Alevi hukuku ve düşkünlük.
Alevilikte; Yol kurallarını koruyan, toplum barışını sağlayan, düzenin bozucularına uygulanan kimi yaptırımlar vardır. Yol kurallarına uymayanlara “düşkün”lükle adlandırılırlar. Düşkünlere uygulanan yaptırımlar geçici ve sürekli olmak üzere iki türlüdür. Sürekli uygulunanına „yoldan düşme“ adı veriliyor. Böylesinin oraları terk etmesinden başka seçeneği yoktur. Geçici olanı ise, ister istemez katlanacaktır. Ancak katlanması çok zor olan bir yaptırımdır.
Bu kurum, Alevi toplum düzeninin yaşatmak için getirilmiştir. Halkın, suç işliyene karşı tam bir boykotudur. Kimseler suçlunun, selamını almaz, hiçbir eksiği, ihtiyacı giderilmediği gibi evine de gidilmez, ziyaret edilmez, düğünlere gidemez, düğünlere çağrılmaz. Bayramlaşılmaz, hal hatır edilmez. Yani tamamen toplumdan soyutlanır.
Yoldan düşme ise, en ağır bir yaptırım olup bu duruma düşen bir kimse artık ömrünün sonuna değin Alevi topluluklarında bulunamaz. Yoldan düşme, şu bicimde olur:
- Haksız yere insan öldürme,
- Ikrardan dönme,
- Zinada bulunma durumu.
Bu durumlar kesinlikle yasaklanmıştır. Herhangi bir biçimde bu üç duruma düşenler Alevilikte yoldan düşmüş, kovulmuş ve mervan sayılırlar. Ölümleri halinde bile cenazeleri yıkanmaz, namazları kılınmaz. Öylece defnedilirler.
Buyruka göre; Bu yolda üç sünnet, yedi farz vardır.
Sünnetler;
a) Dilden tevhid sözcüğünü bırakmamak, b) kalpten düşmanlığı atıp kimseye karşı kibirlenmemek ve kin tutmamak, c) gönül kırmamak ve kimseye düşmanlık etmemektir. Farzlar;
a) Sırrını saklamak, b) inançdaşları ile birlikte olmak, c) yalan ve gıybetten kaçmak, d) hizmette bulunmak, e) mürşidine, Pirine itaat etmek, f) musahibini görüp gözetmek.
Yola grime: Yola ikrar verilerek girilir.yani and-yemin içilir. Bu tören, tövbe ile başlar. Bir takım ögütler verilmeden önce de kendilerine sorulur ve bu yol güçtür, ateşten gömlektir, giyilmez. Demirden leblebidir, çiğnenmez. Kıldan ince köprüdür, geçilmez. Kılıçtan keskindir, dayanılmaz. Demirden yaydır, çekilmez. Gelme gelme! Dönme dönme! Gelenin malı, dönenin canı vs. diye yol hakkında bu uyarılar yapılır.
Alevi toplumu, ahlak kurallarını kendi içerisinde yaşar ve bundan dışarı çıkanlara yine kendileri ceza verirler. Bu cezalar Mürşid, Pir, Rehber tarfından verilir ve uygulanır. Aleviler, kendi aralarında olan bir anlaşmamazlık için, hükümete veya devlet mahkemelerine baş vurmazlar.
Alevilik bir Tanrısal inanç içinde bu dünyanın hakkını burada vererek, bugünkü hal ve gidişlerimizden dünya ötesi yaşamda da bir sorumluluk bulunduğuna inanarak „eline, diline, beline“ sahip olmak ahlak ve yasası içinde bulunmaktır. Bu ahlaka göre dikkat edilmesi gereken kural vardır. 1-Zulmetmemek, 2-Arkadan dedi kodu etmemek, 3-Üzerine düşen görevi yapmamak, 4-Birini başkasına gammazlamak, 5-Doğru yolda olan için kötü söylemek, 6-Uyarıcısı olmayan, 7-Emanete ihanet etmek, 8-Piri pirden ayrı görmek, kamili kamilden ayrı görmek, 19-Aşırı derecede içki içip huzursuzluk etmek, 10-Yalan söylemek, 11-Zina etmek, 12-Kumar oynamak. Bu gibi caydırma ve suç işlemeden geçirme önlemleri Imam Caferi Sadık Buyruğu’nda mevcuttur. Alevi Seyyidleri (Seyyid; Klavuz, Önder, Öncülük eden, tek kelime ile Hakk´a giden yolu gösteren.) genel anlamda Imam Cafer-i Sadık Buyruğu’nu kendine rehber alırlar. Bu buyruğa göre de hükümlerini verirlir. Görülüyorki gerek bireysel suçlar, gerekse toplumsal suçlar kendi basit çevreleri içerisinde ele alınıp yorumlanmış ve yaptırımları düzenlenmiştir.
Alevilerde suç işleyen bir kişinin suçunu rehber cözemeyince, davayı Pire havale eder, Pirde çözemediği zaman, dava Mürşide havale edilir, Mürşid de çözemezse o zaman dava düşkünler ocağı’na havale edilir. Veya Buyruktaki deyimle „ancak onun davasını mahşerde Hakk Teala icra eder.“ Oysa küçük günahların (günah-i sagahir) cezalandırılmasına ve affedilmesine ilişkin koşulların belirlenmesi ve uygulanmasında Pir tam yetkilidir. Alevilerde ki amaç, kişiye ceza vermek değil. Onu cezasından caydırıp tekrar topluma kazandırmaktır. Bu yargılamalar genelde cem ayınlarında toplumun huzurunda yapılır.
Düşkün kişinın yargılanması.
Düşkün edilmesine karar verilen bir kişi olunca Mürşid, bir düşkün cem´i yapar ve cezayı verir.
Cem erenlerinden bir kimse, şikayeti varsa bunu gözcüye söyler. Bir “Muhabbet meydanı”açılacağında çerağlar uyarılmadan önce gözcü, darda durup peymançeye geçer. Mürşide durumu açıklar. Mürşid veya Pir düşkün görülen kişinin durumunu, toplum önünde yarğılamadan önce, hazırlanmış veya ön görülmüş eve giderler. Mürşid ve diğer hizmetkarlar yol kurallarını yeniden gözden geçirirler, orada, aralarında konuşurlar. Meydana dönünce zakirler, bir duaz-ı imam çalar okurlar.
Dede ayağa kalkınca herkes sayğıdan kendisiyle ayağa kalkar. Dede, traık değneğini (Erkan-i Evliya, Zülfikar) eline alarak, değneğin bir ucunu ocağa dayayarak şikayetçiye; “Altında geçen, suyundan içen, Hakk önünde yolda uzaklaşmış olsun mu?” der, Şikayetçi de “olsun” diyerek erkan değneğin altından bir defa geçer. Ikinci defasında Dede, “altından geçen, suyundan içip kötü dile gıybet eden Hakk önünden uzak olsun mu?” der. Şikayetçi; “olsun” diyerek değnek altından geçer. Üçüncü defasında Dede; “Kardeşine bilmeden kemlik eden Yezid kanına kanım olsun mu?” der. O da , “olsun” diyerek değnek altından bir defa daha geçer. Böylece şikayetciye, kesin olarak yalan söyleyip söylemediği, meydanda bulunan canların huzurunda bir defa daha yemin ettirilerek tekrarlatılmış olur. Ondan sonra da tanıklara aynı şekilde yemin ettirilir.
Sıra şikayet edene gelmiştir. O kimse, önceden gözcü tarafından bilindiğinden zaten ceme alınmamıştır. Şikayetçi, rızasız ceme girse bile Dede’nin eline niyaz olması gerekir. O sırada, Dede elinin içini değil, elinin dışını kendisine verirse o kişi durumu anlar ve tekrar dışarı çıkar. Bunun nedeni ise; Birbirlerinde alıp verenler, alıp verecekleri neticeye varıncaya dek ve birbirlerine rızalık verdikten sonra ancak ceme katıla bilirler. Bunun aksisi mümkün değildir.
Şikayetçi, gözcüye nedenini sorar. Gözcüde, “görülecek günahın var, sabret” der. Şikayetçi dışarda bekler. Sonunda şikayetçi de meydan odasına çağrılır, meydan odasına niyaz ederek ayakda durur. Ançak içeriye geçmeden orda dara geçer. Dede, buyurur, Meydancı, davayı anlatır. Şikayetçi savunmasını yapar. Kendisinin tanıkları var ise onları söyler. Bu tanıklar da erkan değneğinden geçilerek yemin ederler ve ayakta ifadeleini verirler.
Bundan sonra Dede, bütün hizmet sahipleri ile birlikte tekrar ön görülen eve giderler. Durumu inceler ve konuşurlar. Bir karara varırlar. Meydana dönerek, dışarda beklemekte olan şikayetçi çağrılır. Bu defa şikayetçi diz çöker ve meydan odasının eşiğine başını kor. Bu defa, meydan odası rehberi tarafından boynuna tığ-bent (teslim kemendi) geçirilmiş, başı açık, yalın ayak ve sırtında kefen denilen düz, dikişsiz gömlekle getirilmiştir. Zakir, tekrar bir Duaz-ı Imam okur.
Zakir yüksek sesle,
Bismişah, Allah Allah!
Hakk kılıcı keskin olur, mümün kalbin incitme,
Bu meydanda ezel ebed gerçek vardır, yalan yok.
Bu meydana eğri bakan Mervan´lara aman yok.
Bu çerağın ışığını geçirene zaman yok.
Bu ocağın ışığını sürdürene ziyan yok.
Münkir iken ikrar verip erenlerden yaman yok.
Hakk kılıcı keskin olur, mümin kalbin incitme… diye seslenir.
Gülbengten(Dua) sonra Dede kararı bildirir. O kimse , suçlu bulunmuş ise, artık düşkün sayılır. Gözcü, onu dışarı çıkarırken oradakiler, “yuh, münkire” diye seslenirler. Bu düşkün olanın yol kardeşleri (eşleri, musahipleri, kefilleri) de iki dakika sonra Dede’den destur alıp onun yanına giderler. Düşkün olan, artık evine gidemez. Kardeşliği (musahibi) onu en yakın olan yaşlının evine sığındırır ve ertesi günü de düşkünün, toplumla ilişkileri kesilmeye başlar. Böylece verilmiş bir ceza varsa o da yerine getirilir (para cezası, sürgün, kurban v.b.).
=Seyyid Hakkı