Düşkünlük kavramı, terim anlamını tasavvufî bağlamda kazanan bir kavramdır. Tasavvuf öğretisinde, şeriata yahut tarikata uymayan herhangi bir şeyi yapan kişi mürşidi tarafından yoldan düşkün olmuş sayılarak “düşkün” ilan edilir. Düşküne “yolsuz”; düşmeye ise “düşkün olmak”, “yolsuzluk etmek”, “yolsuz olmak” denilir (Gölpınarlı, 2017: 101). Alevi-Bektaşi inancında sosyal yaşantıyı düzenlemeye dönük uygulamalar da mevcuttur. İnanç sisteminin ahlaki boyutuna paralel olarak geliştirilen bu uygulamalar, insanlar arasındaki ilişkileri tanzim edip toplum hayatına biçim vermeye yöneliktir. Belirli kural ve kaideleri olması, sürdürülebilirliği ve kendi içerisindeki tutarlılığı dolayısıyla kurumsal bir yapı arz eden düşkünlük hukuku da Alevi- Bektaşi inanç ve kültür dairesi içerisinde inşa edilen, suç, kabahat ve adalet kavramlarının neliği üzerine sistemli önermeleri ve hükümleri bulunan, yaptırım gücü olan, teolojik ve sosyal bir yargı sistemidir.
Alevi-Bektaşilikte, dedelik kurumunun en önemli işlevlerinden biri, toplum içerisinde adaleti sağlamaktır. Adaletin toplum içerisinde tesisi için, suçlular tespit edilerek inanç önderleri tarafından yargılanır ve cezalandırılır. Böylelikle düzenin bozulması engellenmiş olur. Bir çeşit hukuksal kurum şeklinde ifade edilebilecek düşkünlük, toplumsal bir yaptırım ve kontrol unsurudur (Yaman, 2009: 203). Düşkünlük kurumu, “değerler sisteminin, normların korunması için gerekli olan yaptırımları belirlemekte ve bu yaptırımların uygulanışını düzenlemektedir. Etik değerler toplumsal yaşamın içinden çıkar. Toplum onları anlamlandırır ve yüceltir. Bu değerlerin yıpratılması, çiğnenmesi hoşgörü ile karşılanmaz. Alt kültür grupları, “büyük toplum”a karşı direnebilmek için güçlü hiyerarşi, sağlam norm sistemi oluşturmak zorundadırlar. Alevi-Bektaşiler de bu yolu seçmişler, kendilerine özgü, “büyük toplum”un sistemine alternatif olan sistemlerini kurmuşlardır.” (Bal, 1997: 64).
Düşkünlük hukuku çerçevesinde tayin edilen kural ve kaideler, Alevi-Bektaşi toplumunun güçlü ahlak yapılanmasının kanıtı niteliğindedir. Alevi-Bektaşi inancında kul hakkı kavramı son derece önemlidir. İslam dininin “Tanrı’nın kul hakkı hariç insanın diğer eksikliklerini affedebileceği” prensibine uygun olarak Alevi-Bektaşilikte, üzerinde kul hakkı olan kimseler ibadetlere katılamaz, toplumdan dışlanırlar. Ancak dede tarafından toplumun huzurunda o sorun çözülüp “düşkün kaldırma”, “yuğma” gerçekleştirildikten sonra tekrar katılmaları mümkündür. Cem başlamadan topluluk içerisinde sorunlar konuşulup halledilir. Dede ceme başlarken cemaate herkesin birbirinden razı olup olmadığını sorar. Yıllık görgüden geçen talipler, yapılan hatanın tekrarlanmayacağına dönük yemin ederler ve görgülerinin görülmesi ile manevi temizliğe ulaşmış olurlar. Böylelikle ceme katılabilir ve kurban lokması yiyebilirler (Yaman, 2009: 204).
Alevi-Bektaşi inancına mensup bir kimsenin düşkün ilan edilmesine sebebiyet veren durumlar şunlardır: haksız yere eşini boşamak, haram kazanç sağlamak, yalancı şahitlik yapmak, nefsine hâkim olmamak, hırsızlık yapmak, cinayet işlemek, vergi ve askerlik borcu gibi vatan borcunu ödememek, evlatlık görevlerini yerine getirmemek, insanlara zarar vermek, komşuyu incitmek, işçi ve yetim hakkı yemek. Bu suçlardan herhangi birini işleyen kişi “yol düşkünü” ilan edilir ve bu, Alevi-Bektaşilerce son derece küçük düşürücü bir durum olarak kabul edilir. Düşkün kişi, toplum tarafından dışlanır ve ailesi dahi ona sahip çıkamaz. Düşkün ilan edilen kişinin musahibi de manevi açıdan topluluk önünde, musahibinin işlediği suçtan dolayı sorumlu kabul edilir (Yaman, 2009: 205).