik sorunun çözü(m)le(ne)memesi ya da bil(mey)erek manipule edilmesi, beraberinde Aleviliği içeren yeni bir kültür sorununu getirmekte; gerçek kimlikle uzaktan yakından ilgisi olmayan imajların oluş(turul)masına zemin hazırlamakta ve neden olmaktadır.
AB 2004 İlerleme Raporu’nda Aleviler
AB 2004 İlerleme Raporu’nda Alevi sorunu 2000 yılından beri rutin olunduğu üzere ele alınmaktadır.
İlgili raporun 45-46, 56, 172 ve 180. sayfalarında (raporun Almancası 192 sayfadır) Alevilere vurgu yapılmaktadır ve Aleviler “Sünni olmayan Müslüman azınlık” olarak değerlendirilmeye devam edilmektedir. Bu ibare rapora 2001 yılında girmişti. Düzenli ve başat bir unsur olarak vurgulanıyor, süreklilik arzediyor.
Önceki İlerleme Raporları’nda Alevileri ve Aleviliği içeren bazı ibarelere 2004 İlerleme Raporu’nda yer verilmiyor. Sözgelimi ders kitaplarında Aleviliğin ele alınmadığına yönelik, Alevi kurumlarının oluşturulmasında engellerin bulunduğuna yönelik. Ancak, Alevilerin “dini bir cemaat” olarak tanınmadığına, dini ibadet yerlerini açılmasındaki zorlukların “halen” devam ettiğine atıf yapılmaya devam ediliyor. Raporda zorunlu din dersiyle ilgili sorun önceki raporlarda zikredildiği üzere yerini buluyor. Bununla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bir veli tarafından açılan dava da örnek olarak gösteriliyor.
Ayni şekilde Alevilerin Diyanet örneğini vererek devletin laik bir devlet olarak her dine eşit yaklaşmadığından şikayetçi olduğuna dikkat çekiliyor.
Alevilerin devlet tarafından “Müslümanlar içerisinde (Müslüman) bir azınlık” olarak tanınmadığı vurgulanıyor.
Aktuel tartışma olarak konuyla ilgili Alevi “kuruluşları”nın üzerinde uzlaşamadığı üç değişik yaklaşımı bulunmaktadır:
1) Alevilerin “Müslüman” olduğunu vurgulayan Cem Vakfı’nın yaklaşımı
2) Alevilerin “Müslüman değil Mümin” olduğunu vurgulayan (ama Aleviliğin İslamiyetin özü olduğunu net bir şekilde dile getiren) klasik ve geleneksel kurumların (Karacaahmet, Şahkulu gibi köklü dergahların) yaklaşımı
3) Aleviliğin “özgün bir inanç” olduğunu vurgulayan Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu ile Alevi Bektaşi Federasyonu’nun yaklaşımı.
Bu yaklaşımlardan “Alevilerin Sünni olmayan Müslümanlar” olduğu, 2001 yılından beri Komisyon tarafından dikkate alınmaktadır. Ve bundan sonra siyasi belgenin teamülleri uyarınca da ayni şekilde dikkate alınacağı belirtilmelidir.
“Alevilik İslami bir yorumdur”
Hemen belirtelim, Alevilik İslami bir yorumdur ve böyle bir yorum olarak geleneksel Alevi cemaat(ler)i tarafından kabul görmektedir. Alevi İslam yorumuna özgü de atardamarını bu yorumdan alan geleneksel kültür vardır; aynı şekilde felsefe, dünya görüşü vb.
1980’li yılların sonlarına doğru palazlandırılmaya çalışılan bir görüşte İslamiyetten bağımsız olarak Aleviliğin Anadolu’nun en eski inançlarını ve kültür birikimini taşıdığı; Aleviliğin tekkelerde / dergâhlarda erenleri, pirleri, dedeleri, babaları, zakirleri yarattığı vb. belirtilmekte; Aleviliğin Anadolu’ya özgü bir “din” olduğu ileri sürülmektedir. Bu görüşün günümüzdeki mensupları modern bilimin kimi gelişmelerini görmezden gelerek veya bilmeyerek “ciddi kuramsal iddialarla savunulmaya değer bir kurammışçasına” görüşler beyan ederlerken, Aleviliği Alevilik yapan unsurların nereye konulabileceği hususunda suskundurlar: Hakk-Muhammed-Ali üçlemesi, İslam tarihinin önemli bir dönüm noktası olan ve zaman aşımına uğramayan acıların en kuvvetli dışa vurumu Kerbela faciası; Ehlibeyt ve “evlad-ı Resuller” (Ocakzadeler) ve bu bağlamda “Oniki İmam mefhumu”, ayini cemlerdeki miraçlama, Kırklar, çerağ ve “dem”in [içkinin değil!] simgesel anlamları, gülbankların dayanakları, ayine iştirak için “rızalık”, “musahiblik”, “batıni ve zahiri yorum”, “üçler, beşler, yediler, onikiler, ondörtler…”, “Buyruk”, “menakıbnâmeler” ve “velayetnâmeler”, “konuşan Kuran” ile “telli Kuran” arasındaki bağlantıyı oluşturan İslam tasavvufu vb.
Aleviliğin muhtevasını boşaltma; Alevi kolektif belleğini de tahrif ve imha etme girişimleri
Buradan hareketle yeri gelmişken belirtelim ki, 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren, İslam kültürünün oluşturduğu teoloji, felsefe, tasavvuf ve fıkıhtan ibaret olan teosantrik kültürün insan, toprak, hürriyet, demokrasi, kalkınma ve ilerlemeyi içeren günümüz ihtiyaçlarını karşılamak üzere antroposantrik kültüre çevrilmesini-dönüştürülmesini amaçlayan girişimler için, tartışma alanları açılması önerileri oluş(turul)maya başla(n)mıştır. Ancak, bu girişimler, “İslâmın ideal ilke ve öğretileri ile uyarlılık arz eden bir İslâmî çerçeveye sokmak” girişimi veya teosantrik kültürü antroposantrik kültüre dönüştürme çabası ve dinin ideolojiye çevrilmesine giriştir. Burada din -İslam- anlayışının tek olduğunu savunulmakta; farklılıkları görmezden gelinmektedir, ki ilginçtir Aleviliğin İslamiyetin dışında olduğunu savunan görüş de İslamiyet içindeki değişik coğrafyalardan ve toplumların, toplulukların yaşantılarından oluşan, ayni şekilde İslam kültürüne, ibadetle ilgili uygulamalara yansıyan farklılıkları ve değişik gelenekleri görmezden-bilmezden gelmektedir ya da gerçekten görmemektedir-bilmemektedir. Oysa, İslami gelenek ve yapı üzerine, Müslümanların kendisilerini tanımlamalarıyla algılamalarını içeren tanımlayıcı çalışmalara yön veren kuramsal temellerde, farklı İslam toplumlarının kendilerine uygun İslami anlayışlarının da oluştuğu ortaya konulmuştur ve kanımızca Alevilikle ilgili tanımlamalar ancak bu kuramsal temeller çerçevesinde bir anlam kazanmaktadır. Onun dışındaki girişimler, yani Aleviliğin İslam dışı olduğunu içeren görüşler, Aleviliğin muhtevasını boşaltma girişimleridir; Alevi kolektif belleğini de tahrif ve imha etme girişimleridir. Anadolu’da dedelerin soy kütüklerini içeren şecerelerin yanı sıra rastlayabildiğimiz en eski kültür objeleri konuyla ilgili önemli şeyleri gözler önüne sermektedir. Özellikle Doğu Anadolu Alevi Ocakları’na bağlı dedelerin pir olarak gördüğü Seyyid Mahmud Hayrani’nin Akşehir’deki türbesi’nde bulunan 3 sandukadan 1911 yılında Türkiye dışına çıkarılan biri, bugün Kopenhag’da The David Collection / Davids Samling’dedir. Seyyid Mahmud Hayrani Türbesi’nden The David Collection’da yer alan 1251 yılıyla tarihlenen sandukanın oturduğu kaide üzerindeki üç kare şeklindeki gözün her birinde, sağdan sola başlayarak besmeleden sonra “tekasür suresi”nin tamamı yazılmıştır. Tabutun başında ise Allah ibaresi dikkat çekmektedir.
“Mezhebi Alevi”
Cumhuriyet döneminde devletin Alevilere bakışı ana hatlarıyla bir süreklilik taşırken, hükümetlerin yaklaşımında ve uygulamalarında zikzaklar görülmektedir.
a) Nüfus açısından
Cumhuriyet dönemindeki ilk nüfus sayımının 1927’de yapıldığı ve o günden bugüne deggin Müslümanlık, Hıristiyanlık ve Musevilik dışında dini veriler içermediği söylenmelidir. Genel Nüfus Sayımlarının Hıristiyanlar için Katolik, Ortodoks, Protestan, Gregoryen vb. mezhep isimlerine yönelik sınıflamaları içerdiği; Müslümanlar, Museviler ve diğer din mensupları içinse sadece “din ismine” yönelik verileri içerdiği belirtilmelidir.
Bununla birlikte, Müslüman nüfus arasındaki farklılıkları demografik olarak veri tabanı oluşturacak bir şekilde veren konuyla ilgili ilk resmi verilere 1960’lardan itibaren önceleri İmar ve İskan Bakanlığı sonraları da Köy İşleri Bakanlığı’nın yayınladığı kimi kitaplarda rastlanmaktadır. “Köy Envanter Etüdlerine Göre …” başlığıyla yayınlanan bu bakanlık yapıtlarında din ve mezhep bakımından köy adetlerinin yer aldığı din durumu “İslam”, “Hıristiyan” gibi dinlere ve İslam mezhepleri içerisinde de “Hanefi”, “Şafii”, “Caferi” ve “Alevi” kısımlarına ayrılan tablolarla >>Bingöl<< (1962), >>Muş<< (1964), >>Van<< (1964), >>Bitlis<< (1964), >>Ağrı<< (1965), >>Mardin<< (1966) gibi iller bazında veri tabanı oluşturacak şekilde verilmektedir.
b) Nüfus Müdürlüğü’nün kayıtları açısından
Özellikle Atatürk dönemine ait bazı kayıtlarda, Nüfus Müdürlüğü tarafından verilen Nüfus Cüzdanlarına zaman zaman bazı yörelerde “mezhebi” kısmına “Alevi” kaydı düşülmüştür.
c) Bugünkü durum
Geçtiğimiz günlerde İzmir’de yaşayan bir Alevi vatandaşın nüfus cüzdanına “Alevi” kaydının düşülmesi ile başlayan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde kadar uzanacak olayda, Avrupa Birliği açısından süreç bellidir. Avrupa Birliği müktesebatı, bireysel bilgileri içeren kimlik kartlarında “din” ve “mezhep” bilgilerini içermemektedir. Bu meyanda değil “Alevi” kaydının düşülmesi, “İslam” kaydı bile müktesebat gereği süreç içerisinde kaldırılacaktır.
Temel sorun: Aleviliğin siyasallaştırılması çabalarıdır
Bugün yaşanan kimlik tartışmasında ön planda hükümetlerin uygulamalarına duyulan tepkinin üzerine inşa edilmeye çalışılan “dinin veye dini inancın ideolojikleştirilmesi” çabaları arka planda yer almaktadır. Bu meyanda Alevilik siyasallaştırılmaya çalışılmaktadır. Kimlik tartışmaları da ve özellikle Aleviliğin İslam dışı olduğu görüşü bunun için bir alet olarak kullanılmaktadır. Böylece Aleviliğe ideolojik bir kimlik verilerek, Alevilik ideolojilere payanda yapılmaya çalışılmaktadır. Bu durum dinin siyasallaştırılmasına gidiştir. Köklerinden kopan / kopmuş, başkalaşmış ya da farklılaşmış yeni bir forma yol açmaktadır ve yeni bir muhtevayla donanmış davranış ve tutum “üretim alanları”na yönelmeyi sağlamaktadır.